• Sonuç bulunamadı

1680-1700 tarihleri arasında Ayntab (Gaziantep) şehrinde asayiş problemleri ve İslam-Osmanlı ceza hukuku uygulamaları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "1680-1700 tarihleri arasında Ayntab (Gaziantep) şehrinde asayiş problemleri ve İslam-Osmanlı ceza hukuku uygulamaları"

Copied!
99
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI YENİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

1680-1700 TARİHLERİ ARASINDA

AYNTAB (GAZİANTEP) ŞEHRİNDE

ASAYİŞ PROBLEMLERİ VE

İSLAM-OSMANLI CEZA HUKUKU

UYGULAMALARI

Yüksek Lisans Tezi

Hazırlayan Burcu GELİR

Danışman

Yard. Doç. Dr. Alaaddin AKÖZ

KONYA 2006

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR...IV ÖNSÖZ ... V

GİRİŞ

I. AYNTAB’IN COĞRAFİ KONUMU VE KISA

TARİHÇESİ... 1

A- AYNTAB’IN COĞRAFİ KONUMU ... 1

B- AYNTAB’IN KISA TARİHÇESİ... 3

1- Osmanlı İdaresine Kadar Ayntab ... 3

2- Osmanlı İdaresinde Ayntab... 9

BİRİNCİ BÖLÜM İSLAM HUKUKUNDA SUÇ VE CEZA I. SUÇ ... 16

II. CEZA ... 18

A- HAD CEZALARI... 22

1- Tanımı... 22

2- Had Cezası Gerektiren Suçlar ... 23

a- Zina (Hadd-i Zina) ... 24

b- İffete İftira ( Hadd-i Kazf)... 26

c- İçki İçme (Hadd-i Şürb) ... 28

d- Hırsızlık (Hadd-i Sirkat) ... 30

e- Yol Kesme (Hirabe-Kat-ı tarık)... 31

f- Devlete İsyan (Bağy)... 37

g- Dinden Dönme (İrtidad)... 38

B- TAZİR CEZALARI... 39

1- Tanımı... 39

2- Tazir Cezası Gerektiren Suçlar ... 40

(2)

b- Celd (Sopa) Cezası...42 c- Hapis cezası ...42 d- Sürgün Cezası ...43 e- Para Cezası...43 C- KISAS CEZALARI...44 1-Tanımı ...44

2- Kısas Cezası Gerektiren Suçlar ...45

a- Adam Öldürme...45

b- Müessir Fiiller...48

D- HAD KISAS TAZİR AYRIMI...50

İKİNCİ BÖLÜM OSMANLI CEZA HUKUKU VE YARGILAMA I. OSMANLI CEZA HUKUKUNUN MENŞEİ ...52

A- ŞERİ HUKUK ...54

B- ÖRFİ HUKUK ...58

II. YARGILAMA ...60

A- KADI...60

B- MAHKEME...70

1- Mahkemede Davaların Görülmesi ...81

a- Olayın Mahkemeye İntikali ...81

(1) Kimlik Tespiti: ...81

(2) Dava Açma: ...84

(3) Sulh:...85

b- Yargılama Süreci...86

(1) Suçlamanın Kabul Edilmesi:...87

(2) Suçlamanın Reddedilmesi: ...87

(3) Karşı İddiada Bulunulması: ...88

(4) İddianın Kanıtlanmasında Şahitlerin Yeri: ...89

(5) İddianın Kanıtlanmasında Mahallenin Yeri: ... 92

(6) İddiaların Kanıtlanmasında Yeminin Rolü: ... 97

(7) Keşif:... 100

(8) Bilirkişi (Ehl-i Vukuf):... 101

c- Cezalandırma... 101 (1) Muarazadan Men: ... 102 (2) Tenbih: ... 103 (3) Hapsetme:... 104 (4) İdam: ... 105 (5) Kürek Cezası: ... 106 (6) Diyet ve Tazir: ... 106 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM AYNTAB’DA SUÇ VE OSMANLI İSLAM HUKUKU UYGULAMALARI... 108

AYNTAB’DA SUÇ VE CEZA ... 108

I. ZİNA-TECAVÜZ ... 109 II. ŞETM ... 116 III. ŞÜRB-İ HAMR... 121 IV. DARP-YARALAMA ... 128 V. ADAM ÖLDÜRME ... 139 VI. HIRSIZLIK... 146 VII. EŞKIYALIK... 153 SONUÇ... 169 BİBLİYOĞRAFYA... 173 EKLER LİSTESİ ... 183

(3)

KISALTMALAR

Bk. : Bakınız C. : Cilt çev. : Çeviren Edt. : Editör

DİA : Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi GŞS : Gaziantep Şer‘iye Sicili

İA : İslam Ansiklopedisi İÜ : İstanbul Üniversitesi MÜ : Marmara Üniversitesi s. : Sayfa S. : Sayı SÜ : : Selçuk Üniversitesi vb. : : ve benzeri vs. : ve saire yay. : Yayınları yy. : Yüzyıl

ÖNSÖZ

Son zamanlarda şehir tarihi üzerine yapılan çalışmalar oldukça artmıştır. Yerel tarih araştırmalarında insanlar ve olaylar içinde yaşanılan mekânlara göre değerlendirilir. Bu bağlamda, bireyin kimliğinin oluşumunda, içinde yaşadığı ortamın büyük bir etkisi vardır. Bireyler, yaşadıkları bölgenin coğrafî şartlarından, sosyal, kültürel ve ekonomik yapısından doğrudan ve dolaylı olarak etkilenirler. Aynı şekilde şehirlerin tarihi de, bir parçası oldukları devletin siyasî, ekonomik ve kültürel tarihiyle birlikte ele alınır. Osmanlı tarihine baktığımız zaman XVI. yüzyıldan itibaren devletin eski güçlü dönemlerini yavaş yavaş kaybetmeye başladığı gücün yerini savaşların, başarısızlıkların, yoksullukların, adaletsizliklerin, rüşvetin aldığı görülür. Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü bu durum toplumun en alt tabakalarına kadar yansımış ve toplumda suç oranının artmasına neden olmuştur.

(4)

Bu araştırmada, Osmanlı dönemi şehir tarihi çalışmalarına bir katkı olmak üzere Osmanlı Devletinin XVI. Yüzyıldan itibaren içine düştüğü durumun XVII. yüzyıl Osmanlı ‘Ayntâb’ındaki yansımaları incelenmiştir. Bu bağlamda ‘Ayntâb’daki suç ve bu suçlara karşılık Osmanlı Devleti’nde İslâm ve Osmanlı ceza hukuku uygulamalarına yer verilmiştir.

Araştırmamızın temel kaynağını Gaziantep Şer‘iye sicilleri oluşturmaktadır. Bu siciller Ankara’da Milli Kütüphaneden fotokopi olarak temin edilmiştir.

Araştırmanın giriş kısmı çalışmamızın yöneldiği mekânı tasvir etmektedir. Birinci bölümde Osmanlı Devleti hukuk sisteminin de temelini oluşturan İslam Hukuku ile İslam Hukuku’nda yer alan suçlar ve bu suçlara karşılık gelen cezalara yer verilmiştir.

İkinci bölümde Osmanlı Hukuku’ndan bahsedildikten sonra Osmanlı yargılama sisteminden ve yargılama ile ilgili olarak ‘Ayntâb örneklerinden bahsedilmiştir.

Son olarak üçüncü bölümde Osmanlı ‘Ayntâbında mahkemeye yansıyan suçlar ve bu konuda ‘Ayntâb mahkemelerinin uygulamalarına yer verilmiştir.

Gerek tez konusunun seçiminde gerek çalışma süresi içerisinde teşvik ve desteklerini her zaman yanımda bulduğum danışman hocam Yard. Doç Alaattin AKÖZ’e teşekkürü bir borç bilirim. Bunun yanı sıra benden hiçbir zaman yardımlarını esirgemeyen bölüm hocalarıma da ayrıca teşekkür ederim.

Burcu GELİR Konya 2006

(5)

GİRİŞ

I. AYNTAB’IN COĞRAFİ KONUMU VE KISA TARİHÇESİ

A- AYNTAB’IN COĞRAFİ KONUMU

‘Ayntâb, Güneydoğu Anadolu’nun batı bölgesinde yer almaktadır. Evliya Çelebi ‘Ayntâb şehrinden bahsederken; düz bir yerde, ancak bazı zeminin engebeli bir arazi üzerinde bulunduğunu belirtmektedir1. İlin coğrafi yüzeyi, doğu ve

güneydoğusundaki Fırat vadisinden, batı ve kuzeydoğudaki yeşil dağ platolarına gittikçe yükselerek, dalgalanan arazi arasında salınıyordu. ‘Ayntâb kenti bu yaylaların ortasında, 800-900 metre yükseklikte, tepeler üzerine kurulmuş her yere eşit uzaklıkta bir konumda bulunuyordu2.

1 Evliya Çelebi, Seyahatname, C. 9, Milli Eğitim Vakfı Yay.,

İstanbul 1935, s. 357.

2 Besim Darkot - Hikmet Turhan Dağlıoğlu, “Ayıntab”, İA, C. II,

MEB Yay., İstanbul 1961, s.64; Hüseyin Özdeğer, Onaltıncı

Asırda Ayıntâb Livâsı, C. 1, Bayrak Yay., İstanbul 1988, s. 1; Hüseyin Özdeğer, “Gaziantep”, DİA, C. 13, İstanbul 1996, s. 466;

‘Ayntâb’ın iklimi Akdeniz iklimi ile karasal iklim arasında bir yerdedir. Asıl özelliği ile Akdeniz iklimini andırsa da, denizden oldukça içeride bulunması sebebiyle, Akdeniz iklimine sahip bölgelere göre kışların daha sert geçmesi ve yer yer kar yağışının görülmesi özelliğine sahiptir3. Evliya Çelebi seyahatnamesinde ‘Ayntâb iklimi için “yazı yazdır kışı kıştır. Azîm karlar yağar ol ecilden cümle carşuy bazarı taş…” ifadesini kullanmaktadır ve ‘Ayntâb’da dört iklimin birden görüldüğünden bahsetmektedir4.

373 Numaralı ‘Ayntâb Livâsı Mufassal Tahrir Defteri (950-1453), TC. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Ankara 2000, s. V; Leslie Peirce, Ahlak Oyunları, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 2005, s. 70.

3 Hüseyin Çınar, 18. Yüzyılın İlk Yarısında Ayıntab Şehri’nin Sosyal ve Ekonomik Durumu, İÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2000, s. 1; İsmail Kıvrım,

XVII. Yüzyılda Konya ve Ayıntâb Şehirlerinde Gündelik Hayatın Karşılaştırılması (1670-1680), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Konya 2005, s. 3.

(6)

B- AYNTAB’IN KISA TARİHÇESİ

1- Osmanlı İdaresine Kadar Ayntab

‘Ayntâb adına ilkçağa ait belli başlı kaynaklarda rastlanılmamakla birlikte ilk defa Haçlı seferlerine ait kroniklerde rastlanır. Kaynaklarda

Hantab, Entab, Hamtab, Hatab gibi isimlerle

anılmıştır5. Arap kaynaklarında ‘Ayntâb (parlak pınar) olarak geçerken, Ermeni kaynaklarında Anthapt olarak geçmektedir. Şehir Müslümanların eline geçtikten sonra ‘Ayntâb ismini almıştır6.

Bununla birlikte şehrin 12 km. kuzeyinde, Gaziantep-Kahramanmaraş yolu üzerinde bulunan Dülük’ün oldukça eski bir yer olduğu bilinmektedir. Antik devirlerde iktisadî ve siyasî bütün faaliyetlerin yoğun bir şekilde sürdüğü Kuzey Suriye ile Mezopotamya’yı İç Anadolu’ya bağlayan yolların geçtiği yerler o devirlerde Dülük bölgesi olarak

5 Özdeğer, Onaltıncı Asır, s. 3; ‘Ayntâb Tahrir Defteri, s. 1;

Çınar, Ayıntab Şehri, s. 1.

6 İsmail Altınöz, “Dulkadir Eyâletinin Kuruluşunda Antep Şehri

(XVI. Yüzyıl)”, Cumhuriyetin 75. Yılına Armağan Gaziantep, Edt. Yusuf Küçükdağ, Gaziantep Üniversitesi Vakfı Yay., Gaziantep 1999, s. 97; Kıvrım, XVII. Yüzyıl, s. 8.

anılmaktaydı7. Eskiçağ ve Ortaçağda bölge, Fırat yolu ile Mezopotamya’dan gelen kervanların önemli bir konak yeri olmuştur. Dülük’ün öneminin bir sebebi de buradaki Baal tapınağının dinî bir merkez olmasından ileri geliyordu8. Bunun yanı sıra bölgenin bir diğer önemi de stratejik konumundan ileri gelmekte idi. Kuzey Suriye’yi Güneydoğu Anadolu’dan ayıran bölgede bağımsız bir devlet kurmak ya da sınırlarını korumak isteyen her gücün gündeminde bölgenin denetim altına alınması yer almıştır. Bölgenin bu stratejik konumu, iktisadî bakımdan elverişli bir konumda, birkaç ticaret yolunun kesişme noktasında bulunmasından da kaynaklanıyordu. Kent, güneyde Suriye’ye ve Filistin üzerinden Mısır’a doğru açılan kapılardan biri olarak görev yapıyordu. Ayrıca, Doğu ve Güneydoğu Anadolu kentlerini birbirine bağlayan ağ içinde, kavşak noktalarından biri olan kent, doğusunda İran’la, güneydoğusunda Bağdat

7 Özdeğer, Onaltıncı Asır, s. 1; Özdeğer, “Gaziantep”, s. 466;

Altınöz, “Dulkadir Eyâleti”, s. 95; Nuri Yavuz, “XVI. Yüzyılda Antep Vakıfları”, Cumhuriyetin 75. Yılına Armağan Gaziantep, Edt. Yusuf Küçükdağ, Gaziantep Üniversitesi Vakfı Kültür Yay., Gaziantep 1999, s. 165; Çınar, Ayıntab Şehri, s. 1.

(7)

bağlantılıydı. Ayrıca Anadolu ile birçok yol üzerinden bağlantısı bulunmaktaydı9.

MÖ. 334’te Asya seferine çıkan Büyük İskender, Dülük bölgesini sınırlarına katmıştır. Dülük’e MÖ. 190 yıllarında Roma, MS. 395’ten itibaren de Bizanslılar hâkim olmuşlardır. Bizans hâkimiyeti sırasında Dülük ve çevresi Arap sınır bölgesinin önemli bir yerini teşkil etmekteydi. Bölge için Bizanslılarla Araplar arasında uzun süren mücadeleler meydana gelmiştir. Muhtemelen bu mücadeleler sırasında Bizanslılar tarafından Dülük yakınlarında bir kale inşa edilmiş ve burası ‘Ayntâb şehrinin ilk çekirdeğini oluşturmuştur. Bu kale büyük bir depremle tahrip olmuş ve I. Justinianus döneminde yeni bir kale inşa edilmesi gereği duyulmuştur ve bu dönemde günümüze kadar ulaşan Antep kalesi inşa edilmiştir10.

Bölge ilk defa Hz. Ömer zamanında, komutanlar tarafından alınarak, Müslüman’ların eline

9 Peirce, Ahlak, s. 29.

10 Özdeğer, Onaltıncı Asır, s. 2; Özdeğer, “Gaziantep”, s. 466;

Çınar, Ayıntab Şehri, s. 9.

geçmiştir11. Evliya Çelebi de Seyahatname’sinde bu konuya değinmekte ve ‘Ayntâb’ın ilk defa Hz. Ömer zamanında Müslümanların eline geçtiğini, Müslümanların eline geçmeden önce de Rumların elinde bulunduğunu ve Rum şehirlerinden biri olduğunu ifade etmektedir12. Daha sonraları ise Emevi, Abbasi ve diğer Müslüman-Türk Devletleri ile Bizans ve Haçlılar arasında cereyan eden savaş ve mücadelelere sahne olmuştur13.

Türklerin bu bölgede yerleşmeye başlamaları, XI. yy.ın sonlarında olmuştur. 1071 Malazgirt zaferinden sonra Süleyman Şah’ın komutanlarından Gümüş Tekin ‘Ayntâb ve çevresini Bizanslardan almıştır.

I. Haçlı Seferi sonunda Urfa ve Maraş Haçlı Kontluğu’na bağlı kalmış (1098-1143) daha sonra

11 Evliya Çelebi, Seyahatname, s. 352; Nejat Göyünç, “Türkiye

Cumhuriyetinin 75. Yılında Gaziantep”, Cumhuriyetin 75. Yılına

Armağan Gaziantep, Edt. Yusuf Küçükdağ, Gaziantep Üniversitesi Vakfı Kültür Yay., Gaziantep 1999, s. 1; Altınöz, “Dulkadir Eyâleti”, s. 102; Yavuz, “Antep Vakıfları”, s. 166; Çınar, Ayıntab Şehri, s. 10.

12 Evliya Çelebi, Seyahatname, s. 352.

13 Altınöz, “Dulkadir Eyâleti”, s. 101; ‘Ayntâb Tahrir Defteri, s.

(8)

Anadolu Selçuklu Sultanı Mesud ve oğlu Kılıçaslan tarafından Haçlılardan geri alınarak (1149-1150), tekrar Anadolu Selçuklu Devleti’ne katılmıştır.

XII. yy.ın sonlarında (1187) bölge, Selahattin Eyyübi tarafından fethedilmiş ve Eyyübi devletine katılmış, 1259 yılında Moğollar’ın Halep’i alması ile birlikte ‘Ayntâb ve çevresi de Moğol hâkimiyetine girmiştir. 1260 yılında Memlük sultanı Kutuz Moğolları yenerek, Halep’i ve ‘Ayntâb’ı kendi topraklarına katmıştır.

1243 yılında Dulkadir Beyliği’ne bağlanan şehir; 1353 yılında Memlüklere, 1361 yılında ise tekrar Dulkadir Beyliği’ne bağlanmıştır. 1400 yılında Timur’un eline geçmiş, Timur istilasından sonra Memlük idaresine girmiş, 1468 yılında Dulkadirliler tarafından geri alınmış fakat daha sonra tekrar Memlüklüler’in eline geçmiştir. 1515 yılında Mısır seferine çıkan Osmanlı ordusunun ‘Ayntâb’a doğru ilerlediği bir sırada Memlüklerin ‘Ayntâb valisi Osmanlı ordusuna katılmıştır. 24 Ağustos 1516 Mercidabık ve 23 Ocak 1517 Ridaniye savaşlarını takiben, Memlük sultanlığı 13 Nisan 1517’de tarihten

silindiğinde ‘Ayntâb ile birlikte bütün Memlük toprakları Osmanlı Devleti’nin eline geçmiştir14.

Osmanlılar idaresinde ‘Ayntâb, ilk önce Suriye, Mısır, Filistin ve Hicaz’ı da içine alan Arab Vilâyeti yapılanması içinde yer almış Kanuni zamanında Arap Vilayetinin yapısında değişiklik yapılmış 1529-1530 yıllarında Halep vilayeti kurularak ‘Ayntâb, Halep vilayeti içinde bir yapılanmaya tabi tutulmuş15, 1531’de de Zülkadiriye eyaletine bağlı bir sancak merkezi halinde teşkilâtlandırılmış16, 1818 yılına doğru Zülkadiriye Eyaleti’nden ayrılarak Halep eyaletine dahil edilmiş, 1913 yılında müstakil bir sancak olmuş, 1924’te vilayet haline gelinceye kadar bu şekilde kalmıştır. ‘Ayıntâb, 1919 yılında İngilizler

14 Göyünç, “Gaziantep”, s. 1-2; Mehmet Alpargu, “XV. Yüzyılda

Antep’in Tarihine Umumî Bir Bakış”, Cumhuriyetin 75. Yılına

Armağan Gaziantep, Edt. Yusuf Küçükdağ, Gaziantep Üniversitesi Vakfı Kültür Yay., Gaziantep 1999, s. 84-86; Yavuz, “Antep Vakıfları”, s. 167; ‘Ayntâb Tahrir Defteri, s. 1-2; Çınar,

Ayıntab Şehri, s. 12-13; Kıvrım, XVII. Yüzyıl, s. 9-10.

15 Çınar, Ayntâb Şehri, s. 14.

16 Evliya Çelebi, Seyahatname, s. 353, Darkot-Dağlıoğlu,

“Ayıntab”, s. 66; Bülent Çelik, “XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Antep’te Ticaret ve Bu Konuda Karşılaşılan Bazı Zorluklar”,

Cumhuriyetin 75. Yılına Armağan Gaziantep, Edt. Yusuf Küçükdağ, Gaziantep Üniversitesi Vakfı Kültür Yay., Gaziantep 1999, s. 147.

(9)

daha sonra da Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Fransızlara karşı mücadelesinde büyük başarı göstermiş bu sebeple 1921 yılında adı Gazi ünvanı verilmiş17, Ankara Antlaşmasının ardından Fransızlar 25 Aralık 1921’de şehri boşaltmışlar 1928 yılında ise Gazi ‘Ayntâb ismi Gaziantep olarak değiştirilmiştir18.

2- Osmanlı İdaresinde Ayntab

Osmanlı döneminde ‘Ayntâb, güneydoğu Anadolu ve kuzey Suriye arasındaki bölgeyi meydana getiren iktisadî, idarî ve kültürel açıdan önemli bir bağlantı noktası olarak işlev görüyordu19. Bölge, ticaret yollarıyla ve hisarlarla kaplanmıştı. Osmanlı Devleti’nin İstanbul ve Kahire’den sonra üçüncü büyük kenti olan Halep’e yakınlığı ve bağlantısı dolayısıyla ‘Ayntâb, bölgenin birkaç kentini birbirine bağlayan önemli bir kavşak noktasıydı. Bir başka deyişle, ‘Ayntâb, yörenin seçkin kent merkezlerinden birisiydi20.

17 Darkot-Dağlıoğlu, “Ayıntab”, s. 66; Çelik, “Antep’te Ticaret”,

s. 147.

18 Özdeğer, “Gaziantep”, s. 468.

19 Özdeğer, Onaltıncı Asır, s. 119; Peirce, Ahlak, s. 5. 20 Özdeğer, Onaltıncı Asır, s. 119; Peirce, Ahlak, s. 26.

‘Ayntâb nüfus bakımından derli toplu bir nüfus yapısına sahipti. Bulunduğu bölgede Halep’ten sonra ikinci en büyük şehirdir. Ayrıca bağlı bulunduğu Zülkadriye Eyaletinin beş sancağından en büyüğüdür. 1536-1574 yılları arasında ‘Ayntâb şehrinin tahmini nüfusu H. Özdeğer’e göre 9.288-14.847 iken, N. Göyünç’e göre 10.637-15.560 kişidir21.

‘Ayntâb’ın nüfus yapısı, Müslüman olmayan nüfusun azlığıyla çevre illerden ayrılmaktaydı. Müslüman olmayan nüfus azdı ve tümüyle Hıristiyan Ermenilerden oluşuyordu22. Bu yönüyle ‘Ayntâb, çevresindeki nüfusu dinsel bakımdan daha çeşitli olan sancaklar ile karşıtlık içindeydi. Doğu ve güneyindeki sancaklarda küçük Yahudi toplulukları ve daha büyük bir Hıristiyan nüfus bulunmaktaydı. ‘Ayntâb’da Yahudi nüfusu ise yok denecek kadar azdır. Daha doğuya gidildikçe gerek Ermeni, gerekse Yahudi nüfusu büyümekteydi. Daha doğuya (Musul)

21 Özdeğer, Onaltıncı Asır, s. 114-115; Göyünç, “Gaziantep”, s. 4. 22 ‘Ayntâb mahallelerinden biri Ermeni mahallesiydi ve kayıtlarda

mahalle-i Ermeniyan olarak belirtilmişti; ama mahkeme tutanaklarına Heyik olarak geçmişti. Orul köyü de Ermeni nüfusu barındırmaktaydı; Peirce, Ahlak, s. 78.

(10)

gidildikçe Müslüman olmayanlar (Ermeniler ve Yahudiler) nüfusun yüzde 32’sini oluşturuyordu23.

O dönemde ‘Ayntâb sancağının yer aldığı geniş bölge, oldukça büyük cemaat nüfusu barındırıyordu.

1543 sayımında, ‘Ayntâb on beş oymak

barındırmaktaydı. Bunlar otlaklarının büyük çoğunluğu sancak sınırları içinde bulunan ve bu nedenle yönetim bakımından ‘Ayntâb’a bağlı olan oymaklardı24.

Ayntâb üç nahiyeye bölünmüştü. Kuzeydoğuda ‘Ayntâb Nahiyesi yer almaktaydı, diğer nahiyeler kuzeydeki Telbaşer ve doğudaki Nehrülcevazdı25. Köylerin sayısı ve alanı karşılaştırıldığında, ‘Ayntâb ve Telbaşer hemen hemen aynı büyüklüğe sahip iken Nehrülcevaz en az sayıda köye sahip idi. Ancak en büyük köyler de bu nahiyede bulunuyordu26. ‘Ayntâb Nahiyesi’ne kayıtlı 108, Telbaşer Nahiyesi’ne kayıtlı

23 Peirce, Ahlak, s. 84. 24 Peirce, Ahlak, s. 84.

25 Özdeğer, Onaltıncı Asır, s. 16; Pierce, Ahlak, s. 70. 26 Peirce, Ahlak, s. 70.

101, Nehrü’l-Cevaz nahiyesinde de 25 köy ve mezranın bulunduğu görülmektedir27.

Sancağın en büyük ve en eski köyleri akarsu boylarına, pınar yakınlarına, asker, kervan, hacılar ve daha başkalarının gidip geldiği ana yol üzerlerine yerleşmişti28.

Türk-İslâm şehir geleneğinde olduğu gibi ‘Ayntâb’da da ilk yerleşme, mahallelerin kurulması, kale çevresinde olmuştur. ‘Ayntâb şehrinin Osmanlı yönetimine geçtiği sırada 30 civarında mahallesinin olduğu bilinmektedir. 17. yy.ın ortalarına gelindiğinde şehrin mahalle sayısında fazla bir değişiklik görülmemektedir. 1646 yılında mahalle sayısı 35’tir29. Bu dönemde mahalle isimlerine bakıldığı zaman, birkaç mahalle ismi hariç, hemen hemen bütün mahallelerin isimlerini bir cami, mescit veya

27 Ahmet Cebeci, “XVI. Yüzyılda Antep ve Yöresinde Yer

Adları”, Cumhuriyetin 75. Yılına Armağan Gaziantep, Edt. Yusuf Küçükdağ, Gaziantep Üniversitesi Vakfı Kültür Yay., Gaziantep 1999, s. 157.

28 Peirce, Ahlak, s. 68. 29 Çınar, Ayıntab Şehri, s. 50.

(11)

zaviyeden aldığı görülmektedir30. Mescid-i Şeyh Kasım Fakih Mahallesi, Mescid-i Sofular mahallesi buna örnek olarak verilebilir. Mahallelerin bir kısmının isimleri ise buraya yerleşip mahalle kuran Türkmen Aşiretlerinin isimleridir. Örneğin Tahtalu Mahallesi ismini bir Türkmen aşireti olan Tahtalu’dan almıştır. Mahalle isimlerinin oluşumunda şahıs isimlerinin de önemli bir yer tuttuğunu vurgulamak gerekir. İbn Eyyüb Mahallesi, Ali Neccar Mahallesi, Yahni Ali Mahallesi örneklerinde olduğu gibi31.

18. yy.ın ilk yarısında, ‘Ayntâb’da mahalle sayısında hızlı bir artış görülmüş bu sayı 54’e çıkmıştır. Mahalle sayısındaki bu artış aynı zamanda şehrin fizikî yapısında da değişmelerin olduğunu ortaya koymaktadır. Yeni oluşan mahalleler kurb olarak kaydedilen, eski mahallelerin yanlarında oluşan yeni yerleşim birimleridir. 17. yüzyılın ortalarında olmayıp 18. yüzyılın ilk yarısı içinde varlığı kaydedilmiş olan mahalleler şunlardır: Kurb-ı Molla

30 Özdeğer, Onaltıncı Asır, s. 120; Altınöz, “Dulkadir Eyaleti”, s.

122; Çelik, “Antep’te Ticaret”, s. 147.

31 Altınöz, “Dulkadir Eyaleti”, s. 122-123.

Ahmed, Hayık Baba, Kozanlı, Kurb-ı Kozanlı, Kurb-ı Bey, Kurb-ı Tarla-i Cedid, Kurb-ı Zincirli, Kurb-ı Musulluzâde, Kurb-ı Şehreküstü, Kurb-ı Kılıçoğlu Bağı, Hızır Çavuş, Kurb-ı Cevizlice, Kurb-ı Kanalıcı, Kurb-ı Mağarabaşı, Kurb-ı Bostancı, Kurb-ı Ali Neccar, Sefer Paşa Yeri32.

Kentin en önemli mahalleleri Akyol Mahallesi, Tövbe Mahallesi ve Boyacı Mahallesi idi. En hızlı büyüyen mahallelerin, kente girip çıkan ana yolların üzerinde yer alması rastlantı değildir: Akyol Mahallesi, Halep yolu üzerinde; Tövbe Mahallesi, Maraş yolu üzerinde ve Boyacı mahallesi de doğuda Fırat’a ve ötesine uzanan yol üzerinde bulunuyordu33.

Bazı Anadolu ve Rumeli şehirlerinde olduğu gibi, ‘Ayntâb’da da Şehreküstü adını taşıyan bir mahalle bulunmakta idi. Türk iskânının bir özelliği olan bu mahalle, o adı aldığında şehrin kenarında ve dışında, kaleden uzak bir yerde bulunuyordu. 16. yy.ın ikinci yarısından itibaren bu mahalle, Arasa ya da Arasta olarak bilinen Meydan’ının, Şeyh Fethullah

32 Çınar, Ayntab Şehri, s. 52. 33 Peirce, Ahlak, s. 75.

(12)

Külliyesi’nin, Boyacıoğlu Camii’nin ve diğer dini ve sosyal yapıların kazandırdığı hareketlilikle şehrin en canlı yerleşim birilerinden biri olmuştur34.

34 Çınar, Ayntab Şehri, s. 51.

BİRİNCİ BÖLÜM

İSLAM HUKUKUNDA SUÇ VE CEZA

I. SUÇ

Sözlük anlamı olarak “suç”; törelere, ahlâk kurallarına aykırı davranış anlamına gelmektedir35. İslâm Hukuku’nda “cerîme” suç tabirinin karşılığı olarak kullanılır. “Allah’ın yasaklayıp, hakkında ceza tayin ettiği bir fiil veya terk” anlamındadır36.

Genel anlamda suç, “karşılığında öngörülen yasak bir fiilin yapılması veya yapılması emredilen bir fiilin terk edilmesidir”37.

Yapılan bir fiilin suç olarak kabul edilmesi için bazı unsurlar gereklidir. Bunlar;

1- Kanunîlik Unsuru: Bir fiilin suç sayılabilmesi için, o fiilin kanunda belirtilmesi

35 Türkçe Sözlük, C. 2, Türk Dil Kurumu Yay., Ankara 1998, s.

2036.

36 Halil Cin, Ahmet Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, C. 1, Timaş

Yayınları, İstanbul 1990, s. 302.

37 Sabri Erturhan, İslâm Hukukunda Suça İştirak, SÜ Sosyal

Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Konya 2000, s. 9.

(13)

ve karşılığında da bir ceza öngörülmesi gerekir. Kanunsuz suç ve ceza olmaz. Kanunîlik prensibiyle insan temel hak ve hürriyetleri teminat altına alınmış ve keyfî uygulamaların önüne geçilmiş olmaktadır38.

2- Maddîlik Unsuru: Suçun maddî unsurunu oluşturan hareketin sadece insan hareketi olması gerekir. Bunun yanı sıra bu hareketin insanın kendi iradesi doğrultusunda gerçekleşmesi gerekir. İslâm Hukuku’nda bir fiilin cezalandırılabilmesi için, bu hareketin iyi veya kötü bir şekilde dış dünyaya mutlaka bir yansımasının bulunması gerekir. Bu yansıma küfür gibi sözle olabileceği gibi, yaralama suçunda görüldüğü üzere fiilî de olabilir39. 3- Manevîlik Unsuru: Suçun hukuka aykırı ve kişinin kendi iradesi ile gerçekleşmesi de yetmez. Bunun yanı sıra suçu gerçekleştiren iradenin kusurlu bir irade olması gerekir. Bunun için de, bu irade, suç esnasında anlama

38 Erturhan, İştirak, s. 10-11. 39 Erturhan, İştirak, s. 13-14.

ve isteme yeteneğine sahip bulunan bir kişinin iradesi olmalıdır. Suçun işlenmesi anında anlama ve isteme yeteneğine sahip olmayan kimseye ceza verilemez40.

II. CEZA

Sözlükte isim olarak “Suç işleyen bir kimsenin yaşantısına, özgürlüğüne, mallarına, onuruna karşı devletin koyduğu sınırlama” anlamına gelmektedir41. Başka bir ifade ile “bir şeyin bedeli ve karşılığı”, “suç işleyenler hakkında uygulanan yaptırım”, “varlık ya da yokluğu bir şarta bağlanan şey” anlamına gelir42. İslâm Hukukunda cezanın terim olarak biri genel, biri özel olmak üzere başlıca iki anlamda kullanıldığı görülür. Genel anlamda ceza, “dünyevî ve uhrevî mahiyette özendirici veya caydırıcı müeyyideden ibarettir”43. Özel anlamda ise “dünyada hukuk düzeni tarafından

40 Erturhan, İştirak, s. 17-18.

41 Türkçe Sözlük, C. 1, Türk Dil kurumu Yay., Ankara 1998, s.

401.

42 Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Rağbet

Yay., İstanbul 1998, s. 55.

(14)

suçluya uygulanacak maddî ve manevî müeyyideyi ifade eder”44.

İslâm dininin ana kaynağı olan Kur‘ân ve Sünnet İslâm ceza hukukunun da kaynağı olup bu alandaki temel prensipleri belirler. Kur‘ân ve sünnetin belirlediği cezalar İslâm’ın korunmasını esas aldığı beş temel değerin yani akıl, din, can, ırz ve malın korunmasını hedef alır. İslâm dini suçun işlenmesinin en aza ineceği bir hayat ve toplum tarzı kurmaya, kötülüğün işlenmesini önlemeye daha çok önem verir. Bu sebeple de getirdiği sistem, işlenen suçun cezalandırılmasından çok o suçu işlemeyi kolaylaştıran sebepleri ortadan kaldırmayı hedef alır. Cezalandırma amaç değil, İslâm’ın amaçlarının gerçekleşmesi ve korunmasında son çare olarak başvurulan bir araçtır.

Cezalandırmanın amacı, genelde suçun yayılmasına engel olarak sosyal yapıyı ve vicdanı korumak, özelde ise suçu önlemek, suçluyu ıslah etmektir. Bundan dolayı suçluya verilecek ceza toplumun hukukunu ve ortak değerlerini koruyacak,

44 Bebek, “Ceza”, s. 469.

suçun işlenmesine ve tekrarına engel olacak, suçluyu uslandıracak miktar ve şekilde olmalıdır45.

İslâm hukukunda cezaî yaptırımlar çeşitli yönlerden farklı ayrımlara tabi tutulabilir. Cezalar hayata, bedene, şahsiyete, mal varlığına veya ferdin temel hak ve hürriyetlerine ilişkin olabilir. Suçun doğrudan doğruya karşılığı olan cezaya “aslî ceza” denir. Aslî cezayı infaz etme imkânı olmayınca onun yerine geçen “bedel ceza”dan veya aslî cezaya ilave olarak verilebilen “ek cezadan” söz edilir46.

İslâm hukukunda suçun çeşidine ve derecesine, suçlunun durumuna göre değişen farklı cezaî yaptırımlar vardır. Bunlar; ölüm, uzuvda kısas47, el kesme, celde, hapis, sürgün, kefaret, para cezası, mirastan mahrumiyet gibi cezalar, ayrıca şahitliğin kabul edilmemesi, azar, tehdit, teşhir gibi şahsiyete ve sosyal itibara yönelik ceza çeşitleri sayılabilir48.

45 Ali Bardakoğlu, “Fıkıh”, DİA, C. 7, İstanbul 1993, s. 472. 46 Bardakoğlu, “Fıkıh”, s. 473.

47 Kısas sözlükte suç ile ceza arasında eşitlik, suçluya işlediği

suçun dengi bir ceza uygulama olarak geçmektedir Erdoğan,

Fıkıh, s. 127.

(15)

İslâm Hukuku’nda cezayı düşüren sebepler 7 tanedir. Bunlar: suçlunun ölümü, kısas edilecek uzvun yokluğu (bu müessir filler için geçerlidir), suçlunun tövbesi (bu durum sadece eşkıyalık ve soygunculuk suçunu düşürür), sulh (bu hal de sadece kısas ve diyet cezalarını düşürebilir), af (had cezalarında af geçerli değildir. Kısas ve diyet cezalarını sadece mağdurun kendisi ve velileri affedebilir, ancak bunların affı cezaya yönelik olduğu için hâkim ta’zîr cezası verebilir. Ta’zîr cezalarının affında ise hem mağdur hem de devlet geniş af yetkisine sahiptir), kısasa mirasçı olmak (yani suçlunun kısasını talep eden kişi, suçluya mirasçı olmuşsa kısas düşer), zaman aşımı ( ta’zîr cezaları zaman aşımına uğrar, kısas, diyet, iffete iftira suç ve cezaları zaman aşımına uğramaz. Diğer had cezaları ise zaman aşımına uğrar. Zaman aşımı süresi bazılarına göre 6 ay iken bazılarına göre ise dönemin yasama organına aittir)49.

49 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 316-317.

A- HAD CEZALARI 1- Tanımı

“Had” sözlükte sınır, iki şeyin arasını ayırmak, engel olmak, riayet edilmesi gereken şer‘i kurallar anlamına gelir, çoğulu “hudud” tur50. Terim olarak “had”; Allah’ın hakkı olmak üzere yerine getirilmesi gerekli miktarı ve keyfiyeti belirli ve sınırlı cezaî yaptırımlardır. Bunlar suçu işleyen için ceza, diğer insanlar için de caydırıcı özellik taşır51.

Had suçlarının genel özelliklerine bakıldığı zaman; - Cezalarında artırma ya da azaltma caiz

değildir.

- Gerek siyasi otoriteye gerekse mağdur olan kişi ya da kişilere af yetkisi verilmemiştir. - Şüpheyle cezaları düşer.

- Kamu haklarını ilgilendiren suçlardır. - Had cezasını ancak yetkili merci yerine

getirir.

50 Erdoğan, Fıkıh, s. 129.

51 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 317; Erdoğan, Fıkıh, s. 129;

Mehmet Akman, Osmanlı Devleti’nde Ceza Yargılaması, Eren Yay., İstanbul 2004, s. 24.

(16)

- Had suçlarından bir tanesi birkaç defa işlense de yalnız bir had cezası uygulanır. - Köle ve cariyelere haddin yarısı uygulanır. - Had cezasında af ya da sulh geçerli

değildir52.

Had cezası gerektiren suçların ispatı diğer suçlardan farklıdır. Bu suçlarda kişinin ikrarı geçerli değildir, yalnız erkeklerin şahitliği geçerlidir, hâkimin şehâdeti geçerli değildir, had sırasında suçlu aleyhine oluşan zararlar tazmin edilmez.

Had cezalarının infaz yetkisi devlet başkanı yani halife veya imam denilen padişah veya vekiline aittir. Osmanlı Devleti’nde sayıları çok sınırlı olan had cezalarının padişah veya vekili olan sadrazam tarafından infaz edileceği bütün Osmanlı Kanunnameleri’nce belirtilmiştir53.

2- Had Cezası Gerektiren Suçlar

Had cezasını gerektiren suçlar 7 tanedir. Zina, iffete iftira (kazf), içki içmek (şürb-i hamr), hırsızlık

52 Şule Yüksel Uysal, İslam Ceza Hukukunda Cezaların Şahsîliği

İlkesi ve Kısasta Denklik, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Konya 2002, s. 26-27.

53 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 315.

(sirkat), yol kesme (hirabe- kat‘-ı tarîk), dinden dönme (irtidâd) ve isyan (bağy)54.

a- Zina (Hadd-i Zina)

Zina, “İslâmî kurallara bağlı olmakla yükümlü, tam ehliyetli bir erkek ile cinsî münasebete elverişli bir kadının, evlilik dışı, kendi rızalarıyla cinsî münasebette bulunmalarıdır”55. Burada iki önemli husus vardır. Birincisi yasak ilişki, ikincisi bu yasak ilişkiyi isteyerek yapmak.

Zina suçu için İslâm Hukuku’nda üç tür cezadan bahsedilmektedir. Bunlar sopa cezası (celd), sürgün ve hapis (tağrib) ve recm (taşlanarak öldürme) etmektir56.

Bekâr erkek veya kadın zina suçu işlediğinde iki ceza ile cezalandırılırlar. Birincisi 100 sopa vurulması57, ikincisi ise hapistir. Hapis cezası 1

senedir. Evli erkek ya da kadının zina suçu işlemesi

54 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 317; Erol Özbilgen, Bütün Yönleriyle Osmanlı Âdâb-ı Osmâniye, İz Yay., İstanbul 2004, s. 224.

55 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 318; Erturhan, İştirak, s. 21. 56 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 318; Erturhan, İştirak, s. 21. 57 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 318; Erturhan, İştirak, s. 22.

(17)

durumunda ise cezası recm yani taşlanarak öldürülmedir58.

- Zeyd muhsan Hind muhsaneye rızasıyla zina eylese Zeyd ve Hind’e ne lâzım olur?

el-cevap: recm olunurlar59.

- Zeyd muhsan Hind bikre cebren zinâ idüb bekâretini izâle eylese Zeyd’e ne lâzım olur?

el cevap: recm60.

- Zeyd Hind’e cebren zinâ eylese Zeyd’e ne lâzım olur

el cevap: Zeyd muhsan ise recm olunur değil ise yüz celde urulur61.

- Zeyd Hind’e cebren zinâ eylese Zeyd’e ne lâzım olur?

el cevap: Zeyd muhsan ise recm olunur değil ise yüz celde urulur62.

Zina suçu üç şekilde sabit olur: birincisi, tam ehliyetli, Müslüman, erkek ve dürüst dört şahidin bizzat gördüklerini ifade etmeleri ile sabit olur ki bu çok zor bir yoldur. İkincisi, zina suçunu işleyenin suçunu dört kere ikrar etmesidir. Üçüncüsü

58 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s.318.

59 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, C. 1-2,

Dersaadet 1243, s. 100.

60 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s. 101. 61 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s. 101. 62 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s. 101.

karinelerdir. Mesela evli olmayan bir kadının gebe kalması ile zina suçu sabit olur.

Yukarıda bahsedilen şartlardan birisinin eksik olması durumunda ya da herhangi bir şüphe içermesi durumunda bahsedilen cezalar uygulanamaz. Ancak, had cezasının yerine ta‘zîr cezası uygulanabilir63.

b- İffete İftira ( Hadd-i Kazf)

Kazf, sözlükte “iftira, bir kimseye ta‘yîr (utandırma) ve şetm (küfür) kastıyla zina isnat etmek”64 anlamındadır. Terim olarak ise, namuslu

kadın ya da erkeklere zina iftirasında bulunulması ve nesebin inkâr edilmesidir. İslâm Hukuku’nda iki tür iffete iftira suçu vardır.

İffete iftiranın üç önemli hususu vardır. Birincisi, zina iftirasında bulunmak ya da nesebi inkâr etmek, ikincisi, iftira edilen kadının tam ehliyetli, Müslüman, hür ve namuslu olması, üçüncüsü de cezaî kasıttır.

İffete iftira suçunda dava hakkı, diğer had suçlarından farklı olarak sadece mağdura ve mağdur

63 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s.318. 64 Erdoğan, Fıkıh, s. 238.

(18)

ölü ise çocuklarına aittir. Şikâyet edilmeyen iffete iftira suçları başkaları tarafından dava edilemez.

İffete iftira suçunun cezası 80 kırbaç ve iftira eden kişinin şahitliğinin kabul edilmemesidir65.

- Zeyd Hind-i afîfe içün ben Hind’e zinâ itdim deyu

bir meclîsde söylese Zeyd’e ne lâzım olur? el-cevap: Hind taleb ederse hadd-i kazf lâzım olur.

- Zeyd ‘afîfe ve muhsane olan Hind’e bre kahbe bre

rusbi deyu şetm eylese Zeyd’e şer‘ân ne lâzım olur?

el-cevap: kahbe dediği için ta‘zîr ve rusbi dediği için hadd-i kazf66.

İffete iftira suçu tam ehliyetli, Müslüman, erkek ve dürüst iki şahidin şahitlikleri ve suçlunun bir defa da olsa ikrarı ile sabit olur67.

Yukarıda bahsedilen hususlardan birinin yokluğu durumunda ya da ispat edilememesi durumunda, had cezası değil, ta‘zîr cezası uygulanır68.

65 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 320; Erturhan, İştirak, s. 24;

Özbilgen, Âdâb-ı Osmaniye, s. 224.

66 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s. 103. 67 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 319; Erdoğan, Fıkıh, s. 129;

Erturhan, İştirak, s. 23.

68 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 320; Erturhan, İştirak, s. 24;

Özbilgen, Âdâb-ı Osmaniye, s. 224.

c- İçki İçme (Hadd-i Şürb)

Sarhoşluk, sarhoş edici maddelerin alınması nedeniyle kişide meydana gelen davranış değişikliği ve dengenin kaybolması durumudur69. Bu hal kişinin aklını izale etmez, fakat aklın gerekleri doğrultusuna faaliyet yapmasına neden olur. Bilinç yerinde olduğundan kişi yaptıklarından sorumludur70.

Bütün İslâm hukukçuları başta şarap olmak üzere her çeşit sarhoşluk verici içkinin haram olduğunu kabul etmişlerdir. Had cezasını gerektiren suçun iki hususu vardır. Birincisi az da olsa içki içmek ve sarhoş olmak, ikincisi, cezaî kasıt ve iradedir. Zorla içirilen içkiler cezayı gerektirmez. Bu hususlardan biri olmadığı zaman ta’zîr cezası uygulanır71.

İçki içme suçunun cezası seksen sopadır72. - Zeyd-i müslim icâbından ba‘zı kimesneleri

menziline götürüb badehu Zeyd ve zevcesi Hind ol kimesneler ile ma‘ân meclîs kurub oturub şürb-i hamr eyleseler mezbûrlara ne lâzım olur?

69 Erdoğan, Fıkıh, s. 396; Erturhan, İştirak, s. 24. 70 Erturhan, İştirak, s. 24.

71 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 320; Erturhan, İştirak, s. 24. 72 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 320; Erdoğan, Fıkıh, s. 129;

(19)

el-cevap: hadd-i şürb ve ta‘zîr-i şedîd73.

Suç, iki erkek şahidin şehâdeti, suçlunun ikrarı ve sarhoşluk hali ile tespit edilir74. Cezanın verilebilmesi için iki erkeğin şahitliği veya sanığın ayıkken ikrar etmiş olması gerekir. Sanıktan içki kokusu gelmiyorsa ne şahit ne de ikrara dayanarak cezalandırılmasına hükmedilemez. Çünkü içki içmede kokunun kaybolmasıyla suç zaman aşımına uğramış sayılır75.

- Zeyd şürb-i hamr idüb ba‘dehu bir gün geçip râyihası zâil olduktan sonra Zeyd ahz olunub ba‘dehu Bekir’e Beşir dünkü gün bizim huzurumuzda Zeyd şürb-i hamr eyledi deyu şehadet eyleseler Zeyd’e hadd-i şürb ikâmet olurmu? el-cevap: Olunmaz76

İçki içme cezasının uygulanabilmesi için bireyin, akıl baliğ ve Müslüman olması, kendi isteği ile içmiş olması gerekmektedir. Küçükler, deliler, gayrimüslimler ve İslâm’ı yeni kabul etmiş olan

73 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s. 104. 74 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 320; Erdoğan, Fıkıh, s. 129;

Erturhan, İştirak, s. 24.

75 Kıvrım, XVII. Yüzyıl, s. 207.

76 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s. 104.

kimseler ile içki içmenin suç olduğunu bilmediklerini ileri sürenlere de bu ceza uygulanamaz77.

d- Hırsızlık (Hadd-i Sirkat)

Hırsızlık, başkasına ait olan bir malın muhafaza edildiği yerden gizlice alınmasıdır78. Terim olarak

hırsızlık, “tam ehliyetli bir şahsın, muhafaza altında bulunan, başkasına ait muayyen bir malı gizlice almasıdır”79. Burada suçun dört unsuru vardır. Birincisi malın gizli olarak alınmasıdır, ikincisi malın menkul olması, şer‘ân değerli kabul edilmesi, üçüncüsü, çalınan malın başkasının malı olması, dördüncüsü cezaî kasıttır80.

Hırsızlık suçunun cezası sağ elin bilekten kesilmesidir.

- Zeyd Amrın menzilinden nisâb-ı sirkaya baliğ olan malını hafiyeten sirka ve ihrâc itdiğini tav‘ân ikrâr eylese Zeyd’e ne lâzım olur?

- el-cevap: sirka ve ihrâcına tav‘ân ikrâr idüb rücû‘ itmezse sağ eli kat‘ olunur81.

77 Kıvrım, XVII. Yüzyıl, s. 207. 78 Erturhan, İştirak, s. 27.

79 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 321. 80 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 321.

(20)

İkinci defa hırsızlık yapanın cezası sol ayağın bilekten kesilmesidir. Bu cezadan sonra üçüncü defa hırsızlık yapan kimsenin cezası da tövbe edinceye kadar hapsedilmektir.

Had cezası uygulandıktan sonra çalınan mal elde bulunuyor ise, bunun sahibine iade edilmesi konusunda İslâm hukukçuları görüş birliği içindedir. Ancak çalınan mal ortada yoksa Hanefilere göre ayrıca malın tazmini istenmez. Çünkü suçlu cezasını görmüştür82.

Had cezasını gerektiren hırsızlık suçu, iki şahidin şehâdeti ve suçlunun ikrarı ile kabul olur. Bu yolla ispat edilemeyen veya unsurlarından birisi eksik olan hırsızlık suçları ta’zîr cezası ile cezalandırılır83.

e- Yol Kesme (Hirabe-Kat-ı tarık)

Eşkıya, sözlükte “bedbaht, talihsiz, günahkâr, âsi” gibi anlamlara gelen şakî kelimesinin çoğuludur84. Ancak eşkıya Türkçe’de farklı bir anlam kazanmış kat‘-ı tarîk kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır.

82 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 322; Erturhan, İştirak, s. 28. 83 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 321.

84 Ali Bardakoğlu, “Eşkıya”, DİA, C. 11, İstanbul 1995, s. 463.

Kat‘-ı tarîk, “insanların mallarını zor kullanmak suretiyle ellerinden almak üzere yol kesicilik eden şahıs anlamındadır85. Bu cümleden hareketle eşkıyalık, “Müslüman bir ülkede Müslüman veya zımmîlerin mallarını ellerinden zorbalıkla ve alenî bir şekilde almak, onların canlarına kastetmek ve halkı korkuya düşürmek amacıyla bir gurup veya güç ve otorite sahibi bir şahıs tarafından yolların tutulmasıdır”86.

Eşkıyalığın temel unsurları, fiilin suçu işlemeye gücü yeten bir topluluk ya da kişi tarafından işlenmiş olması, şehir dışında veya şehir hükmünde olmayan bir mekânda gerçekleşmiş olması, yerleşim bölgesiyle suçun işlendiği yer arasında sefer uzaklığı kadar bir mesafenin bulunmasıdır87.

Kamu düzeninin, asayişin sağlanması, kişilerin can ve mallarının korunması İslâm’ın temel amaçları arasında yer aldığından eşkıyalık suçu dinen büyük günahlar, hukuken de büyük suçlar arasında sayılmıştır88. 85 Erdoğan, Fıkıh, s. 234. 86 Erturhan, İştirak, s. 30. 87 Erturhan, İştirak, s. 30. 88 Bardakoğlu, “Eşkıya”, s. 463.

(21)

Sadece yol keserek, kamu düzenini ve yol emniyetini ihlâl eden ve yolcuları korkutmayı amaçlayan eşkıyanın cezası, Hanefî hukukçularına göre hapis ve ta’zîr cezasıdır. (hapsedilme durumu suçlunun tövbe etmesine kadar devam eder)89.

Yolcuların sadece malını alan eşkıyanın cezası alınan malın kişi başına nisaba ulaşması halinde, her birinin sağ ve sol ayaklarının çaprazlama kesilmesidir90.

- Birkaç nefer eşkıya kat‘-ı tarîk vechi üzere ebnâ’-i sebîlden Amr’ın yoluna inüb basub emvalini nehb ü gâret idüb her birinin aldığı nisab sirkaya bâliğ olsa mezbûrlara şer‘ân ne lâzım olur?

el-cevap: sahihü’t-taraf iseler sağ elleri ve sol ayakları kat‘olunur ve nehb ü gâret itdikleri emvâl mevcûde ise Amra red olunur.

- Eşkıyadan olan Zeyd birkaç kimesneleri yanına alub alet-i harble esnâ’-i tarîkde Türkman tâ’ifesinden ‘Amr ve Bekir ve Beşir ve Halidin katl kasdıyla yollarına inüb beş büyük koyunlarını ve bazı eşyâlarını gâret eyleseler Zeyd ile ol kimesnelere şer‘ân ne lâzım olur?

89 Erdoğan, Fıkıh, s. 129; Erturhan, İştirak, s. 31. 90 Erdoğan, Fıkıh, s. 129; Erturhan, İştirak, s. 32.

el-cevap: her birinin aldığı nisâb sirkaya bâliğ ise her birinin sağ eliyle sol ayağı kat‘ olunur ve aldıkları mevcûde ise ashabına red olunur91.

Sadece adam öldüren eşkıyanın cezası kısastır. Burada maktûl yakınları katili affetseler dahi, af geçerli olmaz92.

- Eşkıyâdan Zeyd ve ‘Amr ve Bekir alet-i câriha ile ‘amden Beşiri darp ve cerh idüb ol cürûhdan müte’essiren Beşir fevt olsa mezbûrlara ne lâzım olur?

- el cevap: kısas olunurlar93.

- On sekiz nefer kimesne kat‘-ı tarîk kasdıyla çıkub ebnâ-i sebîlden Zeyd’in üzerine alet-i harb ile hücûm idüb içlerinden üç nefer kimesne tüfenk atub Zeyd’i urub cerh ve katl eyleseler mezbûrlara ne lâzım olur?

- el- cevap: katl olunurlar94.

Hem adam öldürüp, hem de mal alan eşkıyanın cezası konusunda devlet başkanı; dilerse suçlunun el, ayağını keser, sonra öldürür sonra da asar, dilerse

91 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s. 127. 92 Erdoğan, Fıkıh, s. 129; Erturhan, İştirak, s. 32.

93 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s. 326. 94 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s. 127.

(22)

asma veya kesmeyi terk ederek sadece öldürür, ya da canlı olarak asar ve daha sonra da katleder95.

- Eşkıyâdan Zeyd yol basub adam katl idüb mal gâret idüb itlâf eylese Zeyd’e ne lâzım olur?

el-cevap: katl olunur96.

Ahalinin evlerini basıp evlerinden eşyalarını çalmayı ve ahalinin kadınlarına ve erkeklerine tecavüzü adet haline getiren eşkıyanın cezası da katledilmektir.

- Bir belde ahalisinden olub eşkıyâdan olan Zeyd da’imâ ol ahâlinin evlerini basub mallarını gâret idüb ‘avretlerine cebran zinâ ve oğlanlarına cebren livâta itmek adeti olub sahibü’l-fesâd olsa Zeyde ne lâzım olur?

el-cevap: katl olunur97.

- Eşkıyâdan Zeyd bir şehirde dâ’imâ gecelerde evler açub sirkâ-i emval ‘âdeti olsa Zeyd-i mezbur bir tarîkle ahz olundukda Zeyd’e ne lâzım olur? el-cevap: katl olunur98.

95 Erdoğan, Fıkıh, s. 129; Erturhan, İştirak, s. 32.

96 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s. 129. 97 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s. 128. 98 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s. 129.

Eşkıyalık, genelde silâhla ya da başka bir şekilde zor kullanarak yol kesip veya baskın yapıp mala ve cana tecavüz, kamu düzenini ve asayişi ihlâl olarak anlaşılır. Eşkıyalık suçunun şahıs ve mal aleyhine işlenen bazı suçları da içermesi mümkün olmakla birlikte toplum aleyhine işlenmiş olma özelliği ağırlık taşır. İslâm hukukunda eşkıyalık suçunun işlenmiş sayılabilmesi için suçlu, suç aleti, suçun işlenme şekli, yeri ve zamanı, suç mağduru ve suç teşkil eden fiillerle ilgili olarak bazı şartların bulunması aranmış, böylece suçta kanunîlik ilkesi korunmaya çalışılmıştır. Suçun gerçekleşmesi için suçlunun akıllı ve erginliğe erişmiş bir kimse ve İslâm ülkesi vatandaşı olması şartları aranır. Suçlunun hür veya köle, erkek veya kadın, Müslüman veya zımmî olması fark etmez99. Eşkıyalık suçuna karşılık uygulanacak ceza ile ilgili Kur‘an’da dört tür cezadan bahsedilir: Öldürülme, asılma, el ve ayakların çaprazlama kesilmesi, sürgün edilme. Suç için öngörülen bu cezaların had gurubunda yer aldığı, Allah ve toplum hakkı olarak uygulanması gerektiği,

(23)

hâkim veya devlet başkanının bu cezaları başka cezalara çevirme yetkisinin bulunmadığı konusunda İslâm hukukçuları arasında görüş birliği vardır100.

f- Devlete İsyan (Bağy)

Devlete isyan, “Müslümanlardan bir ya da birkaç kişinin, mevcut devlet düzenine haksız olarak başkaldırmaları ve devletin emirlerine itaat etmemeleri”dir101. İsyan suçunun temel unsurları, devlete karşı ayaklanmak, kuvvet kullanarak iktidarı ele geçirmeyi amaçlamak ve açık bir isyan kastı içinde bulunmak şeklinde açıklanabilir.

Farklı fikirlere sahip oldukları halde bir gurup teşkil etmeyen ve bir yerde toplanarak başkaldırmayanlara dokunulmaz102. Propaganda yaparlarsa ikaz edilirler, ileri giderlerse ta’zîr cezası ile cezalandırılırlar. Bir yerde toplanmalarına rağmen devlete itaate devam ederlerse, kendileriyle savaşılmaz. Ancak devlete isyan ettikleri an, savaşla yola getirilirler ve cezaları idamdır. Fakat bunlar

100 Bardakoğlu, “Eşkıya”, s. 365.

101 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 323; Erturhan, İştirak, s. 36. 102 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 323; Erturhan, İştirak, s. 36.

Müslüman oldukları için esir alınmazlar ve malları ganimet sayılmaz. Bunlara verilen ölüm cezası had cezasıdır.

Osmanlı padişahları, padişahın emirlerine yapılan her türlü itaatsizlik, sosyal hayatı rahatsız edecek, düzeni bozacak her türlü başkaldırmayı ve devlette anarşi çıkarma hareketlerini isyan kabul ederek idam cezası ile cezalandırılmalarına fetva vermiştir103.

g- Dinden Dönme (İrtidad)

İrtidâd, bir Müslüman’ın İslâm ile alakasını keserek onu inkâr etmesi ya da başka bir dine yönelmesidir. İrtidâd suçunun unsurları, İslâm dinini terk etmek ve suç kastı, yani kendi niyet ve iradesiyle bu davranışta bulunmasıdır. İrtidâd suçunun cezası ölümdür ve yalnızca erkeklere uygulanır. Bedelî cezası ise Müslüman oluncaya kadar hapsedilmedir ve bu kadınlara uygulanır. Dinden çıkan kimsenin kendi malını tasarruf etme yetkisi de ortadan kalkar104.

103 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 324.

104 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 324; Erturhan, İştirak, s.

(24)

- Zeyd-i müslim ‘ayâzden billahi te‘ala mürted olub dâ‘rü’l-harbe lâhık oldukdan sonra Zeyd’i Amr sebiyy ve dâ‘rü’l-islâma ihrâc eylese Amr Zeyd’i istirkaka kâdir olurmu?

el-cevap: olmaz. İslâm arz olunub şüphesi keşf olunur istimhal ederse üç gün habs olunur din-i İslâmdan gayriden bâ intikal ettiği dinden teberi ile tâ‘ib olursa febiha ve illâ katl olunur105.

B- TAZİR CEZALARI 1- Tanımı

Ta’zîr, kelime anlamı ile “çevirmek,

alıkoymak, ıslah etmek” demektir. İslâm Hukuku’nda ise, “had ve kısas cezaları dışında kalan, miktarı ve keyfiyeti Kur‘an ve sünnet tarafından tespit edilmeyen, takdiri ve tayini kanun koyucuya bırakılmış cezalara” denmektedir. Hakkında kesin bir ceza belirlenmeyen suçlarda cezanın miktarının ve türünün belirlenmesi yetkisinin devlet başkanına verilen ceza türü de denilir106.

105 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s. 70. 106 Cin, Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 331; Bardakoğlu, “Fıkıh”, s.

473; Erdoğan, Fıkıh, s. 441; Erturhan, İştirak, s. 46; Akman,

İslâm Hukuku bütün suçların cezasını kesin olarak tespit etmemiştir. Sadece kişilerin haklarını kamu düzenini çok yakından ilgilendiren önemli suçların cezalarını teker teker tespit etmiş, dinî ve ahlâkî esasların korunması şartıyla geriye kalan suçların cezalarını tespit etme yetkisini, Müslüman toplumların şartları çerçevesinde tespit etmeleri üzere devlet başkanına bırakmıştır107.

Ta’zîr cezalarının bütün çeşitleri, yine devlet başkanı ve vekili tarafından infaz edilir. Ancak bazı küçük ta’zîr cezalarının infazı, mülkî idare amirlerine bırakılabilir108.

2- Tazir Cezası Gerektiren Suçlar

Ta’zîr cezalarını ikiye ayırmak mümkündür: 1- İslâm Hukuku tarafından kesin olarak kabul edilen fiillerdir. Bunlar her zaman ta’zîr cezasını teşkil eder. Bunlar da iki türlüdür:

Ceza, s. 25; Özbilgen, Âdâb-ı Osmaniye, s. 226; Peirce, Ahlâk, s. 440.

107 Cin, Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 334; Bardakoğlu, “Fıkıh”, s.

473.

(25)

a- Hakkında had ve kısas cezası bulunduğu halde, suçun unsurlarının tam gerçekleşmemesi sebebiyle ta’zîr cezası ile cezalandırılan fiillerdir. b- Hakkında had ve kısas cezası verilmeyen, ama yasak olan fiiller, tamamen ta’zîr cezasını teşkil eder. Bazı yasak yiyecek ve içeceklerin yenilmesi ve içilmesi, ölçü ve tartıda hile yapılması, yalancı şahitlik, faiz yenmesi, hakaret, rüşvet vs. bu guruba girer109.

2- Aslında yasak olmadığı halde kamu yararı ve düzeni açısından yasak kabul edilen fiiller de ta’zîr suçunun kapsamındadır110. Ta’zîr cezalarına gelince:

a- İdam Cezası

İdam, “suçlunun hayatının kanunen, muayyen şekilde izalesini gerektiren suçlara mahsus ağır ceza şeklidir”111.

109 Cin, Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 333. 110 Cin, Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 334. 111 Erdoğan, Fıkıh, s. 373.

b- Celd (Sopa) Cezası

Ta‘zîr cezasının türünün sopa olması halinde bunun miktarının ne kadar olacağı konusu ihtilaflıdır. Bazı kaynaklarda bunun en azının üç, en çoğunun 39 olduğu belirtilmekle birlikte bazı kaynaklarda ise en fazla 79 olduğu belirtilmektedir112.

- Ta‘zîr-i şedîd ne mikdâr celdedir?

el-cevap: otuz dokuzdur amma imâm Ebu Yusuf’tan zâhir rivayetde yetmiş beşdir. Rivayet-i aharda yetmiş dokuzdur cerayimde tefâvüt vardır. Hâkim bunlardan ne mikdâr ile inzicârın fehm ederse anı ihtiyar ede113.

c- Hapis cezası

Hapis, sözlükte, “tutmak, tevkif etmek, bir şahsı veya malı bir yerde nezaret altında bulundurmaktır”114. İslâm Hukuku’nda iki çeşit hapis cezası vardır. Birincisi, süreli hapis cezasıdır. En azı bir gündür. İkincisi süresi belli olmayan hapis cezasıdır. Önemli suçları (hırsızlık, kalpazanlık vs.)

112 Erturhan, İştirak, s. 48

113 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s.

105.

(26)

adet haline getiren suçlular, tövbe edinceye kadar hapsedilirler115.

d- Sürgün Cezası

Sürgün, “mahkûmun, mağdurun ikâmet ettiği yerden en az 60 km. uzakta belli bir kasaba veya şehirde altı aydan beş yıla kadar bir müddetle mecburî ikâmete tabi tutulmasıdır”116. Özellikle ırza karşı işlenen suçlarda uygulanan bu cezanın süresi genelde bir yıldır117.

e- Para Cezası

Osmanlı Hukuku’nda cürm ü cinayet adı verilen para cezası, özellikle Fatih Kanunâmesi ile Türk hukukunda ciddî olarak uygulanmıştır. Bu ceza had ve kısas cezalarıyla beraber de uygulanabilir118.

115 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 335. 116 Erdoğan, Fıkıh, s. 413.

117 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 335. 118 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 336.

f- Kürek Cezası, Pranga-bendlik Cezası, Kal‘a –bendlik Cezası

Hapis ve sürgün cezasını mahiyetinde birleştiren kürek cezasına layık olan suçlulara hapis cezaları, devletçe belirlenen kalelerde çektirilir119.

Pranga-bendlik, ağır cezalı mahkûmlara ayağına zincir vurmak suretiyle uygulanan infaz şeklidir120. Kalebendlik ise kalede hapis cezasıdır121.

Bunların dışında fıkıh kitaplarında zikredilen ta’zîr cezaları arasında, suçluya öğüt verme, kınama, tehdit ve özellikle yalancı şahitlik ve kalpazanlık gibi suçlarda teşhir gibi cezalar da mevcuttur122.

C- KISAS CEZALARI 1-Tanımı

Kısas, “denk olmak, bir şeyin izini sürmek, onun benzerini getirmek, kesmek”123 gibi anlamlara gelir. Suç ile ceza arasında bir denklik esas

119 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 336. 120 Erdoğan, Fıkıh, s. 378.

121 Erdoğan, Fıkıh, s. 226.

122 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 335. 123 Erturhan, İştirak, s. 38.

(27)

olduğundan bazı suçlar karşılığında öngörülen özel cezaya da kısas denilmiştir. Fıkıh terimi olarak kısas; adam öldürme gibi can alma veya yaralama, koparma ya da kesme gibi müessir fiiller karşılığında öngörülen denk cezaya verilen isimdir124. Kısas cezalarının infazı sadrazam tarafından yapılır, ancak bunun için de mutlaka padişahın onayının alınması gerekmektedir. Bu arada kısas cezaları mutlaka kılıç ile infaz edilir125.

2- Kısas Cezası Gerektiren Suçlar

Kısas gerektiren suçlar, adam öldürme ve müessir fiiller olarak iki kısma ayrılır126.

a- Adam Öldürme

Öldürme, “cezaî sorumluluğa sahip kimselerin hayata son veren fiilleridir”127. Kasten adam öldürmenin unsurları mağdurun (öldürülmeden önce) yaşayan bir insan olması, öldürülme olayının katilin fiili sonucunda meydana gelmiş olması ve suçlunun mağduru öldürme kastının olması Cinayetlerde kamu

124 Erturhan, İştirak, s. 38.

125 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 316. 126 Erturhan, İştirak, s. 38.

127 Erturhan, İştirak, s. 41.

hakkından çok şahsî haklar söz konusu olduğundan hadlerde geçerli olmayan af ve sulh cinayetlerde geçerlidir. Kasıtlı fiillerin cezası kısas, hatalı fillerin cezası da diyettir128.

- Zeyd Amrı alet-i câriha ile ‘amden urub cerh ve katl eylese Zeyde ne lâzım olur?

- el-cevap: kısas olunur.

- Zeyd’i ‘Amr ‘amden alet-i câriha ile urub katl eyledikde ‘Amr’ın veraseti zevcesi Hind’e ve validesi Zeyneb’e ve sagîr oğulları Bekir ve Beşir ile sagîre kızı Hatice’ye münhasıra oldukda Hind ve Zeyneb Zeyd’i rey-i hâkimle kısasa katl itdirmeğe kâdir olurlar mı?

- el cevap: olurlar129.

Kısası düşüren bir takım nedenler vardır. Bunlar; kısas mahallinin ortadan kalkması veya af, sulh ve kısasa vâris olmak gibi durumlardır. Bu nedenlerden biriyle kısasın düşmesi halinde kısasa bedel olarak diyet veya ta’zîr cezası uygulanır130. Hanefî mezhebine göre öldürme beş çeşittir:

128 Erturhan, İştirak, s. 41.

129 Menteş-zâde Abdurrahim Efendi, Fetevâyı Abdurrahim, s.

326.

(28)

1- ‘Amden (Kasten) Öldürme: ‘Amden adam öldürme, bir insanı haksız yere yaralayıcı aletlerden birisi ile kasten öldürmektir. ‘Amden adam öldürme suçunun cezası üç türlüdür. Birincisi kısastır. İkincisi bedelî cezalardır, ölen şahsın velilerinin kâtil ile diyet karşılığında sulh yapmasıdır, üçüncüsü tebeî cezalardır, bu da katilin öldürdüğü şahsın mirasından mahrum olmasıdır.

2- Şibh-i Amd (Kasta Benzeyen Adam Öldürme): Öldürülmesi caiz olmayan bir insanı yaralayıcı alet sayılmayan, bir şey ile vurarak

öldürmektir. Şibhi’l-amd yoluyla

gerçekleştirilen bir öldürmenin cezası da üç çeşittir. Birincisi, diyet ve kefarettir, ikincisi tebeî cezalardır, üçüncüsü bedelî cezalar yani ta’zîr cezalarıdır.

3- Hata İle Öldürme: Bir insanı bir kasıt bulunmaksızın yanlışlıkla öldürmektir. Hata ile öldürmenin cezası da üç çeşittir. Bunlar: diyet ve kefaret, tebeî ceza ve bedelî cezadır.

4- Hata Yerine Geçebilecek Şekilde Öldürme: bir insanın iradesi karışmadan vâki olan fiili ile meydana gelen adam öldürmeye denir. Uykuda iken bir başka insanın üzerine düşerek onu öldürmek gibi.

5- Tesebbüben Öldürme: Bir insanın ölmesine sebep olmak demektir. Resmî izin almadan yolda kuyu kazıp ta içine bir insanın düşerek

ölmesi. Bunun cezası sadece diyettir131. b- Müessir Fiiller

İslâm hukukunda adam öldürmenin dışında kalan müessir fiiller iki kısma ayrılmaktadır. Bunlardan ilki cerhtir. Cerh, yaralamak demektir. El, ayak, kulak, burun kesilmesi gibi azaların vücuttan ayrılması bu guruba girdiği gibi bu uzuvları iş göremez hale getirmek de bu guruba dahildir. Yaralayana cârih, yaralanana mecrûh denir. Bu fiillerin cezalarına gelince, ya kısas ya diyet ya da ta’zîrdir. Müessir fiillerden ikincisi de şecclerdir. Şecc, insanın baş ve yüzünü yaralamaktır. Bu tür yaralama

131 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 325-328; Erturhan, İştirak, s.

(29)

da kemik meydana çıkacak kadar yaralamanın cezası kısas diğerlerinin ise cezası diyettir132.

Suçluya kısasın uygulanabilmesi için, fail ve mağdurda aranan şartların yanı sıra, yapılan fiilde de bir takım şartların bulunması gerekir. Bu şartları kısaca şöyle özetlemek mümkündür:

a- Suçun ve cezanın maddî konusunun eşit olması yani, tecavüze maruz kalan organ ile kısas uygulanacak organın eşit olması.

b- Suç ve ceza için öngörülen

bedellerin eşit olması133

c- Kısasın tam olarak infaz edilebilirlik imkânının bulunması

Şayet böyle bir denklik bulunamazsa, suçluya hak ettiğinden daha fazla ceza veya daha az bir cezanın uygulanması gibi bir durum ortaya çıkar ki, o takdirde bu ceza olmaktan çıkar. Bu gibi nedenlerle kısasın uygulanması imkânsız hale geldiğinde ise, diyete dönüşür. Kısacası gerçekleştirilen müessir fiiler

132 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi, s. 329; Erturhan, İştirak, s. 44. 133 Erturhan, İştirak, s. 44.

karşılığında kısas uygulanamaz bir nitelik taşıyorsa, suçludan bu yaralara karşılık olarak diyet denilen malî bir bedel alınır134.

D- HAD KISAS TAZİR AYRIMI

Had suçlarının koğuşturulması, özellikle Allah haklarına yönelik olması sebebiyle, şikâyete bağlı değildir. Had suçlarından sadece zina iftirası ve hırsızlık suçlarının takibi şikâyete bağlı tutulmuştur. Kısas suçlarının koğuşturulması şikâyete bağlıdır. Ancak şikâyet edecek kimsenin bulunmaması ya da fiilen şikâyet etme imkânının bulunmaması söz konusu ise suçun koğuşturulması devlet tarafından yapılmaktadır. Ta’zîr suçlarında ise kul hakkını ihlâl edenler şikâyete bağlı olarak koğuşturulurlar.

Had ve kısas suçlarının cezaları belirli ve sabittir. Hâkimin takdir yetkisi yoktur. Ta’zîr suçlarında ise hâkimin takdir yetkisini kullanabileceği alt ve üst sınırlar belirlenebilir.

(30)

Had suçlarında devlet başkanının ya da mağdurun suçluyu affetmeleri söz konusu değildir. Kısas suçlarında ise mağdur veya yakınlarının suçluyu affetmeleri cezayı ya tamamen düşürür ya da mahiyetini değiştirir. Ta’zîr suçlarında ise affın belirli şartlar altında etkisi vardır.

Had ve kısas gerektiren suçlarda hafifletici sebepler dikkate alınmazken ta’zîr suçlarında alınır.

Had suçlarında zaman aşımı geçerli iken kısas suçlarında geçerli değildir135.

135 Akman, Ceza, s. 25.

İKİNCİ BÖLÜM

OSMANLI CEZA HUKUKU VE

YARGILAMA

I. OSMANLI CEZA HUKUKUNUN MENŞEİ Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile birlikte yeni ve orijinal bir hukuk sistemi başlamış değildir. Osmanlı Devleti birçok alanda olduğu gibi hukuk alanında da o zamana kadar Türk ve İslâm Devletlerinde var olan hukukî yapıyı kullanmıştır136.

Bu bakımdan diyebiliriz ki Osmanlı Devleti’ndeki hukuk sistemi, Emevî, Abbâsi, Selçuklu ve Memlüklerin vasıtasıyla işlenerek ve gelişerek gelen bir şeklini oluşturmaktadır. Bu bakımdan Osmanlı hukuk sistemi ile bu devletlerin hukuk sistemi arasında büyük bir benzerlik vardır. Ancak Osmanlıların almış oldukları bu hukukî mirası hiç değişikliğe uğratmadan uyguladıklarını düşünmek mümkün değildir. İhtiyaç

136 M. Âkif Aydın, “Osmanlıda Hukuk”, Osmanlı Devleti Tarihi,

C. 2, Edt. Ekmeleddin İhsanoğlu, Feza Yay., İstanbul 1999, s. 375.

Referanslar

Benzer Belgeler

Kayseri’de bulunan vakıf mallarının gelirleri ile de; Kayseri’deki Ambarlı Köprüsü ve köprünün kaldırımının tamir edilmesi, Nize Köyü’nde inşa ettirmiş olduğu dört

Her ne kadar Hacı Paşa bazı eserlerini Arapça ola- rak kaleme almışsa da, yukarıda da ifade edildiği gibi, onun bazı eserleri Türkçedir ve bunlardan biri de

Çocuğun sanat eğitimi süreciyle zihinsel gelişim süreci paralellik arz ederse çocuk tanımlanabilen çevrenin içini aynı süreçte doldurmaya başlar.. Fakat sanat

Cenazesi bugün saat Uı.S'i'öa TBMM önünde yapılacak saygı duruşun­ dan sonra uzun yıllar nizmet ettiği Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü önüne getirilecek

Benim doğrudan doğruya âmirim olan Yüzbaşı İzzet Bey, Çanakkale’deki düşman mezarlıklarının fotoğrafını çekmek için oraya gitmeye hazırlanmamı söyledi.. Ben

Tanrısal varlıklara veya onların heykellerine sunulan bu kurban şekli, Hindistan’da halk dindarlığının en temel özelliği olarak varlığını

dizisi, kuvvetli Cesàro yakınsaklık, kuvvetli p-Cesàro yakınsaklık, lacunary istatistiksel yakınsaklık, fark dizi uzayları, genelleştirilmiş fark dizi

A Note on Certain Analytic Functions Mamoru NUNOKAWA, Shigeyoshi OWA and Emel