• Sonuç bulunamadı

B- MAHKEME

1- Mahkemede Davaların Görülmesi

Olayın mahkemeye yansıması ve mahkemede görülmesine gelince bu çeşitli aşamalardan oluşmaktadır. Şimdi bunlara bakacak olursak;

a- Olayın Mahkemeye İntikali

Hukuk kurallarının uygulanabilmesi ancak kadının karar vermesi ile olabilir. Bu kararın olabilmesi için de sorunun bir şekilde kadının önüne gelmesi gerekmektedir. Sorun kadının önün geldikten sonra sıra kimlik tespitine gelir.

(1) Kimlik Tespiti:

XVII. yy. Osmanlı toplumunda her bireyin adı vardır. Ancak soyadı o dönem için bilinmeyen bir kavramdır. O dönemde kişilerin kimlikleri baba isimlerine göre belirlenmektedir. Kayıtlardaki kimlik tespitini içeren bölümde ilk dikkati çeken nokta, önce kent adı sonra yaşanılan mahalle adının verilmesidir

(Örn. Medine-i ‘Ayntâb’da Şehre Küstü

Mahallesi’nde sakin Abdullah bin Mehmet…). Eğer başvuru sahibi kent sakinlerinden değilse önce hangi şehirde nerede yaşadığı belirtilmekte, daha sonra da

‘Ayntâb’da nerede ve ne sebeple bulunuyorsa oranın adı belirtilmektedir (Örn. Medine-i Konya’da sakin iken misafiran Medine-i ‘Ayntâb’da İbn. Kör Mahallesi’nde ikâmet etmekte olan Ebubekir bin Ali …)193. Yetişkin Müslüman erkekler kayıtlarda genellikle varsa unvan ve lakaplarıyla ve baba adı ile birlikte ve oturdukları yerin adıyla tespit ediliyordu (Örn. Medine-i Ayntâb’da İbn Eyüp Mahallesinde sakin Kör Ali bin Mehmet, Medine-i ‘Ayntâb’da Şöhme nam karyede sakin Osman bin Ali) Oysa yetişkin erkekler dışında kalanlar bu standardın dışında ne gibi özellikleri varsa onlarla birlikte adlandırılıyordu. Cinsiyet, din, köle ya da azatlı oluş, göçer oymak bağlantısı ve davalı ile davacının yasa karşısında erginliğe erişip erişmediği, erişmemişse konumunun ne olduğu vs.194.

Kadınlar, mahkeme kayıtlarında baba adıyla birlikte “kızı” anlamında kullanılan binti sözcüğüyle (örneğin, Fatma binti Ahmet) geçiyordu195.

193 Abacı, Bursa, s. 98-100. 194 Peirce, Ahlâk, s. 191. 195 Peirce, Ahlâk, s. 192.

Mahkemede duruşma kayıtları kaleme alınırken, hiçbir zaman “kadın” gibi soyut bir kavram kullanılmazdı. Bunun yerine kadınların hangi durumda oldukları belirtilirdi. Çocuk ya da bekâr; yeni yetme anlamında

“kız”; yeni evli genç kadın için kullanılan “gelin”; evli kadın ya da eskiden evli olup boşanmış kadın için kullanılan “avret” ya da “hatun” tabirleri isimleri ile birlikte anılırdı196.

Mahkeme, kayıtlara geçirirken kadınları nasıl ayırıyorsa, Müslüman olmayanları (Örn. Ermeni taifesinden Tınaş veled-i Manol), konargöçerleri (Örn. Türkmen Taifesinden Osman bin Yakob), çocukları da (Örn. Ahmet bin Veli şabb emred, Mustafa bin Ali nam şabb) belirgin özellikleri ile ayırmaktaydı.

Esnaf örgütlenmesi içinde yer alanların da kimlikleri farklı verilmekte idi. (Örn. Medine-i ‘Ayntâb’da debbağ taifesinde Ahmet bin el-hac Ali… gibi)

Çeşitli nedenlerden dolayı mahkemeye gelmeyen ya da gelemeyenler başvurularını vekiller aracılığı ile yapmaktadırlar. Vekâletin hangi konuda

196 Pierce, Ahlâk, s. 197.

olduğunun “husûs-ı âti’l-beyânı tasdîka vekîl”,

“husûs-ı âti-i zikr-i ikrâra vekil” vs. gibi terimlerle ifade edildiği görülür197. İkinci kısım vekilin kim olduğunun belirtilmesi ile ilgilidir. Burada vekâletin gerçek olduğunun kanıtlanması da iki şahit ile vekâlet verme işlemi gerçekleştirilir198.

Vekâlet kurumu erkekler söz konusu olduğunda bazı noktalarda kadınlardan farklılık göstermektedir. Bunlardan ilki vekâletin gerçek olduğunun tespitinde kullanılan kalıptır. Vekâleti onaylayan kişilerin, temsil edilen kişiyi tanıdıklarına dair kadınlarla ilgili uygulamada gördüğümüz ve

“mezbûrenin zâtını ma‘rifet-i şer‘iye ile ârifân olan..”

şeklinde ifade edilen vurgu erkelerle ilgili uygulamalarda yoktur. Sadece iki kişi vekâletin gerçek olduğunu belirtmektedir199.

(2) Dava Açma:

Kim ya da kimler hakkında şikâyette bulunulduğu belirtildikten sonra, “üzerine dava ve

197 Abacı, Bursa, s. 122. 198 Abacı, Bursa, s. 123. 199 Abacı, Bursa, s. 124.

takrir-i kelâm idüb” kalıbı gelir ve bu istisnasız olarak dava açmak için kullanılır. Belgenin bundan sonraki bölümü sorunu ya da sorun olması muhtemel olayı tanımlar200.

Örneğin: Medine-i ‘Ayntâb’da İbn. Kör Mahallesinde sakin Mehmet bin el-hac Salih nam kimesne mahfil-i kazâda Mehmet beşe bin Ebubekir mahzarında üzerine da‘va ve takrîr-i kelâm idüb târih-i kitâb günü mezbur Mehmet beşe bilâ sebep üzerime hücûm idüb hançer ile kulağım tarafından başımdan urub mecrûh itmeğle…..(29 Şevval 1095 – 30 Eylül 1684)201

(3) Sulh:

Tartışmaların arabulucuların müdahalesi ile sona erdiği “beynimize müslimin muslihûn

tavassutuyla… üzerine sulh eylediklerinde….”

kalıbıyla geçer202.

Örneğin: Medine-i ‘Ayntâbda Molla Ahmet Mahallesi kurbunda sakin Mehmet bin Osman nam kimesne meclis-i şer‘ de Abdullah Bey bin el-hac Osman nam kimesne mahzarında takrîr-i kelâm idüb târih-i kitabdan on dört gün mukaddem mezbur Abdullah Bey

200 Abacı, Bursa, s. 102. 201 GŞS, 35-22/1. 202 Abacı, Bursa, s. 104.

mahalle-i mezbure kurbunda üzerime gelüb bi-gayr-i vech bir siyah saplı baltanın zahrı ile sol omzuma bir defa darp itmeğle ol uzvum kara bere olmuştur deyu huzûr- ı şer‘de da‘va ve üzerine ba‘de’s-sebat hüccet-i şer‘iye ittirmişdim. el-halet-i hazihi tavassut-ı muslihîn ile darp-ı mezkûr hususunda üç guruş ile bir keyl buğday üzerine sulh olub bedel-i sulh-ı mezkûru tamamen Abdullah Bey yedinden ahz ve kabz idüb darp-ı mezkûra müte‘allik da‘vadan mezbûrun zimmetini ibrâ ve iskât itdim…(28 Rebi‘ü’l-âhir 1094 – 26 Nisan 1683)203

b- Yargılama Süreci

Dava açıldıktan sonra öncelikle davacının olayı anlattığını biliyoruz. Ancak bizim elimizdeki kayıtlar, anlatılan olayların kâtipler tarafından usulüne uygun olarak yazılmış halidir ve çoğunlukla bir cümle ile özetlenir. Bundan sonra suçlanan kişinin yanıt vermesi için kendisine olayın sorulduğuna işaret eden

“gıbbe’s-suâl” kalıbı gelir. Bunu takip eden bölümde

yanıt verilir204.

203 GŞS, 35-79/3.

(1) Suçlamanın Kabul Edilmesi:

Eğer suçlanan kişi suçu üstlenirse kaydedilen yanıt “fi’l-hakika” diye başlar bundan sonra kendisinden iddia sahibinin isteklerini yerine getirmesi beklenir205.

Örneğin: Şehreküstü Mahallesinden Yusuf bin Ali nam mecrûh mahfil-i kazada Ömer bin Yusuf nam şabb-ı emred mahzarında üzerine da‘va ve takrîr-i kelâm idüb târîh-i kitâb günü ba‘de’l-zuhr Şarkiyân Mahallesinde vâki mescîd-i şerîf kurbunda beni merkum Ömer hançer ile sol haliçemden darp ve mecrûh itmeğle sûâl olunub mûcib-i şer‘isi icrâ olunması matlubumdur didikde gıbbe’s-sûâl merkûm Ömer cevabında fi’l- hakîka merkûm Yusuf mahal-i mezburda hançer ile üzerimize hücûm itmeğle ben dahi hançer ilsol haliçesinden mezbûru darp ve mecrûh eyledim… (05 Cemaziye’l-evvel 1107 – 12 Aralık 1695)206.

(2) Suçlamanın Reddedilmesi:

Bu durumda sanık konumundaki kişinin yanıtı

“gıbbe’s-suâl ve ‘akibü’l-inkâr” kalıbıyla başlar. İddiayı kanıtlamak ise iddia sahibine düşen bir görevdir. Bu durum ise şu kalıpla ifade edilir:

205 Abacı, Bursa, s. 106; Pierce, Ahlâk, s. 135. 206 GŞS, 43-138/1.

“müddei-i mezburdan da‘vasına mutabık beyyine taleb

olundukda”. Sanığın dava konusu olayda suçsuz

olduğuna inandığını gösteren bu kalıptan sonra suçlamayı yapan kimsenin delil göstermesi gerekir207.

Örneğin: Seng-i Tavîl Mahallesi sükkânından Ahmet Bey bin el-hac Piri meclis-i şer‘de Ahmet bin Mustafa mahzarında üzerine da‘va ve takrîr-i kelâm idüb mezbûr Ahmet târih-i kitâbdan bir gün mukaddem bana ve dinsiz ve imânsız deyû şetm itdi. Su’âl olunub mûcib- i şer‘isi icrâ olunmak matlubumdur didikde gıbbe’s- sûâl ve akîbü’l-inkâr mezbûr Ahmet Bey’den müdde‘asını

mübeyyine beyyine taleb olundukda ‘ûdûl-ı

müslimînden Seyit Mehmet Çelebi ibn Mahmut ve Mehmet bin Mustafa meclîs-i şer‘de hazırân olub fi’l- vâki‘ mezbûr Ahmet bizim huzûrumuzda merkûm Ahmet Bey’e dinsiz ve imânsız deyu şetm itdi. Biz bu husûsa şâhitleriz şehâdet dahi ideriz deyû edâ-i şehâdet-i şer‘iye eylediklerinde…(10 Cemaziye’l-evvel 1109 – 24 Kasım 1697)208

(3) Karşı İddiada Bulunulması:

Kimi durumlarda ise iddia sahibinin suçlamalarına karşılık karşı iddiada bulunur.

207 Abacı, Bursa, s. 107; Pierce, Ahlâk, s. 135. 208 GŞS, 47-112/1.

Örneğin: Medine-i ‘Ayntâb’da İbn. Kör Mahallesinde sakin el-hac İbrahim bin Abdullah nam kimesne mahfi-i kazada Musa bin Aşur nam kimesne muvacehesinde üzerine da‘va ve takrîr-i kelâm idüb târih-i kitâbdan iki gün mukaddem Medine-i mezbûre fezâsında vâki‘ Ebubekir Bey bağı kurbunda üzerime hücûm idüb bana şütûm-ı galîz itdüğünden mâ‘adâ taş ile iş bu sol elimin üzerinden darp itmeğle ziyâde elim ‘âriz olmuşdur. Sûâl olunub icrâ olunması matlubumdur didikde gıbbe’s-sûâl mezbur Musa cevabında fi’l-vâki‘ merkum el-hac İbrahim zikr olunan mahalde bana müsadif olub atını üzerime sürüb beni çiğnedmek murâd itmeğin ben dahi üzerimden def‘ içün mezbura bir taş atub sol eline dokunmak müte’ellim olmuşdur deyu ikrâr ve itirâf itmeğin…..209

(4) İddianın Kanıtlanmasında Şahitlerin Yeri:

Genellikle suçlamanın reddedildiği durumlarda davacının iddiasını ispatlaması açısından şahitlerin rolü oldukça önemlidir.

Şahitlik ayrıca bireyin o yörenin toplumunun bir üyesi olduğuna ilişkin önemli bir göstergeydi. Tanıkların mahkemede yerine getirdikleri işlev iki düzeyliydi: Görgü tanıklığı ve dava tanıklığı. Birincisi,

209 GŞS, 35-94/3.

belirli bir davacı ya da davalının açıklamalarını doğrulayarak ya da destekleyici kanıtlar ortaya koyarak arka çıkar biçimde konuşan tanıkların ifade vermeleriydi. Örneğin yukarıda görülen küfür davasında Ahmet Bey’in iddiasını kanıtlamak için olaya görgü tanıklığı yapmış kişilerin Ahmet Bey’in iddialarını doğrulamasında olduğu gibi yapılan tanıklık görgü tanıklığına önemli bir örnektir. Dava tanıklığıysa, bunun tersine yargı uygulamasının bütününün yasallığı konusunda yapılan tanıklıktı210. Tanıkların davanın bütünü boyunca izlenen yargılama yönteminin doğruluğunu denetlemek gibi bir işlevi vardı. Dava tanıklığı yapanların isimleri de dava sonuna “şuhudu’l-hal” adı altında yazılmaktaydı. Bu isimler davayla hiç ilgisi olmayan atanmış devlet görevlileri ve kent eşrafından tutun davalı ya da davacıyla kişisel ilişkisi olan ana baba, akrabalar, arkadaşlar, komşulara dek uzanıyordu. Ayrıca o gün mahkemede başka bir nedenle bulunan bazı kişilerin, dava tanığı olarak görevlendirildiği olabiliyordu.211

210 Peirce, Ahlâk, s. 194. 211 Peirce, Ahlâk, s. 129.

Burada mühim olan onların o davada geçen olaya şahitlik etmeleri değil, davanın nasıl görüldüğü konusunda şahitlik etmeleriydi.

Dava tanıklığı (şuhûdu’l-hal) içinde aranan bazı şartlar bulunmaktaydı. Yalnızca yetişkin bir Müslüman erkek dava tanıklığı işlevini yerine getirebilirdi. Bunu dışında kalanlar dava tanıkları olamazlardı. Görgü tanıklığı yapabilirlerdi. Yetişkin kadınların ve Müslüman olmayanların görgü tanıklığı yapmaları genellikle, eldeki tek güvenilir tanıklığın onlarınki olması durumuyla sınırlıydı. Bir başka deyişle, olabilecek her durumda, Müslüman erkeğin tanıklığına öncelik tanınıyordu, hatta davayı açanın kadın olduğu durumlarda bile. Tümüyle kadınlardan oluşan ortamlarda geçen olaylar dışında, iki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına denk sayılıyordu212.

Körler tanık olamadıkları gibi, köleler de tanıklık edemezlerdi. Ayrıca, Hz. Muhammed’e atfedilen bir geleneğe göre, birine kara çalmaktan suçlu bir kişi tanık olamazdı. Müslüman olmayanlara gelince, yalnızca başka Müslüman olmayanlara

212 Peirce, Ahlâk, s. 194.

tanıklık edebilirlerdi213. Bunun yanı sıra tanıklık edemeyecekler arasında karaçalıcılar, ortalık yerde ağıt yakan, şarkı söyleyen kadınlar, ayık gezmeyen içkiciler, tefeciler, anayolda işeyen ya da karnını doyuranlar ve Peygamber ile yoldaşlarına açıkça kötüleyici, alaycı söz söyleyenler yer alıyordu214. (5) İddianın Kanıtlanmasında Mahallenin Yeri:

Osmanlı mahallesi, “birbirini tanıyan, birbirlerinin davranışlarından sorumlu, sosyal dayanışma içinde olan kişilerden oluşmuş bir topluluğun yaşadığı yerdir”. Başka bir deyişle, “aynı mescitte ibadet eden cemaatin aileleriyle birlikte yerleştikleri şehir kesimidir”215.

Genel güvenliğin sağlanması Osmanlı Devleti’nin özellikle üzerinde durduğu konulardan birisidir. Kent içi güvenlik söz konusu olduğunda bunu sağlamak amacı ile alınan önlemlerden en önemlisi mahallelerde yaşayanların birbirlerine karşılıklı olarak

213 Peirce, Ahlâk, s. 238. 214 Peirce, Ahlâk, s. 240.

kefil olmalarıdır216. Bu kefillik özellikle işlenen suçların faillerinin bulunamadığı zaman cezanın tüm mahalleden alınması biçiminde ortaya çıkmaktadır. Örneğin, katili bilinmeyen bir ceset mahallede bulunursa, mahalleli cesedin sahiplerine diyet ödemek zorundaydı217. Bu sayede faili bilinmeyen olayların sayısında bir düşme sağlandığı gibi, daha sonra ceza ödememek amacı ile mahallelinin karanlıkta kalması olası pek çok olayı kadıya kaydettirdikleri görülüyor218.

Örneğin: ‘Ayntâb’a tabi Tel-Başer nahiyesinin su karyeleri zabiti olan Mustafa Ağa bir gece bölge ahalisi tarafından ölü olarak bulunmuş, ahali, durumu mahkemeye gelerek bildirmiş ve olayın kendileri ile ilgisini olmadığına, Mustafa Ağa’yı ölü olarak bulduklarına dair ifade vermişlerdir(8 Ramazan 1095 – 19 Ağustos 1684)219

Olayın şahitlerinin bulunmadığı bazı durumlarda da iddianın kanıtlanmasında, davalının genel tutumu hakkında bilgisi olan kişilere

216 Ergenç, “Mahalle”, s. 140; Abacı, Bursa, s. 200. 217 Buna İslâm Hukuku’nda “kassame” adı verilmektedir. 218 Abacı, Bursa, s. 201.

219 GŞS, 35-266/2

başvurulurdu. Burada mahallenin ve mahalleli olmanın önemi oldukça büyüktür. Mahalleli birbirini yakından tanıdığı için herhangi bir olayda, bir kişinin durumu hakkında komşularının ve mahalle imamının tanıklığının büyük önemi vardı. Bu bakımdan başkalarının nasıl davrandığı halkı çok yakından ilgilendirebiliyordu. Mahallesinde “iyi” ya da “kötü” olarak tanınıyor olmak kişinin “suçlu” ya da

“masum” olduğunun kanıtlanmasında çok önemli bir işleve sahiptir220.

Mahallelinin kişiler hakkında bildirdiği görüş özellikle ortada kanıt olmadığı durumlarda etkindir. Bu gibi durumlarda komşuları arasında “iyi” bir izlenim bırakmış olan kişi rahatlıkla “suçsuz” ilan edilmektedir. Oysa aksi durumlarda mahkemenin kararı olumsuz olmaktadır221.

Örneğin: Tarla-yı Cedid Mahallesi’nden

Meryem binti Osman bir gün Mehmet bin Ali tarafından kaçırılır ve Ali’nin evinde üç gün boyunca hapsedilerek tecavüz edilir. Meryem’in Ali’nin elinden nasıl kurtulduğu bilinmemekle birlikte kaçmasının üzerinden

220 Ergenç, “Mahalle”, s. 141; Abacı, Bursa, s. 202. 221 Abacı, Bursa, s. 203.

üç gün geçtikten sonra Meryem mahkemeye gelerek Ali’den şikâyetçi olur. Mehmet’in olayı inkâr etmesi üzerine Meryem’den iddiasını ispatlaması istenir ancak Meryem’in kanıtı yoktur ve olay mahalle ahalisinden sorulur. Mahalle ahalisinin Meryem’in söylediklerinin aksine Mehmet’in iyi biri olduğunu ve birkaç senedir hiç kötü bir hareketini görmediklerini ifade etmesi üzerine dava Mehmed’in lehine sonuçlanır (02 Safer 1109 – 20 Ağustos 1697)222.

Çoğu zaman, mahkemede görgü tanıklarının sözleri ve kanıtlar değerlendirilirken, bir de sanığın mahallesinde nasıl tanındığının mahalle ahalisinden sorulmasına ihtiyaç duyulmuştur.

Örneğin: Eblehan Mahallesi’nden Belkıs binti Abdullah evine tecavüz kastıyla girerek kendisine saldıran Mehmet bin İbrahim ve Mehmet bin Ali’den mahkemeye gelerek şikayetçi olmuş ve iddiasını da şahitleri aracılığı ile kanıtlamıştır. Bunun yanı sıra mahkeme sanığın mahallesinde nasıl tanındığını mahalle ahalisinden sormuş, mahalle ahalisi de Mehmet bin İbrahim ve Mehmet bin Ali’nin fesat sahibi kişiler olduklarını, sürekli geceleri gezerek evlere tecavüz

222 GŞS, 47-187/1.

kastıyla girdiklerini haber vermişlerdir (20 Zi’l-hicce 1108 – 10 Temmuz 1697)223.

Osmanlı Devleti mahallenin huzur ve güvenliğinin sağlanmasını da yine mahalleliye vermiştir. Gerektiğinde, kişinin ahlâk durumu konusunda danışılan yine komşuları oluyordu. Mahalle sakinleri komşularını yaptıkları kötü işlerden dolayı uyarabilmekteydi. Kendilerini rahatsız eden, ahlâk dışı davranışlarda bulunan kişileri, mahalleden ihraç edilmelerini isteme hakları da vardır. Kur‘ân’ın suç saydığı zina, içki içme, kara çalma ve hatta eşkıyalık olaylarını yargı önüne çıkarma görevinde bölgenin adalet temsilcilerinin yanı sıra bu temsilcilere sıradan bireyler yardımcıydı. Söz konusu olaylara yetkililerin dikkatini çeken çoğu zaman bölgede oturanlar olurdu224. ‘Ayntâb’da da mahalleden ihraç edilmenin

çeşitli nedenlerine rastlanmaktadır. Mahallenin ileri gelenleri ile mahalle imamı, mahkemeye gelerek ahlâksız davranışları olan erkek veya kadınları bildirerek mahalleden ihraçlarını istemektedirler.

223 GŞS, 47-230/1.

Mahkeme bu istekte bulunanlardan başka mahalleden yine bazı kimseleri dinledikten sonra ihraç kararı vermektedir.

Örneğin: 1697 yılında Şehre Küstü

Mahallesi’nde yaşanan bir olayda mahalle ahalisi, Mehmet bin Ebubekir ve Abdullah bin Yusuf’tan kendi

hallerinde olmamaları geceleri sürekli etrafta

dolaşmaları, mahallelinin mallarını çalmaları,

çoluklarına çocuklarına iyi niyetle bakmamalarından dolayı şikâyetçi olmuş ve mahalleden ihraçlarını istemiştir. Mahallelinin bu konu ile ilgili olarak dinlenmesi ile birlikte mahkeme mahalleliyi haklı bularak Mehmet ve Abdullah’ın mahalleden ihraç edilmelerine karar vermiştir (24 Rebi‘ü’l-âhir 1109 – 09 Kasım 1697)225.

(6) İddiaların Kanıtlanmasında Yeminin Rolü:

Somut bir kanıtın bulunmadığı yerde yemin başvurulabilecek bir seçenektir. Hukukî bir sorun nedeniyle mahkemeye başvuran kişilerden bazılarının ne yazılı ne de sözlü kanıtları vardır. Eğer davacı kanıt

225 GŞS, 47-125/2.

bulup getiremezse kadıdan suçlunun suçsuzluğunu kanıtlamak üzere, davalıya yemin teklif edilir226.

Yeminin teklif edilebilmesi için bazı şartlar vardır; sanığın kendisine yöneltilen suçlamayı inkâr etmiş olması ve davacının iddiasını delillerle ispat edememesi şarttır. Ayrıca yeminin kadı ve naibin huzurunda yapılmış olması ve davanın konusunun da Allah haklarına ait olmaması gerekir. Hırsızlık suçu istisna olarak had suçlarında yemin bir delil olarak kullanılamaz. Yeminin bizzat sanığın kendisine verilmiş olması gerekir, vekil karşı tarafa yemin teklif edebilir, fakat müvekkili adına yemin edemez227.

‘Ayntâb mahkemesi, ant içeninin elini Kurân’a –mahkeme tutanağındaki deyimle- “kelam-ı kadim” ya da “Allah kelamı”na bastırıyordu. Mahkemeye düşen Hıristiyanlar da, İncil üzerine ant içerlerdi228. Suçlanan kişinin yemin etmesi halinde dava düşerdi.

Bu konu ile ilgili bir örnek ‘Ayntâb’da bir Müslüman ve Gayrimüslim arasında gerçekleşmiştir.

226 Abacı, Bursa, s. 115; Pierce, Ahlâk, s. 246; Akman, Ceza, s.

93.

227 Akman, Ceza, s. 93-94. 228 Peirce, Ahlâk, s. 247.

Hayık Müslüman Mahallesi’nde oturan Yahya veled-i Yakob mahkemeye gelerek kasıtlı olarak kendisini bıçaklamasından dolayı Abdullah bin Osman’dan şikayetçi olmuştur. Ancak Abdullah bin Osman suçlamayı kabul etmemiştir. Bunun üzerine Yahya veled-i Yakob’dan iddiasını ispat etmesi istenmiş, Yahya, iddiasını ispatlamakta acz içinde olduğunu ifade etmiştir. Bunun üzerine mahkeme Abdullah’a, Yahya’yı bıçaklamadığına dair yemin etmesini istemiştir. Abdullah’ın yemin etmek istememesi üzerine dava düşmüştür (24 Rebi‘ü’l-evvel 1095 – 11 Mart 1684)229.

Başka bir belgede Seng-i Tavîl Mahallesi’nde oturan Ahmet bin Mustafa mahkemeye gelerek Ahmet Bey ibn el-hac Piri ve kölesi Siyaguş bin Abdullah’tan üzerine hücûm ederek hançer ve taş ile kendisini yaralamalarından dolayı şikayetçi olmuştur. Ancak davalılar suçlamayı kabul etmemiş bunun üzerine mahkeme Ahmet bin Mustafa’dan iddiasını ispatlamasını talep etmiştir. Ahmet bin Mustafa’nın iddiasını ispatlayamaması üzerine Ahmet Bey ve kölesine Ahmet bin Mustafa’yı yaralamadıklarına dair yemin teklif edilmiş ve onların yemin etmeleri üzerine dava düşmüştür (10 Cemaziye’l-evvel 1109 – 24 Kasım 1697)230. 229 GŞS, 35-176/4. 230 GŞS, 47-113/1. (7) Keşif:

Kadıların karar verme süreçlerinde yapılan keşiflerin büyük bir önemi vardır. Keşfi kadı bizzat yapabileceği gibi, naib veya diğer kadı yardımcılarından birini görevlendirebilir. Genellikle kadılar bu keşiflere kendileri gitmek yerine çoğu zaman naiblerini göndermişlerdir. Keşif duruşmada yapılabileceği gibi, mahkeme dışında, olay yerinde, mağdurun evinde de yapılabilir231.

Örneğin: Kanlıca karyede oturan Döne binti Ebubekir mahkemede İsa bin Ömer’den oğlunu elinden taş ile darp etmesi ve darp sonucu oğlunun ölmesi üzerine şikayetçi olur ve mahkemeden konu ile ilgili keşif yapılması talebinde bulunur. Bunun üzerine mahkeme tarafından tayin edilen yetkililerce Döne’nin evine gidilerek oğlunun yarasına bakılır ve gerçekten de Döne’nin oğlunun elinde taş yarası olduğunun görülmesi ve olayın mahkeme kayıtlarına geçirilmesi ile dava sonuçlanır (01 Cemaiye’l-âhir 1109 – 15 Aralık 1697)232.

231 Abacı, Bursa, s. 118; Akman, Ceza, s. 91. 232 GŞS, 47-100/1.

(8) Bilirkişi (Ehl-i Vukuf):

Bir davada çözümü kadı tarafından bilinmeyen özel ve teknik bilgiyi gerektiren hallerde oy ve görüşüne başvurulan üçüncü kişi veya kişilere denir. Bilirkişinin yargılama sürecinde kullanımının ardında yatan neden, karar verme konumundaki kadının önüne

Benzer Belgeler