• Sonuç bulunamadı

B- MAHKEME

I. ZİNA-TECAVÜZ

Birinci bölümde de bahsedildiği gibi İslâm hukukunda zina yapan bekâr kadın ve erkeğe 100 sopa vurulması, kadın ve erkeğin evli olmaları durumunda ise recm edilmeleri öngörülmüştür. Fakat bu hüküm Osmanlı Kanunnameleri ile para cezasına çevrilmiştir.

Kanunnamelerde zina suçunun cezası İslâm Hukuku’nda olduğu gibi zinayı yapan kadın ve erkeğin evli ve bekâr oluşuna göre değişiklik göstermektedir. Örneğin zina yapan evli kadın ve erkekten, zengin ise üç yüz akçe orta halli ise iki yüz akçe fakir ise yüz akçe alınması hükme bağlanmıştır. Zina yapanın bekâr olması durumunda da zenginden yüz akçe, orta halliden elli akçe, fakirden de kırk akçe alınması öngörülmüştür247.

247 Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukukî

Tahlilleri, C. 1, Fey Vakfı Yay., İstanbul 1990, s. 348; Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukukî Tahlilleri, C. 2, Fey Vakfı Yay., İstanbul 1990, s. 40; Ahmed Akgündüz, Osmanlı

Kanunnameleri ve Hukukî Tahlilleri, C. 3, Fey Vakfı Yay.,

Zina suçunun, genellikle kimsenin dâhil olmadığı, kişinin mahremiyetinin bulunduğu kapalı mekânlar olan evlerde geçmesinden dolayı ‘Ayntâb mahkeme kayıtlarında nadir olarak karşımıza çıktığı görülmektedir. Bu tür olaylar ancak mahalle ahalisinin kişi hakkında şikâyette bulunması ve şehrin güvenlik kuvvetlerine haber vermesi ile ortaya çıkabilmiştir. Mahkeme kayıtlarına yansıyan kadarıyla tecavüz ile ilgili ‘Ayntâb örneklerine baktığımızda;

1687 Mart ayında rastlanan bir olay oldukça ilgi çekicidir. Sâdât-ı Kirâm’dan olan es-Seyit Abdullah Çelebi yine Sâdât-ı Kirâm’dan es-Seyit Mehmet bin el-hac Hasan’ı Cevizlice Mahallesi yakınlarında bir kadın ile zina ederken görür. Bu olay sırasında es-Seyit Mehmet yakalanır. Olaydan iki gün sonra es-Seyit Abdullah, mahkemeye gelerek es-Seyit Mehmet’in kendi halinde birisi olmadığını, iki gün öncede kendisini zina ederken gördüğünü ifade eder. İstanbul 1991, s. 88; Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri

ve Hukukî Tahlilleri, C. 4, İstanbul 1992, s. 366. Osmanlı Kanunnâmelerinde diğer suçlarda olduğu gibi zina suçunda da kölelere ve Gayrimüslimlere uygulanan ceza hür ve Müslüman erkek ve kadına uygulananın cezanın yarısı kadardır.

Ancak es-Seyit Mehmet durumu inkâr eder. Bu durum üzerine mahalle ahalisine olay sorulur, fakat mahalle ahalisi de es-Seyit Abdullah’ın söylediklerinden farklı bir şey söylemezler. Bunun üzerine es-Seyit Mehmet tutuklanmak üzere zabite teslim edilir248. Bu olayda ilgi çekici bir yön bulunmaktadır. O da es-Seyit Mehmet’in zina ederken yakalandığı kadına ne olduğudur. Hem es-Seyit ile ilgili olan dava da hem de diğer zina davalarında kadının ismi geçmemekle birlikte cezalandırıldığına dair hiçbir bilgi de yoktur.

Yukarıda da bahsedildiği gibi ‘Ayntâb’da zina olayına pek rastlanılmamakla birlikte bu konu ile ilgili karşımıza çıkan davaların çoğu tecavüz davalarıdır.

Gücüge adlı karyede oturan Rabia binti Veli mahkemede Ömer bin Hüseyin’den kızı Fatma’ya tecavüz etmesinden dolayı şikâyetçi olur. Ömer’in, kızı Fatma’ya tecavüz ettiğini Müslümanlar huzurunda itiraf ettiğini ifade ederek gereğinin yapılmasını ister. Ömer’in suçlamayı kabul etmemesi üzerine mahkemede bulunan şahitler Ömer’in Fatma’ya tecavüz ettiğini kendi yanlarında itiraf ettiğini ve

248 GŞS, 36-185/3.

Fatma’yı nikahına alacağını söylediğini ifade etmeleri üzerine Rabia iddiasını ispatlar ve dava sonuçlanır (01-10 Zi’l-hicce 1093 - 01 Aralık 1682)249.

Yine başka bir belgede el-hac Hüseyin bin Ramazan Kürt taifesinden Halil bin Yunus’tan kızı Meryem’e tecavüz etmesinden dolayı şikâyetçi olur. Halil bin Yusuf’un olayı kabul etmesi üzerine dava sonuçlanır (Muharrem 1107 – Ağustos 1695)250.

‘Ayntâb mahkemelerinde görülen tecavüz davalarının çoğunda askeri taifeden kimseler özellikle de yeniçeriler tecavüz eden ya da tecavüze teşebbüs eden kişiler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konu ile ilgili ilginç bir olay 1683 Mart ayında mahkeme kayıtlarına geçmiştir. Eblehan Mahallesi’nde oturan Ahmet bin Abdulkadir mahkemede Ahmet beşe, Ali beşe ibn Ahmet, Mustafa beşe ibn Veli ve Ali beşe ibn Hasan’dan şikâyetçi olmuştur. Kendisini Ahmet beşenin tenhaya çağırdığını ve daha sonra diğerlerinin tecavüz kastıyla üzerine çullandıklarını, feryadını

249 GŞS, 35-2/2.

250 GŞS, 43-83/4. Benzer örnekler için bk. GŞS, 35-203/6; GŞS,

duyan ahalinin kendisini kurtardığını ifade etmekte ve gereğinin yapılmasını istemektedir. Ancak suçlular suçlamaları kabul etmemişler, Ahmet’i kurtarmaya gelen ahalinin şahitlikleri ile Ahmet iddiasını ispatlamış ve suçlular hapsedilmek üzere tutuklanmışlardır (11-20 Recep 1104 – 18-27 Mart 1683)251.

1683 yılında Eblehan Mahallesi’nde yaşanan bu olaya çok benzeyen bir olayda bundan bir sene sonra Ammu Mahallesi’nde yaşanır. el-hac İbrahim bin Uğurlu Yeniçeri Taifesi’nden Hamza beşe bin Mehmet’ten şikâyetçi olur. Hamza’nın oğluna tecavüz etmek kastıyla üzerine çullandığını, oğlunun feryatları üzerine ahalinin yetiştiğini ifade eder. Ancak Hamza beşe durumu kabul etmez. Bunu üzerine el-hac İbrahim’in oğlunu, Hamza’nın elinden kurtaranların olaya şahitlik yapması ile dava Hamza beşenin aleyhinde sonuçlanır (15 Receb 1095 – 28 Haziran 1684)252.

251 GŞS, 40-214/5. 252 GŞS, 35-237/3.

Bazı davalar da ise mağdurlar mağduriyetlerini ispat etmek konusunda şahit bulamadıkları için acz içinde kalmışlar ve bu davalar mahkeme kayıtlarına ancak tecavüz suçlamaları olarak geçmiştir.

Şehre Küstü Mahallesi’nden Miyase binti Ahmet su almaya giderken kaçırılarak tecavüz edildiği iddiasıyla Mehmet bin Mustafa’dan şikâyetçi olmuştur. Ancak Mehmet suçlamayı kabul etmemiş, mahkeme Miyase’den iddiasını ispatlamasını istemiş, Miyase’nin iddiasını ispatlayamaması üzerine Miyase davadan men edilmiştir253(11/20 Şaban 1094 – 05/14 Ağustos 1683).

Şehre Küstü Mahallesi’nden el-hac Ali bin Hasan mahkemede oğlu Ebubekir’e tecavüz etmesinden dolayı Murat bin Ebubekir’den şikâyetçi olmuştur. Fakat Murat bin Ebubekir’in suçlamayı kabul etmemesi ve el-hac Ali’nin de iddiasını ispat edememesi üzerine el- hac Ali davadan men edilmiştir (24 Rebi‘ü’l-âhir 1095 – 10 Nisan 1684)254.

253 GŞS, 35-110/1.

Yalnızca tecavüz suçlaması olarak kalan belgelerde gerçekten davalılar mağdur olarak mı kaldılar yoksa dava ettikleri kişiler gerçekten suçsuz kişiler miydi eğer öyleyse dava ettikleri kişileri şuçlamakta ne gibi bir maksatları vardı bunlar tabiî ki bilinemiyor.

Kimi davalarda ise davalılar davalarını ispatlayacak şahit bulamasalar da mahalle ahalisinin dava ettikleri kişiler hakkında iyi ya da kötü hallerinden haber vermeleri üzerine davalarını ispatlamışlardır, aksi durumlarda ise yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi davadan men edilmişlerdir.

Kozanlı Mahallesi’nde oturan Turfanda binti… adlı zimmiye mahkemeye gelerek Tanil veled-i Maksud’u kendisine tecavüz etmesi ve bekaretini izale etmesinden dolayı şikâyetçi olmuştur. Tanil’in suçlamayı kabul etmemesi üzerine durumu mahalle ahalisinden sorulmuştur. Mahalle ahalisinin Tanil’in ehl-i fesat olduğunu ifade etmesi ile dava Turfanda’nın

lehinde sonuçlanmıştır ( 01 Cemaziye’l-âhir 1104 – 07 Şubat 1693)255.

Cevizlice Mahallesi’nde oturan Elif binti Hamza mahkemeye gelerek Ali bin Ebubekir’den şikâyetçi olmuş, Ali’nin tecavüzüne uğradığını söyleyerek gereğinin yapılması konusunda talepte bulunmuştur. Ancak Ali suçlamayı kabul etmemiş bunun üzerine Elif binti Hamza’dan iddiasını ispatlaması istenmiştir. Elif binti Hamza’nın iddiasını ispatlayamaması üzerine Ali’nin durumu mahalle ahalisinden sorulmuştur. Mahalle ahalisinin Ali’nin iyi halinden haber vermesi üzerine Elif binti Hamza davadan men edilmiştir(1-10 Cemaziye’l-evvel 1094 – 28-07 Nisan-Mayıs 1683)256.

II. ŞETM

‘Ayntâb mahkeme kayıtlarına yansıyan şetm davalarının ilgi çekici özelliği, bu davalarda davacı ve davalı olarak mahkeme kayıtlarında geçen kişilerin genellikle erkekler olmasıdır. 1680-1700 yılları ile

255 GŞS, 40-164/2. 256 GŞS, 35-83/3.

ilgili olarak şetm davalarında kadınların isimlerine hiç rastlanılmamaktadır.

Hayık Müslüman Mahallesinde oturan Yakob veledi Tuma, Mehmet bin İbrahim’den mahkemede ırzına şetm etmesinden dolayı şikâyetçi olmaktadır(1- 10 Şaban 1104 – 07-16 Nisan 1693)257.

Yine bir başka davada Mehmet bin Osman, Çavuş mezrası ahalisinden Eyüp bin el-hac Ali ve oğlu Ebubekir’den kendi hallerinde olmadıkları ve zina lafzıyla annesine hırsız lafzıyla da kendisine şetm etmesinden dolayı şikâyetçi olmaktadır (22 Muharrem 1109 – 10 Ağustos 1697)258.

Görülen davaların çoğu askerî taifeden olan şahıslara ait şetm davalarıdır. Bu davalar genellikle şürb-i hamr, darp davaları ile iç içe geçmektedir. Olaylar, askeri taifeden şahısların içki içmeleri ile başlamakta ve sarhoş olup çevre ahalisine saldırmaya ve küfür etmeye başlamaları ile gelişmektedir.

Eblehan Mahallesi’nde oturan İbrahim Bey bin Abdurrahman, yeniçeri taifesinden Mehmet beşe bin

257 GŞS, 40-23/4. 258 GŞS, 47-194/1.

Bolad’tan kendisine hançer çekip karısına da zina lafzıyla şetm etmesinden dolayı şikâyetçi olmuştur. Davalı Mehmet beşe suçlamayı kabul etmemiş, durum olaya şahit olan kişiler ile ispat edilmiş ve dava sonunda Mehmet beşe tutuklanmak üzere zabite teslim edilmiştir(11-20 Cemaziye’l evvel 1095 – 26-05 Nisan 1684)259.

Akyol Mahallesi’nde oturan zuamâdan Ali Kaya Bey bin Süleyman Çavuş, tımarlı sipahilerden Ali Bey bin Recep’ten şikâyetçi olmuştur. Ali’nin sebepsiz yere üzerine yürüyerek cima lafzıyla karısına şetm ettiğini ifade ederek gereğinin yapılmasını istemiştir.(29 Zi’l-hicce 1093 – 29 Aralık 1682)260.

Cevizlice Mahallesi’nde caminin imamı Molla Abdurrahman bin Abdullah, mahkemeye gelerek Hüseyin beşe bin Ali’den şikâyetçi olmuştur. Gece vakti Hüseyin beşenin sarhoş bir şekilde elinde kılıç ile caminin kapısına geldiğini “cima lafzıyla ağzına, imanına ve avretine şetm ettiğini” ifade etmiş ve elindeki fetvayı şerife mucibince gereğinin yapılması

259 GŞS, 35-209/2. 260 GŞS, 35-8/2.

talebinde bulunması ile dava sonuçlanmıştır (29 Zi’l- hicce 1098 – 05 Kasım 1687)261.

Bir başka mahkeme kaydı da Cevizlice Mahallesi’nde yaşanan olay ile benzerlik göstermektedir. 1684 yılında Kürtinciyan Mahallesi’nde yaşanan bu olay da mahalle imamı Molla Osman bin Ali ile Yeniçeri taifesinden Ahi beşe bin Recep arasında geçmiştir. Molla Osman mahkemede “gece vakti cami kapısına gelerek dinime ve imanıma ve ırzıma şütûm-ı galîz itmiştir” diyerek Ahi beşeden şikayetçi olmuştur. Ancak Ahi beşe durumu kabul etmemiştir. Bunun üzerine Molla Osman olayı iki şahit ile kanıtlamıştır. Ancak dava sırasında Yeniçeri taifesinden yirmi otuz kadar kişi mahkemeyi basmış Ahi beşe’nin suçsuz olduğunu iddia ederek mahkemede bulunan ulemaya küfürler etmiştir (21 Zi’l-ka‘ade 1095 – 30 Ekim 1684)262.

‘Ayntâb’da görülen şetm davalarının dikkat çekici özelliği davaların hepsinde suçluların

261 GŞS, 36-104/4. 262 GŞS, 35-27/2.

mahkemede suçlarını kabul etmemeleri ve durumun şahitler vesilesiyle ispat edilmesidir.

Hayık Müslüman Mahallesi’nde oturan Osman beşe ibn İbrahim mahkemede Hasan Bey ibn Bayram, Hasan Bey ibn Murat ve Bayezit beşe ibn Mehmet’ten sebepsiz yere ellerinde kılıç, tüfek ve bıçak ile evinin kapısına gelerek “ağzına, dinine ve imanına” şetm eylemesinden dolayı şikâyetçi olmaktadır. Davalıların suçlarını kabul etmemesi üzerine durum, olaya şahit olanlar aracığı ile ispat edilmiştir (27 Cemaziye’l âhir 1109 – 10 Ocak 1698)263.

Bir başka belgede de Kanalıcı Mahallesi’nden Seyit Mustafa ibn Seyit Ali, Ömer ibn İshak’tan kendisine şetm eylemesinden dolayı şikâyetçi olmakta Ömer’in suçlamayı kabul etmemesi üzerine durum şahitler aracılığı ile ispat edilmektedir(26 Safer 1109 – 13 Eylül 1697)264.

263 GŞS, 47-81/1.

264 GŞS, 47-166/3. Benzeri örnekler için bk. GŞS, 35-45/2; GŞS,

III. ŞÜRB-İ HAMR

Daha önce de bahsedildiği gibi içki İslâm dini tarafından haram kabul edilmiş ve içki içenler hakkında duruma göre had ve ta’zîr cezasının uygulanması öngörülmüştür.

Osmanlı Devleti de içki içme hususunu kanunnameler ile hükme bağlamış içki içenler hakkında ta’zîr ve para cezasını uygun görmüştür265.

‘Ayntâb’da içki içerek ortalığa saldıran, insanları rahatsız edip zarar veren kişilerin –diğer suçlarda da görüldüğü gibi- genellikle askerî taifeden insanlar olduğu görülür. Bu kişilerin sürekli içki içerek ahalinin kapılarına dayanmaları ve onlara gözdağı vermeleri mesleklerinin getirdiği güce dayanarak hareket ettiklerini akla getirmektedir.

Yahni Mahallesi’nden İbrahim bin Hüseyin mahkemeye gelerek yine aynı mahallede oturan ve Yeniçerilerden olan Haydar beşe bin Mehmet’ten evine zorla girmeye çalışması üzerine şikâyetçi olmuştur. Haydar beşenin iki gün ara ile evinin önüne

265 Akgündüz, Kanunname, C. 1, s. 349; Akgündüz, Kanunname,

C. 2, s. 42; Akgündüz, Kanunname, C. 4, s. 368.

geldiğini, annesine ve karısına küfür ettiğini, tüfek ile evinin kapısı ve camını kırarak kendisini zorla götürmeye çalıştığını söyleyerek gereğinin yapılmasını istemiştir. Haydar beşenin olayı inkâr etmesi üzerine mahkemede görgü şahidi olarak bulunan mahalle ahalisi, İbrahim’in söylediklerini doğrulamıştır. Mahalle ahalisinin yanı sıra mahkemede bulunan şeyh ve ulemâlar da Haydar beşenin fesat sahibi biri olduğunu, daha önce de mahalle ahalisine zararının dokunduğunu ifade ederek şikâyetlerini bildirmeleri üzerine mahkeme “mezbura şer‘ân ta’zîr-i şedîd ve tövbe ve salahı zahir oluncaya değin habs lâzım gelmeğin mûcîb-i şer‘isi icrâya ba‘de’l-hükm serdarı Mehmet beşeye teslim birle” ifadesiyle son bulmuştur (15 Rebi‘ü’l-âhir 1095 – 01 Nisan 1684)266.

Şehre Küstü Mahallesi’nde oturan Mehmet beşe bin Ömer mahkemede Şarkiyân Mahallesi’nde oturan Abdurrahman bin Cafer’den şikâyetçi olmuştur. Sebebi; Mehmet beşenin bir gün önce Sarımsaklık Tepesi denilen yerde Abdurrahman ve Kiliselioğlu

Mehmet’i içki içerken görmesi üzerine

Abdurrahman’ın üzerine hücûm ederek kendisini sol göğsünden ve sol kolundan hançer ile yaralamasıdır. Mahkemede durum Abdurrahman’a sorulduğunda Abdurrahman cevabında Kiliselioğlu Mehmet ile otururken Mehmet beşenin birkaç adam ile gelerek alet-i harb ile kendisine saldırdığını ve üzerinden def etmek için Mehmet beşeyi yaraladığını ifade etmesi üzerine dava sonuçlanmıştır.(03 Receb 1095 – 16 Haziran 1684)267.

İçki içerek taşkınlıklarda bulunanlar yalnızca askerî taifeye mensup kişiler değildir. Halk arasında da içki içerek kendisini kaybeden ve çevresindekilere saldırarak yaralanmalara ve hatta ölümlere sebebiyet veren kişiler ve bu kişilerle ilgili olaylara sıkça rastlanılmaktadır.

Molla Ahmet mahallesi’nde oturan Veli bin

Abdulganî mahkemeye gelerek İbn Eyüb

Mahallesi’nde oturan Mustafa bin Hamza’dan şikâyetçi olmuştur. Mustafa’nın Ömer bin İbrahim ve Mehmet bin Ebubekir ile toplanıp şarap içerken, oğlunun yanlarından geçmesi üzerine hançer ile

267 GŞS, 35-200/1.

oğlunu karnından yaraladığını ifade ederek oğlunun yarasına keşif yapılmasını istemiştir. Yapılan keşifte Abdulgani’nin karnında hançer yarasının bulunduğu görülmüş ve durum Abdulgani’den sorulduğunda Mustafa, Ömer ve Mehmet’in toplanıp şarap içtikleri sırada yanlarından geçmesi üzerine Mustafa’nın hançer ile kendisini karnından yaraladığını ifade etmesi ile dava sonuçlanmıştır (29 Rebi‘ü’l-âhir 1094 – 27 Nisan 1683)268. Bundan bir gün sonra olay tekrar mahkemeye gelir. Veli bin Abdulgani mahkemede Mustafa’dan şikâyetçi olarak, oğlunun yaralanmasının ardından bağırsaklarının dışarı döküldüğünü ve durumunun ölüme yakın olduğunu ifade eder. Mustafa cevabında şarap içtiklerini kabul eder ancak Abdulgani’yi yaraladığını kabul etmez. Bunun üzerine mahkemede bulunan şahitler “Abdulgani’yi karnının sol tarafından yaralanmış ve bağırsaklarını dışarı çıkmış ölüme yakın bir halde bulduklarını ve durumu Mustafa’ya sorduklarında Abdulgani’yi kendisinin yaraladığını söylediğini” ifade etmeleri üzerine dava sonuçlanır (01 Cemâziye’l-evvel 1094 – 28 Nisan

1683)269. Olay aynı gün Abdulgani’nin ölmesi ile tekrar mahkemeye kayıtlarına geçer. Abdulgani’nin babası Veli olayı mahkemede yineleyip oğlunun katilinin Mustafa olduğunu ve mahalle ahalisinden herhangi bir fertle davasının olmadığını ifade eder ve dava o gün için sonuçlanır. (01 Cemaziye’l-evvel 1094 – 28 Nisan 1683)270. Fakat aynı dava yirmi gün sonra

tekrar mahkemeye gelir. Abdulgani’nin babası Veli “şer‘an kısas lazım gelmekte olup Mustafa haps edildikten sonra diyet talep etmekte iken aramıza Müslümanların girmesi ile yetmiş kuruş üzerine barış yaptık ve yetmiş kuruşu Mustafa’dan aldım bu konu ile ilgili Mustafa’nın zimmetini ibra ve iskat ettim” der. Bu ifadeden de anlaşıldığı üzere Abdulgani’nin ölümü ile Mustafa tutuklanarak hapse atılmış, babası oğlunun ölümüyle kısas istemiş fakat araya arabulucuların girmesi ile barış sağlanmıştır (21 Cemaziye’l-evvel 1094 – 18 Mayıs 1683)271.

269 GŞS, 35-81/1. 270 GŞS, 35-81/2. 271 GŞS, 35-88/3.

Kimi davalar ise ya mütesellimin kişilerin içki içtiklerini fark ederek suçluları mahkemeye ihzar etmesi ile ya da mahalle ahalisinin görmesi ve mütesellime haber vermesi ile mahkeme kayıtlarına geçmiştir.

‘Ayntâb mütesellimi olan el-hac Hasan Ağa Şehre Küstü Mahallesi’nden Ahmet bin Mehmet’i mahkemeye getirir ve konuşmaya başlar. Ahmet bin Mehmet’in ehl-i fesat olduğunu, sürekli şarap içtiğini ve on iki gün önce de geceleyin Hüseyin bin el-hac Ali ve Mustafa bin Mehmet ile birlikte Yazıcı bin Ebubekir’in evine gidirek şarap içtiklerini” ifade eder. Ahmet’in inkâr ile cevap vermesi üzerine durumu mahalle ahalisinden sorulur. Mahalle ahalisinin de Ahmet’in fesat sahibi olduğunu ve sürekli içki içtiğini ifade etmesi üzerine dava kayıtlara geçer(21/30 Rebi‘ü’l-evvel 1094 – 20-29 Mart 1683)272.

İçki içen ve bu sebeple mahkeme kayıtlarına geçen kişiler yalnızca erkekler olmamıştır. Mahkemeye yansıyan şürb-i hamr davalarında kadınların isimlerine de rastlanılmaktadır. 1687 yılının

Şubat ayında gerçekleşen bir olayda Ehl-i Cefa Mahallesi’nden Murat bin Abdullah, gece vakti evine Fatma binti Mehmet, Hatice binti Mehmet ve Kamile binti Mehmet adlı üç kardeşi davet eder ve onların arkasından da eve Mehmet bin el-hac Ahmet ve Yusuf bin el-hac Mehmet gelir. Bu durumu haber alan ‘Ayntâb mütesellimi de Murat’ın evine gider ve hepsini bir evde şarap içerlerken görür. Burada önemli olan bir nokta birazdan da görgü tanığı olarak karşımıza çıkacak olan kişilerin durumu muhtemelen mütesellime haber vermiş olmalarıdır. Çünkü mütesellim şikâyet üzerine Murat bin Abdullah’ın evine gelmekte ve gerçekten de şikâyette olduğu şekliyle onları görmektedir. Mütesellim, olayın sabahı suçluları mahkemeye getirir ve şikâyetini bildirir. Mahkemede Murat, Mehmet ve Ahmet olayı doğrularken Hatice, Kamile ve Fatma olayı inkâr ederler. Bunun üzerine durum mahalle ahalisinden sorulur. Molla Hasan bin Ebubekir, el-hac Derviş bin el-hac Tugan ve Yusuf bin Ali, adı geçen kimselerin Murat’ın evinde toplandıklarını gördüklerini ifade

etmeleri üzerine dava sonuçlanır mahalle ahalisinin lehinde sonuçlanır273.

‘Ayntâb’da geçen şürb-i hamr davalarından hareketle toplumun her kesiminden insanın içki içtiğini söylemek mümkündür. Yalnız bu davalarda dikkat çekici bir yan daha vardır ki o da insanların çevrelerindeki insanlardan çekinmeden kapalı olmayan mekânlarda oturup içki içmeleridir. O dönem toplumunda içki içmenin yasak olmasına ve bu yasağın toplum tarafından bilinmesine rağmen halk açık mekânlarda da içki içmekten çekinmemiştir. Bu da, o dönem ‘Ayntâb toplumunun ahlâkî ve dinî bakımdan çöküntü içinde bulunduğunun bir göstergesidir diyebiliriz.

IV. DARP-YARALAMA

Kanunnamelere göre yaralama ile biten saldırı suçları ve karşılığında verilebilecek cezalar, herhangi bir organa işlevini etkileyecek şekilde zarar verilmişse para ile sınırlıdır. Örneğin saç ve sakal yolmanın

cezası yirmi akçe, baş yarmanın cezası otuz akçe, kemik gözükecek şekilde yaralamanın cezası yüz akçedir. Yaralama ok ya da bıçak gibi araçlar kullanılarak ve yaralanan kişiyi yatağa düşürecek şekilde gerçekleştirilirse verilecek ceza da artmakta ve iki yüz akçeyi bulmaktadır. Bir kişi kasıtlı olarak bir başkasının gözünü ya da dişini çıkardığı zaman; eğer kısas uygulanırsa para cezası alınmaz. Eğer kısas uygulanmaz ya da gerekli olmazsa zenginden iki yüz akçe, orta halliden yüz akçe, fakirden ise elli ya da kırk akçe ceza alınır274.

Fiziksel şiddet ‘Ayntâb mahkeme kayıtlarında özellikle de erkekler arasında, hemen hemen her gün görülen davalardandır. Mahkeme kayıtlarına göre, adamlar birbirine vurur, birbirinin sakalını çeker, yakasına yapışır, bıçak çeker, okla, kürekle, taşla, sopayla, hançer vs. aletlerle birbirine saldırır ve bu kavgalar kimi zaman sadece darpla, kimi zaman yaralamayla kimi zaman da ölümle sonuçlanırdı.

274 Akgündüz, Kanunname, C. 1, s. 348-350; Akgündüz,

Kanunname, C. 2, s. 41; Akgündüz, Kanunname, C. 4, s. 367.

Kürkciyan Mahallesi’nden el-hac Ebubekir bin Kubad mahkemede Mehmet bin Yusuf’tan orak ile

kendisini dövmesinden dolayı şikâyetçi

olmaktadır(Recep 1094 – Haziran 1683)275.

Şarkiyan Mahallesi’nden el-hac Zülfikar bin Abdullah, … bin Ömer’den oğlu Süleyman’ı demir ile dövmesinden dolayı şikayetçi olmaktadır(18 Ramazan 1094 – 10 Eylül 1683)276 .

Kızılca Mescit Mahallesi’nden Ahmet bin Ebubekir mahkemede Mehmet bin Ebubekir’den

Benzer Belgeler