• Sonuç bulunamadı

Türk vergi sistemi içerisinde yol vergisinin yeri ve Cumhuriyet Dönemindeki uygulamaları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk vergi sistemi içerisinde yol vergisinin yeri ve Cumhuriyet Dönemindeki uygulamaları"

Copied!
132
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ATATÜRK ĠLKELERĠ VE ĠNKILÂP TARĠHĠ BĠLĠM DALI

TÜRK VERGĠ SĠSTEMĠ ĠÇERĠSĠNDE YOL

VERGĠSĠNĠN YERĠ VE CUMHURĠYET

DÖNEMĠNDEKĠ UYGULAMALARI

Arzu KAYA

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ

DanıĢman

Prof. Dr. Osman Akandere

(2)

ÖNSÖZ

Anadolu, coğrafi konumu itibariyle her dönem bir ticari geçit koridoru olmuĢ, özellikle de Ġpek Yolu‟nun da önemli bir bölümünü teĢkil etmiĢtir. Osmanlı Devleti, kuruluĢunda Anadolu Selçukluları‟ndan teslim aldıkları ulaĢtırma ağını uzunca bir süre kullanmıĢtır. Askeri ihtiyaçları karĢılamak için geliĢtirdikleri karayolu ağları yükseliĢ döneminde, hem askeri hem de ticari ihtiyaçları karĢılamıĢtır. Bu yollara ilave olarak pek çok han, saray ve kervansaray da inĢa edilerek, güzergâhlarda ticaretin geliĢmesi ve ahenk içinde iĢlemesi için her türlü kolaylık sağlanmaya çalıĢılmıĢtır. YükseliĢ döneminde inĢa edilen karayolu ağı Devletin son dönemine kadar ihtiyacını karĢılamıĢtır. Ancak son dönemde yollara olan ihtiyacın arttığı, bunları inĢa edecek finans kaynaklarının bulunamadığı görülmektedir. Bununla birlikte yaĢanan uzun süreli savaĢların Osmanlı Devleti‟nin ekonomisine olumsuz etkilerinin yanı sıra Anadolu‟nun bizzat savaĢ alanı haline gelmesi mevcut yolların da imhasına neden olmuĢtur.

Böyle bir dönemin bakiyesi üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti‟nin kurucularının omuzlarına düĢen yük Ģüphesiz büyük olmuĢtur. Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin bayındırlık politikası ve çalıĢmaları Millî Mücadele döneminde baĢlamıĢ ve Cumhuriyetin ilanıyla hız kazanmıĢtır. Bu çalıĢmaların odağında da karayollarının yeniden yapılandırılması öncelik kazanmıĢtır.

ÇalıĢmam esnasında fikirleriyle bana yol gösteren değerli tez danıĢmanım Sayın Prof. Dr. Osman AKANDERE‟ye, desteğini hiç esirgemeyen sevgili anne ve babama sonsuz Ģükranlarımı sunarım.

Arzu KAYA

(3)
(4)
(5)
(6)
(7)
(8)
(9)

ĠÇĠNDEKĠLER

ÖNSÖZ ... i

AMAÇ VE YÖNTEM ... 1

GĠRĠġ ... 2

BĠRĠNCĠ BÖLÜM ... 5

KAVRAMSAL ÇERÇEVE BAĞLAMINDA VERGĠ KAVRAMI VE OSMANLI DEVLETĠ‟NDE VERGĠ YAPISI ... 5

1.1. Vergi Kavramı ... 6

1.2. Osmanlı Vergi Sisteminin Temel Ġlkeleri ... 7

1.2.1. Osmanlı Devleti‟nde Uygulanan Vergiler ... 10

1.2.1.1. ġer‟î Vergiler ... 10 1.2.1.2. Örfi Vergiler ... 11 1.2.1.3. Tekâlif-i Adiye ... 12 1.2.1.4. Tekâlif-i ġakka ... 12 1.2.1.5. Avarız Vergileri ... 15 1.2.1.5.1. Muafiyet Esasları ... 17 1.3. Yol Meselesi ... 19

1.3.1. Osmanlı Devleti‟nde Yol Meselesinde Zorunlu ÇalıĢmayı Getiren Ġlk Yasal Düzenleme ... 26

ĠKĠNCĠ BÖLÜM ... iv

CUMHURĠYET ÖNCESĠ VE TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ‟NĠN ĠLK YILLARINDA VERGĠ POLĠTĠKASI ... iv

2.1. Osmanlı Devleti‟nde Vergi Uygulamaları ... vi

2.1.1. Tanzimat ve MeĢrutiyet Döneminde Vergileme Zihniyeti... xii

2.2. Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Vergi Uygulamaları ... xv

2.2.1. Tek Parti Döneminde Vergileme Zihniyeti ... xix

2.2.1.1. 1924 Anayasası‟nda Vergileme ... xix

2.3. Tek Parti Döneminde Vergi Uygulamaları ... xxiv

2.3.1. 1923-1929 Dönemi Vergi Uygulamaları ... xxv

2.3.2. 1930-1938 Dönemi Vergi Uygulamaları ... xxx

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ...xxxii

YOL VERGĠSĠ “YOL MÜKELLEFĠYETĠ” UYGULAMASI ...xxxii

3.1. Osmanlı Devleti Zamanında Yol Meselesi ve Vergi Bağlantısı ... xxxiii 3.1.1. I. MeĢrutiyet Döneminde Yol Uygulamaları ... xlix 3.1.2. II. MeĢrutiyet Döneminde Yol Uygulamaları ... liii 3.1.3. Millî Mücadele Yıllarında Yol Uygulamaları ... lv 3.2. Cumhuriyet Dönemi BaĢında Yol Uygulamaları ... lxi

(10)

3.2.1.1. TBMM‟nde Yol Mükellefiyeti YaklaĢımı ... lxiv 3.2.1.1.1. 1925 Yılında Kabul Edilen Yol Mükellefiyeti Kanunu ... lxvi 3.2.1.1.2. Millî ġoseler Düzenlemesi ... lxx 3.2.2. 1930-1940 Dönemi Yol Mükellefiyeti Uygulaması...lxxiv 3.2.2.1. ġose ve Köprüler Kanunu‟nda Yapılan DeğiĢiklik ve Uygulamalar ...lxxiv 3.3. Yol Mükellefiyeti Uygulamasının Sona Ermesi ... lxxviii 3.3.1. II. Dünya Harbi Yıllarında ve Sonrasında Yol Mükellefiyeti Uygulamaları ...lxxix SONUÇ ... lxxxiii KAYNAKLAR ... lxxxv

(11)

AMAÇ VE YÖNTEM

Osmanlı Devleti‟nin ilk dönemlerinde önemli geliĢmelerin sağlandığı bayındırlık iĢleri devletin son yıllarında imkânsızlıklar nedeniyle ihmal edilmiĢtir. Milli Mücadele döneminde de tek düĢüncenin yurt savunması olması nedeniyle ülke oldukça harap bir hale gelmiĢti. Dolayısıyla Birinci Dünya Harbi ve sonrası Milli Mücadele ile Osmanlı Devleti bakiyesi üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti dönem itibariyle zor Ģartlarla karĢı karĢıya kalmıĢtır.

Ülkemizle ilgili olarak son yıllarda iktisadi ve siyasi konularla ilgili olarak bir kısım araĢtırma ve incelemeler yapılmıĢsa da Bayındırlık ve UlaĢtırma konularında yapılan çalıĢmaların yetersiz olduğunu görmekteyiz.

Yeni Türkiye Devleti‟nin bayındırlık politikası ve çalıĢmaları ulusal mücadele döneminde baĢlamıĢ ve Cumhuriyetin ilanıyla hız kazanmıĢtır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren 1950‟li yıllara kadar ülkemizde ulaĢtırma sektöründe demiryolları tek baĢına bir ulaĢtırma aracı görülmüĢtür. UlaĢtırmanın diğer kolları olan kara, deniz, hava yolları ve diğer alanların ikinci planda kaldığını görmekteyiz. Diğer ülkelerle kıyaslandığında, demiryolu asrı batılı ülkelerde yerini 1920‟li yıllardan sonra karayollarına bırakırken bu süreç bizde biraz daha devam etmiĢtir. Cumhuriyetle birlikte karayolları konusunda da önemli kararların alınması, programların hazırlanması ve kanunların çıkarılmasına rağmen arzu edilen seviyeye ulaĢılamamıĢtır.

Ġktisadi ve sosyal alandaki çalıĢmalar hızla devam ederken karayollarına gerekli kaynak ayrılamamıĢtır. O dönemde yaĢanılan ekonomik sıkıntılar, 1929-1930‟lu yıllarda bütün dünyayı etkileyen Dünya Ekonomik Buhranı ve Ġkinci Dünya SavaĢı devletimizin içinde bulunduğu Ģartları ağırlaĢtırmıĢtır. Osmanlı Devleti‟nde baĢlatılmıĢ olan ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nde de 1950‟li yıllara kadar devam eden yol vergisi uygulaması tez konusu olarak ele alınmıĢtır.

(12)

GĠRĠġ

Osmanlı Devleti döneminde vergilendirmenin önemi hayli büyüktü ve görülen ayaklanmaların birçoğunun nedeni de vergilendirmeye dayanıyordu. Tanzimat öncesi dönemde vergiler Ģer-i vergiler ve örf-i vergilerden oluĢuyordu. Vergi gelirlerinin idaresi toprak düzenine bağlıydı. Toprak sisteminde devlet toprakları mülkiyeti devlette kalmak Ģartıyla dirliklere ayrılmıĢ, taĢra yönetimi de tımar sistemine bağlı olarak ĢekillendirilmiĢti.

1808 yılında kabul edilen Sened-i Ġttifak ile padiĢahın otoritesi sınırlandırılmıĢ ve mahalli otoritelerin varlığı yasallaĢmıĢtır. ÇağdaĢ anlamda bir kamulaĢtırma hareketi Tanzimat‟la baĢlamıĢ, vergi hukuku dönem içinde batı etkisinde geliĢmiĢtir. Dönem içinde Gülhane Fermanı‟nın ardından 1856 yılında Islahat Fermanı ilan edilmiĢtir. 1875 tarihinde ise Adalet Fermanı ilan edilmiĢtir. Bu üç fermanda yazılı olan vergisel ilkeler uygulamaya pek aktarılamamıĢ, iltizam usulünün uygulanmasına son verilememiĢtir.

Tanzimat döneminin ardından I. ve II. MeĢrutiyet dönemi, demokrasi hareketleri yönünden siyasî tarihimizde önemli derecede yer tutan olaylar olmuĢtur. 1876 tarihli Kanun-i Esasi ile bir Anayasa ilk defa kamu hukukumuza girmiĢtir. Bu anayasa, yetki kullanımını kanunilik ilkesi ile sınırlandırmıĢtır. Parlamento gerçek anlamda bir yasama organı haline gelmiĢ, siyasi rejim parlamenter bir nitelik kazanmıĢtır.

Ġmparatorluk döneminde vergilendirme yetkisine sadece kapitülasyonlar ve ticaret antlaĢmalarıyla değil, borçlanma yoluyla da büyük ölçüde sınırlandırmalar getirilmiĢtir. Bu borçlanmalar devletin mali alandaki egemenliğini kaybetmesinde büyük bir paya sahip olmuĢtur. Duyûn-u Umumiye Ġdaresi‟nin kurulmasıyla bazı vergilerin tahsil ve idare yetkileri bu idareye bırakılmıĢtır.

Misak-ı Milli ile adli, mali ve diğer konularda geliĢmemizi önleyecek sınırlamalara karĢı çıkılarak tam bağımsızlık anlayıĢı benimsenmiĢtir. 23 Nisan

(13)

1920‟de TBMM‟nin açılmasıyla, vergilendirme yetkisi yasama yetkilerinden biri olarak parlamentoya geçmiĢtir ve meclisin açılmasından sonra ilk çıkan kanun vergi kanunu olmuĢtur. 20 Ocak 1921 yılında yeni Türk devletinin ilk Anayasası kabul edilerek Ulusal Vergi Buyrukları adıyla anılan gelir artırıcı kanunlar yürürlüğe konulmuĢtur. Lozan AntlaĢmasıyla Düyûn-u Umumiye Ġdaresi‟ne son verilmiĢ ve vergilendirme yetkisi meclise geçmiĢtir.

Dönemin özelliklerine ve kullanılan ulaĢım araçlarına göre Ģekillenen karayolu sistemi 19. yüzyılda makineli araçların ulaĢımda kullanılmasına kadar önemli bir nitel değiĢim geçirmeden gelmiĢtir1

. Makinenin kullanılması özellikle taĢımanın otomobil ve kamyonla yapılmasıyla beraber karayolu kavramı tamamen değiĢmiĢtir. Bugünkü karayolu anlayıĢı da bu tarihten sonra dünya gündemine girmiĢtir.

Osmanlı Devleti‟nin ilk dönemlerinde önemli geliĢmelerin sağlandığı bayındırlık iĢleri devletin son yıllarında ihmal edilmiĢtir. Milli mücadele zamanında da tek düĢüncenin yurt savunması olmasından dolayı ülke oldukça harap bir hale gelmiĢti. Son dönemde yollara olan ihtiyacın arttığı, fakat bunları inĢa edecek finans kaynakları ve organizasyonun bulunmadığı görülmektedir. Bununla birlikte yaĢanan uzun süreli savaĢların Osmanlı Devleti‟nin ekonomisine olumsuz etkilerinin yanı sıra Anadolu‟nun bizzat savaĢ alanı haline gelmesi mevcut yolların da imhasına neden olmuĢtu. Genç Türkiye Cumhuriyeti böyle bir yol sistemini devir almaktaydı2.

GeliĢmiĢ ülkeler, karayolu sorununu teknolojinin geliĢmesine paralel olarak zamana yayarak çözerlerken diğer devletler bu sorunu gecikmiĢ olarak ele almak ve çözmek durumunda kalmıĢlardır. Diğer konularda olduğu gibi bu alanda da geç kalan Osmanlı Devleti halka yükümlülükler getirerek bu sorunu çözme yoluna gitmiĢtir. Bu yolla belli yaĢtaki kiĢilere getirilen zorunlu yol çalıĢmasıyla ulaĢım sorununu çözülmeye çalıĢılmıĢtır. Genellikle metinlerde “Yol

1 Yüksel Ülken, “İzmir İktisat Kongresi ve Ekonomide Yön Arayışları”, 1885–1985 Türk Ekonomisinin 100 Yılı ve Ġzmir ve Ġzmir Ticaret Odası Sempozyumu, 21–23 Kasım 1985, s. 183

(14)

Mükellefiyeti” (Vergisi) adı altında geçen bu yükümlülük, biraz değiĢerek Ulusal KurtuluĢ SavaĢı‟nda ve daha sonra Cumhuriyet döneminde 1950‟lere kadar devam etmiĢtir.

Cumhuriyet‟le birlikte getirilen Yol Mükellefiyeti Kanunu‟yla, her yıl binlerce kiĢi karayolu yapım ve onarımında zorunlu olarak çalıĢtırılmıĢtır. Bunun sonucunda ulaĢım alanında önemli geliĢmeler olmuĢ, sosyal ve ekonomik alanda büyük değiĢmeler sağlanmıĢtır. YaklaĢık olarak otuz yıl süren yol mükellefiyeti uygulamada çeĢitli sorunlar yaratmıĢtır.

Bu dönemin en önemli özelliği ulaĢımda nitel bir değiĢimin yaĢanmasıysa, diğer önemli bir sorun da yükümlünün içinde bulunduğu Ģartlar ve hukukunun korunup korunmadığıdır. Dönemin Meclis tartıĢmalarında halkın bu konuda çok sayıda Ģikâyeti olduğu anlaĢılmaktadır. Yol çalıĢmasıyla ilgili çıkarılan yasalarda bu Ģikâyetler dikkate alınmaya çalıĢılmıĢtır. Fakat uygulamalarda görülen aksamalar ve her bölgedeki yetkilinin farklı uygulamaları nedeniyle bu Ģikâyetler hep devam etmiĢtir.

Birinci bölümde kavramsal çerçeve bağlamında vergi kavramı ve Osmanlı Devleti‟nin vergi yapısı incelenmiĢtir. Ġkinci bölümde Türkiye Cumhuriyeti‟nin ilk yıllarında vergi politikası ele alınmıĢtır. Üçüncü ve son bölüme ise, yol vergisi veya dönemi itibariyle kullanılan “yol mükellefiyeti” uygulamasına yer verilmiĢtir.

(15)

BĠRĠNCĠ BÖLÜM

KAVRAMSAL ÇERÇEVE BAĞLAMINDA VERGĠ KAVRAMI VE OSMANLI DEVLETĠ’NDE VERGĠ YAPISI

Devlet kurmak, insan olmanın vazgeçilmez özelliklerindendir. Evrensel bir olgu olarak devlet, tarihin insan üzerine bir gereklilik olarak dayattığı etkinlik türüdür3

. Kamusal finansmanı karakterize eden en önemli özellik cebir unsurudur. Devletler, kamusal hizmetler Ģeklinde somutlaĢan ürünlerini ortaya koyabilmenin gerektirdiği harcamaları esas itibariyle zorunlu ödetmeler yolu ile karĢılamaktadır. BaĢka bir deyiĢle kamu kesimi muhtaç olduğu gelirini, esas itibariyle zorunlu ödemeler yolu ile karĢılamaktadır. Kamu yönetim sistemindeki örgütsel değiĢiklikler, bir ülkenin yönetim sistemi ile sosyo-ekonomik yapısı ve siyasal düzeni arasında karĢılıklı ve yakın bir iliĢkinin, onun da ötesinde bir etkileĢimin varlığından kaynaklanmaktadır. Devlet teĢkilatı, tarihî süreç içerisinde, basitten karmaĢığa doğru bir geliĢme göstermiĢtir. Fakat bu süreçte geliĢmeye hâkim olan esas merkezileĢme ve ferdileĢme olayıdır. Her zaman toplumun sosyal düzen ihtiyacını karĢılayan kolektif düĢünceler, merkezileĢme ve ferdileĢme çekirdeği etrafında yoğunlaĢır ve buna bağlı olarak devlet, gittikçe daha karmaĢık ve geniĢ bir Ģekil alarak geliĢir4

.

Vergi sistemini oluĢturan çeĢitli kaynakların sistemin bütünü içindeki yeri ve önemi zamana göre değiĢmektedir. Bunun yanı sıra ülkelerin siyasal rejimi ile ekonomik seviyeleri de vergi sisteminin yapısını etkilemektedir. Bu kapsamda, piyasa ekonomisi düzeninin uygulandığı ülkelerde, çağdaĢ kamu gelirleri sisteminin temeli de vergi gelirine dayanmaktadır5.

3 David Miller vd., Siyasal DüĢünce Ansiklopedisi, (Çev.: Bülent Peker ve Nevzat Kıraç), Ankara 1995, s.178

4 Yahya Kazım Zabunoğlu, Kamu Hukukuna GiriĢ, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No: 328, Ankara 1973, s. 47

(16)

Devlet, bir kamu tüzel kiĢisi olarak, tüm kamusal yetkileri elinde tutmakta olup, söz konusu yetkileri bizzat kullanabileceği gibi yetki devrinin genel kurallarına uyarak devredebilmektedir.

1.1. Vergi Kavramı

Vergi, çağdaĢ devlet gelirlerinin en önemlilerindendir. Kaynağı, gelir vergisi, kurumlar vergisi, bina ve arazi vergisi gibi milli gelir ve servettir. En önemli özelliği ise karĢılıksız oluĢudur. Kamu gelirlerinin toplam hacmi ve bileĢimi ile her bir gelir türünün yapısı, maliye politikasının amaçları göz önünde bulundurularak devletçe karsılaĢtırılır. ÇağdaĢ devletin mali sistemini oluĢturan bu çeĢit kaynakların en önemlisi vergilerdir. Her ülkenin mali sisteminin bileĢimi, siyasi ve iktisadi koĢullar, iktisadi sistem ve üretim tarzı ile sıkı iliĢki halindedir. Piyasa ekonomisine dayanan kapitalist ve karma ekonomi düzenindeki toplumlarda vergi gelirlerinin toplam devlet gelirlerine oranı % 70‟i aĢmakta, hatta ileri derecede sanayileĢmiĢ batılı ülkelerde bu oran % 90‟lara ulaĢabilmektedir6

.

Vergi, devletten sağlanan faydaya yani karĢılık esasına göre değil, ödeme gücüne yani iktidar ilkesine göre alındığı için devletten sağlanacak yararın saptanması mümkün değildir. Zira vergi, bir kamu tüzel kiĢisi olan devletin egemenlik hakkı dolayısıyla tek taraflı irade ile ihdas edilen parasal bir yükümlülüktür. Verginin bir diğer özelliği de, kamu hizmetlerinin bölünemez olması nedeniyle, kamu hizmetlerinden faydalanma derecesine göre bölünemez ve ferdileĢtirilmez olmasıdır7

.

Günümüzde verginin tarafsız olması, kiĢilerin davranıĢlarını ve tercihlerini etkilememesi gibi klasik amaçlarının yanında, vergilerin düzenleyici rolü de önemli hale gelmiĢtir. Vergiye mali anlamının yanında sosyal ve düzenleyici

6 Salih Turhan, Vergi Teorisi ve Politikası, Filiz Yayınları, Ġstanbul 1993, s. 20 7 Akif Erginay, Kamu Maliyesi, SavaĢ Yayınları, Ankara 1998, s. 19

(17)

anlamlar yüklenmesinin en önemli nedeni, günümüzde devlet anlayıĢının eskiden olduğundan farklı olması ve yüklenen görevlerde değiĢikliklerdir8

.

1.2. Osmanlı Vergi Sisteminin Temel Ġlkeleri

Ġslâm devletlerinde hükümdarlar, toplumsal gereklilikler ve faydalar için Ģeriatın kendilerine tanımıĢ olduğu alanlarda kanun koyma ve uygulama Ģansı bulmuĢlardır. Devlet yaĢamında hemen her zaman ortaya çıkan yeni gereksinmeler Ġslâm hukukunun dondurulmuĢ kalıplarıyla doğrudan doğruya ilgili değilse de yeni hukuk kuralları ile birbirlerine uyarlanmıĢlardır. Bu durum neredeyse bir zorunluluk halini almıĢ ve Ģeriatın özüne aykırı olmamak koĢuluyla ulema, egemenlik hakkına sahip olan sultanlara bu konuda istedikleri gibi davranmak yetkisini vermiĢtir. Bu konuda ulemanın düĢüncesi Ģu Ģekildedir: “ġeriat düzeni ebedidir. Her vakit var olacaktır. Bu düzeni Ġslâm topluluğunda yaĢatmak ise siyasal güce sahip olan hükümdarın görevidir. Ġlahi olan Ġslâm sistemini hükümdarın akıl yoluyla koyacağı kurallar geliĢtirebilir ve koruyabilir.” Ġlâhi hukuka dokunmamak ve ona aykırı olmamak koĢuluyla Osmanlı hükümdarının hukuk yapma yetkisi vardır. Osmanlı hükümdarının bu yetkisine dayanarak koyduğu hukuka “örfi hukuk” adı verilmiĢtir. Örf; padiĢahın Ģeriat dıĢı alanda aklına dayanarak Ġslâm yararına koyduğu kurallar anlamına gelmektedir9

. Osmanlı hükümdarları kamu zarureti ve iyi geleneklere uymak mülahazası ile Ģeriatın açıkça karĢı gelmediği hususlarda herhangi biri kurala bağlı kalmadan kanun çıkarma yetkisine sahiptirler. Bu yetkinin kullanılıĢında müdahaleye açık olmayan Ģeriatın açık bıraktığı kapı kullanılmıĢtır. Bu kapı örfi hukuk olarak adlandırılmıĢtır. Burada kullanılan örf kelimesi gelenek değil, hükümdarın kendi yetkisine baĢvurularak çıkartılan kanun anlamına gelmektedir.

Osmanlı Devleti örfî sultani geleneği ile Ģeriatın var olduğu ve bunların taraftarlarının devlete ve devletin hukukuna egemen olmak için verdikleri mücadelenin öyküsü içinde ortaya çıkmıĢtır. Bu süreçte Osmanlılar devraldıkları

8 Meshure Koçak, Türk Vergi Sistemi, Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum 1994, s. 1 9 CoĢkun Üçok ve Ahmet Mumcu, Türk Hukuk Tarihi, Ankara 1985, s. 186

(18)

töre ve eski devletlerin geçiĢ tecrübelerinden yararlanmak suretiyle kendilerine has bir hususiyet kazanmıĢlardır10

.

Osmanlı Devleti, kuruluĢ döneminden itibaren kendine özgü yapısı ve kurumları ile Ortadoğu ve Ön Asya‟da yükselen devletlerden farkını ortaya koymuĢtur. Osmanlılar, Bizans ve Ġran devlet geleneklerini kendi uygulamaları içerisine dâhil ederek ve yeni bir kimlik kazandırarak çağın gerektirdiği Ģekillere dönüĢtürmüĢlerdir. Osmanlı Devleti gücünün zirvede olduğu klasik dönem ve sonrasında geliĢtirdiği toprak ve devlet sistemi ile ileri bir devlet yönetim geleneğine sahip olduğunu ortaya koymuĢtur.

Osmanlı Devleti, çok geniĢ topraklar üzerinde yüzyıllarca hüküm süren bir devletti. Dolayısıyla bu geniĢ coğrafyada çeĢitli ırk, din, dil, örf, adet ve kültürlere bağlı toplulukları bünyesinde barındırıyordu. Devlet her yönü ile birbirinden çok farklı ve değiĢik görüntüler sergileyen halkının durumunu gözden geçirmek durumundaydı. Devlet bağlı bulunduğu hukuk sisteminin normlarına uygun olarak onları yönetmek ve onlardan bazı mükellefiyetleri yerine getirmelerini istemek durumundaydı. Bu beklentilerinin ilk ve en önde geleni devlet ve kamu faaliyetlerinin devamlılığını sağlamak amacıyla halkına vergiler yüklemesidir.

Osmanlı tarihinde vergi konusunun nasıl bir önem taĢıdığını daha iyi kavrayabilmek için bütün devlet kuruluĢlarının vergi iĢi ile doğrudan doğruya iliĢkili olduğunu vurgulamak gerekir. Kamu hizmetinde çalıĢan bütün memur ve askerler hazineden nakit para almak yerine, reayanın üzerinde bulunan vergileri kendilerinin maaĢları olarak belirleyen bir sisteme dâhil olduklarından dolayı Osmanlı sistemi diğer Türk -Ġslâm devletlerinin yönetim anlayıĢlarından farklılık arz eder.

Osmanlı Devleti vergi toplama sistemini iki prensip üzerinde inĢa etmiĢtir. Bunlardan birincisi Ġslâm hukuku diğeri ise örf hukukudur. Tekâlif-i Ģeriyye vergi gurubu (cizye, zekât, öĢür, haraç) tamamen Ġslâm hukuku esaslarına göre

10 Ümit Hassan, Osmanlı, Örgüt- Ġnanç- DavranıĢtan Hukuk Ġdeolojiye, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul 2001, s. 20

(19)

belirlenmiĢtir. Osmanlı Devleti‟nde Ģer‟i vergilerin esasını teĢkil eden vergilerin toplanması ve sarf edilmesi gibi hükümler fıkıh kitaplarında tafsilatlı olarak anlatıldığı Ģekildedir. Tekâlif-i örfiyye vergi grubu (imdadiye-i seferiye, imdadiye-i hazeriyye, avarız akçesi, bedel-i nüzül, zahire baha, kürekçi bedeli, kaftan baha, menzil malı vesaire) ise tamamen geleneklere bağlı kalınarak reaya üzerine yükümlenmiĢtir. Bu vergi grubu her döneme, devlete, topluma ve ihtiyaca göre değiĢiklikler gösterebilmektedir11

.

Osmanlı Devleti, Müslüman bir toplumun ana unsurunu oluĢturduğu bir devlettir. Dolayısıyla Ģer‟î hukuku hem nazarî olarak hem de amelî olarak her konuda uygulamaya koymaktan uzak kalmamıĢtır. Tabi bu uygulamayı diğer Türk-Ġslâm devletlerinin metotlarından yararlanarak yapmıĢtır12

.

Osmanlı Devleti diğer Türk Ġslâm devletleri gibi örfi vergileri hayata geçirirken dayanak olarak uzun süren savaĢları ve Ģer‟i vergilerin bu savaĢların maliyetini karĢılamaktan uzak olmasını göstermiĢtir. Büyük bir ordunun beslenmesi, donatılması ve savaĢa hazır hale getirilmesi ayrıca donanmanın da ihtiyaçlarının karĢılanması gibi zorunluluklar devleti bu çeĢit vergiler vücuda getirmeye mecbur bırakmıĢtır13

.

Osmanlı Devleti Ģer‟i vergilerin yanında örf‟i vergiler vücuda getirmek suretiyle ayrıca vergi kaynaklarının potansiyelinin de kaybolmaması için kontrol mekanizmasını devamlı canlı tutmak metoduyla miri arazi rejiminin hayatiyetini ortaya koyuyordu14.

Osmanlı Devleti‟nde Ģer‟i vergilerin yanı sıra örfi vergiler vücuda getirilmesinin arkasında Ġslâm hukukunun oluĢum biçimiyle ve Osmanlı Devleti‟nin içinde bulunduğu siyasi, idari ve hukukî Ģartlarla olan iliĢkinin rolü büyüktür. Devletin içinde bulunduğu ekonomik, askerî ve idarî Ģartlar yeni

11

Erol Özbilgen, Osmanlı Hukukunun Yapısı, Nihal Kitabevi, Ġstanbul 1985, s. 43

12 Mehmet Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, Beta Basım Yayın Dağıtım A.ġ., Ġstanbul 1999, s. 72 13 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin Ġçtimai ve Ġktisadi Tarihi I, Ankara 1959, s. 517

(20)

düzenlemeler yaparken bu esasları dikkate almasını gerektirmiĢtir. Tekâlif-i ġer‟iyye grubunda olan zekât, öĢür, cizye, haraç gibi vergiler devletin mevcut harcamalarını karĢılamaktan uzak olunca devlet de örfi vergiler adı altında yeni vergileri uygulamaya koymuĢtur. Bu uygulama tarım alanlarının güçlü toprak sahiplerinin ortaya çıkmasına neden olacak Ģekilde tek elde toplanmasını ya da vergi tahsilini güçleĢtirecek Ģekilde parçalanmasını engelleyecek bir yöntemle çiftçilere dağıtılmasını ve arazilerin de bu yapıyı bozmayacak Ģekilde düzenlenmesini gerektirmiĢtir. GeniĢ bir coğrafyaya yayılmıĢ bulunan devlette sükûnet ve asayiĢin güçlükle sağlanması ağır bir ceza politikasını, devletin ekonomik darlık içinde bulunduğu dönemlerde para cezalarının, donanmadaki kürekçiye ihtiyaç bulunduğu dönemlerde de kürek cezalarının ağırlık kazanmasını gerekli kılmıĢ devlet de ihtiyaca dayalı olarak bu düzenlemeleri yapmaktan geri kalmamıĢtır. Osmanlı vergi sisteminin temel özelliklerinden birisi tebaasından aldığı vergilerin tebaayı ekonomik ve hukukî yönden rencide etmemesine dayanan uygulama anlayıĢıdır.

1.2.1. Osmanlı Devleti’nde Uygulanan Vergiler

1.2.1.1. ġer’î Vergiler

Ġslâm vergi hukukunun kaynakları Kur‟an, sünnet, icma ve kıyas‟a dayanmaktadır. Zekât, cizye, öĢür ve haraç adı verilen vergiler bu dört temel unsura dayandırılmıĢtır. Ġslâm hukukunun temel kaynağı kurandır. Kur‟an ilk baĢvuru kaynağıdır. Kur‟an dıĢındaki kaynaklar Kur‟anı açıklayan ve yorumlayan normlar durumundadır. Ancak Kur‟an‟da tartıĢma konusu olan durum ile ilgili bilgiler bulunmazsa diğer kaynaklara baĢvurulmaktadır. Osmanlı maliyesinin gelirini teĢkil eden vergiler dört çeĢittir. Bunlardan birincisine zekât adı verilir. Belli bir gelire sahip olan zenginlerin Allah‟ın rızasını kazanmak amacıyla malının kırkta birini fakirlere vermesidir. Zekât‟ın farz olarak değerlendirilmesinde iki prensip gözetilmiĢtir. Birincisi nefsi cimrilikten kurtarmak, ikincisi ise ihtiyaç içinde bulunanlara yardım etmektir. Zengin Müslümanların vermekle yükümlü kılındığı zekât bir yönüyle de malî bir ibadet

(21)

görünümündedir. Bir diğer vergi Müslümanlardan alınan âĢardır. Genellikle arazinin verdiği ürün miktarı üzerinden aynî olarak alınırdı. Miktarı onda bir ile ikide bir arasında değiĢebilmekteydi. Reaya ve sipahi arasındaki iliĢkiyi belirleyen vergidir. ġer‟i vergilerin bir diğeri gayrimüslimlerin tasarruf ettiği topraklardan alınan haraçdır. Fetihden sonra gayrimüslimlerin tasarrufunda bırakılan arazilerden alınan vergidir. Harac-ı Muvazzaf ve harac-ı Mukasseme olarak ikiye ayrılmaktadır. Harac-ı Muvazzaf‟da vergilendirme arazinin büyüklüğüne göre yapılmaktadır. Harac-ı Mukasseme‟de ise elde edilen ürünün 1/10 ile 1/2 arasında değiĢen oranıdır. Diğer bir Ģer‟i vergi ise cizyedir. Gayrimüslimlerin askerlik hizmetleri yapmamaları karĢılığı, korunmalarının bedelini devlete ödemeleridir15

. Bunun yanı sıra devlet; farklı din, dil ve milletlere mensup kiĢileri de ülke sınırları içerisinde tebaa olarak kabul ettiğinden dolayı tekâlif-i Ģer‟iyye grubu vergiler de çeĢitlenmiĢtir. Osmanlı Devleti ilhâk ettiği toprakları hemen tımar sistemine dahil etmeyip, bir müddet eski gelenek ve prensiplere bağlı kalarak verilendirmektedir. Bölge halkının Osmanlı sistemine uyumunu sağladıktan sonra tahrir iĢlemini gerçekleĢtirmekte ve yeniden kendi vergilendirmesine tabi kılmaktadır16

. Temelde zekât, öĢür, cizye ve haraç gibi vergiler esas olmak üzere bunlara bağlı olarak sayıları sekseni bulan Ģer‟i vergilerden bahsedebiliriz.

1.2.1.2. Örfi Vergiler

Osmanlı Devleti‟nde Ģer‟i vergilerin yanı sıra temeli ihtiyaçlardan doğan ve örfe dayanan bir diğer vergi türü de tekâlif-i örfiyyedir. Osmanlı Devleti kendisinden önceki diğer devletlerde olduğu gibi, örfî vergileri belirleyip koymak zorunda idi. Çünkü dönemin özelliği diyebileceğimiz savaĢlar durmaksızın devam etmekte ve de Ģer‟î vergiler bu savaĢların maliyeye getirmiĢ olduğu ek külfetleri karĢılamada yetersiz kalmakta idi. Zamanın Ģartlarına göre büyük bir orduyu beslemek, donatmak ve sürmekte olan savaĢlara hazırlamak gibi gereklilikler Osmanlı devletini örfi vergiler koymaya mecbur bırakmıĢtır. Bu vergilerin konulmasında izlenen sistematik yol ise Ġslâm hukukunun devlet baĢkanına olağan

15 Ziya Kazıcı, Osmanlı’da Vergi Sistemi, Bilge Yayınları, Ġstanbul 2005, s. 87

(22)

dıĢı durumlar için kanun koyma konusunda tanımıĢ olduğu yetkiyi “Ģer‟i Ģerife uygun” olarak harekete geçirmesidir. Bu uygulamanın Ġslâmi dayanaklı olması devletin vilayet kanunnamelerinin baĢına bu ibareyi eklemesinden anlaĢılmaktadır.

Örfi vergiler devamlı gelir kaynağını oluĢturan olağan vergilerdir. Her sancağa ait kanunnamede, Osmanlı mali iĢlem birimi olan akçe üzerinden miktar ve cinsleri ayrıntılı olarak tarif edilmiĢtir. Devlet bu gelirleri dirlik olarak verdiğinden dirliğin sahibi de sahib-i raiyyet olarak anılmaktadır. Dirlik üzerindeki vergileri toplamakla mükellefdir. Osmanlı devleti uzayıp giden savaĢlar ve buna bağlı olarak ekonomisinin içerisine düĢtüğü darboğazları Ģer‟i vergiler ile karĢılayamadığından örfi vergiler tahsis etmek durumunda kalmıĢtır17

.

1.2.1.3. Tekâlif-i Adiye

Tekalif-i adiye, savas giderlerini karsılamak için alınmaktaydı. ġer‟î hukuka göre mali bir terim olarak “ca‟l” adı da verilen bu vergi türü, aralıksız devam eden savaĢlar ve bunların doğurmuĢ olduğu mali krizlerin sonucu olarak ortaya çıkmıĢtır. Ġslâm hukukunun müsaade ettiği bu çeĢit vergilerin devlet tarafından toplanmasında bir sakınca görülmediği gibi bu vergi daha peygamber döneminde hayata geçirilerek Ģehir halkına harp masraflarının yüklendiğini ayrıca kıtlık ve umumi afet gibi toplumsal hayatın varlığını tehdit eden durumlarda mal sahiplerinin mallarına el konulduğu ve bunların topluluk üyeleri arasında bölündüğünü görmekteyiz18

.

1.2.1.4. Tekâlif-i ġakka

Bu vergi grubu savaĢlar, mali krizler ve doğal afetler gibi zorunluluklara bağlı olmaksızın, tekâlif kaidelerine uymaksızın konulmuĢ vergilerdir. Belli bir hukuksal dayanağı ve toplanma esasları olmadığından dolayı bu vergi grubu

17 Bahaeddin Yediyıldız, Osmanlı Toplumu, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi I, Ġstanbul 1994, IRCICA Yayınları, Ġstanbul 1994, s. 471

(23)

toplanılırken adalet anlayıĢının ve hukukî hak kavramlarının dikkate alınması söz konusu olmamaktadır.

Özellikle 17. yüzyıldan itibaren bu çeĢit vergilerin ortaya çıktığı ve hükümdarların da bu çeĢit vergilerin reaya üzerine yüklenmesini engellemek için adâletnameler yayınladıklarını görmekteyiz. Ayrıca tekâlif-i Ģakka‟yı eyalet, liva ve kazalarda hizmet eden idarecilerin halktan aldıkları kanunsuz teklif olarak değerlendiren araĢtırmacılar bu verginin muaf olan yer ve kiĢilerden alınıyor olmasının Ģakka türü olarak algılandığını vurgulamıĢlardır. Bu çeĢit vergilerin sayılarının artmasında devlet idaresinin zayıflamasını ve de paranın dönemin ekonomik göstergelerine bağlı olarak değer kaybetmesini gerekçeler arasında sayabiliriz19.

Tekâlif-i örfiye aslında esas itibariyle geçici ve olağandıĢı durumlarda dıĢ savaĢlar ve iç sorunların çözülmesi için bir teklif olarak konulmuĢ bir vergi grubudur. Ancak bu tekliflerin daha sonra “tekâlif kavaidine” aykırı olarak halka yükletilmesi ile birlikte artık bu vergiler “Ģakka” olarak anlam bulmuĢtur.

Devletin güçlü olduğu dönemlerde, Hazine-i Amire‟nin olağanüstü durumlar için bünyesinde nakit para ve sefer masrafları bulundurduğu bilinmektedir. Ancak ani ve sıkıntılı dönemler baĢ gösterince hazinenin hazırlıksız yakalanması söz konusu olmaktadır. Böylece seferler için bu suretle bir teklif konulması durumu ortaya çıkmaktadır.

Devletin sınırlarının geniĢlemesine bağlı olarak ayrıca XVI. yüzyıl ile birlikte güçlü rakiplerin ortaya çıkması sonucu savaĢların maliyeti artmaya baĢlamıĢtır. Tabi ki bu zorunluluk devleti yeni vergiler tesis etmeye yöneltmiĢtir. Bu yeni vergi grubunu devlet aynî olarak, nakit olarak ve hizmet olarak talep etmektedir. Dolayısıyla konulma amaçlarına uygun bir hüviyet kazanmaktadır. Çünkü bu vergi grubunu Ġslâmi açıdan yasallaĢtıran anlayıĢ tebaanın gaza ve cihad için gücü oranında fedakârlıklarda bulunmasıdır. Tebaa bu fedakârlığı

(24)

bedenen bir hizmet görerek veya bir ürün ihtiyacını sağlayarak ya da bunların karĢılığı olan nakit parayı ödeyerek yerine getirmektedir. 16. ve 17. yüzyıl ulaĢım teknolojilerinin ve risklerinin etkisiyle devlet daha çok bu vergi grubunu nakit olarak tebaasından talep edebilmektedir.

Osmanlı Devleti daha önceki Müslüman-Türk devletleri gibi siyasi birliğinin devamını sağlamak için bir takım örfi vergileri yürürlüğe koymak durumundaydı. Özelikle klasik dönem ve sonrasında uzun süreli savaĢların yaĢanıyor olması devleti Ģer‟i vergiler dıĢında bir takım örfi vergiler vücuda getirmeye zorunlu kılıyordu.

Büyük bir ordunun iaĢe ve ikmal kaynakları ile donatılması ve savaĢa hazır bir konuma getirilmesi gerçeği devleti örfi vergileri hayata geçirme noktasında dayanak aramaktan kurtarıyordu. Devletin savaĢ için ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri, herhangi bir nakdi ödeme yapmadan bu mal ve hizmetleri üreten gruplardan vergi Ģeklinde aynî olarak tahsil etmesi; Osmanlı Devleti‟nin savaĢ ekonomisine uygun bir mali ve askeri örgütlenme içerisinde olduğunu göstermektedir20

.

Osmanlı Devleti olağanüstü durumların gerektirdiği masraflar ile bu olağanüstü durumlarda ihtiyaç duyduğu çeĢitli niteliklere sahip gıda maddelerini, savaĢ alet-gereç ve masraflarını belirli vergi kaynaklarından karĢılayamayacağını anladığı zaman yerinde müdahaleler ile ülkenin bütün olanaklarını seferber kılmaya karar verirdi. Alınan bu karar doğrultusunda kendisine gerekli olan para, hizmet, eĢya ve ürün miktarları tespit edilerek çeĢitli mıntıka ve mahallere bu yükümlülük paylaĢtırılırdı21

.

20

Mehmet Genç, 18. Yüzyılda Osmanlı Ekonomisi ve SavaĢ, Osmanlı Ġmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Yayıncılık, Ġstanbul 2002, s. 218

21 Halil Ġnalcık, Osmanlı Ġmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Cilt: I, Eren Yayıncılık, Ġstanbul 2000, s. 60

(25)

1.2.1.5. Avarız Vergileri

Osmanlı vergi literatüründe salgun ya da salma olarak adlandırılan avarız-ı divaniye vergileri çeĢitli Ģekillerde (aynî, bedenî, nakdî ve hizmet olarak) tahsil edilirdi. Fakat zamanla tamamen nakdi bir vergiye dönüĢmüĢtür. Reayanın çeĢitli imkânları kullanmasına bağlı olarak avarız-ı divaniye farklı isimlerle anılmaktaydı. Bunlara menzil malı, bedel-i nüzül, zahire baha, han kirası ve çayır kirası gibi isimleri örnek olarak sayabiliriz.

Avarız vergisini bazı araĢtırmacılar beledi masrafların kaldırılmasına bağlı olarak oluĢturulan yeni gelirler arasında saymaktadırlar. Bazıları ise vergi ve bütçe terimi olarak birbirine bağlı anlamlarına iĢaret ederek avarızın arızî özelliği üzerinde durmuĢlardır22

.

Osmanlı vergi sisteminin hukuksal dayanağı Ģeriattır. Ancak Ģer‟iat diğer bütün alanlarda olduğu gibi vergi konusunda da “ulu‟l-emr‟e “ kural koyma veya bu kurala uygun, reayadan aynî veya nakdî talepte bulunma yetkisi vermiĢtir. Ancak bu yetkinin kullanılabilmesi için reayaya bir hizmet götürülmesi ön koĢulu bütün alanlar için geçerlidir. O yüzden Osmanlı vergi sisteminde vergilerin bir bölümü doğrudan Ģer‟i niteliklidir.

Örfi vergiler ise doğrudan statü vergileri ve niyabet türü vergilerdir. Statü vergilerinin en belirgini raiyyet rüsumu diye adlandırılan vergilerdir. Reayanın evli veya bekâr oluĢuna, tasarruf ettiği toprak büyüklüğüne göre alınan bu vergilerin miktarı, ne zaman toplanacağı hükümdar tarafından belirlenir.

Salgun veya salma türü vergilerin genel kökenine gelince; ordunun herhangi bir bölgeye gelmesi ve konuĢlanması sonrası köylülerden erzak ve hayvan yemi talep edilmesi adettendi. Zamanla bu gelenek salarlık ve salariye adıyla dirlik sahibinin Ģer‟i öĢür‟e ek olarak tahsil edeceği düzenli bir vergiye dönüĢtürüldü. Bu vergi yükünün reaya için daha esnek bir orana indirilmesi ancak çok geniĢ bir yelpazeden talep edilmesi ile sağlanabilirdi. Yalnız bu durum

(26)

buğday ve arpa gibi ürünlerin toplanıp orduya intikali sorununu beraberinde getiriyordu. UlaĢım teknolojileri ve maliyetleri de devreye girince Osmanlı bürokratları pratik çözümler üreterek uzak mahallerden aynî vergileri nakdî vergilere dönüĢtürüp elde edilen nakit paraları ordunun sefer güzergâhına yakın alanlardaki yerel pazarlar üzerinden alım yaparak, bu çevrelerdeki kalelere yığınak yapmak suretiyle çözüme kavuĢturuyorlardı. Bu yeni organizasyon sefer güzergâhı çevresindeki alanlar için önemli bir gelir ve refah kaynağı idi23

.

16. yüzyılın sonlarında yaĢanan uzun süreli savaĢlar ve bu savaĢların yaratmıĢ olduğu ekonomik darboğaz, nakdi karĢılıkların düzenli vergiler haline gelmesine neden olmuĢtur. Eski örf ve adetlerin uygulaması sonucu yeni vergiler vücuda getirmek Osmanlı vergi sisteminin tekrarlana gelen bir yöntemidir. Avarız vergileri avarız hanesi denilen birimler üzerine tarh edilirdi. Muaf olanlar çıkarıldıktan sonra geri kalan köy veya mahalle nüfusu tespit edilip belirli sayıda gerçek hane bir avarız hanesi olarak kaydedilirdi. Bir avarız hanesinin üç ile on gerçek hane arasında değiĢtiği bilinmektedir. Avarız hanesinin gerçek hane ile ilgisi yoktur. Hane; genel olarak ev demektir. Osmanlı vergi sisteminde ki anlamı ise bir evde oturan evli çifttir. Tahrir defterlerinde hane (evli) ve mücerred (bekâr) tabirleriyle kaydedilen nüfus, askeri hizmetler için muafiyet tanınanlar dıĢındaki aile reisleri ve aileye kazanç sağlayabilecek durumda olan erkek fertleri esas almaktadır. Avarız hanesi üç, beĢ, yedi, on, on beĢ evden oluĢan bir vergi birimidir. Ġmparatorluğun her yeri için standart bir avarız hanesi birimi de yoktur. Her kaza için farklı ölçüler esas alınmıĢtır. 16. yüzyıldaki tahrir defterlerinde avarız ile ilgili bazı kayıtlara rastlanmaktadır. Bundan avarız için ayrıca bir tahririn yapılmadığı tımar ve zeametleri belirlemek ve devletin baĢtan beri ala geldiği vergileri tespit etmek amacıyla yapılan genel tahrirler sırasında avarız hanelerinin de tespit edildiği anlaĢılmaktadır24. Periyodik olarak ayrıntılı nüfus sayımları artık yapılmamaktadır. Ayrıca mevcut kaynaklarda kıt ve yetersiz durumdadır. Bu dönemde Osmanlı yöneticileri kırsal ve kentsel alan halkına yeni

23 Halil Ġnalcık, Osmanlı Ġmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Cilt: I, s. 139 24 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Kardelen Kitabevi, Konya 1998, s. 194

(27)

vergiler yüklemektedir. Bu yeni vergiler avarız diye adlandırılmaktadır. Bu amaçla yapılan incelemelerde hane sayıları tespit edilmek istenmiĢtir. Devlet ihtiyaç duyduğu zamanlarda divanın teklifi ve padiĢahın tasdiki ile tespit olunan avarız vergilerini, avarız hanelerine zenginlik ölçülerine göre taksim etmekteydi. Bu taksim sonucu olarak hane baĢına 50 akçeden 1000 akçeye kadar para, bunun karĢılığı kadar ot, saman veya zahire, 10-20 haneden bir kürekçi yada bedenen çalıĢacak cerahor olarak her bir haneye bu yükümlülükler yüklenmekteydi. Askeri sınıflar, ilmiye sınıfı, idari hizmet görenler yuvacı25, kayacı, çadırcı, derbendci,

köprücü, çeltikçi gibi ağır sınıflar ile kereste, zift, yelken bezi, ok, yay, saray mutfağı için çeĢitli yiyecek, yeniçeri çuhası gibi aynî mükellefiyetler vermek yükümlüğünde olanlar ayrıca serhat bölgelerinde bulunanlar ile vakıf reayası avarızdan muaftırlar.

1.2.1.5.1. Muafiyet Esasları

Avarız vergileri bir muafiyet anlayıĢını da beraberinde getirmiĢtir. Bu muafiyetler ferdi ve toplu olarak iki guruptur. Ferdi muafiyetler çavuĢ, sipahi gibi askeri hizmetlerde bulunanlarla imam, hatip, kayyum, zaviyedar, tekkeniĢin gibi dini hizmette bulunanlar ile muhassıl, amil adları ile anılan vergi memurlarını ve herhangi bir Ģekilde çalıĢamayacak durumda olup faal nüfusun dıĢında kalanları kapsıyordu.

Toplu muafiyet sağlama konusunda ise devlet; Ģu Ģekilde bir yöntem izlemektedir. Ülke çapında ulaĢtırma ve ticaret güvenliğini sağlayan derbend ve menzil teĢkilatı içerisinde yer alan mahallerin reayası, sağladıkları hizmetlerden dolayı avarız-ı divaniyeden muafiyet elde etmektedirler. Bunun yanı sıra devlet, bir takım hizmet gruplarını da yaptıkları iĢlerden dolayı avarız vergilerinden muaf tutmaktadır. Mesela, posta teĢkilatı içerisinde yer alanlar sundukları hizmetlerden dolayı muafiyet elde etmiĢlerdir. Ayrıca devlet için önem arz eden tuzla ve maden

25

Mithat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, Enderun Kitabevi, Ġstanbul 1986, s. 370, “Saray avcıları için lazım olan Ģahin, atmaca ve doğanları yetiĢtirmek için bunları yavru halinde iken yuvalarından çıkaran kimselerdir. Bu hizmetlerine karĢılık eĢkinci ocağı Ģeklinde tımara sahip olurlar ve bazı divani vergilerden muaf sayılılardı.”

(28)

ocakları gibi ünitelerin üretim faaliyetleri için iĢçi olarak ve yakıt temin etme iĢinde görevli olanlar da bu muafiyetten yararlanmaktadırlar. Osmanlı Devleti çeltik tarımı ile uğraĢanları da bu muafiyet grubu içinde değerlendirmiĢtir. Pirinç tarımı devletin savaĢ ekonomisi içerisinde önemli bir yer tuttuğundan dolayı bu faaliyet ile uğraĢanları da avarız-ı divaniyeden muaf tutmaktadır. Ayrıca göç ve salgın hastalık gibi özel durumlarda vergi ödeme gücünü zorlaĢtıran olaylar karĢısında ve divana yapılan arzlar sonucunda avarız hanesi düzeyleri düĢürülebiliyordu26

. Devletin muafiyet tanıdığı ve karĢılığında bir bölgenin korunması hizmetini verdiği derbendciler ile ilgili Gurre-i Receb 1122 (26/08/1710) tarihli belgede Saruhan Sancağına bağlı Marmara kazasının valide sultan evkafı köylerinden MusabeĢe, Katıkçı ve Selendinin maktua olarak yılda 114.5 kuruĢ malı olduğu anlatılmaktadır. Aynı zamanda bu köylerin AlaĢehir geçidi denilen mevkiin ki, bu mevkii tüccarların ve gelip gidenlerin devamlı olarak kullandıkları bir bölgededir, korunması ve eĢkıya saldırılarından arındırılması yolunda derbendci olma istekleri bulunmaktadır. Bu vakıf köyleri avarız ve bedeli nüzül vergilerini ödemeye devam edeceklerini ancak tekâlif-i örfiyeden muaf olmak karĢılığında derbendci tayin edilmek istediklerini Bâbü‟ssâade ağası aracılığı ile arz etmiĢler ve bu arzları gereği deftere kaydedilmiĢlerdir.

Avarız-ı divaniye vergi gurubu, aynî olarak alınan, hizmet olarak alınan, bedel olarak alınan adıyla sınıflandırılabilir. Aynî olarak alınan avarızın baĢında ordunun ihtiyacı olan zahirenin temini gelir. Bunlardan nüzul asker için gerekli un ile hayvanlar için arpadan ibaret olup karĢılıksız olan gerçek bir vergi hüviyetindedir. Kadılar tarafında toplanıp belirtilen menzilde nüzul eminine teslim edilirdi. Sefer güzergâhından uzak olan yerlerde bedel olarak da alınabilirdi. Ordu için gerekli erzakın bir yere nakli manasına gelen sürsat ise miri fiyattan da olsa karĢılığı ödendiği için hakiki manada bir vergi değil sadece un, ekmek, arpa, koyun, bal vs. maddelerin kadılar tarafında toplanıp belli menzillerde bulunmasını gerektiren bir mükellefiyettir. Devletin sefer hazırlıkları

(29)

sırasında merkezi yerlerdeki ambarlara zahire depolamak veya sefere giden yahut dönen orduların ihtiyacını temin etmek üzere bedeli mukabilinde satın aldığı zahireye iĢtira zahiresi denir. Hizmet olarak alınan avarız vergilerinden birisi kürekçi diye adlandırılır. Donanmada kürek çekmek mükellefiyeti karĢılığında avarız-ı divaniyeden muafiyet elde eden gruplar vardır. Osmanlı donanmasındaki kürekçi hizmeti için çeĢitli kaynaklardan kürekçiler temin edilmekteydi. Ocaklık kürekçi Osmanlı Devleti‟nde uygulanmakta olan örfî tekâlifler, daha doğrusu avarız karĢılığında toplanan bir vergi idi. Kürekçi avarız hanesi hesabına göre toplanmakta ve bunun miktarı zaman, mekân ve iktisadi faktörler sebebiyle değiĢmekteydi. Bir kürekçi vermekle yükümlü tutulan avarız hanesi aynı zamanda o kürekçinin masraflarını da karĢılamak mecburiyetindeydi. Dolayısıyla bu masraflar için tespit edilen belirli miktar akçeyi aralarında zenginlik derecelerine göre toplamaktaydılar. Avarız vergisi, avarız akçesi veya avarız bedeli akçe adıyla nakit olarak da toplanırdı. Avarız akçesi adıyla anılan bu maktu ve nakit vergi zaman içerisinde paranın değer kaybına bağlı olarak artırılmıĢtır. Önceleri savaĢ giderleri için talep edilirken, sonradan her yıl düzenli olarak toplanan bir vergi hüviyeti kazanmıĢtır. Avarız akçesi veya bedeli, vali ve voyvodaların haslarından karĢılayamadıkları masraflarını çeĢitli isimlerle halktan usulsüz olarak toplamak anlamına gelen imdadiye vergi gurubu olarak da adlandırılır. Bu vergi sadece savaĢ masraflarını karĢılamak için değil aynı zamanda barıĢ dönemlerinde ortaya çıkan bazı ihtiyaçların karĢılanması amacıyla da toplanıyordu. Hatta bu vergilerin bir kısmı bütçe açıklarının kapatılması için düzenli vergiler haline de getirilmiĢtir27

.

1.3. Yol Meselesi

Osmanlı Devleti‟nin kuruluĢ ve yükselme dönemlerinde ekonomik, top-lumsal ve siyasal sistemin Ģekillenmesinde fetih ideolojisi etkin bir iĢlevselliğe sahipti. Bu ideoloji, güçlü ve dinamik bir askeri teĢkilatlanmayı gerektiriyordu. Bu nedenle klasik Osmanlı sisteminde fetih ideolojisi ve bu ideolojinin taĢıyıcısı

27 Ġdris Bostan, Osmanlı Bahriye TeĢkilatı, (XVII. Yüzyılda Tersane-Ġ Amire), Türk Tarih Kurumu, Ankara 1992, s. 188

(30)

olan askeri teĢkilatlanma, özellikle de kapıkulları, siyasal sistemin Ģekillenmesinde hayati bir rol oynamıĢlardır. 15 ve 16. yüzyıllar boyunca kapıkullarının en önemli kaynağını “devĢirme” uygulaması oluĢturmuĢ, sadrazamlığa kadar uzanan çok önemli idari makamlar bu kaynaktan gelenlerce doldurulmuĢtur. Klasik sistemde önemli bir yere sahip olan bu uygulama, 17. yüzyılda Osmanlı kurumlarının yeni biçimlere evrilmesi sürecinde iĢlevsizleĢme nedeniyle ortadan kalkmıĢtır.

17. yüzyıla kadar özgün savaĢ ekonomisi, Osmanlı‟nın siyasal ve toplumsal düzeninde belirleyici olmuĢtur. Bu döneme kadar bir taraftan, ülkenin her tarafında vergi tahsili ve mahkemelerin iĢleyiĢi gibi uygulamalar miri toprak rejimi temelinde merkezi yapılanmayı pekiĢtirirken; diğer taraftan, toplumsal sistemdeki farklılıkların varlıklarını sürdürmelerine hoĢgörü ile yaklaĢılması adem-i merkeziyetçi bir niteliği yansıtmaktaydı. Bu anlayıĢa koĢut olarak yeni fethedilen topraklardaki sosyal kurumların iĢleyiĢi ve hatta toprak sistemi, çok yumuĢak bir geçiĢle Osmanlı sistemine uydurulmuĢtur28. Osmanlı‟da toprağın mülkiyet hakkı devletindi, ancak bazı ekonomik ve askeri yükümlülükler karĢılığında kullanım hakkı belirli niteliklere sahip olan kimselere verilmekteydi. Tımar denilen bu sistem, ortaçağ ekonomik Ģartları altında büyük bir ordunun varlığını sürdürebilmesi endiĢesinden doğmuĢ, Osmanlı Devleti‟nin siyasî yapılanması, ekonomik örgütlenmesi ve toplumsal politikalarının Ģekillenmesinde etkili olmuĢtur29

. Tımar sistemi, temelde, eğitim ve donanımı sağlam, güçlü bir ordunun devlet bütçesine yük getirmeden varlığını ve devamlılığını sağlayan bir teĢkilatlanmaya dayanıyordu. Bu ordu, özellikle kuruluĢ ve yükselme dönemlerinde Osmanlı Devleti‟nin en dinamik ama en az maliyete sahip askeri varlığını oluĢturmuĢtur.

Tımara dayalı askeri düzenin Klasik Osmanlı dönemindeki önemini Koçi Bey çeĢitli gözlemleriyle ortaya koymuĢtur. O, baĢlangıçta (geleneksel dönem)

28 Ġsmail Cem, Türkiye’de Geri KalmıĢlığın Tarihi, Can Yayınları, Ġstanbul 1999, s. 110-113

29 Halil Ġnalcık, Osmanlı Ġmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), (Çev.: RuĢen Sezer), Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2003, s.111

(31)

tımar ve zeamet ehlinin çokluğundan, güçlerinden, ne kadar önemli hizmetler gördüklerinden ve ne kadar sağlam asker olduklarından söz ederken, onlar sa-yesinde fetihler elde edildiğini, dünyanın her tarafındaki din ve devlet düĢman-larının onlara karĢı gelmeye güçlerinin yetmediğini, ezanın her yerde okunmasını, her memleketin sultanlarının itaatinin sağlanmasını gerçekleĢtirdiklerini ve iyi Ģöhretlerinin her tarafta yayıldığını ifade eder. Tımarın savaĢta yararlılık ölçütüne göre dağıtıldığını, dağıtımın usulsüz olması durumunda beylerbeyinin devlet nezdinde Ģikâyet edilerek usulsüzlüğün önlendiğini belirtir. Ancak, tımarın usulüne uygun olarak dağıtılmaması ileride sistemin çökmesinin önemli bir nedeni olacaktır30

. Tımarların dağıtımında gözetilen kıstas, ancak yüksek askeri yeterliliğe sahip olanların tımar, özellikle de zeamet sahibi olabileceğini gösteriyor. Bu durum, tımarlı sipahilerin eğitimlerinin mükemmelliğini açıklamaktadır.

Osmanlıdaki toprak sistemi ve siyasi idare yapılanması sipahilerin bir ekonomik sınıf ve asalet yapılanması Ģeklinde geliĢmesine imkân vermemiĢtir. Bu anlamda, Osmanlı toprak sistemi feodal bir yapılanma olarak görülemez. Devletin sipahiye vermiĢ olduğu yetkiler, toprak üzerindeki sıkı devlet denetimini sağlayan memuriyetten fazla bir anlam taĢımamaktaydı. Tımar rejimi, devletin toprak sisteminin olduğu gibi köylünün sosyal konumunun da temel belirleyicisiydi. Devlet, sipahi vasıtasıyla vergilerini merkezi hazinesinde toplar, oradan maaĢ olarak dağıtırdı31

Osmanlıda sipahiye “sahib-i arz” yani toprağın sahibi denilmesine karĢın, sipahilerin toprağı kendi mülkiyetlerine geçirmeleri söz konusu değildi. Sipahi, Devletin toprak yasalarını uygular, boĢ toprakları, sözleĢmeyle ve peĢin ödenen bir kira, “tapu resmi” karĢılığında talep eden köylünün tasarrufu altına verirdi. Köylü ise, toprağı sürekli iĢlemeyi ve zorunlu vergileri ödemeyi üstlenirdi. Ekinlik, bostan ya da çayır olarak aldığı toprağın kullanımını değiĢtiremezdi. Toprağı üç yıl boyunca bir neden olmaksızın boĢ bırakırsa, sipahi toprağı baĢkasına verebilirdi. Osmanlı‟da feodal bir toprak

30 Yılmaz Kurt, (Yay. Haz.) Koçibey Risalesi, Akçağ Yayınları, Ankara 1998, s.23-26, 47-50, 69-71 31 Orhan Türkdoğan, Sosyal Hareketlerin Sosyolojisi, BirleĢik Yayıncılık, Ġstanbul 1997, s.177, 178

(32)

düzeninin olmayıĢı, Batıdaki gibi bir burjuva sınıfının ortaya çıkmasını zorlaĢtırırken, değiĢimin merkeziyetçi niteliğine güç kazandırmıĢtır.

16. yüzyıldan sonra toprak düzeninde ve askeri düzende ilk değiĢmeler kendini göstermeye baĢlamıĢtır. Karpat‟ın ifadesiyle, “Aslında, sipahilerin ve eski tarz tımarların çöküĢü klasik dönemin sonuna iĢaret eder”32

. Bu çözülmede, Koçi Bey‟in gözlediği gibi, tımarların dağıtılmasında gözetilen ehliyet ölçütlerinden uzaklaĢma etkili olmuĢtur33

. Aynı konuya vurgu yapan Lütfi PaĢa, tımar ve zeametlerin iĢletebilecek kiĢilere verilmesi ve vezirlerin kendi emrinde bulunan kimselere zeamet vermemesi gerektiğine ve sipahiye verilecek olan tımarların birleĢtirilmemesi gereğine dikkat çekmiĢtir34

. Tımar dağıtımının bozulmasında etkili olan diğer bir neden ise, tımar kayıtlarının tutulduğu devlet dairelerindeki karıĢıklıktır. Bu karıĢıklılar, seferlerde büyük bir dikkatle yapılması gereken tımar sahiplerinin yoklamalarının düzenli yapılamaması ve yoklama kayıtlarının bir sonraki tımar dağıtımına kaynaklık etmek üzere itina ile korunamamasından kaynaklanmıĢtır. Kayıtlar o kadar karıĢık bir hal almıĢtır ki, boĢ kalan veya sahibi ölen tımarları tespit etmek çoğu kez mümkün olmamıĢtır. Bu durum usulsüzlüklere yol açmıĢtır35

. Tımara dayalı toprak sistemindeki çözülmeye daha sonra dıĢ ve iç ekonomik geliĢmelere bağlı yeni sorunlar eklenmiĢtir.

Yeni ticaret yollarının bulunmasıyla Osmanlı‟nın nüfuz alanındaki yolların önemlerini yitirmeleri, hammadde ve hububat kaçakçılığının yaygınlaĢması, paranın sürekli değer kaybetmesi, fethedilen toprakların yeni ve büyük masraflara yol açması, hububat kaçakçılığının ordunun iaĢesinin karĢılanmasını daha masraflı bir hale getirmesi, yeniçerilerin maaĢlarındaki artıĢlar gibi nedenlerle Osmanlı devleti çok büyük bir mali krizle karĢı karĢıya kalmıĢtır. Daha önce memur askerlere dağıtılan toprak, geliri devlete ödemeyi garanti eden mültezimlere ihale

32 Kemal H. Karpat, Osmanlı ModernleĢmesi, (Çev.: Akile Zorlu Durukan-Kaan Durukan), Ġmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2002, s. 58

33 Yılmaz Kurt, age., s. 93 34

Mübahat S. Kütükoğlu, (Yay. Haz.), Lütfi PaĢa Asafnamesi -Yeni Bir Metin Tesisi Denemesi”, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu‟na Armağan, Edebiyat Fakültesi Basımevi, Ġstanbul 1991, s. 65

35 Ömer Lütfi Barkan, “Timar Maddesi”, Ġslâm Ansiklopedisi, Mili Eğitim Bakanlığı Yayınları, Cilt: XII/I, EskiĢehir 1997, s. 321

(33)

edilmeye baĢlanmıĢ, garanti altına alınan para ile devlet, ekonomik bir rahatlama sağlamayı amaçlamıĢtır. Böylece, sipahi ordusu tedricen sahneden çekilirken, Osmanlı geleneksel düzenini sonlandıran süreç baĢlamıĢtır36

. Tımarların en çok para getiren mültezimlere verilmeye baĢlanmasının iki önemli sonucu vardır: mültezimler, devlete ödediklerinden daha fazla vergiyi halktan toplamak için baskıcı bir yönteme baĢvurmuĢlar ve kendilerine verilen toprakları kendi mülkleri haline getirmeye çalıĢmıĢlardır. Zaten iĢlerliğini kaybetmiĢ olan tımar sistemi Tanzimat‟la birlikte ortadan kalkmıĢtır37. Ekonomik alanda ortaya çıkan geliĢmeler tımar sisteminin sonunu hazırladığı gibi, diğer geleneksel Osmanlı kurumları üzerinde de derin etkiler bırakmıĢtır.

Fetihlerin durması, Avrupa teknolojisi karĢısında gerileme gibi nedenlerden kaynaklanan ekonomik alandaki altın ve gümüĢ sıkıntılarının etkisiyle tımarların dağıtımında yeterlilik kriterleri, yerlerini kısa sürede bol nakit sağlama kriterine bıraktı. Bu duruma tımarların dağıtımında etkili olan hediye ve rüĢvet iliĢkileri de eklenmiĢtir. Tımar sisteminin bozulmasına, toprak düzeni ve onunla iliĢkili olan diğer kurumların çözülmeleri ve yeniden yapılanmaları eĢlik etmiĢtir.

Büyük ve derin iç değiĢimler yaĢayan klasik Osmanlı sistemi 17. yüzyılın sonunda çözülmeye baĢlamıĢ, buna savaĢ yenilgileri de eklenince yönetim ve toplumun yeniden yapılandırılması çabaları hız kazanmıĢtır. Bu süreç “... merkezi yönetimin sıkı kontrolü altında, katı bir Ģekilde yapılanmıĢ toplumsal düzenden toplumsal grupların farklılaĢtığı ve kendilerini piyasa güçlerinin baskı-sına uydurdukları, daha esnek bir sisteme geçiĢten ibarettir”. SavaĢ yenilgilerinin yanında Batıdaki ekonomik geliĢmelerin etkisinin hissedildiği bu dönem, değiĢim dinamiklerinin geliĢmesinde yeni bir evreyi temsil etmekteydi. Batı etkisi, Osmanlı ekonomisini Batıya yakın kentlerinden baĢlamak üzere küresel ekonomik

36 Ġsmail Cem, age., s. 158

37 Halil Cin, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya 1992, s. 82

(34)

iliĢkiler içine çekmiĢtir38

. Yeni bir toplumsal düzen ve yeni sosyal grupların varlıklarının ve etkinliklerinin arttığı bu dönemde, ekonomik ve toplumsal geliĢmelerin devletlerarası iliĢkiler tarafından belirlendiği görülmektedir. Bu bağlamda savaĢ-ekonomi iliĢkisi birbirileri üzerinde belirleyiciliği olan iki süreç olarak karĢımıza çıkmaktadır.

Genç, Osmanlı ekonomisinin 1760‟lı yıllar öncesinde yayılma ve geniĢleme eğilimine, daha sonraki uzunca dönemde ise, daralma eğilimine sahip olduğuna dikkat çekerek, ekonomideki bu eğilimlerin savaĢların sonuçlarıyla iliĢkili olduğunu ileri sürer. Ona göre, 18. yüzyılın ikinci yarısında öncelikle savaĢın ekonomiden istediği mal ve hizmetler miktar olarak artmıĢ, girilen savaĢlardaki baĢarısızlıklara, savaĢların getirdiği yükler de eklenince ekonomik kaynakların kullanımındaki dengeler alt üst olmuĢtur. Bu dönemde, savaĢ için talep edilen malların fiyatlarında ve bütçe giderlerindeki büyük artıĢ, ekonomik dengelerin kontrolden çıkmasında etkili olmuĢtur. Özellikle, önlenemeyen bütçe açıklarının tetiklediği yatırım ve üretim sorunları, enflasyon sorununun baĢ göstermesini beraberinde getirmiĢtir39

. Osmanlı‟da ekonomik ve askeri alanda yaĢanan sorunlar, güçlü bir askeri yapılanma ve dinamik bir savaĢ gücünün ancak güçlü ve dinamik bir ekonomik geliĢme ile mümkün olacağını göstermiĢtir. Kapitalizme geçiĢle birlikte ekonomik yapılanma ülke sınırlarını aĢan etkileĢimler çerçevesinde belirlenmeye baĢlamıĢtır. Bu etkileĢimlerde sosyal yapının iç deviniminden kaynaklanan grupların ve geliĢmelerin yönlendiricisi olacak bir esneklik ve dinamizme sahip olmaması devleti geliĢmeler karĢısında savunmacı ve statükocu bir marjinalliğe itmiĢtir.

Sipahiliğin 17. yüzyıl baĢlarında çöküĢüyle ayanlar, toprak tahsisi ve vergilerin tahsilâtı süreçlerinde yer aldılar. Ayanların genelinde tam otonomi istemi, merkezi bağlılığı reddetme ve vergiden kaçma eğilimlerine rastlanmaz. Onların talepleri can ve mal güvenliklerinin sağlanması, tanınmaları ve idari bir

38 Kemal H. Karpat, age., s. 64

39 Mehmet Genç, Osmanlı Ġmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Yayınları, Ġstanbul 2000, s. 222

(35)

görevde istihdam edilmeleriyle sınırlıydı. Ayanlar, yerel idarelerini adet ve gelenekler kadar etkinlik, pratiklik gibi temeller üzerine kurarak, Avrupa‟daki bilimsel, ekonomik ve teknik geliĢmiĢliğin ürünlerini adapte edebilecek yerel yapıların örneklerini sunmuĢlardır. 17. yüzyıl baĢlarından itibaren merkezi idarenin ekonomik ihtiyaçlarını para (nakit) olarak karĢılama eğilimi, vergileri toplamada geniĢ yetkilerle donatılmıĢ olan beylerbeyilerinin, vergileri nakde dönüĢtürmede yerel toplumsal liderlere dayanmalarına neden olmuĢtur. Bu iĢlev, ayanların sosyal güçlerini pekiĢtirmekle kalmamıĢ, onların devlet yönetiminde söz sahibi olmalarına da neden olmuĢtur40

. Eski toprak sisteminin zayıflamasıyla birlikte müftülerden beylerbeylerine, yeniçerilerden kadılara kadar geniĢ kesimler ayan olma yarıĢına girmiĢlerdir. 16. Yüzyıldan itibaren “avarız”, “imdad-ı seferiyye”, “imdad-ı hazeriyye” gibi vergilerin toplanmasında vilayet ayanlarına baĢvurulması, ayanların devlet karĢısındaki önemlerini artırmıĢtır. Yine bu yüzyıldan itibaren ülkede baĢ gösteren altın ve gümüĢ kıtlığı köylülerin vergi yükümlülüklerini artırmıĢ, onların ayanlara büyük faizler karĢılığında borçlanmalarına neden olmuĢtur.

Karayolu ulaĢımı çeĢitli devrelerden geçerek günümüzdeki geliĢme seviyesine ulaĢmıĢtır. Ortaçağ boyunca bütün dünya ülkelerinde ve bu arada Osmanlı Devleti‟nde karayollarının bakımsızlığı, deniz yollarının geniĢ ölçüde tercih edilmesinden doğmuĢtur. Bunun bir sonucu olarak anayolların yerini kıyı Ģehirlerinden, limanlardan Anadolu‟nun içlerine giden yollar almıĢtır. Eski kervan yolları ağının yerine geçen demiryolları ise 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra, karayollarının önemini daha da azaltan bir darbe olmuĢtur.

Osmanlı Devleti de bu geliĢmelerden etkilenmiĢ, ulaĢım politikalarını çağın Ģartlarına göre oluĢturmak zorunda kalmıĢtır. Yalnız ulaĢım alanındaki teknik geliĢmeler Osmanlı Devleti‟nin sosyal ve ekonomik sıkıntılar içinde bulunduğu döneme denk gelmesinden dolayı, bu alanda tam geliĢme sağlanamamıĢtır. Yabancı devletler Osmanlıların bu durumundan yararlanarak Osmanlı ulaĢım ağını kendi çıkarları doğrultusunda oluĢturmuĢlardır. Özellikle

(36)

demiryolu yapımı liman kentleri ve hinterlandında kurulmuĢ, daha çok Osmanlı iç pazarına hükmetmek yerüstü ve yer altı kaynaklarını ele geçirmek amacına yönelik olarak yabancı devletlerin denetiminde gerçekleĢmiĢtir41

.

Türkiye‟nin en azından Tanzimat‟tan bu yana çözmeğe uğraĢtığı sosyal ve ekonomik sorunlar, yol davasının baĢarıya ulaĢması ölçüsünde ve buna paralel olarak baĢarılmıĢtır. Çünkü bu sorunların çözülebilmesi hizmetlerin yürütülebilmesi, bir amaç değil bir araç olarak düĢündüğümüz yol ağına sıkı sıkı bağlı bulunmaktadır. Tarihi sürece baktığımız zaman bütün toplumlar için kapalı toplumdan açık topluma geçmede; toplumsal ve iktisadi bir bütünleĢmeye varmada yolun büyük rolü olduğunu belirtmek gerekir.

Türkiye‟de yol konusunda vergilendirme cumhuriyet sonrası dönemde 23.02.1925 gün ve 542 Sayılı Yol Mükellefiyeti Kanunu ile hayata geçirilmiĢ ve 18-60 yaĢ arasındaki erkek vatandaĢların il yollarının yapım çalıĢmalarına katılmaları öngörülmüĢtür. 12.06.1929 gün ve 1525 sayılı ġose ve Köprüler Kanunu ile 542 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname‟de öngörülen “yol mükellefiyeti” “yol vergisi”„ne dönüĢtürülmüĢ, 29.02.1952 gün ve 5889 sayılı Akaryakıttan Alınacak Yol Vergisi Kanunu ile de vatandaĢtan yol parası alınması uygulamasına son verilerek bu pay, akaryakıta yüklenmiĢtir42

.

1.3.1. Osmanlı Devleti’nde Yol Meselesinde Zorunlu ÇalıĢmayı Getiren Ġlk Yasal Düzenleme

1853‟te yapılan yasal düzenleme zorunlu yol çalıĢmasına ilk örnektir. Fakat bu düzenleme birkaç yerde uygulanmak üzere hazırlanmıĢ pilot uygulamadır. 1861‟de yapılan düzenleme de yine bir pilot uygulama olmuĢtur. Batı devletleri ve Fransa örneğinden alınan bu iki örnek yasal düzenleme, uygulamada edinilen deneyimler ıĢığında, tüm ülke çapında uygulanacak yol yükümlülüğünü getiren yasal düzenleme olarak 1869‟da yeniden hazırlanmıĢ ve

41 Ġlhan Tekeli ve Selim Ġlkin, “Türkiye’de Ulaştırmanın Gelişimi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt: 9, Ġstanbul 1983, s. 2758

(37)

Osmanlı Devleti‟nin bütününde uygulamaya konulmuĢtur. Ülkede yaĢayan belli bir yaĢ grubundan tüm erkeklere getirilen yol yükümlülüğü, bazı değiĢikliklerle beraber 19. yüzyılın sonuna kadar devam etmiĢtir. Daha sonra ise Ģirketlere yol yapımının verilmesi veya yabancı devletlere karayolunun yaptırılması uygulamaları görülmüĢtür.

Tarik Komisyonu tarafından hazırlanan ilk talimatname 29 Kasım 1853 tarihlidir. Pilot uygulama olarak hazırlanan ve karayolunda çalıĢma yükümlülüğü getiren bu ilk düzenleme sadece Ġzmir, Kütahya ve Ġnebolu‟da uygulanmak amacıyla hazırlanmıĢtır. Ġlk düzenleme olduğu için eksikleri oldukça fazla olan bu yasarım bir baĢlığı da yoktur. Metinde geçen bir cümleden yararlanılarak, “Tesviye-i Turuk-ı Umumiyye Hakkında Ta‟limat” olarak adlandırılan bu düzenleme iki bölümden oluĢmaktadır. Bu pilot uygulama sonucunda ortaya çıkacak bilgi ve deneyimden yararlanılarak, daha geniĢ alanda uygulanacak, yeni bir yasal düzenlemeye gidileceği düĢünülmüĢtür43

.

Ġki bölümden oluĢan bu düzenlemenin birinci bölümü yapılacak yolların teknik özellikleri ve yol güzergâhının nasıl seçileceğine iliĢkin hükümleri içermektedir. Ġkinci bölümde ise, yol yapımında çalıĢtırılacak yükümlülerin belirlenmesi ve bunların yapacağı iĢlerin neler olacağı sayılmaktadır.

Yukarıda belirtildiği gibi yol yapımı yeni Ģartlara göre yeniden ele alınmakta ve karayolu ağının oluĢturulmasına yönelik çalıĢmalar bu yasal düzenlemeyle baĢlatılmaktadır. Yeni anlayıĢa göre yapılacak yol artık araba yolu olacaktır. Bu nedenle yasal düzenlemenin ilk bölümünde yapılacak bu tür yolun bütün teknik özellikleri tek tek sayılmaktadır. Böylece Osmanlı yollarında çağın yeni yol tekniği olan makadam usulüne göre yapılması öngörülmüĢtür.

43 Selahattin Tozlu, “Osmanlı Yol Düzenlemeleri (1839-1908)”, Osmanlı Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, Cilt: III, Ankara 2000, s. 647

(38)

Yol yapımının yeni standartlara göre nasıl yapılacağım düzenleyen ilk bölümde, bunun için yapılacaklar ayrıntılı olarak Ģöyle belirtilir; yolun fazla çamur ve bataklıktan dolayı gidiĢ geliĢin tamamen kesintiye uğradığı yerlerde, altı arĢın geniĢliğinde Ģose kaldırım yapılıp iki tarafına birer buçuk arĢın yer bırakılacaktır. Gerekli yerlere açılacak hendekler de bir buçuk arĢından az olmayacaktır. Yapılacak Ģosenin kaldırımları makadam usulünde olacak ve fazla çamurlu yerler yarım arĢın derinliğinde ve daha uygun yerlerin zemininin cinsine göre sekiz ve altıparmak kalınlığında kazılıp ceviz tanesi büyüklüğünde kırılmıĢ taĢlar ile kaplanacaktır. Yolun çamurlu olması halinde, yol eğer dar ise ilkönce geniĢliği altı arĢın olmak üzere yapılıp, sonra suların akıtılması için hendekler ve gerekirse yola bitiĢik alçak yerlere lağımlar açılacaktır44.

Yol güzergâhı taĢlık olursa buradaki kayalar kırılıp düzeltilecek ve elde edilen taĢ ve çakıllar yol yapımında kullanılacak, çıkan taĢlar yol yapımına uygun değilse baĢka yerden taĢ getirtilecektir. Yol güzergâhına döĢenecek taĢ tabakanın kalınlığı üç buçuk parmak olacaktır. Tamamen kayalık olan yol güzergâhına yeniden bir taĢ tabaka döĢemeye gerek yoktur. Böyle yerlerde zeminin düzeltilmesi yeterli görülmüĢtür. Yolun geçeceği zeminin alçak olması durumunda taĢ döĢenerek yol güzergâhı gerekli yüksekliğe çıkarılacaktır. Nehirlere denk gelen noktalarda köprülerin yapılacağı belirtilmektedir. Bu köprülerin ayakları harç ve taĢtan, diğer kısımları ahĢaptan yapılacağı belirtilmiĢtir.

Yasal düzenlemenin ikinci bölümü, yol çalıĢmasına katılacak kiĢileri ve bunların yapacağı iĢleri belirlemektedir. Ġlk baĢta yapılacak yolun, inĢaatın önemine göre yapılması öncelikli yerleri, mühendisler tarafından iĢaretlenecektir. Yapılacak yolun baĢından ve sonundan baĢlanarak her on saatlik mesafede bir baĢlangıç noktası belirlenecektir. Böylece yol yapımına parça parça devam edilecektir. On saat mesafelik her bölüm, çalıĢma yükümlüsü halka

44 Selahattin Tozlu, agm., s. 647

Referanslar

Benzer Belgeler

The foremost aim of any herbicide application method is to cover the target (weed) most effectively and to take out the weed affected crop alone with minimum contamination to

İptal davalarında ispat faaliyeti bu ve diğer çevre koşullarından ötürü güçlük oluşturduğundan İsviçre Hukukunda bir kısım kanuni karineler oluşturulmuştur. Türk

O aralıkta Cumhuriyetçi Mesleki Islahat Partisi, Adalet Partisi, Çalışma Partisi, Memleketçi Parti, Türk İşçi ve Çift çi Partisi,. Mutedil Liberal Partisi, Yeni

Bir toplumsal mücadeleler arenasına dönen Türkiye’de bu mücadelelere konu olan her şey sanatın her dalında, kültürün her veçhesinde kendisine bir ses, bir

Tıkanan sermaye birikimi rejimine eşlik eden siyasal kriz, yani toplumsal sınıfl arın siyasal partilerle bağının kopması ve kendilerini temsil edecek hükûmetlerin

etmesi olarak değil, Türkiye’deki sermaye düzeninin yeni arayışları ile o döneme kadar belirli bir olgunluk kazanan toplumsal/muhalif dinamikler arasındaki çelişkinin

bölümünde ise Osmanlı Devleti’ndeki kurumsal yapının Cumhuriyet Türkiye’sine büyük ölçüde aktarıldığı, Cumhuriyeti kuran kadroların da Osmanlı

Böylece kadınlar, ilk kez II. MeĢrutiyet döneminde Darülfünun‟da eğitim görmeye baĢlamıĢ oldular. Feminizm akımının etkisinin yanı sıra bir de Tanzimat