• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet dönemi vergi kanunlarımızın önemli bir bölümü Batı Avrupa ülkelerinin özellikle de Federal Almanya kanunları örnek alınarak hazırlanmıĢtır. Zaman içinde bu kanunlarda önemli değiĢiklikler yapılarak vergi kanunları önemli ölçüde kendi kanunlarımız haline getirilmiĢtir.

Ġttihat ve Terakki‟den beri gelen azınlıklar aleyhine yaklaĢım Ġkinci Dünya SavaĢı döneminde devletçilik Ģemsiyesi altında yapılmaya baĢlandı. Birinci Dünya SavaĢı döneminde olduğu gibi Ġkinci Dünya SavaĢı döneminde de mal kıtlıkları ortaya çıktı, devlet denetimine rağmen büyük spekülatif kazançlar elde edenler oluĢtu. Aslında spekülatif kazançlar o dönemde diğer ülkelerde de olmuĢtur. Bu kazançlar Varlık Vergisi, Toprak Mahsulleri Vergisi ve Toprak Mahsulleri Vergisinin tam uygulanamadığı düĢünülerek “Yol Vergisi” ile devlete intikal ettirilmeye çalıĢılmıĢtır94

.

Atatürk‟ün mali politikaları temelde; güçlü hazine, denk hatta fazla bütçe, piyasadaki gelir artıĢına paralel bir vergi artıĢı, üretimi olumsuz etkilemeyen vergileme esasına dayanmaktaydı.

1923 ile 1940 arasında vergi sistemine ait prensiplerin baĢında Osmanlı dönemindeki duyun-u umumiye uygulaması gibi nedenlerle mukayyet vergi hâkimiyeti yerine mutlak vergi hâkimiyetine geçerek devletin vergileme hâkimiyeti artmıĢtır. Ġkinci olarak vergilemede faydalanma ilkesinden ziyade ödeme gücü esası gözetilmeye baĢlanmıĢtır. Üçüncüsü vergi yükünde aĢırılığa kaçmadan iktisadi hayatın geliĢimine mani olmayacak seviyede vergilerin tutulmasını temin etmek istenmiĢtir. Dördüncüsü, vergi hâsılatı yeni vergiler koyarak değil de, vergi usullerini ıslah ederek artırmaya çalıĢılmıĢtır. BeĢincisi

93

Aziz Konukman, “Cumhuriyetin Kuruluş Yılları ve 80 Sonrası Dönemin Bütçe Politikaları-Uygulamaları:

Devletin İnşasından Devletin Tasfiyesine”, Gazi Üniversitesi Ġ.Ġ.B.F. Dergisi, Sayı: 2, 2003, s. 36

94 Gülten Kazgan,. Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi Birinci KüreselleĢmeden Ġkinci KüreselleĢmeye, Ġstanbul Üniversitesi Yayınları No: 22, Ġstanbul 2002, s. 57

köylü üzerindeki vergi yükünü geniĢ ölçüde hafifleĢtirmeye çalıĢmak. Altıncısı hayat Ģartlarını ucuzlatmak için vergilerden imkan nispetinde yararlanmaktır95

. Tek parti dönemi vergileme zihniyeti halkta Ġkinci Dünya SavaĢı döneminde bir bıkkınlığı da beraberinde getirmiĢtir. Ġkinci Dünya SavaĢı yıllarında tek-parti yönetimince takip edilen ve uygulanan vergi politikaları, Türk toplumunun her kesimi üzerine bindirilen ağır bir yük olmuĢtur. GeniĢ halk kesimlerinin CHP‟den ve ona dayanan tek-parti yönetiminden uzaklaĢmasında ve tepki duymasında “vergi politikalarının” büyük rolü vardır.

SavaĢın baĢlamasıyla birlikte Hükümetler, yükünü geniĢ halk kesimlerinin köylü, üretici, memur, iĢçi gibi –çekeceği “vasıtalı olarak vergi alma” politikasını takip etmiĢlerdir. Bu nedenle temel ve ara ihtiyaç maddelerine sık sık vergi konulmuĢ, fiyatlarına zam yapılmıĢtır. Devletin çoğunlukla tek satıcı olduğu temel ihtiyaç maddelerine yapılan bu zamlar ile bazı iĢlem ve mallara konulan vergilerle, hükümetler bütçeye önemli ölçüde gelir kazandırmayı hedeflemiĢlerdi96

.

2.3.1. 1923-1929 Dönemi Vergi Uygulamaları

1923 Ġzmir Ġktisat Kongresi‟nde tüccar ve sanayici kesim AĢar vergisinin daha geliĢmiĢ bir vergi ile değiĢtirilmesini savunurken sesleri cılız kalmıĢtır, bunun karĢısında çiftçi kesimi baskın olduğu için AĢar vergisinin kaldırılması oybirliği ile olmuĢtur. Buradan da gördüğümüz gibi 1925 yılında AĢarın kaldırılması, bu vergi ile ilgili kiĢi, grup veya çevrelerin kısa dönemli yararları ile ilgilidir. Aynı zamanda o dönemde temel sektör tarıma olduğu için AĢar Vergisinin kaldırılması ile birlikte potansiyel ve kapasite dâhilinde oluĢturulabilecek tasarruf imkânı kullanılmamıĢtır. Mali anlamda doğan bu sıkıntıya karĢı kısa dönem için tarım kazançlarında AĢar vergisinin kaldırılmasının olumlu etkileri olduğunu ortaya koyan çalıĢmalar vardır.

95

Ġbrahim Dursun, “1930-1938 Dönemi Maliye Politikası Uygulaması”, Afyon Kocatepe Üniversitesi ĠĠBF Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, Aralık 1999, s. 167

96 Osman Akandere, Milli ġef Dönemi Çok-Partili Hayata GeçiĢte Rol Oynayan Ġç ve DıĢ Tesirler 1938- 1945, Ġz Yayıncılık, Ġstanbul 1998, s. 166

yerli gayrimüslimler, Türk ve Müslümanlara göre daha avantajlı ekonomik ve hukuki konumdaydılar. Osmanlı Devleti, gümrük egemenliğini kaybetmiĢ, maliyesi yabancıların denetimine girmiĢti.

ĠĢte bu dönemdeki izlenmesi uygun görülen maliye politikaları Ģunlardı:97

 Türkiye‟nin gerçek anlamda bütçeye kavuĢturulması  DıĢ borçların bir an önce tasfiyesi

 Gümrük egemenliği sağlanarak koruyucu gümrük vergilerinin konulması

 AĢarın kaldırılması ve onu telafi edecek yeni vergilerin konulması98

. Millî Mücadele sonrasında imzalanan Lozan AntlaĢması ile kapitülasyonlar kaldırılmıĢtır. Türkiye mali bağımsızlığını iki istisna dıĢında yeniden kazandı. Ġlk olarak antlaĢmaya ek “Ġkamet ve Salahiyet-i Adliye Hakkında Mukavelename” ile yedi yıllık bir süre için yeni cumhuriyetin vergileme yetkisine bazı sınırlamalar getirildi. Buna göre anılan sözleĢmeye taraf olan ülkelerin vatandaĢları ve ortaklarına, Türk vatandaĢ ve ortaklarının tabi olduğu resim ve mali mükellefiyetlerden fazlası konulamayacağı gibi vergi muaflıkları bakımından da vatandaĢ ile yabancı arasında ayrım yapılamayacaktı. Bunun yanı sıra Lozan antlaĢmasına bağlı “Ticaret Mukavelesi” ile beĢ yıl süre ile 1 Eylül 1916 tarihinden beri uygulanmakta olan spesifik Osmanlı gümrük arifesinin geçerli olması öngörüldü. Bu kısıtlama nedeniyle Türkiye‟nin gümrüklerini artırabildiği ilk bağımsız gümrük tarifesi ancak 1929 yılında 1499 sayılı kanunla yürürlüğe konulabilmiĢtir. Öte yandan Osmanlı Duyun-u Umumiye Ġdaresi‟nin Türk maliyesi üstündeki denetim yetkileri de kaldırıldı. Böylece Türk

97 Ġbrahim Dursun, agm., s. 168 98 Osman Okyar, age., s. 231

Devleti, 1923‟de elde ettiği siyasal bağımsızlığının yanı sıra ekonomik ve mali bağımsızlığını 1929 yılından itibaren tam olarak kazanmıĢ oldu99

.

Ayrıca AĢar gibi Ģer‟i bir vergi olan ve koyun, keçi gibi hayvanlardan alınan Ağnam resmi, 1924 yılında “Sayım Vergisi”ne dönüĢtürüldü. Daha sonra 1931 yılında Sayım Vergisi de kaldırılarak yerine “Hayvanlar Vergisi” getirildi. 1926 yılında 1863‟ten beri ticari ve sınaî kazançlarla serbest meslek erbabının gelirini daha sonra ücretleri vergiye tabi tutmayı amaçlayan Temettü Vergisi yerine 1926 yılı 755 sayılı Kazanç Vergisi Kanunu kabul edildi.

Osmanlı Devleti‟nden geçen harçların yerine, 1926 yılında 797 sayılı kanunla ilk defa Veraset ve Ġntikal Vergisi getirilmiĢtir. Diğer yandan da bu dönemde istihlak (tüketim) ve muamele vergileri, damga resmi, harçlar ve gümrüklerle ilgili çok sayıda düzenlemeler yapılmıĢ dolaylı vergilerin uygulama alanı geniĢletilmiĢtir100

.

Dolayısıyla vergi yükü de büyük ağırlığı ile kentsel kesime kaymıĢtır. Bu durumda 1930‟larda baĢlatılan devletçiliğin sermaye ana arteri tarım kesimi dıĢarıda bırakıldığı için çok daraltılmıĢtır. Çünkü 1925 yılında AĢar vergisi kaldırılınca o dönemde ekonomide en büyük sektör olan tarımın gelir yaratma potansiyeli atıl bırakılmıĢtır Bu durumda ister istemez vergi yükünün emek kesimi ve harcamalar üzerine kaymasına neden olacaktır. AĢar vergisinin açığı kolay bir Ģekilde kapatılamadı. Ekonomide devletçi bir yapının kendini hissettirdiği 1930‟lu yıllarda vergi yükü emek kesiminin üzerinde daha fazlaca kendini hissettirdi. Ġktisadi Buhran Vergisi ve Hava Kuvvetlerine Yardım Vergisi gibi 1930‟lu yıllarda ilk defa alınmaya baĢlanan vergiler emek kesimi üzerine dayanıyordu101

. Kalkınmanın ilk aĢamalarında ve vergilemenin sadece maliyeye dönük etkileri yoktur, aynı zamanda sanayi kesimini yaratacak olan tasarrufları üretir. Verginin dayandığı makro matrah tarım olunca sanayi kesimi görece az

99 Ġlker Parasız, age., s. 10-11 100

Öner Erdoğan, Vergi Açısından Türk Kanunu Hukuku, Maliye Bakanlığı, Tetkik Kurulu Yayını No: 1980/221, Ankara 1981, s.108

101 Ġzzettin Önder, “Türk Vergi Sistemi Yapısının Ekonomik Analizi”, Erciyes Üniversitesi ĠĠBF Dergisi, Sayı: 4, Mayıs 1983, s. 37

tarımda kalmak da vergilemenin etkisi ile çok cazip olmaz .

Tek parti döneminde vergileme anlayıĢında görülen bir diğer nokta da özellikle AĢar Vergisinin kaldırılmasından sonra o dönemdeki maliyeci teorisyenler özellikle Fransa‟yı örnek alarak harekete geçmiĢler ve teoride en ileri gösterilen vergilerin Türkiye‟de yasalaĢmasını sağlamıĢlardır. Bu yeniliklerin baĢında Mahsulâtı Araziye Vergisi, Muamele Vergisi, Ġstihlak Vergisi, Ġradı Gayri Safi Vergisi, Kazanç Vergisi, Muamele Vergisi gelmekteydi. Bu ve diğer bu dönemdeki vergiler aynen alınarak uygulanmaya çalıĢılmıĢtır. Bu da uygulamada sorunlara neden olmuĢtur. Ülkenin Ģartlarına göre en basitten yavaĢ yavaĢ geliĢtirilmemiĢ, o dönemdeki ideal olanlar aynen aktarılmıĢtır103

.

DıĢ ticarette sanayileĢmeyi teĢvike yönelik korumacılık için, gümrük vergisi tarifesi büyük önem arz etmekteydi. 1929 yılında yeni Gümrük Tarife Kanunu‟nun kabulüyle bağımsız korumacı bir dıĢ ticaret politikası izlenmeye baĢlandı. Spesifik sistemi esas alan bu tarifede bütün tarım makineleri, araç ve gereçleri ile sanayi makineleri gümrük vergisinden muaf tutuldu. Buna karĢılık iplik ve kumaĢ, Ģeker ve un ve diğer gıda maddeleri, deri ve ağaç ürünleri, çimento gibi geliĢmekte olan yerli sanayi alanlarındaki ithalata yerli üretimi korumak için hayli yüksek saymaca vergi oranları getirildi. Ġthalattan bütçeye gelir sağlamak amacıyla da gümrük tarifesinin yanı sıra kahve, çay, benzin gibi Türkiye‟de uygulanmayan mallara tüketim vergileri konuldu.

Bu dönemde yerli sanayinin kurulması ve geliĢmesi için yapılan önemli bir düzenleme de çok sayıda mali teĢvik ihtiva eden, 1927 yılında çıkarılan 1055 sayılı “TeĢvik-i Sanayi Kanunu”dur. 1913 tarihli kanun ile sağlanan geliĢmeyi, daha da hızlandırmak amacıyla çıkarılan bu kanun ile hazine arazilerinin bedava ya da taksitle özel Ģirketlere verilmesi, bina, arazi, kazanç ve maktu zam vergileri ve damga resminden muaf olmaları, ithal edecekleri makine, alet ve parçaları gümrük ve resimlerden muaf olarak getirebilmeleri, taĢıma ve bazı tekel mal

102 Nurettin Bilici, Vergi Hukuku Genel Ġlkeler ve Türk Vergi Sistemi, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2007, s. 139

alımlarında indirimli tarifelerden yararlanmaları öngörülmüĢ ve kanun 1942 yılına kadar 15 yıl yürürlükte kalmıĢtır104.

Cumhuriyetin ilk yıllarında gelir elde etmek amacıyla konulan tüketim vergilerinin yanı sıra yine gelir elde etmek amacıyla kibrit, sigara kâğıdı, Ģeker, gazyağı, benzin, alkol ve alkollü içkiler, oyun kâğıtları ve barut, patlayıcı maddeler ithalatında mali tekeller oluĢturuldu. Bu tekellerin idaresi hükümetin denetimi altında özel Ģirketlere bırakıldı. Öte yandan posta, telefon ve telgraf hizmetleri tekel kapsamına alınarak, gelirleri genel bütçe içine alındı.

Bütçe açısından ise 1920‟lerin en önemli geliĢmesi, ilk defa 1910 yılında kabul edilen, Muhasebe-i Umumiye Kanun-ı Muvakkatı‟nın, birkaç değiĢiklikten sonra 1927 yılında da “Muhasebe-i Umumiye” (Genel Muhasebe) kanunu olarak kabul edilmesiydi. Halen yürürlükte olan kanun, devletin her türlü malvarlığı ile gelir ve giderinin idare ve muhasebesinin düzenlendiği temel kanundur. Bu kanun ile tüm devlet malvarlığının ve nakdinin yönetimi, genel katma bütçelerin hazırlanması ve kabulüne dair aĢamalar, harcamaların yapılıĢ usulü, harcamadaki sorumluların belirlenmesi gibi hususlar düzenlenmiĢ; bütçe ve harcamaların yapılmasında disiplin sağlanarak, Maliye Bakanlığı bu iĢlerin koordinasyonu ile görevlendirilmiĢtir. Vergilerin kanuniliği ilkesi ile bütçenin yıllık olması, tek olması, âdem-i tahsis gibi çağdaĢ bütçe ilkeleri de yine bu kanunla kararlaĢtırılmıĢtır. Hazine tek hesabının yönetimi ve tüm saymanların Maliye Bakanlığında görevlendirilmesi gibi önemli ilkeler de Muhasebe-i Umumiye Kanununda yer almıĢtır. Özetle, 1927 yılında kabul edilen 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu, devlet harcamalarının yapılması ve malvarlığının yürütülmesine iliĢkin, iĢlemlerin tüm temel kurallarını bünyesinde toplamıĢ, 1928 yılında ise devlet muhasebesinin saymanlıklarda uygulanmasına iliĢkin olarak “Hazine Hesap Usullerine Dair Talimatname” çıkarılmıĢtır105

.

104 Yahya Sezai Tezel, age., s. 167

105 Yusuf Akça, Bütçe ve Devlet Muhasebesi, Ġstanbul Üniversitesi, Ġktisat Fakültesi Yayın No: 4047/555, Ġstanbul 1996, s. 62

1929‟da yaĢanan büyük kriz Cumhuriyet dönemi Türk ekonomisi için bir dönüm noktası olmuĢ, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de devletçi, müdahaleci ve korumacı politikalara geçilmiĢtir106

. 1929 dünya ekonomik buhranının yanı sıra 1930 arifesinin Cumhuriyet Türkiye‟si için dönüm noktası teĢkil eden baĢka hususları da vardı. Bunlardan biri Lozan antlaĢmasının gümrük tarifeleri için koyduğu beĢ yıllık sınırlamanın 1928‟de bitiyor olması, diğeri ise yine Lozan‟a göre Osmanlı‟dan devralınan üçte ikilik borcun 1929‟da baĢlıyor olmasıdır. Dolayısıyla ekonomik buhran olmasa bile 1929 yılı Türkiye için bir dönüm noktasıdır.

1930-1938 döneminde uygulanan maliye politikaları, yukarıda sayılan nedenlerden önemli ölçüde etkilenmiĢ ve liberal ekonomi anlayıĢından karma ekonomik anlayıĢa (devletçilik politikası) bir geçiĢ olmuĢtur. Bu dönemde; piyasa ekonomisinin esas alınması, iktisadi krizden çıkmak ve sanayileĢip kalkınabilmek için devletin daha çok yatırım yapması ve ekonomiye müdahalede bulunması gerektiğini kabul edilmiĢtir. Gerekli alanlarda (sanayi, altyapı...) devletin yatırım yapması, kamu iktisadi teĢebbüsleri ile mal ve hizmet üretmesi, devletin düzenleme-planlama yoluyla piyasayı yönlendiren öncü-yönetici olması gerektiği kabul edilmiĢtir. Fakat Atatürk‟ün devletçilik ilkesi merkezi ve katı planlamaya dayanan, özel teĢebbüsü geri planda bırakan, üretim faktörleri mülkiyetini büyük ölçüde devlete aktaran bir sistemi öngörmemiĢtir. Yani bu ılımlı devletçilik ilkesi sayesinde özel sektörün gerekli sermayeye, teknolojiye, güce ulaĢmasından sonra devlet, piyasaya müdahaleden vazgeçecektir107

.

1930-1938 yılları arasındaki dönemde; 1929 yılında yaĢanan Dünya Ekonomik Buhranı Türkiye‟de izlenen vergi politikalarında (devletçilik dönemi) da etkili olmuĢtur. Ġktisadi buhranın bütçe dengesini bozması sonucu, birçok yeni vergi getirilmiĢ ve uygulanan vergilerde de düzenlemelere gidilmiĢtir. Bu dönem içinde genellikle mali amaçlı bir vergi politikası izlenmiĢtir. 1926 yılında AĢar

106

Ali ÇoĢkun, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye Ekonomisi”, Atatürkçü DüĢünce Dergisi, Sayı: 4, Kasım 2003, s. 75

107 Ġstiklal YaĢar Vural, “Atatürk Dönemi Maliye Politikaları: Liberal İktisattan Karma Ekonomiye”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 20, Nisan 2008, s. 96

vergisinin kaldırılmasından doğan boĢluğu doldurmak için getirilen ve ticaret ve sanat ile uğraĢan gerçek ve tüzel Ģahısların gelirini konu edinen kazanç vergisi uygulamadaki güçlükler nedeniyle 1934 yılında değiĢtirilmiĢtir. 1929 Buhranı‟nın bütçe üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak için iki yeni vergi yürürlüğe konmuĢtur. 1931 tarihinde yürürlüğe giren Ġktisadî Buhran Vergisi, ticaret ve sanat sektörüne kıyasla iktisadi durumları daha az etkilenen maaĢ ve ücretlilerin ücretleri üzerinden alınan ve % 10 düzeyinden baĢlayan artan oranlı bir vergiydi. Benzer Ģekilde 1932 yılında, bütçedeki açığı kapatmak amacıyla tüm istihkak ve tediyelerden, Kazanç ve Ġktisadî Buhran Vergileri çıkarıldıktan sonra geriye kalan tediye miktarının % 10‟u oranında Muvazene Vergisi‟nin alınması kararlaĢtırılmıĢtır. Her iki vergi de “geçici” vergiler olmak üzere yürürlüğe konulmuĢlar fakat uygulama süreleri uzatılarak 1951 yılına kadar yürürlükte kalmıĢlardır. 1931 yılında ise üçüncü Muamele Vergisi iktisadi faaliyetleri olumsuz etkileyen yönlerini ortadan kaldırmak amacıyla yapılan değiĢiklerle yürürlüğe girmiĢtir. Bu dönemde vergi politikasındaki değiĢikliliklerden bir de vergi sisteminin mali ve iktisadi amaçları gerçekleĢtirecek Ģekilde modernleĢtirilmesi olmuĢtur108

.

108 Ġstiklal YaĢar Vural, “Atatürk Dönemi Maliye Politikaları: Liberal İktisattan Karma Ekonomiye”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 20, Nisan 2008, s. 102

YOL VERGĠSĠ “YOL MÜKELLEFĠYETĠ” UYGULAMASI

Osmanlı yol tarihine genel bir çerçevede bakıldığında ülke çapında çok geniĢ çaplı bir yol yapım faaliyetinin gerçekleĢtirilmediği; bununla birlikte, çeĢitli savaĢlar dolayısıyla orduların savaĢ bölgelerine kolaylıkla ulaĢımının sağlanması amacıyla devlet tarafından yol yapımı ve eski yolların onarım çalıĢmalarına devam edildiği görülür. Bu arada çoğu askeri yollar üzerinde olmak üzere, her türlü durumda geçiĢe olanak verecek çok sayıda köprü yapılmıĢtır.

Osmanlı Devleti‟nin yollarla ilgili olarak üzerinde durduğu bir konu da, buralarda, hazine taĢıyan devlet görevlileri, yolcu ve tüccar gibi kiĢilerin güvenli bir biçimde seyahatlerinin sağlanmasıdır. Bu alanda devlet, ülkenin, değiĢik zamanlarda ve farklı bölgelerinde “martolos”, “pandor”, “beldar”, “geçit bekçisi” gibi adlarla da anılan, “derbendciler” ve “derbend” kuruluĢundan geniĢ ölçüde yararlanmıĢtır109

.

Anılan bu kuruluĢlar; derbendcilik, köprücülük, gemicilik bir takım vergilerden muaf tutulmak Ģartıyla yol açma, tamir etme, köprülerin bakımı ve onarımı gibi iĢleri üstlenmiĢlerdir. Adı geçen bu kuruluĢlar ve hizmet grupları yerleĢim yerleri dıĢında görev yapmaktadırlar. Kaldırımcılar ise Ģehir ve kasabalarda oturmakta, sadece yol inĢaatı ile uğraĢtıkları zaman bulundukları yerlerden uzaklaĢmaktadırlar. Kaldırımcıların bir baĢka farkları da, Ģehirlerdeki öteki esnaflar gibi teĢkilatlanmıĢ olmalarıdır. Kaldırımcılık, yol ve yaya kaldırımı anlamında kullanıldıktan sonra bugünkü anlamda kullanılması esas olarak 19. yüzyıldan sonradır110

.

Bu kuruluĢ ve hizmet gruplarından baĢka, bazı köyler, doğrudan doğruya yol yapımı ve bakımı için görevlendirilmiĢ ve yaptıkları bu görevlerine karĢılık bazı vergilerden muaf tutulmuĢlardır.

109

Cengiz Orhonlu, Osmanlı Ġmparatorluğu’nda Derbend TeĢkilatı, Eren Yayıncılık, Ġstanbul 1990, s. 72 110 Cengiz Orhonlu, “Mesleki Bir Teşekkül Olarak Kaldırımcılık ve Osmanlı Şehir Yolları Hakkında Bazı

Düşünceler”, Osmanlı Ġmparatorluğu’nda ġehircilik Ve UlaĢım Üzerine AraĢtırmalar, Ege

Benzer Belgeler