• Sonuç bulunamadı

Sîbeveyhi'nin "el-Kitâb" Adlı Eserine Göre Munsarif ve Gayr-i Munsarif Konuları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sîbeveyhi'nin "el-Kitâb" Adlı Eserine Göre Munsarif ve Gayr-i Munsarif Konuları"

Copied!
101
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

SÎBEVEYHİ’NİN "EL-KİTÂB" ADLI ESERİNE GÖRE MUNSARİF VE GAYR-İ MUNSARİF KONULARI

ZEYNEP SOYTÜRK

YÜKSEK LİSANS TEZİ

YABANCI DİLLER EĞİTİMİ ANABİLİM DALI ARAPÇA ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

(3)

TELİF HAKKI ve TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU

Bu tezin tüm hakları saklıdır. Kaynak göstermek koşuluyla tezin teslim tarihinden itibaren 1 ay sonra tezden fotokopi çekilebilir.

YAZARIN

Adı: Zeynep

Soyadı: SOYTÜRK

Bölümü: Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı,Arapça Öğretmenliği Bilim Dalı İmza :

Teslim Tarihi :

TEZİN

Türkçe Adı : Sîbeveyhi’nin "el-Kitâb" Adlı Eserine Göre Munsarif ve Gayr-i Munsarif Konuları

İngilizce Adı : The Subjects of Munsarif and Gayr-i Munsarif According to Sîbeveyhi’s Work "al-Kitâb"

(4)

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI

Tez yazma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyduğumu, yararlandığım tüm kaynakları kaynak gösterme ilkelerine uygun olarak kaynakçada belirttiğimi ve bu bölümler dışındaki tüm ifadelerin şahsıma ait olduğunu beyan ederim.

Yazar Adı Soyadı : Zeynep SOYTÜRK

(5)

Jüri..onay..sayfası

Zeynep SOYTÜRK tarafından hazırlanan “Sîbeveyhi’nin "el-Kitâb" Adlı Eserine Göre Munsarif ve Gayr-i Munsarif Konuları” adlı tez çalışması aşağıdaki jüri üyeleri tarafından oy çokluğu ile Gazi Üniversitesi,Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı Arapça Öğretmenliği..Bilim..Dalı’nda..Yüksek..Lisans..tezi..olarak..kabul..edilmiştir.

Danışman: Prof. Dr. M. Faruk TOPRAK ..……….…… Arap.Dili.ve..Edebiyatı.Anabilim.Dalı,..Ankara.Üniversitesi

Başkan: Prof. Dr. M. Faruk TOPRAK ...……… Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Ankara Üniversitesi

Üye: Prof. Dr. Musa YILDIZ ……… Arap Dili Eğitimi Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi

Üye: Yard. Doç. Dr. Celal Turgut Koç ……… Arap Dili Eğitimi Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi

Tez Savunma Tarihi:17 /09/2015

Bu tezin Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı, Arapça Öğretmenliği Bilim Dalı’nda Yüksek Lisans tezi olması için şartları yerine getirdiğini onaylıyorum.

Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürü

Prof. Dr. Servet KARABAĞ ………

(6)
(7)

SÎBEVEYHİ’NİN "EL-KİTÂB" ADLI ESERİNE GÖRE MUNSARİF

VE GAYR-I MUNSARİF KONULARI

(Yüksek Lisans)

Zeynep SOYTÜRK

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

Eylül, 2015

ÖZ

Bu çalışma, Sîbeveyhi’nin "el-Kitâb" adlı eserine göre munsarif ve gayr-i munsarif isimlerin ele alınmasını amaçlamaktadır. Çalışma bir giriş ve dokuz bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde çalışmanın amacı, problem durumu ve sınırlılıklara yer verilmiş olup, munsarif ve gayr-ı munsarif isimlerin tanımları yapılarak, çalışmanın içeriğinden kısaca bahsedilmiştir..Çalışmanın Birinci Bölümünde Arap gramer çalışmalarından bahsedilerek,

Basra ve Kûfe ekolleri hakkında bilgilere yer verilmiştir. Çalışmanın İkinci Bölümünde, "el-Kitâb" adlı eserin müellifi olan Sîbeveyhi’nin ismi, hayatı, hocaları ve öğrencileri hakkında bilgi verilmiştir. Çalışmanın Üçüncü Bölümünde ise, Sîbeveyhi’nin "el-Kitâb" adlı eseri, bu eserin Arap dünyasındaki önemi ve kısaca içeriği hakkında bilgi verilmiştir. Dördüncü Bölümden başlanılarak Sekizinci Bölüme kadar, bahsi geçen gramer kitabının munsarif ve gayr-ı munsarif konu başlıklı bölümünün çevirisine yer verilmiştir..Sonuçta.ise, Sîbeveyhi'nin munsarif ve gayr-ı munsarif konularını ele alış biçimine dair genel çıkarımlarda bulunulmuştur.

Bilim Kodu :

Anahtar Kelimeler : Munsarif , Gayr-ı Munsarif, Sîbeveyhi, el-Kitâb Sayfa Adedi : 88

(8)

THE SUBJECTS OF MUNSARİF AND GAYR-İ MUNSARİF

ACCORDİNG TO SÎBEVEHYI’S WORK "AL-KITÂB"

(Master's Thesis)

Zeynep SOYTÜRK

GAZI UNIVERSITY

GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES

September, 2015

ABSTRACT

This study aims to discuss munsarif and gayr-i munsarif nouns according to Sîbeveyhi’s work called “al-Kitâb”, which is one of the oldest works known in the field of Arabic Language and Grammar. This work consists of an introduction and nine chapters. In the first part of the study, under the title of introduction, the context of the study is mentioned briefly by giving the definitions of munsarif and gayr-i munsarif nouns, and aim, limitations, problem, assumptions ...etc of the study. In the second part of the study, some information is given about Arabic grammer studies and two arabic gramer schools, Kûfe and Basra. In the third part of the study, by quoting from various classical works, some information is given about the name, life, teachers and students of Sibeveyhi, who is the author of the work

“al- Kitâb”. In the fourth part, some information about Sîbeveyhi’s work “al-Kitâb”, the

importance of this work in Arabic World and its brief context is given. In the sections, starting from fifth to the eighth chapter it is given place translation of the section titled as munsarif and gayr-i munsarif the afore-mentioned grammar book. In the ninth also the last part of the study under the title of conclusions and recommendations, generel inferences are presented within the framework of the options of Sîbeveyhi's work "al-Kitâb"

Science Code :

Key words : Munsarif, Gayr-i Munsarif , Sîbeveyhi , al-Kitâb Page Number : 88

(9)

İÇİNDEKİLER

TELİF HAKKI ve TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU ... i

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI ... ii

Jüri onay sayfası ... iii

ÖZ ... v

ABSTRACT ... vi

İÇİNDEKİLER ... vii

SİMGELER VE KISALTMALAR LİSTESİ ... x

BÖLÜM 1 ... 1

GİRİŞ ... 1

1.1.Problem Durumu ... 6

1.2.Araştırmanın Amacı ve Önemi ... 6

1.3.Sınırlılıklar ... 7 1.4.Varsayımlar ... 7 1.5.Araştırmanın.Modeli ... 7 1.6.Evren ve Örneklem ... 7 1.7.Verilerin Toplanması ... 7 1.8.Verilerin Analizi ... 7 BÖLÜM 2 ... 9

ARAP GRAMER ÇALIŞMALARI ... 9

2.1.Gramer.Çalışmalarının Ortaya Çıkışı ... 9

2.2.Basra Ekolü (Basriyyûn) ... 10

2.3.Kufe Ekolü (Kûfiyyûn) ... 11

BÖLÜM 3 ... 15

SÎBEVEYHİ ... 15

3.1.İsmi, Künyesi ve Lakabı ... 15

(10)

3.4.Sibeveyhi’nin Öğrencileri ... 17

3.5.Sibeveyhi’nin Katıldığı Münazaralar ... 18

3.6.Bağdat’tan Ayrılışı ve Ölümü ... 19

BÖLÜM 4 ... 21

EL-KİTÂB ... 21

4.1.Eser‘in Arap Gramerindeki Yeri... 21

4.2.Telif Tarihi ... 22

4.3.El-Kitâb’ın İçeriği ... 22

BÖLÜM 5 ... 25

KALIPLARINA GÖRE GAYR-I MUNSARİF İSİMLER ... 25

5.1.ُ لَعْفأ Bâbı ... 25

5.2. İsim Konumunda Olan, Ayrıca Fiillere Benzeyip Başında Zâid Harfler Olan İsimleri İçeren ُ لَعْفَأ Bâbı ... 26

5.3. ُ لَعْفَأ Kalıbının Bazı Lehçelerde Sıfat, Çoğunlukla da İsim Olduğu Yerler ... 29

5.4. َُكْنِم ُ لَعْفَأ Kalıbı... 30

5.5. ُ لَعْفَأ Kalıbında Olup Munsarif ve Gayr-ı Munsarif Olan İsimlere Örnekler ... 31

BÖLÜM 6 ... 41

CİNSİYETİNE GÖRE GAYR-I MUNSARİF İSİMLER ... 41

6.1. Sonuna Dişilik Alameti Olan Elif Geldiği İçin Hem Ma’rife Hem de Nekre Durumunda Gayr-ı Munsarif Olan İsimler ... 41

6.2. ُ Fiil Kalıbında Olan, Erkek Adı Olarak Kullanıldığında Munsarif Olmayan İsimler ... 42

BÖLÜM 7 ... 51

MARİFE/NEKİRE OLUŞLARINA GÖRE GAYR-I MUNSARİF İSİMLER ... 51

7.1. Sonuna Elif, Ardından da Nun Harfi İlave Edildiği İçin Hem Marife Hem de Nekire Durumunda Gayr-ı Munsarif Olan İsimler ... 51

7.2. Sonuna İlave Bir Elif Geldiği İçin Hem Marife Hem de Nekire Konumunda Gayr-ı Munsarif Olan İsimler ile Elif'in İlave Edilmesiyle Marife Konumunda Gayri Munsarif, Nekire Konumunda İse Munsarif Olan İsimler ... 51

7.3..Marife Konumunda Gayr-ı Munsarif Olan İsimler ... 53

7.4.Bir Tane Nûn ve Bir Tane Vâv'ın Kendisine Birleşmesiyle Çoğul ve İkil Olan Müzekker Lafızların İsimlendirilmesi Bahsi ... 56

BÖLÜM 8 ... 59

ÖZEL ADLAR VE DİĞERLERİ ... 59 8.1.Yabancı İsimler

(11)

8.2. Yer Adları ... 60

8.3..Kabile ve Boy Adları ile Ana-Babaya Nisbet Edilen İsimler ... 63

8.4.Sadece Kabile Adı Olarak Kullanılan İsimler ... 66

8.5.Sûre İsimleri ... 67

8.6. Fiil, İsim ve Zarf Olarak Kullanılmayan Kelime ve Harflerin Bir Şeye Alem Olarak Gelmesi ... 69

8.7. Harflerin, Zarflar ve İsimlere Benzemeyen Diğer Lafızlarla İsimlendirilmesi . 72 8.8.Müfred Müennes'ten Udûl Etmiş İsimler ... 74

8.9. Bir Şeye Has Alem Olarak Geldiklerinde, Özel İsimlerin Değişmesi Durumu . 80 8.10.Gayr-i Mutemekkin Olan Gizli Zarflar ... 83

BÖLÜM 9 ... 85

SONUÇ VE ÖNERİLER ... 85

(12)

SİMGELER VE KISALTMALAR LİSTESİ

ÇEV. : Çeviren

H. : Hicrî

Ö. : ölümü

S. : sayfa

TDVİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi THK. : Tahkik

(13)

BÖLÜM 1

GİRİŞ

Cahiliye Döneminde Araplar, henüz yabancı kültür ve dillerle karşılaşmamışlardı. İçine kapanık bir toplum olmaları sebebiyle kendi dillerini en güzel şekilde öğrenip kullanıyorlardı. Bu sebeple dillerinde herhangi bir yozlaşma ve tahrif olmamıştı. Ancak 7. Yüzyılın başlarında, dünyanın batı yarısına hâkim olan büyük Bizans ve Sasani imparatorluklarının kenarlarında bir dini hareket görüldü (Hourani, 2009, s. 25).

Batı Arabistan’da bir şehir olan Mekke’de, Peygamber Muhammed (S.A.V.), erkekleri ve kadınları ahlâk reformuna ve Allah’ın iradesine itaat etmeye çağırdı. Bu yeni din, yani İslâm uğruna, Arabistan sakinlerinden oluşturulan ordular çevre ülkeleri fethettiler ve Bizans İmparatorluğu bölgesinin büyük kısmı ile Sasani İmparatorluğu’nun tamamını kapsayan ve Orta Asya’dan İspanya’ya kadar uzanan yeni bir imparatorluk ve halifelik kurdular. 10. Yüzyılda halifelik dağıldı ve Mısır ile İspanya’da rakip halifeler görüldü; ancak halifeliğin içinde gelişmiş olan toplumsal ve kültürel birlik sürdü. Yahudi, Hıristiyan ve öteki cemaatlerin varlıklarını korumalarına rağmen, nüfusun büyük bir bölümü Müslüman olmuştu. Arap dili yayılmış ve Müslüman, dünya içinde özümlenen halkların geleneklerinden gelen unsurları anonimleştiren, kendisini edebiyatta, hukuk, teoloji ve maneviyat sistemlerinde ifade eden bir kültür aracı haline gelmişti (Hourani, 2009, s.25-26). Bunun neticesinde Araplar, farklı kültürler ile kültürel, dilsel ve dinsel etkileşim içerisine girdi. Bu etkileşim beraberinde bazı problemleri de getirdi. Başta İslâm dininin kaynağı olarak görülen ve nüzul dili Arapça olan Kur'ân-ı Kerim'in doğru ve hatasız okunup anlaşılması noktasında problemler ortaya çıktı. Arap diline ilişkin yapılan hatalar, Cahiliye Döneminde de mevcuttu; ancak İslâmî Dönemde yapılan dil hatalarına, yani lahnlara1

(14)

nispeten daha az idi. Hem konuşma hem de yazı dilinde meydana gelen bu menfi durum, Arapça’nın aslının bozulması, Kur'ân-ı Kerim ve hadislerin yanlış anlaşılması endişesini beraberinde getirdi. Dinin temel kaynakları olan Kur'ân ve Hadislerin yanlış anlaşılması ve her türlü bozulma tehlikelerine karşı korunması hedefinin gerçekleştirilebilmesi için bu iki temel kaynağın dili olan Arapça’nın söz varlığının derlenmesi, yapısının ve gramerinin tespit edilmesi, hatta üslup araştırmalarının yapılması kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu nedenle Arap Edebiyatında dile ait çalışmalar, Kur'ân-ı Kerim’in yazıya geçirilmesi, kitap haline getirilmesiyle başlamış ve bu arada gramer Kur'ân-ı Kerim’de yazının ıslahı çalışmalarına bağlı olarak doğmuştur (Çetin, 2005, s.296).

Arapça Dilbilgisi alanındaki çalışmalar ilk olarak Hz. Ali (r.a.) döneminde başlamıştır. Bu çalışmalara önderlik eden şahsiyetler noktasında ihtilaf ve çeşitli rivayetler olmasına karşın genel itibarıyla kabul gören görüş, Hz. Ali (r.a.) 'nin dil hatalarına karşı, tedbir mahiyetinde yazılı bir metin hazırladığı ve bunu o dönemin ileri gelen çöl şairlerinden Ebu'l-Esved ed-Du’eli' ye vererek nahiv alanındaki çalışmaların başlatılmasına önderlik ettiği yönündedir. İlk dönemlerden günümüze gelinceye kadar çok sayıda gramer kitabı telif edilmiştir. Klasik dönemlerde telifi gerçekleştirilen kitaplara şerhler yazılarak, gerek eserin dilinin gerekse konularının anlaşılması hedeflenmiştir. Bu kitaplar, şerhlerinin ardından farklı dillere tercüme edilerek ve yine anlaşılma noktasında kolaylık sağlamak adına basitleştirilip, klasikten moderne doğru değişim ve gelişim göstermiştir. Klasik dönemlerde telif edilen gramer yani nahiv ile ilgili kitapların, telif edildikleri orijinal dillerinin anlaşılması noktasında yaşanan zorluklara rağmen, Arap Dili ve Grameri hakkında en ayrıntılı ve en doğru kaynaklar olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Bunun yanı sıra Arap Grameri alanında çalışılmaya ihtiyaç duyulan pek çok konu da mevcuttur. Bu konulardan biri de munsarif ve gayr-i munsarif kavramları ve bu kavramların ifade ettiği kelime yahut yapıların belirlenmesi ve anlaşılmasıdır. Kısaca bu iki kavrama dair farklı eserlerde yapılan açıklamalara değinecek olursak; İbn Mâlik’in Elfiyye’sinde:

2

اَنَك

ْمَأُُُ مْسلااُُ نو كيُُِهبًُُىنْعَمُُُُُُُُُانِ يَب مُُىَتَأٌُُنيوْنَتُُ ف ْرَّصلا

(15)

“Sarf, Emken 3 olup manayı açıklamak üzere gelen tenvindir” denilmektedir. İbn Mâlik’in

ifade ettiği şekliyle tenvin, sarf olarak görülmektedir. Dolayısıyla munsarif 4 ve gayr-i

munsarif 5 ifadelerinin tenvin ile doğrudan ilgisi bulunmaktadır. Belirlilik takısı aldığı ve muzaf-ı ileyh olarak geldiği durumlar dışında fetha ile mecrur olan ve kendisine tenvin-i i’vaz 6 ve tenvin-i mukabele 7 dışındaki asli tenvin türlerinden herhangi birinin bitişmediği,

fiille benzerliklerinin bulunduğu kelimeler gayr-i munsariftir. Bu kelimeler mütemekkin 8

ancak gayr-i emkendirler. Munsarif isme gelince, fiil ile benzerliklerinin bulunmadığı ve kendilerine asıl tenvin türlerinden herhangi birisinin birleştiği, mütemekkin olup aynı zamanda emken.olan..ifadelerdir (Abdulhamid, 2012, s.73).

Yine Muhammed Muhyiddin Abdulhamid’in telif ettiği Katru’n-Nedâ ve Bellu’s-Sadâ adlı kitapta gayr-i munsarifi şöyle tanımlanır: “Başına

ُ

ُِلَضْفَلأاب

örneğinde olduğu gibi harf-ı tarif aldığı durumlar dışında ve

ُْم كِلَضْفَأِب

örneğinde olduğu gibi izafet durumları dışında,

ُ هْنِمَُلَضْفَأب

örneğinde olduğu gibi fetha harekesi ile mecrur olan yapılar gayr-i munsariftirler (Abdulhamid,2012, s.73)."

Klasik dönemlerden bu yana bahsi geçen konular, nahivciler tarafından kendilerine has yöntemler ile ele alınmıştır. el-Kitâb adlı eserin, "mâ yensarif ve mâ lâ yensarif" başlığı altında ele aldığı munsarif ve gayr-i munsarif konularına ilişkin, farklı nahivcilerin ve fasih konuşan Arap kabilelerinin ihtilaflı görüşlerine de yer verilerek, bu iki kavramın tanımlanması yoluna gidilmiştir. el-Kitâb adlı eserin ilgili bölümünde geçen; “Araplardan bunu müennes yapanları da vardır (Sîbeveyhi,1988, s. 219)" ve "Zarf ve isim olarak kullanılmayan kelime ve harflerin bir şeye alem olarak geldiklerinde munsarif mi gayr-i munsarif mi olacakları konusunda Araplar ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları bunları müennes kabul etmiş, bazıları da müzekker. Tıpkı,

ُ نَاسِ للا

kelimesinin kimine göre müzekker, kimine göre müennes olması gibi. Yunus’a[Yunus b. Habib] göre bunlar müzekkerdir (Sibeveyhi, 1988, s.259)", ifadeleri bunun birer örneği niteliğindedir. Durum böyleyken munsarif ve

3 Emken: Tenvin almak anlamına gelir. Gayr-ı emken ise ismin tenvin almaması durumudur.

4 Munsarif isim, tenvin alıp aynı zaman sonu merfu, mansub ve mecrur olabildiği için mütemekkindir aynı

zamanda tenvin aldığı için de emkendir.

5 Gayr-i munsarif isim, tenvin alamayıp, sadece sonu merfu, mansub, mecrur olabildiği için mütemekkin; ancak

gayr-i emken olarak adlandırılır.

6 Hazfedilen bir harfin, bir kelimenin, tam bir cümlenin veya bir cümleden daha fazlasının yerine bedel olarak

gelen tenvin türüdür.

(16)

gayr-i munsarif kavramlarının belirli ve değişmez kurallar çerçevesinde, tek bir kaynaktan faydalanılarak tanımlandırılması pek mümkün gözükmemektedir. Yapılan alan araştırması ve literatür taraması sonucunda farklı nahivcilerin konu ile ilgili benzerlik arz eden görüşlerinden oluşan tanımlamalara yer vererek, ihtilaflı meselelere değinmeksizin yapılan çalışmalara rastlanılmıştır. İnceleme fırsatı bulduğumuz Ökkeş General’in 2013 yılına ait yüksek lisans 9 tezinde farklı kitaplardan alıntılar yapılmasına karşın, munsarif ve gayr-i

munsarif konusuna ilişkin kuralların birbirleriyle benzerlik göstermesi şaşırtıcıdır. Yazarın," Bu çalışmamızda, gayr-i munsarif konusunu en muteber klasik nahiv eserlerini esas alarak, gereksiz ayrıntılara girmeden; fakat mevzuyu kuşatıcı bir şekilde ele almaya çalıştık (General, 2013, s.III)." cümlesinde geçen "gereksiz ayrıntılar " ifadesinden hareketle Ökkeş General'in munsarif ve gayr-i munsarifin, anlaşılması güç görülen ihtilaflı kısımlarını konunun basitleştirilmesi adına çalışmasına dâhil etmediği çıkarımında bulunmamız muhtemeldir. Ayrıntıların yazar tarafından gereksiz olarak nitelendirilmesi öznel olmak ile birlikte tartışmaya ve eleşltiriye açık bir durumdur. Yine bu alanda yapılan çalışmalar arasında, Alaaddin Gültekin'in 1996 yılına ait yüksek lisans 10 tezinde, yazar Ökkeş

General'in ifade ettiği şekilde gereksiz ayrıntılardan soyutlanmış bir çalışma yaptığını açıkca belirtmemesine rağmen munsarif ve gayr-i munsarife dair ihtilaflı meselelere girmeden, kendine özgü başlıklar altında adıgeçen konuları ele aldığı görülmektedir. Hazırladığımız bu yüksek lisans tezi, bu alanda nesnel çalışmalara duyulan ihtiyacın giderilmesini amaçlamaktadır. Çalışmanın içeriğini, Sîbeveyhi'nin çoğunlukla el-Halil b. Ahmed’in ifadelerinden alıntılar yaparak oluşturduğu el-Kitâb adlı eserinde geçen munsarif ve gayr-i munsarif konularının, müellifin konuya ilişkin ifadelerine sadık kalınarak yapılan tercümesi oluşturmaktadır. Eserde ilgili kısım "Mâ Yensarif ve Mâ Lâ Yensarif" başlığı altında ele alınmış olup

ُ ل

َُعفأ

ile ilgili bölüm" alt başlığı ile munsarif ve gayr-i munsarif konularına giriş yapılmıştır. Bu yönüyle nahiv alanında telif edilen diğer klasik kitaplardan ayrılmaktadır. Çünkü hemen hemen çoğu klasik nahiv kitabında munsarif ve gayr-i munsarif'in tanımı yapılıp, gayr-i munsarif ile ilişkili olan tenvin, tenvin çeşitleri, emken ve gayr-i emken ifadelerinin açıklamalarına yer verildikten sonra sarftan men edilen isimlerin gruplamasına gidilmiştir. Söz gelimi; en-Nahvu’l-Vâfî (1973) adlı eserin müellifi Abbâs

9 General, Ö. (2013). Arap Gramerinde Gayr-i Munsarifler. Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Marmara

Üniversitesi, İstanbul

(17)

Hasan öncelikle mütemekkin, emkeniyye tenvini ve mu’rebliğe ilişkin bilgi vermiş, ardından gayr-i munsarif isimleri incelemiştir;

Emkeniyye tenvini ve mu’reb olma, dâhil oldukları ismi harflere ve fiillere benzemekten uzaklaştıran ve isimlikte kuvvetlendiren iki alamettir. Çünkü tenvin harflere ve fiillere bitişmez. Aynı şekilde fiillerin çoğunluğu ve harfler de mu’rab değildir. Sadece i’rabın varlığı ile “mütemekkin” durumdaki bir isim, mu’rab isimlere has bu tenvinin de dâhil olmasıyla “Emken” hale gelir(Hasan, 1973, s.45).

Yine, Mâ Yensarif ve Mâ Lâ Yensarif (1971) adlı eserin müellifi ez-Zeccâcî de ilgili konuya munsarif ismin tanımını yaparak başlar; "Bütün i’rab hallerinde kendisine asıl tenvin türlerinden birinin bitiştiği isimdir.” Başka bir eserde, mütemekkin olma durumunun ismin fiile benzemekten uzak olup isimlikte kuvvetini ve kökleşmiş olmasını ifade ettiğini ve ismin emken olmasının ise isimlikte mütemekkin bir isimden daha kuvvetli ve köklü olması durumu olduğu ifade edilir (Eş-Şâtıbî, 2007, s. 575).

Sîbeveyhi, diğer müelliflerin aksine, sarfa mani amillere ilişkin, ayrı bir bilginin ve sınıflamanın bulunduğu münferit bir bölüm oluşturmaksızın, çeşitli alt başlıklar altında bu amilleri ele almıştır; "Bir kişiyi

ٌُل عْاَفَت

vezninde olan

ٌُب رْاَضَت

şeklinde isimlendirir ve sonra da onu,

ُ

ب ِرْيَض ت

olarak küçültürsek bu kelimeyi de sarf edemeyiz. Çünkü konumu açısından bu,

ُ بِلْغَت

kelimesiyle aynı olur ve Arapların bütün dillerinde [ tıpkı

ُ دْنِه

kelimesini küçülttüğümüz zaman ortaya çıkan

ُ ةَدْيَن ه

’nin hiçbir şekilde sarf edilmemesi gibi ] sarf edilmez (Sîbeveyhi, 1988, s.194)." Görüldüğü üzere burada aslında fiil kalıbından olan bir kelimenin, bir şeyi vasıf için geldiğinde ve bununla ism-i tasgir yapıldığında, birden fazla illetin yan yana gelmesinden ötürü sarftan men edildiği ifade edilmeye çalışılmıştır.

Diğer nahivcilere ait eserlerde zannımca anlama kolaylığı sağlamak adına, sarftan men edilme sebepleri ayrıca ifade edilmiştir. Söz gelimi el-Enbari, Esrâr'ul-ʻArabiyye adlı eserinde sarfa mani olan amilleri şu şekilde özetlemiştir; "Sarf’ı engelleyen dokuz âmil vardır:

1.Fiil.kalıbında.olmak 2.Vasf

3.Dişillik

4.Zâid.olan.elif.ve.nûn

(18)

7.ʻUdûl.(değişime.uğrama)

8.Terkib.(tamlama.durumunda.olma) 9.Çoğul.durumu.(el-Enbârî,1997, s.161)

Yine ez-Zemahşerî'nin el-Mufassal adlı eserine göre bu dokuz şarttan ikisi bir araya gelirse kelime gayr-ı munsarif olur (ez-Zemahşerî, 1990, s. 37). Yukarıdaki örneklerden de yola çıkarak, aynı konular ele alınsa da, her müellifin kendine has üslubu ve yönteminin olduğu söylenilebilir. Sîbeveyhi de diğer müelliflerden farklı ve kendine has üslubu ile munsarif ve gayr-i munsarif tanımlarına, doğrudan açıklama getirmeyip, bir kelimenin hangi durumlarda sarftan men edildiğini çeşitli başlıklar altında sınıflandırarak, klasik şiirler ve Âyet-i Kerîmeler içerisindeki kullanım şekillerinden çıkarsamalarla, dolaylı olarak ele almıştır. İlgili kısımda verilen örneklerin çokluğu anlaşılma noktasındaki güçlüğü gidermektedir. Sîbeveyhi, hem el-Halil b. Ahmed’in, hem de Halil b. Ahmed'in Yunus b. Habib gibi öğrencilerinin ve bunun yanı sıra çeşitli fasih konuşan Arap kabilelerinin de ilgili konuya ilişkin farklı görüşlerine yer vermek suretiyle munsarif ve gayr-i munsarif konularını incelemiştir.

1.1.ProblemDurumu

Bu tezde ele alınan temel problem, munsarif ve gayr-i munsarif konularının Sîbeveyhi'ye göre tanımlandırılması ve konuya ilişkin çoğunluk görüşün yanı sıra azınlık görüşlerin de çerçevesinde..ihtilaflı..meselelerin..gözler..önüne..serilmesidir.

1.2.AraştırmanınAmacı..ve..Önemi

Bu araştırmanın amacı, bir yüksek lisans tezi standardında, Arap Dilinin anlaşılması güç olarak görülen munsarif ve gayr-ı munsarif konularının, Sîbeveyhi'nin el-Kitâb adlı eseri çerçevesinde, orijinal metne ve müellifin diline sadık kalınarak ele alınmasıdır. Bu çalışma, ilgili eser gibi, klasik nahiv kitaplarının türkçeye çevrilmesi noktasında teşvik bazında önem arz etmektedir.

(19)

1.3.Sınırlılıklar

Bu çalışma, Sîbeveyhi'nin el-Kitâb adlı eseri ile sınırlıdır.

1.4.Varsayımlar

Bahsi geçen eserin, munsarif ve gayr-ı munsarif konularına ilişkin bütün bilgi ve sınıflamaları kapsadığı varsayılmaktadır.

1.5.AraştırmanınModeli

Araştırma, gramer konusuna ilişkin olduğundan yöntemi, ilgili kitaplardan veya metinlerden belge toplama, verileri sınıflandırma, karşılaştırma, anlama, açıklama ve yorumlama şeklinde oluşturulmuştur.

1.6.Evren.ve.Örneklem

Araştırmanın evrenini munsarif ve gayr-ı munsarif konularını ele alan eserler, örneklemini ise Sîbeveyhi'nin el-Kitâb adlı eseri oluşturmaktadır.

1.7.VerilerinToplanması

Bu araştırma nitel bir çalışma olduğu için, belge toplanması ve analizi, alanda telif edilen eserlerin incelenmesi gibi veri kaynakları ve veri toplama yöntemleri kullanılmıştır.

1.8.VerilerinAnalizi

Bu çalışma nicel ve deneysel bir çalışma olmadığından belge toplanılarak, analiz edilerek, literatür taraması yapılarak ve elde edilen verilerin incelenip, yorumlanması ve açıklanması yapılarak analiz edilmiştir.

(20)
(21)

BÖLÜM 2

ARAP GRAMER ÇALIŞMALARI

2.1.Gramer Çalışmalarının Ortaya Çıkışı

Nahiv ilminin ortaya çıkışında gerek dinî gerekse dinî olmayan çeşitli âmiller söz konusudur. Nahiv çalışmalarının başlatılmasına etki eden dinî amillere örnek olarak dinî metinlerde yapılan lahnların ortaya çıkması ve bunların yaygınlaşması verilebilir. Bu tarz lahnlar, Hz. Muhammed (S.A.V.) döneminden bu yana var olmuştur; ancak sonraki dönemlerde bu hatalar artmıştır. Bu artış da beraberinde bir takım tedbirleri getirmiştir. Dinî kökenli olmayan diğer sebepler arasında Arap asabiyeti gösterilebilir. Araplar, dillerinin muhafazasına oldukça önem verdiklerinden, dillerinin yok olmaması amacıyla gramer çalışmalarını başlatmışlardır. Bir diğer sebep ise toplumsaldır. Musta’ribler yani sonradan Araplaşmış olanlar, bu ayrımı ortadan kaldırmak adına Arap Dili’ne bütün kuralları ile hâkim olmaya çalışmışlardır. Bu girişimlerin hepsi, nahiv ilminin ortaya çıkışının dayandığı temel sebep niteliği taşır (Dayf, 1968, s. 11-12). Bütün bu girişimlerden ve gayretlerden anlaşıldığı üzere yeni şeyler birdenbire ortaya çıkmaz. Zaman içinde bu yeniliğin arka planını teşkil eden çalışmaların sonucu olarak ortaya çıkar.

Arap Gramerinin ortaya çıkışında ilk somut adımı atan kişinin Ebu’l-Esved ed-Du’elî olduğu söylenir (Demirayak, 1998, s.193). es-Sîrâfî’ye göre insanlar, gramer çalışmalarını ilk kimin başlattığı konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları, o kişinin, Ebu’l-Esved ed-Du’elî, kimisi Nasr b. Âsım, kimisi de Abdurrahman b. Hurmuz olduğunu söyler. Ancak çoğu, ilk gramer çalışmalarının başlatan kişinin Ebu’l-Esved ed-Du’elî olduğu konusunda fikir birliğine varmıştır. Bu çalışmaların başlamasında şu olay söz konusudur. Bir gün Hz. Ali, Irak’ta iken odasında düşüncelere dalmış bir vaziyettedir. O esnada içeriye Ebu’l-Esved girer ve kendisine ne hakkında düşündüğünü sorar. Hz. Ali (r.a.) der ki: “Beldemizde lahn yapıldığını duydum, bu sebeple Arap Dili’nin usulü ile ilgili kitap yazmak istedim. Ardından, üzerinde "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla başlarım. Söz, isim, fiil ve harften oluşur. İsim, adı

(22)

konulmuş bir şeyi gösterir, fiil hareket bildirene verilen addır; harf ise, ne isme ne de fiile benzemeyendir." yazılı olan bir kâğıt vererek, Ebu’l-Esved'e;

وحنلاُاذهُُ حْن ا

(Bu yol/üslup üzere devam et) der ve bunun üzerine gramer çalışmaları başlatılmış olur (Dayf, 1968, s. 14) .

2.2.BasraEkolü(Basriyyûn)

II-IV. (VIII-X.) yüzyıllar arasında Basra’da yetişen ve Arapçanın gramer kaidelerini tespit etmeye çalışan dilcilerle bunların görüşlerini benimseyen âlimler, Basriyyûn olarak bilinirler (Kılıç, 2005, s.117).

İslâm’ı yeni kabul etmiş Arap olmayan milletlere Arapça’nın öğretilmesini kolaylaştırmak, bunun için de Arap dili gramerini ilmî usullere dayalı kaideler halinde tespit etmek amacı ile Arap filolojisinin kuruluşu, klasik dil ve edebiyat malzemesinin derlenmesi; ayrıca ihtiyaç duyulan gramer ve lügat çalışmaları, ilk defa Arap Yarımadası’nın kuzeydoğusunda Araplarla Arap olmayanlar arasında âdeta bir sınır vazifesi gören Basra’da, yaklaşık bir asır sonra da ona paralel olarak Kûfe’de başlayıp üç asır kadar devam etmiştir. Bu iki muhitteki dil ve edebiyat çalışmaları, prensipleri ve meselelere bakış tarzları birbirinden farklı, dolayısıyla aralarında ihtilâflar bulunan iki dil mektebinin doğmasına yol açmıştır (Kılıç, 2005, s.117).

Basra Mektebi’nin ilk temsilcileri Ebu’l-Esved ed-Du’elî (ö. 69/688), Îsâ b. Umer es-Sekafî (ö. 149/766), el-Ahfeş el-Ekber (ö. 177/793) ve Yûnus b. Habîb’dir (ö. 182/798). Bunlardan sonra gerek bu mektebin gerekse Arap dilinin iki büyük âlimi olan Halîl b. Ahmed el-Ferâhidî ile talebesi Sîbeveyhi gelir. Basra Mektebi mensupları arasında Sîbeveyhi’den sonra da el-Ahfeş el-Evsat (ö. 215/830 [?]), Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Musennâ (ö. 209/824-25 [?]), Ebû Zeyd el-Ensârî (ö. 215/830), el-Asma’î (ö. 216/831), Ebû Ubeyd Kâsım b. Sellâm (ö. 224/838), Ebû Osman el-Mâzinî (ö. 249/863), el-Muberred (ö. 285/898) ve İbn Dureyd (ö. 321/933) gibi büyük âlimler birbirini takip etmiştir. Basra Mektebi mensuplarından Ebû Saîd Hasan b. Abdullah es-Sîrâfî (ö. 368/979), Basriyyûn’un hal tercümelerine dair Ahbârü’n-nahviyyîne’l-Basriyyîn11 adıyla müstakil bir eser kaleme aldığı

gibi Ebu’t-Tayyib el-Luğavî de (ö. 351/962) Basra ve Kûfe mekteplerine mensup dilcilerin

(23)

hal tercümelerini Merâtibu’n-Nahviyyîn’de (nşr. Muhammed Ebu’l-Fazl İbrâhim, Kahire 1955) bir araya getirmiştir. Ayrıca Ebû Bekir ez-Zübeydî (ö. 379/989)

Tabakatu’n-Nahviyyîn ve’l-lugaviyyîn12 adlı eserinin yarısından fazlasını Basralı dil bilginlerine tahsis etmiştir. Günümüzde de Basra mektebiyle ilgili olarak Abdurrahman es-Seyyid’in

Medresetu’l-Basra’sı gibi (Kahire 1968) müstakil çalışmalar yapılmaktadır. Şevki Dayf da el-Medârisu’n-Nahviyye (Kahire 1968) adlı eserinin büyük bir kısmını bu mektep

mensuplarının çalışmalarına ayırmıştır (Kılıç, 2005, s.118).

2.3.KufeEkolü(Kûfiyyûn)

Arap Dilinin doğru kullanım kaidelerinin tespitine dair ilk çalışmalar I./VII.) Yüzyılın ikinci yarısında Basra’da başlamış, yaklaşık bir asır sonra da ona paralel çalışmalar Kûfe’de ortaya çıkmış ve üç asır kadar devam etmiştir. Bu iki muhitteki dil ve edebiyat çalışmaları, prensipleri ve meselelere bakış tarzları birbirinden farklı olan, dolayısıyla aralarında ihtilâflar bulunan iki dil mektebinin doğmasına yol açmıştır (Kılıç,2005, s. 345).

Önceleri Basriyyûn’dan faydalanarak yetişen ve II. (VIII.) yüzyıl sonlarında ayrı bir grup oluşturan Kûfiyyûn, rekabet duygusunun etkisiyle hararetli bir çalışma içine girmiştir. Kûfe’de Ali b. Hamza el-Kisâ’î (ö. 189/805) ve Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ (ö. 207/822) gibi iki büyük gramer âlimi yetiştikten sonra bu iki mektep mensupları arasında görüş ayrılıkları çoğalmış, ihtilâfları müstakil kitaplara konu teşkil eden çalışmaları, Arap dilinin gramer ve edebiyatına dair ürünlerinin derlenmesi ve kurallarının tesbitinde önemli rol oynamıştır. İlk ihtilâf, Kûfe’nin temsilcisi Ebû Ca‘fer er-Ruâsî ile (ö. 187/803) Basra’nın temsilcisi el-Halîl b. Ahmed (ö. 175/791 [?]) arasında başlamış, daha sonra Kûfeli el-Kisâî ile Basralı Sîbeveyh arasında devam etmiştir. Bu iki âlimin, Hârûnürreşîd’in emriyle Vezir Yahyâ el-Bermekî’nin huzurunda “Zunbûriyye” meselesi üzerinde yaptıkları tartışma meşhurdur (ez-Zeccâcî,1971, s.9-10).

Kûfeli Sa‘leb ile Basralı el-Muberred arasında cereyan eden dil ve edebiyat tartışmaları da bilinmektedir. Çoğu, halifelerin saraylarında geçen bu münazaralarda tarafların müdafileri ve muhalifleri vardı. Basralıların Emevî sempatizanı olmasına karşılık Kûfe’nin Bağdat’a yakın olması ve Kûfeliler’in Hâşimîler’e olan sempatileri sebebiyle Abbâsî Hânedanı ve vezirleri daha çok Kûfelilerin tarafını tutmuştur. Dolayısıyla ihtilâfların ilmî olduğu kadar

(24)

siyasî boyutu da vardı. Bu tartışmalar, nahivcilere dair ilk tabakat kitapları ile ez-Zeccâcî’nin

Mecâlisu’l-Ulemâ’sında yer almış, daha sonraki eserler de bu kaynaklardan nakilde

bulunmuştur. Kûfeli ilk gramerciler Basralılar’ın öğrencileriydi. Kûfeli dil âlimi Zuheyr b. Meymûn el-Furkûbî (ö. 155/772), Ebu’l-Esved’in öğrencilerinden ders aldığı gibi Abdurrahman et-Temîmî de (ö. 164/781) Basralılar’dan okuyan ilk Kûfeliler’den sayılmıştır. Bazı kaynaklarda Kûfe mektebinin kurucusu ve ilk temsilcisi olarak kaydedilen Ebû Ca‘fer er-Ruâsî de Basralı Îsâ b. Ömer es-Sekafî ile Ebû Amr b. Âlâ’dan ders aldıktan sonra Kûfe’ye yerleşerek nahiv dersleri vermiş; öğrencileri için Kitâbu’l-Faysal fi’n-nahv adlı eserini yazmıştır (Kılıç, 2005, s. 345).

Kûfe mektebinin ilk temsilcileri arasında yer alan ve er-Ruâsî’nin amcası olan Muâz b. Muslim el-Herâ’ da Kûfe’de sarf dersleri vermiştir. el-Kisâî, el-Halîl b. Ahmed’in öğrencisi olduğu gibi Ahfeş el-Evsat’tan da Kitâb Sîbeveyh’i okumuş, öğrencisi el-Ferrâ, Yûnus b. Habîb’den ders almış, Kitâb Sîbeveyh’i kendisinden okumuştur. Kûfe Mektebi II./VIII. Yüzyılın sonlarına doğru el-Kisâî ve el-Ferrâ ile Basra Mektebinden tamamen bağımsız hale gelmiştir. Özellikle el-Ferrâ tarafından ortaya konan özgün terimler, kurallar ve ölçülerle Kûfe grameri kemaline ulaşmıştır. Bu bakımdan Kûfe Mektebi’nin gerçek lideri el-Ferrâ sayılır. Kûfe mektebinin bağımsızlığı III./IX. Yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. Sa‘leb’in vefatıyla birlikte (ö. 291/904) Kûfe Mektebi ve gramer çalışmaları duraklamış, yerini Bağdat Mektebi almıştır. el-Kisâî ve el-Ferrâ’ya Basralı el-Halîl ve Sîbeveyhi’ye muhalefet etme çığırını açan, dolayısıyla Kûfe gramer mektebinin teşekkülünde önemli rol oynayan dilci Basralı el-Ahfeş el-Evsat olmuştur. el-Ahfeş, otuz kadar meselede el-Halîl ve Sîbeveyhi’ye muhalefet ederek el-Kisâî, el-Ferrâ ve diğer Kûfeli gramercilerle ittifak etmiştir. Ayrıca Kûfeliler’e şâz kıraat, şiir, lugat ve rivayetlerle istişhâdın kapısını da el-Ahfeş açmıştır (Dayf, 1968, s. 155-156).

Bunlardan başka el-Mufaddal ed-Dabbî, Ali b. Hasan el-Ahmer, Ebû Amr eş-Şeybânî, Hişâm b. Muâviye ed-Darîr, Ali b. Mubârek el-Lihyânî, Muhammed b. Sa‘dân, Ebû Abdullah İbnu’l-A‘râbî, Tuvâl, İbnu’s-Sikkît, Muhammed b. Habîb, İbn Kādim, Niftâveyh, Ebû Bekr İbnu’l-Enbârî, Ebû Umar ez-Zâhid, Şair el-Mutenebbî, İbn Miksem el-Attâr, İbn Hâleveyh ve İbn Fâris de Kûfe mektebine mensuptur. Her iki mektebin çalışmaları, semâa ve kıyasa dayanmakla beraber farklı sonuçlar elde etmelerinin başlıca sebebi, Arap Dilini hatasız bir şekilde konuşan bedevîlerin çöle yakın bir şehir olan Basra’da toplanmasına karşılık Kûfe’nin dil bakımından karışık unsurlarla dolu olmasıdır. Dolayısıyla Basriyyûn,

(25)

Kûfiyyûn, semâın kaynağını seçmede aynı titizliği göstermeyerek Araplardan rivayet edilen her kullanıma itibar etmiştir. Bu çerçevede iki mektep mensuplarının kullandığı terimlerin de farklı olduğu görülür. Meselâ Basriyyûn’un kullandığı na‘t, bedel, zarf, hurûfu’l-cer,

ismu’l-fâil, temyîz, zamîru’l-fasl, müteaddi ve zamir / muzmer terimlerine karşılık Kûfiyyûn, sıfat, red / tebyin / terceme, mahal, hurûfu’l-hafd, el-fi‘lu’d-dâim, tefsir, zamîru’l-imâd, vâki‘ ve kinâye / meknî terimlerini kullanmıştır (Allûş, 1981, s. 242).

Basra ve Kûfe dil mekteplerine mensup dilcilerin biyografilerini anlatan eserler arasında Ebu’t-Tayyib el-Luğavî’nin Merâtibu’n-Naĥviyyîn, Ebû Bekir ez-Zubeydî’nin

Tabakātu’n-Nahviyyîn ve’l-luġaviyyîn, İbn Mis‘ar’ın Târîhu’l-Ulemâi’n-Tabakātu’n-Nahviyyîn mine’l-Basriyyîn ve’l-Kûfiyyîn, Kemâleddin İbnu’l-Enbârî’nin Nuzhetu’l-Elibbâ’, Takıyyuddin İbn Kādî

Şuhbe’nin Tabakātu’n-Nuhât ve’l-luğaviyyîn’i anılabilir. Abdülkādir Kengarâvî el-İstanbûlî ve Mehdî el-Mahzûmî de Kûfe mektebi ve grameri konusunda müstakil çalışmalar yapmıştır. Sonuç olarak, bu iki ekol arasındaki farklılıkları Prof. Dr. İnci Koçak'ın şu ifadeleriyle özetleyebiliriz;

Basra ve Kûfe mekteplerinin arasındaki anlaşmazlık, Basralıların nahivde halkın kullanış şeklini esas tutmalarından ve bu konuda zorunlu olmadıkça kıyasa yer vermemelerinden; Kûfelilerin ise, meselelerin çoğunda kıyasa dayanmalarından, halkın kullanışını çoğu kez göz önüne almamalarından doğmuştur. Arap Dilini yanlışsız konuşanların Basra’da toplu bir halde bulunmaları, Basralıların, işitileni tercih etmelerine neden olmuştur( Koçak, 1981, s.150).

(26)
(27)

BÖLÜM 3

SÎBEVEYHİ

3.1.İsmi,KünyesiveLakabı

Asıl adı , ʻAmr b. Osman b. Kanber ‘dir. Bazıları bu ismi, kısaltarak ʻAmr b. Kanber derler.(Sibeveyhi, 1988, s. 3) O, Haris b. Ka’b b. ʻAmr veya bunun bir kolu olan Âl-i Rebîʻa b. Ziyâd’ın mevlasıdır (Özbalıkçı, 2005, s.130).

Kanber isminin harekelenmesi, noktasında ihtilaflar mevcuttur. ez-Zehebî, bu kelimeyi evvela damme, ardından fetha ile harekeleyerek anlamı "Tâcuʾl-ʻArûs" (Gelin Tacı) olan "

ُْرَبْن ق

" şeklinde okur, bir diğer okuyuş şekli ise,

ُ

فاق

لا

harfinin fethalı ve

نون

لا

harfinin sakin şekilde harekelendiği "

ُ ُ

ُْرَبْنَق

ُ

"'dir. Bu okuyuşa, şekline ez-Zemahşerî’nin, Sîbeveyhi hakkında kaleme aldığı methiyesinde rastlanılır.

Künyesine gelince, tıpkı "

ُُ

ُْرَبْنَق

ُ

" isminde olduğu gibi, bu ismin de harekelenmesine dair ihtilaflar vardır. Künyesi ile ilgili çeşitli isimlerden bahsedilmiştir; Ebu Bişr, Ebu’l- Huseyn, Ebu Osman gibi. Bunların içinde en bilindik ve yaygın olanı Ebu Bişr'dir (Sîbeveyhi, 1988, s.3). ʻAmr b. Osman b. Kanber’in lakabı olan "Sîbeveyhi" kelimesinin anlamına ilişkin iki farklı görüş vardır. Bunlardan en yaygın olanı bu kelimenin Farsça olup, elma anlamına gelen

بيس

ve koku anlamına gelen

هيو

kelimelerinin birleşimden oluştuğu ve elma kokusu anlamına geldiği yönündedir. İlkine nispeten daha zayıf kabul edebileceğimiz diğer bir görüş ise, bu kelimenin aslının Farsça "siboyeh" olduğu ve küçük elma anlamına geldiği ve ʻAmr b. Osman’ın çocukken yanaklarının kırmızı olması sebebiyle "Sîbeveyhi" adı ile sevilmesine dayanarak bu lakabın kendisine verildiği yönündedir (Özbalıkçı, 2005, s.130).

(28)

3.2.DoğumuveNahivİlmineYönelmesi

135-140/752-757 yılları arasında Şiraz yakınlarındaki Beydâ köyünde Fârisî bir anne-babadan doğdu (Özbalıkçı, 2005, s. 130). Sîbeveyhi’nin doğduğu yer Ahvaz'dır; ancak daha sonra ailesi Basra’ya göç etmiştir ve Sîbeveyhi de burada yaşamaya başlamıştır (Sîbeveyhi, 1988, s.7).

Eserinde Farsça’yı çok iyi bildiğini gösteren pasajlara bakılarak, bu göçün 14 yaşından sonra gerçekleştiğini söylemek mümkündür (Özbalıkçı, 2005, s.130). Sîbeveyhi’nin döneminde, İslam kentlerine ilim tahsili için göç etmek çok yaygındı. Bu başkentlerden en çok göç alanları, Irak'ta bulunan Basra, Kûfe ve Bağdat'tı. (Sîbeveyhi, 1988, s.7). Sîbeveyhi, ailesi ile birlikte Basra’ya göçünün ardından, dönemin ilim mekteplerinde yine dönemin şartlarına uygun olarak evvela Hadis, Fıkıh gibi dini ilimler öğrenmeye başlamıştır. Nahiv ilmine yönelmesinin sebebi olarak şu hadise nakledilir: Hadis dersleri aldığı Hammâd b. Seleme adlı hocası ile “

ءادردلا

ُ

َُابأ

ُ

َُس

ُْي

َُُل

ُِه

َُلُْي

َُعُ تذخلأ

ُ

َُت

ُْئ

ُِش

ُ

ُْو

َُُل

ُْن

َُم

ُ

َُلاإُ ي

ُِبَاح

ُْص

َُُأ

ُْن

ُِم

ُ

َُس

َُلُْي

hadis-i şerifinin i'rabını yaparken, Sibeveyhi hadis-i şerifin

ء

َُاد

ُْردلا

ُ

َُاب

َُُأ

َُس

َُلُْي

” kısmını

سيل

'nin ismi olarak i'rab etmiştir. Hocası bunu yanlış bularak, “isnattır” şeklinde Sibeveyhi'yi düzeltmiştir (Sîbeveyhi, 1988, s.7).

Hadis-i şerifi yanlış i’rab etmesi, kendisini çok üzen Sîbeveyhi, hocasına bundan sonra lahn’dan kurtulmak adına nahiv ilmine yöneleceğini söylemiştir. O günden sonra da, daha sonra isimlerine yer verileceği üzere çok sayıda nahiv âliminden

ُ

gramer dersleri almış ve bu alanda ilerlemiştir (Sîbeveyhi, 1988, s.7).

3.3.Sibeveyhi’ninHocaları

1. Hammâd bin Seleme b. Dînâr el-Basrî: Sîbeveyhi’nin ilk ders aldığı hocasıdır. Nahiv alanında âlim bir zattır. Daha önce de zikredildiği gibi Sîbeveyhi, Hammâd’ın dersinde Hadis i'rab ederken dil ve gramer hatası yapmış ve bunun üzerine nahiv ilmine yönelmiştir (Sîbeveyhi, 1988, s. 8).

2. el-Ahfeş el-Ekber adıyla bilinen Abdu’l-Hamid b. Abdu’l-Mecîd Ebu’l-Hattâb: Benî Kays b. Sa’lebe’nin mevlâsıdır. Bu şahıs Yunus’un hocasıdır. Sîbeveyhi ondan nahiv ve dil bilimi dersleri almıştır (Sibeveyhi, 1988, s. 9).

(29)

3. Ya’kub b. İshak b.Zeyd b. Abdullah b. Ebi İshak el-Hadramî el-Basrî: Zamanın Kıraat ve.Arapça.âlimi.olarak.bilinirdi,hatta.kendisi.10.Kıraatten.biri.ile.ün.yapmıştı(Sîbeveyhi,.1 988,.s. 9).

4. İsa b. ʻUmer es-Sekafî el-Basrî: Hâlid b. Velîd’in mevlâsıdır. Kelam alanında ihtisas yapmıştır. Nahiv alanında da iki adet kitabı mevcuttur. Ebu ʻAmr b. A’la‘dan beş ya da altı yıl önce, yani 149 yılında vefat etmiştir (Sîbeveyhi, 1988, s.10).

5. Ebu Abdurrahmân Yûnus b. Habîb: Benî Dabbe’nin mevlâsıdır. Nahiv alanında çok sayıda eser telif etmiştir. Bu eserlerden bazıları; Kitabu’l-luğât,. Kitabu-Nevadiri’l-Kebir,..Kitabu-Nevadir-es-Sağîr..ve..Kitabu’l-Emsâl (Sîbeveyhi, 1988, s.11).

6. el-Halil b. Ahmed el-Ferâhîdî el-Basrî: Sîbeveyhi’nin en büyük hocasıdır. Kitabında birçok yerde ona atıf yapmıştır. Bilindiği üzere nahiv alanında ün yapmış bir âlimdir (Sîbeveyhi,1988, s.11).

7. Ebu Zeyd Said b. Evs el-Ensârî: Hadis rivayetinde güvenilir olmasının yanı sıra, dilde de sözüne güvenilen âlimlerdendir. Babası da hadis âlimlerinden idi. Sîbeveyhi ondan dil dersleri..almıştır. 215..yılında..vefat..etmiştir (Sîbeveyhi,.1988,.s.12).

8. Harun b. Musa en-Nahvî: Basra ehlinden olup Yahudi asıllıdır. Daha sonraları kıraat ilmi alıp bu alanda öncü bir âlim olmuştur. 170/787 yılında vefat etmiştir (Sîbeveyhi, 1988, s.13). 9. Ebu ʻAmr b. A’la: Basra ehlindendir. Ebu'l-Esved ed-Duelî’nin öğrencisi Nasr b. Âsım’dan nahiv ilmi öğrenmiştir. 154/771 yılında Kûfe’de ölmüştür (Sîbeveyhi, 1988, s.13). 10. Muhammed b. el-Hasan b. Ebi Sârâ: Kafası çok büyük olduğundan, bu anlamdaki

ىساؤرلا

(Ruâsî) lakabı ile isimlendirilmiştir. ʻİsa b. ʻUmar’dan ders almıştır, bu şahsiyet Kûfeliler arasında Nahiv alanında ilk eser verendir (Sîbeveyhi, 1988, s.14).

3.4.Sibeveyhi’ninÖğrencileri

Tarihte.yalnız.üç..tanesi..bilinmektedir:

1. Ebu’l-Hasan el-Ahfeş Saîd b. Mes’ade: Sîbeveyhi’nin Halil b. Ahmed dışındaki hocalarından eğitim almıştır. Ardından da Sibeveyhi’den ders almıştır. Sibeveyhi’nin kitabından belli usulleri okumuştur(Sibeveyhi, 1988, s.15).

(30)

2. Kutrub [Ebu Muhammed b.Mustenîr el-Basrî]: Rivayete göre bu şahsa gece böceği anlamındaki "Kutrub" lakabı Sîbeveyhi tarafından, Sîbeveyhi'nin derslerine gece gelmesi sebebiyle verilmiştir. Sîbeveyhi’nin öğrencileri arasında en çok kıymet verdiklerindendir. 206 yılında ölmüştür(Sîbeveyhi, 1988, s.16).

3. Nâşi: Sîbeveyhi ve el-Ahfeş'ten ders almıştır. Nâşi adı ile bilinen bu şahsın nahiv alanında kaleme alınmış eserleri mevcuttur.

Sîbeveyhi’nin öğrencilerinin bu denli az olmasının sebebi tahminimizce dilindeki tutukluktan dolayıdır. Muaviye b.Bekr el-Alima der ki;

Amr b. Osman’ı gördüm. Genç yaşlarda idi. Malum dönemde Halil b. Ahmet’ten ders aldığını ve onun bilgilerini taşıdığın ve onun varisi olduğunu duymuştum. Konuşurken onu duydum ve dilde münazara yaptığına şahit oldum. Dili tutuktu. Kitabını da gördüm, kitap dili konuşma dilinden daha iyiydi (Sîbeveyhi, 1988, s. 17).

3.5.Sibeveyhi’ninKatıldığıMünazaralar

el-Halil b. Ahmed'in vefatının ardından Bağdat'a davet edilerek, Kûfe nahiv mektebinin lideri ve Harun Reşid'in saray hocası olan Ali b. Hamza el-Kisâî ile münazarada bulundu. Vezir Yahya b. Hâlid el-Bermeki’nin huzurunda yapılan münazara başlamadan önce Sîbeveyhi, el-Kisâî’nin öğrencileri Yahya b. Ziyad el-Ferrâ’, Muhammed b. Sa'dân, Hişâm b. Muaviye ve Ali b. Mubarek el-Ahmer tarafından yöneltilen soruları cevaplandırdı. Asıl münazarada ise el-Kisâî, Arap atasözünde geçen bir ifadenin i'rabını

sordu."el-Mes'eletu'z-zunbûriyye" adı verilen bu meselede Sîbeveyhi birçok ayeti şâhid olarak zikretmesine

rağmen dilleri Basralılarca fasih kabul edilmeyen, muhtemelen Emin ile Me'mun'un hocası olması sebebiyle el-Kisâî 'nin itibarını koruma gayreti olarak önceden tertip edilmiş olan bedevilerin hakemliğiyle münazarada mağlup ilan edildi.

Bu haksızlığı vicdanen kabul edemeyen Kisâî, bir telafi mahiyetinde Yahya el-Bermekî'den Sibeveyhi'ye 10.000 dirhem verilmesini istedi. İki otoritenin meseldeki ifadeyi farklı yorumlamasını, dayandıkları lehçelerin farklılığına bağlayanların yanı sıra Sîbeveyhi'nin başarısızlığını dilindeki tutuklukta, ayrıca alışmadığı ve tanımadığı bir muhitte bulunmasında görenler de olmuştur (Özbalıkçı, 2005, s.130).

(31)

3.6.Bağdat’tanAyrılışıveÖlümü

Bağdat'tan ayrılışı ile ilgili farklı görüşler bulunmaktadır. Bunlardan ilki, münazaradan sonra Bağdat'ta daha fazla kalamayıp Ahvaz'a döndüğü şeklindedir. Diğer bir görüş ise, Sîbeveyhi'nin Ahvaz yerine Bağdat'a gittiği yönündedir. Bu iki görüş dışında, Sîbeveyhi’nin Basra’nın kıyılarında öğrencisi el-Ahfeş'e rastladığı ve el-Kisâî ile aralarında geçen olayı ona anlattığı, ardından da doğduğu yer olan Ezhar'in Talha adındaki bölgesine döndüğü ve orada öldüğü nakledilir. Bazıları da onun Şiraz'da öldüğünü ve kabrinin de orada olduğunu ifade eder (Sîbeveyhi, 1988, s.18). Son olarak Vefayâtu'l-A’yân'da ölüm yeri ve yılına dair şu ifadelere yer verilmiştir:

El-Kisâ’î ile olan münazarada mağlup olunca, nereye gideceğini bilmeksizin oradan çıktı, İran illerine doğru yol aldı, Şiraz’da bulunan köylerden birinde öldü, öldüğü yerin Beyda adlı bir köy olduğu söylenir. İbn Gani der ki; Aksine O, 161 yılında, Basra’da öldü. Hafız Ebu’l Ferec ise Sibeveyhi'nin 194 yılında, yaşı 32 iken sava şehrinde öldüğünü nakleder (İbn Hallikan, s.464).

Tarihçiler arasında Sîbeveyhi'nin öldüğü yıl ile ilgili de büyük ihtilaflar vardır. Kesin olmamakla birlikte ölüm yılı 161, 177, 180, 188 ve 194 olarak farklılık arz etmektedir (Sîbeveyhi, 1988, s.18).

(32)
(33)

BÖLÜM 4

EL-KİTÂB

4.1.Eser‘inArapGramerindekiYeri

Arap Dilinin nahvi, sarfı ve fonetiği alanında ölümsüz bir eserdir. el-Kitab'ın ana malzemesi el-Halîl b. Ahmed'in vefatından önce tasnife hazır vaziyette mevcuttu. Onun vefatından hemen sonra Sîbeveyhi, el-Halîl'in ilmini ihya etmek amacıyla eseri kaleme almıştır (Özbalıkçı, 2005, s.130).

Sîbeveyhi'nin el-Kitab adlı eseri, insanlar tarafından “Nahvin Kur'ân-ı” olarak isimlendirilirdi. Abdullah b. Muhammed İsa’nın tıpkı Kur'ân-ı Kerim-i hatim eder gibi, Sibeveyhi'nin kitabını da 15 günde hatmettiğini söylediği nakledilir(Sibeveyhi, 1988, s.24). Söz konusu kitaba ilişkin birçok nahiv âliminin methi söz konudur. Sibeveyhi'ye gerek üslûbunun kapalılığı noktasında gerekse kullandığı başlıkların uzunluğu noktasında menfi eleştiriler yapılmıştır. Sibeveyhi'ye lehte ve aleyte yöneltilen tüm tenkitler onun Mehmet Çakır'ın ifadesi ile "çetin ceviz " olduğunda birleşmektedir (Çakır, 1994, s.23).

Vefayat'ul-A’yân'da geçen şu ifadeler bunu kanıtlar niteliktedir;

Onun kitabı gibi bir kitap ortaya konmadı. Bir gün Cahiz şöyle dedi; İnsanlar nahiv alanında Sibeveyhi’nin kitabına benzer bir kitap yazmadı. Şüphesiz ki bu eser, insanların tümünün yazdığı kitaplardan daha üstündür. Cahiz yine der ki; Mu’tasım’ın veziri Muhammed b. Abdulmelik ez-Zeyyât’ın huzuruna çıkmak istedim ve ona hediye edebileceğim Kitab’ı Sibeveyhi dışında şöhret bulmuş bir hediye bulamadım. Huzuruna çıktım ve dedim ki; el-Ferra’nın el yazısı ile telif edilmiş bu kitap mesabesinde size hediye edilecek başka bir şey bulamadım. Bana dedi ki; bana çok kıymetli ve en çok sevdiğim bir hediye vermiş oldun(İbn Hallikan, s.463).

Bu eser, eski zamanlardan günümüze kadar "el- Kitâb" ya da "Kitab-ı Sibeveyhi" adı ile biline gelmiştir. Yaşadığı dönemdeki âlimler kitaplarına, el-Cami, el-İkmal li ʻİ’sa b. Ömer

(34)

gibi isimleri verirken Sibeveyhi’nin eserine belli bir isim vermediği tarih olarak kesindir. Kitabın hazırlanmasında gecikildiği için, ne mukaddimesi ne de sonuç kısmı olan eserin isimlendirilmesinde de gecikilmiştir(Sibeveyhi, 1988, s.24).

4.2.TelifTarihi

Bu kitabın el-Halîl b.Ahmed'in ölümünden sonra telif edildiğine dair şüphe yoktur. Kitap içerisinde el-Halîl’in sözlerinden bahsederken birçok yerde “Allah rahmet eylesin” ifadesinin kullanılması bunun ispatıdır(Sîbeveyhi,1988,s.25).

Telifin ana malzemesini el-Halîl b. Ahmed'in fikirleri oluşturmakla beraber Yûnus b. Habîb, Ahfeş el-Ekber, Ebu ʻAmr b. Ala, ʻİsa b. Umer es-Sekafi, ibn ebu İshak el-Hadramî ve Harun el-A’ver el Kari gibi dil, gramer ve kıraat âlimlerinin görüşleri de kitabın oluşmasında, önemli katkılar sağlamıştır (Özbalıkçı, 2005,s.130).

4.3.El-Kitâb’ınİçeriği

Kitâb, başta müellifin Halîl b. Ahmed'den, okuduğu İsa b. Umer es-Sekafi'ye ait

el-Câmi’ ve el-İkmâl olmak üzere yaklaşık bir buçuk asırlık nahiv, sarf, kıraat ve fonetik

alanlarındaki gelişim ve birikimin özetidir. Ayrıca kitapta yer alan bazı malzemelerin, Sîbeveyhi’nin kitabını Necd ve Hicaz çöllerine giderek bizzat bedevilerden işitip tespit ettiği bilgilerden meydana getirdiği, eserde Arapçasına güvenilen Araplardan semâ ettiğine dair bazı kayıtların bulunmaktadır (Özbalıkçı, 2005, s.131).

Sîbeveyhi, el-Kitâb adlı eserde, hocası el-Halîl b. Ahmed'in nahve ilişkin görüşlerini aktarmakla kalmayıp, bahsi geçen konu ile ilgili başta kendi görüşleri olmak üzere, el-Halîl’in görüşü ile aynı olsun veya olmasın herhangi bir ayırım gözetmeksizin, el-HalÎl'in öğrencilerinin ve fasih konuşan Arap kabilelerinin görüşlerine de yer vermiştir. Bu yönüyle

el-Kitâb, bire bir el-Halîl'in görüşlerinin aktarıldığı bir eser olmaktan çıkmaktadır. Eserde

nahve ilişkin meselelerin açıklanması esnasında sıklıkla cahiliye dönemi Arap şiirlerine ve Kur’ân-ı Kerîm'den ayetlere başvurulmuştur.

el-Kitâb'ın diline gelince, bununla ilgili yine aynı eserde şu ifadelere yer verilmiştir;

(35)

açıklama gereği duyulan birçok ifadeyle karşılaştık, bu kapalılık, eserde o dönemde kullanımı yaygın olup daha sonraları kullanımı azalan ifadelerin olması sebebiyledir (Sîbeveyhi, 1988, s.31).”

(36)
(37)

BÖLÜM 5

KALIPLARINA GÖRE GAYR-I MUNSARİF İSİMLER

5.1.ُ لَعْفأ

.

Bâbı

Sîbeveyhi’ye göre

ُ لَعْفَأ

kalıbında olan isim, ma'rife de olsa nekre de, munsarif olamaz; çünkü bu kalıpta olduğu sürece fiillere benzer.

ُ بَهْذَأُ،ُ مَلْعَأ

örneklerinde olduğu gibi. Nekre olup sıfat özelliği taşıyorsa, nasıl olur da munsarif olamaz? Diye bir soru sorulursa; “Çünkü sıfat [işlevsel olarak] fiile daha yakındır." cevabı verilir. Tenvin fiile nasıl ağır geliyorsa, bu kalıp için de öyledir, dolayısıyla Araplar tenvini ağır bulup hazfedip, bu nedenle bu kalıbı fiil gibi telakki etmişlerdir. Aynı kalıpta olan

ٌُلَم ْزَأُ،ٌُعَدْيَأ

ُ

،ٌُلَكْفَأ

gibi isimler fiili çağrıştırmadığı ve fiil gibi çekilemediği için için tenvinli okunabilirler.

ُ لَعْفَأ

ُ

kalıbı dışında, yapı olarak fiile benzeyen

ُ لَمْعَيلاُ،ُ عَم ْرَيلا

gibi kelimeler, tenvinli okunabilmektedir.

ٌُعَم ْرَي

adı

ُ

بَهْذَي

fiiliyle;

ٌُب لْكَأ

kelimesi de

ُ ل خْدَأ

fiiliyle aynı kalıpta olmalarına rağmen, sıfat olmadıkları için tenvin alırlar. Ancak bazı Arap kabileleri,

ُ لَعْفَأ

kalıbında olmayan bazı kelimeleri de gayr-ı munsarif kabul etmektedir.

ُ

ر صْعَأ

kelimesinde olduğu gibi. Eğer bunu küçültüp kendisi ile ism-i tasgir yapmak istersen

ُ ر ِضْيَخ أ , ُ رِمْيَح أ ve ُ دِوْيَس أ

ُ

dersin. Bu durumda küçültmeden önceki halini muhafaza etmektedir, nitekim fiile benzediği ziyadelik ve yapı açısından bir değişiklik olmamıştır, sabittir. Fiil olarak bunun benzeri

ًُاَدْي َزُ َحِلْيَم أُ اَم , ُ رَمْحَأ

ve

ُ بَهذَأ

örnekleridir.

(38)

5.2. İsim Konumunda Olan, Ayrıca Fiillere Benzeyip Başında Zâid Harfler Olan İsimleri.İçeren.ُ لَعْفَأ.Bâbı

Söz konusu isimlerden

ٌُلَعْفَأ

vezninde olan

ٌُلِكْفَأ , ٌُلِم ْزَأ ,

ٌعَدْيَأ ve ٌُعَب ْرَأ

ُ

ma'rife oldukları zaman gayri-ı munsariftirler. Çünkü ma'rife, dile daha ağır gelir. Nekre durumunda munsarif olmalarının sebebi ise, fiillere uzak olmalarıdır. Ayrıca ma'rife durumunda fiillere benzedikleri için, bunları munsarif saymamaları da, marifeliğin, dili konuşanlar nezdinde daha ağır olmasındandır. Şurasını da bilmek gerekir ki, bu

ءاي

ve

فلأ

harflerinin ikisinden biri, dört harften oluşan bir kelimenin başında geldiği takdirde kesinlikle fazladır. Nitekim kendisinden türeyen bir fiili olmasa bile

ٌُل كْفَأ

benzeri çekimi yapılan bir isim yoktur. Fazla olduğunu gösteren şey ise bunun diğer ziyade harflerine nispeten üçlülere ek olarak gelmesidir ve bu kelamda daha yaygındır,

ءاي

harfi de böyledir. Eğer bunu böyle kabul etmezsek, bunun sonucu olarak

ٌُل كْفَأ

kelimesini sarf etmeli (çekmeli)yiz. Ayrıca

ُ ة َزاَج ِ رلا

ve

ُ ةَباَب ِ رلا

konumundaki fiili olmayan kelimeleri

ُ ة َرْطَمِقلا

ve

ُ ةَلْمَدِهلا

kelimeleri ile aynı konumda görmek gerekir. İşte bu

فِلأ

ve

ءاي

harfleri, üçlü fiil kalıplarına zâid harf olarak sıkça girer.

ٌُقَل ْوَأ

örneğinde olduğu gibi. Burada fazla olan harf vâv’dır, böylece açık bir şekilde geldiği sürece bu iki harf ziyade harflerdir.

ٌُق

ُْو لأَمُ َو هَفُ ل ج َّرلاُ َقِلأُ ْدَق

cümlesini de bunun kanıtı..olarak.görebiliriz.

Eğer

ُ ٌقَل ْوَأ

kelimesinin durumu bizim açımızdan netlik kazanmış olmasaydı

ُ لَعْفَأ

ile aynı muameleyi görürdü. Çünkü bu bakımdan

ُ لَعْفَأ

veznindeki kelimeler

ُ لَع ْوَف

vezninde olanlardan daha fazladır. Eğer söz içinde

ٌُلَلْكَأ

ve

ٌُقَقْيَأ

gibi kelimeler geçer ve bunlarla bir şahsı adlandırırsak, bu kelimeler sarf olunurlar. Çünkü

لَعْفَأ

vezninde olsaydı, birinci harfin cezimli ve idğamlı olmaktan başka şansı olmazdı.

ُ ل َّوَأ

ُ

kelimesi ise,

ُ لَعْفَأ

veznindedir.

ُ َو ه

ُ

ُ هن ِمُ ل َّوأ

(O, ondan daha öncedir); ayrıca '

ُ هْن ِمَُل َّوأِبُ ت ْر َرَم

/ (Ondan daha önce olana uğradım) ve '

ىَل ْو لأا

' örnekleri bunun kanıtıdır. Diğer yandan, eğer

ُ ٌب بْلأ

kelimesini bir şahsı adlandırmak için kullanırsak, bu kelime gayr-ı munsarif olur. Anlamı da

ٌُب بْلأُِهيلع

(başında aklı var / akıllı) şeklinde olur. Çünkü bu kelime,

ُُّبُّللا

(beyin, akıl) sözcüğünden gelir, vezni de

ل عْفَأ

'dur. Eğer anlamı bu şekilde olmazsa, vezni

ٌُل ل

ُْعَف

olur. Araplar şöyle der:

َُكاَذُ ْتَمِلَعُْدَق

(39)

Burada

ءات

harfinin ziyade olmasının sebebi de, dört harften oluşan ve ilk harfi ziyade olmayan bu yapıda bir sözcüğün kelamda (cümle yapısında ) olmamasıdır. Çünkü kelamda

ٌُل لْعَف

yapısı yoktur. Bunun bir benzeri de

ُ ب ت ْرَت

ve

ُ بَت ْر ت

'dur; ayrıca

ُ ب

ُ ت ْر ت

da denebilir. Nitekim bunlar da gayr-ı munsariftirler. Her kim

ٌُب ت ْر ت

derse sarf etmiş olur. Çünkü ilk harfi ziyade olsa bile, fiil benzeri olmaktan çıkmıştır. Yine benzer şekilde

ُ أ َرْد تلا

örneğini verilebilir. Bu kelime

ُ تْأ َرَد

ُ

fiilinden gelir. Ayrıca buna

ُ لَفْت تلا

kelimesini de ekleyebiliriz. Bazı Arapların

ُ ل فْتَّتلا

demesi ve kelamda '

ُ ر فْعَج

' gibi bir şeyin olmayışı da bunun ispatı niteliğindedir. Buna benzer bir diğer örnek de, bir şahsı

ُ بَلْاَت

olarak adlandırmamızdır. Çünkü

ُ لَعْفَت

veznindedir. Zebra’ya

ُ لِعْفَي

vezninde

ُ بِلْأَيُ َبِلأ

denmesi ki bu kelime avını kovalamak anlamına gelir. Bu hayvana '

ٌُبَلْاَت

' denmesi de bundan dolayıdır.

ٌُلَشْهَن

ve

ٌُبَل ْوَت

şeklinde gelen kelimelerse bize göre, açık bir şekilde geldiği sürece aynı harfler bakımından munsariftirler.

Ayrıca Arapların bunu böyle yaptıklarına sık rastlanır. Çünkü zâid olma bakımından

ءات

ve

نون

harfleri,

فلأ

ve

ءاي

harfleriyle aynı konumda değildir. Ayrıca ilk ikisi, ziyade harfler olarak son ikisi gibi kelamda yaygın değildir. Eğer bunu bu şekilde kabullenmezsen ,

ًُلَشْهَن

[ ve

ًُاَرَسْهَن

] kelimelerini sarf etmemen gerekir. Bu da birçok arabın, ayrıca el-Halîl'in ve Yûnus'un kavli uyarıncadır. Diğer yandan bir kişiyi

ُ دِمْثِإ

olarak adlandırırdığımızda, bu kelimeyi çekime uğratamayız. Çünkü

ُْب ِرْضِإ

fiiline benzemiş olur. Benzer şekilde bir şahsı

ٌُعَبْصِإ

olarak adlandırırsan, bunu da çekmezsin. Çünkü bu da

ُْعَنْصِإ

fiiliyle benzerlik arz eder. O şahsı

ٌُم لْب أ

şeklinde adlandırdığımız zaman, bu kelime yine sarf edilmez. Çünkü bu da

ُْل تْق أ

'e benzer. Bu örneklerde, söz konusu zâid harf

فِلأ

olduğu için ,

ٌُب ت ْر ت

ve benzeri örneklerdeki uygulamaya gerek kalmaz. Bu da, el-Halîl ve Yûnus'un ifadesine göredir. Bu isimlerin bu şekilde değerlendirilmelerinin altında yatan sebepse onlar nezdinde, isimlerin bu yapıda olup da başlarında ziyade harfler almalarının esasa aykırı olmasıdır. Görüldüğü gibi

ُ لَعْفَت

ve

ُ لَعْفَي

vezinleri isimlerde az bulunur. Bu yapı esas olarak fiile hastır. Bu bakımdan; bu isimler, tenvin eklemenin ağır sayılacağı bir konumda olunca, bu yapıya daha lâyık olanda (fiilde) ağır olduğu kanaatine vardıkları şeyi, yani tenvini burada da ağır bulurlar. Tenvinin ağır bulunduğu konum da ma'rife konumudur. Ma'rife durumunda sarf

(40)

olarak sıfatlarda daha çok bulunması, sıfatın fiile yakın olmasından/benzemesinden kaynaklanır.

Eğer bir şahıs ilk harfleri zâid olan bir fiille isimlendirilirse

رمعيُ،ُبلغتُ،ُركش

يُ،ُديزي

gibi onu sarf etmemek gerekir. Çünkü gayr-ı munsariftir. Bu tarz örnekleri sarf etmemek daha uygundur ki bu isimlerin durumu, en fazla

ٌُب ضْنَت

ve

ٌُعَم ْرَي

isimlerinin konumu gibidir. Bu bahiste değindiğimiz bütün örnekler nekre durumunda munsariftirler ve sarfa uğrarlar. “Niye

ُ دْيزَي

kelimesini nekreyken sarf ediyorsunuz,

ُ رَمْحَأ

kelimesini nekreyken isim olma durumunda sarf etmemize engel olan şey, fiile benzemesi miydi?” diye sorulduğunda sebep şu cümleler ile ifade edilebilir;

ُ رَمْحَأ

ُ

kelimesi isim olmadan önce, fiil konumunda bir sıfat idi. Eğer isim olur da sonra yeniden onu nekre konumuna getirirsen, sıfat olduğu duruma tekrar onu dönüştürmüş olursun.

ُ دْيزَي

ُ

ise, tenvinin ağır sayıldığı bir durumda isme dönüştürüldüğünde, isim olmadan önceki durumda ağır kabul edilen şey sonraki durumda da ağır kabul edilir. Böylece onu nekreye dönüştürdüğünde, isim olmadan önceki haline geri dönmedi. Oysa

ُ رَمْحَأ

hâlâ bir isimdir. Bir kişiyi eğer

ُْب ِرْضإ

,

ُْل تْق أ

veya

ُْب هْذِإ

şeklinde isimlendirirsek, bunları sarf edemeyiz. Ayrıca kelimeyi isim konumuna getirmek için, baştaki elif harflerini elif-i kat'a dönüştürebiliriz. Çünkü bu kelimelerin önceki hali üzerinde değişiklik yapılmıştır. Nitekim bu isimler merfu' ve mansub yapılabilir. Çünkü isimlere, elif-i vasl gelmedelif-iğelif-i elif-içelif-in onlara elelif-if-elif-i kat' eklenelif-ir.

Bununla ilgili

ٌُمسِا

ve

ٌُنْبِا

kelimeleri de, fazla sayıdaki isimlere nispeten az bir oran teşkil ettiğinden, bu konu için hüccet sayılmaz. Ayrıca bunun gibi bir şeyin isimlerde mümkün olmadığını ileri sürerek, bu kelimelerin yapılarını

ٌُب ْر ض

ُ

ve

ُ ٌب َر ْوَض

şeklinde değiştirme yoluna gidemeyiz. Çünkü isimlerde bulunmayan bir yapıyla da adlandırma yoluna gidilebiliyor. Ancak şu var ki

ٌُدَمْثِإ

,

ٌُعَبْصِإ

ُ

ve

ٌُم لْب أ

gibi isimlerde olduğu gibi, ağır olduğunu varsaydığımız tenvinin yukarıdaki örneklerde de ağır olduğuna karar verirsen, en kötü ihtimalde bu son örneklerle karşılaşırız. Bu harflerden hiç birisi

ُ ئ ِرْمِا

kelimesi konumunda değildir. Çünkü

ُ ئ ِرْمِا

kelimesindeki

فللأا

harfinin

ٌُأ ْرَم

,

َُأ ْرَم

ve

ُِء ْرَم

kelimelerindeki

ُ

ميم

harfini cezimli yaptıktan sonra eklenmiş gibi bir hali var. Böylece -tıpkı

ٌُنْبِإ

ُ

kelimesinde ve emir olan

ُْب ِرْضِإ

kelimesinde

فللأا 'leri bıraktığımız gibi-

ُ

ُميملا

harfini cezimli yaptıktan

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu varsayımları bir kenara bırakan Ragab, dört ayrı iddia ortaya koyar: (1) “İslâm hastanesi” tutarlı bir kategori olmayıp aksine, fark- lı kökenlere sahip ve

Geçirdiği bir kalp krizi sonunda 10 Ocak 1968 çarşam­ ba günü vefat eden İstiklâl Savaşının ünlü kumandanla­ rından, Atatürk’ün sınıf arkadaşı

1) Bu, "selâmet ve esenlik" anlamında, "Darü's-selâm: esenlik yurdu" ve "selâmün aleyküm: selâmet üzerinize olsun" ifâdesi de bu anlamdadır. Allah,

Çoklu zeka kuramı Harvard Üniversitesinde bilimsel araştırmalar yapan Amerika’lı Howard Gardner tarafından öne sürülen bir yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre insan zekası

dan  güvenilir,  çocuğun  bakım  ve  gözetimini  yapabilecek  biri  vasî  olarak 

1963 yılında Kayseri’de doğdu. İlk orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamladı.1986 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun

Cemiyetimizin

Şu 7 grupta yer alan özel isimler gayr-i munsarif hükmündedir:.. Terkib-i mezcî (tam kaynaşma) yapısındaki