• Sonuç bulunamadı

Türkiye'de enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki: Ampirik bir uygulama (1980-2014)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye'de enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki: Ampirik bir uygulama (1980-2014)"

Copied!
159
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

İKTİSAT BİLİM DALI

TÜRKİYE'DE ENFLASYON İLE EKONOMİK

BÜYÜME ARASINDAKİ İLİŞKİ: AMPİRİK BİR

UYGULAMA (1980-2014)

Ebru ÇİFTCİ

114226001008

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Yrd. Doç. Dr. Savaş ERDOĞAN

(2)
(3)
(4)

ÖNSÖZ/TEŞEKKÜR

Büyüme özellikle de sürdürülebilir büyüme her zaman istenilen bir durum olmasına rağmen bunun sağlanması enflasyon yüzünden pek mümkün olmamıştır. II. Dünya Savaşı'ndan 1970 yılına kadar, enflasyon önemli bir problem olarak görülmemiş, hatta dönem içinde enflasyonun ekonomik büyümeye pozitif yönde katkıda bulunacağı tezi yaygın kabul gören bir argüman olmuştur.

İktisat yazınında enflasyon ile ekonomik büyüme arasında bir ilişkinin olup olmadığı, böyle bir ilişki varsa yönünün ne olduğu, ilişkinin yönünün kullanılan yönteme, ele alınan ülkelere ve döneme göre gösterdiği değişkenlik uzun yıllardan beri tartışma konusu olmuştur. Dolayısıyla bu ilişkinin niteliği konusunda zaman içerisinde farklı görüşler ortaya atılmıştır. 1980’li yıllara kadar enflasyonun büyümeyi olumlu etkilediği fikri hakimken, son 30 yılda yapılan ampirik çalışmalar ve elde edilen sonuçlar doğrultusunda ise bugün çoğu iktisatçı enflasyonun büyümeyi olumsuz etkilediğine inanmaktadırlar. Ancak enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki negatif ilişkinin doğrusal olmadığını ve belirli bir eşik değerin aşılmasından sonra enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini ileri süren çalışmalarda bulunmaktadır. Görüldüğü üzere halen bu konu hakkında tam bir görüş birliğine varılmış değildir.

Türkiye’de enflasyon 1970’li yıllardan itibaren ekonomide büyük bir sorun haline gelmeye başlamış ve uygulamaya konulan bütün ekonomi politikalarında başlıca hedef göstergesi olarak belirlenmiştir. Türkiye’de enflasyon-büyüme ilişkisini inceleyen ampirik araştırmalar ve elde edilen sonuçlar bu ilişkinin negatif olduğu görüşünü desteklemektedir. Bu sonuç, son yıllarda giderek gerileyen ortalama büyüme oranının yükseltilebilmesi ve istikrarlı bir büyüme oranının sağlanabilmesi için öncelikle enflasyonun düşürülmesi gerektiğini göstermiştir. Enflasyonun olumsuz etkilerinin anlaşılması ve fiyat istikrarının ekonomik büyümenin ön koşullarından birisi olduğuna dair güçlü bir bilincin oluşmasıyla beraber 2001 yılı sonrası dönemde yüksek enflasyon ile mücadele noktasında önemli kazanımlar elde edilmiştir. Bu kazanımlar, ekonomik büyüme ve kalkınma üzerinde de olumlu etkiler oluşturmuştur.

Bu çalışmanın temel amacı, Türkiye’de 1980 ile 2014 tarihleri arasındaki verilerin ekonometrik analizi yapılarak enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisine dair literatüre katkıda bulunmaktır.

(5)

Bu çalışmanın ortaya çıkmasında ve tamamlanmasında destek ve yardımlarını asla esirgemeyen, bilgi ve katkılarından dolayı sayın danışman hocam Yrd. Doç. Dr. Savaş ERDOĞAN'a sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca bu çalışma boyunca benden hiçbir zaman desteklerini ve yardımlarını esirgemeyen ve kıymeti hiçbir maddi değerle ölçülemez aileme ve sevgili eşime teşekkürü bir borç bilirim.

(6)

ÖZET

Makroekonominin en önemli göstergelerinden olan enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki iktisat literatüründe uzun yıllardan beri tartışıla gelmektedir.Enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin niteliği konusunda zaman içerisinde farklı görüşler ortaya atılmıştır.Bu ilişkinin negatif olduğu, pozitif olduğu ya da enflasyonun ekonomik büyümeyi belli bir eşik değer çerçevesinde etkilediği sonucuna ulaşıldığı birçok farklı ampirik çalışma literatürde mevcuttur.

Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’de enflasyon, 1970’li yıllardan itibaren ekonomide büyük bir sorun haline gelmeye başlamış ve uygulamaya konulan bütün ekonomi politikalarında başlıca hedef göstergesi olarak belirlenmiştir.

Bu çalışmada, Türkiye ekonomisinin 1980-2014 yıllarını kapsayan dönemde enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisi önce teoriksel olarak anlatılmış, sonrasında ampirik bir uygulamayla incelenmiştir. Çalışmada Türkiye’deki enflasyon ile ekonomik büyüme ilişkisi, zaman serisi analizi ile 1980-2014 dönemine ait yıllık veriler kullanılarak incelenmiştir. Çalışmada yöntem olarak Granger nedensellik ve Regresyon analizleri kullanılmıştır.Yapılan Granger nedensellik analizi sonucunda, enflasyondan büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisine rastlanılmıştır. Elde edilen sonuca göre Türkiye’de enflasyon, büyümeyi etkilemektedir. Regresyon analizi sonucuna göre ise, enflasyonun katsayısının -0,6 olduğu gözlemlenmiştir ve büyüme ile enflasyon arasında negatif yönde bir ilişkinin olduğu tespit edilmiştir. Buna göre, enflasyondaki % 1 birimlik bir artış, ekonomik büyümede % 0,6 birimlik bir azalışa neden olmaktadır. Bu sonuç Türkiye için yapılan çalışmaların çoğundan elde edilen sonuçlarla da benzerlik göstermektedir.

Anahtar Kelimeler: Türkiye, Enflasyon, Ekonomik Büyüme, İlişki

(7)

ABSTRACT

The relationship of inflation and economic growth, which is one of the most important indicators of the macro economics, is a controversial issue discussed in the literature for quite a long time. Many different views had been argued about the characteristics of the relationship between inflation and economic growth. Indeed, there are many empirical studies in the literature that argues whether this relationship is negative, positive or there is an impact of inflation on the economic growth within a framework of a relative threshold value.

Inflation in Turkey, as a developing country, is accepted a great problem for economic growth after 1970s and were constituted as a main rationale for policy designs and implementations.

In this research, the relationship of inflation and the economic growth is firstly explained in a theoretical manner and then it is evaluated with an empirical application. The relationship is examined in a time series analyses using the data between the years of 1980 and 2014. Granger causality and regression analyses are used as a method for the study. As a result of the Granger causality analyses, it is found that there is a one-way causality relationship from inflation to growth. Consequently, inflation is affecting economic growth in Turkey. And according to the outcome of regression analyses, the coefficient of inflation is -0,6 and there is a negative directed relationship between inflation and growth. Eventually every 1% units of increase in the inflation causes a 0,6% units of decrease in the economic growth. This outcome is also analogous with the results of the researches that had been conducted for Turkey before.

(8)

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ/TEŞEKKÜR ... iii ÖZET ... v ABSTRACT ... vi İÇİNDEKİLER ... vii KISALTMALAR LİSTESİ ... x

TABLOLAR LİSTESİ ... xii

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM EKONOMİK BÜYÜME 1. 1. Ekonomik Büyümenin Tanımı ... 3

1. 2. Ekonomik Büyümenin Kaynakları ... 4

1. 3. Ekonomik Büyüme Oranı ve Ölçümü... 5

1. 4. Ekonomik Büyüme Modelleri... 6

1. 4. 1. Klasik Büyüme Teorileri ... 7

1. 4. 2. Sosyalist Büyüme Teorileri ... 9

1. 4. 3. Schumpeteryen Büyüme Modeli ... 11

1. 4. 4. Keynesyen Büyüme Analizleri ... 13

1. 4. 5. Harrod-Domar Modeli ... 14

1. 4. 6. Neo-Klasik Büyüme Modeli ... 19

1. 4. 7. İçsel (Yeni) Büyüme Teorileri ... 23

1. 4. 7. 1. AK Modeli... 25

1. 4. 7. 2. Arrow-Romer Modeli ... 28

1. 4. 7. 3. Lucas Modeli ... 30

1. 4. 7. 4. Ar-Ge Modeli ... 32

(9)

İKİNCİ BÖLÜM ENFLASYON

2. 1. Enflasyonun Tanımı ... 38

2. 2. Enflasyonun Ölçülmesi ... 41

2. 3. Fiyat Endeks Türleri ... 42

2. 4. Enflasyon Teorileri... 45

2. 4. 1. Klasik Yaklaşım ... 45

2. 4. 2. Keynesyen Yaklaşım... 48

2. 4. 3. Monetarist Yaklaşım ... 52

2. 4. 4. Yapısalcı (Strüktüralist) Yaklaşım ... 54

2. 5. Enflasyon Türleri ... 56

2. 5. 1. Fiyatların Artış Oranına Göre Enflasyon Türleri ... 56

2. 5. 1. 1. Ilımlı (Belirsiz) Enflasyon ... 56

2. 5. 1. 2. Aşırı ya da Dörtnala Enflasyon ... 57

2. 5. 1. 3. Hiper Enflasyon ... 58

2. 5. 2. Nedenlerine Göre Enflasyon Türleri ... 60

2. 5. 2. 1. Talep Enflasyonu ... 60

2. 5. 2. 2. Arz (Maliyet) Enflasyonu ... 63

2. 5. 2. 3. Yapısal Enflasyon ... 66

2. 5. 2. 4. Beklenti Enflasyonu ... 67

2. 5. 3. Gelişme Sürecine Göre Enflasyon Türleri ... 69

2. 5. 3. 1. Açık Enflasyon ... 69

2. 5. 3. 2. Gizli Enflasyon ... 70

2. 6. Enflasyonun Nedenleri ... 70

2. 7. Enflasyonun Etkileri... 72

2. 7. 1. Enflasyonun Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkisi ... 73

2. 7. 2. Enflasyonun Tasarruf Hacmi ve Yatırımlar Üzerindeki Etkisi ... 74

2. 7. 3. Enflasyonun Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkisi ... 75

2. 7. 4. Enflasyonun Kaynak Tahsisi Üzerindeki Etkisi ... 77

2. 7. 5. Enflasyonun Vergi Gelirleri Üzerindeki Etkisi ... 78

2. 7. 6. Enflasyonun Rekabet Ortamına Etkisi ... 79

2. 8. Enflasyonun Sonuçları ... 80

(10)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ENFLASYON İLE EKONOMİK BÜYÜME ARASINDAKİ İLİŞKİ VE AMPİRİK BİR UYGULAMA

3. 1. Türkiye’de 1980 Sonrası Enflasyon ile Ekonomik Büyüme İlişkisinin Tarihsel Gelişimi 82

3. 1. 1. 1980-1993 Arası Dönem ... 84

3. 1. 2. 1994-2001 Arası Dönem ... 88

3. 1. 3. 2002-2005 Arası Dönem ... 92

3. 1. 4. 2006 Dönemi ve Sonrası ... 96

3. 2. Enflasyon ile Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki ... 100

3. 2. 1. Enflasyon - Ekonomik Büyüme İlişkisi Üzerine Yapılan Ampirik Çalışmalar ... 102

3. 2. 1. 1. Enflasyonun Büyüme Üzerinde Pozitif Etkilerinin Olduğunu İleri Süren Çalışmalar ... 104

3. 2. 1. 2. Enflasyonun Büyüme Üzerinde Negatif Etkilerinin Olduğunu İleri Süren Çalışmalar... 107

3. 2. 1. 3. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Belli Bir Eşik Değer Çerçevesinde Etkilediği Sonucuna Ulaşan Çalışmalar... 111

3. 2. 2. Türkiye’de Enflasyon-Ekonomik Büyüme İlişkisini Açıklayan Çalışmalar ve Elde Edilen Sonuçlar ... 115

3. 3. Veri seti ... 120

3. 4. Ekonometrik Yöntem ... 121

3. 5. Durağanlık Testleri... 121

3. 6. ADF Birim Kök Testi... 122

3. 7. Granger Nedensellik Analizi ... 124

SONUÇ ... 128

(11)

KISALTMALAR LİSTESİ

ABD : Amerika Birleşik Devletleri. APEC :Asia-Pacific Economic Cooperation.

ARDL : Autoregressive Distrubuted Lag Sınır Testi. Ar-Ge : Araştırma Geliştirme.

BDDK : Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu. BPE :Background Parenchymal Enhancement. Çev. : Çeviren.

DPT : Devlet Planlama Teşkilatı. EKK : En Küçük Kareler.

GARCH :Generalized AutoregressiveConditional Heteroskedasticity. GEGP : Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı.

GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla. GSYH : Gayri Safi Yurt İçi Hasıla. GSYİH :Gayri Safi Yurt İçi Hasıla. IMF :Uluslar arası Para Fonu.

İİBF : İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi. İÜ : İstanbul Üniversitesi.

KDV : Katma Değer Vergisi. KİT : Kamu İktisadi Teşebbüsü. KKBG : Kamu Kesimi Borçlanma Gereği.

OECD : Organisation for Economic Cooperation and Development. OVP : Orta Vadeli Program.

SSK : Sosyal Sigortalar Kurumu.

TCMB : Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası. TEFE : Toptan Eşya Fiyat Endeksi.

TL : Türk Lirası.

TMSF : Tasarruf Mevduatları Sigorta Fonu. TÜFE : Tüketici Fiyat Endeksi.

TÜİK :Türkiye İstatistik Kurumu.

TÜSİAD : Türkiye Sanayici ve İş Adamları Derneği.

UN ECLA : Birleşmiş Milletler Latin Amerika Ekonomi Komisyonu. ÜFE : Üretici Fiyat Endeksi.

(12)

v.b. : ve benzeri. v.d. : ve diğerleri. v.s. : ve saire.

VAR :Vector Autoregression Model. Yİ-ÜFE : Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi.

(13)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 3. 1.: Türkiye’de 1980–1993 Fiyat Endekslerindeki Değişim Oranları (1987=100), GSMH Büyüklüğü (1987 Sabit Fiyatlarıyla) ve Büyüme Hızı ... 87

Tablo 3. 2.: Türkiye’de 1994–2001 Fiyat Endekslerindeki Değişim Oranları (1987=100 ve 2003=100), GSMH Büyüklüğü (1987 Sabit Fiyatlarıyla) ve Büyüme Hızı ... 92

Tablo 3. 3.: Türkiye’de 2002–2005 Fiyat Endekslerindeki Değişim Oranları (1987=100 ve 2003=100), GSMH Büyüklüğü(1987 Sabit Fiyatlarıyla) ve Büyüme Hızı ... 93

Tablo 3. 4.: Türkiye’de 2006–2014 Fiyat Endekslerindeki Değişim Oranları (1994=100) ve Büyüme Hızı ... 97

Tablo 3. 5.: ADF Birim Kök Testi Sonuçları ... 124 Tablo 3. 6.: Granger Nedensellik Analizi Sonuçları ... 126

(14)

GİRİŞ

Makro ekonominin en önemli göstergelerinden olan enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki iktisat literatüründe uzun yıllardan beri tartışıla gelmektedir. Zaman içinde özellikle de II. Dünya Savaşı'ndan sonra bu ilişkinin yönü ve derecesi hakkında farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bu konu hakkında yapılan araştırmalar sonucu, II. Dünya Savaşı sonrasında, enflasyonun ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkilediği bulunmuştur. 1970’li yıllardan itibaren yapılan araştırmalardan elde edilen sonuç ise negatif yönlü bir etkileşimin söz konusu olduğudur.

Enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki konusunda yapılan çalışmalar incelendiğinde temelde iki soru üzerinde durulduğu görülmektedir. Birincisi; öncelikle ampirik olarak enflasyonla ekonomik büyüme arasında bir ilişki var mıdır? İkincisi ise, eğer böyle bir ilişki varsa bu ilişkinin yönü nedir? Bunun yanı sıra ilişkinin yönü değişik zaman dilimleri ve değişik ülke deneyimleri açısından farklılık arz etmekte midir? Ekonomik büyümeyi arttıran optimal enflasyon oranı nedir? Bu tür sorulara verilen yanıtlar, yapılan çalışmalar sonucunda elde edilen bulgular açısından da oldukça farklılık arz etmektedir.

Yapılan ampirik çalışmalarda, büyük bir kesim enflasyonun büyüme üzerindeki etkisinin negatif olduğunu savunurken, diğer kesim ise enflasyonun büyüme üzerinde pozitif etkisinin olduğunu öne sürmektedir. Bazı çalışmalarda ise belirli bir oranda enflasyonun eşik noktası kabul edilerek, enflasyonun bu düzeye kadar büyümeyi olumlu etkilediği, eşik değerinin üstünde gerçekleşen enflasyon oranlarının ise negatif etkilerinin olduğu belirtilmiştir. Her ne kadar enflasyonla ekonomik büyüme arasındaki ilişkiye yönelik tam bir görüş birliği sağlanamasa da günümüzde kabul gören genel görüş ise enflasyonun orta ve uzun dönemde büyümeyi olumsuz yönde etkilediğidir.

Türkiye’de enflasyon, 1970’li yıllardan itibaren ekonomide büyük bir sorun haline gelmeye başlamış ve uygulanmaya konulan bütün ekonomi politikalarında başlıca hedef göstergesi olarak belirlenmiştir. 2000’li yılların başına kadar geçen

(15)

süreçte Türkiye kronik ve yüksek oranlarda enflasyonla yaşarken, bu dönemde zaman zaman yüksek büyüme rakamları da gerçekleşmiş ve bu büyüme oranlarının enflasyondan kaynaklandığı iddia edilmiştir.

Bu çalışmada, Türkiye ekonomisinin 1980-2014 yıllarını kapsayan dönemde enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisi önce teoriksel olarak anlatılmış olup sonrasında ampirik bir uygulamayla incelenmiştir. Bu çalışmanın temel amacı, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında bir ilişkinin olup olmadığı, böyle bir ilişki varsa yönünün ne olduğu, ilişkinin yönünün kullanılan yönteme, ele alınan ülkelere ve döneme göre gösterdiği değişkenliği ekonometrik bir analizle saptamak ve Türkiye’de 1980 ile 2014 tarihleri arasındaki verilerin ekonometrik analizi yapılarak enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisine dair literatüre katkıda bulunmaktır.

Bu çalışma başlıca üç bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın birinci bölümünde; ekonomik büyümenin tanımı, kaynakları, büyüme oranı ve ölçülmesi ile ekonomik büyüme modellerine detaylı bir şekilde yer verilmiştir.

İkinci bölümde; enflasyonun tanımı ve ölçülmesinden, fiyat endeks türlerinden, enflasyon teorilerinden, fiyatların artış oranına, nedenlerine ve gelişme sürecine göre enflasyon türlerinden, enflasyonun nedenlerinden, enflasyonun sosyal ve ekonomik yönden olumsuz etkilerinden, enflasyonun sonuçları ve enflasyonla mücadele yollarından ayrıntılı olarak bahsedilmiştir.

Üçüncü bölümde ise; Türkiye’de 1980 sonrası dönemden günümüze kadarki enflasyon ile ekonomik büyüme ilişkisinin tarihsel gelişimi dört farklı dönem içinde incelenmiştir. Ayrıca enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi ortaya koymak için yapılan ampirik çalışmalara değinildikten sonra, enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi test etmek amacıyla ekonometrik bir model kurulmuştur.

(16)

BİRİNCİ BÖLÜM EKONOMİK BÜYÜME 1. 1. Ekonomik Büyümenin Tanımı

Ekonomik büyüme en basit tanımıyla, kişi başına düşen reel hasıladaki artışları ifade eder. Kişi başına düşen reel hasıla, bir ülkede yaşayan bireylerin toplam mal ve hizmet üretiminden elde ettiği ortalama payı gösterir. Bu artışlar, ancak uzun dönemde ülkenin üretim ölçeğinin veya potansiyelinin genişlemesi ya da daha üretken kullanılması sayesinde ortaya çıkartılabilir. Bu da üretim faktörlerinin miktarlarındaki veya üretkenliklerindeki artışlarla olur. Ekonomik büyüme, bir ülkenin üretim olanakları eğrisinin dışarıya veya uzun dönem toplam arz eğrisinin sağa doğru kaymasıyla oluşur. Üretim olanakları eğrisi, kaynakların tam ve etkin kullanılması durumunda üretilebilecek mal miktarlarının maksimum bileşenlerini verir. Üretim olanakları eğrisindeki kaymalar, hükümetlerin, üretim faktörlerinin verimliliklerini arttırıcı eğitim-teknoloji politikalarının ve fizikî sermaye stokunu arttırıcı altyapı yatırımları ile olabilir (Kibritçioğlu, 1998: 1).

Ekonomik büyüme işgücü, doğal kaynaklar, sermaye gibi ekonomik değerlerdeki fert başına bir yıldan diğer yıla doğru daha yüksek gelir sağlayacak artışlar olarak da ifade edilebilir. Ekonomik büyüme temelde iki şekilde anlaşılabilir. Bunlardan birincisi; eksik istihdamda bulunan bir ekonominin bu durumdan kurtulmak amacıyla, üretim arttırması sonucu ortaya çıkan kısa dönemli konjonktürel dalgalanmaya dayalı ekonomik büyüme, bir diğeri ise ekonomi tam istihdamdayken, yeni girdi eklenerek yada mevcut teknoloji geliştirilerek gerçekleştirilen uzun dönemli ekonomik büyümedir (TEK, 2003, www.tek.org.tr).

Ekonomik büyüme, bir ülkede, belli bir dönemde üretilen tüm mal ve hizmetlerin parasal ifadesi olan GSYİH’de meydana gelen artış olarak da tanımlanabilir (Muratoğlu, 2011: 3). GSYİH’ya net dış alem faktör gelirleri ilave edildiği zaman “gayri safi milli hasıla” (GSMH) kavramına ulaşılır. Başka bir deyişle; GSYİH’dan yabancılara verilenler çıkarılıp yabancılardan alınanlar ilave

(17)

edildikten sonra bulunan büyüklüğe GSMH denir. Her iki büyüklük de gelir, harcama ve üretim yoluyla olmak üzere kavramsal olarak birbirine eşit olmak zorunda olan üç farklı yöntemle ölçülebilmektedir (Haliloğlu, 2011: 6).

Bir ekonomide nüfus, işgücü ve doğal kaynaklar gibi üretim faktörlerindeki artışlara büyüme; ekonominin bünyesinde meydana gelen değişmelere ise kalkınma adı verilmektedir (Acar, 2002: 9). Kalkınma, bir toplumun iktisadi yapısının yanında sosyal, kültürel ve siyasi yapısındaki değişimleri konu alır. Diğer bir ifadeyle kalkınma; kişi başına gelir artışıyla beraber, az gelişmiş ülkelerdeki, yaşam standartlarının da gelişmiş ülkeler kadar yükselmesi, üretim faktörlerinin sadece miktar olarak değil nitelik olarak da artması ve milli gelir içinde sanayi sektörünün payının yükselmesi gibi yapısal değişikliklerdir. Büyüme ise sadece ülke ekonomisinde görülen rakamsal büyüklüklerle ifade edilmektedir (Turhan, 2007: 15). Bir ülkede ekonomik büyüme, tam istihdam altında kullanılan iktisadi kaynakların daha verimli kullanılması veya kullanılan kaynaklara yenilerinin eklenmesiyle gerçekleşir. Bir ülkede ekonomik büyümeyle beraber ekonomik kalkınmadan da bahsedebilmek için; ekonomide sanayi sektörünün payının, tarım sektörüne göre daha yüksek olarak gerçekleşmesi, nüfusun kırsal kesimden kentlere doğru yoğunlaşması, nüfus artış hızının başlarda yüksekken ilerleyen dönemlerde azalmaya başlaması, tüketim eğilimlerinin zorunlu mallardan lüks tüketim mallarına doğru kayması gerekmektedir. Buna göre büyüme kalkınma için gerekli bir şart olup tek başına yeterli değildir (Kurnaz, 2009: 26).

1. 2. Ekonomik Büyümenin Kaynakları

Ekonomik büyüme, bir ekonominin zaman içerisinde göstermiş olduğu üretim kapasitesi genişlemesi üzerinde durmaktadır. Üretim kapasitesinde meydana gelen genişleme ise, sermaye birikiminde, işgücü arzında ve doğal kaynaklarda meydana gelen artışlar ve teknolojide meydana gelen gelişmelerle sağlanabilmektedir (Aykırı, 2008: 6).

(18)

Büyümenin kaynakları; sermaye, emek, teknolojik gelişme ve doğal kaynaklardır. Doğal kaynaklar sabit ve tükenebilmektedir. Dolayısıyla dünya üretiminde görülen büyük artışın başlıca kaynağı emek, sermaye ve teknolojik gelişme olmuştur. Bunu üretim fonksiyonuyla da gösterebiliriz. Şöyle ki:

Y = A F(K, L)

Y= Toplam çıktı veya üretim K= Sermaye A= Teknoloji veya verimlilik L= Emek

Denkleme göre daha fazla girdi kullanıldığında, çıktı miktarı da daha fazla olacaktır. Sermaye (K) ve emeğin (L) marjinal ürünleri pozitiftir. Böylece üretim fonksiyonuna göre ekonomik büyümenin temel kaynakları; emek, sermaye ve teknolojik ilerlemedir (Haliloğlu, 2011: 7).

Ekonomik büyümenin kaynakları, ekonominin tam istihdam düzeyinde veya eksik istihdam olması durumuna göre değişiklik gösterir. Eğer ekonomi tam istihdam üretim düzeyinde ise üretim faktörlerindeki artış ya da teknolojik ilerlemeler sonucu var olan üretim kapasitesinin artması sonucuna dayanan orta ve uzun vadeli üretim artışı olabileceği gibi ekonomi eksik istihdam üretim düzeyinde iken piyasadaki talep artışı sonucu, talebi karşılamak için oluşacak üretim artışıdır. Elbette ki tüm ekonomilerde istenilen orta ve uzun vadeli üretim artışı sonucu ortaya çıkan ekonomik büyümedir. Üretim faktörlerinin yanı sıra ekonomik büyümenin en önemli kaynağının teknolojik gelişmeler ve Ar-Ge çalışmaları olduğu söylenebilir. Özellikle son dönemlerde hız kazanan Ar-Ge çalışmaları ve bununla ilgili olarak inovasyon çalışmaları büyük önem arz etmektedir (Kılınç, 2013: 5-6).

1. 3. Ekonomik Büyüme Oranı ve Ölçümü

Ekonomik büyüme oranı, bir ekonomide bir önceki yıla göre gerçekleşmiş olan gelir artış oranıdır. Buna göre büyüme oranı, GSMH büyüklükleri dikkate alınarak

(19)

ölçülmektedir. bir ülkede kişi başına düsen milli gelir rakamları, o ülkede yaşayan insanların refah düzeylerini açıklamakta daha çok belirleyici bir faktör olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla bir ülkenin ana amacı, sadece ekonominin büyümesini sağlamak değil, daha da önemlisi bireylere yani kişi başına düşen maddi refah düzeylerini yükseltmek olmalıdır (Aykırı, 2008: 9).

Ekonomik büyüme oranı, GSYİH’de meydana gelen artışın baz yıla bölünüp 100 ile çarpılmasından elde edilir. Bu oranı formüle edecek olursak (Kaynak, 2005: 35-38);

𝑔 =𝐺𝑆𝑌İ𝐻𝑡− 𝐺𝑆𝑌İ𝐻𝑡−1

𝐺𝑆𝑌İ𝐻𝑡−1 × 100

GSYİH t; içinde bulunulan yılın gayrisafi yurt içi hasılası. GSYİH t-1; bir önceki yılın gayrisafi yurt içi hasılası.

Temel olarak, tüketim harcamaları, yatırım harcamaları, stok artışları ve ihracat ithalat farkı GSYİH’yi oluşturan harcamalardır (Akyıldız, 2006: 66).

Toplumsal refah düzeyini ölçme de kişi başına düşen büyüklüklerin kullanılması daha etkilidir. Çünkü kişi başına düşen gelir, toplam gelirin nüfusa bölünerek bulunmasıyla olduğundan dolayı, o ülkede yaşayan bireylerin toplam gelir büyüklüğünden ne kadar pay aldığını gösterir. Ayrıca bir ülkede gelir dağılımının en önemli göstergesi de kişi başına düşen gelir büyüklüğüdür (Atılgan, 2004: 28).

Bu oran, bir ülkenin bireylerine daha fazla tüketim yapma ve yaşam standardını yükseltme olanağı tanıyıp tanımadığını gösterir.

1. 4. Ekonomik Büyüme Modelleri

İçinde bulunulan dönem ve ekonomik şartlara bağlı olarak farklı ekonomik büyüme modelleri ortaya atılmıştır. Yani ekonominin tarıma ve emeğe dayalı olduğu

(20)

dönemlerde daha çok bu faktörler üzerinde durulurken, bilim ve teknolojinin bunlara bağlı olarak Ar-Ge ve inovasyonun gerekliliğinin anlaşıldığı dönemlerde farklı ekonomik büyüme modelleri oluşturulmuştur (Kılınç, 2013: 19).

Günümüz ekonomik büyüme teorilerinin temelleri, klasik ekolün temsilcileri olan Adam Smith (1776), David Ricardo (1817) ve Thomas Malthus (1798) ve çok sonra Frank Ramsey (1928), Allyn Young (1928), Frank Knight (1944) ve Joseph Schumpeter (1934) sunduğu varsayımlar üzerine şekillenmiştir.

1. 4. 1. Klasik Büyüme Teorileri

Klasik büyüme teorisi, nüfus büyümesinin kişi başına gelir düzeyi tarafından belirlendiği görüşüne dayanır. Bu teori 18. yüzyılın sonlarında 19. yüzyılın başlarında yaşayan Adam Smith, Robert Malthus ve David Ricardo tarafından geliştirilmiştir (Parasız, 1997: 29).

Adam Smith, Thomas Malthus ve David Ricardo gibi iktisatçılar ekonomik büyümeyi sınıfsal yapıya dayanan kapitalist ideoloji varsayımları çerçevesinde açıklar. İşçiler, kapitalistler ve arazi sahiplerinden (topraktan kira geliri elde edenlerden) oluşan sınıfların iktisadi süreçteki rollerine göre şekillenen bir ekonomik büyüme modelinden söz ederler (Filiz, 2010: 9).

Adam Smith ekonomik büyümeyi belirleyen faktörlerin ve hızlı kalkınmayı gerçekleştirecek politika tedbirlerinin neler olduğunu açıklamaya çalışmış ve bu çerçevede kişisel çıkar, işbölümü, üretim fonksiyonunu ele almıştır (Mahiroğulları, 2009: 17). Ricardo ise uluslararası mübadelelerde tam rekabet koşullarının ülkeleri işbölümü ve uzmanlaşmaya götüreceğini savunmuştur. Ricardo, Smith’in mutlak üstünlük teoremini karşılaştırmalı üstünlük teorisiyle tamamlamış ve bir ülkenin sadece mutlak olarak üstün olduğu mallara değil karşılaştırmalı olarak üstün olduğu mallarda uzmanlaşacağını öne sürmüştür.

(21)

Klasik iktisatçılar, toprağı sabit kabul ederek sermaye ve işgücünün yer aldığı klasik üretim fonksiyonunu kullanmışlardır. Sermaye birikimi, kişi başına düşen gelir ve nüfus artışı, rekabet şartları, genel denge dinamikleri, işgücünün uzmanlaşması, yeni üretim metotlarının keşfinde teknolojinin rolü, azalan verimler yasası ve fiziki sermayenin oluşumuna katkısı ile genel ekonomik denge içinde büyümenin sağlanabileceğini öne sürmüşlerdir.

Klasik iktisadi düşüncede ekonomik büyüme sermaye birikimi, makineleşme ve iş bölümüne bağlı olarak değerlendirilmiştir. Bu kapsamda ekonomik büyüme üretim artışı sağlayan teknolojik gelişme ile ilişkilendirilmiştir. Büyümenin kaynağı tasarruflar, buna bağlı olarak yatırımlar ve sermaye birikimidir (Özel, 2012: 64).

Klasik büyüme teorisinin temelini sermaye birikimi oluşturur. Bunun temel belirleyicisi de kar oranıdır. Kar elde eden tasarruf sahibi yeni yatırım araçlarını talep eder dolayısıyla üretimi arttırıp ekonomik büyümeye katkıda bulunur (Kılınç, 2013: 23).

Klasik teoriye göre; yüksek tasarruflar yüksek yatırımlara, yüksek yatırımlar ise yüksek büyümeye öncülük ederler. Klasik teoride yatırım-tasarruf eşitliğinden hareketle, tasarrufların azalması yatırımların azalmasına neden olmakta, dolayısıyla büyüme hızı azalmaktadır veya tasarrufların artması yatırımların artmasına neden olmakta ve dolayısıyla büyüme hızının artması ile sonuçlanmaktadır. Bu ilişki aynı zamanda Malthus’un Nüfus Kuramı çerçevesinde nüfusa bağlı olup, nüfus artış hızının çok yüksek olması durumunda kişi başına düşen gelirin azalması nedeniyle, yapılacak tasarrufların azalması söz konusu olacak, bu ise büyüme hızının azalması demek olacaktır (Göktaş, 2005: 65).

Klasik iktisatçılara göre büyümenin temel nedeni topraktır. İşlenebilir toprak miktarı arttıkça büyüme sağlanacaktır. Klasiklere göre sermaye ve teknolojik gelişmeler büyümeyi etkileyen unsurlar arasında yer almaz. Ancak ekonomik büyümede toprak önemli unsur olduğundan ve toprağın işlenmesi için emeğe ihtiyaç

(22)

duyulduğundan emek faktörü de üretim için önemlidir. Emek artışıyla beraber ücretlerde meydana gelen azalış, emeğin kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılayabilecek seviyeye kadar devam eder. Bu ücret seviyesi de asgari ücret seviyesi olarak adlandırılır. Emek faktörü ücretlerin bu asgari ücret seviyesinin altına düşmesine izin vermez. Burada Malthus’a göre eğer ücret, asgari ücret seviyesinin üstünde gerçekleşirse, evlenmeler artacak, sağlık koşulları iyileşecek, ölümler azalacak sonuçta nüfus artacaktır. Bu durumda da ücretler düşecektir. Eğer ücret, asgari ücret seviyesinin altında gerçekleşirse anlatılan sistem terse dönecektir. (Akyıldız ve diğerleri, 2012: 345-346).

Klasik iktisatçılar, toplumsal ve kültürel çevre, politik yönetim, teknik yeniliklerin yapılması ve uygulanmasında elverişli şartlar, piyasanın yeterli genişliği gibi etkenlerin de ülkeler arasındaki ekonomik büyüme farklılıklarının açıklanmasında önemli olduğunu düşünmekle birlikte, piyasa ekonomisinin ekonomik büyümeyi sağlayacağına, devlet müdahalesine gerek kalmayacağına inanmışlardır (Kazgan, 2004: 98).

Klasik teorinin varsayımları (azalan verimler kanununun geçerliliği, teknik gelişme hızının düşük olması, Malthus’un nüfus kanunu), günümüz gelişmiş ülkelerinin 19. yüzyıldaki gelişme süreçlerinde fiili olarak gerçekleşmemiştir. Ayrıca bu ülkelerde hem nüfusta hem de toplam ve kişi başına hasılada eş anlı artışlar görülmüştür (Berber, 2006: 68).

1. 4. 2. Sosyalist Büyüme Teorileri

Marx'ın emek-değer teorisine göre, üretimin değerini emek belirler. Marx, işçi başına düşen değeri (D); sabit sermaye (C), değişken sermaye (V) ve işçi başına artı değer (S) olmak üzere üçe ayırır.

(23)

Sabit sermaye; emeğe fiziki yardımı bulunan makine, araç-gereç ve binalar gibi ürünlerden oluşmaktadır. Bu sermaye, değer oluşturmamakla beraber değerin oluşturulması için gereklidir. Değişken sermaye; işçiye emeğinin karşılığında ödenen ücretlerdir. Artı değer; S = P- (C+V)’ dir. Yani, yatırımların devamı için gerekli olan sermaye birikimidir.

Marksist teoride, büyümenin, yani sermaye birikiminin kaynağı kâr, dolayısıyla artı-değerdir. Kapitalistler, elde ettikleri artı-değerin tamamını tüketmezler. Öyle olsaydı, toplum ve üretim kendini aynen tekrar eder ve hiçbir gelişim olmazdı. Bunun aksine, kapitalistler, artı-değerin bir kısmını, ek emek gücü ve üretim araçları satın alarak üretim sürecine geri yatırırlar. Böylece toplam üretimin giderek arttığı bu duruma Marx, “genişleyen yeniden üretim” demiştir. Ama bu genişleyen üretim, Marx’a göre sürekli değildir ve periyodik krizlerle kesilir. Her bunalım, kendinden önceki hızlı sermaye birikiminin çelişkilerinin bir ürünüdür ve çelişkilerin su yüzüne çıkmasına uygun ortamı oluşturur (Savran, 2009: 22).

K. Marx’a göre büyümenin temelini, ortaya çıkardığı artı değer ile emek oluşturmaktadır. Kapitalist ekonomi, sermaye birikiminin hızlanması ve üretim tekniğindeki değişmelerin veya yeniliklerin uygulamaya konması için gerekli şartları oluşturmaktadır. Üretim tekniğindeki değişmeler ise “işgücü tasarruf edici” niteliktedir. Kapitalist daha az sayıda emeği daha verimli çalıştırarak toplam karını artıracaktır (Acar, 2002: 70). Kârın artması ilerleyen dönemde yavaşlayacak ve bu süre içerisinde işsizlik ordusunun büyümesine bağlı olarak yetersiz tüketim oluşacaktır. Bu anlamda, kapitalist sistemde işçiler çalışmalarıyla bir yandan sermaye yaratırken, bir yandan da kendi sefaletlerini yaratmış olmaktadırlar. İşçilerin sefaletinin artması ise, işçilerin ve işsizlerin şehirlerde toplanmalarına ve ihtilal yoluyla kapitalist sistemin yıkılmasına zemin hazırlanmasına neden olmaktadır (Hiç, 1994: 37; Kazgan, 2004: 323). Kapitalist sistemin yerini sosyalizm alarak büyümenin devamlılığı; bütün üretim araçlarının kamuya devredilmesi, kamu eliyle artı değerin işçi sınıfı adına büyümeyi gerçekleştirmesi ile sağlanacaktır.

(24)

Bu modelde artı değerin olduğu yerde, tüm girdi değerinden daha az ödendiği için emek girdisinin sömürüldüğü belirtilmektedir. Bir başka ifadeyle sermaye birikimi sağlandıkça, üretimde sermaye birikimi artacak ve beşeri sermayesi yüksek emek ile üretim yapılmaya başlanacaktır. Emeğin üretimdeki veriminin artması bir taraftan emeğe olan talebin azalmasına diğer taraftan artan verim nedeniyle üretim maliyetlerinin azalması girişimcilerin karını artmasına neden olacaktır. Bu durumda ekonomide işsizlik oranı yükselecektir (Berber, 2006: 96–97). İşsizlik oranındaki yükselme, çalışan emeğin karının yükselmesine neden olacağından, sermaye birikiminin gitgide daha az kişinin elinde toplanacağı, uzun dönemde ise bu durumun ekonomik ve sosyal sorunlara neden olacağı belirtilmektedir.

1. 4. 3. Schumpeteryen Büyüme Modeli

Schumpeteryen büyüme modelinde, üretim faktörleri emek ve topraktır. Büyüme hızı dışsal olarak belirlenen nüfus artışı ve teknolojik gelişmeye bağlıdır.

Schumpeter, ekonominin dinamik gelişimini açıklayan faktörleri iki gruba ayırmaktadır. Bunların ilki, üretim faktörleri miktarındaki ve teknolojideki değişmelerdir. İkincisi ise sosyal değişmelerdir (Gökçe, 2007: 9).

Schumpeter, kapitalizmi bitmeyen bir “yaratıcı yıkım süreci” olarak ele almıştır (Kılınç, 2013: 26). Kapitalist sistemdeki her firma yeni bir tasarım, maliyet azaltıcı çaba, yeni bir ürün, yeni girdilerin bulunması, yeni üretim yöntemlerinin geliştirilmesi gibi yollarla piyasa payını artırmaya ve hakim konuma geçmeye çalışır. Bu yaratıcı süreçtir. Ancak her yaratıcılık, kendisinden önceki tekelci gücü yıkmaktadır. Bu anlamda kapitalizm, sürekli tekelciliğin var olduğu bir teknolojik dinamizm üzerine kuruludur. Bu teknolojik gelişme, büyümenin ve 1800’lü yıllardan sonra hızla yaşanan refah artışının asıl kaynağıdır (Acar, 1998: 34–35). Schumpeter için tam rekabet piyasası, böyle bir süreci analiz etmek için uygun değildir. Aksine, bilinçli Ar-Ge faaliyetlerinin yoğun olarak yürütüldüğü ve tekelci rantların oluştuğu bir aksak rekabet piyasası modeli daha uygundur. Firmalar rekabet içindedirler ve bu

(25)

rekabetin asıl nedeni de, tekelci yüksek karların varlığıdır. Bu olduğu sürece, teknolojik gelişme oluşacak, teknolojik gelişmenin sonucunda da büyüyen bir ekonomi oluşacaktır.

Schumpeter’e göre, kapitalist sistem başarı ile yürüyecek ve sistemin getirdiği üretim artışı işçilerin ücretini ve refahını arttırabilecektir. Refah artışı ekonomik büyümeyi beraberinde getirecektir. Ayrıca, Schumpeter gerek toplumların gelişmesinin gerek ekonomik dalgalanmaların izahında girişimciliğin rolünü ve yenilikleri ön plana almıştır. Schumpeter’de müteşebbis ve yenilikler gibi unsurlar, ekonomi hiç bir gelişme trendi göstermese dahi, yine de ekonomik dalgalanmalar meydana getirebilecektir (Hiç, 1994: 55-56).

Schumpeter, beş tip yenilik tespit etmiştir (İnce, 2006: 10).

1. Piyasaya yeni bir malın yada mevcut bir malın yeni bir tipinin kalitesinin sürülmesi,

2. Yeni bir üretim tekniği kullanılması, 3. Yeni bir piyasanın açılması,

4. Yeni bir hammadde ya da yarı mamul kaynağının bulunması,

5. Sanayinin yeniden organizasyonu; tröstlerin kurulması, tekelleşme ya da tekelin kırılması gibi.

Schumpeter, başlangıçta ekonominin durgun, karın ve faizin düşük olduğu aşamada girişimci yeni bir ürün tekniği ya da yeni bir ürün bularak ekonomide yeni bir hareket başlatabilir. Bu hareket ekonominin diğer kesimlerine de yayılarak firmalar giderek büyür, sermayedarları çoğalır ve mülkiyet tabana doğru genişlemeye başlar.

(26)

1. 4. 4. Keynesyen Büyüme Analizleri

Keynes, 1929 Dünya Ekonomik Buhranı'ndan sonra ekonomik durgunluğun giderilmesi ve ekonomik büyümenin sağlanmasına yönelik para ve maliye politikalarının kullanılmasını ön plana çıkartmıştır.

Keynes’in iktisat politikasındaki asıl amacı, ekonominin büyümesi olmayıp, ekonomiyi durgunluktan kurtarıp işsizliği önlemektir (Yılmaz, 2005: 66). İşsizliğin önlenmesinde ise kamu yatırımlarına ağırlık verilmesi gerektiğini ileri süren Keynes, yapılacak yatırımları çarpan mekanizması aracılığıyla ekonomide kendi artış oranından daha fazla gelir yaratabileceğini ve bu şekilde ekonomideki istihdam kapasitesinin genişleyebileceğini savunmaktadır (Saraç, 2009: 26).

Keynes, ekonomik buhranın nedenini talep yetersizliği olarak görmüş, çözüm olarak devletin ekonomik hayata müdahale ederek otonom yatırımlarla toplam talebi canlandırması gerektiğini belirtmiştir. Keynes’e göre; devletin otonom olarak yapacağı yatırımlar çarpan etkisiyle geliri arttıracak, gelirler talebi artıracak, talep ise yatırımları artırarak ekonominin durgunluktan çıkmasına ve tam istihdama doğru bir gidişin başlamasına neden olacaktır (Aykırı, 2008: 16).

Keynesyen görüşe göre; tam istihdam seviyesinde talebi daraltmak amacıyla uygulanan her politika, klasik görüşün aksine, nominal ücretlerin aşağı doğru rijit olmasından dolayı ekonomi de daralmaya yol açmakta ve ekonominin yeniden eksik istihdam düzeyine inmesine neden olabilmektedir (Turhan, 2007: 36). Buna göre ekonomi eksik istihdamdayken talebi canlandırmak amacıyla uygulanan politikalar, toplam arzın esnek olması sebebiyle, ekonomi tam istihdam seviyesine gelinceye kadar, belirli bir oranda enflasyonla beraber, milli gelir seviyesinde yüksek düzeylerde artışlara neden olabilmektedir. Ancak ekonomi tam istihdam seviyesine geldiği andan itibaren talebi canlandırma amacıyla uygulanan politikalar sadece fiyatlar genel seviyesinde artışlara neden olmakta ve ekonomide büyüme sağlamamaktadır (Güran, 1999: 228).

(27)

Keynesyen iktisadi görüşe göre; ekonomide eksik istihdam seviyesinde enflasyonla ekonomik büyüme arasında aynı yönde ilişki vardır. Bu ilişki Philips Eğrisi yaklaşımı ile açıklanmaktadır. Bu yaklaşım, yüksek enflasyonun işsizliği azaltarak ekonomik büyümeye pozitif katkıda bulunacağını açıklar. Keynesçi görüşe sahip iktisatçılara göre, enflasyonist finansman, kaynakların finansal sektörden reel sektöre doğru hareketliliğine yol açacak ve bu da ekonomik büyümenin teşvik edilmesinde önemli bir rol oynayacaktır (Turhan, 2007: 36).

Keynes’in makro ekonomik denge modeli statik bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla bu modelle uzun dönemli ekonomik sorunları incelemek zordur. Çünkü Keynes, dönemin başlıca sorunu olan yaygın ve sürekli işsizliğin hızla yok edilmesi gereğine daha çok önem vermiş, yatırım harcamalarının gelir ve talep artırıcı yönü üzerinde durmuştur.

1. 4. 5. Harrod-Domar Modeli

Harrod-Domar modeli Roy F. Harrod (1939) ve Evsey D. Domar (1946) tarafından yapılan iki farklı çalışmaya dayanmaktadır. Yapılan iki farklı çalışmanın benzerliklerinin farklılıklarından çok daha fazla olmasından dolayı model Harrod-Domar Modeli olarak anılmaktadır. Model, tek mallı iki faktörlü bir piyasa ekonomisi çerçevesinde oluşturulmuştur. Ekonomide, hem tüketimde hem de yatırımda kullanılabilecek tek mal üretilmektedir. Ekonomide para yer almadığından dolayı parasal fiyatlar bulunmamaktadır. Modelde devlet, ekonomik faaliyetlerde yer almaz. Ekonomik kararların tamamı, özel karar birimleri tarafından alınmaktadır. Kapalı bir ekonomi vardır. Diğer bir ifadeyle, ekonomide ticari ve finansal açıklık yoktur (Turan, 2008: 27).

Harrod- Domar büyüme modeli; temelde Keynes’in gelir oluşumunu açıklayan teorisinin daha dinamik hale getirilmiş bir şeklidir. Keynes; ekonomide yapılan yatırımların kapasite arttırıcı etkisini dikkate almamaktadır. Ancak Harrod-Domar modeli, yatırımların gelir ve talep etkisini de analize katarak ekonominin dengeli

(28)

büyümesi için gerekli olan şartları ortaya koymuştur. Modelin temel varsayımları şu şekildedir (Akyıldız v. d., 2012: 348-349):

--Model reel sektörü dikkate alır. Parasal değişkenlerde meydana gelen değişimi dikkate almaz.

--Emek arzının ücret esnekliği sonsuzdur.

--Üretim sonucu ortaya çıkan hâsılanın sabit bir oranı tasarruf edilir. --Sermaye/Emek oranı sabittir.

--Teknolojik gelişme yoktur. Modelde ölçeğe göre sabit getiri söz konusudur.

Domar ekonomik büyüme hızının ne kadar olması gerektiği, Harrod ise büyüme hızından sapılması halinde neler olabileceği sorusunu cevaplamaya çalışmıştır.

Harrod ve Domar’ın modellerinin ikisinde de büyüme sürecinin açıklanmasında rol oynayan kavram yatırım olmasına rağmen yatırıma bakış açılarında farklılıklar vardır. Domar içerisinde bulunulan dönemde yapılan yatırımın, gelecek dönemler itibariyle üretim kapasitesinde oluşturacağı artışları ön planda tutarken; Harrod daha çok geçmişe yönelik analizleri ele almıştır. Yani Harrod’a göre dengeli büyüme, önceki dönem gelirine göre planlanan yatırımların içinde bulunulan dönemde gerçekleştirilecek tasarruflara eşit olmasıyla sağlanabilir.

Harrod-Domar büyüme modelinin vurguladığı temel prensip, net yatırımın ikili etkisidir. Net yatırım bir yandan üretime yönelik bir talep oluştururken öte yandan çıktı üretmek için ekonominin kapasitesini arttırmaktadır. Kısaca yatırımların etkisi; üretim etkisi ve tüketim etkisi olarak sınıflandırılabilir. Elbette ki istenilen üretim etkisidir çünkü üretimin artması özellikle büyümenin sürdürülebilirliği için önemlidir (Parasız, 1997: 39).

Gelişmiş ekonomileri ve uyarılmış yatırımları ön plana çıkaran, Harrod-Domar modeli ise şu şekilde işlemektedir (Ülgener, 1991: 424; Dinler, 1998: 514-515; Şiriner ve Doğru, 2006: 57-77):

(29)

Her üretken yatırım, ekonomideki yatırım mallarının miktarını artırırken aynı zamanda, ekonominin üretken kapasitesini de artırmaktadır. Diğer bir deyişle, bir ekonomide (I) kadar yatırım yapıldığında, ekonominin üretim kapasitesinde (∆Y) kadar bir artış meydana gelmektedir. Söz konusu bu artışın düzeyi ise, (I) kadar yatırım artışı ile birlikte, sermayenin marjinal verimliliğine ( 𝜎 ) bağlı olarak belirlenmektedir. Buna göre, ∆Y = I.𝜎’ya eşit olmaktadır. Kapalı ekonomi varsayımı altında, tam istihdam dengesinin gerçekleştiğini ve bu denge düzeyinde tasarruf-yatırım eşitliğinin sağlanmış olduğu kabul edildiğinde ise, (1.1) no.lu denkleme ulaşılmaktadır (Saraç, 2009: 27).

∆𝑌

𝑌 = 𝑠. 𝜎 (1.1)

(1.1) no.lu denklemin sol tarafı ( ∆𝑌

𝑌 ) ekonominin büyüme hızını, sağ tarafı ise

büyüme hızının, marjinal tasarruf eğilimi (s) ile yatırımın marjinal verimliliğine (𝜎) bağlı olduğunu göstermektedir. Yatırımın marjinal verimliliği (𝜎), sermaye hasıla katsayısı (k, gelirde bir birimlik artış sağlamak için ne kadar yatırım yapılacağını gösteren bir katsayıdır.)'nın tersine eşit olduğuna göre, 𝜎 =1

𝑘’ya eşittir. ∆𝑌

𝑌 =

𝑠. 𝜎 ifadesinde, ( 𝜎 ) yerine 1

𝑘konulduğunda ise, sırasıyla (1.2) ve (1.3) no.lu

denklemler elde edilmektedir.

∆𝑌 𝑌 = 𝑠 1 𝑘= 𝑠 𝑘 (1.2) ∆𝑌 𝑌 = 𝑠 𝑘 (1.3)

Bu denklemlerden hareketle, bir ekonomideki denge büyüme oranının sermaye hasıla oranı ile marjinal tasarruf oranına bağlı olduğu görülmektedir. Ancak bu ilişki, marjinal tasarruf oranı ile doğru, marjinal sermaye hasıla katsayısının değeri ile ters yönlü bir ilişki içerisindedir. Başka bir ifadeyle, Harrod-Domar modeline göre, bir ekonomide marjinal tasarruf oranı ne kadar büyük ve sermaye hasıla katsayısı ne

(30)

kadar küçükse, ekonominin büyüme hızı o kadar yüksek olmaktadır (Dinler, 1998: 515).

Harrod-Domar Modeli, yatırımların gelir ve talep etkisi ile birlikte, kapasite oluşturucu etkisini de analize katarak ekonominin dengeli büyümesi için gerekli şartları ortaya koymuştur (Demir, 2002: 3). Domar’ın Modeli'nde bilinen üç temel kavram kullanılmıştır. Bu kavramlar; tasarruf eğilimi, sermaye-hasıla oranı ve sermayenin ortalama verimliliğidir. Diğer taraftan Domar Modeli'nde sermayenin marjinal ve ortalama verimlilikleri birbirine eşit kabul edilmiştir. Diğer taraftan her hangi bir dönemde yapılan yatırım, sermaye stokundaki değişmeye eşittir. Kısaca şu şekilde gösterilir (Berber, 2006: 114);

Üretim Kapasitesindeki Artış = Yatırım Tutarı x Sermayenin Ortalama Verimliliği

Harrod Modelinde, fiili büyüme oranı (G), garantili büyüme oranı (𝐺𝑤) ve doğal büyüme oranı (𝐺𝑛) ayrımı yapmıştır. Fiili büyüme oranı, dönem sonunda gerçekleşen, ex-post bir değeri ifade eden ve marjinal tasarruf eğiliminin (s), sermaye-çıktı oranına (C= K/P) bölünmesi ile bulunur: G= s / C. Garantili büyüme oranı, dönem başında (ex-ante), tasarruf edenlerin durumlarından memnun kalacak şekilde planladıkları tasarruf meylinin ( 𝑆𝑟), üreticilerin durumlarından memnun

kalacak şekilde planladıkları sermaye-çıktı oranına ( 𝐶𝑟 ) bölünerek bulunur: 𝐺𝑤=𝑆𝑟/𝐶𝑟. Dengeli büyümenin sürebilmesi için bu iki büyüme oranının birbirine eşit olması gerekir. Yani; G= 𝐺𝑤veya s/C = 𝑆𝑟/𝐶𝑟 olmalıdır. Eğer G >𝐺𝑤 olursa,

ekonomi planlananın üstünde performans gösterir ve gelir artar. Artan gelir zincirleme etkilerle tüketim, tasarruf ve yatırımı uyarır, ekonomi sürekli genişleyen bir sürece girer. G <𝐺𝑤 olursa, ekonominin performansı planlananın gerisinde kalır ve sürekli daralan bir sürece girer. Dönem içinde fiyatlar, faiz oranları, ekonomik aktivite, gelir düzeyi, beklentiler, hızlandıran ve çarpanın değeri değişebileceğinden bu eşitliği garanti edecek mekanizmalar yoktur. Dolayısıyla, planlanan 𝑆𝑟 ve 𝐶𝑟 ile gerçekleşen s ve C değerleri farklılaşınca G = 𝐺𝑤 eşitliği korunamaz. Bu eşitlikleri

(31)

maksimum büyümeyi temsil eden doğal büyüme oranı ile garantili büyüme oranı arasında da bir denge olmalıdır. Ancak doğal büyüme, bir ekonomi tam istihdamdayken nüfus artışı, sermaye birikimi, teknolojik gelişme ve toplumun çalışma-boş zaman tercihine bağlıdır. Garantili büyüme ise daha çok beklentiler ve sermaye birikimine bağlıdır. Dolayısıyla bu iki oranı birbirine eşitleyecek mekanizmalar da yoktur. Eğer gelişmiş ülkelerin yüksek sermaye birikimi ve girişimciliği sayesinde garantili büyüme doğal büyümeyi geçerse gelecek dönemde stoklar artar, fiyatlar ve istihdam düşer. Fakat garantili büyüme doğal büyümeye yaklaşacak şekilde aşağı doğru kayması ise bir krize yol açabilir. Garantili büyüme doğal büyümenin altında kalırsa hem fiyatlar hem de kârlar ve ekonomik performans artar. Bu da garantili büyümeyi doğal büyümeye yaklaşacak şekilde yukarı meylettirir. Bu sebeple garantili büyümenin doğal büyümenin altında kalması, üstünde kalmasına tercih edilir (Aykırı, 2008: 17-18).

Harrod-Domar modelinde tek bir istikrarlı denge bulunmaktadır ve bu dengenin sağlanabilmesi için girişimcilerin mutlaka belirli bir düzeyde yatırım yapmaları gerekmektedir. Bu bakımından, Harrod-Domar modeli bıçak sırtı denge modeli olarak tanımlanmaktadır. Çünkü modelde, yatırım düzeyinin, olması gereken düzeyden sapması halinde ekonomideki dengenin bozulacağı düşünülmektedir (Paya, 2001: 433-434; Hiç, 1994: 72).

Harrod-Domar Modeli'nde ekonomik büyümenin arttırılabilmesi için ya tasarruf oranı ya da sermayenin verimliliği arttırılmalıdır (Yülek, 1997: 4).

Sonuç olarak Harrod-Domar Modeli, bıçak sırtı dengeleri ve az gelişmiş ülkelerin sorunlarına çözüm getiremedikleri gibi sadece gelişmiş ülkelerin istikrarlı bir biçimde nasıl büyüyebileceklerinin koşullarını araştırdıkları için daha sonraki yıllarda büyük oranda eleştiri konusu olmuşlardır.

(32)

1. 4. 6. Neo-Klasik Büyüme Modeli

Neo-Klasik Büyüme Teorisi, Swan (1956) ve Solow’un (1956) çalışmaları ile başlamıştır. Bu teoride sermaye birikimi, tasarruf ve ekonomik büyüme ilişkisi ele alınarak teknoloji, büyümeyi dışsal olarak etkileyen bir unsur olarak değerlendirilmiş olup emek ve sermayenin belirleyici gücü üzerinde durulmuştur.

Neo-klasik ekonomik büyüme modelinin temel varsayımları; tek sektörlü (kapalı) bir ekonomide, tam rekabet koşulları altında, rasyonel davranan bireylerin olduğu, ölçeğe göre getirilerin sabit olduğu, sermayenin marjinal verimliliğinin azaldığı, teknolojinin dışsal olarak belirlendiği, faktörler arası ikamenin mümkün olduğu ve bağımsız bir yatırım fonksiyonunun bulunmadığıdır.

Ölçeğe göre sabit getiri varsayımına göre; tüm girdiler belirli bir oranda (iki

kat) artınca çıktı da aynı oranda (iki kat) artar. Tam rekabet varsayımına göre; karar birimleri (üreticiler ve tüketiciler) fiyat kabul edici konumdadırlar ve piyasalarda fiyat arz ve talebi birbirine eşit kılar- piyasalar sürekli temizlenir.

Dışsallığın olmadığı varsayımına göre; bir üreticinin bir başka üreticiye sağladığı

fiyatlandırılmayan bir yarar veya yüklediği fiyatlandırılmayan bir maliyet yoktur (Kılınç, 2013: 28-29).

Neo-klasik (Solow) büyüme modeli, devletin müdahalesine gerek duymayan ve emek faktörünü içselleştiren dengeli bir büyümeyi amaçlamıştır. Dengeli büyüme sürecinde ise sermaye birikimi, nüfus artışı ve teknolojik gelişmenin birbirleriyle ilişkileri göz önünde bulundurulur. Böylece, nüfusun artışı büyüme oranını etkilerken büyüme oranı nüfus artışını etkilemez. Teknolojik gelişme büyüme oranını etkilerken büyüme oranı teknolojik gelişmeyi etkilemez. Nüfus artışı ve teknolojik gelişme modelin dışsal değişkeni olduğundan büyüme oranı ile nüfus artışı ve teknolojik gelişme arasında tek yönlü bir nedensellik ilişkisi vardır.

(33)

Neo-klasik büyüme modelinin en temel dayanağı, sermaye üzerindeki sabit getirileri esas alması ve işçiliğin değişmediğini varsaymasıdır. Toplam üretim, sermayenin bir fonksiyonu olarak Y=F(K) şeklinde ifade edilebilir (Aghion and Howitt, 1998: 11). Fonksiyon toplam sermaye stoku “K” ile, belirli bilgi düzeyinde, mevcut belirli teknolojilerle ne kadar çıktı üretilebileceğini gösterir. Nüfus artış hızı ve işgücüyle ilgili konular modele dahil edilmemiş ve sermaye ile işgücünün tam kapasite ile etkin bir şekilde kullanıldığı varsayılmıştır. Nüfus artışı ve teknolojik gelişmeler modele dahil edilmediği için, büyümeyi etkileyecek tek faktör sermaye birikimidir (Telek, 2012: 45). Sermaye birikimi az olduğunda, milli gelirin sermayeye oranı yüksek olacak ve insanlar tasarruf eğilimine gireceklerdir. Gelirlerinin daha büyük bir bölümünü tasarrufa yönelttikçe, sermaye birikimi, K, artacak ve bunu takiben milli gelir, F(K) artacaktır. Fakat azalan verimler kanununa göre, milli gelir, sermaye birikimi kadar artmayacak, tasarruflar amortismanlar kadar hızlı büyümeyecektir ve bunun sonucunda sermaye birikiminin yükselişi duracaktır (Aghion and Howitt, 1998: 12). Bu yüzden, teknolojik gelişmeler olmadan, azalan verimler kanunu, en sonunda gerçekleşen büyümeyi sıfırlayacaktır. Sermaye birikimi durağan seviyesine geldiğinde, milli gelirin büyüme hızı da sıfırlanacaktır. Bu yaklaşıma göre ekonomik büyümeyi körüklemek için insanları tasarrufa teşvik etmek, en sonunda başarısızlığa uğrayacaktır. Her ne kadar, tasarruf eğilimi geçici olarak kısa vadede sermaye birikimini arttırsa da, uzun vadede büyümeye herhangi bir katkısı olmayacaktır (Telek, 2012: 46).

Solow modeli biri üretim fonksiyonu, diğeri de sermaye birikimi denklemi olmak üzere iki denklem çerçevesinde oluşturulmaktadır. Üretim fonksiyonu genel olarak, girdilerle çıktı düzeyi arasındaki ilişkinin matematiksel olarak gösteriminden oluşmaktadır (Jones, 2001: 20). Bu üretim fonksiyonu, sabit tasarruf oranı varsayımıyla birleştirilmiştir.

Neo-klasiklere göre tasarruflar (S), milli gelirin (Y) fonksiyonudur. Yatırım (I), sermaye stokuna (K) yapılan net eklemelerdir ve tanım gereği tasarrufa eşittir. Ekonomide üretim (Y), belli bir teknolojiye göre belirlenen üretim fonksiyonuna

(34)

bağlıdır. Üretim fonksiyonunun bağımsız değişkenleri sermaye (K) ve emektir (L) (Haliloğlu, 2011: 39).

Yukarıdaki varsayımlar çerçevesinde Cobb-Douglas tipi bir makro ekonomik üretim fonksiyonu yardımıyla, uzun dönemde durağan durum büyüme oranının “sıfır” olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla, hükümet politikalarının uzun dönemli ekonomik büyüme üzerindeki etkisi oldukça zayıf kalmaktadır. Model; kamu yatırımlarının, kişi başına gelir ve kişi başına sermaye düzeylerini etkileyebildiğini, ancak reel hasılanın uzun dönemli büyüme oranını etkileyemediğini göstermektedir. Bu durumda ortaya çıkacak dışsal bir teknolojik gelişme ise, sermayenin marjinal verimliliğindeki azalmaların ekonomik büyüme üzerindeki olumsuz etkisini az da olsa telafi edebilir ve bu kaçınılmaz azalmaları geciktirebilir. Bu anlamda, neo-klasik modelde teknolojik gelişme olduğu sürece pozitif hasıla büyüme oranları elde edilebilir. Bu sırada modelde, nüfus, dışsal olarak belirlenen sabit bir hızla büyümekte ve kişi başına reel hasılanın asıl belirleyicisi olmaktadır (Kibritçioğlu, 1998: 8).

Teoride toplam emek (L), sermaye (K) ve doğal kaynaklar (N) ile gösterildiğinde reel üretim seviyesi (Y), fonksiyon olarak Y = 𝑓𝑡 (L, K, N) şeklinde gösterilmektedir. Bu fonksiyonel ilişki Y’nin kullanılan emek, sermaye ve doğal kaynak miktarıyla doğru yönlü olarak değiştiğini göstermektedir. Teknoloji (𝑓𝑡) ise diğer üç faktörün üretime katkısını belirleyen bir unsurdur. Bu bağlamda teknolojik ilerleme ft’nin büyümesine ve diğer faktörlerin üretime yaptıkları katkının da aynı derecede artmasına neden olmaktadır. Modele göre ekonomik büyüme aşağıdaki şekilde meydana gelmektedir (Parasız, 2003: 840):

-Teknoloji sabitken üretim faktörlerinden kullanılan miktarın artması ile,

-Üretimde kullanılan faktörler sabitken teknolojinin ilerlemesi ile,

-Hem üretim faktörlerinin arzının artması hem de teknolojinin ilerlemesi ile.

Neo-klasik büyüme modeli, teknoloji düzeylerinin bütün ülkelerde tamamen aynı olduğu ve değişmediği varsayımı altında, gelişmekte olan ve gelişmiş

(35)

ekonomilerin uzun dönem reel büyüme oranlarının aynı uzun dönem değerine yakınlaşacağı sonucunu vermektedir. Bu hipoteze literatürde "yakınlaşma hipotezi" ve gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ekonomileri yakalamalarına da "yakalama süreci" adı verilmektedir. Burada farklı gelişmişlik düzeyindeki ülkeler arasında büyüme oranlarının farklılaşmasına yol açan temel varsayımlar; ülkelerin faktör donanımlarının farklı olduğu ve sermayenin marjinal verimliliğinin azaldığı hakkındadır. Hipoteze göre yakalama süreci, zengin ülkelerden, sermayenin getirisinin henüz yüksek olduğu gelişmekte olan (sermayesi kıt) ülkelere doğru bir sermaye akışının olduğunu ima eder. Yani uluslararası faiz haddi farklılıkları, sürecin işleyişine eşlik eder ve sermaye akımını uyarır. Ancak, zamanla, uluslararası sermaye hareketleri faiz haddi farklılıklarının ortadan kalkmasına ve sonuçta ülkelerin reel büyüme oranlarının sıfıra doğru gitmesine ve birbirlerine yakınlaşmasına yol açar. Fakat beklenilenin aksine yakınlaşma hipotezinin öngörüleri gerçekleşmemiştir. Daha doğrusu, teknolojinin dışsal ve sabit olduğu varsayımının gerçekçi olmadığı fark edilmiştir. Gerçekte sadece koşullu bir yakınlaşma ortaya çıkmaktadır. Yani kişi başına reel gelir düzeylerinin uluslararası düzeydeki yakınlaşması ancak benzer kurumsal koşullara sahip ülke grupları içinde gerçekleşebilmektedir. Çünkü bu süreçte, zengin ülkelerden yoksul ülkelere yapılacak sermaye transferlerinin yakınlaştırıcı etkisi, gelişmiş ülkelerdeki teknolojik gelişmeler tarafından tümüyle ortadan kaldırılabilmektedir. Bu nedenle, ekonomik büyüme süreçlerinin anlaşılmasında kritik bir öneme sahip olan teknolojik gelişmenin, dışsal olmaktan çıkartılarak konunun daha yakından incelenmesi kaçınılmaz hale gelmiştir (Kibritçioğlu, 1998: 9-10).

Neo-Klasik Büyüme Teorisi şu şekilde özetlenebilir: Teknik değişikliğin bulunmadığı teoride, durağan durum denge kavramı, kişi başına hasılanın sabit olması için gereken şartlara dikkat çeker. Artan nüfusla birlikte; tasarruflar, nüfusun yeni üyelerine ekonominin tümünde geçerli olan kişi başına sermaye miktarını sağlamaya tam yetecek kadar olmalıdır (Mahiroğulları, 2009: 46). Durağan durum gelir seviyesini tasarruf oranı ve nüfus artış belirler. Teknik değişikliğin bulunmaması durumunda; toplam hâsılanın durağan durum büyüme hızı nüfus artış

(36)

hızına eşittir. Tasarruf oranındaki bir artış hâsılanın büyüme hızını geçici olarak artırır. Yeni durağan durumda büyüme hızı değişmeden kalır, fakat kişi başına hasıla seviyesi artar. Teknik değişiklik durumunda, durağan durumdaki kişi başına hasıla, teknik gelişme hızında büyür. Toplam hâsıla, teknik gelişme ve nüfus artış hızlarının toplamı kadar büyür. Bundan dolayı, Neo-klasik büyüme teorisinde büyümenin durağan durumu egzojen niteliktedir (Ekinci, 2008).

Neo-klasik teoride; teknik ilerleme olmadığı zaman büyümenin geçici olduğu ve tasarruf oranında bir yükselme meydana geldiğinde büyümenin hızlanmasının geçici olduğu sonuçlarına ulaşmak mümkündür. Bu iki sonuca bağlı olarak da iki özellik ortaya çıkmaktadır. Bunlar, ekonomilerin yakınlaşması ve büyümenin dışsal özellikte olmasıdır.

Solow modeline göre tasarruf oranındaki artış, ekonomide sürekli büyümeyi sağlamamakta, uzun dönemde ekonomi durağan durum dengesine varmaktadır. Modelde, sürekli büyümeyi sağlayan, büyüme etkisi olan faktör teknolojik ilerlemedir ve durağan durumda, ekonominin büyüme hızı teknolojik ilerleme hızına eşittir. Fakat Solow modeli, teknolojiyi dışsal olarak kabul ettiğinden sürekli büyümeyi açıklayamamaktadır (Haliloğlu, 2011: 37).

1. 4. 7. İçsel (Endojen) Büyüme Teorileri

1980’li yıllarla birlikte, P. Romer, R. Lucas, S. Rebelo gibi öncülerin katkılarıyla sürekli büyümeyi içsel faktörlerle açıklayan yeni büyüme modelleri oluşturulmuştur. Bu tip modellere, “içsel büyüme modelleri” denmekle birlikte, tek bir içsel büyüme modelinden söz etmek mümkün değildir (Haliloğlu, 2011: 37).

Endojen büyüme modeli, büyüme hızını içselleştirmeye, yani modelin içinde belirlemeye çalışmaktadır. Modelin tarafları, hükümet politikaları ve iktisadi davranışın genellikle uzun dönemde büyüme hızını etkileme yeteneğine sahip olması gerektiği görüşüyle hareket etmektedir (Ekinci, 2008).

(37)

Ölçeğe göre artan ya da sabit verime dayalı bir üretim fonksiyonunu temel alan içsel büyüme kuramı, neo-klasikçilerin dışsal ve sabit olarak belirlediği teknolojiyi, Ar-Ge ve beşeri sermaye ile içselleştirmiştir. Böylece büyüme, sistem içindeki içsel faktörlere bağlanmıştır. İçsel büyüme modelleri, ilk defa Romer (1986) tarafından ele alınmıştır. Romer’e göre ekonomik büyüme, karlarını en üst seviyeye çıkarmak isteyen yatırımcıların meydana getirdikleri teknolojik gelişmelerden kaynaklanmaktadır (Romer, 1986: 1003).

İçsel büyüme modellerinde, ekonomik büyümenin içsel iktisadi temelleri olacağı söylenmekte ve ülkelerin gelir seviyelerinin kendiliğinden birbirine yaklaşacağı tezi yıkılmaktadır. Neo-Klasik modelin tersine, az gelişmiş ülkeler eğer gerekli önlemleri almazlarsa gelişmiş ülkeler ile aralarındaki farkı daha da arttıracaklardır. Yeni büyüme modellerinde teknoloji içselleştirilmekte olup kamu politikalarının ekonomik büyümeyi etkileme mekanizmaları öne çıkartılmaktadır (Mahiroğulları, 2009: 55)

Neo-klasiklerin aksine, eğitim düzeyi, kamu politikaları ve kamu hizmetleri, dış ticaret, vergi, gelir dağılımı, bölgesel faktörler, kültürel yapı, dinsel faktörler, doğurganlık oranı, yönetim şekli, sağlık, enflasyon, yatırım oranı gibi faktörlerin uzun dönemde ekonomik büyüme üzerinde etkileri söz konusudur. Optimal büyüme oranına ulaşılabilmesi için devlet müdahalesi zorunlu bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır (İnce, 2006: 40).

İçsel büyüme teorisi, ekonomik büyümeyi neo-klasik modelde olduğu gibi piyasa mekanizmasının altında olmayan dışsal teknolojik gelişmeler yerine, piyasaların kendi dinamikleri içinde faaliyet gösteren ekonomik güçlerin içsel olarak belirlediğini kabul etmektedir. İçsel büyüme modelleri, ekonomik büyümeyi piyasa mekanizması içinde faaliyet gösteren ekonomik güçlerin içsel olarak belirlediğini varsayarken, büyümenin itici gücünü tanımlamaktadır (Kurnaz, 2009: 28).

(38)

Modeller, büyümenin itici gücü olarak tanımladıkları faktörler itibariyle üç ana grupta incelenebilir (Acar, 2002:185):

--Nüfus artışı ve beşeri sermaye birikimini birer karar değişkeni olarak ele alanlar,

--İçirilmemiş teknolojik değişmeyi, dışsal ve özerk bilimsel buluşlar yerine, piyasa güçlerinin yönlendirdiği girişimci kararlarına bağlayanlar,

--Büyüme sürecinde kamunun rolünü bağımsız bir değişken olarak dikkate alanlardır.

İçsel büyüme teorilerinin ortaya çıkış aşamasında teknolojik bilgi üretimiyle ilgili aşağıdaki noktalar üzerinde daha fazla durulmuştur (Kibritçioğlu, 1998: 10):

-Bilgi, kısmen veya bazen tamamen gizli bir kamusal mal niteliğindedir.

-Teknolojik gelişme sonucu ortaya çıkan bilgiden diğer ekonomik birimlerin ne ölçüde yararlanabildikleri hayati bir öneme sahiptir.

-Ortada bir dışsallık varsa, bilginin üretimine özel kesimin yanaşmak istemeyeceği ve böylece piyasanın aksayacağı bir gerçektir.

-Teknolojik gelişme ile fiziki ve beşeri sermaye yatırımları arasında bir bağlantı bulunmaktadır.

İçsel Büyüme Modelleri, beş başlık altında incelenebilir. Bunlar: - AK Modeli

- Arrow-Romer Modeli - Lucas Modeli

- Ar-Ge Modeli

- Kamu Politikası Modeli'dir.

1. 4. 7. 1. AK Modeli

AK modeli, neo-klasik üretim fonksiyonundan yeniden üretilmeyen faktörlerin çıkarılması ve beşeri sermayeyi de içerecek şekilde geniş sermaye tanımının neo-klasik üretim fonksiyonuna ilave edilmesi ile ortaya çıkmıştır (Berber, 2006: 177).

(39)

Ekonomik büyüme olgusunu en basit şekilde açıklamaya yönelik içsel büyüme modeli, AK tipi modellerdir. AK modelleri üretim fonksiyonunun, Cobb-Douglas tipi üretim fonksiyonundan esinlenerek, Y = AK biçiminde kurulması nedeniyle bu şekilde adlandırılır. Burada A, teknoloji seviyesini gösteren pozitif bir sabittir. K, geniş anlamda sermaye (fiziki ve beşeri) ve teknik bilgiyi içermektedir. Bu model, basit olmasına rağmen azalan getirinin ortadan kaldırılmasını göstermesi açısından yeteri kadar zengindir (Aykırı, 2008: 26). Bu modelde, toplam çıktı (Y) ile sermaye (K) arasındaki ilişki doğrusaldır.

AK modelinde de teknoloji dışsal bir faktördür ve üretim fonksiyonunda teknolojiyi temsil eden A=Y/K, sabit bir büyüklüktür. Buradan sermayenin marjinal ürünün sabit olduğu sonucuna varılır. Buna göre AK modelinde, azalan verimler kanunu yerine sabit verim hali söz konusudur. Böylece fiili yatırım, gerekli yatırımın üzerinde olduğu sürece çıktı sürekli olarak artar. Girişimciler, net kârları her zaman pozitif sabit bir büyüklük olacağından, yatırım yapmaya devam edeceklerdir (Yeldan, 2009: 207). Modelde teknolojik ilerleme olmadan da ekonomi sürekli olarak büyüyebilmektedir. Solow modelinde uzun dönem büyümenin belirleyicileri teknolojik ilerleme ve nüfus artış hızı olup, ekonomi durağan durumda tasarruf oranı gibi yapısal karakteristiklerden bağımsız olmasına karşın, AK modelinde bu karakteristikler uzun dönem büyümede güçlü etkiye sahiptir (Aghion and Howitt, 1997: 30).

AK Modeli'nin en temel varsayımlarından biri, sermaye stoku artarken sermayenin getirisinin azalmayacağıdır. Bu modelde, azalan verimler olmadığından yüksek sermaye stokuna sahip olan ülkelerin (çoğunlukla sanayileşmiş ülkelerin), yatırımlarını arttırmak suretiyle ekonomik büyümelerini hızlandırabilecekleri vurgulanmaya çalışılmaktadır. AK modelini ortaya atan Jones ve Manueli (1990) ve Rebelo (1991), büyüme sürecinin içselleştirilmesi için teknolojik gelişmenin sabitliği ve ölçeğe göre sabit getirinin olduğuna dair varsayımları saklı tutularak, sadece biriktirilebilen üretim faktörünün (toplam sermayenin) marjinal verimliliğinin

Şekil

Tablo  3.  1.:  Türkiye’de  1980–1993  Fiyat  Endekslerindeki  Değişim  Oranları  (1987=100), GSMH Büyüklüğü (1987 Sabit Fiyatlarıyla) ve Büyüme Hızı
Tablo  3.  2.:  Türkiye’de  1994–2001  Fiyat  Endekslerindeki  Değişim  Oranları  (1987=100 ve 2003=100), GSMH Büyüklüğü (1987 Sabit Fiyatlarıyla) ve Büyüme Hızı
Tablo  3.  3.:  Türkiye’de  2002–2005  Fiyat  Endekslerindeki  Değişim  Oranları  (1987=100 ve 2003=100), GSMH Büyüklüğü (1987 Sabit Fiyatlarıyla) ve Büyüme Hızı
Tablo  3.  4.:  Türkiye’de  2006–2014  Fiyat  Endekslerindeki  Değişim  Oranları  (1994=100) ve Büyüme Hızı
+2

Referanslar

Benzer Belgeler

Akraba evliliği öyküsü doğurganlık özellikleri açısından değerlendirildiğinde; çalışmamızda akraba evliliği yapmış olan kadınlarda toplam gebelik sayısı

Foça-i Atik Nahiyesinin Kocadeniz mahallesinde sakin teba-i Devlet-i Âli’yyeden (okunamadı) / veledi Yorgaki nam kimesne kaza-i mezkur bidayet muhakemesinde

Ayrıca, sismik kesitlerin korelasyonunun daha doğru şekilde yapılabilmesi ve Kilikya Baseni’nin Mesinyen Tuz Krizi boyunca ne tür bir basen olduğunun araştırılabilmesi

İlk tasarımınızı ve yaptığınız düzeltmeyi göz önünde bulundurarak elmanın kararmasını önlemek için tekrar tasarım yapınız. Tasarımınızın son halinin ana

A quite different scenario happens if a condensate of atoms with two different hyperfine states is pumped by a laser field far detuned from the atomic transition [30, 31]; that

Bu çalışmada tanı anında metastatik evrede olan KHAK hastalarında ilk seri tedavide karboplatin veya sisplatin seçiminin sağkalıma etkisini ve bu hastalarda

Atatürk, caddelerden I geçerken gözü takılan görkemli işyerleri ile binaları işaret | ederek, bunların kimlere ait olduğunu sordu.. Aldıkları ce- |

Bu  araştırmanın  amacı,  ilköğretim  okulu  öğretmenlerinin  toplam  kalite  yönetimi  (TKY)  düzeyine  ilişkin  algılarını,  bu  algıların