• Sonuç bulunamadı

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HALKLA İLİŞKİLER ÇALIŞMALARI TÜRK EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI ÖRNEĞİ (TEGV ÖRNEĞİ)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HALKLA İLİŞKİLER ÇALIŞMALARI TÜRK EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI ÖRNEĞİ (TEGV ÖRNEĞİ)"

Copied!
169
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HALKLA İLİŞKİLER ÇALIŞMALARI TÜRK EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI ÖRNEĞİ (TEGV ÖRNEĞİ)

YÜKSEK LİSANS TEZİ Ahmet KANILMAZ

Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı Halkla İlişkiler ve Tanıtım Programı

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Emine Özden CANKAYA

EYLÜL-2017

(2)

(3)

iii T.C.

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HALKLA İLİŞKİLER ÇALIŞMALARI TÜRK EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI ÖRNEĞİ (TEGV ÖRNEĞİ)

YÜKSEK LİSANS TEZİ Ahmet KANILMAZ

(Y1512.140023)

Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı Halkla İlişkiler ve Tanıtım Programı

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Emine Özden CANKAYA

EYLÜL-2017

(4)
(5)
(6)
(7)

v

YEMİN METNİ

Yüksek Lisans tezi olarak sunduğum “SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HALKLA İLİŞKİLER ÇALIŞMALARI TÜRK EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI ÖRNEĞİ (TEGV ÖRNEĞİ)” adlı çalışmanın, tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurulmaksızın yazıldığını ve yararlandığım eserlerin Bibliyografya’da gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve onurumla beyan ederim. (…/…/2017)

Aday / İmza

(8)
(9)

vii ÖNSÖZ

Sivil toplum kavramı günümüzün yükselen değerlerindendir. Özellikle bunu toplumsal yaşamın içinde, sivil toplum örgütlerinden beklentilerin yükselmiş olmasından ve sivil toplum örgütlerine verilen ayrı bir önemden anlamaktayız. Yine toplumsal yaşamın içinde değişik işlevleri yerine getiren kamu kuruluşları ve özel sektör kuruluşlarının yanında kâr amacı gütmeyen sivil toplum örgütlerinin yalnız Türkiye’de değil dünyada da öneminin giderek arttığını görmekteyiz. Bu önemin artması, sivil toplum örgütlerinin artık halkla ilişkiler faaliyetlerine profesyonel anlamda gerekli ilgiyi göstermesinin zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Çünkü; halkla ilişkiler faaliyetlerine profesyonel anlamda önem veren sivil toplum örgütleri, toplum nezdinde de daha çok kabul görmekte ve güvenilmektedir. Bu çalışmada da bir sivil toplum örgütünün (Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı) halkla ilişkiler alanındaki faaliyetlerinin yeterli olup olmadığının araştırılması için yapılmıştır. Bu çalışmanın gerçekleşmesinde, yoğun iş temposunda bana zaman ayıran, danışmam gereken her konuda kapısını her zaman sonuna kadar açan, çalışmanın her aşamasında bilgi ve birikimi ile yol gösteren, sabrını, samimiyetini, güler yüzünü ve desteğini hiçbir zaman benden esirgemeyen değerli tez danışmanım Prof. Dr. Emine Özden CANKAYA hocama sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Bütün eğitim-öğretim hayatım boyunca maddi manevi desteğini benden esirgemeyen, bütün hatalarıma rağmen yanımda olan, doğruyu gösteren ve her zaman başarabileceğime inanan hayattaki danışmanım anneme Çiçek KANILMAZ’a teşekkürlerimi ve minnetimi özellikle belirtmek isterim.

(10)
(11)

ix İÇİNDEKİLER Sayfa ÖNSÖZ ... vii İÇİNDEKİLER ... ix KISALTMALAR ... xi

ÇİZELGE LİSTESİ ... xiii

ÖZET ... xv ABSTRACT ... xvii 1. GİRİŞ ... 1 1.1. Problem ... 1 1.2. Çalışmanın Amacı ... 1 1.3. Çalışmanın Yöntemi ... 2

2. SİVİL TOPLUM KAVRAMSAL ÇERÇEVE ... 3

2.1. Sivil Toplum Kavramı ... 3

2.1.1. Sivil Toplumun Demokrasi Perspektifinden İncelenmesi ... 4

2.2. Sivil Toplumun Örgütlenmesi ... 7

2.3. Sivil Toplumun Temel Özellikleri ... 9

2.4. Sivil Toplumun Düşünsel Ve Tarihsel Gelişimi ... 12

2.4.1. Hegel, Marx ve Gramsci Açısından Sivil Toplum ... 15

2.4.1.1. Hegel Açısından Sivil Toplum ... 15

2.4.1.2. Marx Açısından Sivil Toplum ... 17

2.4.1.3. Gramsci Açısından Sivil Toplum ... 20

2.4.2. Modern Anlamda Sivil Toplum ... 21

2.5. Türkiye’de Sivil Toplum ... 24

2.5.1. Osmanlı Dönemi’nde Sivil Toplum ... 24

2.5.2. Cumhuriyet Dönemi’nde Sivil Toplum ... 26

2.5.3. Türkiye’de Sivil Toplumun Önündeki Engeller ... 29

3. SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN HALKLA İLİŞKİLER ÇALIŞMALARI ... 31

3.1. Sivil Toplum Örgütleri Kavramsal Çerçeve ... 31

3.1.1 Sivil Toplum Örgütlerinin Temel Özellikleri ... 34

3.1.2. Sivil Toplum Kuruluşlarının Örgütlenme Türleri ... 36

3.1.2.1 Vakıflar ... 36

3.1.2.2. Dernekler ... 38

3.1.2.3. Sendikalar ... 38

3.1.3. Sivil Toplum Örgütlerinin Toplum Üzerindeki Etkileri ... 39

3.2. Sivil Toplum Örgütlerinin Demokrasi İle İlişkisi ... 41

3.2.1. Sivil Toplum ve Demokrasi ... 41

3.3. Halkla İlişkiler Ve Sivil Toplum Örgütleri ... 44

3.3.1. Halkla İlişkiler ... 44

(12)

x

3.3.3. Sivil Toplum Örgütleri Açısından Halkla İlişkilerin Önemi ... 47

4. BİR SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ OLARAK TEGV VE HALKLA İLİŞKİLER ÇALIŞMALARI ... 49

4.1. Bir Sivil Toplum Örgütü Olarak TEGV ... 49

4.1.1. TEGV’in Kuruluş Hikâyesi ... 49

4.1.2. TEGV’in Kuruluş Amacı ... 49

4.1.3. TEGV’in Günümüze Kadar Yapmış Olduğu Faaliyetler ... 50

4.1.3.1. TEGV’in Spor Faaliyetleri ... 50

4.1.3.2. TEGV’in Uluslararası Faaliyetleri ... 51

4.1.3.3. TEGV’in Bağış Toplama, Konser ve Konferans Faaliyetleri ... 51

4.1.3.4. TEGV’in Eğitim Faaliyetleri ... 53

4.1.3.5. TEGV’in Sponsorluk Faaliyetleri ... 54

4.2. TEGV’in Halkla İlişkiler Çalışmaları ... 55

4.2.1. Çalışmanın Yöntemi ... 55

4.2.2. Araştırmanın Yöntemi ve Süreci... 57

4.2.3. TEGV Yöneticileri ve Halkla İlişkiler ... 60

4.2.3.1. TEGV ile İlk Tanışma ... 60

4.2.3.2. TEGV’in Tanınırlığı ... 61

4.2.3.3. TEGV’in Halkla İlişkiler Faaliyetleri ve Stratejileri ... 62

4.2.3.4. TEGV ve Sosyal Medya ... 63

4.2.3.5. TEGV’in Kampanyalarına Bir Örnek Olarak “Hiç Bana Sordunuz mu?” Kampanyası ... 63

4.2.3.6. TEGV ve Medya İlişkileri... 64

4.2.3.7. TEGV ve Bağışçı İlişkileri ... 65

4.2.4. TEGV ve Gönüllülerin Çalışmaları ... 65

4.2.4.1. Gönüllülerin TEGV ile Tanışmaları ve Seçme Nedenleri ... 65

4.2.4.2. Gönüllüler ve Gönüllü Eğitimi ... 67

4.2.4.3. Gönüllüler Gözünden TEGV Eğitim Politikası ... 70

4.2.4.4. Gönüllülük ve Çocuklarla İletişim ... 71

5. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ ... 73

KAYNAKÇA ... 79

EKLER ... 83

(13)

xi KISALTMALAR

ABD : Amerika Birleşik Devletleri BM : Birleşmiş Milletler

CBO : Chief Brand Officer

EESC : Avrupa Birliği Ekonomik ve Sosyal Komitesi NBA : National Basketball Association

NGO : Non–Governmental Organizations PVO : Private Volunteer Organization SMS : Short Message Service

STK : Sivil Toplum Kuruluşları STÖ : Sivil Toplum Örgütleri

TEGV : Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı TÜHİD : Türkiye Halkla İlişkiler Derneği

(14)

xii

(15)

xiii ÇİZELGE LİSTESİ

Sayfa

Çizelge 4.1. Yıllara Göre Gönüllü Sayısı ...61

Çizelge 4.2. Gönüllülerin TEGV'le Tanışması ...66

Çizelge 4.3. Gönüllülerin Gönüllü Kazandırması ...67

Çizelge 4.4. Gönüllü Kazandırmak İçin Yapılan Öneriler ...69

(16)
(17)

xv

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HALKLA İLİŞKİLER ÇALIŞMALARI TÜRK EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI ÖRNEĞİ (TEGV ÖRNEĞİ)

ÖZET

Sivil toplum örgütlerinde halkla ilişkiler, sivil toplumun oluşumu ve sivil toplum örgütlerinin mevcut durumlarını devam ettirebilmeleri bakımından önem arz etmektedir. Öyle ki; halkla ilişkilere gerekli olan değeri gösteren ve yeterlilik düzeyi yüksek olan örgütler, toplum tarafından daha çok bilinmekte, daha çok kabul görmekte ve daha iyi bir imaja sahip olabilmektedirler. Bu çalışmada ilk olarak sivil toplum kavramı incelenmiş olup, sonrasında sivil toplum örgütleri ve halkla ilişkiler çalışmaları irdelenmiştir. Bu doğrultuda TEGV ele alınmıştır.

TEGV, toplumda eğitim açısından oldukça önemli bir yer tutan bir sivil toplum örgütüdür. TEGV gönüllülerden oluşan kadrosuyla, çocuklara daha iyi bir eğitim sağlamak amacıyla kurulmuş olup, günümüzde oldukça etkili faaliyetler gerçekleştiren bir örgüttür. Bu çalışmada TEGV yerinde gözlem ve yarı yapılandırılmış görüşme tekniği ile incelenmiştir.

(18)
(19)

xvii

CIVIL SOCIETY ORGANIZATIONS AND PUBLIC RELATIONS STUDIES TURKISH EDUCATION VOLUNTEERS FOUNDATION (TEGV SAMPLE)

ABSTRACT

Relations with the public in civil society organizations are important in terms of the formation of civil society and the continuity for current situation of civil society organizations. Such that; organizations which value the Public Relations and have high level of competence are well known in public, gain public acceptance and have a better image. In this study, firstly civil society is examined and then studies of civil society organizations and public relations are examined. Accordingly, TEGV has been dealt with.

TEGV is a non-governmental organization that has a very important place in terms of education in society. TEGV is a group of volunteers, established to provide better education for children, and is a very effective organization in today's world. In this study, TEGV was investigated by in situ observation and semi-structured interview technique.

(20)
(21)

1

1. GİRİŞ 1.1. Problem

Bu çalışma sivil toplum örgütlerinin halkla ilişkilerle ilgili çalışmaların yeterli olup olmadığını araştırmak için yapılmıştır. Sivil toplum halkın sesidir. Halkla iç içe olmak zorunda ve halkın sorunlarını resmi kurumlara ulaştırmakla yükümlüdür. Ayrıca bunun için halkla ilişkiler çalışmalarına önem vermek gerekmektedir. Ancak günümüz sivil toplum örgütlerinde daha yeni ortaya çıkan halkla ilişkiler faaliyetlerinin henüz yeterliliğini sağlayamadığı düşünülmektedir.

1.2. Çalışmanın Amacı

Günümüz sivil toplumlarının halkla ilişkiler çalışmalarının yeterli olup olmadığını irdelemek ve bunu bir örnekle tamamlamak çalışmanın esas amacıdır. Ayrıca bundan sonraki süreçte de bu araştırmanın konusuyla ilgili yapılacak olan çalışmalara ışık tutmak ve sivil toplum örgütlerinin halkla ilişkilere gerektiği önemi vermesini sağlamaktır.

Bu çalışma ile hedeflenen, sivil toplum örgütlerinin halkla ilişkiler çalışmalarına daha çok önem vermeleri konusunda farkındalık oluşturmak ve bu çalışmalarda kendilerini geliştirmelerini sağlamaktır. Halkla ilişkiler çalışmalarının gelişmiş olması ile toplum içinde sivil toplum örgütlerinin konumunun daha iyi yere gelebileceğini söz konusu örgütlere gösterebilmektir.

Kamu sektörü ve özel sektörün ardından üçüncü sektör olarak benimsenen sivil toplum, elinde bulundurduğu bazı özellikler ve toplumsal açıdan yerine getirdiği önemli işlevler nedeniyle önem taşımaktadır.

Tarihsel süreç içinde sivil toplumla ilgili tartışmaların Antik Yunan döneminden başlayarak günümüze kadar sürdüğü ve sivil toplum kavramının önemli bir araştırma ve tartışma konusu şeklinde siyaset ve felsefe alanları açısından her zaman ilgi odağı olduğu bilinen bir gerçektir.

(22)

2

Sivil toplum örgütleri bağımsız kuruluşlardan meydana gelmiş, özel sektör ile kamu sektörü arasında bir ara sektör özelliği ile sivil toplumun kuşkusuz önem arz eden elemanlarıdır.

Sivil toplum örgütlerinin kendi çalışma alanlarına ait hususlar ve problemlerle ilgili kamuoyu meydana getirme, kuruluşla ortak ilgileri olan kişilerin kuruluşa dâhil olmasını sağlama, hedef kitleleri açısından pozitif yönde bir imaja ve itibara sahip olma, hedef kitlenin desteğini sağlayabilme gibi amaçlarla halkla ilişkiler çalışmaları olmaksızın yapabilmesi pek mümkün gözükmemektedir. Söz konusu amaçları başarılı bir şekilde yerine getirebilmesi için sivil toplum örgütü ile hedef kitle arasındaki mevcut ilişkilerin ve iletişim süreçlerinin stratejik bir şekilde yönetilmesi gerekli olduğundan sivil toplum örgütleri de halkla ilişkilere ihtiyaç duymaktadır. Sivil toplum örgütleri birbirinden farklı niteliklere sahip olan hedef kitleleri ile iletişimlerini farklı araçlarla yönetmektedirler. Geleneksel kitle iletişim araçları olarak bilinen gazete, dergi, televizyonun kâr maksadında olmayan kuruluşlar tarafından kullanılmasıyla birlikte, günümüz itibariyle yeni iletişim teknolojilerinde gerçekleşen gelişimler neticesinde meydana gelen kurumsal web sayfaları, sosyal medya gibi internet temelli faaliyetler, sivil toplum örgütlerinin hedef kitleleri ile olan ilişkilerinin ve iletişimlerinin yönetilmesi bakımından ön plana çıkmaya başlamıştır. Ancak ne olursa olsun yüz yüze iletişim ile gerçekleştirilen halkla ilişkiler çalışmaları, hala daha etkinliğini kaybetmemiştir. Çalışmanın örneklemini oluşturan TEGV’de de ön plana çıkan yüz yüze iletişim ve önermelerdir.

1.3. Çalışmanın Yöntemi

Bu çalışmada literatür taraması ile ilk olarak sivil toplum ve sivil toplum örgütleri hakkında bilgiler verilmiş olup, daha sonrasında yerinde gözlem yöntemi kullanılarak çalışmanın örneklemini oluşturan TEGV hakkında bilgilere ulaşılmıştır. Literatür taraması çalışmanın iki bölümünü oluşturmaktadır. Bu bölümlerde sivil toplum, sivil toplum örgütleri ve halkla ilişkiler çalışmaları hakkında geniş bilgilere yer verilmiştir.

Yerinde gözlem yöntemi ve yarı yapılandırılmış görüşme tekniği ile TEGV ve halkla ilişkiler çalışmaları ile alakalı geniş bilgilere ulaşılmıştır.

(23)

3

2. SİVİL TOPLUM KAVRAMSAL ÇERÇEVE 2.1. Sivil Toplum Kavramı

Sivil toplum kavramının gün geçtikçe farklı siyasal, finansal, kültürel unsurlar ve devlet otoritelerince kendi düşünceleri ve teknikleri kapsamında kullanma stilleri irdelendiğinde her yöne çekilebilir bir etik ve siyasi karaktere büründüğü ve belirsiz bir kavramsal çerçeve kapsamına girdiği ifade edilebilmektedir. Aslan (2010) yaptığı çalışmada Gordon White’ın ifadelerine yer vermiştir. Bu çalışmaya göre Gordon White, sivil toplum kavramına atıfta bulunarak; “Son derece belirsizlik içinde yer alan kavramın, büyük kilisesinin mahzenindeki tabutuna geri gönderilmesi gerekir” demesine karşın sivil toplum, farklı perspektiflerden ifade edilmeye çalışılmıştır (Aslan, 2010a: 358).

Sivil toplum, çağımızın gündemini oluşturan olgudur ve köken olarak bakıldığında Fransızca ve Latince bir kelime olan “civil” kelimesinden gelmektedir. Bu kelime medeni ve nazik anlamlarına karşılık gelmesiyle beraber görgülü anlamına da gelmektedir. Türkçeye sivil olarak geçen söz konusu kelime, terim olarak incelendiğinde; şehir adabı, medenilik; halk dilinde ise asker dışında olan gibi çok sayıda anlama karşılık gelmektedir. Bu kelimenin toplum kelimesiyle bütünlük sağlayarak sivil toplum olarak bir terim haline gelmesi ise farklı siyasal ve toplumsal hareketlerin etkilerine dayalı şekilde gerçekleşmiştir (Abay, 2009: 272).

İlk defa Antik Yunan’da Aristo’nun kullandığı sivil toplum, modern siyaset biliminde sık olarak kullanılan bir kavram durumuna gelmiştir. Söz konusu kavram, batının toplumsal ve siyasal gelişiminde düşünürlerce farklı kapsamlarda kullanılmıştır (Duman, 2008: 348).

Modern şekliyle sivil toplum; kişi hürriyetinin ve temel haklarının gözetildiği, gönüllülük esaslı örgütlenmenin temel olduğu, halkın yönetimden daha ön plana

(24)

4

çıkarak devletin tutumunu kontrol edip yönlendirebildiği, milliyet şuuruna dayanan bir ilerlemişlik seviyesini anlatmaktadır (Yıldırım, 2003: 226).

Sivil toplum kavramının günümüzdeki anlamıyla kullanılması, 1600’lü yılların sonlarıyla 1700’lü yılların başlarına kadar gerilere gitmektedir. Söz konusu kavram, bu dönemin geleneği, siyasal yapısı ve düzeni içinde gerçekleşen gelişmelerin etkisi ile oluşmuştur (Keser ve Hışım, 2016: 205).

Sivil toplumu en sade haliyle, gereksinimlerin karşılandığı toplum biçiminde gören araştırmalara göre, Sanayi Devrimi’nden itibaren meydana gelen soylu tabakasını ifade etmek amacıyla yararlanılan sivil toplum, feodal sisteme ek yeni bir sistem düşünen kapitalizm ile beraber gelişmiştir (Aslan, 2010a: 359).

Sivil toplum, başka kaynaklara bakıldığında kanun hükmünün geçerli olduğu, diğer taraftan kendi içinde bağımsız kuruluşlardan meydana gelen bir ara sektörün yaygın bir şekilde geliştirilmesi diğer bir ifadeyle devlet veya başka bir otoritece idare edilmeyen, halkın kendi iradesini temsil eden kuruluşlar şeklinde incelenmektedir (Yıldırım, 2004: 47).

Devlet örgütü dışında, bazı politik, kültürel, finansal ve sosyal etkinlikleri yürüten gönüllülük esasını benimsemiş kurumlara sivil toplum tanımlaması yapılmaktadır. Günümüzdeki olağanüstü değişimi gösteren sivil toplum; ekonomiden, siyasete, kültürden, sosyal yaşantının tüm alanlarına kadar büyük boyutlara taşınmayı başarmıştır. Bu nedenle artık tüm bireylerin gerçekleşen olayları daha iyi bir şekilde kavrayabilmeleri maksadıyla, devlet harici sosyal örgütler şeklinde de tanımlanabilecek olan sivil örgütlenmeleri ön planda tutması gerekmektedir. Söz konusu gerekliliğin sosyolojik analizler kapsamında geçerlilik gösterdiği ifade edilebilmektedir (Talas, 2011: 388).

2.1.1. Sivil Toplumun Demokrasi Perspektifinden İncelenmesi

Sivil toplum kavramının modern anlamda ortaya çıkışının esasında, demokrasi olgusu barınmaktadır. Fakat demokrasinin var olmaya devam edebilmesi için de bazı şartların mevcut olması gerekmektedir. Bunun için ilk olarak kişiler kendilerini toplumsal ve/veya siyasal hayatın temel bir unsuru olarak benimsemeleri, bunu ilerletecek ve kurumsal hale getirecek bir ortamda olabilmelidir. Bireyselleşme, yine

(25)

5

kamusal hayat doğrultusunda yeni bir perspektifin belirlemesini de zorunlu hale getirmektedir (Yıldırım, 2003: 228).

Sivil toplum, hem teorisyenlere hem de faaliyetlerine bağlı olan topluluklar uyarınca evrensel bir insanlığı çerçevelemektedir. Teorisyenler, sivil toplumun insan doğasına en uygun olan ve bu nedenle kişisel gelişmeye ve toplumsal yapıya müsaade eden gelişmiş bir toplumsal yapı olduğunu savunmaktadırlar. Bu kapsamda evrensel insanlık, ilk defa 1500’lü yıllarda Avrupalı maceracıların dünya etrafında dolaşmalarının ardından kullanılmış, 1700’lü yılların enternasyonalist felsefi ve devrimci faaliyetleriyle de pekiştirilmiştir. Bu ideolojiler, ulus toplumları, vatandaşları ya da milleti kesin olarak insanlığın temsilcileri olarak ifade etmiştir. Bu nedenle yükselmekte olan dünya idare şekli, her biri kendi yöntemi ile insanlığın temsilcileri olan toplumlar ve onların kapsamında bulunan vatandaşları tarafından kabul edilmiştir (Thomas, 2001: 520).

Demokratik açıdan sivil toplum olgularının gelişimine imkân sağlayacak yasal ve kurumsal şartlar, Türkiye’de yeteri kadar sağlanamamıştır (Atiker, 2003: 17). Sivil toplumun demokratik altyapısının önem arz eden belirleyicilerinden birisi, kendi kapsamında yer alan çoğulculuğa müsaade etme düzeyidir. Kamusal alan içinde sivil örgütler ve topluluklar ne kadar çok sayıda ise, ne kadar değişkenlikleri içinde barındırabiliyor ve birbirleri üstünde üstünlük oluşturmaksızın beraber ilerlemeyi yapabiliyorsa, sivil toplum o denli demokratiktir. Bu kapsamda sivil toplum, kendi içinde karşıt tarafları olan diyalektik bir bütünlüğü ifade eder (Yıldırım, 2003: 228). Güçlü nitelikte bir sivil toplum, demokrasi olgusunun ön şartlarından birisi olduğu gibi, demokrasinin biçimlenmesini de birçok yönden etkilemektedir. Söz konusu etkiler aşağıdaki gibi sıralanabilmektedir (Karadağ, 2005: 69-70):

1. Sivil toplum, devletin iktidar kapsamını kısıtlayan politik, ekonomik, kültürel ve etik esasların temelini meydana getirir.

2. Sivil toplumdaki farklı oluşumlar, devletin herhangi bir azınlık grup tarafından ele geçirilmesine ve otorite oluşumuna engel olur.

3. İyi nitelikteki bir sivil toplum, siyasi partilerin uyarıcı özellik gösteren siyasal katılım hareketlerini desteklemektedir.

(26)

6

4. Sivil toplum olgusu, devlete istikrar kazandırır. Bunun nedeni ise; vatandaşlar, sivil toplumla birlikte daha iyi şartlar altında yaşamlarını sürdürür. Gerçi sivil toplum, vatandaşların devletten taleplerini artırır; ancak buna dayalı bir şekilde sivil grupların da kapasite düzeylerinin yükselmesi, toplumsal açıdan refaha pozitif etkide bulunur.

5. Sivil toplum sayesinde topluma yeni siyasi liderler kazandırılır. Sivil toplum kavramı, Türkiye’de son dönemlerde en çok dikkat çeken, en çok itibara sahip olan kavramlardan birisi olmuştur. Genel olarak her kesimde olumlu etkilerde bulunmaktadır. Fakat gerçekte tüm bireylerin sivil toplum olgusundan aynı şeyleri algıladığını, sivil toplumun kavramsal çerçevesini kendi içlerinde aynı şekilde gördüklerini ifade etmek yanlış olacaktır (Çaha, 2005: 9).

“Sivil toplum olgusuna pozitif olarak yaklaşırken, bu olguyu esasında otoriter hatta totaliter bir toplum düşüncesinde kullananların sayısı görmemezlikten gelinemeyecek kadar çoktur. Sivil toplum olgusunu bu alana çekenler, kavramın alanını öylesine daralttılar ki sivil toplum, bir bakıma siyaset bilimi literatüründeki sivil toplum olmaktan çıktı” (Çaha, 2005: 9).

Sivil toplum kavramının Türkiye’de çok sayıda tartışma yarattığı bilinmektedir. Söz konusu kavramın karşıtının bilindiği gibi askeri bir toplum olmadığı, sivil toplum kavramını medeni olanla veya kentli olanla, bunun da karşıtını gayr-ı medenilik ile açıklamak mümkündür. Sivil toplum kavramındaki sivil kelimesinin kökeni şehir yaşantısının bir getirisi olarak hakları ve yükümlülükleri kapsamaktadır (Mardin, 2015: 9).

Sivil toplum, beşeri değerlerin temelindeki çoğulcu yapıyı kabul etmektedir. Bu kapsamda, tersi bir temeli yalnızca kendisi içinde barındıran hiçbir hayat tarzı mevcut değildir. İyi bir toplum, katıksız bir bireycilikle bir bütün halinde düşünülemez. Sosyal örgütlenmenin değişik şekilleri hukukun egemenliğinde birlikte var olabilmektedirler. Devlet, Hegel tarzında uyuşmazlıkların taraf tutmayan hakemi, toplumun bir katmanının tüm geri kalanlar üstünde egemenlik oluşturmasını engellemekle vazifeli olan, istikrarın bir garantörü olarak kabul edilmektedir. Kuşkusuz, klasik liberal hukuk algısına açıkça bir saygı olarak, sivil toplum düşünürleri, devletin kendisinin hukuk devletinin düşüncesinde olduğu gibi hukuka bağlı olması gerektiğini savunmaktadırlar (Norman, 2005: 57).

(27)

7

Sivil toplumun ideolojik nitelikteki toplumun tersi bir toplum şekli olduğu düşünülmektedir. Günümüz itibariyle toplumların temelinde iki tema bulunmaktadır. Bunların birisi ideoloji, diğeri ise sivildir. Modern anlamda sivil toplumu algılayabilmek için; ideolojik toplumla aralarında bulunan farkların anlaşılması gerekmektedir. İdeolojik toplum, devletin öncülüğünde aynı ideoloji tarafından güdülen, toplumsal farklılıklara izin vermeyen, devletin mevcudiyeti ile bir bütün haline gelmiş olan bir toplum tipidir (Çaha, 2005: 15).

2.2. Sivil Toplumun Örgütlenmesi

Sivil toplumun örgütlenmesi denilince akla ilk gelen şey; sivil toplum kuruluşları ve/veya örgütleridir. Bunların oluşumu sivil toplumun nasıl örgütlendiğini açıklamaktadır. Bu konu başlığı altında, yapılan araştırmalara dayanarak bu husus irdelenecektir.

Bireylerin kendilerinin gerçekleştiremedikleri amaçlarını başkaları ile birlikte gerçekleştirmeye başlamaları ile örgütlenmeler meydana gelmiş ve örgütler oluşmuştur. Örgütler, herkesin yaşantılarını belli bir noktaya kadar etkilemektedir. İnsanlar etrafında oluşan örgütlerle bir arada yaşamakta ve her geçen gün de söz konusu örgütlere daha çok bağlanmaktadır. Bu örgütler, hayatın her alanında milyonlarca insanın yaşam tarzlarını daha iyi bir hale getirmekte ve gereksinimlerini gidermeyi sürdürmektedir (Yıldırım, 2004: 15).

Yaratılışından beri sosyal olan insan, her vakit başka insanlarla ilişki içinde olmuştur. Hatta çok sayıda örgüt, yalnızca arkadaşlık gibi sosyo-psikolojik gereksinimlerini gidermek amacıyla kurulurken, bazı örgütler de insanların yeteneklerinin geliştirmek, amaçlarına ulaşmadaki söz konusu süreci kısaltmak, daha önceki nesillerin bilgilerinden faydalanmak için kurulurlar. Aksi halde örgütler olmadan insanların her çağda her şeyi başlangıcından itibaren tekrar öğrenmesi gerekecekti. Bir yandan örgütler uzmanlaşma ve farklılaşmayı mümkün hale getirmeleri ile de yararlılıklarını en yükseğe çıkaran sosyal yapılardır. Bilginin her alanında uzman olmayan bireyler, belli başlı alanlara yönelmeyle ve ilgi duyduğu alanda çalışmayla verimliliğini örgütler sayesinde arttırmaktadır. Bu kapsamda girdilerden daha fazla çıktılara sahip olduklarından, örgütlerin sinerjistik nitelikte oldukları görülmektedir (Yıldırım, 2004: 17).

(28)

8

Tekeli (2012)’nin sivil toplum örgütlenmeleri ile ilgili ifadeleri şu şekildedir: Sivil toplum örgütlerinden beklenilen hedeflerin artış göstermesinin halk ve millet devlet seviyesinde nedenleri olduğu gibi, dünyanın küreselleşmeye başlamasından meydana gelen sıkıntıları da olmaktadır. Devam eden teknolojik ilerlemeler ve faaliyetsel yeni yapılanmalar karşısında artık halk, devletin bir parçası olarak toplumsal denetimi oluşturmakta yeterli gelmemektedir. Millet devlet mal, para ve özellikle de haber ve bilgi alanı konusunda söz konusu olamamasıyla birlikte artık devletin geleceği, milletin toprağı üstünde verilen kararlarla belirlenmemektedir.

Milletlerin geleceği o ulusların toprakları dışında yani tüm dünyada özellikle de kapitalist merkezli kararlarla belli olmaktadır. Bir başka söylemde, dünyanın yaşadığı küreselleşmeyle beraber, toprağın sınırlarına göre şekillenen bir toplumdan, toprakla bağlantılı olmayan topluma geçilmektedir (Tekeli, 2012: 50).

Yapılan araştırmalara göre; sivil toplum olgusunun teorik ve felsefi konularda meydana gelişi ve tarihsel gelişimiyle alakalı bazı tespitlere ulaşılmıştır. Bunlardan en önemlisi, Batı literatüründe sivil toplumun ifade edilebileceği üç modelden bahsedilmektedir. Ancak bunlardan ikisi en çok kabul görenlerdir. Kabul gören bu modeller şu şekilde açıklanabilmektedir; İlk model uyarınca sivil toplum, örgütlenme hürriyetinin olduğu alanlarda devlet koruması olmadan mevcudiyetini sürdürebilir. Sivil toplumu, sivil halkın haklarını ve hürriyetlerini gözetme temelli faaliyet gösteren bir organizasyon şeklinde gören bu model, sivil topluma dar bir perspektifle bakar. İkinci model uyarınca sivil toplum, siyasi ve ahlaki olarak iyi toplumun ayrılmaz bir kesimi şeklinde görmektedir. Söz konusu modelde sivil toplumun, toplumu bir bütün halinde yapılandırmasından ve faaliyetlerini devletten ayrı olarak yürüten örgütler aracılığı ile düzene koyulduğu alanlarda mevcut olduğu düşünülmektedir (Keyman, 2006: 19-20).

Sivil toplum örgütü, gerçek ve tüzel kişilerin hukukun üstünlüğü normu kapsamında gönüllülük esaslı oluşturduğu devlet ve özel alandan ayrı olan kurumlardır. Bunlar, özelliklerinin getirileri olarak amaçlarını gerçekleştirebilmek için bazı işlevlerinden faydalanır. Bu işlevler yasa ile belirlenmiştir. Örgütlenen sivil toplum, etkin vatandaşların ortaya çıkardığı kâr amacı gütmeyen kuruluşları ve tüzel kişilikleri olmayan platformları da ifade etmektedir. Söz konusu kuruluşlar sosyal hayatın daha kaliteli olması amacıyla çaba gösteren STK’lar, meslek odaları, dernekler vb. türden

(29)

9

kurumları kapsayan geniş bir çerçeveyi tanımlamaktadır. Sivil toplum örgütlerinin gereksinimlerini kamuoyuna iletir ve gereksinimlerle uyumlu olan uygulamaların yürütülmesinde büyük görev görür (Çiftçi, 2010: 11).

Örgütlenme hürriyeti açısından engel olabilecek olan faaliyetlerin bir çeşidi de insan haklarını savunanların ve onların işbirliği yaptığı STK’ların maruz kaldığı hak ihlalleridir. Bu tip ihlaller her zaman direkt olarak dernekler ve vakıflara ait kararnamelerden doğmakta ayrıca ifade ve örgütlenme hürriyetini genel olarak sınırlandırabilmektedir. Bu tip ihlaller genellikle “Terörle Mücadele Kanunu, Kabahatler Kanunu ile Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu” şeklinde yasal metinlerin kapsamlı bir şekilde yorumlanması ile meydana gelmektedir (TÜSEV, 2013: 2).

Demokrasi içinde; devlet-toplum ilişkisinin şekli saptanmış ve demokratik katılım sistemleri ile siyasal otoriteden yararlanma meşru hale getirilmiştir. Böylelikle devlet toplum ilişkisinin daha sağlıklı olabilmesi için lazım olan devlet otoritesinin devamlılığı sağlanmıştır. Örgütlü sivil toplumun sağlanmadığı ortamların demokrasi ile ilişkili olmayan toplumlar olduğu az gelişmiş ülkelerde açık bir şekilde görülmektedir. Sivil toplum ve sivil toplum örgütleri, sadece hür kişilerle oluşturulduğundan demokrasinin amacı hür kişilere ortam hazırlamaktadır. Hür kişiler, sivil toplumun, sivil toplum da demokrasinin teminatını sağlamaktadır (Yıldırım, 2004: 30).

2.3. Sivil Toplumun Temel Özellikleri

Sivil toplumun özelliklerinden önce sivil toplumun oluşması için devlette ve toplumda olması gereken bazı özelliklere değinmek daha doğru olacaktır. Sivil toplumun var olması hukuk devletinin varlığına bağlıydı. Hukuk devleti içinde toplumdaki her ferdin eşit olarak görüldüğü bilinmektedir. Ayrıca hiçbir örgüte taraflı bakmayan hukuk devletinde sivil toplum örgütleri daha verimli şekilde çalışmalarını yürütebilecektir. Sivil toplumun oluşması için öncelikli şart budur. Modern çağda sivil toplumun her alanda gelişim gösteremediği, sadece bazı toplumlarda gelişim gösterdiği gerçeğinden hareketle, sivil toplumun gelişim gösterebilmesi açısından devletin ve toplumun birtakım özellikleri içinde barındırması gerekmektedir. Bu kapsamda devletin iki özelliğinden bahsetmek

(30)

10

gerekmektedir. İlki hukuk devleti, diğeri ise sınırlı devlettir. Hukuk devleti özelliği, devletin her vatandaşını eşit olarak görmesini, suç söz konusu olmadıkça bütün vatandaşların aynı şekilde masum olduklarını, temel hak ve hürriyetlerinin hiçbir şekilde sınırlandırılmayacağını ve devlet otoriterlerinin keyfi hareketlerinden uzak durmalarını gerektirmektedir. Ayrıca kültürel, siyasal ve ekonomik anlamda sivil toplum örgütleri arasında yaşanacak olan rekabette, devletin herhangi bir taraf tutmaması, devletin yalnızca bir hukuk devleti niteliğinde olması ile mümkün olmaktadır. Demokratik rejimlerde, devletlerin hukukla sınırlı ve vatandaşlara hizmet etmekten ziyade başka bir işlevi bulunmamaktadır. Ancak hukuk devleti olmaktan ziyade ideolojik bir devlet niteliğinde olan demokrat karşıtı rejimlerde, devlet benimsediği ideolojiye taraf olan örgütlere bazı ayrıcalıklar tanımakta, bu ideolojiyi savunmayan örgütler ise geniş kapsamda sınırlandırılmaktadır (Çaha, 2012: 59-60). Sivil toplum; şiddetin karşısında duran, kendi kendisine örgütlenen, kendi kendisini değerlendiren ve bunu en iyi şekilde yansıtan ayrıca hem birbirleriyle hem de kendilerinin faaliyetlerini çerçeve içine alan, kısıtlayan ve mümkün kılan devlet kurumları ile devamlı surette bir gerilim içinde olma eğilimi içerisinde olan, yasal korumada bulunan devlet harici kurumların kompleks ve dinamik bir topluluğunu hem tanımlayan hem de formülize eden bir ideal-tip kategorisidir (Onbaşı, 2005: 46). Sivil toplumun gelişme teması serbest piyasa içindeki unsurların gelişme teması ile diğer bir deyişle mantığı ile neredeyse aynı özellikleri taşımaktadır. Her ikisinde de rekabet söz konusudur. Devlet herhangi bir tarafta olduğunda, sivil toplum örgütleri arasındaki dengeyi de bozmuş olmaktadır. Bu sebepten dolayı daha sağlıklı bir sivil toplum ortamının olması açısından devletin belli bir ideolojiyle değil, hukukun üstünlüğü gözetilerek yönetilmesi gerekmektedir. Bu açıdan devletin, sivil toplum içindeki birtakım tarafları kollayıcı değil, sivil toplum içindeki çatışmaları, uzlaşmazlıklar, haksızlıkları, tecavüzleri engellemek yoluyla önleyici olması gerekmektedir (Çaha, 2012: 60).

İkinci olarak, devletin organizasyonları neticesinde sınırlı olmak durumundadır. Devlet, kültürel, siyasal, ekonomik sosyal ve organizasyonlar içerisinde ne kadar iç içe olursa sivil toplumun var olma sınırlarını o derecede daraltmış olur. Gerek devlet gerekse sivil toplum aynı zamanda toplumsal alanda çalıştıkları için devletin asıl hedefleri olan adalet, savunma ve güvenlik gibi konularda sınırlı olması geride kalan

(31)

11

çalışma alanlarına sivil toplum konularını toplayacak, böylelikle sivil toplumun canlanmasına olanak tanıyacaktır. Devletin, özellikle iktisadi alanı bırakması, dolayısıyla üstünde söz sahibi olduğu sermayeyle topluma aktarılmasının önünü açmalıdır. Farklı ülkelerin politikaları göstermiştir ki, devlet ne kadar fazla iktisadi hayatın içinde kalırsa o derecede rant meydana gelir ve birlikteliğinde bu rantı dağıtmak için büyük harcamalar yapan kesimler meydana gelir. (Çaha, 2012: 60). Sivil toplum, kendi mevcudiyeti açısından sınıf, parti vb. bir kollektivitenin kişinin hürriyetini engellemediği, sindiremediği bireysel özgürlük alanını gerekli bir koşul olarak kabul etmektedir. Karşı gelebilme ve muhalefet yapabilme geleneği hem örgütlü bir demokratik yaşamı bir ön koşul olarak belirtirken, hem de kollektiviteler karşısında bireylerin örgütler oluşturarak bir direniş faktörü şeklinde olabilmelerini sağlamaktadır. Sivil toplumun örgütlenebilme yeteneğinde olan bireyi, kişisel hürriyet alanına sahip, kollektiviteler karşısında tek bir vücut gibi duran ama örgütlenebilme beceri, imkân ve hakkı sayesinde demokrasinin önem arz eden bir baskı unsuru şeklinde mevcudiyetini devam ettiren bir birey haline gelir (Erdem ve Öztaş, 2015: 566).

Lapierre, zaman ve mekân kapsamında sınırlı devlet tanımı uyarınca veya devletten sivil toplumu, belirleyici nitelikteki iki özelliğinden hareketle ifade etmektedir. Sivil toplum bir yönü ile altyapıyı meydana getiren kendiliğinden ve etkin sosyal ilişkileri veya sosyal yenilenme faktörlerini, diğer yönü ile de kurumları, üstyapıyı veya sosyal düzenleme faktörlerini kapsar. Sivil toplum, her iki özelliği ile incelendiğinde, sosyal yenilenmeye mümkün olduğunca açık olmalı, ancak bu arada düzen de gözetilmelidir. Yenilenme ve düzenlenmeden meydana gelen bu iki fonksiyonu, siyasi iktidar gerçekleştirecektir. Böylelikle, sınır konulmayan sivil toplum karşısında bu defa sınırı olmayan siyasi iktidar getirilmektedir. Farklı sivil toplum tarzlarına farklı siyasi iktidar tarzları, modern sivil toplum tipi, modern siyasi iktidar tipi devlet denk düşecektir (Akal, 1990: 32-33).

Sivil toplum, dâhil olduğu toplumu ve söz konusu toplumun kurumlarını sorgulayabilen toplumsal zincire katkı sağlayabilen kişilerin mevcudiyetine işaret eder ve gereksinim duyar. Bu kapsamda sivil toplum bir muhalefet olabilme, iktidara karşı durabilme yeteneği ve kuvvetini çerçevelemektedir. Söz konusu karşı gelebilme iktidar ile eş bir güce, potansiyele sahip olmaya imkân sağlayan bir

(32)

12

anlama gelmemekte; bir düşünce şekli ve potansiyel olarak karşı gelebilme gibi muhalefet yapmayı kapsayan bir sivil gücü barındırmaktadır (Erdem ve Öztaş, 2015: 565-566).

Sivil toplum, her ne kadar tarihinden dolayı, çok farklı şekillerde ifade edilmeye müsait olsa dahi, bu ifadeler arasında ortak çıktılar belirlemek mümkündür. Bütün ifadelerde, devletin altı çizildiği, güçlü bir sivil toplum için devletin yasal düzenlemelerine ihtiyaç duyulduğu bilinmekte ve modern sivil toplum tanımlamaları ciddi boyutta Hegel düşüncesinin temelinde olduğu görülmektedir. Biber (2006) bu temel üstünde gelişim gösteren sivil toplumun temel yapı taşını oluşturan özellikleri şu şekilde sıralamıştır:

• Sivil toplum, aile ile kamusal alan arasında bağ kuran toplumsal bir alandır; ancak bu alanın sınırları yasal düzenlemelerle belirlenmektedir.

• Bu alana bireyler tamamen kendi rızalarıyla katılırlar, katılmaları için de hiçbir şekilde zorlanamazlar.

• Sivil toplum, vatandaşlarla devlet arasında bir aracı görevinde olmaktadır. Bu görev çerçevesinde kolektif hedefler belirlemekte ve söz konusu hedeflere varabilmek açısından devlet kurumlarının ve özel işletmelerinin politikalarını etkileme gayretinde bulunmaktadır.

Sivil toplum, itaatkâr değil, sorgulayıcı nitelik taşımaktadır. Bir sorgulama şekli ve ayrıca eleştiri ve problemleri takip etme ve çözümcü uygulamalar üretme aracı olarak hür basın, sivil toplumun başka bir şeklidir. Basının hür, bireyin sorgulayan, toplumun örgütlü, örgütlerin kamuoyunu meydana getirebilen, demokrasinin muhalefetin müsaade ettiği güç karşılığında keskinleşmekten daha çok toplumsal menfaat için yürütüldüğü, bütün söz konusu durumların canlandığı bir kent ve yeniliğe açık, değişimi benimseyen bir toplum uyarınca sivil toplumun meydana geldiği ifade edilebilmektedir (Erdem ve Öztaş, 2015: 566).

2.4. Sivil Toplumun Düşünsel ve Tarihsel Gelişimi

Klasik felsefe dönemine dek gelişim gösteren sivil toplum kavramı eski Avrupa geleneğinin önem arz eden bir parçası haline gelmiştir (Keane, 2004: 47).

(33)

13

Sivil toplumun kendi kapsamını oluşturduğu süreç Ortaçağ’a dek gitmektedir (Doğan, 2002: 15). Ortaçağ zamanında kullanılan anlamı ile sivil toplum, bölünmüş olan egemenlik birimlerinin feodal düzenin, krallıkların ve imparatorlukların hepsini içine almaktaydı (Tosun, 2001: 31).

Ortaçağ döneminde sivil toplumun meydana gelmesindeki en önemli etken, ticaret burjuvazisinin gelişim göstermesidir (Biber, 2006: 10). Ticaretin gelişim göstermesi ile birlikte şehir yaşantısı önemli hale gelmeye başlamıştır. Ayrıca Avrupa’da şehirlerin önemli hale gelmesi, ticaretin bu bölgelerde yoğunlaşmasına neden olmuştur (Bumin, 1982: 17). Burjuvazinin ekonomik anlamda güç kazanması ile de feodal yapı içerisinde şehir yaşantısının faktörlerinin, devletten bağımsız olarak kendi ekonomik kapsamını düzenleme isteğini arttırmış, feodal ve mutlak egemenlikleri bu süreç içinde engel olarak kabul etmiş, bu da sivil toplumun oluşmasındaki en önemli etkenlerden birisi olmuştur (Doğan, 2002: 3). Dolayısıyla batıda sivil toplum kavramı, orta sınıfa şehir hayatında sağlanan bazı sivil hürriyetler temelinde meydana gelen, merkezi otoriteden ayrı ve bağımsız kurumlarda gelişme olanağı bularak toplumsal alan şeklinde kendisini göstermiştir (Tosun, 2001: 29). STK’da faaliyet gösterenlerin, yakın çevrelerinin ötesine taşmış olan dayanışma faaliyetleri, 1900’lü yıllar itibariyle başlamamıştır. Sivil toplumun tarihi uzun bir süreci kapsamaktadır. Ancak bu, bir uygulamadan önce Batı toplumunda temel oluşturmuş bir düşünceyi temsil etmiştir. Kendisini tanımlayan yoğun dinsel ve felsefi kaynaklarla beslenmektedir. Başkasına merhamet ya da ilgi duymak, Batı’ya has bir özellik olmasa dahi Batı bu kapsamda kendisini evrensel açıdan yükselten bir model ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla Avrupa’da Ortaçağdan itibaren mevcut olan uzun bir dernek süreci içinde buluşa da söz konusu kavramın tarihi süreci göz ardı edilmemelidir (Ryfman, 2004: 15).

Sivil toplum teriminin düşünce ögeleri, Antik dönemde Ciceron ve Aristo, Orta Çağ zamanında John Locke, Thomas Hobbes, Charles de Montesquieu ve Jean Jacques Rousseau'nun kendi eserlerinde dile getirdikleri devlet-toplum birlikteliği anlamında incelenebilir. Söz konusu aydınların şekil verdikleri doğal-kanun doğal- hukuk söylemi ya da genellikle bilinmekte olan ismiyle Sosyal Sözleşme literatürü, Batı Aydınlanma devrimine değin terim ve teorilere yol gösteren egemen gelenek durumunu sürdürmüştür. Batı toplumsal tarihinin 18. Yüzyıla kadar meydana

(34)

14

getirdiği dönüşüm ise soyut kavramsallaştırmaya alt yapı meydana getiren somut tarihsel temeli oluşturur (Tosun, 2001: 29-30).

Sivil toplum devlet ayrımı, siyasi düşünce tarihine kapitalizmin ortaya çıkışıyla, burjuvazi ile birlikte kazandırılmıştır. Düşünce hayatı içinde söz konusu yıllara dek görülmeyen bu ayrım, toplumlarda ortaya çıkan yeni ekonomik ve iktidar ilişkilerini yansıtmıştır. 1200 ve 1300’lü yıllardan itibaren toplum üstüne geliştirilen düşünceler bize yabancı olgular değildir. O dönemler itibariyle geliştirilen kavram ve kurumlar günümüz toplumlarını da biçimlendirmeye hatta onlara yön vermeye devam etmektedir (Bumin, 1981: 11-12).

1200’lü yıllardan itibaren başlayan iktidarın dünyevi haline gelme süreci, sivil toplumun özgürlüğünü eline alması ile birlikte gelişmiştir. Gelişen kapitalizm ile burjuvazi taraftarları topluma kendi çıkarları doğrultusunda politik yöntemleri getirmek istemişlerdir. Başlamış olan yeni dönem itibariyle politik iktidar ekonomiye bağlı bir durum almıştır. Liberalizmi karakterize eden nokta, söz konusu rejimin devlet ve sivil toplum ayrımı üstünde kurulu olmasıdır (Bumin, 1981: 21).

Modern anlamda sivil toplumu meydana getiren gelişmelerin temelleri, 1100’lü yıllarda kuvvet kazanmaya başlayan ticaret burjuvazisine dayanmaktadır. Fakat kavramsal açıdan sivil toplumu ilk kez kullanmış olan kişi Aristo’dur. Aristo, bireylerin güven temelinde hayatlarını sürdürebileceği, insan hayatının değerlenebileceği siyasi bir toplumu, diğer bir ifadeyle şehir devletini ifade edebilmek için Politika isimli eserinde “Politike Koinonia” kavramını kullanmıştır. Söz konusu kavram, Latinceye “Civilis Societas” olarak dâhil edilmiş ve ardından da, 15. yüzyılda İngilizceye “Civil Society” şeklinde çevrilmiş ve kullanılmıştır. Anlatıldığı üzere Aristo, siyasi toplumu sivil, çağdaş toplum olarak nitelendirmiş ve iki kavramı birbiriyle aynı anlamlı olarak kullanmıştır. Bu durum toplumsal sözleşme düşüncesini savunan düşünürlerde de sürmüş ve devlete yeni bir bakış açısı kazandıran Hegel’de sonlanmıştır (Biber, 2006: 10-11).

Hobbes, Locke ve Rousseau örneğinde olduğu gibi hayatta kaldıkları dönem boyunca o döneme yol gösteren düşünürlerce biçimlendirilen “Toplumsal Sözleşme” düşüncesi, Aydınlanma Dönemi’ne kadar terim ve teorilere alt yapı meydana getiren egemen fikir olma özelliğini saklı tutmuştur. Toplumsal sözleşme kuramında, devlet ve sivil toplum birdir. Bu birliktelik, Hobbes’in düşüncelerinde apaçık bir biçimde

(35)

15

görülmektedir. Hobbes’a göre, sivil toplum olgusuna geçiş yapabilmek için doğa durumunu bırakmak gerekmektedir. Bu gereklilik, doğa durumunun kaotik, çatışmayı zorunlu kılan koşullardan ileri gelmektedir. Doğa, insanları eşit biçimde meydana getirmiştir ve insanlar arasındaki güvensizlik halinin ana nedeni de bu eşitliktir. Eşit şartlar çerçevesinde yarış içerisinde olan insanlar, birbirlerini ortadan kaldırmaya veya kendi emri altına sokmaya çalışacaklardır. Bu yüzden, kaos ve kaosun meydana getireceği savaş durumu kaçınılamaz bir hale gelecektir. Bu sorundan uzaklaşmanın tek yolu bireyleri denetim altında alacak bir gücün olmasıdır. Bu gücü sağlamak için insanların bütün güçlerini tek bir kişiye ya da gruba aktarmaları gerekmektedir. Hobbes’in Leviathan (ejderha) olarak isim verdiği bu güç sayesinde huzursuzluk, ölüm korkusu meydana gelmeyecek ve insanlar kültüre ve çağdaşlığa sahip olabileceklerdir. Bir diğer deyişle, çağdaş bir medeniyete geçiş yapılacaktır. Hobbes’e göre, Leviathan’ın gücü belli olmamakta ve gücünü sadece temsil ettiği insanları korumak için kullanabilir. Leviathan’ın başarısız olduğu zamanlarda ise yine doğa durumuna yani kaotik alana dönüş yapılacaktır. (Biber, 2006: 11-12).

Sivil toplumla ilgili olarak ortaya atılan tanımlardan ortak bir noktaya varılamayacağını ifade eden Keane açısından sivil toplum olgusu (Keane, 1994: 56);

“17. ve 18. yüzyıllarda ortaya çıkmış olan sivil toplum kavramı, özel sermaye ve ücretli emeğin ‘siyaset dışı’ ilişkisinde ifadesini ortaya çıkaran, burjuvazinin proletarya üzerindeki tarihsel olarak kurulmuş hâkimiyetini anlatmaktadır. Sivil toplumun yalnızca içeriği değil, şekli de burjuvadır. Sivil toplum, devlet garantisi altındaki meta üretimi ve özel mülkiyet alanıdır.”

2.4.1. Hegel, Marx ve Gramsci Açısından Sivil Toplum 2.4.1.1. Hegel Açısından Sivil Toplum

1700’lü yıllarda sivil toplum kavramında bir değişim söz konusu olmuştur. Adam Fergusan’un 1767 yılında yayımlanan çalışmasında, sivil toplum çağdışı hareketlerin diğer bir ifadeyle barbarca hareketlerin minimuma indiği, düşüncelerin sanat ve edebiyat ile özdeşleştiği toplum anlamında kullanılmıştır. 1700’lü yıllarda ortaya çıkan düşüncede sivil toplum olgusu, şehir hayatı ve ticari çalışmaların gelişim gösterdiği, çoğulcu, devletçe asimile edilmemiş ve aile çerçevesi haricinde olan bireysel faaliyetlerin bulunduğu toplum şeklinde kabul edilmiştir. Adam Smith, sivil toplum kavramını kullanmayarak esasında bunu tarif ederek bu konuyla ilgilenmiştir. Bu tarihe dek sivil toplum, barışçı düzenin ve iyi idarenin şartı şeklinde hukukun

(36)

16

öznesi üyelerden meydana gelen siyasal toplum tipi, diğer bir ifadeyle doğa hali ile eş anlamlı şekilde kullanılırken, bu duruma Hegel ve Marx direkt olarak eleştirisel bakış açısıyla yaklaşmıştır (Tosun, 2001: 36-37).

Gramsci’nin siyasal düşüncesini tekrar yapılandırmak için başlanılması gereken temel kavram, sivil toplum kavramıdır. Gramsci’nin sivil toplum kavramını kullanışı, Hegel’den farklı olması nedeniyle, Hegel’in sivil topluma bakış açısıyla bu konuya başlamak gerekmektedir (Bobbio ve Texier, 1982: 10).

Hegel’in sivil toplumla ilgili bakış açısında, devletle sivil toplum ilişkisi önemli bir yer tutmaktadır. Doğal hukuk geleneği ile kıyaslandığında Hegel’in köklü bir reform ortaya koyduğu görülmektedir. Doğal hukukçuların doğa halini, sivil toplumla eş anlamlı olarak kullandıkları görülmüştür. Dolayısıyla bu bakış açısında devletin olduğu siyasal toplum izleri görülmektedir. Hegel ise bu duruma başka bir bakış açısıyla yaklaşmıştır (Onbaşı, 2005: 29).

Hegel ve Marx ilişkileri problemi, yöntemlerinin kıyaslanmasından, detaylarının kıyaslanmasına kadarki olan süreç içinde, Hegel’in sivil topluma karşı bakış açısı daha ayrıntılı olarak analiz edilmeye başlanmıştır (Bobbio ve Texier, 1982: 10-11). Hegel’in Haklar Felsefesi adlı eserinde, etik yaşam kavramının geçirdiği kapsam değişimi, Hegel’in sivil toplum düşüncesine de yansımıştır. İlk eserlerinde halk-yönetim-devlet kavramlarını eş anlamda kullanan Hegel, ilk defa söz konusu eserinde sivil toplum kavramını etik yaşam konusu altında tartışmaya açarak, etik hayatta sivil toplumu aile ile devlet arasındaki değişimin bir adımı olarak görmektedir. Hegel açısından sivil toplum olgusu, medeni toplum ve yurttaşlar toplumu ile eş anlamdadır. Hobbes ve Rousseau devleti, doğa halinin dışarıda tutarken, Hegel’in devlet anlayışında devlet, sivil toplumu içermektedir. Hegel, doğa hali modeline tersi bir durum olarak, devleti doğa halinin bertaraf edilmesi şeklinde değil, daha çok bunun korunması, uzatılması ve dengenin sağlanması açısından bir araç şeklinde ele almaktadır. Hegel’e göre devlet; evrensellik, rasyonellik ve nesnellik bakımından bütünlüğü sağlayan, herkes için medeni bir hayatı sağlayan tek sosyal varlıkken, sivil toplum; kişisel menfaatlerin, gereksinimlerin ilan edildiği bir alandır. Bu hususta doğal hukuk perspektifinde eşit olduğu savunulan devlet ve sivil toplum kavramlarını alarak ikisi arasındaki kavramsal farklılığının gözler önüne serilmesinde önem arz etmektedir (Tosun, 2001: 38-39).

(37)

17

Sonuç olarak Hegel felsefesi içinde sivil toplum ile devlet ilişkisi, hem bir zıtlık hem de bir bağlılık kapsamında oluşmaktadır. Sivil toplum devlet bünyesinde var olan anlaşmazlıkları çözüme kavuşturmak, akılcı çözümler geliştirmek ve etik bir anlam kazanmak açısından gereksinim duyarken; devlet de temsil ettiği etik amaçlara ulaşma araçları için sivil topluma gereksinim duymaktadır. Karşılıklı olarak birbirlerine bağlı iki olgu olmasıyla birlikte devlet ve sivil toplum aynı çerçeve içinde değildir. Hegel’in bakış açısında önce devlet gelmektedir. Üstün ve ayrıcalıklı olan devlettir. Tikelciliğin tehlikelerinin farkına varan Hegel, bu tehlikeden uzak durabilmek için devletin üstün konumunu ortaya atar. Neticede sivil toplum bencil menfaatlerin, çekişme ve anlaşmazlıkların kapsandığı bir alandır (Onbaşı, 2005: 33). 2.4.1.2. Marx Açısından Sivil Toplum

Marksist akımının kurucusu olarak kabul edilen Marx, Hobbes ve Hegel’in düşüncelerindekine benzer şekilde, devleti toplumsal ve ekonomik yaşamın bütününü kapsayıcı bir kuruluş şeklinde değil, söz konusu alanları kapsayan sivil toplumun hizmeti altında bulunan bir kuruluş diğer bir deyişle olgu olarak görmektedir. Marx açısından devlet toplumsal hayatın bütün alanlarını belirlememekte, tam tersi bir durum olarak sivil toplum bu alanları belirlemektedir. Hegel’in fikirlerinin zıttı olarak sivil toplumu tanımlamış olmasına rağmen, siyasal yaşamın bir sözleşmeye değil, güce dayalı olarak gelişim gösterdiğini savunduğu ve sınıf ayrımı olmayan topluma geçiş sürecinde devlete kurucu bir sorumluluk yüklediği için Marksist devlet algısı da aşkın devlet düşüncesini bir kenara bırakamamıştır. Dolayısıyla marksizmin sosyal ve siyasal formülü, Hegel’in aşkın devletinin uygulanmasından başka bir şey olmamıştır. Hatta sosyalizmin meydana getirdiği devlet, Hegel’in öngörmüş olduğu devletten daha kapsayıcı ve daha sert nitelikleri içinde barındırmıştır (Çaha, 2012: 36).

Devlet ile sivil toplum ayrımı Marx’ın düşüncelerinde de mevcut olmasıyla beraber Marx bunu yaparken, Hegel’in devleti her şeyi kapsayan ve devleti sözgelimi tanrısal kurum şeklinde benimseyen anlayışını eleştirmektedir. Marx, sivil toplumu siyasi hayatı belirleyici nitelikte olan bir olgu olarak ifade ederken; devleti, sivil toplumdaki tartışma ve çelişkileri uzlaştırıcı nitelikte olan bir kurum olan değil, sivil toplumun bir yansıması şeklinde görmüştür. Marx’a göre gerçek olan, devlet, aile bireyleri ve sivil toplumun üyeleri şeklinde mevcut olan kitleler içinden yükselir.

(38)

18

Neticede sivil toplumun da devletin de doğasını insanlar belirlemektedir. İnsan ise, Hegel’in kendisinin de ifade etmesi üzere, mülkiyet hakları ile çerçevelenmiş durumdadır. Diğer bir ifadeyle Marx Hegel’in düşüncesinin tersini savunmuştur. Marx’a göre devlet ile sivil toplum ilişkisinde asıl olan devlet olmayıp sivil toplum ve burada gerçekleşendir. Esas belirleyici olan yoksulluk, sınıflar arası eşitsizlik ve çatışma ile oluşan ekonomik ilişkilerin gerçekleştiği sivil toplumdur. Marx’ın maddeci tarih düşüncesinin oluşmasında sivil toplum en önemli fonksiyonel bir olgudur. Bu kapsamda sivil toplum gerçek bir temeldir. Tüm tarihsel sürecin bir kaynağı ve sahnesi niteliğindedir. Marx’ın düşüncesi uyarınca sivil toplum kavramı, insanların siyasal etkinlikleri dışındaki kişisel ve ekonomik ilişkilerinden meydana gelen maddi etkinlik alanını tanımlamaktadır (Onbaşı, 2005: 33-34).

Marx’ın devlet ve sivil toplum düşüncesi, kullanmış olduğu altyapı ve üstyapı şemasına paraleldir. Söz konusu şemada devlet siyasal düzenin diğer bir ifadeyle üstyapının belirleyici unsuru iken, sivil toplum üretim süreci ve sosyal sınıfların diğer bir ifadeyle altyapının belirleyici unsurudur. Dolayısıyla Marx, devletin sivil toplum üstüne konumlandığını ifade ederek, sivil toplumun yalnızca ekonomik yanı şeklinde değil, direkt olarak devlet olgusu dışında kalan her şeyi içine aldığını ifade etmektedir. Bu husus itibariyle sivil toplumu kişisel mutluluk ve kazancın gözetilmesine indirgeyen, devleti olgusunu da sivil toplumdan ayrı, onu biçimlendiren bir kapsam olarak düşünen Hegel’e eleştirisel bir bakış açısı getirmektedir (Tosun, 2001: 43).

Hegel’den sivil toplum probleminin çözümlenmesini kendisine devralan Marx’a göre, Hegel bazı konularda yanılgıya düşmüştür. Bir görüntü ve bir aldatmaca olduğunu anlayamadığı bir süreci gerekli olan bir adım olarak göstermiştir. Marx’a göre Hegel, sivil toplum ve devlet olgularını birbirinden ayrı iki birim şeklinde kabul ettiği için, devlette iktisadi uygulamalara ve söz konusu uygulamaları düzenleyenlere boyun eğme olayını görememiştir. Bireyin ve sınıfların iktisadı çıkarlarını vatandaş bakış açısı ile gördükleri işlemlerden ayırmak yanlıştır. Hegel devleti, toplumsal yaşantının gerçek kapsamı olarak kabul ettiği sivil toplum dışında, onu biçimlendiren bir kapsam olarak görmektedir. Ancak sivil toplumun biçimle bir ilişkisi vardır. Devlet bireyin evrensel gelişiminin neticesi olarak değil, menfaatlerinin biçimlendiği bir netice olarak kabul edilmelidir. Devlet kişisel menfaat kapsamının dışına

(39)

19

çıkamadığı için 1800’lü yıllardaki kapitalist devletinin tersine bireylerin gelişimine koyulmuş bir engeldir (Mardin, 2015: 14-15).

Hegel’in her şeyi saran yarı tanrısal bir güç olarak devleti öne süren tutumunu eleştiren Marks, Hegel’in aksine, sivil toplumu siyasi hayatı oluşturan bir temel olarak adlandırmıştır. Marks’ın sivil toplumu terim haline getirmesi, tercih ettiği altyapı üstyapı şekliyle doğrudan bağlantılıdır. Marksist teoride, üretim bağlantıları yani iktisadi yapı temeli meydana getirmektedir. Bu temel, toplumun hukuki ve siyasi kuruluşlardan meydana gelen üstyapıyı oluşturmaktadır. Yani, üretim bağlantılarının farklılaşmasına şart olarak tüm üstyapı kuruluşları da değişim gösterecektir. Bu anlamda siyasi olaylara, hukuki değişikliklere ve kültürel değişiklerle ilgili tanımlamaların sivil toplumun içindeki gelişmelere bakılması gerekir (Biber, 2006: 14).

Marx, kapitalist toplum içinde egemen olan sınıfın elindeki bir aygıt şeklinde ifade ettiği devlete, sosyalizme geçiş sürecinde önem arz eden bir görev yüklemektedir. Sosyalizme geçişte “proletarya diktatörlüğü” isminde devlet önemli bir görev görmektedir. Kapitalist toplumun kurumlarını düzenleyen, toplumu komünist rejime hazırlayan, eğiten ve geçişini sağlayan kurum proletarya diktatörlüğündeki devlettir. Marx araçlarla amaçları birbirinden ayrı tutmuştur. Diktatörlük aracılığı ile cenneti olan sosyalizme varmayı hedeflemiş ancak araçlar kendi amaçlarını ortaya çıkarmıştır. Doğu Avrupa’daki proletarya diktatörlüğü yeryüzü cennetini değil, yeryüzünün bu ana dek görmüş olduğu en despotik ve totaliter rejimlerini oluşturmuştur (Çaha, 2012: 38).

Hegel’in devleti, toplumsal ve ekonomik alanın tümünü kuşatan bir kurum olarak görmesine karşın Marx devleti, bu alanları kuşatan sivil toplumun hizmetinde bir kurum olarak görmüştür. Yani Marx için tüm alanların belirleyicisi sivil toplumdur. Marx'a göre sivil toplumun yapısını ekonomi politikte aranması gerekir. Sivil toplum kavramını kavramsallaştırırken de bunu altyapı - üstyapı arasındaki ilişkileri açıklarken bulabiliriz. Marx'ın bu konu hakkındaki en önemli düşüncelerini de şu şekilde özetlemek mümkündür (Keane, 2004: 101):

Daha evvelki bütün tarihsel süreçte var olan üretici güçlerce belirlenen ve neticede karşılıklı bir şekilde bunları belirleyen ilişkilerin şekli sivil toplumdur. Sivil toplum olgusunun ne şekilde tüm tarihin dikkat edilecek bir gelişmesi olduğunu, kendisini

(40)

20

prenslerin ve devletlerin eylemleriyle sınırlı tutarak gerçek ilişkileri göz ardı eden şimdiye dek kabul görmüş tarihin anlayışının ne kadar saçma olduğunu burada görülmektedir. Sivil toplum olgusu, üretici güçlerin gelişim döneminin belli bir adımında kişilerin tüm maddi ilişkilerini kucaklamaktadır. Sivil toplum, verili bir aşamanın bütün ticaret ve sanayi hayatını kapsar ve bu haliyle, dış ilişkilerinde kendisini ulusallık olarak ortaya koymak ve içerde de devlet olarak örgütlemek zorunda olsa da devleti ve ulusu aşar (Keane, 2004: 101).

Sivil toplumla ilgili olarak Hegel’de biraz üstünde durulan, ancak Marx’ta bazen pozitif bir gelişme olarak kabul edildiği halde genellikle negatif olarak incelenen bir husus bulunmaktadır. Bu husus, sivil toplumun Batıda sadece birtakım sınıflara değil, genel olarak bağımsız bir grup olarak örgütlenmeye olanak sağlamış olduğudur. 1800’lü yıllarda sendikaların meydana gelişi bunun iyi bir örneğini göstermektedir.

Söz konusu konuyla ilgili iki alt konuya da bakmak gerekmektedir. İlki, sivil toplum ve devlet bileşiminin Marx’ın ifade ettiği kadar kusursuz olmasıdır. Diğeri ise sivil toplumu olmayan, bu geleneğe bağlı olmayan topluluklarda devletin engel oluşturulmamış bir bürokrasi ile tahammül edilemez bir baskı oluşturabileceğidir (Mardin, 2015: 15).

2.4.1.3. Gramsci Açısından Sivil Toplum

Gramsci’nin sivil toplum algısı devlet ile sivil toplum kategorileri arasındaki kapsamlara yoğunlaşma bakımından önem arz etmektedir. Bu kapsamları nasıl gösterdiğini ifade edebilmek için ilk olarak Gramsci’nin hegemonya kavramına ilişkin yapmış olduğu tartışmayı bilmek gerekmektedir. Kapitalist düzenin kendisini ne biçimde ve nasıl yeniden üretebildiğini ifade etmek için kullandığı söz konusu kavram Gramsci’nin ifadesinde içinde gerek rızayı gerekse zorlamayı barındırmaktadır. Gramsci’ye göre kapitalizmin kapsadığı çelişkilere karşın mevcudiyetini sürdürebilmesi yalnızca determinizm ile açıklanamamaktadır. Gramsci, Marx’ın burjuvazinin hâkim konumuna ilişkin ifadelerine yeni bir boyut kazandırarak bir sınıfın hakim konumda olabilmesinin yalnızca elindeki ekonomik güçten kaynaklandığını, devlet aygıtının kurumlarını elinde tutması ile olmayacağını savunmaktadır. Sınıf tahakkümü bununla birlikte sivil toplumda onaya bağlı bir

(41)

21

egemenlik kazanması ve böylece sivil topluma bir eğim kazandırılması ile ilgilidir (Onbaşı, 2005: 37).

Sanayi devrimiyle beraber ortaya çıkan toplumsal yapı içinde, aydınlanma dönemi zamanında gündem maddesi olan sivil toplum tartışmaları gündemden düşmeye başlamış, yeni çıkan değer ve çözüm biçimlerinin egemen olduğu bir süreç başlamıştır. Bilhassa sol ideoloji içinde, sivil toplum tartışmaları tekrar gün yüzüne çıkmış, Gramsci’ye kadar üstünde fazla durulmamıştır (Biber, 2006: 14).

Hegel’in parti rejimi ile parlamenter devleti öngörmesini hatalı olarak kabul eden Keane, Hegel’in sadece menfaatlerin temsili ile kısıtlı olan ve siyasal temsili öngörmeyen anayasal sisteminde, partilerin temsilcilerinden meydana gelen parlamentoya yer olmayıp, sadece aşağı bir korporatif meclise yer olduğunu ancak Gramsci’nin Hegel’e gönderme yaparak, sivil toplumdan devletin ahlaki kapsamı olarak ifade ettiği kısa şerhin doğruluğunu ifade etmektedir. Ayrıca Keane, bu konu hakkında şu değerlendirmeleri yapmıştır:

“Eğer Gramsci'nin göndermede bulunduğu sivil toplumun, ihtiyaçlar sistemi -yani, ekonomik ilişkiler değil (Marx'ın çıkış noktası buydu), bu ilişkileri yöneten kurumlar olduğunu ve Hegel'in söylediği gibi, bunların aile ile birlikte devletin sivil toplumda yer etmiş etik kökünü oluşturduğunu ya da başka bir parçada ifade edildiği gibi, devletin sabit temellerini kamu özgürlüğünün köşe taşlarını oluşturduğunu görecek olursak harfi harfine doğrudur. Kısacası, Gramsci’nin Hegel’e atıfta bulunduğu sırada aklında oluşan sivil toplum, başlangıç uğrağındaki diğer bir deyişle devletin daha sonrasında baş etmek zorunda kalacağı çatışmaların ortaya çıktığı uğraktaki değil, farklı çıkarların örgütlenme ve düzenlenmelerinin devlete geçiş için zemin sağladığı nihai uğraktaki sivil toplumdur” (Keane, 2004: 104).

Hem Marx, hem Gramsci sivil topluma ait tartışmaları içinde eşitlik çevresinde biçimlenen ve maddi esaslar üstünde yoğunlaşan bir bağımsızlık arayışı içindedirler. Bu bağımsızlık, mülkiyet araçlarını elinde bulunduran kısıtlı bir topluluğun gasp etmiş olduğu geniş kitlelerin bağımsızlığı olacaktı. Fakat Marksist sistemin Sovyet Devrimi ile neticelenmesini izleyen süreç içinde Marksizm ve onun öngördüğü sosyalizm, sınırlı devleti bağımsız bir toplum uygulaması olmaktan çıkmış, bunun yerine devleti kapsayıcı bir yapıya bürünmüştür (Çaha, 2012: 41).

2.4.2. Modern Anlamda Sivil Toplum

Avrupa’da feodalizmin ve ardından mutlakiyetin çözülüşüyle modernizmin kuruluşu arasındaki geçiş dönemi sivil toplum kavramının geleneksel algıdan modern algıya bürünmesini sağlamıştır. Bu kırılma niteliğindeki olayların yaşanmasıyla devlet ile

(42)

22

sivil toplum özdeşliği yerini devlet ile sivil toplum zıtlığına bırakmıştır (Aslan, 2010b: 191).

Sivil toplumun Hobbes’tan Tocqueville’ye, Hegel’den Marx’a dek gelen geniş bir süreçte incelenişi bu kavramın günümüzdeki toplumlara uyarlanabilen temel özelliklerinin şekillenmesinde kuşkusuz bir katkı sağlamıştır. Bu husus uyarınca, sivil toplum günümüz şartlarında, kendiliğinden meydana gelmiş, kendi desteğini kendi varlığından alan, devletten bağımsız hukuksal düzen veya normlar kümesine dayalı sosyal yaşantının örgütsel bir alanını ifade etmektedir. Modern sivil toplumun özelliklerini bu tanım kapsamında incelemek mümkündür (Gönenç, 2001: 41). Sivil toplum olgusu, modern manasıyla ilk defa 1767 yılında Adam Ferguson tarafından kullanılmıştır. Ferguson, sivil toplum kavramını barbarlığın karşıtı bir anlamda medeniyetle alakalı olarak kullanmıştır. Bu noktada sivil toplum kavramıyla değinilmek istenen husus, şehir adabıdır. Sivil toplumdaki sivilin kökeni şehir yaşantısına paralel olarak hakları ve yükümlülükleri kapsamaktadır. Modernizmin oluşum süreci olarak ifade edilebilecek söz konusu dönem, sivil toplumun da eski kapsamının yerini günümüzde de kullanılan modern kapsama bırakmasına yol açmıştır. Siyasal, sosyal, düşünsel ve hukuksal açıdan gerçekleşen kırılmalar neticesinde doğal hukuk kapsamında ifade edilen devlet-sivil toplum özdeşliği, liberal değerler ve bireycilik kapsamında ifade edilen devlet-sivil toplum karşıtlığı olarak değişmiştir (Şahin ve Öztürk, 2008).

Sivil toplum esasen devlet karşıtlığı ile bir anlam kazanmaktadır. Son zamanlarda siyaset bilimi alan yazını içerisinde sivil toplum kavramı, devletin yer almadığı alanı simgelemektedir. Fakat sivil toplumu bu alanla kısıtlamak yeterli olmamaktadır. Bu nedenden ötürü sivil toplum kavramını modern toplum içinde devlete karşı, anlam sistemi, ifade etme, değer, program ve söylemler geliştirilebilecek yeterliliğe sahip ekonomik, ideolojik ve örgütsel kapasiteye sahip olan sosyal toplulukların mevcudiyeti ile eş değer olarak görmek olasıdır. Sosyal topluluklar gerektiği takdirde devlet otoritesinin faaliyetlerini tekrar meydana getirecek, değiştirecek veya kısıtlayacak gücü kapsamaktadır. Bu noktada bir anlamda sivil toplumun varlığı için örgütsel kapasiteye sahip sosyal toplulukların varlığı önem arz etmektedir. Diğer bir ifadeyle devlet otoritesi karşısında etkili konumda olabilecek sivil toplum örgütlerinin varlığını koruması gerekmektedir. Bu düşünce uyarınca sivil toplum,

Şekil

Çizelge 4.1: Yıllara Göre Gönüllü Sayısı   Yıl   2012   2013   2014   2015   2016   G
Çizelge 4.3. Gönüllülerin Gönüllü Kazandırması  Kişi   Kazandırdı   Kazandırmadı
Çizelge 4.5. Gönüllüler Açısından TEGV’in Eğitim Politikasının Yeterliliği   Kişi   Yeterli   Yeterli ancak

Referanslar

Benzer Belgeler

Kusur adı altında işgörenin kötüniyetli olmasını şart kabul eden görüşe göre, kişilik hakkını ihlâl dolayısıyla bir kazanç elde eden kim­ seden söz

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha

Immunoprecipitation)實驗進一步證實了 baicalein 能夠促使 HIF-1α結合 至 erythropoietin (EPO)與 vascular endothelial growth factor (VEGF)

[r]

[r]

圖六、【技術服務組-電子資源 &

臺北醫學大學今日北醫: 醫學人文舞台劇,「幸福的眼淚」在北醫登場

當初在聽如何使用 scifinder