2. SİVİL TOPLUM KAVRAMSAL ÇERÇEVE
2.5. Türkiye’de Sivil Toplum
2.5.2. Cumhuriyet Dönemi’nde Sivil Toplum
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilmesinden sonra gelen tek parti dönemi sivil toplum konusunun yapılanmasında şüphesiz Osmanlı’dan farklı nitelikler taşımaktadır. Söz konusu dönem, geleneksel Osmanlı algısına hâkim olan devlet toplum algısının yerini Batılı modern devlet-toplum algısına bıraktığı bir zamandır. Devletin
27
meşruiyet esasları tekrar şekillenirken, toplumun devlet karşısındaki yeri ve devlet- toplum arasındaki alanın özelliği de farklılaştırılmaktaydı. Ancak yukarıdan modernleşme projesinin uygulayıcıları Cumhuriyet elitinin öngörmüş olduğu devlet toplum modelinin fonksiyonel açıdan geleneksel Osmanlı modelinden farkı yoktu. Savaşın ardından toplumun sosyo-ekonomik ve kültürel belirtilerinin güç kaybetmesi de ilave edildiğinde, tek partili dönemin sivil toplum alanını diriltecek altyapıyı içinde barındırmadığını ifade etmek yanlış olmayacaktır. Tek partili dönemde bir taraftan Batılı-modern bir toplum oluşturulmaya çalışılırken, diğer taraftan yükselen muhalefet doğrultusunda baskılar ve yasaklar iyi bir sivil toplum alanının gelişimine engel olmuştur (Akçeşme, 2013: 212).
Türkiye’de sivil toplum birleşmeleri anayasal bir hak olarak ilk kez 1908 Anayasası ile meydana gelmiştir. Bu örgütlenmenin detaylarını düzenleyen 1909 tarihli Cemiyetler Kanunu, 1938 yılında yeni Cemiyetler Kanunu’nu yürürlüğe girinceye kadar devam etmiş ve böylece Cumhuriyet’in ilk 15 yılı içinde de ülkede sivil toplum yaşamını düzene sokan temel belge olmuştur. 1923’de Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız bir çağdaş ulus-devlet olarak meydana gelişi ile baş gösteren zamanda sivil toplumun çağdaş bir millet oluşturma gayreti içindeki devletle doğal bir bağ içinde olduğu görülmektedir. Bu anlamda devlet sivil toplumu kendi zihniyeti içinde çağdaşlaşmayı sağlayan bir araç olarak kullanılmıştır. Bu nedenle bu zamanda sivil toplum yapılanmalarının tabandan tavana doğru gelişme gösterdiğini söylemek zordur. Bir yandan tek parti rejimini esas alarak kurulan merkezi otoriter bir devlet biçimi, diğer bir yandan ise neredeyse her on kişiden dokuzunun kırsal bölgelerde yaşadığı tarımsal ve geleneksel bir toplum yapısı baskındır (TÜSEV, 2011: 55).
1946’da çok partili hayata geçiş ve 1950’de Demokrat Partinin (DP) iktidara gelmesiyle muhalefet odaklarının sesleri yükselmeye başlamış ve siyasi parti dernek ve sendikaların oluşum ve örgütlenmelerine imkân sağlanmıştır. Bu dönem Türkiye’de sivil toplum için bir başlangıç teşkil etmektedir (Kıymaz, 2013: 73). 1960 darbesi Türkiye’nin daha gelişememiş çok partili demokratik düzenine ve bu yüzden demokratikleşme oluşumuna ciddi manada zarar vermiş olsa da 1961 Anayasası ülkede teşkilatlanma özgürlüklerinin önünü açarak sivil toplum alanının gelişmesini ön ayak olmuştur. 1961 Anayasası bunun çoğulcuya dayanan ılımlı bir
28
demokratik mekanizmanın oluşması için bireysel hak ve özgürlükleri önceden görme anlayışıyla sağlamıştır. Bu zamanda başta sendika durumlu hareketin kurumsallaşmasın olmak üzere, dernekleşme oranlarının arttığı, köylü ve kentli grupların toplumsal hareketler içinde yer ettiğini görülmektedir. Bununla birlikte yaşanan kentleşme ve sanayileşme birlikteliğinde yeni kentli grupların artan teşkilatlanma isteklerini meydana getirmiş ve sivil toplum alanının bir miktar da olsa alt kesimlerden gelişimini sağlamaktadır. Bu dönemde örgütsel yapı meslek odalarını, sendikaları ve hemşeri örgütlerini de kapsayacak duruma gelmiştir (TÜSEV, 2011: 56).
Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren kurulmaya başlanan sivil toplum örgütlerinin başlıca gelenleri; çevreci örgütler, kadın dernekleri, Alevi grupları, Güneydoğu meselesine Kürt etnik talepleri kapsamında çözüm oluşturan dernek ve kuruluşlar, insan haklarıyla ilgili çalışmalar yapan dernekler, liberal düşünce topluluğudur. Bunlar dışında, sivil İslami gruplar kapsamında sayılabilecek İslami dernekler ve vakıfları da sivil toplum örgütlerinin içinde yer almaktadır. Aynı zamanda Atatürkçü Düşünce Derneği, Ülkü Ocakları vb. şeklinde siyasi odaklı sivil toplum örgütlerinde de söz edilebilmektedir (Talas, 2011: 396).
1980’li yıllardan itibaren sivil toplum örgütlerinin niteliksel gelişimlerinde ve devlet- toplum ilişkilerinin demokratik bir hale sokulması gereksinimi doğrultusundaki toplumsal taleplerde önemli bir artış görülmüştür. Sivil toplum örgütleri, bir hak ve hürriyetler dilinin ortaya konulması ve ayrıca bireyselcilik düşüncesinin ve katılımcı demokrasi düşüncesinin topluma katılması kapsamında çok önemli olmuşlardır. Ayrıca organik toplum algısı ile bir bütün haline gelmiş olan ve uzun bir egemenliği elinde bulunduran devlet merkezci örgütsel yaşantıya meydan okumuşlardır. Bu düşüncenin tersine, sivil toplum örgütleri, toplumsal yaşantıyı devletten bağımsız olarak etkinleştirmeye çalışma, güçlü devlet geleneğini ve toplumun tümüyle yönetilme biçimine eleştirel bakış açısı getirme, cumhuriyet ve ödevler temeli uyarınca ifade edilen vatandaşlık kavramını, kişisel, grupsal temelli bağımsızlık, çoğulculuk ve demokrasi taleplerini kapsayan hak ve hürriyetlerin felsefi normları üstüne konumlandırılmış demokrasi ile etkin bir vatandaşlık kavramına dönüştürmeye çalışmışlardır. Bu kapsamda, Türkiye’deki sivil toplum düşüncesinin, sivil toplumun modernizm alanındaki fonksiyonu ile hem tanımsal hem kurumsal
29
anlamda bir eşdeğerlilik oluşturmasının ve kendisini devletten ayrı bir örgütsel yaşam alanı ve demokratikleşme açısından gerekli yaşamsal alan olarak ortaya çıkarmasının, 1980’li ve 1990’lı yıllarda olduğu ifade edilebilmektedir (Keyman, 2006: 28).
Günümüzde sivil toplum örgütleri, kamu ve özel sektörler için önem arz eden bir paydaş şeklinde oluşmaktadır. Sektör içindeki bu canlanış sivil toplum örgütleri resmiyeti olmayan ve birbirinden ayrı topluluklardan kurumsal hale gelmiş ve resmi olarak kurumsallaştırılmıştır. Türkiye nüfusuna oranla sivil toplum örgütleri sayılarının düşük olmasına karşın proje oluşturmak ve yürütmek için kurumsal kapasitenin önemine değinen ve bazı sivil toplum örgütü eğitim ve destek programlarını getiren proje dönemi, sivil toplum örgütlerini geliştirme ve demokratikleştirme konularında çabalamaktadır (TÜSEV, 2006: 15).