• Sonuç bulunamadı

2. SİVİL TOPLUM KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.4. Sivil Toplumun Düşünsel Ve Tarihsel Gelişimi

2.4.2. Modern Anlamda Sivil Toplum

Avrupa’da feodalizmin ve ardından mutlakiyetin çözülüşüyle modernizmin kuruluşu arasındaki geçiş dönemi sivil toplum kavramının geleneksel algıdan modern algıya bürünmesini sağlamıştır. Bu kırılma niteliğindeki olayların yaşanmasıyla devlet ile

22

sivil toplum özdeşliği yerini devlet ile sivil toplum zıtlığına bırakmıştır (Aslan, 2010b: 191).

Sivil toplumun Hobbes’tan Tocqueville’ye, Hegel’den Marx’a dek gelen geniş bir süreçte incelenişi bu kavramın günümüzdeki toplumlara uyarlanabilen temel özelliklerinin şekillenmesinde kuşkusuz bir katkı sağlamıştır. Bu husus uyarınca, sivil toplum günümüz şartlarında, kendiliğinden meydana gelmiş, kendi desteğini kendi varlığından alan, devletten bağımsız hukuksal düzen veya normlar kümesine dayalı sosyal yaşantının örgütsel bir alanını ifade etmektedir. Modern sivil toplumun özelliklerini bu tanım kapsamında incelemek mümkündür (Gönenç, 2001: 41). Sivil toplum olgusu, modern manasıyla ilk defa 1767 yılında Adam Ferguson tarafından kullanılmıştır. Ferguson, sivil toplum kavramını barbarlığın karşıtı bir anlamda medeniyetle alakalı olarak kullanmıştır. Bu noktada sivil toplum kavramıyla değinilmek istenen husus, şehir adabıdır. Sivil toplumdaki sivilin kökeni şehir yaşantısına paralel olarak hakları ve yükümlülükleri kapsamaktadır. Modernizmin oluşum süreci olarak ifade edilebilecek söz konusu dönem, sivil toplumun da eski kapsamının yerini günümüzde de kullanılan modern kapsama bırakmasına yol açmıştır. Siyasal, sosyal, düşünsel ve hukuksal açıdan gerçekleşen kırılmalar neticesinde doğal hukuk kapsamında ifade edilen devlet-sivil toplum özdeşliği, liberal değerler ve bireycilik kapsamında ifade edilen devlet-sivil toplum karşıtlığı olarak değişmiştir (Şahin ve Öztürk, 2008).

Sivil toplum esasen devlet karşıtlığı ile bir anlam kazanmaktadır. Son zamanlarda siyaset bilimi alan yazını içerisinde sivil toplum kavramı, devletin yer almadığı alanı simgelemektedir. Fakat sivil toplumu bu alanla kısıtlamak yeterli olmamaktadır. Bu nedenden ötürü sivil toplum kavramını modern toplum içinde devlete karşı, anlam sistemi, ifade etme, değer, program ve söylemler geliştirilebilecek yeterliliğe sahip ekonomik, ideolojik ve örgütsel kapasiteye sahip olan sosyal toplulukların mevcudiyeti ile eş değer olarak görmek olasıdır. Sosyal topluluklar gerektiği takdirde devlet otoritesinin faaliyetlerini tekrar meydana getirecek, değiştirecek veya kısıtlayacak gücü kapsamaktadır. Bu noktada bir anlamda sivil toplumun varlığı için örgütsel kapasiteye sahip sosyal toplulukların varlığı önem arz etmektedir. Diğer bir ifadeyle devlet otoritesi karşısında etkili konumda olabilecek sivil toplum örgütlerinin varlığını koruması gerekmektedir. Bu düşünce uyarınca sivil toplum,

23

toplumun devletin dışında ve ondan hür olanı kapsadığı gönüllü örgütler aracılığı ile kendi kendisini yönlendirmesi olarak ifade edilebilmektedir. Bu ifade uyarınca modern anlamda sivil toplum, hedef kitlesinin gereksinimleri yönünde oluşmuş, devletin etkisinin dışında ancak belirli hukuksal normlara bağlı örgütler şeklinde tanımlanabilir (Özer, 2008: 90).

Sivil toplum bilhassa Avrupa tarihi içerisinde, feodal dönemden, ortaçağdan modern çağa geçişte, modern toplumun kapsayıcı unsurlarından birisidir. Bununla birlikte üç temel referans bulunmaktadır (Gündüz ve Kaya, 2014: 136):

• İlki, moderni gelenekselden ayrı kılan; sanayi toplumunu tarım toplumunda ayrı kılan serbest piyasanın oluşmasıdır. Nedeni ise; sivil toplum, kentleşmenin olduğu, şehirli bireylerin, şehirli kimliklerinin oluştuğu ve serbest piyasanın ortaya çıktığı bir toplumdan söz edilmektedir. Bu nedenle ilk oluşumu kapsamında sivil toplumla serbest piyasa beraber hareket etmektedir.

• İkincisi, birey kavramıdır. Her ne kadar birey veri şeklinde alınsa dahi birey, tarihsel olarak modernizmle birlikte oluşan bir olgudur. Modern zamanlardan öncesinde böyle bir kavram söz konusu olmamıştır.

• Üçüncüsü, sivil haklardır. Bu, öznel haklar veya sübjektif haklar olarak da ifade edilebilmektedir. Sivil haklar siyasal olmayıp, direkt olarak ekonomi ile ilgili olan haklardır.

Sivil toplum kavramının modern zamandaki küresel anlamda tekrar ortaya çıkışı, birbirleri ile yakından ilgili dört kriz kapsamında açıklanmaktadır. Bu düşünceyi ortaya atan Tosun (2001), söz konusu dört krizi şöyle açıklamaktadır (Tosun, 2001: 52-53):

Bunlardan birincisi, otarşik devlet kapitalizmi şekli olarak tanımlanan sosyalist şeklin genel krizidir. Şeklin göz önüne çıkan örneği ise Sovyet ekonomik sisteminin ve bu sistemi aynı şekilde kendilerine değiştirmeden alan devletlerdeki aynı şekillerin tüm dünya ekonomisi içindeki farklılaşma ve üretim içindeki entegrasyon düzeyinin yükselmesi karşısında düşüşe geçmesi, beraberinde üretim modellerindeki ilerleme, gereksinimlerin çoğalması, eğitimli işgücünün artmaya başlaması gibi etkenler gitgide merkezi devlet denetiminin verimsiz, iyi olarak nitelendirilebilecek

24

düzeyde çalışmayan ve kabataslak bir düzende olduğu şeklindeki, hipotezleri güçlendirilmiştir. Devletçi planın ekonomik altyapılarının ortadan kalktığına tanık olan 1980’lerin sonuna doğru ise, ilk genel krizin gitgide belirgin bir duruma geldiği yıllardır (Tosun, 2001: 52).

İkinci kriz ise, genel krize dayalı şekilde dar boyuttaki Stalinizmin politik mirasçılarının moral ve entelektüel yapısına, geniş boyutta ise politik kuruluşlara ilişkindir. Krizin meydana gelmesi, krizin görüldüğü bölgelerde uzun zamandır süregelen zorunlu ekonomik gelişim üstüne kurulu politik ve sosyal sitemlerin en az seviyede de olsa isteğe bağlı egemenliğe müsaade etmediğinin ortaya konulmasıyla ilişkindir (Tosun, 2001: 52-53).

İlk iki krize bakıldığında; sivil toplumun modern zamanda yeniden çıkmasına sebep olacak krizler olduğu görülmektedir. Sivil toplumun tekrar ortaya çıkışı bu krizleri çözecek kapasitededir. Diğer kalan iki kriz ise ilk iki krize yardımcı etken olarak görmek yanlış olmayacaktır.

Üçüncü kriz, Avrupa’nın batısında yeniden dirilen sosyal demokrat partilerin sınırı bulunmayan kapitalizmin işçi sınıfı üstündeki negatif etkilerini minimum seviyeye düşürmeye dayalı olan projesinin, tüm dünya ekonomisinin küreselleşmesinden dolayı başarılı olmama durumu ile karşı karşıya kalmasıdır (Tosun, 2001: 53). Dördüncü kriz ise, klasik devlet esaslı stratejilerin gün geçtikçe kendi kendisini bitirmesine dayalı şekilde klasik muhalefetin de aşınması nedeniyle meydana gelir. Söz konusu kriz içindeki en çok önem arz eden etken, son dönemlerde yeni iş alanlarının meydana gelmesine bağlı olarak Batılı kapitalist devletlerde işçi sınıfın bileşimindeki tekrar yapılanma, farklılaşma, eski emekçi sınıfın vaat ve geleneklerinin haricindeki nüfus çerçevesindeki artışıdır (Tosun, 2001: 53).