• Sonuç bulunamadı

Abdülhal Hâmit’ten Hayali Bir Söyleşi -Sual ve Cevap Yahut Hata ve Savab-

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Abdülhal Hâmit’ten Hayali Bir Söyleşi -Sual ve Cevap Yahut Hata ve Savab-"

Copied!
17
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 11, Nisan 2015, s. 173-189.

İnci Enginün

*

AN IMAGINARY INTERVIEW WRITTEN BY ABDÜLHAK HÂMİT –QUESTION AND ANSWER OR WRONG AND RIGHT–

Merhum Taha Toros’un bana fotokopilerini verdiği belgeler arasında on üç say-falık, Hâmit’in el yazısıyla “Sual ve Cevap –yahut– Hata ve Savab” başlıklı bir yazı vardı. Üzerinde bir başkasının –muhtemelen Taha Toros’un– yazısıyla “bakılmadı” kaydı bulunan bu yazı, Hâmid’in Brüksel sefirliğinden azli ile ilgili bir söyleşi nite-liğindedir. Hâmit hatıratı ve mektuplarında bu azilden ve maaşının kesilmesinden ne kadar öfkelendiği yazmıştır. Bu konuda eldeki belgeleri değerlendirmek Hâmit’in fırtınalı hayatının meslekteki son günlerinde başını ne kadar derde soktuğunu göster-mekle birlikte, o dönemde memur maaşlarının muntazam olmayışı dolayısıyla, araya ne kadar eş dost karıştığını göstermesi bakımından da önemlidir. Hâmit 1908-1912 arası yürüttüğü Brüksel sefirliği görevinden önce maaşının azaltılması, daha sonra da alınmasıyla sarsılmış. Bu konuda çıkan söylentilerle de çok rahatsız olmuştur. Bu durum Hâmit’in hatıra ve mektuplarında takip edilebildiği gibi, Hâmit hakkında Başbakanlık Devlet Arşivi’nde araştırma yapan İhsan Safi’nin kitabında da bunların belgeleri neşredilmiştir.

Abdülhak Hamit’in Başbakanlık Arşivi’ndeki dosyalarını inceleyen İhsan Safi, onun Brüksel ortaelçiliğiyle ilgili belgelere ulaşmış ve daha önce bu konularda yapı-lan yanlışları düzeltmiştir.1 Bunlara göre, 8 Eylül 1324/21 Eylül 1908’de Hâmit krala * Prof. Dr., Marmara Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Emekli Öğretim Üyesi.

1 İhsan Safi, Altın Suyuna Batırılmış Bir Hayat. Abdülhak Hâmid Tarhan, İstanbul: Dergâh Yayınları,

(2)

itimatnamesini sunmuş,2 ertesi günü de Hariciye Nezareti’ne bildirmiştir.

Hâmit Londra’da büyükelçi Rüstem Paşa ile geçinemediği için, dışişleri sözlüğünde bulunmayan “sefir muavinliği” göreviyle Londra’ya gönderildikten sonra dışişleri ona uygun unvan aramaya kalkışmış, Hâmit de zaman zaman kendisine yapılan iltifatlardan yakın zamanda Londra büyükelçisi olacağına kendisini inandırmış gibidir. 1895’ten itibaren de mektuplarında da Londra’ya en layık elçinin kendisi olduğunu, İngiliz si-yasetini en iyi kendisinin bildiğini açıkça söylemekten çekinmez,3 fakat Bab-ı Âli’nin

böyle düşünmediği şüphesizdir. Önce Lahey sonra Londra sefaret müsteşarlığı, daha sonra da Brüksel sefirliğine tayininde hep makamının maaşından fazlası kendisine ödenmiştir. Hâmit bu iki elçilikten de memnun kalmamıştır. Zamanının büyük bir kısmını orada bulunan kâtiplere bırakarak sık sık Londra’ya gitmektedir.4 Bu durumu

kendisi de hatıralarında, Londra’ya gitmekten çok gelmek diye itiraf eder. Hatıralarında söylediğine göre de kendisini küçümseyenlere karşı o da bu görevi küçümsemektedir.5

İşleri kâtipler idare etmekte ve Hâmit’in önceden imzalayıp bıraktığı boş kâğıtları da ihtiyaca göre doldurmaktadırlar. Nitekim, el yazısıyla yazılmış bazı yazıların altındaki Hâmid’in imzası üstteki yazıdan farklıdır.6

II. Meşrutiyet’ten sonra kendisine verilen fazla maaş kesilince buna çok öfkelenen Hâmit’in mektuplarında yakınlarına çok sert ifadeler kullanarak durumunu anlattığı görülmektedir.7 Hatıralarında bundan şikâyet etmiş olmakla birlikte, aşağıdaki belgede

yer alan suçlamalar ve aşağılanmalara muhatap olan kişiler hakkında çok mültefitkâr sözler sarf etmektedir. Bu hatıraların neşir tarihi 1924’tür. Hâmit’in bazı şeyleri unuttuğu veya af ettiği de düşünülebilir.8 Aslında görevine düşkün bir memur olduğu izlenimini

ne kendi yazılarında, ne de kendisinden söz edenlerden edinmek mümkündür. Fakat gerek muteber ve geniş ailesinin yardımları, saray dahil her yerde bulunan dostları sayesinde birçok içinden çıkılmayacak sıkıntılardan sıyrılmayı bilmiştir. Şimdi o, vak-tiyle yazmış olduğu vatanperverane eserlerine dayanarak II. Meşrutiyet’te de kendisine

2 İhsan Safi’nin tarihlerle ilgili yorumlarının bir kısmı bana muğlak göründü. Onun göreve başlamasıyla

ilgili tarihte de böyle bir yorum hatası var gibi geldi (s. 250). Bu yazı, Hâmit’in duygularını ve öfkelerini yansıtan bir belgenin tanıtılmasını esas aldığı için, İhsan Safi’deki yorumlardan söz etmeyeceğim.

3 “Londra’ya benden münasip elçi bulamazlar”, “İngilizleri benden iyi bilen Türk yoktur” der. Abdülhak Hâmid’in Mektupları 2,hzl. İnci Enginün, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1995, s. 554, 687.

4 İnci Enginün, “Hâmid Hakkında İngilizce Neşriyatta Bulunan Bazı Notlar” Mukayeseli Edebiyat, 3.

b., İstanbul: Dergâh Yayınları, 2011, s. 124-128.

5 Abdülhak Hâmid’in Hatıraları, hzl. İnci Enginün, 2. b., İstanbul: Dergâh Yayınları, 2013, s. 341-342;

403-404.

6 Bu gibi mektupların örnekleri için bk. Consulted online at Ottoman Diplomats: Letters From the Imperial

Legation in Brussels (1849-1914) (2014 Edition), Centre for Political History (PoHis), University of Antwerp, http://dighum.uantwerpen.be/ottomandiplomats/ (erişim tarihi: 5 Şubat 2015)

7 Abdülhak Hâmid’in Mektupları 2, s. 694.

8 Abdülhak Hâmid’in Hatıraları, s. 325. Bu noktaya İhsan Safi de dikkat etmiştir. İhsan Safi, a.g.e., s.

(3)

yardım edilmesini istemektedir. II. Meşrutiyet’in ilanından ve Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra Hâmit karşısında ona ne olursa olsun saygı ve sevgi duyanlarla, ondan nefret eden ve hizaya getirmek isteyenlerle karşı karşıyadır. Hâmit’in bu tarihte eşi Nelli Hanım’ı, eniştesi Sahip Molla ile ağabeyi Nasuhi Bey’i arka arkaya kaybetmiş olduğunu da unutmamak gerekir. Onlar Hâmit’i bir noktaya kadar dizginleyebilen şahsiyetlerdir, onların ölümünden sonra Hâmit’in daha da sorumsuz davrandığı dü-şünülebilir. Hâmit görevinden alındıktan sonra hemen İstanbul’a dönmez, Londra’ya, Viyana’ya gider. Hüseyin onun 3 Mart’tan beri İstanbul’da olduğu halde kendisine haber vermemesine şaşar ve sitem eder (28 Mart 1913 tarihli mektup).9

Görevinden alınmasıyla ilgili söylentilerden birisi, Hâmit’in imzasıyla Bonmar-che mağazasının sahibi Osmanlı Devleti’nin fahrî şehbenderi George Vaksalar’nın dükkânına gümrüksüz olarak 77 sandık mal getirtilmesidir ki bunu Belçika dışişleri bakanı Hâmit’ten sorduğunda, Hâmit haberi olmadığını söylemiştir. Kendisi elçilikte yokken kullanılmak üzere bıraktığı imzalı boş kâğıtlardan birinin üzeri doldurulmuş olabilirse de, bu ciddi suçu ört bas ederek Hâmit de suça katılmıştır.10 İkincisi ise

Hâ-mit’in kadınlarla olan ilişkileri dolayısıyla çıkan dedikodulardır ki, Hâmit bu haksız söylentilerin Lüsiyen Hanım’la ilgili olduğunu açıklamaktadır.11

Aşağıdaki belge Hâmit’in hayalî bir gazeteciyle yaptığı bir konuşmanın metni-dir. Metin her halde Hâmit’in Avrupa’dan döndüğü 3 Mart 1913 ile Hey’et-i Ayan’a atandığı 22 Kânun-ı evvel 1329/4 Ocak 1914 arasında yazılmış olmalıdır. Hamit Ayan üyeliğinden ikinci reis vekilliğine 1 Teşrin-i sani 1333/1 Kasım 1917’de terfi etmiştir. Hâmit hem gazeteci sıfatıyla sorularını sorar, hem de onları cevaplandırır. Durumundan memnun olmayan şair, kendisinin haksızlığa uğradığını, hatalarının ola-bileceğini, ama kendisinin büyükelçilik görevine layıkken, çirkin bir şekilde görevden alınmış olmasını hazmedemediğini açıklamakta. Kendisinden sonra göreve gelenlerin aleyhinde bulunmakta ve en baştaki hedefi de Hariciye nazırı Noradunkyan Efendi olmaktadır.12 Hamit, eğer kendisi suçlu olduğu için cezalandırılmışsa, Noradunkyan 9 İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları 4 Belgeler, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2013, s. 98. 10 İhsan Safi bu konuyu da enine boyuna belgelemiş ve yorumlamıştır. İhsan Safi, a.g.e., s. 82-88. 11 Bu konuda da İhsan Safi bulduklarını kaydetmiştir. İhsan Safi, a.g.e., s. 259. Hâmit’in oğlu Hüseyin de

Lüsyen Hanım hakkında olumlu düşünmeyenlerdendir (3 Mart 1913 tarihli mektup). İnci Enginün, Yeni

Türk Edebiyatı Araştırmaları 4 Belgeler, s. 97.

12 Noradunkyan Efendi, Gabriel (1852 İstanbul-1936 Paris): Osmanlı devlet adamı. Tahrirat-ı Hariciye

Kalemi’nde işe başlamış, Paris’te Sorbonne Üniversite’sinde okurken Osmanlı Sefareti’nde de ça-lışmıştır. 1875’te İstanbul’a döndükten sonra Bâb-ı Âli divan katipliğinde ve Hariciye Nezareti’nde çalışmış, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında kurulan komisyonlarda görev almış, 1883’te atandığı Hariciye Nezareti hukuk müşavirliğinde yirmi dokuz yıl kalmıştır. Nafia ve Ticaret nazırı, Meclis-i Ayan üyeliğine atanmış, Büyük Kabine diye anılan Ahmet Muhtar Paşa kabinesinde hariciye nazır-lığına getirilmiş, yerini Kâmil Paşa hükümetinde de (29 Ekim 1912) korumuş ve Balkan Savaşı’nın diplomatik cephesini yönetmiştir. 23 Ocak 1913’te Bab-ı Âli baskını ile hükûmet devrilince görevi sona ermiş, Ayan üyeliğinden istifa ederek Paris’e yerleşmiş, “Bogos Nubar Paşa’nın başkanlık ettiği

(4)

Efendi’nin oğlu Diran’ın ve kâtip Dirkan’ın da neden görevlerinden alınmadıklarını, hatta taltif edildiklerini sormaktadır. Bu hayalî söyleşiye şimdiye kadar her hangi bir yerde rastlamadım. İlginç bir savunma belgesi saydığım ve Hâmit’in mizaç ve şahsiyetini açıklaması açısından ilginç bulduğum için yayınlamayı uygun gördüm.

Ermeni İttihad-ı Muavenet Cemiyeti’nin idare heyetinde yer almış”, “Lozan Antlaşması sırasında Ermeni delegasyonunda gözlemci olarak” bulunmuştur. (Ercan Karakoç, “ Osmanlı Hariciyesinde Bir Ermeni Nazır: Gabriyel Noradunkyan Efendi”, Uluslararası İlişkiler, C. 7, S. 25 (Bahar 2010), s. 157-177; Saro Dadyan, Osmanlı’da Ermeni Aristokrasisi, İstanbul: Everest Yayınları, 2011, s. 298-301.)

(5)

SUAL VE CEVAP YAHUT HATA VE SAVAB

SUAL– Bazen gazetelerde Meclis-i Ayan’a memur olduğunuza dair tebşirât görüyoruz. Tebrik edelim mi?

CEVAP– Sizin gibi teveccühleriyle mübahi olduğum zatlar beni birçok zamanlar-dan beri o memuriyete layık görerek bazı kere tevcih bile etmişlerdi. Lakin teveccüh-i hakiki-i kader henüz o tecellide bulunmadı. İhtimal ki onun nazar-ı takdirinde o ka-dar itilaya kabiliyetim meşhud olmadığı gibi o yolda bir emelim de mevcut değildir. Gariptir ki Brüksel Sefareti’nden infisalimi muktezi görenler bile tenezzülen öyle bir tebşirde bulunmuşlardı.

SUAL– İnfisaliniz neden muktezi görülmüştü? Brüksel’den memnun mu değildiniz? CEVAP–Oradan yalnız bir sebeple memnundum.

SUAL– O sebep?

CEVAP– Mahza Brüksel’in Londra’ya pek yakın bulunması. Bir adam sabah taamını Brüksel’de, akşam taamını Londra’da yiyebilir. Ertesi günü de Brüksel’e avdet eder.

SUAL– Londra’yı elbette yalnız taam etmek için sevmezdiniz, değil mi? CEVAP– Londra’yı sevişim bir hıtta-ı kemal ve cemal olduğu için, yahut bir belde-i hamal u cumal olmadığı içindir. Diyebilirim ki Londra benim tab’ımın ve tabiatımın vatanıdır. Hatta küre-i arzın üstünde o binâ-yı muazzam-ı marifet kurulmuş olmasa, o heykel-i sema-karîn insaniyet-i ebediyet-nümâ-yı mevcudiyet olmamış olsa, ben bu âlem-i maişetle pek de alakadar bulunmazdım!

SUAL– Ne demek! Ya asıl vatanız?

CEVAP– Asıl vatanım mı? Ona merbutiyetim onun bir zerre-i hâki olduğumdan-dır. Şimdi vatan muhabbeti denilen incizab-ı tabiîden, o irtibat-ı hulkîden, o ihtiyaç-ı ruhanî ve cismanîden bahsedecek değiliz zannederim.

SUAL– Dünyada Londra şehri, o şehr-i mümtaz u mualla, mevcut olmamış olsa vatanınıza karşı da mı alakadar bulunmayacaktınız demek istiyordum?

CEVAP–Kâni Paşazade merhum Rifat Bey’in13 şu feryad-ı semavîsi hatırıma

geliyor:

“İlahi doğduğum yer hatırımdan çıkmasın ta haşr;

13 Kâni Paşazade Rifat Bey Rifat Bey (1844-1891), saray teşrifatçısı Kâmil Bey’in kızı Sara Hanım ile

evlendi. Petersburg elçiliği üçüncü kâtip olarak başladı. Paris’te Jön Türklerle beraber. Mısır’da İn-gilizler tarafından Malta’ya sürülür (1868). İstanbul’a döndükten sonra (1883) Konya ve Bursa reji müdürlüklerinde bulunur. Eserleri ölümünden sonra yayınlanır (Barika-ı Edeb, Bursa, 1891). http:// www.osmanhamdibey.gov.tr/TR,50978/sanayi-i-nefisede-sanat-tarihi-egitimi-ve-mehmet-vahit-.html (erişim tarihi 5 Şubat 2015) bk. İbnülemin.

(6)

Ölürsem de serim hâk-i vatanla ser-te-ser dolsun!”

İnsanın ruhu illiyine de çıksa hayali doğduğu yerlerde gezer SUAL– Evet. Yine gözü o topraktadır, değil mi?

CEVAP– Şüphe yok ki rıhletimizden sonra da ebeveynimizin mahdumu olmaktan kurtulamayacağımız gibi vatanımızın da hâdim-i gayr-ı müfarıkı olmak isteriz. Bu büsbütün başka bir mesele-i hissiyedir. Ben şimdilik Sultan Selim-i Evvel’in meşhur olan beyt-i şahanesiyle Londra’ya hitap edebileceğimi söylüyorum:

“Ser tâ be-pây-ı to heme matbü’i tab-i mâst Güya berây-ı hâtır-ı mâ âferideî!”14

SUAL–Deniliyor ki siz İngilizlerin pek de senâkârı değilmişsiniz Öyle mi? CEVAP– Benim onlara husumetim bile olsa yeri vardır.

SUAL–Niçin?

CEVAP–Mahza onlar gibi olacağımıza kail olmadıkları için.

SUAL– Şu halde onların muhit-i nahvetlerinde bulunmağı niçin şayan-ı arzu görüyorsunuz?

CEVAP–Onlar gibi olduğumu onlara göstermek için! Belki de onların ahd-i yegâne-i peygamberimizi, mütevellid-i akl u izan, menba-ı ilm ü irfan olan aktar-ı şarkıyye sekenesini, sekene-i müslimesini akvam-ı süfliyeden addeylemekte ne kadar muhti bulunduklarını göstermek için. Hatta Fuzuli’lerin, Bâki’lerin, Nedim’lerin, Galip De[de] sair şuara-yı benâmın veyahut Fatih’lerin, Selim’lerin, Süleyman’ların, Murad-ı Rabilerin ve emsali selatîn-i i’zâmın veyahut Sinan’ların, Sokulluların, Köprülülerin, Hayreddin’lerin, Reşid, Âli, Fuad, Mithat, Ömer ve Gazi Osman Paşaların ve daha birçok rical-i kiram-ı havarık-ı aksamın valide-i muhallidesi olan vatan-ı Osmani’de terakkiyat-ı asriye ve ilcaat-ı vakt u hâle yani zamaneye göre dahi bir Shakespeare, bir Schiller, bir Byron veya Tennyson, bir Cromwell, bir Nelson, bir Pitt, bir Palmerston, veya bir Yedinci Edward’a bir Edward Green vücuda gelmesi taht-ı memnuiyette bulunmadığını, hatta edebiyat ve siyasiyatta, muharrirlikte, gazetecilikte, askerlikte, berrî ve bahrî kahramanlıkta, üstadlıkta, terakkiperverlikte, felsefede, müceddit ve müdebbirlikte, az çok sanayi-i nefisede, umur-ı maliye, ticariye, iktisadiyede, ulum-ı âlide ve onlara birkaç derece fâik olmak üzere ahlak ve efkâr ve ihtisasat-ı insaniyede, evet, medeniyet-i hakikiye demek olan ilm-i ahlakide, o marifet-i hulkiye, o ümmi-yet-i mülhimede bugün dahi Türkler meyanında birçok nevadir mevcut olduğunu göstermek için!

14 Çevirisi: “Ey sevgili sen bütün varlığınla bizim ruhumuza hükmetmektesin. /Sanki bizim gönlümüzün

isteklerini yerine getirmek için yaratılmışsın.” Bu beyti Türkçeye çeviren sayın Prof. Dr. Orhan Bilgin’e teşekkür ederim.

(7)

SUAL– Malum ki bize lazım olan sade görmek ve görünmek değil hem de gös-termektir. Bir İngiliz donanması gösterebilir misiniz?

CEVAP– Bak buna karşı akar sular durur! Mamafih meyusen nikûl icap etmez. Denizler ebedî, Türkler de tarihen gayr-ı mübtedi oldukça bir gün satvet-i bahriyemiz avdet eder.

SUAL– Brüksel’den memnun oluşunuzun yalnız bir sebebi varmış ki onun ne olduğunu anladık. Sair cihetlerce oradan memnun olmadığınızı da işrab etmiş oluyor-sunuz. Adem-i memnuniyetin âmilleri ne olsa gerek.

CEVAP– Bu hususta tafsilat ile teferruattan bahsetmiş olmak istemem. Şu kadar diyebilirim ki eski memuriyetim olan Londra Sefaret müsteşarlığından Brüksel sefir-liğine intihal ve irtika etmek –daha doğrusu Londra’dan Brüksel’e inmek– bence bir sukut-ı hayali idi. Resmen terakki, fikren tedenni! Bizler malum ya, nadiren ikbal-perest, fakat daima hayalperestiz. Hayal ki, hakikatin sâyesidir, biz o sâyede yaşarız. Vaktiyle... Lakin vaktinizi iza’a etmeyeyim.

SUAL– Rica ederim.

CEVAP–Lahey sefirliğinden kim bilir? Belki menkûben, müsteşarlıkla Londra’ya gittiğim, yani resmen tedenni ettiğim zaman ne kadar mesrur olduğumu bilmezsiniz.

SUAL– Bilirim. Fakat hakan-ı sabık size o müsteşarlıkta sefir maaşı veriyordu. CEVAP–Evet. Hatta inkılaptan evvel tayin olunduğum Brüksel ortaelçiliğinde büyükelçi maaşı tahsis edilmişti.

SUAL–Bittabi inkılâptan sonra da şimdiye kadar o maaşı alıyordunuz değil mi? CEVAP– Hayır. Tensikat sonrasında müsavata riayeten o maaş da tenzil edildi. Brüksel’e ortaelçi maaşıyla gitmiştim. Orada dört sene kaldım: Vücuh ile zaruret.

SUAL– Demek ki inkılâptan sonra maaşınızın nısfından ziyadesi kat... CEVAP– Ve bir büyükelçinin maaşına zammedildi.

SUAL–İnkılâptan sonra size hiçbir şey verilmedi mi? CEVAP– İşte ma’zuliyet maaşı veriliyor ya.

SUAL–Şimdi düşündüklerimi söyleyemeyeceğim. Demek ki size orada belde-i kemal ü cemali gösteren Brüksel’den tebaüdünüz o nezaret-i zâiraneden sizi mahrum ettiği için münfailsiniz?

CEVAP– O hususta şüphe etmeyebilirsiniz.

SUAL–Sebeb-i infiali anladık. Sebeb-i infisali de anlayabilir miyiz? CEVAP– İkdam gazetesi yazmıştı. Ondan başka niçin? diyen olmadı.

SUAL– Bizim başkaca işittiğimize göre Belçika hükûmeti sizi istememiş de onun için tebdiliniz lazım gelmiş.

(8)

CEVAP– Senelerce benden memnun kaldıktan sonra ancak Hariciye Nezareti’ne Noradunkyan Efendi gelince mi Belçika hükûmeti beni istemez olmuş?

SUAL–Öyle görünüyor. Fakat niçin istemez olduğunu bilen yok. CEVAP– İstemediğini Belçika hükûmeti de bilmiyor.

SUAL– O halde bu bir tasfiyedir. Dediğimiz hükûmete de bühtan demek olmaz mı? CEVAP– Bühtan yalnız o hükûmete değil hem de bana ve burada görmüş oldu-ğunuz refikama aitti. Görenler Allah için söylesin!

SUAL– Pek zeki, terbiyeli, malumatlı, Türklere muhabbetli hatta hamiyetli bir refikanız olduğunu ben gördüm. Diğer görenler de onun bu evsafından bahsediyorlar.

CEVAP– Öyle olmasa bile dünyada hangi hükûmet-i medeniye vardır ki nezdinde bulunan bir sefirin o hükûmet nazarında mevcudiyet-i resmiyesi olmayan ve Müslüman kadınları gibi kaide-i mahremiyete riayeten sefarethanenin bir köşesinde mukime bu-lunan refikasından dolayı müşteki bulunur da o sefirin tebdilini ister. Bir adam böyle bir rivayete inanmak için ahmak, inandırmağa çalışmak için de alçak olmalıdır!

SUAL– Anlaşılıyor ki refakatinizde bulunan hanımdan dolayı size ve sizden dolayı da o hanıma karşı birtakım husumetler tahaddüs etmiş.

CEVAP– Şahsiyattan bahsetmeğe vakit ve mahal müsait değilse de devam etmekte olan eracif ve türrehata karşı bundan nihayet sükût etmeğe de müsaadenizle tahammül edemeyeceğim. Hâl ve şanından bahsettiğimiz kadın sefarethanede kâtiplerin ve fahrî şehbenderin humar ve kumar ile iştigallerine ve metresleriyle beraber gelip gitmelerine mani olmuştu, yine o kadın fahrî şehbenderin sefaret maiyetine ticarî ataşe tayin edilmek için teklif eylediği rüşveti kemal-i nefretle reddettirmişti. İşte bu kabahatlerinden dolayı kendisini benden ayırmak istediler ve türlü türlü iftiralar ettiler. Her ikimiz hakkında şikâyetler vukubuldu. Ve o zaman hariciye nazırı bulunan Noradunkyan Efendi bu şikâ-yetlere ve hususuyla müteakiben mahza bu iş için İstanbul’a gelen fahrî şehbenderin ükzubelerine inanmağı iltizam ile güya benden Belçika hükûmeti şikâyet ediyormuş gibi işâ’ât ve iknâ’ât ile azlime lüzum göstermiş, fahrî şehbendere istediği ticaret ata-şeliğini vermiş hatta mahall-i memuriyetimden infikâk etmeden benim maaşımı kat’ ile maslahatgüzarlığa gelecek olan başkâtibe vermek suretinde bir muhabbet-i kavmiyye göstermek istemişti. İsimlerini maal-ikrah yad edeceğim bu kâtiplerin birincisi, yani müfsid-i evvel, başkâtip Dikran Bey’dir. İkincisi Noradunkyan Efendi’nin oğlu Diran Bey’dir.15 Fahrî başşehbenderimiz agniya ve tüccardan fakat sebük-magzan-ı zamaneden

Mösyö George Vaksalar’dır.16 Dikran Bey’in burada şâyi olduğu veçhile bir ecnebi sefa-15 Diran Krikor Noradunkyan Bey 1906’da Brüksel Osmanlı Sefareti’ne ikinci kâtip olarak atanmış,

1913’te birinci kâtip olmuştur. Hâmit onu “ateş-pare-i zekâ idi” diye nitelemekte ve anlamı hayli kapalı sözler etmektedir Abdülhak Hâmid’in Hatıraları, s. 325.

(9)

retine ihbaratda değil ama benim aleyhimde Nezaret-i Hariciye’miz erkânına aleddevam iş’ârâtta bulunduğu malumumdu. Ehemmiyet vermiyordum. Hariciye nazırı iken Asım Beyefendi de17 ehemmiyet vermemişti. Hatta Dikran Bey infisalimden sonra benim

imzam ile ve benden habersiz olarak Belçika Hariciye Nezareti’ne bir tahrirat-ı resmiye ile infisalime mebni kendisinin maslahatgüzar kaldığını iş’âr etmek gibi bir sahtekârlıkta da bulunmuştu ki bunu Belçika Hariciye Nezareti’nden sorup Dikran Bey’in azletmiş olduğunu sefire hitaben gelen tezkereyi aldığım zaman anlamış da kendi kendime birçok gülmüştüm. Diran Bey’e gelince fahrî şehbenderin icabına göre gâh hâmisi gâh mahmisi olduğundan Lüksemburg Hükümeti tarafından bi’l-münasebe heyet-i sefarete nişanlar verilip fahrî şehbendere verilmemiş olması gayretine dokunmuş olmalı ki ona benim imzam ile Brüksel’deki Lüksemburg sefirine bir mektup yazıp nişanını istihsal ile manen ve maddeten zat-ı şehbenderîden müstefiz olmuştu. Bir kere bu fahrî şehbenderi gümrük resmi vermek külfetinden himaye maksad-ı hukuk-perveranesiyle ve yine benim imzam ile Belçika Rüsumat Nezareti’ne bir varaka irsaliyle büyük kıt’ada yetmiş yedi sandık dolusu eşyanın –sefaretlerin imtiyazatı malum ya– güya Paris’ten sefarethaneye geliyor-muş gibi gümrükten bilâ-harc u resm müruruna delalet eden ve bunu müteakip Belçika hariciye nazırının, dediğim sandıkların sefarethaneye gönderilmeyip başka bir mahalle gittiğinden dolayı hayret-âmiz bir mektupla benden istifsar-ı hâl eylemesine ve benim pek müşkil bir mevkide kalmaklığıma sebebiyet [veren]18 yine o Noradunkyan

Efendi-zade Diran Bey’dir. Bu Mösyö George Vaksalar cülus-ı hümayun-ı şehriyarîyi teblig-i memuriyeti ile Avrupa payitahlarına ib’âs olunan heyet maiyyetine zahir Noradunkyan Efendi’nin memur-ı hususisi sıfatıyla alınarak refakat etmiş ve heyet-i mebuseye ziyaret ettikleri hükümdaran taraflarından alelusul nişanlar ita edildiği gibi George Vaksalar’a de bir nişan verilmesine delalet kılınmışsa kendisi bundan dolayı sena-hân –ve çünkü nişan budalası olduğu cihetle– müteşekkir-i en’am u ihsan olacak yerde seyahatten avdetinde Brüksel’deki ahibba ve a’dâsına hatta berberlere varıncaya kadar herkese bu seyahatin ve dolayısıyla aldığı nişanların kendisine elli atmış bin franga mal olduğunu söylemekten ve bu frankların kimlere verilmiş olduğunu imaât ile ifşa eylemekten hicap ve içtinap etmediği mesmuum olmuştur! Madem ki merak edip sual buyurdunuz; işte esbab-ı azlim, mahiyetleri bu merkezde olan esafil tarafından tehyie edilmiş ve yine o mahiyette bulunan o zamanın merkezince bilâ-sual ve cevab hemen azil cihetine gidilmiştir.

SUAL– Acaba bu zevat-ı memduhü’s-sıfat Belçika erkân-ı hükûmeti nezdinde de birtakım igvaât ve ifsadatta bulunmuşlar mı? Bence bu da vârid-ı hatır olur. Ancak siz bunların tazî’-i imza vesair malum idi dediğiniz hâl ve hareketlerine, hikâye ettiğiniz münasebetlerine karşı neden sükût ile yahut igmaz-ı ayn ile iktifa ediyordunuz? Bu biraz aşırı iyilik değil midir?

17 Asım Bey, Mustafa Asım [Turgut] (1870-1937) Hariciyeci, Stockholm elçisi (1908), Sofya elçisi

(1909-1911), Hariciye nazırı (Ekim1911-Temmuz 1912) Tahran büyükelçisi (19141916), Son görevi Viyana büyükelçiliği.

(10)

CEVAP– İşte benim oradaki en büyük kabahatim budur. Cezasını o aşırı iyilik görenler veriyor. Yahut verdik zannediyorlar. Güldüğüme taaccüp etmeyiniz.

SUAL– Na-ehillere lüzumundan ziyade iyilik etmenin nefsine de hem-cinsine de fenalık etmek olduğunu elbette bilirsiniz. Her ne ise. Allah hatanızı savab, güna-hınızı sevab etsin.19 Mülakatıma nihayet vermeden evvel bir şey daha sual edeceğim

Müsaade eder misiniz?

CEVAP–Vapur vakti geliyor. Fakat buyurunuz. Vapura yetişemezseniz ben daha memnun[buradaki bir iki harf okunamıyor.]

SUAL– Sabık kabinenin rahne-i itisafını hükûmet-i hazıra tamir etmeli değil miydi? CEVAP–İşte şimdilik sizin yanınızda onu ben tamir ettim.

SUAL–Yahut, Ziya Paşa ile Kemal hatırıma geldi. Tahrib-i harabat ettiniz. CEVAP–Her hâlde ben kaviyyen eminim ki hak yerini bulacaktır. Ancak vefk, o derdmend ve mecruh vatanımızın feryad u figanı başka sedalar isma’a ve istima’a müsait değildir. Şimdi hükûmet harabe-i muharebeyi ile imar ile meşgul olmalı, eğer bu mülakatı kalemen tezkir etmek isterseniz benim de türrehat-ı malumeden dolayı kendimi imar ve –tımar–a başladığım malum olur. Allaha ısmarladık!...

SUAL– Gitmeden evvel şunu da sorayım. Brüksel’de yerinize kim sefir tayin olunmuştu?

CEVAP–Bilmiyorum

SUAL– İsimlerini söylediğiniz zatlar hâlâ orada memur mudur? CEVAP– Öyle zannederim. Birisi Paris’e gitti.

SUAL–Gidişi de bir sahtekârlık değildir a?

CEVAP– Ben şu kadar biliyorum ki, Brüksel’den çıkacağım gün sefarethanede mevcut olan eşyanın bir listesini yapmış her şeyin fiye ve bahasını da göstermiş ve listeyi öylece kâtiplere teslim eylemiş olduğum halde nezaretten vâki olan sual üzerine o benim yaptığım listenin gönderilmesi lazım gelirken –bilmem ne illete mebni– öyle gönderilmeyip büsbütün başka şekilde bir eşya defteri irsal ettiler.

SUAL– Bilmem ne illete mebni, diyorsunuz. İşte o bilmediğiniz illet hâlâ icra-yı ahkâm ediyor demek olacak.

CEVAP– Devletle efendim.

19 Hâmit’in söz oyunlarına düşkünlüğünün bir örneği de bu cümlededir. Birinci savab “doğru, dürüst”

anlamındadır ve (ص, و, ا, ب) şeklinde yazılır. İkinci sevab “hayır işleme” anlamındadır ve (ث, و, ا, ب) ile yazılır. Hâmit bu metinde, başlığın dışında sadece burada ikisini de kullanır. Metinde, adından başlayarak daima “savab” şeklinde yazılıdır.

(11)
(12)
(13)
(14)
(15)
(16)
(17)

Referanslar

Benzer Belgeler

Daha da ileri gidelim: Kuvvetli oldu- ğunu bildiğimiz üç kuvvet sadece yaşadı- ğımız 4 boyuta kilitliyse fakat zayıf olarak hissettiğimiz kütle çekimi diğer boyutlara

Asırların bütün istilâlarına köprü olan Anadolu ve Trakya, Taş Dev­ linden Sümeriere, Fenikelilere, Asu- rilere, Etilere, Frikyalılara, Kapa- dukyalılara, daha

Horizontal göz hareketlerinin düzenlendiği inferior pons tegmentumundaki paramedyan pontin retiküler formasyon, mediyal longitidunal fasikül ve altıncı kraniyal sinir nükleusu

Verilen bir cümleden kesin olarak çı- karılacak yargıyı bulmak için cümle net olarak açıklanır ve ihtimal veren seçenekler elenir?. Buna göre seçenek- leri ele

1970’li yılların başlarında Lübnan’ın Beyrut şehrinde kurulan ASALA (Er- menistan Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu) kendisini Uluslararası Devrim

Adım: Öncüldeki açıklamalara göre en çok şiiri okuyan kişi Can ol- duğu için ve Ebru’nun her şiirinden sonra Can’ın şiiri gelir, Can’ın bir şi- irinden

Cevap C 6. Bir şeyin yapılmasını ya da ya- pılmamasını bildiren cümlelerde öneri anlamı vardır. Antalya ko- nulu bu parçanın da dördüncü cümlesindeki

Tarımla uğ- raşanların çok fazla olduğu yerlerde ya da tarım alanının az olduğu sahalarda tarımsal nüfus yoğunluğu da fazla olur.. Buna göre nüfus artış hızı, hizmet ya