• Sonuç bulunamadı

Uluslararası ilişkilerde meşruiyet krizi: Avrupa Birliği örneği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Uluslararası ilişkilerde meşruiyet krizi: Avrupa Birliği örneği"

Copied!
96
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI

ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE MEŞRUİYET KRİZİ:

AVRUPA BİRLİĞİ ÖRNEĞİ

(Yüksek Lisans Tezi)

DANIŞMAN Doç. Dr. Şaban ÇALIŞ

HAZIRLAYAN Metin ÇELİK 044229001008

(2)

İÇİNDEKİLER

Giriş ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM: Meşruiyet Tanımları ve Kaynakları 1.1. ‘Meşruiyet’ Kavramının Doğuşu: Nedir ‘Meşruiyet’?... 5

1.2. Karıştırılan Kavramlar: Yasallık ve Meşruiyet Ayrımı ... 10

1.3. Meşruiyet Kaynakları ... 11

1.3.1. Klasik Tasnif ... 12

1.3.1.1. Teokratik Meşruiyet Kaynakları ... 12

1.3.1.2. Seküler (Sivil) Meşruiyet Kaynakları... 14

1.3.2. Weberyen Tasnif: Meşruiyet ve Otorite Çeşitleri ... 15

1.3.2.1. Gelenek ... 15

1.3.2.2. Rasyonalite-Hukukilik... 16

1.3.2.3. Karizma... 17

1.4. Uluslararası Sistemde Meşruiyet ... 18

İKİNCİ BÖLÜM: Avrupa Birliği’nde Meşruiyet Krizi 2.1. Kriz Çeşitleri ve Meşruiyet Krizi... 22

2.2. Avrupa Birliği’nde ‘Meşruiyet Krizi’... 25

2.2.1. Meşruiyet Krizinin Teorik Analizi... 28

2.3. Avrupa Birliği’nde ‘Demokratik Açık’... 30

2.4. Avrupa Birliği’nde Meşruiyet Krizinin Dinamikleri ... 36

2.4.1. Meşruiyet Krizinde Demokrasi: Demokrasi mi, Teknokrasi mi? ... 36

2.4.2. Meşruiyet Krizinde Kimlik: Kimdir ‘Avrupalı’?... 40

(3)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Çözüm Önerileri

3.1. Kurumsal Çözüm Önerileri ... 47

3.1.1. Avrupa Birliği’nde Kurumsal Reform Gerekliliği ... 47

3.1.2. Kurumsal Reformda Nihai Somut Adım: Avrupa Anayasası... 54

3.1.3. Avrupa Anayasası’nda Kurumsal Reformlar... 59

3.2. Sosyo-Kültürel Çözüm Önerileri: Konstrüktivizm ile Krizi Gidermek ... 62

3.2.1. Konstrüktivizme Giden Yol: Kısa Bir Uluslararası İlişkiler Tarihi ... 62

3.2.2. Konstrüktivizm: Kimliğin Teorisinden Daha Fazlası... 65

3.2.3. Avrupa Ulusu ve Birlik Yurttaşlığı ... 67

Sonuç... 72

(4)
(5)

Giriş

Antikite’den, hatta daha evveliyatından itibaren sürekli sorulan ve cevabı konusunda arayışın hala devam ettiği birkaç önemli sorudan belki de en günceli, hükümetleri haklı ve meşru kılan kriterler ile toplumu bir siyasi otoriteye itaat etmeye zorlayan, sevk eden kriterlerin ne olduğudur.1 Egemen gücü egemen kılan nedir? Egemen

güce itaat edilme zorunluluğu var mıdır? Egemen gücün yönetilenlerce kabul görülmesini sağlayan dinamikler nelerdir? Kısacası, egemen gücü meşru kılan güç nedir? Son bir soru olarak da, meşruiyet nedir ve nasıl elde edilir? Bu sorulara verilecek cevap, itaati ve rızayı, toplumu ve düzeni, otoriteyi ve meşruiyeti açıklamamıza yardımcı olacaktır.

Bu sorulara, özellikle de son soruya Rousseau’nun verdiği cevap oldukça nettir. “En güçlü olmak hiçbir zaman efendi/hükümdar (egemen güç) olmak için yeterli değildir” der Rousseau ve ekler, “gücünü haklara ve kurallara uygun kullanmadıkça”.2 Bu ifadelere göre egemen olan (otorite), gücünü hak, itaati ise ödev biçimine sokmadıkça egemenliğini sağlamış sayılmaz. Rousseau adeta meşruiyeti formüle etmiş, meşruiyetin temininde “hak”, “kural” gibi gücü kısıtlayıcı unsurlardan bahsetmiştir. Egemen gücü üstün kılan, egemen gücün yasalara ya da genel geçer kabullerle oluşmuş geleneklere uyması ve yasallıktan aldığı güçle kanun yapması, kendisine uyulmasını sağlamasıdır. Rousseau’ya göre meşruluğu sağlayan temel dayanak noktası yasallıktır. Ancak tarih, meşruluğun yalnızca yasalara bağlı kalmakla elde edilmediğine ilişkin sayısız örneklerle doludur. Herhangi bir güç odağı, toplum tarafından makul görülebilecek ve geçerli olabilecek bir dayanak sağlaması halinde -yasalara uyarak ya da farklı bir dayanakla elde etmiş olsun- meşruluğunu sağlamış olur.

Kurallar (otorite) uygulandığı ve itaat edildiği zaman bir anlam kazanır. Kuralları belirleyen otorite açısından buyurduğu kuralların tâbi olanlarca kabul edilmesi, itaat görmesi oldukça önemlidir. Otorite, itaatsizliği minimize edecek, -ve eğer mümkünse- ortadan kaldıracak olasılıklar üzerine yoğunlaşır. Otoritenin ilgilendiği diğer bir husus ise kuralların hangi şekilde itaate tabi olduğudur. İtaat korku nedeniyle gerçekleşiyorsa, zamanla itaat eyleminde zayıflamalar baş gösterir; diğer taraftan, itaat rıza sayesinde -yani tabi olanın “itaat etme eylemini” olağan karşılaması halinde- sağlanmış ise, bu çeşit itaat

1 Carole Pateman, The Problem of Political Obligation, Cambridge: Polity, 1985. Ayrıca bkz. John Horton,

Political Obligation, Basingstoke: Macmillan, 1992.

(6)

eyleminin zayıflaması beklenemez. Otoritelerin öncelikle arzu ettikleri itaat şekli ikincisidir.3

Otoriteye yapılan vurgu ve ardından otoritenin elde ediliş şeklinin sorgulanmasında genel çerçeve demokrasi olmaktadır. ‘Demokrasi’ hem sahip olduğu tarihsel birikim4 hem de sahip olduğu açılım düzeyi bakımından birçok anlamda diğer yönetim şekillerinden ayrılmaktadır. Konjonktürel olarak dalgalanmalar yaşamış olsa da demokrasi, bugün dünya üzerindeki en yaygın iktidar kılıfı olmaya devam etmektedir. Demokrasinin bu değişim ve dönüşümünde Avrupa’nın ayrıcalıklı bir konumu, İkinci Dünya Savaşı’nın ise unutulmaz bir etkisi vardır.

Zira İkinci Dünya Savaşı’nı demokrasinin küreselleşmesinin mihenk taşı olarak adlandırmak abartı olmayacaktır. Çünkü Avrupa merkezli olmak üzere, dünya genelinde demokratikleşme çabaları, yani çok partili parlamenter demokrasilerin kurulması ve teşvik edilmesi çabalarında İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir big bang yaşanmıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrası barış tesis etme çabalarında demokrasi, çoğulcu devlet anlayışı, hukuk devleti, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı, devlet karşısında bireyin üstünlüğü temel argümanlar olmuştur. Savaş Avrupa’da daha önce hiç yaşanmadığı ölçüde birliktelik ve entegrasyon havasının yayılmasına neden olmuştu. Burada bahsedilen entegrasyon havası pan-Avrupa (Pan-Europe) olarak adlandırılan, Avrupa’da ulusal çözülmeye, ulusal kimlikle hareket edilmesine karşı çıkan, tek bir Avrupa amaçlayan düşüncedir.5 Bütünleşme fikri öylesine taraftar edinmiştir ki, kıtanın uzlaşamayan iki ülkesi Fransa ve Almanya Avrupa’da müzakere platformunun oluşmasının öncüsü olmuşlardır.

Bu entegrasyon düşüncesiyle öncelikle parlamenter Batı devletleri komünizm tehdidine karşı güvenliklerini sağlamayı amaçlamışlar (Batı Avrupa Birliği-1948,

3

Gianfranco Poggi, Devlet: Doğası, Gelişimi ve Geleceği, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007, ss. 8-9.

4 Thucydides tarafından kaleme alınan Peleponezya Savaşları Tarihi adlı çalışma içerisinde yer alan

Perikles’in Cenaze Söylevi bölümünde kullanılan isenomia ve isegoria kavramları eşitlik ve özgürlüğe denk olarak kullanılmıştır ve bugün bu iki olgu olmadan demokrasi tanımının yapılamayacağı aşikardır. Ayrıntılı bilgi için bkz. David Beetham, “Freedom as the Foundation”, Journal of Democracy, Vol. 15, No. 4, 2004, s. 61.

5 Pan-Europe fikri 1923’de Kont Richard Coudenhove-Kalergi tarafından yazılan “Pan-Europe” isimli bir

makale ile formülleştirilen “tek Avrupa” düşüncesidir. Kalergi Pan-Europe fikrini zamanla geliştirmiş ve Pan-Europe’nin gerekliliğini üç temel amaca dayandırmıştır: Yeni bir savaşı engellemek, ekonominin bozulmasını engellemek ve Avrupa’yı Bolşevik tehdidinden korumak. Bkz. Count Richard Coudenhove-Kalergi, “The Pan-European Outlook”, International Affairs, Vol. 10, No. 5, 1931, ss. 638–639; Count Richard Coudenhove-Kalergi, “Europe To-Morrow”, International Affairs, Vol. 18, No. 5, 1939, ss. 623-640. Diğer taraftan, Avrupa’da yaşanan bütünleşme çabalarında pan-Avrupacılık akımının oynadığı rol için bkz. Şaban H. Çalış, Şehnaz Bağcı, Önder Kutlu, “Avrupa Birliği: Tarihi, Kurumları ve Niteliği”, Şaban H. Çalış, Birol Akgün, Önder Kutlu (ed.), Uluslararası Örgütler ve Türkiye, Konya: Çizgi Kitabevi, Şubat 2006, ss. 219–231.

(7)

1949), ardından askeri alanda sağlanan birliktelik sosyo-kültürel alanda birlikteliğe geçişi hızlandırmış ve üye ülkelerin paylaştıkları ortak değerleri, ilkeleri ve idealleri koruyup geliştirmek, halkların sosyal ve ekonomik gelişimlerini kolaylaştırmak,6 böylece Batı

Avrupalı ülkeler arasında oluşturulan birlik olma çabalarını güçlendirmek amacıyla Avrupa Konseyi (1949), son olarak da, ekonomik alanda entegrasyonu gerçekleştirmişlerdir (AKÇT-1951).

Avrupa Birliği, yukarıda çok kısa bir şekilde izah edilen kıta Avrupası’ndaki entegrasyon çabalarının sonuncusu ve zirvesi olmuştur. Demokrasinin, istikrarın, ekonomik kalkınmışlığın temsilcisi olan, bu nedenle sürekli kendisini geliştirme uğraşında çabalayan AB, demokratik yapılanma, demokratik açık derken meşruiyet sorunuyla yüzleşmek durumunda kalmıştır. Dünyada eşine rastlanamayacak derecede ulus devletlerin belirli sektörlerdeki egemenliklerini devrettiği, salt ekonomik amacıyla tekdüze bir bölgesel entegrasyondan siyasal bir birlik kurmak gibi zor bir eyleme kalkışan Avrupa Birliği’nde yaşanan meşruiyet krizi, bu bakımdan oldukça önemli olmaktadır.

Meşruiyet incelemelerinde unutulmaması gereken çok önemli bir husus vardır. Meşruiyet net bir bütün olarak algılanmamalıdır. Yani siyah ya da beyaz tanımlamalarındaki netliği meşruiyetin var ya da yok olmasında bulamayız. Meşruiyetin irdelenmesi gereken varlığı ya da yokluğu değil, “ne derece var olduğudur”. Böylece meşruiyet incelemelerinde meşruiyetin derecesi önemlidir.

Siyasal sistemlerin istikrarı meşruiyet derecesi ile sistemin öngördüğü ve dikte ettiği yetkiler arasındaki ilişkiye bağlıdır. Özellikle askeri rejimlerde olduğu gibi, eğer sistemin performansı (meşruiyet-otorite ilişkisi) düşükse sistem sarsılır ve başarısızlıkla sonuçlanır. Diğer taraftan, eğer sistem demokratik ölçütleri taşıyorsa, sistemde meydana gelecek yoksunluklar, aksaklıklar geçicidir ve sistem kendisini onarır.

AB’de yaşanan meşruiyet krizi, bir diğer yorumla AB’de mevcut olan meşruiyetin derecesi liberal demokratik değerlerin -kimlik, demokrasi ve performans- AB kurumlarında ne ölçüde mevcut olduğu sorusuyla ilgilidir.7 Hastalığın tedavisinde teşhisin yerindeliği oldukça önemli olmaktadır. Dolayısıyla meşruiyet krizinin çözümünde de öncelikle meşruiyet kavramının doğru ve derinlemesine tanımlanması, meşruiyet

6 Birol Akgün, “Avrupa Konseyi”, Çalış vd. (ed.), Uluslararası Örgütler..., s. 259.

7 Helen Wallace, “Deepening and Widening: Problems of Legitimacy for the EC”, S. Garcia (ed.), European

Identitiy and the Search for Legitimacy, London: Pinter, 1993, ss. 95-105; Nina Graeger, European Integration and the Legitimation of Supranational Power, Oslo: Department of Political Science, 1994, ss. 55-57.

(8)

kaynaklarının irdelenmesi öncelikli yapılması gereken iştir. Meşruiyetin hem siyaset bilimi, hem de Uluslararası İlişkiler Disiplini açısından tanımlanması, ve sonrasında meşruiyetin elde ediliş biçimlerinin izahı birinci bölümünün konusudur.

İkinci bölümde ise, meşruiyet krizinin tanımlanması, AB’de yaşanan meşruiyet krizi ve demokratik krizin neler olduğu, son olarak AB’de yaşanan meşruiyet krizinin analizinde kullanılacak üç parametre olan demokrasi, kimlik ve performanstan ne anlaşılması gerektiği incelenmiştir. Krizin giderilmesine ilişkin geliştirilen kurumsal ve sosyo-kültürel reform önerilerine yer verilen üçüncü bölümde, kurumsal reform çabalarının nihai somut ürünü olan Avrupa Anayasası’ndan bahsedilerek, sosyo-kültürel reformlardan yoksun geliştirilecek her türlü kurumsal reform çabasının başarısızlıkla sonuçlanacağı vurgulanacaktır. Dolayısıyla çalışmanın odak noktası olan sosyo-kültürel reformlar, Uluslararası İlişkiler disiplininde yeni sayılabilecek olan sosyal inşacı (konstrüktivist) yaklaşım perspektifiyle izah edilmeye çalışılacaktır.

Sonuç kısmında ise meşruiyet krizine yönelik AB bünyesinde geliştirilen çözüm önerilerinin kısaca tekrar edilmesi ile yetinilmeyip, ısrarla inşacı ekol perspektifiyle soruna yaklaşılması gerektiği belirtilerek, Avrupa kültürü ve Avrupa kimliğinin meşruiyet sorununun giderilmesindeki önemine vurgu yapılacaktır.

(9)

BİRİNCİ BÖLÜM: Meşruiyet Tanımları ve Kaynakları

1.1. ‘Meşruiyet’ Kavramının Doğuşu: Nedir ‘Meşruiyet’?

Meşruiyet kavramının tanımlanmasında ya da tanımlanamamasında yaşanan en önemli sorun, egemen gücün sahip olduğu iktidarın kaynağının ve dayanağının ne olduğu ile egemen güce “emretme” hakkını kimin ya da neyin verdiği8, bir devletin bu hakka nasıl sahip olabildiği9 sorunsalıdır. Bu nedenle öncelikle meşruiyet kavramından tam olarak neyin anlaşılması gerektiği kesinleştirilmelidir. Ancak meşruiyetin elde ediliş şekillerindeki farklılık nedeniyle, tarih boyunca yekpare bir meşruiyet tanımı söz konusu olamamıştır. Çünkü, meşruiyet kaynaklarına dair görüş ve inanışlar, zaman içerisinde sürekli tartışılmış ve değişmiştir. Bu nedenle, meşruiyet tartışılan, üzerinde konsensüse varılamayan bir olgudur. Dolayısıyla meşruiyetin epistemolojik ve ontolojik irdelenmesi, tanımlamalar ve anlamlandırmalar arasında uyumun sağlanması kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Meşruiyet kavramı, özellikle siyaset biliminde, gerek tanımlanması, gerekse elde ediliş şekli itibariyle şehir devletleri, imparatorluklar ve nihayetinde ulus devletler döneminde sürekli tartışılan bir konu olmuştur. Her siyasal düşünür yaşadığı çağa ve şartlara göre farklı tanımlar beyan etmiştir. Ancak en genel meşruiyet tanımı Weber’in “meşru olduğuna dair toplumsal inanç, rıza”10 tanımıdır. Weber meşruiyetin rasyonel-yasal, geleneksel ve karizmatik edimlerle kazanılabileceğini, bu üç dayanağa atıfla meşruiyetin sağlanabileceğini ifade etmiştir.11 Meşruiyetin yasalara bağlılık, ananevi eylemler ya da kişisel özelliklere (liderlik) yönelik ilgi neticesinde toplumsal bir inanç, kabullenme ve ardından itaat ile gerçekleştiğini ifade etmiştir. Weber’in ampirik tanımına karşın, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında normatif tanımlamalara yer verilmiştir. Özellikle demokratik teorilerle anılan William Connolly, David Beetham ve David Held meşruiyet tanımlamasına ampirik değil normatif yaklaşılması gerektiğini, somut bir kavram olmayan meşruiyetin ampirik tanımlanmasının mümkün olmayıp, aslında

8 William Outhwaite, Tom Bottomore, “Legitimacy”, E. Gellner, A. Touraine, R. Nisbet (ed.), The Blackwell

Dictionary of Twentieth Century Social Thought, London: Blackwell, 1994, s. 329.

9 David Copp, “The Idea of a Legitimate State”, Philosophy & Public Affairs, Vol. 28, No. 1, 1999, s. 5. 10 Max Weber, Basic Concept of Sociology, Çev. H. P. Secher, New York: Citadel Press, 1962, s. 71; Ayrıca

bkz. Max Weber, Economy and Society: An Outline of Interpretive Sociology, California: California Up Press, 1978, s. 213.

11 Thomas Banchoff, Mitchell P. Smith, “Conceptualizing Legitimacy in a Contested Polity”, Mitchell Smith

(10)

Weber’in yaptığının normatif bir tasnif dahi kabul edilebileceğini savunurlar.12 Soyut bir kavram olan, tanımlandığı zamana ve mekana (yönetim şekli) göre farklı kriterler gözönünde bulundurularak farklı tanımları yapılabilen meşruiyetin, belirli normsal kriterler ve normatif bir çerçeve ile tanımlanması gerektiğini ifade etmektedirler.

Meşruiyet herşeyden önce “yönetme hakkı”dır.13 Yönetme hakkı, hükmetme

siyaset biliminin en tartışmalı konularından birisi olup, güç ve itaat arasındaki ilişkinin çıktısıdır. Dolayısıyla meşruiyetin tesisi güç ile itaat arasındaki uyumun ne ölçüde sağlandığına bağlıdır.14 Güç (iktidar) yasalarla belirlenen sınırlar dahilinde eylemler gerçekleştirdiği sürece, toplumsal itaat devam edecektir, der Aron. Hatta, otoritenin egemenliğinde yasal dayanak ikinci planda kalırken, egemenliğin asıl teminatının toplumsal itaat olduğuna ilişkin güçlü kanılar mevcuttur.15 Ancak, ilahi mesnedler sonrasında, modern dönemde gelişen anayasalcılıkla birlikte egemen güce itaat edilmesinin koşulu belirlenmiştir; ‘egemen güç yasal çerçevede faaliyetlerde bulundukça toplumdan itaat görecektir’.

Siyasal meşruiyet, mevcut siyasal yapının/kurumsallaşmanın toplum için en uygun olduğuna dair inancın oluşması ve bu inancın sürdürülebilir olması ile varolur.16 Bu inanç, toplumun siyasal otoritenin koyduğu kurallara uyması ve otoritenin ‘kural koyma’ hakkını kabul etmesidir. Meşruiyet farklı coğrafyalarda ortak değerlerle, yani yasal olmak ve itaat edilmek ile tanımlasa da, meşruiyet araçları farklı olmuştur. Japonya’da meşruiyetin sembolu İmparatordu. Avrupa’da ise XIX. yüzyıla kadar monaşiler iken, bugün liberal demokrasilerdir.

Meşruiyeti oluşturan üç dinamikten, özellikten ya da kriterden bahsedilebilir. Bu kriterler bir hükümeti toplum huzurunda meşru kılar.17 “Yasallık, itaat/rıza, etik/ahlakilik”18 şeklinde sıralanan bu kriterler, doğru genel geçer bir meşruiyet tanımının yapılabilmesine olanak tanır. Öncelikle meşruiyeti söz konusu olan birim yasal olmalıdır,

12

William Connolly, Legitimacy and the State, New York; New York University Press, 1985; David Beetham, The Legitimation of Power, London: Macmillan, 1991; David Held, Political Theory and the Modern State: Essays on State, Power and Democracy, Cambridge: Polity Press, 1989.

13 Jean-Marc Coicaud, Legitimacy and Politics, New York: Cambridge University Press, 2002, s. 10; Münci

Kapani, Politika Bilimine Giriş, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2003, ss. 86-87.

14 Raymond Aron, Democracy and Totalitarianism, Ann Arbor: Ann Arbor Paperback, 1990, s. 24.

15 Roberto Mangabeira Unger, Law in Modern Society: Toward a Criticism of Social Theory, New York: The

Free Press, 1976, s. 62.

16 Seymour Martin Lipset, Political Man, London: Mercury Books, 1963, s. 77 17, Beetham, The Legitimation..., s. 16.

18 Ibid, ss. 15-25; David Beetham, Christopher Lord, Legitimacy and the EU, New York: Longman, 1998, ss.

(11)

yasallık (legality). Birimin/sistemin kuruluşu ve işleyişi yasalarda belirtilmeli ve yasal çerçevede gerçekleşmelidir. Normatif doğrulama olarak da ifade bulan itaat/rıza, hükümetin haklı olduğuna dair toplumda oluşan kanaattir. Hükümetin diğer aktörlerce de kabul edildiğine dair genel kanı ve tanımlama, eğer dışsal bir etki yerine, içsel nedenlerle oluşuyorsa, burada etik/ahlaktan söz edilmelidir. Bu üç kriter birbirinin alternatifi olmayıp, üçü de birbiriyle iç içe gelişen ve bir bütün halinde anlam kazanan kavramlardır. Yasallıkla başlayan süreç, zamanla meşruiyetin oluşumunda halkın rızasının da gerekliliğine dair inancın dile gelmesi ve nihayetinde modern çağda etiğe verilen değer ile sonuçlanmış, bugünkü meşruiyet algısının oluşmasına yol açmıştır. Meşruiyetin oluşumu basit bir şemayla şu şekilde izah edilebilir;

Tablo 1 – Meşrulaşma Süreci

yasallık → (+) normatif kabullenme → (+) etik → meşrulaştırma (legitimation)

Latince legitimustan türeyen kavram (legitimacy) ‘meşru olma hali’19,

‘benimsenmiş ve genel kabul görmüş olan ilkelere ve kurallara uyumlu’, ‘hukuk, yerleşik usül ve gereksinimlere uygun olan’ anlamlarına gelmektedir.20 En yalın tanımı ile, Sinclair’in de ifadesiyle “bir şeyin makul ve haklı gerekçelere dayanmasıdır”21 meşruiyet. Ancak, bir kurumun meşru olduğunu söylemekle yetinmek, meşruiyeti tam olarak sağlamış olmaz. Latince kökenli legitimacy kavramının Türkçe literatürde kullanılan karşılığı olan

meşruiyet kelimesi ise Arapça kökenlidir ve “şeria” kökünden türemiştir. “Şeria” şeriate, yani hukuka uygun olan anlamındadır.22 Bu yönüyle meşruiyet, yasaya uygun olma, bir

şeyin yasal olması anlamında kullanılmıştır, yani yasallık ile neredeyse eşdeğer anlamdadır. Yasallığa yapılan vurgu Avrupa’da da XIV. yüzyıla değin meşruiyet tanımlamalarında sıkça yer almaktaydı. Kavramın etimolojik kökenine istinaden Orta

19 Frank Bealey, The Balckwell Dictionary of Political Science, Oxford: Blackwell Publishers, 1999, ss.

189-190; Dolf Sternberger, “Legitimacy”, David L. Sills (ed.), International Encyclopedia of Social Sciences, New York: Macmillan Company, 1968, s. 245.

20 Roger Scruton, A Dictionary of Political Thought, London: Yhe Macmillan Press, 1982, s. 264 ; Henry

Boosley Woolf, “Legitimacy, Legitimate”, Webster’s New Colligate Dictionary, Massachusetts: G&C Merriam Company, 1980, s. 651.

21 John Sinclair, “Legitimate”, Collins Cobuild English Dictionary, London: Harper Collins Pub., 1995, s.

951.

22 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat: Eski ve Yeni Harflerle, 22. Baskı, Ankara: Aydın

(12)

Çağla birlikte, Roma döneminde meşruiyet legitimitas, yani yasal anlamıyla kullanılmıştır.23 Cicero legitium imperium ve potestas legitima kavramlarını yasal

gereçlerle egemenliğini sağlamış güçleri tanımlamak için kullanmıştır.24 Yasallık anlamına

vurgu yapılan bu dönemde, halkın iktidarı kabul etmek-etmemek gibi bir tercih hakkı bulunmamaktaydı.

Teokratik değerleri siyaset dışında tutmaya çalışan düşünürlerle anılan XV. yüzyılla birlikte meşruluğu tanımlamakta kullanılan yegane gösterge olan yasallık dışında, yeni bir kriter daha kullanılmaya başlanmış ve meşruluk yalnızca yasallık olmayıp, ilaveten halkın rızasının (rıza, meşruiyet tanımlamalarında sosyolojik öge olarak da tanımlanmaktadır25) da arandığı bir kavram olmuştur.26 Egemen gücün meşruluğu, otoritenin bir hakka (teokratik ya da yasal dayanak) dayandığına dair toplumda oluşan kuvvetli inançtır. Rıza, meşruiyet tanımının yönetenler tarafından tanımlanmasına/betimlenmesine son vermiş, yönetilenlerin de dikkate alındığı bir tanımlama, anlamlandırma düzeyi sağlamıştır. Kapani’nin “yönetme gücü” ve “yönetme hakkı” arasındaki farka vurgu yaparak tanımladığı meşruiyet27, iktidarı elinde bulunduran egemen gücün toplum tarafından haklı bulunmasıdır. Weberyen gelenek çerçevesinde ise, kurumların uygun ve haklı görülme derecesi ile halk tarafından siyasal iktidarın olağan bir parçası olarak algılanması şeklinde tanımlanmaktadır.28 Bu tanımlarda meşruiyetin yalnızca bir boyutu ele alınmıştır, rıza/toplumsal kabul. Meşruiyet, bugün yasallık, egemenlik, iktidar ve rıza unsurları ile tanımlanmaya çalışılmaktadır.29

Meşruiyetin varoluşunda yasallık ve itaat/rızanın yeterli görüldüğünü, ve bu kabulün zamanla “ezbere” yani körü körüne kabullenmeye (itaat) dönüştüğünü eleştiren John Schaar, meşruiyetin “dolaylı kabullenme” ile gerçekleşmediğini, toplumun bilinçli bir şekilde, “doğrudan rıza göstermesi” ile meşruiyetin sağlandığını ifade etmiştir.30 Schaar

etken ve edilgen meşruiyet arasında ayrım yapmıştır. Eleştirdiği modelin edilgen meşruiyet

23 Jose Guilherme Merquior, Rousseau and Weber: Two Studies in the Theory of Legitimacy, London:

Routledge, 1980, ss. 1-4.

24

Coicaud, Legitimacy and..., s. 19.

25 Richard H. Fallon ve David Strauss meşruiyet kriterlerini ‘yasallık, etik ve sosyolojik faktör’ olarak

sınıflandırmakta, toplumsal rızayı sosyolojik öge olarak tanımlamaktadırlar. Bkz. Richard H. Fallon, “Legitimacy and the Constitution”, Harvard Law Rewiev, Vol. 118, No. 6, 2005, ss. 1795-1796; David A. Strauss, “Reply: Legitimacy and Obedience”, Harvard Law Rewiev, Vol. 118, No. 6, 2005, s. 1855.

26 Dolf, “Legitimacy”, s. 247.

27 Kapani, Politika Bilimine..., ss. 86-87.

28 Richard M. Merelman, “Learning and Legitimacy”, American Political Science Review, Vol. 60, No. 3,

1966, ss. 547-549.

29 Shane Mulliıgan, “Questioning (the Question of) Legitimacy in IR: A Reply to Jens Steffek”, European

Journal of International Relations, Vol. 10, No. 3, 2004, s. 482.

(13)

olduğunu, bu modelde yasallığın toplumu meşru görmeye zorunlu kıldığı inancının hakim olduğunu, bu nedenle de gerçek anlamda rızanın söz konusu olamadığını ifade etmiştir. Oysa, meşruiyetin oluşumunda toplum etkendir, bilinçli bir tercih ile kendisini yöneten gücün otoritesini kabullenmektedir. Kimi toplumlar egemen gücün meşruiyetine inansalar (rıza gösterseler) da itaat etmeyebilir; aynı şekilde, egemen gücü haklı bulmamasına rağmen egemen gücün otoritesini kabullenmek zorunda kalabilirler. Birinci durumda egemen güç meşru görülmekte, ancak verdiği kısmi ya da geçici bir karar haklı bulunmamakta, dolayısıyla itaat söz konusu olamamaktadır; ikinci durumda ise, bir zaruret vardır. Dolayısıyla, Schaar’ın da ifadesiyle, meşruiyet körükörüne bir itaat değildir. meşruiyet ya rızayla ya da zorlama ile olmasına bakılmaksızın, toplumun yorumu ve bakışı doğrultusunda şekillenir.

Meşruiyet bir etki-tepki olayıdır. Egemen gücün kural koyması ve bu kural koyma biçimi (etki), toplumun egemen güce itaat edip etmemesini (tepki) belirlemektedir. Yani meşruluğun kazanımında yasallık ve itaat dışında üçüncü bir dinamik daha etkili olmaktadır, etik/ahlak. İtaat ile etik arasında ince bir sınır vardır. Etik, egemen gücün meşruluğu hak ettiğine olan inançtır ve egemen gücü iktidar yapan da Easton’a göre bu inanç olmaktadır.31 Etikte dışsallık yoktur, yani etiği şekillendiren etmenler dışarıdan kaynaklanmaz, aksine içseldir. Bireyin egemen güce itaat etmesine “inanmasıdır”, bireyin içindem gelen bir histir etik. İtaatte ise dışsal kaynaklar önemlidir. Bireyin itaat edip etmemesi, egemen gücün yasama süreci ve yasama şeklinden etkilenebilir. Birey rıza gösterdiği otoritenin, kural koyma sürecindeki davranışından etkilenerek itaat eylemini gerçekleştirmekte ya da gerçekleştirmemektedir. Meşruiyetin oluşumunda etik değerlerin önemine vurgu yapar Habermas. Ona göre, meşruiyet, bir sistemin doğru ve adil olduğuna yönelik içsel iyi/güvenilir hislerin varolmasıyla mümkündür.32 Bir bakıma, sistemin değerinin toplum tarafından bilinmesidir.

Yasallık, itaat ve etik değerlerin meşruiyet oluşumunun temel dinamikleri olduğu gerçeği sonrasında önemli bir hususun belirtilmesi elzemdir; meşruiyet tedrici bir yapıya sahiptir. Meşruiyetin tamamen var ya da yok olması söz konusu olamaz. Doğru yaklaşım, meşruiyetin ne derece var olduğudur.33 Meşruiyet, koşullara göre değişkenlik gösterir. Rejimin niteliğine bakılmaksızın, toplumda egemen güce yönelik “otorite” bakışı varsa,

31 Edgar N. Muller, “Correlates and Consequences of Beliefs in the Legitimacy of Regime Structures”,

Midwest Journal of Political Science, Vol. 14, No. 3, 1970, s. 403.

32 Jurgen Habermas, Legitimation Crisis, Çev. Thomas McCarthy, Cambridge: Polity Press, 2004, s. 99. 33 Robert W. Jackman, Power without Force: The Political Capacity of Nation States, Michigan: The

(14)

toplum iktidarı kabullenmişse, meşruiyet gerçekleşmiş sayılır. Rejimler kendi iktidarlarını bir takım kural dizileri ile sağlamlaştırma, toplum ise bu kurallar dizisine ya kısmen ya da tamamen uyma eğilimi gösterip göstermeme eylemleri arasında çatışma yaşamaktadır. Bu nedenledir ki, meşruiyetin ya hep ya hiç olması gibi bir netlik/somut hal söz konusu olamaz.34 Meşruiyet sayılabilir, rakamsal analizin uygulanabileceği bir değer de değildir. Bu nedenle net bir şekilde “var” ya da “yok” denilemeyecek kadar değişken, soyut, rejime bağlı olmaksızın gerçekleşen bir durumdur.

1.2. Karıştırılan Kavramlar: Yasallık ve Meşruiyet Ayrımı

Muhakkak belirtilmesi gereken bir ayrım söz konusudur; meşruluk (legitimacy) ile yasallık (legalise) aynı kavramlar değildir. Her iki kavram birbiri yerine sürekli kullanılan, karıştırılan kavramlardır. Kavramların karıştırılmasında öncelikle semantik bir çağrışım rol oynamakta, ontolojik farklılık gözardı edilmektedir. Ancak her iki kavramdan meşruluk, yasallığı da kapsayan çok daha geniş bir alanı izah etmektedir. Meşruluk, yasallığa ilaveten halkın rızasının da dahil olduğu bir durumu anlatmaktadır aslında. Yani meşruluk, yasallığı barındırma durumuyla beraber, makul, haklı ve uygun bulunma durumlarına da ihtiyaç duyar. Diğer taraftan meşruluğu sağlayan asıl neden “hukuki” de olmayabilir. Meşruluk, pekala, karizma, bilgi, dini inançtan kaynaklanıyor da olabilir. Teokratik değerlerin siyasal ve toplumsal hayatın bütün alanlarında etkili olduğu, yasaların (pozitif hukuk) bile varlığından söz edilmeyen dönemlerde meşruiyet Tanrısal kaynaklı olup, tartışılması söz konusu dahi olamamaktaydı.

Ancak pozitif hukukun doğal hukukun önüne geçtiği dönemle birlikte meşruiyet, yasa ve etik ya da rıza arasındaki bir ilişkiye mesned edilmeye başlanmıştır.35 İktidarlar, eylemlerini meşruiyet ile birlikte gerçekleştirdikleri zaman yasal ve etik açıdan doğru eylemler gerçekleştirmiş olurlar. Bu nedenle meşruiyet yalnızca yasallıkla gerçekleşmeyen, ayrıca etik değerler ve rızaya da ihtiyaç duyan bir durumdur.

Meşruiyet yasallığı aşmaktadır. Mevcut, yürürlükteki hukuki yapıya uygunluk anlamına gelen yasallık, her zaman iktidarın toplum nezdinde kabul edilmesine olanak sağlayamayabilir. Özetlemek gerekirse, yasallık hiçbiz zaman tek başına meşruiyetin oluşumunu gerçekleştiremez. Yasallık rıza ve itaat ile meşruluğun oluşumunda etkili

34 Frederick C. Turner, “Basic Values: Religion, Patriotism and Equality”, Mattei Dogan (ed.), Comparing

Pluralist Democracies: Strains on Legitimacy, London: Westwiev, 1988, ss. 178-186.

(15)

olabilir. Meşru iktidar, ona tabi olanlar tarafından meşru olarak kabul gören, toplumda yaygın ve hakim olan ‘meşruluk’ inancına uygun iktidardır.36

Pozitivizmin yasallık ile meşruluğu eşdeğer gören görüşünün aksine, tarihi birçok olay iki kavramın aynı anlama gelmediğini göstermektedir. XIV. Louis’in iktidarının yasallığı tartışılamazdı. Çünkü kabul edilir bir şekilde, geleneklere bağlı kalınarak Kral olmuş, ancak Krallığının meşruiyetinin olmadığı 1789’da ortaya çıkmıştı. Halkın rızasını kazanamaması nedeniyle büyük bir devrim yaşanmıştır, tıpkı, 1917’de Çarlık Rusya’sında olduğu gibi. İktidar olan egemen güç, halkın gereksinimlerini karşılayamadığı ölçüde meşruiyetini yitirecektir. Diktatörün her sözünün kanun sayıldığı diktatör yönetimlerde halkın rızasının ne derece mevcut olduğu, bu bakımdan meşruiyetin ne derece sağlandığı öneml bir tartışma konusudur.

Yasallığa rağmen meşruluğun tesis edilememesine bir çok neden gösterilebilir. Yasal araçlarla hükmetme yetkisini elde eden bir iktidarda yaşanabilecek meşruiyet kaybı, Kapani tarafından iki nedenle izah edilmiştir. İktidar, kendisini de egemen kılan anayasal düzene kasıtlı ya da gayri ihtiyari aykırı hareket ederse, diğer taraftan anayasal düzene bağlı kalsa dahi toplumsal huzursuzluk ve istikrarsızlık neticesinde toplumsal destekten yoksun kalırsa meşruiyetini kaybetmeye başlar.37

1.3. Meşruiyet Kaynakları

İktidar, insanoğlunun içinde olduğu, ürettiği ve artık istemese bile hariçte kalamadığı bir ilişki biçimini yansıtır. Sadece farklı kalemlerce, farklı tınılar ve farklılık arz eden araçlar tarafından tanımlandığı için; içselleştirildiği ölçüde, nefret de edilir iktidardan. Platon’dan beridir de iktidara giydirilen kılıflardan, yani iktidarların meşruluğundan bahsedilmektedir. İlk zamanlar meşruiyeti sağlayan dinamikler din, mitoloji ve gelenekler olarak sıralanan klasik değerler iken, meşruiyet tartışmalarının normatif değerlerle tartışıldığı modern dönemlerde ise, meşruiyetin kaynakları toplum sözleşmeleri, ulus-devletler, toplumlar olarak ele alınmıştır.

Meşruiyet kaynakları, egemen gücün kendi iktidarını haklı kılma endişesinin ürünüdür. Otoriter güçler makul bir meşruiyet zeminine sahip olmak isterler, çünkü asıl

36 Kapani, Politika Bilimine..., s. 81. 37 Ibid, ss. 82-83.

(16)

amaç, iktidarı daha uzun süreli elde tutabilme gayretidir.38 Bu nedenle iktidarlar sağlam ve herkesçe kabul edilebilecek meşruiyet kaynakları arayışında olmuşlardır.

“İktidarın kaynağı nedir?” sorusu meşruiyet kaynaklarını sınıflandırmamızı kolaylaştırmaktadır. Bu soruya cevaben teokratik ve demokratik (seküler) olmak üzere iki meşruiyet kaynağından söz edilebilir. Modernite öncesi dönemde teokratik/Tanrısal kaynaklı meşruiyet teorilerinden söz edilirken, modernite ile birlikte bireyin ön plana çıktığı ve bu bağlamda demokratik meşruiyet teorilerinden söz edilmektedir.

Ancak, iki meşruiyet teorisi arasında kesin bir tarihi ayrım söz konusu değildir, olamaz. Genellikle XVII. yüzyıla atıfla başladığı söylenegelen ‘modern dönem ile teokratik teorilerin tamamen ortadan kalktığı’, dolayısıyla, ‘modern dönemden önce demokratik teorilerin olmadığı’nı ifade etmek talihsiz ve yanlış bir değerlendirme olur. Bu tarz bir ayrım eksik, hatalı bir analize yol açar. XVII. yüzyıl iki teori arasında esnek bir geçişin yaşandığı bir dönem olmuştur. XX. yüzyılda İspanya’da iktidar olan General Franco, kendi adına bastırdığı paraların üzerine “Franco, Tanrının lütfuyla Caudillo (Önder)” cümlesini yazdırmış39, iktidarını Tanrısal bir bağ ile pekiştirmek, meşru kılmak istemiştir.

1.3.1. Klasik Tasnif

1.3.1.1. Teokratik Meşruiyet Kaynakları

İktidarın Tanrısal kaynaklı olduğu inancı insanlık tarihi kadar eskidir. Dini, sosyal ve siyasal hayat ayrımının yapılmadığı dönemlerde iktidara gelmek Tanrısal bir özelliğe sahip olmakla mümkün olmaktaydı. Tanrı kral, Tanrısal kaynaklı en güçlü meşru iktidar formasyonuydu. Özellikle Eski Mısır’la anılan Tanrı Krallar (firavun) bizatihi Tanrılık özellikleriyle donatıldıklarını savunmaktaydılar. Mısır kralı Horus Tanrısı adıyla yeryüzü Tanrısı rolüne bürünmekteydi. Bu inanç yalnızca kralla sınırlı kalmayıp, Mısır halkınca da rağbet görmekteydi. Kralın meşruiyetini Tanrısallığa bağlaması ve halkın bu Tanrısallığı kabul edip, krala itaat etmesi ile meşruiyet sağlanmış olmaktaydı. Tanrı krala itaat, öncelikle dini bir vecibe, ardından siyasal bir eylemdi. Kralın buyrukları hem dini hem de

38 Nicholas N. Kittrie, The War Against Authority: From the Crises of Legitimacy to a New Social Contract,

London: The John Hopkins University Press, 1995, ss. 3-6.

(17)

siyasi emirler olmaktaydı. Tanrı krala benzer bir uygulama Çin’de yaşanmış, Çin hükümdarına Tanrının oğlu nazarında itaat edilmekteydi.40

İnsanın bir Tanrı olması ya da Tanrının bir insan bedenine sığabileceği inancı zamanla zayıflamış, iktidarlar toplumda yaşanan bu inanç eksikliği akabinde meşruiyet kaynaklarını daha makul kılmaya çalışmışlardır. Kralın Tanrısallığı yerine, krala Tanrıyla iletişim kurabilme yeteneği kazandırılarak bir nevi “seçilmiş insan” miti kabullendirilmiştir. Hrsitiyanlığın koyu bir biçimde yaşandığı Orta Çağ Avrupası’nda kralların taç giyme törenleri Papalar tarafından gerçekleştirilmekte, bu tarz sembolik törenler ile kralların egemenlik yetkilerinin Papalar eliyle Tanrı tarafından verildiği kabul edilmekteydi.41 Kralın iktidarı, Tanrının bir lütfu olmaktaydı. Hristiyan dogma Tanrının yeryüzündeki temsilcileri olarak Papalara sorgusuz yetkiler devretmekte, dinine bağlı halk Papanın Tanrı adına krala taç giydirdiğine inanmakta, böylece meşruiyet Tanrısal bir kaynakla tesis edilmekteydi. Kilise, Tanrısallık dogmasını on iki Havariden St. Paul’ün “Omnis Potestas a Deo” (bütün iktidarlar Tanrıdandır) söylevi ile sürekli hatırlatma gayretiyle, meşruiyetin elde edilmesine ilişkin dolaylı gücünü kaybetmemek istemekteydi. Siyasal iktidarın meşruluğu Kiliseye olan bağlılıkla tesis edilmekteydi.42 Otoritenin ilahi

kaynaklı olması nedeniyle halk kralların iktidarını sorgulamaz, itaat ederdi. İktidarın buyruğu Tanrısallık içerdiği için hem emir hem de farz olarak kabul edilip, itikadi bağlılık neticesinde iktidarın meşruluğu sağlanmış oluyordu.

İslamiyet’te de iktidar dini mesnedi ile meşruiyetini sağlamaktaydı. Peygamber Allah adına hem dini, hem sosyal, hem de siyasal hayatı yönlendirmekte, hayatın bütün eylem alanlarıyla ilgili Allah’ın buyruklarını insanlara (müminlere) aktarmaktaydılar. Bu bakımdan, müminler için Peygamberin dini hayata ilişkin sözlerinde olduğu gibi, siyasal hayata ilişkin sözleri ve eylemleri de (genellikle) sorgulanmaz, emir daha doğrusu halkın faydası için söylenen tavsiyeler olarak algılanır ve halkın itaati ile sonuçlanırdı. Son Peygamber sonrasında dini otoritenin devamı için kurulan Halifelik sistemi de Tanrısal kaynaklı meşruiyeti sağlar olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda padişah, halifelik ünvanının katkısıyla, kendi toprakları dışında yaşayan Müslümanlar tarafınca dahi yeryüzünün muktedir gücü olarak görülmüştür.43

40 Ibid., s. 69.

41 Sternberger, “Legitimacy”, s. 246.

42 Davut Dursun, Siyaset Bilimi, İstanbul: Beta Yayınları, 2002, s. 109. 43 Kapani, Politika Bilimine..., s. 69.

(18)

İktidar, kralın ilahi hakkıydı44 ve kralın toplum üzerindeki egemenliği, toplumsal hayattan örneklerle, aile ile izah edilmekteydi. Hristiyan teolojinin örnek ailesi paternalistik ailedir. Babanın söylediği sözler emir niteliğinde olup, tartışılmaksızın itaati gerektirirdi.45 Ancak rönesans ve özellikle reform süreci ile sorgulanan Hristiyanlık dini, Papalığın, dolayısıyla Tanrısal iktidar mitinin zayıflamasına yol açmıştır. Artık demokratik normlar iktidarı haklılaştırma sürecinde kullanılır hale gelmeye başlamıştır.46

1.3.1.2. Seküler (Sivil) Meşruiyet Kaynakları

Sivil meşruiyet kaynakları meşruluk arayışlarının gökyüzünden yeryüzüne çevrilmesinin ürünüdür. Meşruiyetin birtakım mistik güçler ya da itikadi eylemlerle sağlandığına dair inanç aydınlanma dönemi ile sarsılmaya/sorgulanmaya başlamış, 1789 Fransız İhtilali sonrasında birey merkezli düşünceler daha fazla kale alınır olmuştu. Hobbes, Locke ve Rousseau’nun XVII. yüzyılın sonları ve XVIII. yüzyılın başlarında ifade ettikleri toplum sözleşmesi kuramları ile yönetme hakkı dolaylı olarak bireye devredilmiştir. Toplum sözleşmeleri devleti Tanrısallaştıran, “Tanrı’nın yeryüzündeki yansıması”47 olarak tanımlayan Hegel’in meşru devlet algısına son vermiştir. Avrupa’da

Kiliseler siyasal alandan lağvedilmiş, imparatorluklar yerine ulus-devletler savunulmaya başlanmış, yönetim seçim sistemiyle belirlenir olmuştu.

Modern Avrupa’da siyasal hayat, bireylerin yönetilmeye dair haklarını üstün bir güce (iktidar) devrettiğini beyan ettiği Toplum Sözleşmelerine dayanmaktaydı. Sözleşmeler tabiat halinden düzenli toplumsal hayat ya da Tönnies’in ifadesiyle

gemeinschaft’dan gesellschaft’a, yani cemaatten cemiyete geçişi sağlamıştır. Sözleşme ile devredilen haklar genel irade olarak tanımlanmış ve halk adına halkın yönetilmesini sağlamıştır. Dolayısıyla, iktidar muktedir olma gücünü, yani meşruiyetini halktan, halk egemenliğinden almaya başlamıştır. Milli egemenli teorisi olarak da ifade edilen sözleşmeler ile monarşik meşruluğa karşı demokratik meşruluğun temelleri atılmış,48 Bodin’in savunduğu “mutlak egemen devletin” yetkileri halka devredilmiştir. İktidar kılıcı

44 Peter H. Merkl, “Comparing Legitimacy and Values Among Advanced Democratic Countries”, Mattei

Dogan (ed.), Comparing Pluralist..., s. 19.

45 Andrew Heywood, Siyasi İdeolojiler, Çev. Komisyon, Ankara: Adres Yayınları, 2003, ss. 99-101. 46 Samuel P. Huntington, Üçüncü Dalga, Çev. Ergun Özbudun, Ankara: Yetkin Yayınları, 1996, s. 45. 47 William E. Drake, “God-State Idea in Modern Education”, History of Education Quarterly, Vol. 3, No. 2,

1963, s. 81.

(19)

Sieyes’in de savunduğu üzere devletten halka devredilmiştir, çünkü her daim yasal olan yalnızca halktır ve yasanın haklılığı milli iradeden doğar.49

1.3.2. Weberyen Tasnif: Meşruiyet ve Otorite Çeşitleri 1.3.2.1. Gelenek

Bir toplulukta zaman içinde meydana gelen, kültür birikiminin neticesi olan herşey gelenek ya da anane olarak adlandırılır.50 Geçmiş yaşam formlarının şu ana taşıdıkları maddi ve manevi bütün değer yargılarını ihtiva eden gelenek, geçmişte yapılan eylemlerin doğru-yanlış bulunma koşuluna göre tarihin süzgecinden elenmesi ile oluşan gerçeklerin toplamıdır. Toplum tarafından hakikatler bütünü olarak kabul edilen gelenek içerdiği mistik nosyonlar ile Weber’e göre en eski meşruiyet kaynağıdır.51

İktidarın yetki alanının açıkça belirtilmemesine karşın, iktidarın geleneksel metodlarla egemen güç olması, toplum tarafından itaat edilmesi için yeterli görülmektedir. Devlet yapısı, rejimin niteliği, yasal düzenlemeler yerine, siyasal otoritenin eylemlerinin geleneklere uygun olması, toplum tarafından siyasal iktidarın meşruluğunu sağlamaktadır. En eski ve en genel geçer meşruiyet kaynağı olan geleneksel meşruiyet, modern siyasal sistemlerde hala öenmli olmaktadır. Dahl’ın ifadesiyle, her istikrarlı sistemde gelenekler, meşruluğa katkıda bulunmaktadır.52

Geleneği “ezeli geçmişin iktidarı” olarak tanımlayan Weber’e göre geleneksel kökenli meşru iktidarların en yaygın görüleni patrimonyal otorite olmuştur.53 Patrimonyal

iktidarın kutsal ve geleneksel yapısı gereğince toplum bu iktidarı meşru görmektedir.54 Bu yapıda meşruiyet kaybedilmesi, ancak patrimonyal devleti yöneten liderin geleneksel çizgiden sapmasıyla mümkün olabilir. Bu bakımdan, liderin (otorite) geleneklere bağlı olup olmaması, diğer bir deyişle kurumsal yapının hiçe sayılması nedeniyle geleneksel meşruiyet irrasyoneldir.

Geleneği “güven” ile izah etmeye çalışan Fukuyama, geçmiş zamanlardan gelen ve güven üzerine inşa edilen toplum-iktidar ilişkisinin daha uzun süreli ve istikrarlı olduğunu

49 Reinhard Bendix, “State, Legitimation ans Civil Society”, Telos, No. 86, 1990-1991, s. 147. 50 D. Mehmet Doğan, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, Ankara: Vadi Yayınları, 2001, s. 461. 51 Weber, Basic Concepts..., s. 121.

52 Robert Dahl, Modern Political Analysis, USA: Prentice-Hall Inc., 1963, s. 28.

53 Halis Çetin, “İktidar ve Meşruiyet”, Mümtazer Türköne (ed.), Siyaset, Ankara: Lotus Yayınevi, 2003, s.

52.

54 David Jary, “Legitimate Authority or Political Legitimacy”, Collins Dictionary of Sociology, Glasgow:

(20)

ifade etmiştir. Güven, bireylerin ortaklaşa paylaştıkları dini, hukuki vb. ilkeler ve değerlerle tesis edilir. Siyasal iktidar, geleneklerle oluşmuş sosyal düzen ve ilkelere aykırı eylemlerde bulunursa, halk nazarında meşruluğunu kaybetmiş olur.55 Gelenekler toplumda

bir alışkanlığa ve refleksif kabullenmeye yol açtığı için itaat bir tutum, hatta bir ödev haline dönüşmektedir.

1.3.2.2. Rasyonalite-Hukukilik

Siyasal iktidar yönetme hakkını herkesçe kabul edilen rasyonel (hukuki) kaidelerden alıyorsa rasyonel otorite ya da rasyonel meşruiyet söz konusudur. Modern dönemde siyasal iktidarlar genellikle hukukilik esasında meşruiyetlerini elde etmişlerdir.56 Anayasal düzenlemeler siyasal iktidarın hareket sahasını belirlemekte, iktidar anayasal çerçeveye sadık kaldığı ölçüde meşruluğunu elde etmektedir.

Geleneksel otoriter yapıların aksine, rasyonel temellere dayalı siyasal yapılarda kurumsallaşma söz konusudur. Kısaca bürokratik yapılanma olarak tanımlanan kurumsal yapı, iktidarın hukuki çerçevede eylemlerini gerçekleştirmesine olanak tanımaktadır. Hukuk, tüm yasal düzenlemelerin ve özde meşruiyetin yegane kaynağı olmaktadır.57

Weber’e göre bürokratik yapılanma toplum üzerinde hukukilik esasına göre şekillendiği sürece, toplumu yönlendiren en etkin ve verimli yönetim aracıdır.58 Bürokratik yapılanmayı etkin kılan husus kurumsallaşmadır, yani süreklilik. İktidar, hatta rejim değişikliklerinde dahi bürokratik yapılanma devam etmektedir. Bu süreklilik sayesinde bürokratik yapı toplum tarafından kabul edilmekte, hukuki çerçevede faaliyetlerini gerçekleştirdiği müddetçe de toplum tarafından desteklenmekte, yani meşru kılınmaktadır.59

Meşruluğun rasyonal kaynaklı olmasını Habermas epistemolojik bir zorunluluk olarak görmektedir.60 Normatif düzenin pozitif bakımdan tesisi ve hukukiliğe yönelik

toplumsal inanç, rasyonal meşruluğun gerçekleşmesini sağlamaktadır. Niclas Luhman ve

55 Francis Fukuyama, Trust: The Social Virtues and The Creation of Prosperity, New York: Free Press, 1995. 56 Kapani, Politika Bilimine..., ss. 90.

57 Jackman, Power without Force..., s. 75.

58 Jay M. Shafritz, Albert C. Hyde, Classics of Public Administration, Second Edition, USA: The Dorsey

Press, 1987, ss. 50-55.

59 Sheldon S. Wolin, “Democracy, Difference and Re-cognition”, Political Theory, Vol. 21, No. 2, 1993, s.

472.

(21)

Carl Schmitt de tanımlanmış kurallara uymanın gerekliliğinden bahsederek, meşruiyetin yasal (pozitif hukuk) koşul olmaksızın gerçekleşemeyeceğini savunmaktadır.61

Weber rasyonal meşruiyeti sağlamış bir siyasal otoritenin ‘güç kullanma tekeline’ sahip olduğunu ifade eder.62 Ancak güç kullanmanın rızayı aşan bir biçimde uygulandığı, şiddete başvurmanın başladığı yerde iktidarın sona ereceğini savunan Arendt bu düşünceye karşı çıkar.63 Hukuki meşruluğu sağlamış siyasi otorite, adil yönetim sistemi oluşturamazsa

meşruluğunu kaybetme tehlikesi ile yüzleşmek zorunda kalır. Güç kullanma eylemi, insani ihtiyaçları karşılama amacıyla kullanıldığı ölçüde meşru görülebilir.64

1.3.2.3. Karizma

Karizmatik meşruiyet, dini liderlik, kahramanlık, demogog ya da hatip, parti liderliği gibi kişisel özellikler dolayısıyla bireyin şahsından kaynaklanan özelliklerle elde edilen meşruiyettir. Karizmatik otorite sahibi bireyin yetenekleri Tanrı vergisi, sıradışı ve olağanüstüdür.65 Bu farklılık bireylerden kaynaklanmıyor olsa dahi, toplumun bireyi farklı algılaması, üstün kılan bazı meziyetlerle tanımlaması karizmanın, dolayısıyla karizmatik otoritenin oluşması için yeterlidir.

Karizmatik otorite (meşruluk) oldukça etkili ve kısa vadede sonuç getiren bir meşruiyet kaynağı olsa da, genellikle kısa ömürlü olmaktadır. Karizmatik liderlik ile meşruiyet tek kişide toplanır. Lider, sahip olduğu karizmayı ve meşruiyeti artırmaya çalışır. Sahip oldukları güç, liderleri beslendikleri meşruiyetten soyutlayıp çoğu zaman bağımsız ve özgür kılar.66 Bireyin, kendisini meşru gören halktan kopması, meşruiyetinin temel kaynağı olarak kendisini görmesi ile lider-meşruiyet arasındaki ayrım ortadan kalkar ve lider meşruiyetle eşdeğer hale gelir, ki bu durumu Weber ‘diktatörlük’ olarak adlandırmaktadır.

61 Ibid, s. 98.

62 Max Weber, “The Profession and Vocation of Politics”, Peter Lassman, Ronald Speiers (ed.), Weber -

Political Writings, Cambridge: Cambridge University Press, 1994, ss. 310-311.

63 Hannah Arendt, Şiddet Üzerine, Çev. Bülent Peker, İstanbul: İletişim Yayınları, 2006.

64 Giovanni Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, Çev. Tunçer Karamustafaoğlu ve Mehmet Turhan,

Ankara: Yetkin Yayınları, 1996, s. 356.

65 Max Weber, “Legitimacy, Politics and the State”, William Connolly (ed.), Legitimacy and the State, New

York; New York University Press, 1985, s. 33.

(22)

Karizmatik otorite sahibi liderin ölmesi ya da liderlikten ayrılması ile genellikle yeni bir karizmatik lider bulmak zor olmakta, bu nedenle çoğu zaman geleneksel, bazen de rasyonel meşruiyete sahip iktidarlar yönetime gelmektedir.67

1.4. Uluslararası Sistemde Meşruiyet

Meşruiyet kavramına ilişkin siyaset bilimi literatüründe yaşanan tanımlama sorunsalı diğer disiplinler için de geçerlidir. Özellikle Uluslararası İlişkiler disiplininde kavramın tanımlanması çabaları ve kavramla alakalı sorunların bertarafına yönelik araştırmalar daha somut bir biçimde gözlenmektedir. Meşruiyetin ne olduğu konusunun dışında uluslararası ilişkilerdeki meşruiyetin unsurlarını tespit etmek de zordur.

Seymour M. Lipset meşruiyeti, sistemin mevcut siyasal kurumlarının, toplum (uluslararası sistem) için en uygun oldukları inancını yerleştirip, muhafaza etme yetisi olarak tanımlamaktadır.68 Yani, bir kurum ya da sistemin menfaatlerini açıkça ifade edebilme, bazı grupların ihtiyaçlarına cevap verebilme/tedarik edebilme ve bu iki fonksiyonu otorite kullanarak ifa edebilme kabiliyetidir, meşruiyet.69 Dolayısıyla meşruiyetin iki ana unsuru, Hayes’e göre, temsil ve etkinlik olarak kabul edilebilir. Meşru sistemler ve kurumlar temsil ettikleri grupların isteklerini ve görüşlerini yansıtmalı, onlardan etkilenebilmeli, temsil ettikleri ve yönettikleri topluluğun çoğunluğunun ihtiyaçları çerçevesinde politikalar geliştirmelidir.

Temsil ve etkinlik dışında, uluslararası sistemde meşruiyet, varolan/mevcut politik kurumların uygunluğunun ve etkinliğinin korunması inancına ve ortaya çıkma kapasitesine de bağlıdır70, yani rıza. Weberyen gelenek çerçevesinde, kurumların uygun ve haklı

görülme derecesi ile uluslararası sistem tarafından siyasal iktidarın olağan bir yapı olarak algılanması71, uluslararası meşruiyetin rıza faktörünü oluşturmaktadır.

Meşruluk, Linz’e göre, siyasal kurumların eksikliklerine ve başarısızlıklarına rağmen, daha iyi ve verimli olabileceklerine, dolayısıyla itaat edilmeyi hak ettiklerine dair

67 Jary, “Legitimate Authority...”, s. 363.

68 Seymour Martin Lipset, Political Man, London: Mercury Books, 1963, ss. 87-90.

69 Fiona Hayes-Renshaw, “The Role of the Council”, Svein Andersen, Kjell A. Eliassen (ed.), The European

Union: How Democratic Is It?, London: Sage Publications, 1996, s. 144.

70 Christopher Lord, Democracy in the European Union, Sheffield: Sheffield Academic Press, 1998, s. 15. 71 Merelman, “Learning and...”, ss. 547-549.

(23)

inançlar bütüdür.72 Linz de Merelman gibi, meşruiyetteki rıza ve itaate vurgu yapmıştır. İtaate yani bireysel inanç ve haklı görme eylemine değinenler için, meşruluk toplumsal ve siyasal düzenin doğru olduğuna ilişkin bireysel inanç ya da toplumal kabuldür.73 Aynı

tanımlamadan yola çıkan Huntington da meşruiyetin kaynağında liderlerin yönetme haklarının olduğuna, halkın da itaat etmekle yükümlü olduğuna yönelik güçlü bir

toplumsal kabul olduğunu vurgular.74

Buraya kadar yapılan tanımlar, siyaset biliminden oldukça etkilenmiş ve temsil, itaat, rıza faktörleri çerçevesinde anlam kazanan tanımlar olmuştur. Uluslararası ilişkilerde siyaset biliminden bağımsız, özgün bir meşruiyet tanımlaması arayışında Thomas Franck önemli bir açığı kapatmıştır. Franck’a göre uluslararası ilişkilerde meşruiyetin dört göstergesi vardır. Daha doğru bir ifadeyle dört kriter üzerinden yapılacak sorgulama ile uluslararası ilişkilerde bir şeyin meşru olup olmadığını anlayabiliriz.75 Bunlar;

belirginlik/kesinlik (determinacy), biçimsel geçerlilik (symbolic validation), uygunluk (coherence) ve bağlılık (adherence) şeklinde sıralanabilir.

Belirginlik ve kesinlik, meşruiyeti sorgulanan aktöre ya da konuya ilişkin hukuk kurallarının belirgin ya da kesin bir anlama sahip olması demektir. Biçimsel geçerlilik, yetkiyi ifade eder ve bir hukuki işlemin veya eylemin yetkili bir makamca, hukukun öngördüğü biçim ve yönteme uygun olarak düzenlenmesi ve uygulanması gerekliliğini vurgular. Uygunluk, kuralların bir tutarlılık içinde, aynı koşullara sahip vakalarda aynı şekilde uygulanması içerir. Bu, kuralların bir hukuk düzeni içinde uygulandığı anlamına gelir. Bu sonucu doğuran başlıca etmenler, kuralların uygulanmasındaki tutarlılığın sağlayıcısı olan ilkelerdir. Bağlılık ise, bir hukuk kuralıyla ikincil nitelikteki kurallar manzumesi arasındaki bağı ifade eder. İkincil nitelikteki kurallar manzumesi, esas olarak, bir hukuk kuralının hazırlanması, yorumlanması ve uygulanmasıyla ilgili kurallardır.76

Franck dört yıl sonra kaleme aldığı başka bir makalesinde ise meşruiyeti sağlayan dört kriteri revize etmiş, biçimsel gerçeklilik (symbolic validation) yerine şecere/soy (pedigree)

72 Juan J. Linz, “Legitimacy of Democracy and the Socio-Economic System”, M. Dogan (ed.), Comparing

Pluralist ..., s. 65.

73 Max Kaase, “Political Alienation and Protest”, Mattei Dogan (ed.), Comparing Pluralist ..., s. 116. 74 Samuel P. Huntington, Üçüncü Dalga, Çev. Ergun Özbudun, Ankara: Yetkin Yayınları, 1996, s. 44. 75 Thomas M. Franck, “Legitimacy in the International System”, The American Journal of International Law,

Vol. 82, No. 4, 1988, s. 705–759. Ayrıca bakınız, Alan S. Weiner, “Use of Force and Contemporary Security Threats: Old Medicine for New Ills?”, Standford Law Review, Vol. 59, No. 1, 2006, s. 482–490.

76 Turgut Tahranlı, “Kuvvet Kullanma Meşruiyet ve Hukuk”,

(24)

kriterinden bahsetmiştir. Bu yeni kriter, tarihi süreçte kanunların köküne inmek ya da geçmişten gelen yasalaşma sürecine dayanmak olarak yorumlanmıştır.77

Franck’ın meşruiyet kriterleri sonrasında yapılacak bir tanım ile, uluslararası ilişkilerde meşruiyet, yasal sürece uygun bir biçimde oluşturulduğuna yönelik inanıştan kaynaklanan bir eylemin niteliğidir, ki bu eylemler (yani çıktılar) devamlı bir biçimde adalete/yasalara uygun olmalıdır.78

Jens Steffek ise Weber’in rasyonel-yasal meşruiyet kavramından hareketle, uluslararası bir otoriteyi meşru kılan üç özellikten bahsetmektedir; hükmetme algısının ve kabiliyetinin varolması, yasama sürecinin doğru/dürüst bir biçimde işlemesi, çıktıların/eylemlerin adil/yasalara uygun olması.79 Kısaca, karar alma prosedürlerinin açık olmasını ve süreç sonunda çıkan kararların adilliğini de eklemiştir. Rasyonel meşruiyete bir diğer vurgu Francis Fukuyama tarafından yapılmaktadır. Fukuyama tarihsel açıdan çok çeşitli meşruiyet türlerinin var olmasına karşın, günümüzde mevcut şartlarda meşruiyeti sağlayan tek aracın demokrasi olduğunu vurgulamakta,80 demokratik devletlerin oluşturduğu uluslararası sistemin meşruluğunun ulusal düzeyde anayasal, uluslararası düzeyde antlaşmalarla sağlandığını belirtmektedir. Özetle, Weberyen perspektifle bakıldığında, uluslararası sistemde meşruiyeti sağlamanın en etkin yöntemi rasyonel meşruiyettir. Uluslararası kuruluşlar, bir tartışma süreci neticesinde, uluslararası sistemin ruhuna uygun ve konsensüsle oluşturulan uluslararası hukuka uygun bir biçimde hazırlanan antlaşmalarla oluşturulurlar.81 Birden fazla devleti ilgilendiren sorunları çözmek amacıyla kurulan işlevsel uluslararası örgütler, devler kurumları ile analoji kurarak kendi bürokratik yapılarını oluştururlar. Bu bakımdan uluslararası örgütlerin meşruiyeti ile devletlerin meşruiyet kazanım şekilleri de aynı olabilmektedir. Devletlerde anayasaların sağladığı rasyonel meşruiyeti, uluslararası sistemde antlaşmalar sağlamaktadır.

Steffek’in meşruiyet kazanımını rasyonaliteyle sınırlı kılması, uluslararası kuruluşların hazırladıkları yasal prosedürlere uygun davranmasıyla meşruiyeti elde

77 Thomas M. Franck, “The Emerging Right to Democratic Governance”, The American Journal of

International Law, Vol. 86, No. 1, 1992, s. 49.

78 Jens Steffek, “The Power of Rational Discourse and the Legitimacy of International Governance”, EUI

Working Paper 2000/46, RSC, European University Institute, 2000, s. 18.

79 Jens Steffek, “Why IR Needs Legitimacy: A Rejoinder”, European Journal of International Relations,

Vol. 10, No. 3, 2004, s. 488.

80 Francis Fukuyama, Devlet İnşası: 21. Yüzyılda Dünya Düzeni ve Yönetişim, İstanbul: Remzi Kitabevi,

2005, ss. 39-43.

81 William Coplin, “International Law and Assumptions about the State System”, World Politics, Vol. 17,

(25)

edeceklelerini savunmasını eleştiren, Shane Mulligan, rızanın da oldukça önemli olduğunu ifade etmiştir.82

Siyaset bilimine nazaran Uluslararası İlişkiler disiplininde meşruiyete yönelik farklı bakış, bizatihi uluslararası sistemin yapısından kaynaklanmaktadır. Uluslararası sistem iç politik yapının hiyerarşik yapısına karşın anarşiktir.83 Bu anarşik yapıda devletler, iç

politik yapıda egemenliklerine dayalı olarak kurdukları meşruiyeti sağlamakta zorlanmaktadırlar. Bu nedenle devletler, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, dışsal (dış politikaya ait) meşruiyetlerini uluslararası örgütler/kuruluşlar vasıtasıyla tesis etme gayretinde olmuşlardır.84 Meşruiyet yoksunluğunun giderilmesinde çözüm uluslararası örgütlerde aranmasına rağmen, devletler ve diğer kurumlar kimlik bunalımı ve demokratik yapılanma sorunu yaşamaya devam etmiş, meşruiyet krizi ile yüz yüze kalmıştır.85

Uluslararası sistemde meşruiyet tartışmalarına realizm perspektifinden bakıldığında önemli bir ikilemle karşılaşılır. Uluslararası sistemin yapısı anarşik olduğu için meşru olabilecek herhangi bir uluslararası egemenlik mevcut olamaz; diğer taraftan, uluslararası egemenliği sağlamış bir otoritenin varlığı kabul edilse dahi, bu otorite uluslararası meşruiyet arayışında olmaz.86

Diğer taraftan, Kratochwil’in ifadesiyle, korku ve ilgi meşruiyete giden yolu açmaktadır.87 Uluslararası sistemin anarşik yapısı devletler üzerinde bir nevi korku oluşturmakta, bu korkuyu aşmak amacıyla devletler uluslararası kuruluşlara yönelmektedir.88 Bu bakış açısı uluslararası sistemde meşru bir örgütsel yapının oluşturulabileceğini savunan konstrüktivist yaklaşımı ifade etmektedir.

82 Mulligan, “Questioning...”, ss. 475-484.

83 Kenneth Waltz, Theory of International Politics, Reading: Addison-Wesley Publishing, 1979. 84 Gabriel Almond, Sidney Verba, The Civic Culture, Princeton: Princeton University Press, 1963. 85 Banchoff, Smith, “Conceptualizing Legitimacy...”, s. 1.

86 Steffek, “The Power of Rational Discourse...”, s. 9.

87 Friedrich Kratochwil, “The Force of Prescriptions”, International Organization, Vol. 38, No. 4, 1984, ss.

685-708.

88 Ian Hurd, “Legitimacy and Authority in International Politics”, International Organisations, Vol. 53, No.

(26)

İKİNCİ BÖLÜM: Avrupa Birliği’nde Meşruiyet Krizi

2.1. Kriz Çeşitleri ve Meşruiyet Krizi

Meşruiyet açığı ya da meşruiyet krizi prensip ile pratik arasındaki açığı, uyuşmazlığı, uçurumu ifade etmektedir.89 Sosyal yapı, kültürel değerler, ideolojik söylem

ya da rejimin niteliği gibi dinamikler arasındaki uyuşmazlık da meşruiyet krizine yol açmaktadır.90 Buna karşın devlet farklı çıkarları uzlaştırmada başarıya ulaşırsa, bu kez iş ahlakı ve rekabet dürtüsü, toplumsal bütünlüğü tehlikeye sokan bir güdülenme bunalımına yol açacak şekilde zayıflar.91 Meşruiyetini herhangi bir şekilde sağlamış bir iktidarın, meşruluğunu kazandığı değerlere aykırı eylemler gerçekleştirmesi, kendisine itaat eden halkın taleplerini karşılayamaması gibi nedenler dolayısıyla iktidarlar meşruiyet kayıpları yaşamaktadır. Özellikle demokratik yapıya sahip kurum ya da devletlerde tartışma konusu olan meşruiyet krizinin giderilmesinde, ‘demokratik prensip’ ve ‘hukukun üstünlüğü’ kombinasyonunun modern anayasal devlette güç kullanımını meşru kıldığına inanılmaktadır.92

Avrupa Birliği gibi yeni ulus-devlet dışı yapılar, formasyonlar oluştukça ‘gücün meşruiyeti’, ‘iktidar meşruiyeti’ gibi kavramların tartışılabilirliği artmış, uluslararası sistemde ‘meşruiyet krizi’ ya da ‘meşruiyet açığı’ diye tanımlayabileceğimiz metaforlar ortaya çıkmıştır.93 AB’de yaşanan meşruiyet krizi kompleks yapısı nedeniyle çözülmesi

zor bir çalışma alanıdır. Ancak bu kompleks yapı çözülmesi mümkün olmayan matematik problemleri gibi de algılanmamalıdır. Yapılması gereken, analizin anlaşılır kılınmasıdır. Bu amaçla meşruiyet sınıflandırmalara tabi tutulmalıdır. Meşruiyet, doğrudan ve dolaylı, yatay ve dikey, formal ve sosyal, girdi (input) ve çıktı (output) şeklinde dört farklı şekilde sınıflandırılabilir. Bu sınıflandırma ile paralel bir biçimde, meşruiyetin üç kriterinden de söz edilmelidir; demokrasi, performans ve kimlik.

Meşruiyet krizini kapitalist büyümenin kaçınılmaz bir sonucu olarak gören Jurgen Habermas, üç kriz nedeni, iki ana kriz başlığı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan dört farklı kriz çeşidinden bahseder. Her krizi input–output (girdi-çıktı) ilişkisiyle açıklamaya çalışan

89 Habermas, Legitimation Crisis, ss. 68-75. 90 Çetin, “İktidar ve Meşruiyet...”, s. 60.

91 Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları, 2004, s. 639.

92 M. L. Fernandez Esteban, The Rule of Law in the European Constitution, London: Kluwer Law Int., 1999,

s. 180.

(27)

Habermas94, farklı krizlerin birbirlerini tetikleyebileceğini de iddia etmektedir. Krizlerin tasnifinde kapitalist değerler, eleştirel anlamda önplanda tutulmuştur.

Tablo 2 – Kriz Nedenleri ve Kriz Çeşitleri95

Kriz Kaynakları Sistem Krizi Kimlik Krizi

Ekonomik Sistem Ekonomik Kriz ~

Siyasal Sistem Rasyonalite Krizi Meşruiyet Krizi

Sosyo-Kültürel Sistem ~ Motivasyon Krizi

Habermas’a göre, kapitalist toplumda meşruiyet bunalımına esas olarak ekonomik bunalım yol açmaktadır. Ekonomik kriz, liberal kapitalist sistemde yaşanan bir ikiliktir. Kapitalist devlet rekabete dayalı bir piyasa istemesine karşın, denetimi tamamen kaybetme taraftarı da değildir. Burada yaşanan dikotomi sistem kaynaklı bir ekonomi krizine yol açmaktadır.96 Kapital formasyon ‘sınırsız rekabeti’ öngörür. Liberal devlet anlayışında devlet, kolektif rekabet uzlaşısına aykırı davranan bireysel kapitalistlerin karşısında konumlandırılır. Yani özgürlüğü ve rekabeti teşvik etmesine karşın devlet, bugün, tam olarak kendisini üretim ve piyasa üzerindeki denetim etkinliğinden soyutlayamamaktadır. Kriz tam olarak bu noktada ortaya çıkmaktadır.

Siyasal kaynaklı krizler, siyasal sistemin olabildiğince yaygın bir “bağlılık” (loyalty) girdisi (input) ve olabildiğince egemen yönetici kararları şeklinde çıktıya (output) ihtiyaç duymasından, bu ihtiyaçların karşılanamamasından kaynaklanmaktadır. Burada olası bir “output krizi” rasyonalite krizi, “input krizi” ise meşruiyet krizi olarak adlandırılmaktadır.97

94 Aynı tasnifi Fritz Scharpf da yapmıştır. Scharpf’a göre sistem kaynaklı yetersizlikler output krizi,

demokratik prosedüre ilişkin yetersizlikler ise input krizi olarak adlandırılmaktadır. Michael Zürn, “Democratic Governance Beyond the Nation-State: The EU and Other International Institutions”, European Journal of International Relations, Vol. 6, No. 2, 2000, ss. 2-3.

95 Habermas, Legitimation Crisis, s. 45. 96 Ibid, s. 46.

Şekil

Tablo 2 – Kriz Nedenleri ve Kriz Çeşitleri 95

Referanslar

Benzer Belgeler

lenen kitap topluluklarını daha da büyük, daha da çok çeşitli gösterdiği fuar alanından çıkışta, buralara nerelerden geçerek geldiğimi­ zi düşündüm..

Sempozyum sırasında Tartışmalı Konular, Güncel Tedaviler, Deri Kanserlerinde İzlem, Deri Kanserlerinde Yönetimi Zor Tablolar, Psoriasis, Dermatoloji Gündeminde Yeni

Bütün bu deformiteler için hem en hem en aynı teknik uygulanabilm ektedir, Öncelikle sağlam tarafta Eros yayının üzerinden kolumella nm tabanına kadar olan

Sığınmacı sayısındaki artış, üye ülkeler arasındaki ortak politika oluşturma yönündeki çalışmalarda bazı sorunların çıkmasına yol açmıştır. Devletler

**: Eşeylere göre, avlanabilir boyun üzerindeki (≥ 9 cm) bireylerin ortalama vücut ağırlıkları esas alınmıştır. Keban bölgesinde tahmin edilen toplam

Filmlerinde Türk ulusunu tebessüm ettiren Hazinses, çok yönlü bir sanatçı olduğunu, güfte ve beste çalışmalarıyla da kanıtlamıştı.. Başbakan Bülent Ecevlt:

✓Homozigot GenSaf-Arı Döl • Dişi ve erkekten gelen genlerin aynı özellikte olması durumudur.. ✓Heterozigot GenMelez Döl • Dişi ve erkekten gelen genlerin farklı

celiaca'nm ba§langici duzeyinde literalOrde (GhoshaL 1975; Evans ve Christensen, 1979) olma ihtimalinden bahsedHen phrenic dal ~Iktlgl beJirlenmi~tir. Piyeslerimizin