• Sonuç bulunamadı

2.4. Avrupa Birliği’nde Meşruiyet Krizinin Dinamikleri

2.4.2. Meşruiyet Krizinde Kimlik: Kimdir ‘Avrupalı’?

Kimlik, bir bireyi veya nesneyi nitelendiren, kendilerine has özelliklerini ifade eden bir kavram olarak tanımlanabilir.167 Kimlik tanımında bireyin ya da nesnenin ne olduğunu, ne olmak istediğini bilmesi kadar ne olmadığını ve ne olmak istemediğini bilmesi de önemlidir.168

Buradan hareketle kimlik oluşumunun iki temel öğesinin ben ve öteki olduğu belirtmekte fayda vardır. Ben, ötekiye göre kendisini tanımlar. Ya ötekiyle aynı özellikleri tanımlar, dolayısıyla olduğu ve olmak istediğini beyan eder ve yaşar; ya da ötekideki beğenmediği kusurları ifşa ederek ne olmadığını ya da ne olmayacağını ifade eder.169

Dolayısıyla muhatap bulamayacak bir ben kimlik oluşturma sürecinden mahrum kalacaktır. Bu kötümser tablonun sonucu; ötekiyi bulamayacak bir ben’in zamanla yok olacağı gerçeğidir. Burada bahsedilen ötekileştirme kimlik oluşumunun temel dinamiğidir. Ancak önemli olan ötekileştirmenin gerçekleşmesi değil, ötekileştirmenin nasıl gerçekleştiğidir.170 Ve ben, ötekiye olan bağımlılığı, muhtaciyeti nedeniyle zaman zaman krizler yaşamaktadır.

166 Ralf Dahrendorf, “The Challenge for Democracy: Making Sense of the EU”, Journal of Democracy, Vol.

14, No. 4, 2003, s. 102.

167 Şaban H. Çalış, “Ulus, Devlet, Kimlik Labirentinde Türk Dış Politikası”, Şaban Çalış, İhsan Dağı,

Ramazan Gözen (ed.), Türkiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, Ankara: Liberte Yayınları, 2001, s. 12.

168 Ibid, s. 13.

169 Çalış, “Ulus, Devlet, Kimlik...”, ss. 12-13.

170 F. H. Burak Erdenir, Avrupa Kimliği: Pan-Milliyetçilikten Post-Milliyetçiliğe, Ankara: Ümit Yayınları,

Kimlik krizi olarak adlandırabileceğimiz bu süreç, eski kimlik kalıplarının yeni zuhur etmiş şartlara ayak uydurma zorunluluğu, buna mukabil muhtemel ayak uyduramama sendromu olarak tanımlanabilir.171

AB ölçeğinde kimlik krizine bakıldığı zaman, Avrupalı kimliğinin kavramsal ve pratik uygulama alanında gergin bir krizle karşı karşıya olduğunu açıkça ifade edebiliriz. Soğuk Savaş döneminde güvenliğe dayalı ortak bir kimliğin varlığı yadsınamaz. Ancak SSCB’nin dağılması ile güvenlik endişesi kısmen ortadan kalkan Avrupa’da yeni bir ortak kimlik inşa edilememiştir, Scharpf’ın keskin tanımı ile “Avrupa’da ortak bir kimlik algısı yoktur”172. Avrupa’nın SSCB’den sonra yeni bir öteki bulmakta zorlandığı aşikardır. Bugün yaşanan kimlik krizinde üye devletlerin farklı değerler ve politik erekleri paylaşması ile Batı, Orta ve Doğu Avrupa’nın tarihin mirası olan farklı kültürel altyapılarının varlığı oldukça önemli bir yer tutmaktadır.173 Avrupa’da yaşanan bu ayrım coğrafi sınırlarla izah edilemez. Ayrım tarih boyunca süregelen tarihi hizipleşmelerin ürünüdür. Roma ve Bizans arasında yüzyıllar süren hizipleşme, 174 ardında coğrafyada yaşanan din savaşları ve son olarak yaşanan Soğuk Savaş, bahsedilen coğrafyada Demir

Perde kadar soyut, ama bir o kadar da keskin bir sınırın çizilmesine neden olmuştur. 175

Avrupa için ötekileştirme süreci çok eskilere dayanmaktadır. Roma’nın ikiye ayrılması ve Doğu ile Batı Roma arasındaki hizipleşenin Avrupa kimliğinin oluşumunda önemli rolü olduğu ifade edilmektedir.176 Sonrasında Avrupa kimliğinin oluşumunda,

‘barbarlar’ olarak anılan Hunlar, Moğollar, Müslümanlar ve son halkada ‘Türklerin’ üstlendiği ötekilik rolü yadsınamaz bir gerçekliktir.177 Ancak Avrupa kimliğinin oluşumunda hiç kuşkusuz en önemli öteki İslam olmuştur. İslamiyetin Avrupa için ortak düşman olması, Avrupa’daki çok farkı etnik kültürleri ortak bir çatı altında toplanmasına neden olmuştur. Avrupa’nın kültürel bir kimlik oluşturma sürecinde İslam-Hristiyanlık

171 Kimlik krizinin ortaya çıkış nedenleri ve ben’in bu kriz sendromunu aşma kabiliyeti hakkında önemli bir

tespit için bkz. William Bloom, Personal Identity, National Identity and International Relations, Cambridge: Cambridge University Press, 1990.

172 Kees Van Kersbergen, Frans Van Waarden, “‘Governance’ as a Bridge Between Disciplines: Cross-

Disciplinary Inspiration Regarding Shifts in Governance and Problems of Governability, Accountability and Legitimacy”, European Journal of Political Research, Vol. 43, No. 2, 2004, s. 159.

173 Anna Urban, “EU Enlargement, EU Identity, Culture and National Identity in the Eastern Regions”,

European Integration Studies, Vol. 2, No. 2, 2003, s. 47.

174 Norman Davies, Avrupa Tarihi, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara: İmge Kitabevi, 2006, ss. 173-187. 175 Anthony Wood, Europe: 1815-1960, Essex: Longman, 1991, ss. 460-467.

176 A. Nuri Yurdusev, “Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Türk Kimliği”, Atila Eralp (ed.), Türkiye ve Avrupa,

Ankara: İmge Kitabevi, 1997, s. 34.

177 Şaban H. Çalış, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri: Kimlik Arayışı, Politik Aktörler ve Değişim,

çatışması önemli bir metafor olmuştur.178 Ve bu çatışmanın bir ürünü olan Haçlı Savaşları, Avrupa kimliğine kültürel birlik sağlayan en önemli olaylardandır.179 Avrupa kimliğinin

oluşum sürecinde aydınlanma ile başlayan sekülerleşme, Avrupalıların dünyaya dini gözle bakmalarına son verip, kendi kimliklerini ön plana çıkarmalarına neden olmuştur. Bu tarihi süreç sonucunda Avrupa kimliğinin anahtar sözcüklerini şöyle sıralayabiliriz: Hristiyanlık, hümanizm, akılcılık, bilim.180

Avrupa kimliği ‘Amerikalılık’, ‘Asyalılık’ ve ‘Afrikalılık’ gibi XIX. yüzyıl sonrasının bir ürünü değildir, der Anthony Pagden.181 Ve bu varsayımına binane Avrupa kimliğinin tarihi tecrübesinden kaynaklanan ulviyetini savunur. Avrupadaki bütün ulusların yeri geldiğinde, Francis Bacon’a atıfla, ‘Biz Avrupalılar’ diyebildiğini anımsatan Pagden, Avrupa kimliğinin Antikiteden Avrupa Birliği’ne değin var olduğunu savunur.182

Uzun bir tarihi süreç sonunda oluşan Avrupa kimliği malesef bugünkü AB’de hayat bulamamıştır. Zaten AB kimliğini diğer ulusal kimlikler gibi bütünleştirici ve birleştirici olarak görmek haksızlık yapmak olacaktır. Çünkü AB kimliği bir üst kimliktir. Kimliklerin kimliğidir. AB’ye üye olan devletler de bunun farkında olmanın verdiği güvenle AB üyeliğini gerçekleştirmektedirler.

Güçlü bir Avrupalılık kimliğinin (AB kimliği) karşısındaki en büyük engel, yine Avrupalıların kendileridir.183 AB kimliği tarihi bir süreç neticesinde bir sivil toplum insiyatifi olarak oluşmamıştır. Avrupa Birliği kimliği elit zümrenin, AB yönetici elitinin istekleri ve programları dahilinde oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu da kimlik bilincinin oluşmasında ve kabul edilmesinde zorluklara neden olmaktadır.

AB kimliği oluşum sürecinde yaşanan aksaklıklar Avrupa’da bir ortak bilinç,

Avrupa kamuoyu oluşmasını da engellemektedir. AB halkı ile Birlik arasındaki kopukluk, var olan derin mesafe Birlik halkının Birlik politikalarından bihaber olmalarına neden olmakta, halkı katılımcı ve müzakereci demokrasi anlayışından uzak tutmaktadır.184 Bu

ıraklık, Avrupa’da gerçek anlamda bir kamuoyunun oluşmasını engellemekte, bu da

178 Gerard Delanty, Avrupa’nın İcadı, Çev. Hüsamettin İnaç, Ankara: Adres Yayınları, 2004, ss. 1-49. 179 Yurdusev, “Avrupa Kimliğinin...”, s. 36.

180 Edgar Morin, Avrupa’yı Düşünmek, Çev. Şirin Tekeli, İstanbul: Afa Yayınları, 1995, s. 141.

181 Anthony Pagden, “Europe: Conceptualizing a Continent”, Anthony Pagden (ed.), The Idea of Europe:

From Antiquity to the European Union, Cambridge: Woodrow Wilson Center Press & Cambridge University Press, 2002, s. 33.

182 Ibid, ss.

183 Hagen Schulze, Avrupa’da Ulus ve Devlet, Çev. Timuçin Binder, İstanbul: Literatür Yayınları, 2005, s.

314.

184 Ronald Inglehart, “An End to European Integration?”, The American Political Science Rewiev, Vol. 61,

Avrupa’da kimliğe bağlı olarak meşruiyet krizinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.185 Parlamenter demokrasilerde olması gereken bir takım aygıtların AB’de olmaması da demokratik açığı/meşruiyet krizini perçinlemektedir. AB’de gerçek anlamda bir parti sistemi mevcut değildir. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Birlikle alakalı konulardan çok ulusal konular tartışılmaktadır. Ayrıca üye devletlerin farklı kültürel ve sosyal öğretileri, farklı kamuoyu öğelerinin oluşmasına neden olmaktadır. Uluslararası sorunlara üye devletlerin bireysel ve birbirinden farklı tepkiler göstermesi halkı etkilemekte, üye devlet halkları arasında köprü kurulmasını, dolayısıyla Avrupa kamuoyunun oluşmasını engellemektedir.186

Avrupa kamuoyunun olmadığı, Avrupa’da (AB) ortak bir bilincin olmadığının en son ve en somut örneği, en son gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılımda gözlemlenmiştir. Henüz 10 yeni üyenin katılımlarından duyulan coşkun heyecan tazeliğini korurken (Mayıs 2004) Avrupa Parlamentosu'nun altıncı doğrudan ve genel seçimi 10–13 Haziran 2004 tarihleri arasında gerçekleşti. Sonuçlar açıklandığı zaman, seçimlerden bir ay önce başlayan heyecan fırtınasını dindi. Çünkü seçimler Avrupa Parlamentosu seçimleri tarihinin en düşük katılımıyla gerçekleşmişti, % 45. Özellikle Topluluğa yeni katılan Doğu Avrupa ülkelerinde seçimlere olan ilgisizlik187 ve düşük katılım, Avrupa Toplumunda hayal kırıklığına neden olmuştur. 2004 Seçimlerinin en çok merak edilen yönü Avrupa Birliği'ne 1 Mayıs 2004 tarihi itibariyle üye olan eski Doğu Bloğu ülkelerinin seçimlerde sergileyecekleri tutumları idi. Bu seçimler yeni üye devletlerin Avrupa Birliği'ni benimseme derecelerini ortaya koyacaktı, deyim yerindeyse "samimiyetlerini ölçecekti". Ancak yeni üye devletler içerisinde ekonomisi ve nüfusu ile büyük devlet olarak kabul edilen Polonya'da yüzde 20, Çek Cumhuriyeti'nde ise yüzde 28 olmuştur. Hem parlamenter katılımcı demokrasi için, hem bu devletlerin hükümetleri için, hem de bu devletlerin katılımını coşkuyla karşılayan Avrupa Birliği için hayal kırıcı olmuştur.

2004 Seçimlerinin en önemli özelliği "seçimlere yönelik ilgisizliği" engelleyememiş olmasıdır. İlk genel doğrudan seçimlerin yapıldığı 1979 yılından son seçimlerin yapıldığı 2004'e kadar seçimlere olan ilgi her seçimde daha da azalmıştır.

185 Erik Oddvar Eriksen, John Erik Fossom, “Democracy Through Strong Publics in the European Union?”,

Journal of Common Market Studies, Vol 40. No. 3, 2002, ss. 401-424.

186 Sanem Baykal, “Avrupa Birliği’nin Geleceği: Meşruiyet Sorunu, Anayasalaşma Süreci ve Bütünleşmenin

Nihai Hedefi”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, 2004, ss. 132-133.

187 Yüzde 45,7'lik katılım ile Avrupa Parlamentosu seçimleri tarihinin en düşük katılımlı seçimi olmuştur.

Seçimlerde katılımın en yüksek olduğu ilk üç ülke sırasıyla yüzde 90,81 ile Belçika, yüzde 89 ile Lüksemburg, yüzde 84,4 ile Malta olmuştur. Seçimlere en düşük katılımın gerçekleştiği ilk üç ülke ise yüzde 17 ile Slovakya, yüzde 20,88 ile Polonya ve yüzde 26,8 ile Estonya olmuştur

Seçimlere katılım "1979'da yüzde 63, 1984'te yüzde 61, 1989'da yüzde 58,5, 1994'te yüzde 56,8, 1999'da yüzde 49,8, 2004 seçimlerinde ise en düşük oran olan yüzde 45,7 olmuştur"188. Oysa Avrupa Parlamentosu seçimlerine 1979'dan beri Avrupa bütünleşme

sürecice dahil ülkelerin vatandaşlarının katılması sağlanarak Avrupa Parlamentosu'nun demokratik meşruluğu artırılmak ve Avrupa halkının Avrupa Parlamentosu’na sahip çıkması amaçlanmıştır. Ancak halkın Parlamento hakkında yeterince bilinçlendirilmemesi, halkın Birlik politikalarına yönelik memnuniyetsizliklerini seçimle değiştiremeyeceğinin farkında olması (yürütme erki olan Komisyon ve karar almanın başı Konsey halk denetimine tabi değildir) halkın seçimlere katılımına ket vurmaktadır. Farklı ulusları birleştirebilecek en güçlü araçlardan olan seçimlerin, düşük katılımlarla gerçekleşmesi Avrupa’da ortak bir bilinç ve kamuoyu oluşumunu da sekteye uğratmaktadır.

Sonuç itibariyle, AB’nin otoritesinin kaynağıyla ilgili olarak, üye devlet vatandaşlarını ortak bir ulusmuşçasına egemenliği altına alan ve bu vatandaşlar üzerinde egemenlik hakkını kullanmaya çalışan AB’nin, ulus devletlere ve bu devletlerin sahip olduğu kurumsal yapılara benzer yapılar kurma zorunluluğu vardır. Yaşanan iki dünya savaşı –özellikle ikincisi- sonrasında Avrupalı devletler öncelikle fiziksel güvenliklerini sağlamak, ardından ise global ekonomik sisteme dahil olmak amacıyla egemenliklerinde kısmi fedakarlıklar yapmışlardır. AB tam da böyle bir sürecin ürünüdür. Ulus devlet vatandaşlarına danışılmaksızın, elitist bir proje olan189 AB’nin yürürlüğe girmesi, başından itibaren halktan kopuk bir yapılanma olmuş, bu anlamda halkın tanımadığı, merak etmediği, istese dahi dahil olamadığı, halktan kopuk bir yapılanma olarak kalmıştır. Bu bakımdan AB, kendisini oluşturan ulus devletlerin bir takım egemenlik haklarına, bu egemenliği üye devlet vatandaşları üzerinde uygulama hakkına sahip olmuştur. Bu hak üye devlet vatandaşlarınca sağlanan bir hak olmalıydı. Avrupa ideali ya da ortak Avrupa bilinci oluşmadığı, “Avrupalı kimdir?” sorusuna cevap verilemediği müddetçe190 AB’nin vatandaşlar üzerinde hakimiyeti meşru sayılamaz. Netice itibariyle ulus devletlerde olduğu haliyle, Birlik hükümetinin sahip olduğu otoriteyle, vatandaşların sadakati/kabulü arasında bir açık oluşmuş, işte bu açık meşruiyet krizine yol açmıştır.

188 http://www.elections2004.eu.int/ep-election/sites/en/results1306/turnout_ep/graphical.html.

189 Walter Hallstein, United Europe: Challenge and Opportunity, London: Oxford University Press, 1962, ss.

68-72.