• Sonuç bulunamadı

Turizm gelirleri ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki: Türkiye örneği (2003-2017)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Turizm gelirleri ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki: Türkiye örneği (2003-2017)"

Copied!
115
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

İKTİSAT BİLİM DALI

TURİZM GELİRLERİ ve EKONOMİK BÜYÜME

ARASINDAKİ İLİŞKİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ (2003-2017)

Şeyma TORBA

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Dr. Öğr. Üyesi Savaş ERDOĞAN

(2)
(3)
(4)

ÖNSÖZ

Bu günlere gelmemdeki emekleri ve sabırları için öncelikle sevgili aileme, canım ablam Şadiye ÖZYAŞAMIŞ’a, hayat arkadaşım Anıl Talat BALCIOĞLU’na ve desteğini hiçbir zaman esirgemeyen sevgili arkadaşım Merve ÖZTAŞ’a sevgilerimi sunarım.

Ayrıca bilgi ve deneyimleri ile hazırlamış olduğum çalışmadaki katkılarından dolayı çok değerli Sayın Dr. Öğr. Üyesi Savaş ERDOĞAN’a teşekkür ederim. Bu süreçte her konuda bana yardımcı olan ve hayatımın birçok noktasında örnek alacağım hocadan çok ablam yerine koyduğum Arş. Gör. Ayşen EDİRNELİGİL’e minnettarlarımı sunarım.

(5)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı Şeyma Torba Numarası 164226001009 Ana Bilim / Bilim Dalı İKTİSAT/ İKTİSAT

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Dr. Öğr. Üyesi Savaş Erdoğan

Tezin Adı Turizm Gelirleri ve Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki: Türkiye Örneği (2003-2017)

ÖZET

Turizm, gelişmekte olan ülke ekonomileri için sosyal, kültürel ve ekonomik bağlamda değerlendirildiğinde önemli hizmet sektörlerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca turizm gelirleri ihracat gibi ülkeye döviz girişi sağlayarak ödemeler bilançosu açıklarını gidermekteki rolü açısından önemli unsurlardan birisidir. Çeşitli alanlarda ise istihdam alanları yaratmaktadır. Bu bağlamda turizm gelirleri ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin ne yönde olduğu konusu önem kazanmıştır. Bu amaçtan yola çıkılarak çalışmada, 2003/1-2017/4 dönemleri arası turizm gelirleri ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki ADF Birim Kök Testi ve Granger Nedensellik Testi ile ortaya konulmaya çalışılmıştır. Uygulama sonuçlarına göre; %10 anlamlılık düzeyinde ekonomik büyümeden turizm gelirlerine doğru tek taraflı bir nedenselliğin olduğu söz konusu olmuştur.

Anahtar Kelimeler: Ekonomik Büyüme, Ödemeler Bilançosu, Turizm Gelirleri, Birim Kök Testi, Granger Nedensellik.

(6)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

SUMMARY

Tourism is one of the important service sectors in the social, cultural and economic context for developing countries. In addition, tourism revenues are one of the important factors in terms of their role in eliminating the balance of payments by providing foreign exchange inflow to the country such as exports. It creates employment areas in various fields. In this context, the relationship between tourism revenues and economic growth has gained importance. For this purpose in this study, the relationship between tourism income and economic growth between the periods 2003/1-2017/4 is tried to be demonstrated by ADF Unit Root Test and Granger Causality Test. According to results of the application; at the level of 10% significance, there is a one-way causality relation from economic growth to tourism revenues.

Keywords: Economic Growth, Balance of Payments, Tourism Revenues, Unit Root Test, Granger Causality.

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı Şeyma TORBA Numarası 164226001009 Ana Bilim / Bilim Dalı İKTİSAT/ İKTİSAT

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Dr. Öğr. Üyesi Savaş ERDOĞAN

(7)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK ... ii

TEZ KABUL FORMU ... iii

ÖNSÖZ ... iv

ÖZET ... v

SUMMARY ... vi

KISALTMALAR LİSTESİ ... x

ŞEKİLLER LİSTESİ ... xi

TABLOLAR LİSTESİ ... xii

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM EKONOMİK BÜYÜME TANIMI VE TEORİLERİ 1.1.Ekonomik Büyüme ... 3

1.2.Ekonomik Büyüme Modelleri ... 5

1.2.1. Klasik Büyüme Modelleri ...6

1.2.1.1. Adam Smith ve Büyüme Yaklaşımı ... 6

1.2.1.2. Thomas R. Malthus ve Büyüme Yaklaşımı ... 7

1.2.1.3.David Ricardo ve Büyüme Yaklaşımı ... 9

1.2.2.Keynesyen Büyüme Teorisi ...11

1.2.3. Harrod- Domar Büyüme Teorisi ...13

1.2.4. Solow (Neo-Klasik) Büyüme Modelleri ...15

1.2.5. İçsel Büyüme Modelleri ...21

İKİNCİ BÖLÜM ÖDEMELER BİLANÇOSU KAVRAMI TANIMI HESAP GRUPLARI VE TURİZM 2.1. Ödemeler Bilançosu Tanımı ve Temel Özellikleri ... 23

(8)

2.2. Ödemeler Bilançosu Hesap Grupları ... 26

2.2.1. Cari İşlemler Hesabı ...26

2.2.1.1. Mal Ticareti Hesabı ... 26

2.2.1.2. Hizmet Ticareti Hesabı ... 27

2.2.1.3. Birincil Gelir Hesabı ... 28

2.2.1.4. İkincil Gelir Hesabı ... 29

2.2.2. Sermaye Hesabı ...29

2.2.3. Finans Hesabı ...30

2.2.2.1. Uzun Süreli Sermaye Hareketleri ... 31

2.2.2.2. Kısa Süreli Sermaye Hareketleri ... 31

2.2.3. Resmi Rezervler Hesabı...32

2.2.4. Net Hata ve Noksan Hesabı ...33

2.3. Ödemeler Bilançosu Denge ve Dengesizlik Durumları ... 35

2.4. Ödemeler Bilançosunun Bir Alt Başlığı Olarak Turizm ... 36

2.4.1. Turizm Kavramının Tanımı ...36

2.4.2. Turizm Sektörü ve Özellikleri ...38

2.4.3. Turizm Sektörü Çeşitleri ...39

2.4.3.1. Dış Turizm ... 40

2.4.3.1.1. Aktif Dış Turizm ... 40

2.4.3.1.2. Pasif Dış Turizm ... 41

2.4.3.2. İç Turizm ... 41

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TURİZMİN TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ YERİ 3.1. Turizm ve Türkiye Ekonomisi ... 43

3.2. Turizm ve Türkiye Ekonomisine Etkileri ... 51

3.2.1 Türkiye Dış Ticaret Açıkları ve Turizmin Kapatma Payı ...51

3.2.2. İhracat, İthalat ve Turizm...52

3.2.3. Turizm ve İstihdam ...54

(9)

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

TURİZM GELİRLERİ VE EKONOMİK BÜYÜME İLİŞKİSİ ÜZERİNE LİTERATÜR TARAMASI VE AMPİRİK BİR UYGULAMA

4.1. Literatür Taraması ... 64

4.2. Ekonometrik Metedoloji ... 72

4.2.1. Zaman Serisi Kavramı Tanımı ve Özellikleri ...73

4.2.2. Birim Kök Testi Analizi ...74

4.2.3. Nedensellik Testi Analizi ...78

4.3. Veri Seti ve Yöntem ... 86

4.3.1. Ekonometrik Bulgular ...86

4.3.1.1. Birim Kök Testi Sonuçları ... 87

4.3.1.2. Granger Nedensellik Testi Sonuçları ... 89

SONUÇ ... 92

(10)

KISALTMALAR LİSTESİ

ADF: Genişletilmiş Dickey- Fuller

AIC: Akaike Bilgi Kriteri

AIEST: Uluslararası Bilimsel Turizm Uzmanları Birliği

ARDL: Otoregresif Dağıtılmış Gecikme Modeli

DF: Dickey- Fuller DTA: Dış Ticaret Açığı

EVDS: Merkez Bankası Elektronik Veri Dağıtım Sistemi

GSMH: Gayri Safi Milli Hasıla

GSYİH: Gayri Safi Yurtiçi Hasıla

HTKT: Hata Terimleri Kareleri Toplamı

IMF: Uluslararası Para Fonu

SDR: Özel Çekme Hakları

TL: Türk Lirası

TÜİK: Türkiye İstatistik Kurumu

UDY: Uluslararası Doğrudan Yatırım

VAR: Vektör Oto Regresyon Modeli

(11)

ŞEKİLLER LİSTESİ

Şekil 1: . İş Gücü Başına Sermaye ve İşgücü Başına Çıktı ... 17 Şekil 2: . Emek Başına Durgun Durum Sermaye Düzeyi ... 19 Şekil 3: . Turizm Sektörü UDY’ nin Toplam UDY İçindeki Yüzdelik Payı ... 59

(12)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1: Nüfus ve Çıktı Büyüme Hızlarının Uyumsuzluğu ... 8

Tablo 2: Turizm Gelirleri, Toplam Ziyareti Sayısı (2003-2018). ... 44

Tablo 3: 2003-2018 Yabancı ve Yurtdışı İkametli Vatandaş Turizm Geliri ve Kişi Başı Ortalama Harcamaları (Milyon $) ... 46

Tablo 4: 2018* Yılı Yabancıların Ülkeye Giriş Yaptıkları İller ... 47

Tablo 5: Türkiye’ye Gelen Turistlerin Aylara ve Yıllara Göre Dağılımı ... 48

Tablo 6: Türkiye’ye Turist Gönderen İlk 15 Ülke ... 49

Tablo 7: Türkiye’ye Turist Gönderen İlk 15 Ülkenin Yıllara Göre Payları ve Değişim Oranları (%). ... 50

Tablo 8: 2003-2018 Yılları Arası Turizm Gelirlerinin Dış Ticareti Kapatma Payı ... 52

Tablo 9: Turizm Gelirlerinin İhracata Oranı (bin $) ... 53

Tablo 10: Turizm Giderlerinin İthalata Oranı (bin $). ... 54

Tablo 11: Hizmet Sektörü İstihdamı ve Turizm İstihdamı İçindeki Payı (bin kişi) . 56 Tablo 12: Toplam UDY, Hizmet ve Turizm Sektörü UDY (Milyon $) ... 58

Tablo 13: Turizm Gelirlerinin Yıllar İtibari ile GSYİH Direk Katkısı (Milyar $) .... 61

Tablo 14: : Turizm Gelirlerinin Yıllar İtibari ile GSYİH Toplam Katkısı ve Büyüme Oranları ... 62

Tablo 15: Ekonomik Büyüme ve Turizm Gelirleri Üzerine Literatür Özeti ... 69

Tablo 16: GSYİH Serisi Düzeyde ADF Birim Kök Testi Sonuçları ... 87

Tablo 17: Turizm Gelirleri Düzeyde ADF Birim Kök Testi Sonuçları ... 88

Tablo 18: Turizm Gelirleri Serisi I. Fark ADF Birim Kök Testi Sonuçları ... 89

Tablo 19: Akaiki Bilgi Kriteri ... 90

(13)

GİRİŞ

Turizm ülkeye kolay yollardan döviz girdisi sağlayan, ekonomiyi doğrudan ve dolaylı yoldan etkileyerek işsizlik enflasyon gibi temel makroekonomik bileşenlere etti eden hizmet sektörlerinden bir tanesidir. Türkiye’de turizm özellikle 1980 yıllardan sonra büyüyen ve gelişen bir sektör haline gelmiştir. 5 Ocak 1980 kararları ile birlikte Türkiye ihracata dayalı büyüme politikalarına ağırlık vermiştir. Bu durum turizm sektörün teşvik edilmesi ve önemli bir sektör olarak karşımıza çıkmasında atılan ilk adımlardır.

Türkiye gibi turizm açısından geniş yelpazeye sahip bir ülke için bu sektörden elde edilecek gelirlerin ülke ekonomisine çeşitli yollardan katkı sağlayacağı açıktır. Turizm sektörü emek yoğun bir sektörüdür ve bu sektörün büyüyüp gelişmesi yeni iş alanları yaratmada ve işsizliğin azalmasında bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. 1980 yılından sonra yaşanan gelişmelerle birlikte turizm sektörü, yabancı yatırımcılarında ülkemize gelmesinde olumlu katkılar sağlamıştır. 2005 yılında turizm sektörüne yapılan yatırım 33 milyon dolarken 2018 yılında bu rakam 238 milyon dolara ulaşmıştır. Ayrıca turizm gelirlerinin gayri safi yurt hasılaya katkısı günümüz itibari ile yaklaşık %12 dir. Bu katkının zamanla artacağı beklenmektedir. 2018 yılında dış ticaret açığının %53,58’i turizm gelirleri sayesinde kapatılabilmiştir.

Turizm sektöründen elde edilen gelirler birçok makroekonomik açıdan sonuç doğurabilmektedir. Ülke ekonomisinin GSYİH’ sına sağladığı katkılar bağlamında değerlendirildiğinde yapılan literatür çalışmalarında varılan sonuçların farklılık gözettiği görülmüştür. Türkiye gerek konum olarak gerekse iklim olarak sahip olduğu güzelliklerle birlikte, ülkeye yabancı turist çekme potansiyelini ne derece doğru kullanabildiği ve ekonomik büyüme ile olan ilişkisi çalışmanın odak noktası olmuştur. Bu bağlamda yapılan çalışmada turizm gelirleri ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki ekonometrik analiz yardımıyla ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Çalışmanın ilk bölümünde ekonomik büyüme kavramları ve modelleri ayrıntılı bir biçimde ele alınacaktır. İkinci bölümde ise ödemeler bilançosunun tanımı ve kalemleri detaylandırılarak turizm kavramı hakkında kısaca bilgi verilecektir. Üçüncü bölümde ise Türkiye’nin turizm gelirleri ile önemli makroekonomik

(14)

göstergelerin karşılaştırılması yapılarak turizm sektörünün Türkiye ekonomisi açısından yeri ve öneminin ne olduğu gösterilmeye çalışılacaktır. Son bölümü oluşturan dördüncü bölümde ise konu ile ilgili literatür taraması yapılarak, Türkiye ekonomisi için turizm gelirleri ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin ne yönde olduğu tespit etmek maksadıyla, değişkenler çeşitli ekonometrik analize tabi tutularak incelenecektir.

(15)

BİRİNCİ BÖLÜM

EKONOMİK BÜYÜME TANIMI VE TEORİLERİ

Çalışmanın ilk bölümünü oluşturan ekonomik büyüme kavramı geniş anlamda incelenerek tanımı ve ekonomik büyüme üzerine geliştirilen teorileri ayrıntılı şekilde incelenecektir.

1.1.Ekonomik Büyüme

Ekonomik büyüme, her ülke için önemli bir kavramdır. Fakat gelişmekte olan ülkeler refah düzeylerini artırabilmek ve daha iyi yaşam standartlarına ulaşabilmek için ekonomik büyümeyi iktisadi bir amaç haline getirmişlerdir (Öğüt, 2017: 12). Ekonomik büyüme, gayri safi yurt içi hasılanın (GSYİH) reel olarak artmasıdır. Bir ekonomide reel GSYİH bir önceki yıla göre artış gösteriyor ise ekonomi iktisadi bakımdan büyüyor demektir (Bocutoğlu, 2014: 61).

Ekonomik büyüme aynı zamanda bir ülke ekonomisinin üretim kapasitesindeki artıştır. Üretim kapasitesindeki artışlar genellikle ülkenin toplam gelirini gösteren GSYİH verileri ile ölçülür (Güler, 2017; 3). GSYİH bir ekonomide bir yıllık bir dönemde ülke içinde (yurt içinde) üretilen nihai malların değerleri toplamıdır. GSYİH’da önemli olan etmen üretimin ülke sınırları içinde gerçekleşmesidir. Örneğin; Türkiye’de üretim yapan bir Alman firmasının ürün değeri GSYİH hesabına girerken Almanya’da üretim yapan bir Türk firmasının ürün değeri GSYİH hesabında yer almaz, üretimin yapıldığı yer esas alınmaktadır (Bocutoğlu, 2014: 33).

Ekonomik büyüme, bir ekonomide reel GSYİH’nın artışı olarak ifade edilirken, önemli husus bu artışın sürekli olmasıdır. Buna göre ekonomik büyümenin gerçekleşebilmesi, üretilen mal ve hizmet miktarının artırılmasına bağlıdır. Üretilen mal ve hizmet miktarının artırılması için ya mevcut kaynaklarla daha fazla mal ve hizmet üretiminin gerçekleştirilmesi, ya da aynı mal ve hizmet üretiminin daha az kaynak kullanılarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Ekonomik büyümeyi etkileyen en önemli faktörler, sermaye ve işgücü miktarlarından oluşan üretim faktörleri

(16)

stokundaki artışların yanı sıra doğal kaynak ve teknolojik gelişmelerdir (Çoban, 2012; 339-440).

Nominal büyüme gerçek üretim artışını yansıtmadığı ve ürünlerinin fiyat artışlarından kaynaklandığı için ekonomik büyümenin reel olarak ifade edilmesi gerekmektedir. Reel bir büyüme üretim kapasitesinin artışını ve işsizliğin azalmasını sağlamaktadır. Nominal ve reel ekonomik büyümek kavramları bir örnek yardımı ile anlatılmaya çalışılacaktır.

Ekonomik büyüme=g = (GSYİHt − GSİYHt − 1)/(GSYİHt − 1)x100 formülü ile bulunmaktadır. ‘t’ seçilen dönemi , ‘t-1’ ise seçilen dönemin bir önceki dönemini ifade etmektedir.

2016 yılında bu ülkede 1000 adet ekmek ve 25 kg peynir üretilmiş olsun. Ekmeğin birim fiyatı 1 TL ve peynirin birim fiyatı ise 10 TL’dir. Bu durumda ülkenin 2016 yılı GSYİH’ sini şöyle hesaplayabiliriz:

GSYİH= (1000*1) +( 25*10) = 1250

Üretilen ürünlerin fiyatının sabit kalmış, 2017 yılbaşında yeni bir fırın devreye girmiş ve ekmek üretimi miktarı 1000 adetten 1100 adede yükseldiğini varsayalım. Bu durumda 2017 yılının GSYİH’sı söyle hesaplanır:

GSYİH= (1100*1) +( 25*10) = 1350

Bu durumda 2017 yılında bir önceki yıla göre bu ekonominin büyümesi:

g= ((1350-1250)/1250)=0,08’dir.

Bu ekonomi 2017 yılında bir önceki yıla göre %8 oranında büyümüştür. Fiyatlar artmadığı için bu büyüme hem nominal hem de reel büyümeyi göstermektedir.

2017 yılında ise ekmeğin miktarıyla beraber fiyatının 1 TL’den 1,25 TL’ye yükseldiğini varsayalım. Bu durumda bu ekonominin 2017 yılı GSYİH’ sı şu şekilde olacaktır:

(17)

GSYİH= (1100*1,25) + (25*10)= 1625

Bu ekonominin 2016 yılında bir önceki yıla göre büyüme oranı

g= ((1625-1250)/1250)= 0,3’dir.

Bu ekonomi 2017 yılında bir önceki yıla göre %30 oranında büyümüş gibi görünmektedir. Bu büyümenin içinde fiyat artışı yer aldığı için nominal bir büyümedir. Nominal büyüme gerçekt büyüme oranları yansıtmadığı ve fiyat artışından kaynaklandığı için reel büyümeye ulaşabilmek için fiyat artışından arındırılması gerekmektedir. Bunun için de bir önceki yılın yani 2016 yılının fiyatları esas alınmalıdır. Bu durumda 2017 yılı GSYİH’sı şu şekilde olacaktır:

GSYİH= (1100*1) + (25*10) =1350 TL’dir.

Bu ekonomi 2017 yılı bir önceki yıla göre reel büyüme oranı:

g= ((1350-1250)/1250)=0,08’dir.

Bu durumda ekonomi 2017 yılında nominal olarak %30 oranında büyümüş, ancak reel büyüme oranı %8 olarak gerçekleşmiştir. Ekonomik büyümeden istenilen fiyat artışlarından arındırılmış, gerçek bir büyümedir. Reel büyüme üretim miktarını arttırarak refah artışını sağlarken, nominal büyüme görünürde bir artış varmış gibi göstermekte ve herhangi bir refah artışına sebep olmamaktadır (Eğilmez, 2012: 4).

1.2.Ekonomik Büyüme Modelleri

Ekonomik büyüme ülkelerin üretim kapasitelerini artırmaları sonucunda ortaya çıkan bir olgudur. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin refah artırma girişimleri üretim kapasitelerini artırabilmeleri ile yakından ilgilidir. Bu bağlamda, ülkeleri refaha ulaştıracak olan ekonomik büyüme kavramı ve ekonomik büyümeye sebep olabilecek unsurlar birçok iktisatçı tarafından geliştirilen büyüme modelleri ile ifade edilmeye çalışılmıştır (Taban, 2006: 31).

(18)

1.2.1. Klasik Büyüme Modelleri

Öncülüğünü Adam Smith’in yaptığı Klasik İktisadi Düşünce 18. Yüzyılın son çeyreğinde ve 19. yüzyılın büyük bir bölümünde iktisat literatüründe hâkim olmuştur. Klasik büyüme model incelenirken Adam Smith, T. Robert Malthus ve David Ricardo’nun büyüme ile ilgili görüşleri anlatılmaya çalışılacaktır. Klasik büyüme teorisine göre, ekonomik büyümenin kaynağı sermaye birikimidir. Sermaye birikimine neden olan faktör ise kar etme isteğidir. Kar oranlarının yüksekliğine bağlı olarak yatırımlar da aynı oranda artmakta ve bu etkileşim sonucunda ekonomik büyüme gerçekleşmektedir (Çoban, 2012: 441).

1.2.1.1. Adam Smith ve Büyüme Yaklaşımı

İktisat biliminin babası olarak kabul edilen ve ekonomik büyüme kavramını ilk ele alan iktisatçı olan Adam Smith, ulusların zenginleşmesine dair düşüncelerini ‘Ulusların Zenginliği’ adlı eserinde ele almıştır. Adam Smith’e göre zenginlik, ne Merkantistler’in savunduğu gibi bir ulusun sahip olduğu altın ve gümüş rezervlerinde ne de Fizyokratlar’ın söylediği gibi topraktır. Ona göre zenginliğin kaynağı emektir. Fakat zenginlik bütün çalışan insanların ortak katkısı sayesinde milli gelirde bir artışa sebep olabilecektir. Servet ve gelir artışı için üretime yatırılan sermaye miktarı son derece önem arz etmektedir (Ülgen, 2000: 91).

Büyümenin gerçekleşmesi için devletin piyasaya müdahalede bulunmaması gerektiğini, bireysel çıkarın önemli olduğu bir piyasada görünmez el mekanizmasıyla fiyatların, toplumun çıkarını sağlayacak seviyede meydana geleceğini savunmuştur. Adam Smith büyüme kavramını açıklarken üzerinde en çok durduğu kavramlar sermaye birikimi, iş bölümü ve uzmanlaşmadır. (Günsoy, 2013: 53). İş bölümüyle beraber işçilerin tek bir işe yoğunlaşarak o alanda uzmanlaşmasının üretilen ürünlerin verimliğine etki edeceğini savunmuştur.

Ayrıca Adam Smith iş bölümüne gidilmesiyle beraber bir işten diğerine geçerken ortaya çıkacak olan zaman kaybının ortadan kalmasının üretimi artırıcı bir rol alacağını dile getirmiştir. Sürekli olarak aynı işi gören işçilerin kendilerine göre çalıştıkları kolda kendi işlerini kolaylaştırmak için yeni yöntemler geliştirerek bu

(19)

konuda uzmanlaşacaklardır. Bu iş bölümü ve uzmanlaşmayla beraber gerçekleşen üretim artışıyla işçiler kendi işlerini daha kolay yoldan yapabilmek için çeşitli aletlerin geliştirilmesi sonucunda teknolojik ilerlemeye de katkıda bulunacaklardır. Ayrıca iş bölümü sermaye birikimini de etkileyen bir unsurdur. İşbölümü ve uzmanlaşmayla beraber verimlilik artışı sermaye birikimi artışına sebep olarak hasılanın büyümesine ve pazarın genişlemesine neden olacaktır. Hasıla artışı yeniden iş bölümü ve uzmanlaşmayı getirecek ve üretkenliği artıracaktır. Bu artış beraberinde teknolojik gelişmelere sebep olacak ve dış ticarette önemli hale gelmeye başlayacaktır. Büyüme ve zenginliği ortaya çıkaran kısır döngü bu şekilde devam ederek ücretlerin yükselmesine sebep olacaktır. ( Günsoy, 2013: 55-57).

Fakat Adam Smith’in büyüme modelinde büyüme belirli bir hâsıla seviyesine ulaştıktan sonra artmamakta sabit kalmaktadır. Bu nokta Smith’e göre büyümenin sınırı olan doğal durgunluk dönemidir. Doğada zaten var olan toprak ve doğal kaynaklara göre sermaye birikimi daha az olduğu için getiri oranları yüksektir. İş bölümü ve uzmanlaşmayla beraber yaşanan verimlilik artışı sonucu sermaye birikimlerinin artması sonucunda hâsıla oranları düşmeye başlayacaktır.

1.2.1.2. Thomas R. Malthus ve Büyüme Yaklaşımı

Aslında din adamı olan Malthus büyüme ile ilgili düşüncelerini ‘Nüfusun Prensipleri Üzerine Bir Deneme’ adlı kitabında ortaya koymuş ve ekonomik büyümeyi nüfus artışıyla ilişkilendirmiştir. Nüfus artış hızını çok yüksek olmasının kişi başına düşen geliri düşürerek ekonomik büyüme hızını da olumsuz yönde etkileyeceğini savunmuştur (Yılmaz, 2005: 65). Eserinde sürekli artan nüfusun gelecekte gıda yetersizliğine sebep olacağını vurgulayarak bu durumun insanlığın refahı için olumsuz bir rol oynayacağını dile getirmiştir (Peker ve Kubar, 2016; 275).

Maltus’a göre nüfus geometrik bir hızla (1,2,4,8…) artarken, gıda malzemeleri aritmetik bir hızla (1,2,3..) artmaktadır. Bu durumda Malthus gıda ürünlerinin nüfus artış hızına yetişemeyerek insan ihtiyaçlarını karşılayamayacağını azalan verimler yasasına dayandırarak açıklamıştır.

(20)

Tablo 1: Nüfus ve Çıktı Büyüme Hızlarının Uyumsuzluğu 1798 1823 1848 18733 1898 1923 1948 Çıktı (Y) Y 2Y 3Y 4Y 5Y 6Y 7Y Nüfus(N) N 2N 4N 8N 16N 32N 64N Fert Başına Çıktı (y=Y/N)

y Y 0.75y 0.5y 0.13y 0.19y 0.11y

Kaynak: Ünsal, 2007: 51

Yukarıdaki tabloya göre nüfusun geometrik bir hızda yükselmesi ve gıda malzemelerinin aritmetik bir hızda artması sonucunda kişi başına çıktı zaman geçtikçe azalmaktadır. Malthus’un nüfusun yirmi beş yılda iki katına çıktığı yolundaki varsayımına göre kişi başına çıktı miktarı 1948 yılında 1823 yılındakinin 0.11’i kadardır. Fakat kişi başına çıktı miktarının sürekli olarak sıfıra yaklaşması mümkün değildir. Kişi başına çıktı miktarını belirleyen unsur toprak ve işgücüdür. Teknolojik gelişme ve toprağın miktarı veri iken nüfus belli bir oranda artınca çıktı aynı oranda değil daha düşük bir oranda artar ve kişi başına çıktı miktarı azalır (Ünsal, 2007: 51-52).

Malthus’a göre nüfus artış hızını, doğum oranı ve ölüm oranı arasındaki fark belirlemektedir. Doğum oranları kişi başına çıktı miktarından bağımsız olarak belirlenirken, ölüm oranları kişi başına çıktının olumsuz bir fonksiyonudur. Ölüm oranları arttığı zaman kişi başına çıktı miktarı artış göstermektedir. Malthus’un büyüme teorisindeki, sağlıktaki iyileşmeler, teknolojik gelişmeler ve refahı artıracak gelişmelerin yaşanması ölüm oranlarını düşürdüğü için kişi başına çıktı miktarı azalacaktır. Hükümetin işçilere transfer ödemeleri ile yardım etmesi sağlık koşullarının düzeltilmesi daha iyi beslenme imkânları sunması sonucunda ölüm oranları azalacak nüfus artacak ve kişi başı çıktı miktarında azalma gerçekleşecektir. Bu bağlamda Malthus yoksulluğu gidermek için yapılan çalışmaların kişi başına çıktı miktarını azaltacağı düşüncesiyle karşı çıkmıştır ( Günsoy, 2013: 60-61).

Malthus’un büyüme modeline göre gelir seviyesi denge durumunu aştığında ölüm oranları giderek azalırken doğum oraları artacak, gelir seviyesi denge durumunun altında kaldığı durumda ise ölüm oranları artarken doğum oranlarında da

(21)

bir azalma meydana gelecektir. Fakat günümüzde gelir seviyesi artarken doğum oranları artmayan hatta gerileme yaşayan ülkeler mevcuttur ve bu durum Malthus’un modelinin çürümesine neden olmuştur (Deliktaş, 2001: 97).

1.2.1.3.David Ricardo ve Büyüme Yaklaşımı

David Ricardo, Adam Smith’in Ulusların Zenginliği adlı eserini okuduktan sonra iktisada ilgi duymaya başlamıştır. Malthus’un çok yakın arkadaşı olmakla beraber çok iyi de bir borsacıdır. Büyümeye dair düşüncelerini Politik İktisadın ve Vergilendirmenin İlkeleri adlı eserinde dile getirmiştir. Ricardo büyüme modelini; azalan verimler, ücret (işçiler), rant (toprak sahipleri) ve kar (kapitalistler) biçimindeki dağılım üzerine inşa etmiştir (Ünsal, 2007; 60).

 Ücret Teorisi: Emeğin tabii fiyatı ve piyasa fiyatı olmak üzere iki ayrı fiyatı vardır. Tabii fiyat işçilerin yaşamlarına artmadan ve eksilmeden devam etmelerini sağlayacak olan fiyattır. Piyasa fiyatı ise arz ve talep tarafından belirlenen fiyat düzeyidir. Eğer piyasa fiyatı tabii fiyatın üstüne çıkmışsa, işçi mutlu ve refah içindedir. Hayatını devam ettirmek için sosyal maddi koşulları büyük bir oranda sağlayabilir dolayısıyla sağlıklı ve geniş bir aile yapısına kavuşma isteği artar. Fakat yüksek ücretlerin nüfus artışını teşviki nedeniyle işçi sayısı artarsa ücretler tekrar tabii fiyata iner. Maddi yoksullukların nüfusu azaltması veya işçi talebinde yaşanan yükselmeler piyasa fiyatını emeğin tabi fiyatına yükseltir (Kazgan, 2000: 87).

 Rant Teorisi: Tarımda Ricardo’ ya göre üretim fonksiyonu azalan getiriye tabidir. Toprak arzı sabittir ve toprak verimlilikleri farklılık göstermektedir. Ekonomi gelişip nüfus ve kapital arttıkça bunların verimlilikleri gittikçe azalmaktadır. Bir ülkenin sahip olduğu topraklar aynı verimliliğe sahip değildir ve nüfus arttıkça düşük verimli olarak nitelendirilen bu topraklar da kullanılmaya başlayacaktır. Verimliliklerine göre en az verimli topraklar marjinal topraklar olarak nitelendirilmektedir. Tam rekabet koşullarının geçerli olduğu piyasalarda, ürünler satıldıkça fiyatlar marjinal topraklar olarak nitelendirilen en verimsiz toprakların üretim maliyetlerini karşılayacak düzeyde belirlenecektir. Bu durumda Ricardo ’ya göre daha verimli

(22)

topraklarda daha düşük maliyet ile üretim yapılacağından dolayı, bu topraklar sahip olan toprak sahipleri oldukça yüksek rant elde etmektedirler. Bu rant gelirlerine ‘diferansiyel toprak rantı’ denilmektedir (Günsoy, 2013: 63, Kazgan, 2000: 82).

 Büyüme ve Bölüşüm: Ricardo’ya göre iktisadi faaliyet alanında üç grup insan vardır. Bunlar toprak sahipleri, kapitalistler ve işçilerdir ve sırasıyla rant, kar ve ücret geliri elde ederler. Ricardo ’ya göre bu kesimden araziyi arazi sahiplerinden kiralayan ve ücretli işçi çalıştırarak üretim yapan kapitalistlerin tek amacı kar elde etmektir. Kapitalistler elde ettikleri karı sermayelerine ekleyerek daha fazla işçi çalıştırmaya ve daha çok üretim yapmaya çabalarlar. Bu özellikleriyle kapitalistler, iktisadi gelişmeyi harekete geçirmekte birinci derece etkin bir rol oynarlar (Ünsal, 2007: 64).

Kar haddi kapitalistlerin tasarruf yapmasını ve sermaye birikimini teşvik eder. Başlangıçta ücret haddi doğal seviyede ise tasarruflar yoluyla ücret fonunun büyümesi, ücret haddini doğal ücret seviyesinin üstüne çıkarır. Fakat nüfus ücrete bağlı olarak değiştiği için doğal ücret seviyesinin üzerindeki bir ücret düzeyi nüfus artışına sebep olur. Nüfus artışı emek arzını arttırarak ücret haddi doğal ücret seviyesine düşer ( Kazgan, 2000: 96).

Ricardo faktör gelirlerindeki bu değişimi azalan verimler yasasına bağlar. Ona göre verimlilikteki düşüş verimsiz toprakların işletilmeye başlamasıyla maliyetin verimsiz topraklara göre belirlendiği ve verimli toprak sahiplerinin daha fazla kazanç elde edeceği için rant gelirleri artış gösterecektir. Bu artış toplam hâsıla içindeki kar paylarını azaltmaktadır. Azalan karlar ise bir noktadan sonra girişimcileri yatırım yapmaktan alıkoymaktadır. Faktör gelirleri arasındaki bu değişimin girişimciler ve toprak sahipleri arasında uyuşmazlığa sebep olacağını ileri sürmüştür. Ricardo, verimlilik artışı sağlanamazsa, bir gün ekonomide karların sıfırlanacağı ve büyümenin duracağını dile getirmiştir. Büyümenin duracağı noktaya kıyamet noktası olarak adlandırmıştır (Güler, 2017: 6).

Şu ana kadar bahsedilen iktisadi büyüme modelleri günümüzle kıyaslandığında gerçeği yansıtmaktan oldukça uzak oldukları görülmektedir. Fakat Ricardo’nun

(23)

büyüme modeli Klasik büyüme modeli olarak anılmaktadır. Bunun sebebi ilk sistemli büyüme modeli olmasıdır (Aktaran; Özsağır, 2008: 3-4).

1.2.2.Keynesyen Büyüme Teorisi

Klasik büyüme teorisine göre büyüyen kapitalizmin açtığı yeni iş alanları çalışmak isteyen herkese iş imkânı sağlayacak ve böylece işsizlik gibi bir problem olmayacaktı. Kabul edilen teoriye göre, küçük ve geçici sapmaların dışında ekonomiler tam istihdam seviyesinde dengedeydiler. Oysa 1929 yılında patlayan büyük ekonomik kriz, klasiklerin bu görüşlerinin temellerinden sarsılmasına sebep oldu. 1929 krizi J.B. Say’ın ileri sürdüğü gibi her arzın kendi talebini yaratmadığını ortaya koymuştur. Seri halde gerçekleştirilen yatırımların meydana getirdiği mal bolluğu, talep yetersizliği nedeni ile eritilemeyince stoklar yığılmış ve ekonomiler hızla durgunluğa sürüklenerek işsizlik büyük boyutlara ulaşmıştır (Acar, 2002: 77).

Birinci Dünya Savaşı sebebiyle talebi artıracak önlemlerin alınamamış olması, 1929 krizinin bütün dünyada hissedilmesine sebep olmuştur. 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nden sonra Keynes ekonomik durgunluğun aşılması ve ekonomik büyümenin gerçekleşmesi için devletin para ve maliye politikaları ile ekonomiye müdahalede bulunması gerektiğini savunmuştur. Keynes’e göre devlet ekonomiye müdahale ederek ekonominin tam istihdam seviyesine gelmesine yardımcı olmalıydı. Ona göre ekonomi aslında eksik istihdamda dengededir ve analizleri kısa döneme dayanmaktadır. Kısa dönemde denge sağlanabilirse uzun dönem denge onu takip edecektir ( Peker ve Kubar, 2016: 278).

Keynes büyüme modeli çarpan ve hızlandıran mekanizmasına dayanmaktadır. Çarpan mekanizmasında ekonomik büyüme, tüketim harcamaları ve yatırım harcamalarında marjinal tüketim eğilimine bağlı otonom yatırımlarla açıklanmıştır. Keynes’in büyüme modelinde otonom yatırımlarda meydana gelecek artış çarpan mekanizması sayesinde milli gelirde bir artışa sebep olacaktır. Hızlandıran mekanizmasında ise uyarılmış yatırımlar gelirin fonksiyonu olarak ele alınmıştır ve milli gelir üzerindeki etkisi sınırlıdır ( Easterly Aktaran: Şahin ve Çetinkaya, 2009; 107).

(24)

Çarpan katsayısının işleyişi aşağıdaki gibi gösterilebilir (Acar, 2002: 78) ∆Y = k. ∆I Y=Gelir C= Tüketim Harcamaları S= Tasarruf ∆= Değişimler

Eşitliklerdeki k çarpan katsayısıdır. C/Y oranı ortalama tüketim eğilimi olup gelirin ne kadarının tüketim harcamasına ayırıldığını göstermektedir. S/Y oranı ise ortalama tasarruf eğilimidir ve gelirin ne kadarının tasarrufa ayırıldığını göstermektedir. Eğer artışları da dikkate alır ve oranları ∆C/∆Y (1) ve ∆S/∆Y (2) şeklinde yazarsak marjinal tüketim eğilimi ve marjinal tasarruf eğilimleri elde edilir. Bu oranlardan ilki, gelirde meydana gelen artışın tüketim harcamalarını ne ölçüde arttırdığın, ikincisi ise gelirde meydana gelen artışın tasarrufa ayrılan kısmının ne ölçüde arttırdığının gösterir. Çarpan katsayısı marjinal tasarruf eğiliminin tersine eşittir.

k = 1/(ΔS/ΔY) şeklinde yazılabilir. Ayrıca marjinal tüketim ve marjinal tasarruf eğilimleri toplamı daima bire eşittir.

ΔC/ΔY + ΔS/ΔY = 1

ΔS/ΔY = 1 − ΔC/ΔY ΔS/ΔY eşitliğini k denkleminde yerine koyarsak:

k = 1/(1 − ΔC/ΔY) eşitliği elde edilir. Bu eşitlik marjinal tüketim eğilimi cinsinden çarpan katsayısının değerini vermektedir.

Keynes’e göre otonom yatırımlarda meydana gelecek artış geliri çarpan mekanizması vasıtasıyla daha fazla artıracak, artan gelirler talebin artmasında önemli bir rol oynayarak yatırımları da olumlu yönde etkileyecektir. Yatırımların artması yeni iş alanlarını arttıracak ve istihdam seviyesi de buna bağlı olarak artış gösterecektir. Ekonomi hem durgunluktan çıkmış, hem de işsizlik sorunu ortadan

(25)

kalkmış olacaktır. Fakat Keynes ekonominin sadece büyümesine odaklanmış ve ekonomi büyürken karşılaşabileceği sorunları göz ardı etmiştir (Acar, 2002: 80).

1.2.3. Harrod- Domar Büyüme Teorisi

Keynes büyüme teorisini ele alırken, yatırımların sadece toplam talep üzerindeki etkisini ele almış, yatırımların sermaye birikimi üzerindeki etkisini değerlendirmemiştir. Bunun üzerine Roy F. Harrod 1937 yılında Bay Keynes ve Geleneksel Teori başlıklı makalesinde Keynes’i eleştirtirmiş ve 1939 yılında Dinamik Teori Üzerine Bir Deneme başlıklı makalesiyle, yatırımın toplam talep etkisiyle birlikte sermaye birikimi üzerindeki etkisini incelemiştir. Yatırımların; toplam talep ve sermaye birikimi etkisinin ekonomik büyümeyi sağlayarak tam istihdam seviyesine getirebilmenin mümkün olup olmadığını araştırmıştır. Harrod ve Domar’ın farklı ülkelerde yaşamalarına rağmen birbirine çok benzeyen bir analiz geliştirmiş olmaları modelin Harrod- Domar modeli olarak adlandırılmasına sebep olmuştur (Ünsal, 2007: 83-84).

Harrod-Domar büyüme modeli net yatırımların ikili etkisi prensibine dayanmaktadır. Net yatırım bir yandan çıktı için talep oluştururken diğer yandan da çıktı üretmek için ekonominin kapasitesini yükseltir. Örneğin yeni bir fabrikanın yapımı ve teçhizatlanması, çelik, tuğla ve makine talebini arttıracaktır. Fabrika tamamlandığında ise ekonominin üretken kapasitesinde artış meydana gelecektir. Buna göre bir ekonomide her hangi bir dönemde gerçekleştirilen yatırımın bir talep bir de üretim kapasitesi etkisi olacaktır (Parasız; 1997: 39).

Harrod- Domar modeli iki önemli varsayım üzerine kurulmuştur. Bunlardan birincisi, üretimin sermayeye bağlı olmasıdır. ∆Y = (1 v⁄ ) ∆K burada v=ΔK/ΔY olup, sermaye- hasıla oranını göstermektedir. Yani, sermayenin etkinliğini de ‘v’ ifadesi yansıtmaktadır. İkinci varsayım ise, sermaye birikiminin gelire bağlı oluşudur. Tasarruflar S=sY olarak gösterilmektedir ve s tasarruf eğilimini belirtmektedir. Sermaye birikimi, iç tasarruflar ile finanse edilmektedir: S=I=∆K. Bu faktörler birinci eşitlikte yerine konulduğunda, v/∆Y=s/v eşitliği elde edilmektedir. Buradan da büyüme oranını ∆Y/Y = s/v olarak elde edilmektedir. Büyüme oranını gösteren bu

(26)

eşitlik, daha yüksek tasarruf oranının üretken yatırımla birlikte daha fazla büyüme oranına erişebileceğini ifade etmektedir. Diğer yandan yüksek bir sermaye çıktı oranı büyüme oranını azaltır ve bu sebepten veri büyüme hızının yakalanabilmesi için daha fazla yatırım ihtiyacı ortaya çıkar. Yani ‘v’ nin değerinin küçük oluşu, ülkenin sermaye kullanımı açısından etkin olduğu anlamına gelmektedir (Taban, 2010: 24).

Harrod-Domar modelinde tasarruf-yatırım eşitliğinin sermayenin tam kullanılmasıyla birlikte gerçekleşmesini sağlayan çıktı büyüme hızına (s/v) gerekli büyüme hızı denir. Bir ekonomide fiilen var olan çıktı büyüme hızı ise fiili büyüme hızı olarak adlandırılır. Harrod- Domar modelinde istikrarlı ve dengeli bir büyümenin gerçekleşebilmesi için fiili büyüme hızı ile gerekli büyüme hızı birbirine eşit olmalıdır. Modelde, fiili büyüme hızı ve gerekli büyüme hızı birbirine eşit olduğunda çıktı ve sermaye aynı hızda büyür. Bu büyüme durağan durum büyümesi olarak adlandırılmaktadır. Ancak modele göre durağan durum büyümesi istikrarlı değildir, durağan durum büyümenin söz konusu olduğu bir ekonomide gerekli büyüme hızı ve fiili büyüme hızı birbirinden farklı olup, fiili büyüme hızı gerekli büyüme hızından giderek uzaklaşmaktadır. Bu sorun bıçak sırtı sorunu olarak adlandırılmaktadır (Ünsal, 2007: 89-100).

Fiili büyüme oranının, gerçekleşen büyüme oranından büyük olması durumunda ekonomi büyüme sürecine girer. Büyüme ile beraber artan gelir toplam talebi artırarak, üretim seviyesinin artmasına da yardımcı olur. Ancak sermaye dengesizliği nedeniyle ekonomide enflasyonist bir ortam meydana gelir. Gerekli büyüme oranının fiili büyüme oranından büyük olması halinde ise ekonomik büyüme hızı azalır, ekonomi durgunluk içine girer ve buna bağlı olarak işsizlik problemi baş gösterir (Oğuz, 2017: 74).

Büyüyen bir ekonomide kapasite artışı tam istihdam seviyesini sağlamak ve bulunduğu konumu korumak içi talep artışı ile beraber gerçekleşmelidir. Eğer gelir artışı kapasite artışını aşarsa enflasyon meydana gelir, gelir artışı kapasite artışının altında kalırsa da ekonomi işsizlikle karşılaşacaktır. Harrod- Domar modelleri daha çok gelişmiş ülke ekonomileri için kurgulanmıştır. Modelin temel amacı ekonomiyi eksik istihdamdan ve enflasyondan korumaktır. Hâlbuki gelişmekte olan ülkeler için

(27)

tek amaç bu değildir. Gelişmekte olan ekonomilerde enflasyon ve işsizliğin yanı sıra büyüme olgusu da önemli bir amaçtır. Oysaki Harrod- Domar modeli bu amaç üzerinde pek durmamıştır (Acar, 2002: 91).

1.2.4. Solow (Neo-Klasik) Büyüme Modelleri

Neo Klasik iktisatçılar Harrod- Domar büyüme modellenin sabit emek sermaye oranına dayandırdıkları için eleştirmişlerdir. Bu bağlamda Tobin, Swan ve Solow üretim sürecinde emek ve sermayenin birbirini ikame edebilecekleri varsayımından hareketle Noe- Klasik olarak adlandırılan büyüme modelini geliştirmişlerdir. Bu modele Neo- Klasik denmesinin nedeni tam rekabet koşullarını benimsemesi, üretim faktörlerine ve marjinal verimliliklerine göre ödeme yapılmasını ve değişken bir sermaye çıktı oranını kabul etmeleridir. Solow Modeli, ekonominin en önemli sorunu olan üretilen çıktının bugün ne kadarının tüketileceği ve ne kadarının tasarrufa ayrılacağı sorularına cevap vermektedir. Tasarruf bir ekonominin gelecek üretimi için sahip olacağı sermaye miktarını belirlemektedir. Ulusal tasarruf ise doğrudan ve dolaylı olarak kamu politikalarına yön vermektedir (Parasız, 1998: 390).

Solow büyüme modelinde aileler- tüketiciler, firmalar- üreticiler olmak üzere iki farklı karar birimi vardır. Aileler- tüketiciler hem emek girdisine (L) hem de sermaye girdisine (K) sahiptirler Dolayısıyla aileler belirli bir fiyat düzeyinde emeğin ücret olan w’yi ve sermayenin ücretini r’yi firmalara kiraya verirler. Solow büyüme modelinde aileler firmaların da sahipleridir. Dolayısıyla modelde ailelerin geliri, emek geliri ve sermaye gelirleri toplamından ibarettir Y=wL + rK. Ayrıca modelde aileler elde ettikleri gelirin s kadarını tasarruf ederek (S=sY ) yatırım amacıyla kullanırlar ve ailelerin sahip olduğu sermaye girdisi üretim sürecinde yıpranma payına tabidir. Solow büyüme modelinin ikinci karar birimi olan firmalar- üreticiler, ailelerden sermaye ve emek girdilerinin kiralarlar var olan teknoloji ile çıktıya dönüştürürler Dolayısıyla da modelde sermaye emek ve teknoloji gibi üç tür üretim faktörü mevcuttur. Aileler satın aldıkları çıktının belirli bir kısmını yatırım yapmak amacıyla tasarrufa dönüştürürler buna bağlı olarak elde ettikleri sermaye miktarı zaman içinde artar. Ellerinde kalan diğer kısmını ise tüketim amacıyla

(28)

kullanırlar. Solow modelinde firmalar tarafından üretilen çıkıtının aileler tarafından hem yatırım hem tüketim amacıyla kullanılması modelde yatırım malı tüketim malı ayrımının olmaması anlamına gelir (Ünsal, 2007: 112).

Modelin varsayımları şu şekilde sıralanabilir (Taban, 2013: 109).

 Ekonomi daima potansiyel çıktı ve tam istihdam düzeyinde olup, piyasa sağlıklı bir şekilde çalışmaktadır.

 Ekonomide tek tip bir mal üretilip tüketilmektedir. Bundan dolayı o mal ülkenin GSYİH’ sını da oluşturmaktadır.

 Modelde tasarruf edilen kısım yatırıma dönüştüğü için tasarruflar yatırımlara eşittir (S=sY ve S=I). Bu yüzden ayrı bir yatırım fonksiyonuna ihtiyaç yoktur.

 İşgücü, veri ve n kadar sabit bir hızla büyümekte (ΔL/L = n) olup, başlangıçta teknolojik gelişmeler yoktur.

 Nüfusun büyümesi ekonomik faaliyetlerden bağımsızdır.

 İşgücü ve sermaye, piyasa koşullarında birbiri yerine ikame edilebilmektedir. Bu yüzden işgücü başına (K/L) artabilmekte veya azalabilmektedir.

Solow modelinde mal arzı Y=F( K,A,L) şeklinde gösterilmektedir. Buna göre çıktı seviyesi sermaye stokuna (K), emek girdisi (L) ve bilgi teknolojisine (A) bağlıdır. Ayrıca Solow büyüme modeli üretim fonksiyonun ölçeğe göre sabit getiri varsayımına dayanmaktadır. Ayrıca model, sermaye ve emeğin iki kat artması durumunda yeni kullanılan girdilerin üretimi iki kat arttıracağı varsayımına dayanmaktadır (Parasız, 1997: 82).

Üretim fonksiyonu işgücü başına çıktı ve işgücü başına sermaye arasındaki basit bir ilişki üzerine kurulur

Y L= F ( K L, 1) = K L

Bu eşitliğe göre işgücü başına çıktı miktarı, işgücü başına sermaye oranına bağlıdır. Basitlik sağlamak amacıyla işgücü başına verilen miktarları küçük harfle gösterildiğinde aşağıdaki gibi ifade edilebilir:

(29)

y=f(k)

Burada y işgücü başına çıkıyı, k ise ise işgücü başına sermayeyi göstermektedir (Taban, 2013: 110).

Aşağıdaki grafik işgücü başına sermaye ve işgücü başına çıktı miktarını göstermektedir. Üretim fonksiyonunun eğimi emek başına ek bir sermayeden emek başına ne kadar ek bir çıktı elde edileceğini vermektedir. Başka bir ifadeyle üretim fonksiyonunun eğimi sermayenin marjinal ürünüdür. Eğer k bir birim yükselirse y, MPK( sermayenin marjinal ürünü) bir birim artacaktır. K arttıkça üretim fonksiyonu azalan marjinal üretim olgusu nedeniyle daha düz hale gelecek yani eğim azalacaktır. Sermayedeki her birim artış önceki sermaye birikimine göre daha az çıktıya sebep olacaktır (Parasız, 1997: 84).

Şekil 1: . İş Gücü Başına Sermaye ve İşgücü Başına Çıktı

Solow modelinde hükümet yoktur ve ekonomi dışa kapalıdır. Bu bağlamda çıktı (Y), aileler-tüketiciler tarafından yapılan tüketim (C), yatırım (I) amacıyla kullanılması şu şekilde gösterilebilir.

Y=C+I

(30)

y=c+i

İşçi başına çıktı (y), işçi başına çıktı (c) ile işçi başına yatırımın (i) toplamına eşittir. Solow modelinde üretim faktörü sahibi olan ailelerin- tüketicilerin üretim sürecinde elde ettikleri gelirin s kadarını tasarruf ettikleri ve dolayısıyla (1-s) kadarını tüketim amacıyla kullandıkları varsayılmıştır. Solow modelindeki işçi başına tüketim fonksiyonu aşağıdaki gibidir;

C= (1-s)Y (1)

C/L= (1-s)Y/L (2)

c=(1-s)y (3)

s teriminin temsil ettiği 3. denkleme göre s veri iken işçi başına tüketim (c), işçi başına çıktıya (y) bağlı olarak değişir. 3 numaralı tüketim fonksiyonu 4 numaralı denklemde yerine konulduğunda 5 numaralı denklemi elde edilir. 5 numaralı denklem çözümlendiğinde ise tüketim fonksiyonunun yatırım açısından anlamı elde edilmiş olur.

y=c+i (4)

y=(1-s)y+i (5)

i=sy (6)

6 numaralı denkleme göre i işçi başına yatırım (i= I/L), tasarruf haddi ile işçi başına çıktının çarpımına eşittir. Dolayısıyla denkleme göre işçi başına yatırım (i), işçi başına tasarrufa (sy) eşittir. (Ünsal, 2007: 118-119).

Solow büyüme modelinde sermaye stoku yatırımların sermaye stokuna eklenmesiyle ve eski sermayenin bir kısmı yıpranarak sermaye stokunu azaltması yönüyle değişime uğrar. Sermaye düzeyi ne kadar yüksek olursa, üretim ve yatırım düzeyi o kadar büyük olacaktır. Emek başına yatırımın emek başına çıktının bir oranı ‘sy’dir. Eğer üretim fonksiyonu ‘y’ ile ikame edilerek emek başına yatırımı ve emek başına sermayenin bir fonksiyonu olarak i=sf(k) şeklinde ifade edilebilir. Üretim tüketim fonksiyonlarını içeren bu denklem mevcut sermaye stokunu (k) yeni sermaye

(31)

birikimine (i) bağlamaktadır. Modele amortisman oranını (d) da ekleyerek sermaye stokunun belli bir oranda aşındığı kabul edilmiştir. Yatırım ve yıpranmanın sermaye stoku üzerindeki etkisi ∆k = i − dk şeklinde gösterilebilir. Sermaye stoku ne kadar yüksekse, çıktı ve yatırım miktarı da o kadar büyük olacaktır. Aynı şekilde sermaye stoku ne kadar yüksekse yıpranma miktarı da aynı şekilde yüksek olacaktır (Parasız, 1998: 391).

Şekil 2’de görüldüğü üzere yatırım miktarının yıpranma payına eşit olduğu tek bir sermaye stoku noktası vardır. Eğer ekonomi bu sermaye düzeyine sahipse, yatırım ve yıpranma payı birbirini dengede tutacağı için sermaye stoku değişime uğramayacaktır. Bu sermaye stok düzeyinde ∆k = 0’dır. Buna sermayenin durağan durumu ya da kararlı denge düzeyi denmektedir.

Şekil 2: . Emek Başına Durgun Durum Sermaye Düzeyi

Neo- Klasik büyüme modeli azalan verimler kanununa dayandığı için, ekonomi durağan hale geldiğinde ekonomik büyüme belirleyicileri teknolojik gelişme ve nüfus artış hızı olacaktır. Modelde tasarruf oranı ile durağan olan sermaye- işgücü ve kişi başına gelir oranı doğru yönlü bir ilişkiye sahiptir. Yani daha çok tasarruf eden bir ülkeyle daha az tasarruf eden ülkeye göre sermaye birikimi yönünden daha zengin olacaktır. Ancak tasarruf oranındaki artış durağan haldeki büyüme hızına etki etmemektedir. Uzun vadede büyüme hızının dışsal teknolojik

(32)

gelişmeler tarafından belirlenmesi, ülkelerin uzun dönemde kişi başına sermaye ve gelir seviyelerinin birbirlerine yakınsayacağı anlamına gelmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki gelişmişlik farkının uzun dönemde ortadan kalkacağı şeklindeki bu görüşe "yakınsama hipotezi" denilmektedir. Hipoteze göre sermayenin işgücünden daha hızlı arttığı bir ekonomide, teknoloji dışsal ve sabitken, faiz hadlerinin düşeceği ve yoksul ülkelerin zengin ülkelerden daha hızlı büyüyüp onları er ya da geç yakalayacakları öngörülmektedir. Eş anlı bir yatırımın, başlangıçta faktör donatımlarının farkları nedeniyle, yoksul ülkedeki hasılayı zengin ülkedekinden daha hızlı arttırmaktadır. Böylece ülkeler arasında büyüme oranları farklılaşmakta ve sonuçta yoksul ülkeler zengin ülkelerin kişi başına reel hâsıla düzeyine ulaşmaktadır (Kar ve Taban, 2003: 148).

Neoklasik büyüme modeline göre, uzun dönemde azalan verimler kanunun bir sonucu olarak ülkeler arası gelişmişlik düzeyi birbirine giderek yaklaşacaktır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde aynı miktardaki bir yatırım oranının faktör donanımlarının farklı olması sebebiyle gelişmekte olan ülkenin hasılasının daha fazla arttıracağı bunun sonucunda gelişmiş ve gelişmekte olan ülke arasındaki gelişmişlik düzeylerinin birbirlerine yaklaşacağını savunmuştur (Güler, 2017: 13).

Modelde bütün ülkelerin teknoloji seviyeleri tüm ülkelerde aynı kabul edildiği için uzun dönem durağan durum büyüme oranlarının sıfıra yaklaşacağı ve ülkelerin reel büyüme oranlarının birbirine yaklaşması pek mümkün görünmemektedir. Ayrıca modele göre fakir ülkelerin sermaye stoku düşük olduğundan sermayenin marjinal getirisi daha yüksek olacak buna bağlı olarak kar ve faiz oranı daha yüksek bir seviyede seyrederek, zengin ülkelerden yoksul ülkelere doğru bir sermaye girişi başlayacaktır. Fakat yapılan çalışmalar sermayenin ulusal payının gelişmiş ekonomilerde daha yüksek bir paya sahip olduğunu ve modelin savunduğu sermaye harekelerinin gerçekleşmediğini göstermektedir Ayrıca Neoklasikler yoksul olan ülke sermayesinin azlığına bağlı olarak daha kısa bir zamanda durağan duruma ulaşacağını savunmuştur. Ancak bu durum daha çok aynı gelişmişlik düzeyine sahip ülkeler için geçerli olmaktadır. Yapılan birçok çalışma yoksul ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki gelişmişlik düzeyi giderek açılacağını göstermektedir ( Taban, 2013: 125).

(33)

1.2.5. İçsel Büyüme Modelleri

İçsel büyüme teorileri Neoklasik büyüme modelinin devamı niteliğindedir. Neoklasik büyüme teorilerinde ekonomik büyüme, ekonomi dışı değişkenler ile açıklanırken, içsel büyüme modelinde ekonomi içi değişkenler ile açıklanmaya çalışılmıştır (Bilgin, 2012: 23).

İçsel büyüme teorileri ilk kez 1986 yılında P.M. Romer tarafından ortaya atılmıştır. Romer’in teorisindeki hareket noktası ise Arrow’un 1962 yılında yayınladığı makalesinde yer alan yaparak öğrenme fikridir. Arrow’a göre firmalar üretime devam ettikçe işlerini daha iyi kavramakta, buna bağlı olarak maliyetlerini düşürmekte, ürünlerini geliştirebilmekte ve yeni ürünler ortaya çıkarabilmektedir (Acar, 2002: 127). Arrow bilgi üretimindeki artışın yayılma ve yaparak öğrenme yoluyla ekonomiye sağlayacağı katkının çok fazla olacağını savunmuştur. Romer ve Arrow varsayımları arasındaki tek fark Romer’in yeni keşiflerin keşif sahiplerini üzerindeki hakkın korunması nedeniyle bilginin topluma mal olamaması ve bu sebeple yeni tasarımlar yapılmaya teşvik edilmiş olmasıdır (Ercan, 2010: 131).

Arrow Romer modelinde teknolojik ilerlemenin bilgi stokundaki artışın, amacı kar elde etmek olan firmaların araştırma geliştirme faaliyetlerinin bilinçli bir ürünü olduğu değil, firmaların üretim faaliyetlerinin bir yan ürünü olduğu kabul edilir. Teknolojik ilerlemenin bir yan ürün olarak kabul edilmesi, teknolojik ilerleme karşılığında bir ödeme yapılmadan gerçekleşmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca teknolojik ilerlemenin yan ürün olarak ortaya çıkmasının arkasında yaparak öğrenme ve bilginin yayılması kavramları vardır. Yaparak öğrenme kavramına göre bir firmanın yatırım yapması sadece firmanın sahip olduğu sermaye stokunun artmasına değil, aynı zamanda firmanın bilgi stokunun artmasına yol açar. Bilginin yayılması kavramına göre ise her firmanın bilgi stokuna diğer firmalar sıfır maliyetle bedava olarak ve hemen ulaşabilirler (Ünsal, 2007: 245). Bilgi üretiminin diğer firmalara ulaşarak onları da olumlu şekilde etkilediğini ve bu gelişmelerin bütün ekonomilerin istifade edeceğini belirtmiştir. Başka bir ifadeyle ekonomilerde bilgi birikimi arttıkça bundan bütün firmalar yararlanacak, dışsallıklar içselleştikçe ekonomiler büyüyecektir (Acar, 2002: 125).

(34)

İçsel büyüme modellerinin ikinci önemli adımı beşeri sermaye ile ilgilidir. Beşeri sermaye konusunda Rebelo (1991) ve Lucas (1988) modellerinde beşeri ve fiziksel sermaye gibi üretim faktörlerinden birini varsaymaktadır. Bir ekonomide fiziksel sermaye yatırımlarına ihtiyaç duyuyorsa beşeri sermaye yatırımlarına da ihtiyaç duymaktadır (Yülek, 1997: 9).

Rebelo ekonomide fiziki sermaye/ beşeri sermaye oranı düştüğü zaman, yani beşeri sermaye arttığı zaman büyümenin hızlanacağını ileri sürmüştür. Almanya ve Japonya gibi ülkelerde İkinci Dünya Savaşı’nın verdiği tahribat sebebiyle fiziki sermaye büyük ölçüde yok olmasına rağmen beşeri sermaye daha az zarar gördüğü için, her iki ülke beşeri sermaye sayesinde hızla büyümüştür. Bu konuda Lucas ise beşeri sermayeyi fiziki sermaye gibi bir üretim faktörü saymakla beraber, fiziki sermayenin önemini de asla göz ardı etmemiştir. Bu nedenle fiziki sermaye/beşeri sermaye oranında Rebelo beşeri sermaye artışına önem verirken, Lucas fiziki sermaye artışının önemini vurgulamıştır ( Acar, 2002: 128).

(35)

İKİNCİ BÖLÜM

ÖDEMELER BİLANÇOSU KAVRAMI TANIMI HESAP GRUPLARI VE TURİZM

Bu bölümde ödemeler bilançosu kavramı, ele alınıp, ödemeler bilançosunun hesap grupları hakkında ayrıntılı bilgi verilmiştir. Cari işlemler hesabının hizmet ticareti hesabı içinde yer alan turizm kavramına yer verilerek, turizm tanımı, turizm sektörünün özellikleri ve turizm çeşitleri açıklanmaya çalışılmıştır.

2.1. Ödemeler Bilançosu Tanımı ve Temel Özellikleri

Yaşadığımız dünyada uluslararası ticaret ve mali akımlar yönünden ülkelere giderek birbirleri ile bütünleşmektedirler. Küreselleşmenin giderek önem kazandığı bu dünyada bir ülkenin dış ekonomik ve mali ilişkilerinin ayrıntılı olarak ele alınması büyük önem arz etmektedir (Seyidoğlu, 2003: 55).

Dış ödemeler bilançosu ülkelerin belli bir dönem içerisinde dış ekonomik ve mali ilişkilerinin durumunu gösterir. Bir ülkenin dış ödemeler bilançosundaki denge veya dengesizlik o ülkenin uluslararası ödeme gücünü, ekonomik ve mali itibarını ifade etmektedir. Milli gelir ve çalışma düzeyi, büyüme oranı, döviz kuru, enflasyon oranı, gelir dağılımı ve dış borçlar gibi temel ekonomik değişkenler dış ödemelere dengesi ile sıkı bir ilişki içerisindedir. Dış ödemeler dengesinin birçok temel ekonomik kavramla sıkı sıkıya bağlı olması mali ve parasal politikaları benimseyen veya uygulayan kuruluşların, doğrudan ya da dolaylı olarak yatırım yapanların dış ödemeler dengesindeki gelişmeleri yakından takip etmesine neden olmaktadır (Bulut, 2015: 758).

Dar anlamda ödemeler dengesi genellikle bir yıl içinde bir ülkenin yerleşikleri ile yabancı yerleşikleri arasında yapılan ödemelerin sistematik bir şekilde tutulduğu belgelerdir. Geniş anlamda ödemeler dengesi IMF’nin yaptığı tanıma göre, belirli bir süre içerisinde bir ekonominin yerlileri ile yabancılar arasında meydana gelen ekonomik akımlara bağlı değerlerin, transfer ödemelerinin ve rezervlerde meydana gelen değişikliklerinin sistematik ve muhasebe kayıtlarına uygun olarak belirlendiği istatistiki bir belgedir (Karluk, 2013: 638). Ödemeler bilançosunun

(36)

belirli bir dönem boyunca yapılan işlemleri göstermesi, bir akım kavramı olduğunu gösterir. Yani ödemeler bilançosu, ülkenin birikmiş dış borcunu ve varlıklarının tamamını göstermemesine rağmen yıllık değişimleri görmemize olanak tanır (Seyidoğlu, 2013: 329).

Ödemeler bilançosu bir ülke sakinlerinin, yani o ülkede oturanların dünyanın geri kalan kısmıyla yaptıkları iktisadi işlemleri kaydeden bir muhasebe belgesidir. Bu belgede ülkeye giren her döviz Amerikan doları cinsinden artı işaretiyle, ülkeden çıkan her döviz ise eksi işareti ile kaydedilir. Ödemeler bilançosunun temel kuralı; ülke sakinlerinin ödeme yapmasına (ülkeden döviz çıkışına) yol açan her işlem ödemeler bilançosu açığını, ülke sakinlerine ödeme yapılmasına (ülkeye döviz girişine) yol açan her işlemin ödemeler bilançosu fazlasına katkı yapmasıdır (Bocutoğlu, 2014: 422).

Ödemeler bilançosu tanımı içerisinde yer alan iki temel unsurdan bahsedilmektedir. Bunlardan ilki yerleşiklik kavramı iken ikincisi ise ekonomik işlemdir. Bahsi geçen iki kavram da ödemeler bilançosunun en temel öğelerini oluşturmaktadır (Kopuz, 2010: 7).

Yerleşiklik kavramı, ekonomik faaliyetlerini o ülkede yürüten kişiler, firmalar ve kamu kuruluşları olarak karşımıza çıkmaktadır. Uluslararası ekonomik ilişkiler açısından ülkede yerleşik olma kavramı, sahip olunan yurttaşlıkla aynı anlamı taşımamaktadır. Farklı bir ülkenin yurttaşları olmalarına rağmen sürekli olarak oturdukları veya işlerini yürüttükleri ülkede yerleşik kabul edilirler. Öreğin Almanya’da uzun süreli olarak oturan Türk işçileri bu ülkede yerleşmiş sayılırlar. Bir ülkede geçici olarak bulunan kişiler örneğin turistler o ülkede yerleşik değildirler, dolaysıyla bu turistlerin gezi sırasında yapmış oldukları harcamalar, bir dış ekonomik işlem niteliği taşımanın yanısıra ilgili ülkenin bilançosuna kaydedilmektedir ( Seyidoğlu, 2013: 330).

Ekonomik faaliyet ise genel çerçevesiyle mal ve hizmet karşılığında parasal bir ödemeyi ifade etmektedir. Ekonomik işlemler; mal, hizmet ve gelirler ile finansal varlık ve yükümlülüklere ilişkin olabileceği gibi, yurt içi yerleşikler tarafından yurt

(37)

dışı yerleşiklere karşılıksız olarak sağlanan reel ya da finansal kaynak faaliyetlerini de kapsamaktadır (TCMB, 2009: 2).

Ekonomik işlemler;

a) Altın ve kısa vadeli senetler karşılığında mal ve hizmet alım satımı, b) Senetlerle senetlerin değişimi

c) Mal ve hizmetlerin mal ve hizmetlerle değişimi d) Bağış şeklinde senet, mal ve hizmet verme veya alma e) Bağış şeklinde senet, altın, döviz verme ve alma

şeklinde sıralanabilir (İyibozkurt, 2001: 279).

Ülkenin dış âlemle yaptığı işlem ya borçlu ya da alacaklı niteliği taşımaktadır. Alacaklı işlemler genellikle ülkeye döviz girişi sağlarken, borçlandırıcı nitelikteki işlemler ise ülkeden döviz çıkışına sebep olurlar. İhracat, ülkeye gelen turistlerin yapmış olduğu harcamalar, kısa ve uzun süreli mali sermaye girişimleri ülkeye yapılan dolaysız sermaye yatırımları alacaklı işlemlere; ithalat, dış ülkelere gezi için yapılan harcamalar, mali ve dolaysız sermaye çıkışları vb. borçlandırıcı nitelikteki işlemlere örnek olarak verilebilir (Seyidoğlu, 2003: 56).

Ödemeler bilançosu çift kayıt sistemine dayalı bir muhasebeleştirme işlemine tabi tutulur. Ayrıca çift taraflı muhasebeleştirmeye tabi olan ödemeler bilançosu daima denktir. Fakat işlemlerin ekonomik niteliği bakımından ödemeler bilançosu fazla ve açık verebilmektedir. Ulusal ekonominin, yabancı ekonomilerle kurduğu ilişkiler sonucu kazandığı döviz, verdiği dövizden çoksa ödemeler dengesi fazlası, tersi durumda yani ulusal ekonominin döviz kaybı döviz kazancından fazla olması durumunda ise ödemeler dengesi açığı ortaya çıkar (Savaş, 2013: 279).

Çift kayıt sistemindeki esas nokta yapılan işlemlerin iki taraflı olarak kayıt edilmesidir. Dış âlemle yapılan borçlu işlem ilgili hesabın borçlu yanına kaydedildikten sonra, başka bir hesabında alacaklı yanına kaydedilir. Bir alacaklı işlem ise ilgili hesabın alacağına, başka bir hesabın da borç kısmında gösterilir. Böylece aynı işlemin iki ayrı hesapta ters şekilde kayıt edilmesi, hesapların denk hale gelmesini ifade etmektedir. Çift kayıtlı muhasebeleştirme işleminde aktif (alacaklı)

(38)

ve pasif (borçlu) toplamı birbirine eşit olmak durumundadır. Bu ise ödemeler bilançosunun muhasebe kayıtları anlamında her zaman denk olması demektir. Fakat bu durum ekonomik anlamda dış dengenin sağlanmış olduğu anlamına gelmemektedir (Seyidoğlu, 2013: 332).

Ödemeler bilançosunda ekonomik anlamda denkliği sağlama işlevine sahip olan kalemler denkleştirici niteliğe sahip kalemlerdir. Denkleştirici niteliği taşımayan, dış ülkelerle yapılan ekonomik, ticari ve politik sebeplerden dolayı ortaya çıkan işlemleri kaydetmekte kullanılan kalemler ise otonom kalemler olarak nitelendirilmektedir (Kopuz, 2010: 14). Otonom kalemlere, kar amacı için mal ve hizmet ihracı, karşılıksız transferler, doğrudan yabancı sermaye yatırımları, daha fazla kazanma veya güvenlik amaçlı portföy yatırımları; merkez bankaları tarafından otonom kalemlerden kaynaklanan gelir ve gider dengesizliklerini karşılamak amacıyla yapılan altın ve döviz satışları ise denkleştirici kalemlere örnek olarak verilebilir (Karluk, 2013: 642).

2.2. Ödemeler Bilançosu Hesap Grupları

Ödemeler bilançosu özellikleri dikkate alınarak, yapılan işlemlerin daha kolay yorumlanması ve anlatılması amacı ile belli gruplara ayrılmıştır. (Kopuz, 2010: 32). Cari işlemler, sermaye hesabı, finans hesabı, resmi rezerv, net hata ve noksan hesabı ödemeler bilançosunu oluşturan beş temel gruptur.

2.2.1. Cari İşlemler Hesabı

Ödemeler bilançosu içerisinde en fazla öneme sahip olan bölüm cari işlemler hesabıdır. Cari işlemler hesabı ülkenin ihracat ve ithalatı, hizmet ticareti, birincil gelir /gider, ikincil gelir/ gider olmak üzere dört ana kalemden oluşmaktadır.

2.2.1.1. Mal Ticareti Hesabı

Cari işlemler hesabına giren işlemlerden mal ticareti cari işlemler hesabının büyük bir çoğunluğunu oluşturmaktadır. Mal ticareti mal ihracatı ve mal ticareti ile ilişkilidir. Çoğu ülkeler için dış ekonomik ilişkiler arasında en önemli yeri tutan bu iki unsurdur. İhracat alacaklı, ithalat ise borçlandırıcı bir işlemdir (Seyidoğlu, 2003:

(39)

58). Mal ihracatı ülkeye döviz kazandıran başlıca işlemlerdir ve alacaklı bir işlem olarak kaydedilir. Mal ithalatı ise yabancılara alacak hakkı kazandırdığı için pasif olarak kaydedilmektedir (Seyidoğlu, 2013: 335).

Cari işlemler hesabının toplam döviz gelirlerinden toplam döviz giderleriyle karşılaştırılmasından elde edilecek olan ilk sonuç cari işlem açıkları ve fazlalarıdır. Bu durumu ifade etmek amacıyla cari açık ve cari fazla tabirleri kullanılabilmektedir. Bu kavramlardan ülkenin normal iktisadi işlemlerden döviz kazanıp kazanamadığını anlaşılabilmektedir. Toplam döviz gelirleri toplam döviz giderlerinden fazla ise cari işlemler fazlası, toplam döviz gelirleri toplam döviz giderlerinden az ise cari açıktan söz edilir (Ertürk, 1996: 390).

Toplam mal ithalatı ve toplam mal ihracatı arasındaki dengeye dış ticaret bilançosu adı verilmektedir. Bu kavram ödemeler bilançosu ile karşılaştırılmamalıdır. Ödemeler bilançosu ülkenin tüm uluslararası gelir ve giderlerini, dış ticaret dengesi ise yalnızca dar anlamda mal ithalatı ve ihracatını kapsar (Seyidoğlu, 2013: 335).

2.2.1.2. Hizmet Ticareti Hesabı

Cari işlemler hesabının diğer önemli bir alt hesabı hizmet ithalat ve ihracatıdır. Mal ticareti fiziki olarak bir görünürlük taşırken hizmet ihracatı ve ithalatı görünmez bir nitelik taşımaktadır. Bu nedenle hizmet ticareti hesabı görünmez ticaret olarak da nitelendirilmektedir. Hizmet ticareti hesabı mal ticareti hesabı kadar büyük bir nitelik taşımamaktadır. Fakat dünya ekonomisinde yaşanan gelişmelere bağlı olarak hizmet ticareti hesabında olumlu artışlar gözlenmektedir (Karluk, 2013: 645).

Diğer ülkelerle yapılan hizmet ticareti ile ilgili gelir ve giderler bu hesapta kaydedilir. Bu hesabın içerisinde aşağıdaki kalemler yer almaktadır

 Uluslararası taşımacılık: Hava, deniz ve kara yoluyla yabancı ülkelere yapılan yük ve yolcu taşımacılığından kazanılan dövizler ve yabancılara yaptırılan taşımacılık faaliyetler sonucu kaybedilen dövizleri gösteren kalemdir.

(40)

 Lisans bedelleri, kiralar, komisyonlar: Yurt dışındaki çeşitli şirket ve kuruluşlara sağlanan özel hizmetler karşılığında yapılan ödemeleri kapsar. Telif hakları, lisans ödemeleri, leasing bedelleri, danışmanlık, mühendislik ücretleri, uydu kiraları, uluslararası bilgisayar, telsiz telefon ve radyo hizmetleri bu kalemi oluşturan unsurlara örnek olarak verilebilir (Seyidoğlu, 2013: 335).

 İnşaat hizmetleri: Yabancıların başka bir ülkede bulundukları inşat faaliyetleri ile yerleşiklerin yabancı bir ülkede bulundukları bu tür faaliyetleri gösteren kalemdir.

 Sigorta hizmetleri: Uluslararası nitelik taşıyan çokuluslu banka ve sigorta şirketlerinin elde ettikleri döviz kazançları ile ülkenin bu şirketlere yaptığı ödemelerin gösterildiği kalemdir (Karluk, 2013: 645).

 Turizm gelirleri: Yabancı turistlerin ülkede yapmış olduğu konaklama gezme hediyelik eşya gibi harcamalar döviz ihracatı olarak kabul edilmektedir. Turizm gelirleri görünmez bir döviz kazandırıcı niteliği taşımaktadır. Türkiye’nin turizm gelirlerinin toplam döviz gelirleri içerisindeki payı oldukça yüksek bir paya sahiptir. Yerleşik vatandaşların dış ülkelerde seyahat etmek amacıyla yaptığı harcamalar ise döviz azaltıcı işlem nitelikli bir işlemdir ve döviz ithalatı olarak değerlendirilmektedir.

2.2.1.3. Birincil Gelir Hesabı

Çalışanlara ödenen ücretler, doğrudan yatırım, portföy yatırımları ve diğer yatırımlardan elde edilen gelir ve giderler bu hesap içinde muhasebeleştirilmektedir. Doğrudan yatırımlarla hisse gelirleri, kar payları, sermayeye katılan kazançlar ve şirketler arası diğer işlemlerden doğan gelir ve giderleri kapsamaktadır. Portföy yatırımlarında hisse senetlerinden elde edilen gelirler (kar), tahvil ve benzeri borç araçlarından doğan işlemler ile ilgili gelir ve gideri (faiz) içermekteyken, diğer yatırımlarda ise diğer borçlanma ile ilgili gelir ve giderler (faiz) kaydedilmektedir (TCMB, 5).

Şekil

Şekil 1: . İş Gücü Başına Sermaye ve İşgücü Başına Çıktı
Şekil  2’de  görüldüğü  üzere  yatırım  miktarının  yıpranma  payına  eşit  olduğu  tek  bir  sermaye  stoku  noktası  vardır
Tablo 2: Turizm Gelirleri, Toplam Ziyareti Sayısı (2003-2018).
Tablo 4: 2018 Yılı Yabancıların Ülkeye Giriş Yaptıkları İller
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

BACKGROUND The RE-DUAL PCI ( NCT02164864 ) trial of patients with atrial fibrillation undergoing percutaneous coronary intervention reported that dabigatran dual therapy (110 or 150

Ayrıca, sismik kesitlerin korelasyonunun daha doğru şekilde yapılabilmesi ve Kilikya Baseni’nin Mesinyen Tuz Krizi boyunca ne tür bir basen olduğunun araştırılabilmesi

İlk tasarımınızı ve yaptığınız düzeltmeyi göz önünde bulundurarak elmanın kararmasını önlemek için tekrar tasarım yapınız. Tasarımınızın son halinin ana

Bu çal mada, Türkiye’nin bir parasal birlik olan Euro Bölgesi’ne uyum sa lay p sa lamad ve ayn zamanda bu uyuma ba olarak parasal birli e üye olup olmamas n Türkiye

Both panel data techniques fixed effects and random effects are employed in order to confirm the contribution of remittances on economic growth and rejected random

Turizm gelirleri ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin araştırıldığı çalışmada, serilerin durağanlığını araştırmak için ADF ve PP birim kök

Abstract. In this paper, we look at the bifurcation and stability of Boussinesq equation solutions, as well as the onset of Rayleigh- Bênard convection. nonlinear theory,was

A quite different scenario happens if a condensate of atoms with two different hyperfine states is pumped by a laser field far detuned from the atomic transition [30, 31]; that