• Sonuç bulunamadı

1.2. Ekonomik Büyüme Modelleri

1.2.5. İçsel Büyüme Modelleri

İçsel büyüme teorileri Neoklasik büyüme modelinin devamı niteliğindedir. Neoklasik büyüme teorilerinde ekonomik büyüme, ekonomi dışı değişkenler ile açıklanırken, içsel büyüme modelinde ekonomi içi değişkenler ile açıklanmaya çalışılmıştır (Bilgin, 2012: 23).

İçsel büyüme teorileri ilk kez 1986 yılında P.M. Romer tarafından ortaya atılmıştır. Romer’in teorisindeki hareket noktası ise Arrow’un 1962 yılında yayınladığı makalesinde yer alan yaparak öğrenme fikridir. Arrow’a göre firmalar üretime devam ettikçe işlerini daha iyi kavramakta, buna bağlı olarak maliyetlerini düşürmekte, ürünlerini geliştirebilmekte ve yeni ürünler ortaya çıkarabilmektedir (Acar, 2002: 127). Arrow bilgi üretimindeki artışın yayılma ve yaparak öğrenme yoluyla ekonomiye sağlayacağı katkının çok fazla olacağını savunmuştur. Romer ve Arrow varsayımları arasındaki tek fark Romer’in yeni keşiflerin keşif sahiplerini üzerindeki hakkın korunması nedeniyle bilginin topluma mal olamaması ve bu sebeple yeni tasarımlar yapılmaya teşvik edilmiş olmasıdır (Ercan, 2010: 131).

Arrow Romer modelinde teknolojik ilerlemenin bilgi stokundaki artışın, amacı kar elde etmek olan firmaların araştırma geliştirme faaliyetlerinin bilinçli bir ürünü olduğu değil, firmaların üretim faaliyetlerinin bir yan ürünü olduğu kabul edilir. Teknolojik ilerlemenin bir yan ürün olarak kabul edilmesi, teknolojik ilerleme karşılığında bir ödeme yapılmadan gerçekleşmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca teknolojik ilerlemenin yan ürün olarak ortaya çıkmasının arkasında yaparak öğrenme ve bilginin yayılması kavramları vardır. Yaparak öğrenme kavramına göre bir firmanın yatırım yapması sadece firmanın sahip olduğu sermaye stokunun artmasına değil, aynı zamanda firmanın bilgi stokunun artmasına yol açar. Bilginin yayılması kavramına göre ise her firmanın bilgi stokuna diğer firmalar sıfır maliyetle bedava olarak ve hemen ulaşabilirler (Ünsal, 2007: 245). Bilgi üretiminin diğer firmalara ulaşarak onları da olumlu şekilde etkilediğini ve bu gelişmelerin bütün ekonomilerin istifade edeceğini belirtmiştir. Başka bir ifadeyle ekonomilerde bilgi birikimi arttıkça bundan bütün firmalar yararlanacak, dışsallıklar içselleştikçe ekonomiler büyüyecektir (Acar, 2002: 125).

İçsel büyüme modellerinin ikinci önemli adımı beşeri sermaye ile ilgilidir. Beşeri sermaye konusunda Rebelo (1991) ve Lucas (1988) modellerinde beşeri ve fiziksel sermaye gibi üretim faktörlerinden birini varsaymaktadır. Bir ekonomide fiziksel sermaye yatırımlarına ihtiyaç duyuyorsa beşeri sermaye yatırımlarına da ihtiyaç duymaktadır (Yülek, 1997: 9).

Rebelo ekonomide fiziki sermaye/ beşeri sermaye oranı düştüğü zaman, yani beşeri sermaye arttığı zaman büyümenin hızlanacağını ileri sürmüştür. Almanya ve Japonya gibi ülkelerde İkinci Dünya Savaşı’nın verdiği tahribat sebebiyle fiziki sermaye büyük ölçüde yok olmasına rağmen beşeri sermaye daha az zarar gördüğü için, her iki ülke beşeri sermaye sayesinde hızla büyümüştür. Bu konuda Lucas ise beşeri sermayeyi fiziki sermaye gibi bir üretim faktörü saymakla beraber, fiziki sermayenin önemini de asla göz ardı etmemiştir. Bu nedenle fiziki sermaye/beşeri sermaye oranında Rebelo beşeri sermaye artışına önem verirken, Lucas fiziki sermaye artışının önemini vurgulamıştır ( Acar, 2002: 128).

İKİNCİ BÖLÜM

ÖDEMELER BİLANÇOSU KAVRAMI TANIMI HESAP GRUPLARI VE TURİZM

Bu bölümde ödemeler bilançosu kavramı, ele alınıp, ödemeler bilançosunun hesap grupları hakkında ayrıntılı bilgi verilmiştir. Cari işlemler hesabının hizmet ticareti hesabı içinde yer alan turizm kavramına yer verilerek, turizm tanımı, turizm sektörünün özellikleri ve turizm çeşitleri açıklanmaya çalışılmıştır.

2.1. Ödemeler Bilançosu Tanımı ve Temel Özellikleri

Yaşadığımız dünyada uluslararası ticaret ve mali akımlar yönünden ülkelere giderek birbirleri ile bütünleşmektedirler. Küreselleşmenin giderek önem kazandığı bu dünyada bir ülkenin dış ekonomik ve mali ilişkilerinin ayrıntılı olarak ele alınması büyük önem arz etmektedir (Seyidoğlu, 2003: 55).

Dış ödemeler bilançosu ülkelerin belli bir dönem içerisinde dış ekonomik ve mali ilişkilerinin durumunu gösterir. Bir ülkenin dış ödemeler bilançosundaki denge veya dengesizlik o ülkenin uluslararası ödeme gücünü, ekonomik ve mali itibarını ifade etmektedir. Milli gelir ve çalışma düzeyi, büyüme oranı, döviz kuru, enflasyon oranı, gelir dağılımı ve dış borçlar gibi temel ekonomik değişkenler dış ödemelere dengesi ile sıkı bir ilişki içerisindedir. Dış ödemeler dengesinin birçok temel ekonomik kavramla sıkı sıkıya bağlı olması mali ve parasal politikaları benimseyen veya uygulayan kuruluşların, doğrudan ya da dolaylı olarak yatırım yapanların dış ödemeler dengesindeki gelişmeleri yakından takip etmesine neden olmaktadır (Bulut, 2015: 758).

Dar anlamda ödemeler dengesi genellikle bir yıl içinde bir ülkenin yerleşikleri ile yabancı yerleşikleri arasında yapılan ödemelerin sistematik bir şekilde tutulduğu belgelerdir. Geniş anlamda ödemeler dengesi IMF’nin yaptığı tanıma göre, belirli bir süre içerisinde bir ekonominin yerlileri ile yabancılar arasında meydana gelen ekonomik akımlara bağlı değerlerin, transfer ödemelerinin ve rezervlerde meydana gelen değişikliklerinin sistematik ve muhasebe kayıtlarına uygun olarak belirlendiği istatistiki bir belgedir (Karluk, 2013: 638). Ödemeler bilançosunun

belirli bir dönem boyunca yapılan işlemleri göstermesi, bir akım kavramı olduğunu gösterir. Yani ödemeler bilançosu, ülkenin birikmiş dış borcunu ve varlıklarının tamamını göstermemesine rağmen yıllık değişimleri görmemize olanak tanır (Seyidoğlu, 2013: 329).

Ödemeler bilançosu bir ülke sakinlerinin, yani o ülkede oturanların dünyanın geri kalan kısmıyla yaptıkları iktisadi işlemleri kaydeden bir muhasebe belgesidir. Bu belgede ülkeye giren her döviz Amerikan doları cinsinden artı işaretiyle, ülkeden çıkan her döviz ise eksi işareti ile kaydedilir. Ödemeler bilançosunun temel kuralı; ülke sakinlerinin ödeme yapmasına (ülkeden döviz çıkışına) yol açan her işlem ödemeler bilançosu açığını, ülke sakinlerine ödeme yapılmasına (ülkeye döviz girişine) yol açan her işlemin ödemeler bilançosu fazlasına katkı yapmasıdır (Bocutoğlu, 2014: 422).

Ödemeler bilançosu tanımı içerisinde yer alan iki temel unsurdan bahsedilmektedir. Bunlardan ilki yerleşiklik kavramı iken ikincisi ise ekonomik işlemdir. Bahsi geçen iki kavram da ödemeler bilançosunun en temel öğelerini oluşturmaktadır (Kopuz, 2010: 7).

Yerleşiklik kavramı, ekonomik faaliyetlerini o ülkede yürüten kişiler, firmalar ve kamu kuruluşları olarak karşımıza çıkmaktadır. Uluslararası ekonomik ilişkiler açısından ülkede yerleşik olma kavramı, sahip olunan yurttaşlıkla aynı anlamı taşımamaktadır. Farklı bir ülkenin yurttaşları olmalarına rağmen sürekli olarak oturdukları veya işlerini yürüttükleri ülkede yerleşik kabul edilirler. Öreğin Almanya’da uzun süreli olarak oturan Türk işçileri bu ülkede yerleşmiş sayılırlar. Bir ülkede geçici olarak bulunan kişiler örneğin turistler o ülkede yerleşik değildirler, dolaysıyla bu turistlerin gezi sırasında yapmış oldukları harcamalar, bir dış ekonomik işlem niteliği taşımanın yanısıra ilgili ülkenin bilançosuna kaydedilmektedir ( Seyidoğlu, 2013: 330).

Ekonomik faaliyet ise genel çerçevesiyle mal ve hizmet karşılığında parasal bir ödemeyi ifade etmektedir. Ekonomik işlemler; mal, hizmet ve gelirler ile finansal varlık ve yükümlülüklere ilişkin olabileceği gibi, yurt içi yerleşikler tarafından yurt

dışı yerleşiklere karşılıksız olarak sağlanan reel ya da finansal kaynak faaliyetlerini de kapsamaktadır (TCMB, 2009: 2).

Ekonomik işlemler;

a) Altın ve kısa vadeli senetler karşılığında mal ve hizmet alım satımı, b) Senetlerle senetlerin değişimi

c) Mal ve hizmetlerin mal ve hizmetlerle değişimi d) Bağış şeklinde senet, mal ve hizmet verme veya alma e) Bağış şeklinde senet, altın, döviz verme ve alma

şeklinde sıralanabilir (İyibozkurt, 2001: 279).

Ülkenin dış âlemle yaptığı işlem ya borçlu ya da alacaklı niteliği taşımaktadır. Alacaklı işlemler genellikle ülkeye döviz girişi sağlarken, borçlandırıcı nitelikteki işlemler ise ülkeden döviz çıkışına sebep olurlar. İhracat, ülkeye gelen turistlerin yapmış olduğu harcamalar, kısa ve uzun süreli mali sermaye girişimleri ülkeye yapılan dolaysız sermaye yatırımları alacaklı işlemlere; ithalat, dış ülkelere gezi için yapılan harcamalar, mali ve dolaysız sermaye çıkışları vb. borçlandırıcı nitelikteki işlemlere örnek olarak verilebilir (Seyidoğlu, 2003: 56).

Ödemeler bilançosu çift kayıt sistemine dayalı bir muhasebeleştirme işlemine tabi tutulur. Ayrıca çift taraflı muhasebeleştirmeye tabi olan ödemeler bilançosu daima denktir. Fakat işlemlerin ekonomik niteliği bakımından ödemeler bilançosu fazla ve açık verebilmektedir. Ulusal ekonominin, yabancı ekonomilerle kurduğu ilişkiler sonucu kazandığı döviz, verdiği dövizden çoksa ödemeler dengesi fazlası, tersi durumda yani ulusal ekonominin döviz kaybı döviz kazancından fazla olması durumunda ise ödemeler dengesi açığı ortaya çıkar (Savaş, 2013: 279).

Çift kayıt sistemindeki esas nokta yapılan işlemlerin iki taraflı olarak kayıt edilmesidir. Dış âlemle yapılan borçlu işlem ilgili hesabın borçlu yanına kaydedildikten sonra, başka bir hesabında alacaklı yanına kaydedilir. Bir alacaklı işlem ise ilgili hesabın alacağına, başka bir hesabın da borç kısmında gösterilir. Böylece aynı işlemin iki ayrı hesapta ters şekilde kayıt edilmesi, hesapların denk hale gelmesini ifade etmektedir. Çift kayıtlı muhasebeleştirme işleminde aktif (alacaklı)

ve pasif (borçlu) toplamı birbirine eşit olmak durumundadır. Bu ise ödemeler bilançosunun muhasebe kayıtları anlamında her zaman denk olması demektir. Fakat bu durum ekonomik anlamda dış dengenin sağlanmış olduğu anlamına gelmemektedir (Seyidoğlu, 2013: 332).

Ödemeler bilançosunda ekonomik anlamda denkliği sağlama işlevine sahip olan kalemler denkleştirici niteliğe sahip kalemlerdir. Denkleştirici niteliği taşımayan, dış ülkelerle yapılan ekonomik, ticari ve politik sebeplerden dolayı ortaya çıkan işlemleri kaydetmekte kullanılan kalemler ise otonom kalemler olarak nitelendirilmektedir (Kopuz, 2010: 14). Otonom kalemlere, kar amacı için mal ve hizmet ihracı, karşılıksız transferler, doğrudan yabancı sermaye yatırımları, daha fazla kazanma veya güvenlik amaçlı portföy yatırımları; merkez bankaları tarafından otonom kalemlerden kaynaklanan gelir ve gider dengesizliklerini karşılamak amacıyla yapılan altın ve döviz satışları ise denkleştirici kalemlere örnek olarak verilebilir (Karluk, 2013: 642).

Benzer Belgeler