• Sonuç bulunamadı

Suça sürüklenen çocuklar ile suça sürüklenmeyen çocukların algıladıkları anne ve baba tutumları, bağlanma stilleri ve benlik algılarının incelenmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Suça sürüklenen çocuklar ile suça sürüklenmeyen çocukların algıladıkları anne ve baba tutumları, bağlanma stilleri ve benlik algılarının incelenmesi"

Copied!
127
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

SUÇA SÜRÜKLENEN ÇOCUKLAR İLE SUÇA SÜRÜKLENMEYEN

ÇOCUKLARIN ALGILADIKLARI ANNE VE BABA TUTUMLARI,

BAĞLANMA STİLLERİ VE BENLİK ALGILARININ İNCELENMESİ

Rabia Şengün Afşin

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ÇOCUK GELİŞİMİ VE EĞİTİMİ ANABİLİM DALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

(3)

TELİF HAKKI ve TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU

Bu tezin tüm hakları saklıdır. Kaynak göstermek koşuluyla tezin teslim tarihinden itibaren ... (...) ay sonra tezden fotokopi çekilebilir.

YAZARIN

Adı : Rabia

Soyadı : ŞENGÜN AFŞİN

Bölümü : Çocuk Gelişimi ve Eğitimi İmza :

Teslim tarihi :

TEZİN

Türkçe Adı : Suça Sürüklenen Çocuklar ile Suça Sürüklenmeyen Çocukların Algıladıkları Anne ve Baba Tutumları, Bağlanma Stilleri ve Benlik Algılarının İncelenmesi

İngilizce Adı : The Analysis of The Children Who Are The Delinquent Versus The Children in The Same Age Group Who Are Not Delinquent Perceptions of Their Parents Behaviours, Attachment Styles and The Self Perception

(4)

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI

Tez yazma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyduğumu, yararlandığım tüm kaynakları kaynak gösterme ilkelerine uygun olarak kaynakçada belirttiğimi ve bu bölümler dışındaki tüm ifadelerin şahsıma ait olduğunu beyan ederim.

Yazar Adı Soyadı: Rabia ŞENGÜN AFŞİN İmza:

(5)

JÜRİ ONAY SAYFASI

Rabia ŞENGÜN AFŞİN tarafından hazırlanan ‘ Suça Sürüklenen Çocuklar ile Suça Sürüklenmeyen Çocukların Algıladıkları Anne ve Baba Tutumları, Bağlanma Stilleri ve Benlik Algılarının İncelenmesi’ adlı tez çalışması, aşağıdaki jüri tarafından oy birliği ile Gazi Üniversitesi Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Danışman: Doç. Dr. Ayşe Dilek ÖĞRETİR ÖZÇELİK

Okul Öncesi Eğitimi Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi

Başkan: Prof. Dr. Abide GÜNGÖR AYTAR

Okul Öncesi Eğitimi Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi

Üye: Doç. Dr. Ayşe Dilek ÖĞRETİR ÖZÇELİK

Okul Öncesi Eğitimi Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi

Üye: Prof. Dr. Neriman ARAL

Çocuk Gelişimi Anabilim Dalı, Ankara Üniversitesi

Tez Savunma Tarihi:27/01/ 2017

Bu tezin Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans Tezi olması için şartları yerine getirdiğini onaylıyorum.

Prof. Dr. Ülkü ESER ÜNALDI

(6)
(7)

TEŞEKKÜR

Tez yazım sürecinin her aşamasında yardımları esirgemeyen, bana yol gösteren, sonsuz sabır ve özveri ile yanımda olan değerli hocam ve tez danışmanım Doç. Dr. Ayşe Dilek Öğretir Özçelik’e en içten teşekkürlerimi borç bilirim.

Tezimi okuyup inceleyen ve değerli katkılarını sunan çocuk gelişimi ve eğitimi bölümü başkanımız ve aynı zamanda jüri üyesi Prof. Dr. Abide Güngör Aytar ve jüri başkanı Prof. Dr. Neriman Aral’a, veri toplama sürecinde yardımlarını esirgemeyen Diyarbakır Başsavcısı Ramazan Solmaz’a verdikleri emeklerden dolayı teşekkürlerimi sunarım.

Bugünlere gelmemde, bugünkü Rabia’nın şekillenmesinde en büyük katkı sahibi olan, manevi desteklerini hiç eksik etmeyen ve motivasyonlarını benden esirgemeyen sevgili annem, babam ve kardeşlerime; yüksek lisansı yapmamda büyük katkısı olan, tüm yoğun iş temposuna rağmen her zaman yanımda olan ve hep yardımıma koşan, desteğini ve ilgisini benden esirgemeyen biricik hayat arkadaşım, yoldaşım eşime; tez hazırlama döneminde zaman zaman vakitlerinden çalmak zorunda kaldığım oğlum ve kızıma; okuma sevdalısı olmamda katkıları olan ilk modellerim dayılarıma sonsuz teşekkürlerimi sunar ve mutlu yarınların bizi beklemesini dilerim.

Rabia ŞENGÜN AFŞİN Ocak 2017

(8)

SUÇA SÜRÜKLENEN ÇOCUKLAR İLE SUÇA SÜRÜKLENMEYEN

ÇOCUKLARIN ALGILADIKLARI ANNE VE BABA TUTUMLARI,

BAĞLANMA STİLLERİ VE BENLİK ALGILARININ İNCELENMESİ

(Yüksek Lisans Tezi)

Rabia ŞENGÜN AFŞİN

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

Ocak 2017

ÖZ

Bu çalışmada 12-18 yaş grubu suça sürüklenen çocuklar ile aynı yaş grubu suça sürüklenmeyen çocukların algıladıkları anne ve baba tutumları, ebeveyne bağlanma stilleri ve benlik algıları incelenmiştir. Araştırmanın örneklemini Diyarbakır ve Şanlıurfa ilinde bulunan 102 suça sürüklenen çocuk ile 108 ortaöğretim kurumuna devam eden çocuk oluşturmuştur. Araştırmada çocukların algıladıkları anne ve baba tutumlarını ölçmek için ‘Çocuk Yetiştirme Stilleri Ölçeği (ÇYSÖ)’, bağlanma stillerini ölçmek amacıyla ‘Ebeveyn ve Arkadaşlara Bağlanma Envanteri (EABE)’, benlik algılarını ölçmek amacıyla ise ‘Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSÖ)’ ve araştırmacı tarafından hazırlanan ‘Kişisel Bilgi Formu’ kullanılmıştır. Bu çalışmada elde edilen veriler IBM SPSS Statistics 23 paket programı ile analiz edilmiştir. Sayısal değişkenlerin normal dağılımdan gelme durumları araştırılırken birim sayıları nedeniyle Kolmogorov Smirnov yararlanılmıştır. Çalışmadaki değişkenler normal dağılmadığı için parametrik olmayan istatistiksel yöntemlerden yararlanılmıştır. Bağımsız sayısal değişkenler arasındaki ilişki Spearman’s Rho Korelasyon Katsayısı ile incelenmiştir. İki bağımsız grup arasındaki farklılıklar incelenirken Mann Whitney U Testinden yararlanılmıştır. İkiden fazla bağımsız grup arasındaki farklılık ise Kruskal Wallis Testi analizi ile incelenmiştir. İki bağımsız kategorik değişken arasındaki ilişki Ki Kare Testi analizi ile test edilmiştir. Sonuçlar yorumlanırken anlamlılık düzeyi olarak 0,05 kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen bulgulara göre, suça sürüklenen çocuklar ile suça sürüklenmeyen çocukların anne ve baba tutumları, bağlanma stilleri ve benlik saygısı puanı açısından anlamlı farklılıklar vardır.

(9)

Anahtar Kelimeler : Suç, Ergenler, Anne Baba Tutumu, Bağlanma, Benlik Sayfa Adedi : 110

(10)

THE ANALYSIS OF THE CHILDREN WHO ARE THE

DELINQUENT VERSUS THE CHILDREN IN THE SAME AGE

GROUP WHO ARE NOT DELINQUENT PERCEPTIONS OF THEIR

PARENTS BEHAVIOURS, ATTACHMENT STYLES AND THE SELF

PERCEPTION

(M. A. Thesis)

Rabia ŞENGÜN AFŞIN

GAZİ UNİVERSITY

THE INSTITUTE OF EDUCATION SCIENCES

January 2017

ABSTRACT

In this study, the 12-18 age group children who are the delinquent versus the children in the same age group who are not the delinquent were were comparatively analyzed in terms of their perceptions about their mother and father attitudes and their attachment styles. Also their parents’ attachment styles and self perception were researched. The sample of the survey consists of 102 children who are delinquent and 108 children who are delinquent and in the middle schools living in Diyarbakir and Sanliurfa city centers. In order to measure children’s perceptions about their mother and father attitudes as well as children’s demographic information, the researchers were prepared the ‘Personal Information Form’ and the ‘Child-rearing Styles Scale’ (CSS) were used. In addition, in order to measure attachments style, the ‘Engaging Inventory to Parents and Friends’ (EIPF) were implemented. Also, , in order to measure egoism sensations the ‘Rosenberg Respect of Egoism Scale’ (RRES) were used to measure self-perception of the children. Data of the survey were analyzed with IBM SPSS Staticstics 23. Kolmogorov Smirnov test was used if the number of units and researched state of variables arise from normal distribution. In study, because the data are not normally distributed, non-parametric statistical tools are used. The relationship between independent variables are analyzed by using Spearman’s Rho Correlation Co-efficient. When we analyze two independent variables, we apply Mann-Whitney U Test. When we analyze more than two independent variables, we use Kruskal Wallis test. When we look at two independent categorical

(11)

variables, we use Chi square test. For all significance level, we determine 0,05. According the results of this study, there were statistically significant differences between delinquent adolescents and non-delinquent adolescents about their perceived parenting styles and parent attachment styles and self-respect scores.

Key Words : Crime, Adolescents, Parental attitudes, Attachment, Self-perception Page Number : 110

(12)

İÇİNDEKİLER

TELİF HAKKI ve TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU

... i

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI

... ii

JÜRİ ONAY SAYFASI

... iii

TEŞEKKÜR

... v

ÖZ

... vi

ABSTRACT

... viii

İÇİNDEKİLER

... x

TABLOLAR LİSTESİ

... xii

SİMGELER VE KISALTMALAR LİSTESİ

... xiv

BÖLÜM I

... 1

GİRİŞ

... 1 1.1. Problem Durumu ... 1 1.2. Araştırmanın Amacı ... 4 1.3. Araştırmanın Önemi ... 5 1.4. Araştırmanın Sayıtlıları ... 7 1.5. Araştırmanın Sınırlılıkları ... 7 1.6. Tanımlar ... 7

BÖLÜM 2

... 9

KURAMSAL ÇERÇEVE

... 9

2.1. Suça Sürüklenen Çocuklar ... 9

2.1.1. Çocuk Tanımı ve Çocuk Suçluluğu ... 9

2.1.2. Çocuk Suçluluğunun Nedenleri ... 13

2.2. Ergenlik Dönemi ve Gelişimsel Özellikleri ... 14

2.3. Aile ve Anne Baba Tutumları ... 21

2.3.1. Güven Verici, Destekleyici ve Demokratik Anne Baba Tutumu ... 22

(13)

2.3.3. Aşırı Hoşgörülü ve Gevşek Anne Baba Tutumu ... 24

2.3.4. Dengesiz ve Kararsız Anne Baba Tutumu... 24

2.3.5. Aşırı Koruyucu Anne Baba Tutumu ... 25

2.3.6. İlgisiz ve Kayıtsız Anne Baba Tutumu... 26

2.4. Bağlanma Kavramı ve Bağlanma Teorisi ... 26

2.4.1. Bağlanma Stilleri ... 28

2.5. Benlik Kavramı ve Benlik Algısı ... 29

2.6. İlgili Araştırmalar ... 32

2.6.1. Yurtiçinde ve Yurtdışında Yapılan Çalışmalar ... 33

BÖLÜM 3 ... 49

YÖNTEM... 49

3.1. Araştırmanın Modeli ... 49

3.2. Evren ve Örneklem ... 49

3.3. Veri Toplama Araçları ... 63

3.3.1. Kişisel Bilgi Formu ... 64

3.3.2. Çocuk Yetiştirme Stilleri Ölçeği ... 64

3.3.3. Ebeveyn ve Arkadaşlara Bağlanma Envanteri (EABE) ... 65

3.3.4. Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği ... 66

3.4. Verilerin Toplanması ... 67 3.5. Verilerin Analizi ... 68 BÖLÜM 4 ... 69 BULGULAR VE YORUM ... 69 BÖLÜM 5 ... 84 SONUÇ VE ÖNERİLER ... 84 5.1. Sonuç ... 84 5.2. Öneriler ... 87 KAYNAKLAR ... 88 EKLER... 102

EK-1. Kişisel Bilgi Formu ... 103

EK-2. IPPA-SF ... 105

EK-3. Çocuk Yetiştirme Stilleri Ölçeği ... 106

EK-4. Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği ... 107

EK 5. MEB İzin Dilekçesi ... 109

(14)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1.Demografik Özellikler ... 50 Tablo 2. Suça Sürüklenen Çocuklarda Demografik Özelliklerin Frekans Dağılımları-1 ... 50 Tablo 3. Suça Sürüklenen Çocuklarda Demografik Özelliklerin Frekans Dağılımları-2 ... 52 Tablo 4. Suça Sürüklenen Çocuklarda Demografik Özelliklerin Frekans Dağılımları-3 ... 54 Tablo 5. Suça Sürüklenen Çocuklarda Demografik Özelliklerin Frekans Dağılımları-4 ... 56 Tablo 6. Suça Sürüklenmeyen Çocuklarda Demografik Özelliklerin Frekans Dağılımları-1 ... 58 Tablo 7. Suça Sürüklenmeyen Çocuklarda Demografik Özelliklerin Frekans Dağılımları-2 ... 60 Tablo 8. Suça Sürüklenmeyen Çocuklarda Demografik Özelliklerin Frekans Dağılımları-3 ... 62 Tablo 9. Suça Sürüklenen Çocukların Algıladıkları Anne Tutumlarına Göre Anneye Bağlanma Stillerine İlişkin Kruskal Wallis Testi Sonuçları ... 70 Tablo 10. Suça Sürüklenen Çocukların Algıladıkları Baba Tutumlarına Göre Babaya Bağlanma Stillerine İlişkin Kruskal Wallis Testi Sonuçları ... 71 Tablo 11. Suça Sürüklenen Çocukların Algıladıkları Anne Tutumlarına Göre Benlik Algısına İlişkin Kruskal Wallis Testi Sonuçları ... 73 Tablo 12. Suça Sürüklenen Çocukların Algıladıkları Baba Tutumlarına Göre Benlik Algısına İlişkin Kruskal Wallis Testi Sonuçları ... 74 Tablo 13. Suça Sürüklenen Çocukların Anneye Bağlanma Stili İle Benlik Algısı Arasındaki İlişkinin Spearman’s Rho Korelasyon Katsayısı Analizi Sonuçları ... 76 Tablo 14. Suça Sürüklenen Çocukların Babaya Bağlanma Stili İle Benlik Algısı Arasındaki İlişkinin Spearman’s Rho Korelasyon Katsayısı Analizi Sonuçları ... 77 Tablo 15. Suça Sürüklenen Çocuklar İle Suça Sürüklenmeyen Çocukların Algıladıkları Anne Tutumlarına İlişkin Ki Kare Testi Sonuçları ... 78 Tablo 16. Suça Sürüklenen Çocuklar İle Suça Sürüklenmeyen Çocukların Algıladıkları Baba Tutumlarına İlişkin Ki Kare Testi Sonuçları ... 78 Tablo 17. Suça Sürüklenen Çocuklar İle Suça Sürüklenmeyen Çocukların Anneye Bağlanma Stillerine İlişkin Mann Whitney U Testi Sonuçları ... 80

(15)

Tablo 18. Suça Sürüklenen Çocuklar İle Suça Sürüklenmeyen Çocukların Babaya Bağlanma Stillerine İlişkin Mann Whitney U Testi Sonuçları ... 81 Tablo 19. Suça Sürüklenen Çocuklar İle Suça Sürüklenmeyen Çocukların Benlik Algısına İlişkin Mann Whitney U Testi Sonuçları ... 83

(16)

SİMGELER VE KISALTMALAR LİSTESİ

ÇYSÖ Çocuk Yetiştirme Stilleri Ölçeği

EABE Ebeveyn ve Arkadaşlara Bağlanma Envanteri RBSÖ Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği

SSÇ Suça Sürüklenen Çocuklar SSMÇ Suça Sürüklenmeyen Çocuklar

(17)

BÖLÜM I

GİRİŞ

Bu bölümde araştırmanın problem durumu, hangi amaçla yapıldığı, önemi, sınırlılıkları, tanımları ve varsayımları yer almaktadır.

1.1. Problem Durumu

Toplum bilimcilere göre suç, bireyin içinde yaşadığı toplumun, toplumsal ve kültürel şartlarının kötü etkileri sonucu, bireyi birlikte yaşadığı toplumdaki diğer bireylerin karşısına çıkaran bir çatışma ürünüdür. Ceza hukukçularına göre ise suç, yasalarca yapılması yasaklanan ve cezalandırılan eylemlerdir. Suç evrensel bir sorun olup, insanların toplu halde yaşamasından bu yana var olan bir problemdir. Bireyin içinde bulunduğu toplumda suça yönelten birçok sebeple iç içe yaşama zorunluluğu ve sosyalleşmede gerekli olan diğer bireyleri model alma ve öğrenme süreci, bireyin suç işlemesinde ve potansiyel suçlu olmasında çoğu kez etkin bir rol oynamaktadır (Baltacı, 2011). Tarihin her döneminde yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da suçluluk davranışı görülmektedir. 17. yüzyıla kadar yetişkinlere uygulanan cezalar çocuklara da uygulanmaktayken, 18. yüzyıldan itibaren humanizm akımının etkisiyle çocukların ayrıcalıklı olması yönünde adım atılmıştır (Ward, 2010).

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çocuk suçluluğu, sosyolojik ve hukuksal açıdan asrın en önemli sorunlarından biridir. Ülkemizde ve dünyada çocuk suçluların sayısında giderek bir artış meydana gelmektedir. Çocuk suçluluğunun nedenleri, sosyoloji, psikoloji, biyoloji ve hukuk gibi farklı disiplinlerin araştırma konusu durumundadır. Çocuk suçluluğunda kalıtsal ve bedensel özelliklerin yanı sıra özellikle aile, okul, arkadaşlar, çevre, sosyoekonomik vs. özelliklerin etkisi tartışılmaktadır.

(18)

Türkiye’de ‘çocuk suçluluğu’ olarak adlandırılan, bilimsel kaynaklarca ‘Juvenile Delinquency’ kavramıyla ifade edilen ve ‘reşit olmayanın suçluluğu’ anlamına gelen kavram çocukluk ve ergenlik döneminin büyük bir kısmını kapsamaktadır. Çocukların insani gelişim sürecinin erken aşamalarında olması sebebiyle, sosyal, bilişsel, bedensel gelişimleri bakımından özel bakım ve yardıma ihtiyaçları olduğu; özgürlük, güvenlik, barış ve değer koşullarında yasal korunmaya gereksinim duydukları göz önünde bulundurularak, Birleşmiş Milletler üye devletlerinin 29 Kasım 1985 tarihinde Pekin’de aldıkları kararlar neticesinde; çocuk suçluluğu; ‘mevcut hukuk sistemi içinde ceza verilmesini gerektirecek her türlü eylem ve ihmaldir’ şeklinde ifade edilmiştir (Beijing Kuralları m. 2, 1985).

Türkiye Cumhuriyeti ‘Çocuk Koruma Kanunu’nda suça sürüklenen çocuk; ‘daha erken yaşta reşit olsa bile, 18 yaşını doldurmamış, kanunlarda suç olarak tanımlanan bir eylemi yaptığı iddiasıyla hakkında soruşturma yada kovuşturma yapılan veya yaptığı eylemden ötürü hakkında güvenlik tedbirlerine karar verilen çocuğu’ ifade etmektedir. Çocuk Koruma Kanunu’nda; suç işleyen çocuğa suçlu demek yerine ‘suça sürüklenen çocuk’ ifadesi kullanılarak, çocuğun suç işlemesinin yetişkin birinin suç işlemesi gibi iradi bir davranış olmadığı, ancak aile, arkadaş, yaşadığı çevre şartları gibi birçok faktörün bir araya gelmesiyle suça sevk edildiği ve sonucunun çocuk tarafından düşünülmediği, zarar verme kastı olmayan duygusal bir davranış olarak görülmektedir ve bu sebeple suça sürüklenen çocuklar kanunlarca teminat altına alınmış ve yargılanma süreci yetişkinden ayrı kanun ve mahkemece devam ettirilmiştir (Çocuk Koruma Kanunu, 2005; Uluğtekin, 2005).

Yapılan araştırmalarda suçlu ailelerin çocuklarının suç işlediği görülmektedir. Bu çalışmalarda genetiğin ve yetiştirme faktörlerinin etkisi üzerinde durulmaktadır. Yapılan araştırmalarda kişiyi suç işlemeye yönelten bir genin varlığına rastlanmamıştır. Bu da çocuğu suça yöneltmede biyolojik etmenlerin ana neden olmadığı görüşünde araştırmacıları birleştirmiştir (Doğan, 1990). Çocuğun suça yönelmesinde bireysel etmenlerden ziyade çevresel etmenlerin daha etkili olduğu, birçok bireysel etmenin kaynağında çevresel etmenlerin bulunduğu kabul edilen bir gerçektir. Çocuğun hareketleri, davranışları içinde bulunduğu hayatın şartlarına göre şekil almaktadır. Bu sebeple çevresel etmenler olarak çocuğun içinde bulunduğu aile, okul iş ve arkadaş ortamı çocuk suçluluğu ile ilişkilidir (Sevük, 1998). Çocuğun suça yönelmelerinin yada yönelmemelerinin esas sebeplerini içinde bulunduğu aile ve çevre faktörlerinde aramak gerekmektedir.

(19)

Çocuk doğduğu andan itibaren gelişimini bir aile içinde sürdürür. ‘Evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birlik aile’ dir (Türk Dil Kurumu, 2011). Diğer bir deyişle aile; toplumun en küçük yapı taşı, en küçük sosyal grubudur. Her sosyal grubun nasıl kuralları varsa her ailenin de kendine özgü, aile içerisindeki bireylerin oluşturduğu kuralları vardır ve aileyi oluşturan bireyler bu kurallara uymak zorundadır. Bu kurallar sosyalleşmenin de ön koşuludur. Çocuk sosyalleşme süreci sırasında yaşam kurallarını ve bu kurallara uymayı, yolunda gitmeyen bazı durumlar karşısında nasıl baş edeceğini öğrenmektedir. Çocuğa toplumsal kuralları öğreten aile, çevresinde yaşanacak olumsuzluklar, zorlanmalar çocuğu istenmeyen davranışlara, suça yönelmelerine neden olabilmektedir (Ersin, 2010). Çocukların geçtikleri bu dönemde ebeveynin çocuğa karşı takındığı tutum ve davranışların çocukların suça yönelmelerinde etkili olduğu düşünülmektedir.

Çocuk yetiştirmede temel unsur fiziksel ihtiyaçlarının zamanında karşılanmasının yanı sıra sevgi ve eğitimdir. Sevgi ihtiyacının, hayatın her döneminde karşılanması gerekir. Çocuk her zaman her koşulda anne babası tarafından sevildiğini bilmek ister. Çocuğu sevmek demek her istediğine evet demek, her istediğini yapmasına izin vermek, her davranışını onaylamak değildir. Davranışlarını düzene koymak adına bazı kurallar koymak, disipline etmek, eğitmek gerekir (Dirim, 2003, s. 26-28). Ailenin disiplin ve sevgideki yetersizliği ya da aşırılığı çocukta sağlıksız bir gelişime neden olur.

Ebeveynlerin çocuk yetiştirme yöntemlerinde kullandıkları tutumların birçoğu çocuk suçluluğuna sebep olmaktadır. Ebeveynin aşırı koruyucu-kollayıcı tavrı çocuğun özerkliğini kazanamayıp bağımlı bir kişilik gelişimine sebep olmaktadır. Yeterince sevgi göstermeyince yoksunluk dolayısıyla ciddi davranış problemleri oluşmaktadır. Sıkı disiplin çocuktan yaşının ve gelişiminin üstünde sorumluluk beklemeye ve cezaya başvurmaya sebep olmaktadır. Bu da çocuğun saldırganca davranmasına, kurallara başkaldırmasına sebep olur ve sıkı disiplim sonucunda da çocuğun suça sürüklenmesi kaçınılmaz bir hale gelir.

Çocukların suça sürüklenmesinde, anne baba tutumlarının etkisi var mıdır ve anne babanın çocuğu yetiştirme stilinin çocuğun benlik algısında ve yetişkine bağlanma tarzında ne derece etkisinin olduğu soruları gündeme gelir. Bu araştırmada; suça sürüklenen çocuklar ile suça sürüklenmeyen çocukların algıladıkları anne ve baba tutumları, bağlanma stilleri ve benlik algıları arasında bir ilişki olup olmadığı araştırılması gereken bir problemdir.

(20)

1.2. Araştırmanın Amacı

Araştırmanın temel amacını; suça sürüklenen çocuklar ile suça sürüklenmeyen çocukların algıladıkları anne ve baba tutumları, bağlanma stilleri ve benlik algılarının incelenmesi oluşturmaktadır.

Bu genel amaca ulaşmak için aşağıda belirtilen sorulara cevap aranmaktadır;

1. Suça sürüklenen çocukların algıladıkları anne tutumlarına göre anneye bağlanma stili arasında anlamlı bir fark var mıdır?

2. Suça sürüklenen çocukların algıladıkları baba tutumlarına göre babaya bağlanma stili arasında anlamlı bir fark var mıdır?

3. Suça sürüklenen çocukların algıladıkları anne tutumlarına göre benlik algısı arasında anlamlı bir fark var mıdır?

4. Suça sürüklenen çocukların algıladıkları baba tutumlarına göre benlik algısı arasında anlamlı bir fark var mıdır?

5. Suça sürüklenen çocukların anneye bağlanma stili ile benlik algısı arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?

6. Suça sürüklenen çocukların babaya bağlanma stili ile benlik algısı arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?

7. Suça sürüklenen ve suça sürüklenmeyen çocukların algıladıkları anne tutumları arasında anlamlı bir farklılık var mıdır?

8. Suça sürüklenen ve suça sürüklenmeyen çocukların algıladıkları baba tutumları arasında anlamlı bir farklılık var mıdır?

9. Suça sürüklenen çocuklar ile suça sürüklenmeyen çocukların anneye bağlanma stili açısından aralarında anlamlı bir farklılık var mıdır?

10. Suça sürüklenen çocuklar ile suça sürüklenmeyen çocukların babaya bağlanma stili açısından aralarında anlamlı bir farklılık var mıdır?

11. Suça sürüklenen çocuklar ile suça sürüklenmeyen çocukların benlik algısı arasında anlamlı bir farklılık var mıdır?

(21)

1.3. Araştırmanın Önemi

Çocuk suçluğu, yetişkinlerde olduğu gibi tarihin her döneminde karşılaşılan bir problemdir. Çocukların işlediği suçlar, sosyal bir problem olduğu kadar çocuğun kendisine, ailesine ve çevreye verdiği zararlarla toplumun düzenini derinden etkileyen bir olgudur. Çocuklar, gelişimlerini henüz tam olarak tamamlamadıkları için çocukluk döneminde suç eyleminde bulunan bireyi suç işleyen değil, suça sürüklenen olarak ifade etmek daha doğru kabul edilmektedir (İçli, 2004). Nitekim Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında suçlu çocuk tabiri yerine suça sürüklenen çocuk tabiri kullanılması manidardır. Suça sürüklenen çocuk ‘ceza yasasına göre suç teşkil eden bir eylemi işlediği iddiasıyla hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılan yada güvenlik tedbirine karar verilen 18 yaşını doldurmamış çocuk’ olarak tanımlanmaktadır (Çocuk Koruma Kanunu, 2005). Suça sürüklenen çocuklara, bu kanun ile pozitif ayrımcılık yapılarak, çocuk mahkemesinde, çocuk hakimi tarafından yetişkinden farklı uygumalar ile yargılanmalarının yolu açılmıştır.

Çağımızda çocuk suçluluğunun sebeplerinin çok faktörlü olduğu; çocukların içinde yaşadığı çevre, aile, arkadaş çevresi, eğitim, sosyal ve ekonomik politikalar, çalışma yaşamı gibi faktörlerin çocuğun yararına işlememesinin, çocuğun suça sürüklenmesine sebep teşkil ettiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Çocuğun işlediği suçun sonucunu yetişkin gibi önceden kestirememekte, bu da eylemi iradi bir davranış olmaktan çıkarıp, o an sonucu düşünülmeden yapılan bir duygusal eyleme dönüştürmektedir. Çocuk suçluluğu sosyal bir uyumsuzluğun dışa yansımış hali, kişiyi toplum halinde yaşadığı bireylerin karşısına çıkaran bir olgudur (Uluğtekin, 2005; Akduman, Akduman, Cantürk, 2007).

Balcı (2011) çocuk suçluluğu ve toplumsal nedenlerini araştırdığı çalışmasında içinde bulunduğumuz çağın olumsuz etkileri, göç, düzensiz kentleşme, gecekondulaşma, medya gibi faktörlerin olumsuz etkileri çocuğun suça sürüklenmesine sebep olduğunu ifade etmektedir.

Hiç bir çocuk suçlu doğmaz ya da hiç bir çocuğun aklından suç işlemek geçmez. Çocukta suç davranışını anlayabilmek için kişisel, ailesel ve çevresel özelliklerinin bilinmesi gerekir. Bebeğin doğduğu andan itibaren, annesiyle veya onun bakımını sağlayan kişiyle kurduğu sevgi dolu, kararlı ve güvenli ilişkinin, duygusal bağın olmayışı, duygusal ve fiziksel istismara maruz kalması, ailenin çocuğu büyütürken kullandıkları olumsuz

(22)

ebeveyn tutumları, aile ilişkilerinin azlığı, parçalanmış ailede büyüme, madde bağımlısı veya sabıkalı aile bireyleri, ailenin denetiminin ve desteğinin az olması, ihtiyaşlarının karşılanmaması gibi faktörlerin suç ile ilişkisi bulunmuştur (Akduman, Akduman, Cantürk, 2007). Bu açıdan çocukların algıladıkları anne baba tutumları ve ebeveyne bağlanma stillerinin çocuk suçluluğu ile ilişkisinin incelenmesi önem arz etmektedir.

Bowlby (1999) kişiliğin temellerinin atıldığı ilk beş yıllık erken çocukluk döneminde anneden ayrı kalmanın, çocukta suçlu kişilik yapısının gelişimine zemin hazırlayacağını ileri sürer

McCord (1991) çocuğun kişiliğinin oluştuğu dönemde en ağır sorumluluğun ailelerde olduğunu; çocuktaki uyumsuzluğu ortaya çıktığı dönemde önlememe ve uyumsuzluğa sebep olduğu gerekçesiyle ailenin sorumlu tutulması gerektiğini ileri sürmektedir.

Demirli (2013) kaygılı bağlanmanın, annenin çocuk yetiştirme stili sevgi boyutu tarafından yordandığını; kaçınan bağlanmanın ise, baba çocuk yetiştirme stili kontrol- denetim boyutu tarafından zayıf bir şekilde yordandığını bulmuştur.

Bireyin her yönden gelişiminde, çevre koşullarının ve aile yaşantılarının büyük öneme sahip olduğu yapılan araştırmalarla ortaya konmaktadır. Sağlıklı çevrede, sağlıklı aile yaşantıları ve aile tutumları ile yetişen bireylerin her yönden sağlıklı geliştikleri, buna karşın sorunlu çevre, sorunlu aile yaşantıları ve aile tutumlarında yetişen bireylerin gelişimlerinde sorun ve aksaklıkların olduğu görülmektedir (Akın, 2009). Özellikle çocuğun kendi benliğini algılamasında ve suça sürüklenmesinde çevrenin ve anne ve baba tutumlarının önemi çok büyüktür. Anne baba tutumlarının bireyin benlik saygısı ve suça sürüklenmesi üzerindeki etkisi dikkate alındığında, anne babanın çocuğu yetiştirme tutumlarının çocuğun benlik algısı ve suça sürüklenmesi ile arasındaki ilişkinin incelenmesine yönelik çalışmalar yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur.

Seyhan (2008) anne baba tutumlarını koruyucu bulan suça sürüklenmiş ergenlerin genel ve sosyal benlik saygısı puan ortalamalarını düşük, anne baba tutumlarını hem koruyucu hem de güven veren destekleyen ve hoşgörülü bulan suça sürüklenmiş ergenlerin genel ve sosyal benlik saygısı puan ortalamalarını yüksek olduğunu saptamıştır.

Bu araştırma çocuğu yetiştirmede sağlıklı tutumun hangisinin olduğunun belirlenmesi, suça sürüklenen çocukların algıladıkları anne baba tutumlarının, ebeveyne bağlanma stillerinin ve benlik algılarının belirlenmesi ve bunlar arasında bir ilişkinin olup

(23)

olmadığının bilinmesi ve çocuğun suça sürüklenmesinde ebeveyn tutumlarının ve ebeveyne bağlanma stillerinin etkisinin bilinmesi açısından önemlidir.

1.4. Araştırmanın Sayıtlıları

1. Araştırmanın örneklem grubunun evreni temsil ettiği varsayılmıştır.

2. Araştırmaya katılanların bilgi formu ve ölçeklerdeki maddeleri samimi, yansız, doğru ve içten cevapladıkları varsayılmıştır.

3. Araştırmada kullanılan ‘Kişisel Bilgi Formu’nun katılımcıların demografik özelliklerini; ‘Çocuk Yetiştirme Stilleri Ölçeği’nin katılımcıların algıladıkları anne ve baba tutumlarını; ‘Ebeveyn ve Arkadaşlara Bağlanma Envanteri’nin katılımcıların anne ve babaya bağlanma stilini ve ‘Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği’ nin katılımcıların benlik saygısı düzeyini ölçtüğü varsayılmıştır.

1.5. Araştırmanın Sınırlılıkları

1. Araştırma, Diyarbakır ve Şanlıurfa illerinde bulunan suça sürüklenen çocuklardan toplanan verilerle sınırlıdır.

2. Araştırma, Diyarbakır ve Şanlıurfa illerinde bulunan suça sürüklenmedikleri varsayılan ortaöğretim çağı 9, 10, 11, 12. sınıf öğrencilerinden toplanan verilerle sınırlıdır.

3. Araştırma 102 suça sürüklenen çocuk, 108 suça sürüklenmeyen çocuk ile sınırlıdır. 4. Araştırmanın uygulama süreci 03.08.2015 ve 20.12.2015 tarihleri arası 20 hafta ile

sınırlıdır.

5. Araştırma; ‘Çocuk Yetiştirme Stilleri Ölçeği’,‘Ebeveyn ve Arkadaşlara Bağlanma Envanteri’ ve ‘Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği’ nin ölçtüğü kriterlerle sınırlıdır.

1.6. Tanımlar

Suça sürüklenen çocuk: Çocuk Koruma Kanunu- 5395 (2005) ‘kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiası ile hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan ya da işlediği fiilden dolayı hakkında güvenlik tedbirine karar verilen çocuğu’ ifade etmektedir.

(24)

Ergenlik: Bilişsel, sosyal, duygusal ve bir takım biyolojik değişimleri içeren çocukluk dönemi ile yetişkinlik dönemi arasındaki geçiş dönemidir (Santrock, 2012).

Tutum: Belirli bir kişiye, gruba, olaya karşı geliştirilmiş; organize düşünce, davranış ve duygu eğilimidir (Cüceloğlu, 2010).

Bağlanma: Bebek ile annesi ya da sürekli bakım sağlayan sabit bir kişi (birincil bakım veren) arasında kurulan, çocuğun bu kişi ile yakınlık arayışı olarak kendini gösteren, stresli zamanlarda belirginleşen, tutarlı ve aynı zamanda sürekli olan duygusal bağdır (Thompson, 2002).

Benlik saygısı: Kişinin kendi değeri hakkında vardığı yargılar ve bu yargılarla ilişkili duygulardır (Berk, 2013).

(25)

BÖLÜM 2

KURAMSAL ÇERÇEVE

2.1. Suça Sürüklenen Çocuklar

2.1.1. Çocuk Tanımı ve Çocuk Suçluluğu

Tarih boyunca tüm toplumlarda, suç işleyen bireyler, hukuki dilde sezgin ve ergin olan, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırabilen büyükler olabileceği gibi henüz bu yetilerinin tümü yada bir kısmı gelişmemiş, fiziksel ve psikolojik yeterlilige sahip olmayan çocuklar olabilir. Suç işleyen, suçun sujesi olan çocuklar ülkemizde ve tüm dünyada tüm toplumların ve otoritelerin çözüm bulmaya çalıştığı sosyal bir problemdir.

Her toplumda kümülalif olarak bireyleri suç işlemeye iten nedenler çocuklarda da parelellik göstermekte olup toplumun sosyo- kültürel ekonomik yapısı ve eğitim düzeyiyle ilgilidir. Toplumdan topluma ve aynı toplumda zaman içinde değişiklikler gösterebilmektedir (Tokdemir, Kafadar, Türkoğlu, Düzer ve Şimşek, 2008).

Çocuk, çocukluk, kavramları herkesin üzerinde uzlaştığı genel geçer bir tanımı bulunmamaktadır. Her bilim disiplini gibi hukuk disiplinide kendi uğraş alanını uygun olarak çocuk kavramını tanımlamaya çalışmıştır. Hukuki anlamda çocuk tanımları gerek ulusal gerekse uluslar arası hukuk metinlerinde tanımlanmıştır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 1989 yılında kabul edilip, ülkemiz tarafından 1990 yılında da imzalanarak bağlayıcı iç hukuk normu haline gelen Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'sinde tüm dünya ölçeğinde çocukların korumasına yönelik düzenleme yapılmıştır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 1. Maddesinde çocuk şu şekilde tanımlanmıştır: ‘Bu sözleşme uyarınca çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, on sekiz yaşına kadar herkes çocuk sayılır’ (Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, 2005).

(26)

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1985 yılında kabul edilen Beijing (Pekin) Kurallarında (Birleşmiş Milletler Çocuk Ceza Adaleti Sisteminin Uygulanması Hakkında Asgari Standart Kurallar) çocukların korunmasına yönelik asgari standart ilkeler düzenlenmiştir. Pekin (Beijing) Kurallarının 2. maddesine göre çocuk, ‘mevcut hukuk sistemi içinde işleyebileceği bir suçtan dolayı kendisine büyük insanlardan farklı davranılması gereken kişi’ şeklinde tanımlanmıştır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 1990 yılında görüşülüp kabul ve ilan edilen, Riyad İlkeleri (Çocuk Suçluluğunun Önlenmesine İlişkin Birleşmiş Milletler Yönlendirici İlkeleri) kabul edilmiştir. Bu ilkeler ile çocuklarla ilgili üye ülke hükümetlerine yasa ve yönetmelikler çıkarmak suretiyle hükümetlerin bu ilkeleri kabul etmesi ve uygulaması hedeflenmiştir. Riyad ilkeleri, Beijing Kurallarının uygulanmasını denetlemek üzere kabul edilmiştir. Riyad ilkelerinin kabul edildiği aynı oturumda Havana Kuralları (Özgürlüğünden Yoksun Bırakılmış Çocukların Korunmasına İlişkin Kurallar) adıyla taraf devletlerin gözaltında ve tutuklu bulunan çocuklarla ilgili uyulması gereken kurallar kabul edilmiştir (Hançereli, Sevinç, Gürer ve Öner, 2011).

Genel anlamda çocuk tanımlamalarının belli bir yaş ve olgunluk düzeyini ele alıp tanımlamaların yapıldığı görülmektedir. Ceza sorumluluk yaşı olarak genel eğilim belirli yaş kriteri ağırlık basmaktadır. Çağdaş Avrupa ülkelerinden Belçika ve Romanya 18; Portekiz, İskoçya ve İspanya 16,; İsveç, Norveç, Finlandiya ve Danimarka 15 olarak kabul etmektedir. Almanya, Avusturya, Macaristan ve italya 14; Fransa, Polonya ve Yunanistan 13 yaşı kabul etmektedir.

Ceza sorumluluk yaşı ile hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum edilme yaşıda farklılık gösterebilmektedir. Örneğin ceza sorumluluk yaşı Hollanda’da 12, İngiltere’de 10 yaş olarak kabul edilmekte ancak bu ülkelerde hürriyeti kısıtlayıcı cezaları uygulama yaşı 15 yaş kabul edilmektedir (Kurtuluş, 2013).

Çocuk Suçluluğu: Tarihsel süreç içerisinde gelişen hukuki nosyonu uygun hukuki

metinlerde öncelikle insanın ön plana çıkarılması öngörülmüştür. İnsan ve haklarının ön plana çıkıarılması etkisini insanın ilk ve gelişim evrese olan çocukluk evresine özel önem verilmesini zorunlu hale getirmiştir. Sağlıklı çocukluk evresi sağlıklı bireyler ve toplumlara sebebiyet verir.

Batı bilimsel literatürde Juvenile Delinquency terimiyle tanımlanan çocuk suçluluğu genel anlamda belli bir yaşın altındaki toplum bireylerinin suç ile ilgileriyle ilgilenmektedir. Son

(27)

zamanlarda çocuk suçluluğu ülkelerin önemli problemlerinden birini oluşturmaktadır (Estrada, 1999).

Ceza hukuku alanındaki gelişmelerde de çocuklara özel önem verilmesi zorunluluğu ile XIX. yüzyıl sonu ile XX. yüzyılın başlarında çocukların yetişkinlerden farklı statüde ele alınmasına sebebiyet vermiş ve o dönemlerden bu yana çocuklar yetişkinlerden farklı statülere tabi tutularak hukuki metinler hazırlanmıştır. Ülkemizde çocuklara yönelik pozitif anlamda farklı düzenlemeler 1945 yılında başlanmış ve 1979 yılında da çocuklarla ilgili yasalarda çocuklara özel statü sağlayacak düzenlemeler yapılmıştır (Hacıoğlu, 1985, s. 8).

Dünya ölçeğinde çocukların yargılamasını yapan mahkeme binalarının dahi farklı olması gerektiği kabul edilerek sadece çocuk yargılaması faaliyeti gösteren çocuk mahkemeleri kurulmuştur. İlk çocuk mahkemesi 1878'de ABD Massachusetts’de kurulmuştur. Bundan sonra yine ABD’de Chicago’da 1899 da çocuk mahkemesi kurulmuştur. Daha sonra İngiltere’de 1905, Kanada ve Portekiz’de 1911, Belçika’da 1912, Fransa da 1912, İtalya’da 1934, Avusturya’da 1919, Macaristan’da 1913, Polonya’da 1919,Yunanistan’da 1939 Japonya’da 1923 yılında Meksika’da 1939, Şili’de 1928 senesinde ilk çocuk mahkemesi kurulmuştur. Zaman içinde Avrupanın birçok yerinde bu mahkemeler kurulmaya başlanmıştır (Hacıoğlu, 1985, s. 24). Ülkemizde de çocuk yargılaması yapan müstakil çocuk mahkemeleri kurulmuş ve halen faaliyet göstermektedir.

Gerek Avrupa Birliği ülkeleri gerekse çocukları için farklı statü belirleyen hukuki metinlerin ortak özelliği, çocuklarla ilgili hukuki düzenlemelerde çocuğu cezalandırmaktan çok çocuğun korunması ve ıslahı ve topluma sağlıklı birey olarak döndürülmesi esas alınmıştır. Ülkemizde de çocuklara yönelik yapılan hukuki düzenlemelerde bu yön ön planda tutulmuş, hatta suç işleyen çocuk tanımlaması yapılırkende dahi suç işleyen çocuk, sanık, yada daha farklı ceza hukuku tanımlarından kaçınarak çocuğun korunmasını esas alan suça sürüklenen çocuk, suça itilmiş çocuk şeklinde tanımlamalar yapılmaktadır. Çocuk Koruma Kanunu’nda, çocuğun suç işleyen özne olmaktan çok onun dışında, aile, arkadaş, çevre, ekomik-sosyal ortam gibi etkenlerin çocuğu suç işlemeye ittiği kabul edilmekte olup tanım yapılırken suça sürüklenen çocuk ifadesi kullanılmaktadır.

Ülkemizde de Çocuk Koruma Kanunu’nda amaç bölümünde bu hususlar dile getirilmiştir. Çocuk Koruma Kanununu birinci maddesinde; ‘bu kanunun amacı, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına

(28)

alınmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir’ şeklinde düzenleme yapılmıştır (Çocuk Koruma Kanunu, 2005).

Ülkemizde yasal düzenlemeler incelendiğinde çocuklara özgü Çocuk Koruma Kanunun yürürlükte olduğu, çocuk yargılamaları ile özgülenmiş çocuk mahkemeleri ve çocuk ağır ceza mahkemelerinin faaliyette olduğunu görmekteyiz. Türk ceza hukuk sisteminin ana omurgasını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda da çocuk kavramına yer verilmiştir. Türk Ceza Kanunu madde 6’da göre çocuk, ‘henüz on sekiz yaşını doldurmamış kişi’ olarak tanımlamaktadır. (Türk Ceza Kanunu, 2004). Çocuklara özgü özel düzenleme getiren 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nda da çocuk, ‘daha erken yaşta ergin olsa bile, on sekiz yaşını doldurmamış kişi’ (Çocuk Koruma Kanunu, 2005) olarak tanımlanmıştır. Çocuk Koruma Kanunu’nda hem suçun faili olan çocuklar hem de suçun mağduru olan çocuklar ele alınmıştır. Suçun faili olarak gösterilen çocuklar için suça sürüklenen çocuk tabiri kullanılmış olup; ‘kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiası ile hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan ya da işlediği fiilden dolayı hakkında güvenlik tedbirine karar verilen çocuk’ şeklinde tanımlanmıştır. Suçtan etkilenen yada suç mağduru çocuklar ise korunma ihtiyacı olan çocuk olarak isimlendirilerek korunma ihtiyacı olan çocuk; ‘bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuk’ olarak tanımlanmıştır.

Türk Ceza Hukuku’nda çocuk genel anlamıyla 18 yaşından küçük olarak kabul edilmekte; ceza sorumluluğu için de 12, 15, 18 yaş gruplarına göre farklı düzenlemeler yapılmıştır. Türk Ceza Hukuku’nda çocuk, fiili işlediği sırada 12 yaşını bitirmemişse ehliyetsiz (iyiyi kötüden doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği) sayılmaktadır. 12 yaşından küçük çocuğun işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını kavrayamadığı ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin gelişmediği kabul edilmekte ve çocuğun cezai sorumluluğunun bulunmadığı kabul edilmektedir. Çocuğa özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilmekte ama cezai kovuşturma yapılmamaktadır.

Fiili işlediği sırada çocuk, 12 yaşını bitirmiş ve 15 yaşını doldurmamış ise genel olarak ehliyetsiz kabul edilirler ancak işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayıp algılamadığı, davranışlarını yönlendirme yeteneğinin gelişip gelişmediğine bakılmaktadır. Bu yaştaki çocukların kusuru bulunup bulunmadığı uzman doktor raporları ve nihayetinde çocuk hâkimleri tarafından belirlenir ve kusur yeteneği olmayan çocuk hakkında ceza

(29)

kazandırıcı çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanır. Kusur yeteneği yeterince geliştiğine inanılan işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayan, davranışlarını yönlendirme yeteneği gelişen çocuk için indirimli cezaya hükmedilir (TCK 31/2. Madde, 2004).

Fiili işlediği sırada çocuk, 15 yaşını doldurmuş ancak henüz 18 yaşını ikmal etmemiş çocuklardan ise kural olarak gerçekleştirdiği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını kavrama yeteneğine sahip ve davranışlarını yönlendirme yeteneğine sahip oldukları kabul edilmektedir. Aksi için doktor raporu yada hakim kararı gerekmektedir. Ceza adalet politikası gereğince 18 yaşından küçük bireylerin korunması gerektiği kabul edilerek bu yaştan küçüklerin gelişmlerini tam olarak tamamlamadıkları kabul edilmekte bunları koruyucu düzenleme olarak, ‘bu çocuklar hakkında cezalarda indirimler yapılmak suretiyle hüküm kurulur’ (TCK 31/3. Madde, 2) ifadesi yer almaktadır. Suça sürüklenen çocuklar için yapılan indirim oranlarındada farklılıklar bulunmaktadır. 12-15 yaş grubuna uygulanan indirim, 15-18 yaş grubuna uygulanan indirimdin daha fazladır.

2.1.2. Çocuk Suçluluğunun Nedenleri

Literatür incelendiğinde çocuk suçluluğunun nedenleri ile ilgili birçok farklı sınıflama göze çarpmaktadır. Wasserman ve arkadaşları çocukları suça sürükleyen sebepleri; bireysel, ailesel, akrana ait, okul ve topluma ait etmenler olarak gruplandırmışlardır (Wasserman, G. A., Keenan, K., Tremblay, R. E., Coie, J. D., & Herrenkohl, T. L., 2003). Erkan ve Erdoğdu (2006),Çocuk suçluluğunun nedenlerini biyolojik, sosyolojik ve psikolojik yaklaşımlar olmak özere 3 grupta toplanmaktadır. Biyolojik yaklaşımlar; suça sürüklenen çocuklarda kalıtımsal bozukluklar, hormonal dengesizlikler ve beyin anomalilikleri olduğunu ileri sürmektedirler. Sosyolojik yaklaşımlar; çocuğu suça iten sebeplerin içinde bulunduğu sosyal yapıdan kaynaklandığı görüşündedirler. Psikolojik yaklaşımlar; düşünce, duygu ve davranışındaki bozuklukların, uyumsuz ve anormal davranışların, ruhsal bunalımların çocuğu suça sürüklediği görüşündedirler.

Çocuk suçluluğu çok nedeni olan bir olgudur. Çocuğu suçluluğa sevk eden nedenlerin en önemlileri çevresel- toplumsal etmenlerdir; aile, akran grupları, okul, boş zaman aktiviteleri, sosyo-ekonomik koşullar, kentleşme, göç ve kitle iletişim araçlarıdır.Çocuk suçluluğu özellikle şehirlerde görülür ve maddi ihtiyaçların karşılanmasına yönelik suçlar çoğunluktadır. Türkiye’de en fazla işlenen suç mala karşı işlenen suçlardır (Bal, 2004).

(30)

Çocuğu suça sürükleyen etmenler arasında toplumsal sebeplerin yanı sıra bazı kişisel özelliklerin de etkili olduğu düşünülmektedir. Annenin hamileliği esnasında yeterli beslenememesi; ilaç, alkol ve madde kullanması; fiziki ve psikolojik çok yaşaması; radyoaktif maddeye maruz kalması; sağlıksız doğum koşulları ve doğum sonrası yeterince bakımının olmaması gibi sebepler suça sürükleyen kişisel etmenler arasındadır. Nitekim İstanbul Kriminoloji Enstitüsünde yapılan ankette, ağır beden ve ruh hastalıkları geçirmiş çocukların sayısı %13 olarak saptanmıştır. Bu sonuç suçun sebepleri arasında psikopatalojik etmenlerin etkisini kanıtlar niteliktedir (Balcı, 2011).

Suçluluk ile ilgili ilk bilimsel araştırmalarda suça sebep olabilecek faktörler olarak biyolojik ve fizyolojik etmenler üzerinde durulmaktadır. Son zamanlarda yapılan araştırmalara bakıldığında ise suça sürüklenme sebebi olarak toplumsal özelliklerin görüldüğü fikri öne çıkmaktadır. Sosyal bir problem olan suç, toplumsal yapı ile ilişkili olduğu kabul görmekle beraber, sorunun yoğunluk ve niteliğini her toplumda farklılık göstermektedir (Erkan ve Erdoğdu, 2006).

Ergenlik döneminde yaşanan suça yönelmelerin sebepleri yaşanan hızlı fiziksel değişim, zeka sınırlılığı, genetik faktörler, yanlış çocuk eğitimi, sevgi ve ilgi eksikliklerinden kaynaklanabilmektedir (Yavuzer, 1987).

Suçun bir çok sebebi olmakla birlikte bu araştırmada daha çok anne baba tutumları ve bağlanmanın etkisi incelenmektedir.

2.2. Ergenlik Dönemi ve Gelişimsel Özellikleri

Ergenlik kelimesi latince adolescent kelimesinin çevirisi olup, bir durumu değil de süreci ifade etmek için kullanılmaktadır (Yavuzer, 2003, s. 262-279). “Yetişkinliğe doğru büyüyen” anlamına gelen “adolescere” fiilinden türetilmiştir (Lerner ve Steinberg, 2004). Ergenlik (puberte) çocukluk dönemi ile yetişkinlik dönemi arasındaki biyolojik, toplumsal, psikolojik ve ekonomik geçiş dönemi (Santrock, 2012), aynı zamanda çocukluk çağının toyluğundan yetişkinlik çağı olgunluğuna geçiş dönemi ve geleceğe hazırlığın olduğu büyüme dönemidir (Larson ve Wilson, 2004). On yaş civarında başlayıp yirmili yaşların başında sona eren, yaşamın ikinci on yıllık zaman dilimini kapsayan bir dönemi ifade eder (Steinberg, 2007). Bu dönemde çocuksu davranış ve tutumların yerini yetişkin hal ve hareketleri alır.

(31)

Bedensel (fiziksel) gelişim: Fiziksel büyüme hızı döllenmeden sonra doğuma kadar geçen sürede çok hızlı, bu hız bebeklik döneminde de biraz azalarak devam etmekte, çocukluğa gelindiğinde yavaşlamaktadır. Bu süre zarfında fiziksel gelişmeyi ifade eden gelişme ve büyüme durmamakta, zaman zaman hızı yavaşlamaktadır. Ergenliğe gelindiğinde tekrar atak yaparak büyüme ve gelişmenin hızlı olduğu son dönem olmaktadır. (Kulaksızoğlu, 2011). Ergenliğe girmede rol oynayan önemli faktör hormanlardır. Hormonlar ergenin gelişmesinde ‘örgütleyici ve harekete geçirici rolü’ nü üstlenir (Coe, Hayashi ve Levine; 1988). Hormonlar anne karnında bebeğin gelişmeye başlamasıyla birlikte ergenliğe kadar görülüp izlenemeyecek biçimde teşkilatlandırır ve ergenlik dönemine gelindiğinde yeni tutumlar şeklinde harekete geçirici rolünü üstlenir (Steinberg, 2007, s.41-43).

Çocukluk döneminde erkek çocuklardan daha kısa olan kız çocukları hormonların salgılanmasıyla beraber ergenliğe erkek çocuklarına göre daha erken girdikleri için büyüme atılımına başlarlar ve yaşıtları olan erkek çocuklardan daha uzun ve ağırdırlar (Temel ve Aksoy, 2005).

Hormonların salgılanmasıyla boy ve kiloda görülen bu ani ve hızlı artış ‘ergen büyüme atılımı’ olarak ifade edilir. Bir anda küçük bir çocuk olan birey inanılmaz bir değişim göstererek nerdeyse bir yetişkin görünümünü almaya başlar. 18. yaştan sonra boy uzaması çok azdır ve yetişkinlikteki kilonun nerdeyse yarısı ergenlik döneminde alınır (Susman ve Rogol, 2004). Kollarda ve bacaklarda bulunan uzun kemiklerin ucunun kapanmasıyla birlikte boydaki uzama sona erir, iskelet sistemini oluşturan kemiklerin bileşimindeki değişmeyle de kemikler daha sert ve kırılgan olur (Steinberg, 2007, s.44-47).

Marshall (1978)’a göre ergenlikte 5 temel fiziksel değişim vardır. Bunların ilki; 3-6 yaşta azalarak devam eden büyümenin hız kazanmasıdır. İkincisi; birincil cinsiyet özellikleri olarak ifade eedilen üreme organlarının ve kızlarda yumurtalıkla erkeklerde testislerin gelişmesidir. Üçüncü değişim; ikincil cinsiyet özelliklerindeki değişimlerdir. Dördüncüsü; bedendeki kas ve yağ miktarı oranlarındaki farklılaşmadır. Kızlarda deri altında biriken yağın fazlalaşmasıyla göğüslerin ve kalçanın büyümesi, erkeklerde kaslanmayla beraber omuzların ve göğüs kafesinin genişleyerek erkeksi bir görünüm almasıdır. Son olarak beşinci değişim; sistemlerin, özellikle solunum ve dolaşım sisteminin daha dayanaklı bir hal almasıdır

Kız ya da erkek genç birey çocukluk çağı hastalıklarından ve yetişkinlik dönemine özgü sorunlardan uzaktır. Bu dönem yaşamın en sağlıklı dönemi olarak ifade edilmektedir.

(32)

Kızlarda ve erkeklerde ergenliğe girmeden yaklaşık 1-2 yıl öncesinden cinsel değişmeler olmaya başlar. Bunlar birincil cinsel gelişmeler ve ikincil cinsel değişmelerdir. Birincil cinsel değişimler üreme organlarındaki değişimlerdir; kızlarda adet kanamasının, erkeklerde gece boşalmalarının olması. İkincil cinsel değişimler: kızlarda memelerin tomurcuklanması, cinsel organın ve koltukaltının kıllanması, göğüs ve kalçaların büyümesi şeklinde; erkeklerde cinsel organlarda büyüme ve kıllanma, koltukaltında ve yüzde kıllanma, sesin giderek kalınlaşması şeklinde belirir (Uçar, 2013).

Sosyal-Duygusal Gelişim: Ergenlik dönemi ruhsal anlamda fırtınalı ve çelişkili dönem olarak bilinir. Uzun süren, dengeli davranışların görüldüğü çocukluk döneminden sonra dengesiz davranışların tavan yaptığı ergenlik dönemi, gelişme çağındaki birey için yaşanması zor olan bir dönemdir (Yavuzer, 2003).

Çocuğun ergenliğe girmesiyle davranışları ve psikolojik fonksiyonları farklı biçimlerde etkilenir (Brooks-Gunn, Graber ve Paikoff, 1994). Ergenlikteki biyolojik değişmeler davranışları doğrudan etkiler. Özellikle cinsel hormonlardaki artış ergenin cinsel dürtülerini harekete geçirici rolünü üstlenir (Halpern, Udry ve Suchindran, 1996). Biyolojik değişmeler aynı zamanda benlik algılarında değişmelere, ayrıca başkalarının onlara tepkilerindeki değişimler sebebiyle de ergenin davranışlarında değişmelere sebep olur (Steinberg, 2007).

Ergenlik dönemi bireyin ruh durumlarından benlik saygılarına, anne babalarıyla ilişkilerinden arkadaşlarıyla iletişimlerine kadar bir çok faktörü etkiler. Ergenlikle beraber gelen değişimlerle birey aynı anda birden fazla farklılığa uyum sağlamaya çabalamaktan başlı başına bir stres dönemi yaşamaktadır. Kilo alımındaki artışla beraber stresleri daha da artmakta, çağdaş toplumlarda zayıflığa verilen önem sebebiyle özellikle kızlarda düşük benlik algısının oluşması kaçınılmaz bir hal almaktadır (Rosenblum ve Lewis, 1999). Hormonal değişiklikler beraberinde duygusal dengesizlikleri de getirir. Yapılan bir araştırmada eloktronik alıcılarla izlenen ergenin ruh halllerinde, yetişkinlerle kıyaslanınca daha çok dalgalanmaların olduğu görülmüştür (Csikszenmihayli ve Larson, 1984). Davranışlardaki değişimlerde tek başına etki sahibi sadece hormonlar değildir. Çevrenin ve hormonların etkileşimleriyle davranışlarda değişiklik meydana gelir (Brooks- Gunn vd. 1994). Ailede, okulda veya arkadaşlarla olan problemler gibi stres yaratan durumlar hormonlardan daha çok bireyin davranışlarını etkiler (Steinberg, 2007, s. 57).

(33)

Hormonları ve davranışları etkileyen bi diğer etmen uyku uyuma düzenindeki değişimlerdir. Ergenlik dönemine girmeyle beraber ergen daha geç uyumaya gitmekte ve sabah erken kalkmak zorunda olanlar uyanmakta zorluk çekmektedirler. Yetersiz uyku yüzünden ruh sağlıkları daha zayıf, kaygı ve depresyon daha çok, okul başarısında da düşüş olduğu görülür (Wolfson ve Carskadon, 1998).

Erinlikte anne babayla ergen arasındaki ilişkilerde de farklılaşma yaşanmaktadır. Aradaki iletişim azalmakta, çatışmalar yoğunlaşmakta ve aradaki mesafeler ise artmaktadır (Laursen, Coy ve Collins, 1998). Bu durum ergenliğin sonuna doğru düzelmektedir.

Çelişkili duygulara bu dönemde sıklıkla rastlanılır. Ani tepkiler, düşünmeden yapılan hareketler, bencilce davranışlar, sinirlilik, kaygılı olma, kararsızlık gibi duygusal tepkilerin yanısıra duygusallıkta da artış yaşanmaktadır. Bedenin ani ve sürekli değişimine uyum, çocukluk çağı davranış ve düşüncelerin kendisine yeterli gelmemesi beraberinde duygusal gerginliği de getirmektedir (Yavuzer, 2003).

Ergenlik dönemi çocuklukla yetişkinlik arasındaki ara dönem, bir geçiş dönemi olması sebebiyle kişilik gelişiminde, yetişkinlikteki yaşam stilini büyük ölçüde belirleyecek oluşumlara zemin hazırlayan kritik bir dönemdir. Dönemin sonuna gelindiğinde bireyin hayata bakış penceresi, çevresi ve kendisiyle ilgili düşünce ve seçimleri, maksat ve nihai hedefleri netlik kazanmaya başlamıştır (Bahadır, 2002, s.57-65).

Bireyi öznel ve nesnel özellikleriyle diğer insanlardan ayıran sosyal ve psikolojik tepkilerine kişilik denmektedir (Gander ve Gardiner, 2015). Kişilikle ilgili çeşitli kuramcılar farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Psikoanalitik kuramın temsilcilerinden Sigmund Freud (2010) kişiliğin üç temel yapıdan oluştuğunu ileri sürmüştür. Freud’a göre kişilik id, ego ve süperegodan oluşmaktadır. İd; doğumdan sonra gelişen ilk kişilik ögesidir, altbenlik olarak da isimlendirilir. İlkel arzu (açlık, susuzluk, cinsellik) ve dürtülerin saklandığı yerdir ve amacı doyuma ulaşabileck en kısa yolu bulmaktır, haz prensibi ile çalışır. Ego; diğer bir tabirle benlik, kişiliğin dengeleyici organıdır. Gerçekliğin temsilcisi ve id ile süperegonun dengeleyicisidir. Süperego; üstbenlik, en son oluşan kişilik ögesidir ve vicdanın temsilcisidir. Örf ve adetleri, toplumsal kurallar ve toplumdan onay görecek davranışları temsil eder. Egoyu bir terazi gibi düşünecek olursak bir kefesinde id, diğer kefesinde superego vardır. Ego bunları dengede tutmaya çalışır ve aradaki denge-dengesizlik durumu kişiliğin dinamiğini oluşturur.

(34)

Anne babadan, çevreden ve akranlardan görülen değer yargısı ve ahlaki yapı da ergenin kişiliğini şekillenmesinde etkili olan faktörlerden biridir. Ergen tüm bu gördüklerinin sentezini yapar ve bu onun dünya görüşünü yansıtır. Eğer ergenin düşünce ve değerlerinde çevresindekilerle farklılaşma varsa bu ergeni kimlik bunalımı ve rol karmaşasına sürükler. Genelde aile ve çevrenin görüşleri olduğu gibi kabul edilir. Kabul etmeyip farklı görüşü benimseyenler uzun bir kimlik bunalımından sonra kendi kimliklerini bulmakta zorluk yaşarlar (Kulaksızoğlu, 2011).

Bilişsel (Zihinsel) Gelişim: Ergenlikte tüm alanlarda olduğu gibi zihinsel alanda da bir takım değişiklikler meydana gelmektedir. Düşünce yapısının genişleyip soyut düşünce sisteminin olgunlaşması fiziksel değişim kadar ergenin gelişimi ve davranışları üzerinde etkilidir. Ergenlik dönemi dünyaya daha farklı bakma, daha gelişmiş ve karmaşık fikirler yürütme yetisinin kazanıldığı kritik bir dönem olma özelliği taşımaktadır (Keating, 2004). Ergenlerin çocuklara nazaran daha zeki olmalarının sebebi daha çok yaşayıp daha çok bilgi toplamış olmaları, yeterli-gelişmiş ve tesirli düşünme biçimini öğrenmiş olmalarıdır (Steinberg, 2007, s.82). Keating (2004) ergenlik döneminde düşünce yapısının denetleme ve dikkatli olmasını sağlayan ‘yönetici takım’ ının geliştiğini ve bu sayede bilişsel olarak avantajlı konuma geldiklerini ifade etmiştir. İlk değişim ergenlerin çocuklar gibi sadece gerçeklere bakarak düşüncelerini sınırlandırmaktan kaçınıp mümkün olabilecek şeylerin varolabileceğine inanmalarıdır. Somut olaylarla ilgilenmekten öte görülenin ardındakinin de var olduğunu düşünürler. Olası olabileceğe ait akıl yürütme yetisiyle sistemetik düşünmeyi öğrenir. Sistematik düşünce yapısını kullanarak ona sunulan bir fikri önce sorgular daha sonra onun düşünce yapısına uygunsa kabul eder, bu sayede iyi bir tartışmacı olmuştur. Özellikle ailesiyle olan kavga ve tartışmaları bu gelişmeyle kendini gösterir (Smetana, 1989).

Ergenlik döneminin bir diğer önemli kazanımı tümdengelimsel akıl yürütme becerisidir (Klaczynski ve Narasimham, 1998). Bu düşünce sistemi beraberinde ‘eğer- sonra’ düşünce sistemi olarak da bilinen ‘hipotetik düşünme’ biçimini getirir. Karşılaşılan bir probleme çözüm bulmak için olası yollar belli bir düzene göre düşünülür, çözüm yolu bulunur. Bu düşünme yapısı ergenin karşısındakini anlamasına ve empati kurmasına, karar verme becerisinin gelişmesine yardımcı olur (Steinberg, 2007, s.84).

İkinci değişim dostluk, din, felsefe, dostluk gibi soyut kavramları düşünmenin ortaya çıkmasıdır. Hayatın anlamıyla ilgili dah çok düşünmeye başlamışlardır (Hacker, 1994).

(35)

Soyut kavramları -atasözleri, deyimler, benzetmeler, vs.- kavrarlar ve soyut mantık gerektiren konulara ilgi duyarlar (Steinberg, 2007, s. 84-85).

Üçüncü değişim düşünme üzerine düşünmek olarak ifade edilen ‘üstbiliş’teki değişimdir. Bu sayede kişi okuduğu ya da dinlediklerinden anlamlar çıkarır, öğrendiği bir şeyi hatırlamak için gerekli yöntemleri kullanır ve problemlere bu stratejileri kullanarak çözümler bulabilir (Chalmers ve Lawrence, 1993).

Dördüncü değişim çok yönlü düşünme becerisinin gelişimidir. Sorunlara birçok boyutu gözönünde tutarak bakarlar, sorulan sorulara karmaşık yanıtlar verirler. Çok boyutlu düşünme becerisini gelişimiyle başkalarının bakışaçısının da farklı olabileceğini, toplumsal olayların farklı yorumlanabileceğini görür, bu da ergenin diğer insanlarla daha iyi ve karmaşık ilişkiler kurmasına yardım eder (Steinberg, 2007, s, 86-87).

Beşinci değişim bakış açısında göreliliğin olabileceğini kabul etmeleridir. Daha önce sadece görünene inanan çocuk ergenlikle beraber görünenin ardındaki sebeplerin de olabileceğini bilir. Mutlak doğrunun olmadığını bilirler, tamamıyla güvenilir bilginin olmayacağını düşünürler, sürekli sorgulayıcıdırlar ve bu da onları her konuyu sıklıkla eleştirmeye iter (Chandler, 1987).

Ahlaki Gelişim: Ahlaki kurallar, toplumun hep birlikte ve uyum içerisinde yaşamalarını kolaylaştıran, uyulması zorunlu olan davranış şekilleri ve kurallardır (Türk Dil Kurumu, 2011). Toplumu oluşturan kişilerin nerede, ne zaman, nasıl davranmaları gerektiğini belirleyen ve toplumda karışıklık çıkmasını engelleyen, toplumsal nizamı sağlayan kavramlarla bağdaşan müşterek değerlerdir (Avcı, 2006, s. 39-64).

Bireyin ahlaki açıdan en hassas olduğu dönem ergenlik dönemidir. Vicdan gelişiminin hızla artmasıyla iç kontrol gücü dış kontrol gücünü ortadan kaldırırarak çevrenin beklentilerine göre değil kendine özel değerler sisteminin farkına varmasını sağlar (Armaner, 1980; Windmiller, 1995). Ahlaki kurallara zorunluluktan ve cezalandırılmadan korkulduğu için uyulmadığını, gerekli olduklarından uyulması gerektiğini öğrenirler (Hökelekli, 2002, s. 24-27).

Psikanaliz, öğrenme ve bilişsel gelişim kuramcıları ahlak gelişimine çeşitli açıklamalar getirerek, farklı yönlerine odaklanmışlardır (Bee ve Boyd, 2009).

Ahlaki gelişim kuramcılarından Freud’a göre ahlaki açıdan ilk ve en ehemmiyetli otorite kaynağı anne babadır. Çocuk, davranışlarını ebeveynlerinin tutumlarına bakarak kazanır,

(36)

da şekillenmesiyle 6 yaşına geldiğinde doğru ve yanlışı tam olarak ayırt edebilir (Santrock, 2012).

Bilişsel gelişim kuramcısı Piaget’e göre ahlaki gelişim bilişsel gelişimle parelellik göstererek gelişir, bilişsel gelişimi etkileyen etmenler ahlaki gelişimi de etkiler. Ahlaki gelişimi üç döneme ayırarak incelemek mümkündür: ahlak öncesi (0-5 yaş) dönem, dışa bağımlı ahlak (6-10 yaş) dönemi ve ahlaki bağımsızlık (11 yaş üstü) dönemi. Ahlak öncesi dönem çocukları çevresinde gördükleri hakkında herhangi bir akıl yürütmeden birebir taklit ederler. Dışa bağımlı (heteronom) dönemde olaylar anlamlandırılmaya başlanmıştır, kurallara mutlaka uyulur, yanlış davranışlar neden yanlıştırı sorgulamaksızın ceza gerektirir düşüncesindeler, olayın niyeti, niçini değil sonuçu önemlidir. Ahlaki bağımsızlık (otonom) döneminde ise ahlaki değerlendirmelerde sonuçtan ziyade olayın nedeni-niyeti önemlidir, kuralların fayda sağlayacak şekilde değiştirilebileceğini öğrenirler, işbirlikçi ahlak bahis konusudur (Temel ve Aksoy, 2005; Kaya, 2011).

Erikson’un ahlak gelişimi ile ilgili görüşleri Ferud’un düşüncelerine benzemektedir. Erikson çocukların ahlak kurallarını anne ve babasından öğrendiğini savunur. Erikson’un kuramına göre, ahlak gelişimi açısından gurur da en az suçluluk ve utanç duyguları kadar önemlidir (Bee ve Boyd, 2009).

Kohlberg ise ahlaki gelişimin üç düzey ve altı evreden oluştuğunu ileri sürmüştür, her evrenin belirli sırası vardır ve evreler özellikleri bakımından birbirinden farklıdır, bir evre içselleştirilmeden diğerine geçilemez (Gander ve Gardiner, 2015; Steinberg, 2007).

Ahlaki Gelişim Evreleri:

1-Gelenek Öncesi Düzey: Ahlaki açıdan en düşük seviyedir. Ahlaki değerleri birey dışındaki oluşum ve ihtiyaçlar teşkil eder.

I. Evre- Ceza ve itaat eğilimi: Bu evrede davranışın onay görüp görmemesine bakılır, çocuk cezadan korktuğu için kurallara uyar, kurallara neden uyulması gerektiğini bilemez II. Evre- Saf çıkarcı eğilim: Bu evrede çıkarcı yaklaşımlar söz konusudur, birey karşılığında ödüllendirileceği davranışları yapar, doğru olan davranış bireyi mükafatlandırandır

2-Geleneksel Düzey: Bu evredeki birey davranışların kendisine dokunan sonuçlarına göre değil, kendi haklarını da gözeterek milletinin ve ailesinin beklentilerine göre değerlendirir. Sosyal uyumu destekleyip içinde bulundukları gruba içten bağlılık söz konusudur.

(37)

III. Evre- Kişiler arası uyum: Bu evredeki birey yapacağı davranışın başkalarınca onaylanıp onaylanmayacağına bakarak davranır, toplumun gözünde iyi olmak tek arzusudur, fedakar ve gruba bağlıdır

IV. Evre- Kanun ve düzen eğilimi: Birçok yetişkinin içinde bulunduğu bu evrede, grup kurallarının yerini toplumun kuralları almıştır ve yasalara sorgulamadan uyulur 3-Gelenek Sonrası Düzey: Birey uymak istediği ahlaki ilkeleri otorite ve kanunlardan bağımsız olarak kendisi oluşturur ve uyar, bu ilkeler evrensel değerlere dayalıdır.Kohlberg bu düzeye ulaşan çok az insan olduğunu, ulaşanların da genellikle tüm dünyaca bilinen kahramanlarının olduğunu söylemiştir

V. Evre-Sosyal sözleşme eğilimi: Bu evrede birey insan hakları, özgürlük gibi tüm insanların yararına olacak onlara refah ve rahat bir hayat yaşatacak değerleri göz önünde tutarak bunlara uygun davranır. Kurallar bu doğrultuda değiştirilebilirler

VI. Evre-Evrensel ahlak ilkeleri eğilimi: Ahlaki olarak ulaşılabilecek son evredir. Doğru, evrensel nitelikli birey tarafından vicdanen oluşturulan kurallarca tanımlanmaktadır. Sosyal çıkarlara bakılmaksızın tüm insanlığa fayda sağlayacak kurallar geçerlidir, adil olmayan yasaya uyulmaz (Kohlberg and Turiel, 1991).

Ergenlik dönemindeki kişi, doğru ile yanlışı ayırt edip, yanlış hareketlerden cezadan korktuğu için değil, kendi ahlaki değerlerine uygun gelmediği için imtina eder. Ahlaki değerler arasındaki çatışmaları fark eder, uygun olanını kendine ve başkalarının yararına olduğu için kabullenir. Sonraki aşamada ahlaki kuralların göreceli olduğunun farkına varır (Yörükoğlu, 2000, s. 52-53).

2.3. Aile ve Anne Baba Tutumları

Evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplumun en küçük yapısı aile olarak tanımlanmaktadır (Türk Dil Kurumu, 2011). Günümüz değişen toplum yapısıyla beraber aile yapısı da hızlı kentleşme ve sanayi alanındaki gelişimlerden nasibini almıştır. Aile yapısı geniş aile tipinden çekirdek aileye dönüşmüştür.

Geniş aile tipi; genellikle kırsal bölgelerde görülen, erkeğin yetki sahibi ve aileye egemen olduğu, ev işlerinde sorumluluk sahibinin de yalnızca kadın olduğu bir aile modelidir.

Şekil

Tablo  2’de  suça  sürüklenen  çocukların  doğum  yerlerine  göre  dağılımları  incelendiğinde  %37,25’inin (n=38) şehir merkezi olduğu, %62,75’inin (n=64) ilçe olduğu belirlenmiştir
Tablo 9 ve Tablo 10’da suça sürüklenmiş çocukların anne ve baba tutumların bağlanma ile  ilişkisiyle  ilgili  elde  edilen  bilgiler  genel  olarak  alan  yazın  taraması  sonucu  elde  edilen  bilgilerle tutarlıdır
Tablo  11  ve  Tablo  12’de  çıkan  sonuca  göre  anlamlı  olmasa  bile  anne  ve  baba  tutumu  güven  verici,  demokratik,  destekleyen  yani  demokratik  tutum  ile  benlik  saygısı  arasında  olumlu ilişki vardır
Tablo 17 incelendiğinde uygulanan Mann Whitney U testi sonucunda suça sürüklenen ve  sürüklenmeyen  çocuklar  arasında  anne  güven  bakımından  istatistiksel  olarak  anlamlı  farklılık bulunmaktadır
+2

Referanslar

Benzer Belgeler

• Çocuk koruma kanununa göre suça sürüklenen çocuk, “kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiasıyla hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılan ya

Genel olarak çocuğu suça sürükleyen etkenler başta çocuğun yaşadığı aile olmak üzere sosyal çevre dediğimiz çevresel faktörler olabileceği gibi; minimal

Hem suçun huku- ki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneği gelişmiş grupta hem de tekrarlayıcı suç öyküsü olan grupta istatistiksel anlamlı

2005-2018 yılları arasında otuz bir (31) dosyada güvenlik tedbiri niteliğinde danışmanlık, bakım, sağlık, ba- rınma ve eğitim tedbiri verilirken; bu dosyaların on

Öğrenciler, seçmeli ders seçiminde, karar kriterlerinin yüzdesel ağırlık puanlarının ortalamalarına göre önem düzeyi sıralamasında, birinci sırada dersi

“Katkat Yasemin” Adlı Şiir Çevirisi Üzerine Bir Eleştiri 179–192. ***

Sosyal bilimler sahasındaki özgün çalışmaları yayınlayarak akademik hayata katkı sağlayan Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi ' nin

Tablo 4’e göre mahkemenin aldığı tedbirler ile suça sürüklenen çocukların yaş ortalamaları değerlendirildi- ğinde, çocukların suç işleme yaş ortalamaları ile