• Sonuç bulunamadı

Günümüz Kazakistan'ında aile ilişkilerindeki bazı örfi uygulamaların fıkhî açısından incelenmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Günümüz Kazakistan'ında aile ilişkilerindeki bazı örfi uygulamaların fıkhî açısından incelenmesi"

Copied!
84
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ

SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ

TEMEL ĠSLAM BĠLĠMLERĠ ANA BĠLĠM DALI

ĠSLAM HUKUKU BĠLĠM DALI

GÜNÜMÜZ KAZAKĠSTAN’INDA AĠLE ĠLĠġKĠLERĠNDEKĠ

BAZI ÖRFĠ UYGULAMALARIN FIKHÎ AÇISINDAN

ĠNCELENMESĠ

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ

DANIġMAN

Prof. Dr. Saffet KÖSE

HAZIRLAYAN Ykylaskhan MAĠLAN

094244031001

(2)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BĠLĠMSEL ETĠK SAYFASI

Öğre n cin in

Adı Soyadı Ykylaskhan Mailan

Numarası 094244031001

Ana Bilim / Bilim

Dalı Temel İslam Bilimleri/ İslam Hukuku

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tezin Adı Günümüz Uygulamaların Fıkhî Açısından İncelenmesi Kazakistan‟ında Aile İlişkilerindeki Bazı Örfi

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Öğrencinin imzası (İmza)

(3)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ KABUL FORMU

Öğre n cin in

Adı Soyadı Ykylaskhan Mailan

Numarası 094244031001

Ana Bilim / Bilim

Dalı Temel İslam Bilimleri/ İslam Hukuku

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Prof. Dr. Saffet KÖSE

Tezin Adı Günümüz Kazakistan‟ında Aile İlişkilerindeki Bazı Örfi Uygulamaların Fıkhî Açısından İncelenmesi

Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan Günümüz Kazakistan‟ında Aile İlişkilerindeki Bazı Örfi Uygulamaların Fıkhî Açısından İncelenmesi başlıklı bu çalışma 28/11/2011 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Ünvanı, Adı Soyadı Prof. Dr. Saffet KÖSE Doç. Dr. İsmail TAŞ Yrd. Doç. Dr. Lütfü CENGİZ Danışman ve Üyeler Danışman Üye Üye İmza

(4)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğr

enc

ini

n Adı Soyadı Ykylaskhan Mailan Numarası 094244031001 Ana Bilim /

Bilim Dalı Temel İslam Bilimleri/ İslam Hukuku Danışmanı Prof. Dr. Saffet KÖSE

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tezin Adı Günümüz Kazakistan‟ında Aile İlişkilerindeki Bazı Örfi Uygulamaların Fıkhî Açısından İncelenmesi

ÖZET

Kazak halkının örfi uygulamaları İslâm öncesi inançlara kadar uzanmaktadır. İslâm öncesi Kazak halkı Mecusilik ve Şamanizm‟den çok etkilenmiştir. Ailedeki örfi uygulamaların bu iki inançtan kaynaklandığını görmekteyiz.

IX-XIII. yüzyıllar arasında İslâmiyet Kazaklar arasında yaygınlaşmaya ve yerleşmeye başlamıştır. Bu tarihlerde Kazakların eski inançlarıyla İslâm inançları, örfi uygulamalar sahasında bazen çatışmışsa da, zaman içinde İslâm inançlarına ters düşen örfler terk edilmeye başlanmış, İslam inancına uygun olanları ise devam etmiştir. XVII. asırdan itibaren Rusların Kazak topraklarında işgalci politikalarını uygulamasından sonra, Kazak halkının aile örflerine ve inançlarına maddi ve manevi zarar verdiği görmekteyiz. Ruslar, Kazakların kendi örf ve inançlarını unutturmaya çalışmış ve ateizm inancını yaymışlardır. Kazakistan Cumhuriyeti‟nin 1991 senesinde bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte, unutturulmuş olan milli örflere hızla geri dönüş başlamıştır ve bu kapsamda, aile örflerine de geri dönüş olmuştur.

Tez çalışmamız giriş ve dört bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde genel olarak Kazak halkının örfi uygulamaları anlatılmaktadır. Birinci bölümde ise İslâm hukukunda örfün yeri ve önemi tespit edilmiştir. Son üç bölümde ise Kazak halkının Aile örfleri İslâm hukuku açısından incelenmeye çalışılmıştır.

(5)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğre n cin in

Adı Soyadı Ykylaskhan Mailan

Numarası 094244031001

Ana Bilim / Bilim

Dalı Temel İslam Bilimleri/ İslam Hukuku

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Prof. Dr. Saffet KÖSE

Tezin İngilizce Adı The Evaluation of Some Customary Family Practices in Contemporary Kazakhstan in Terms of Islamic Law

SUMMARY

Customary practices of the Kazakh population dates back to pre-Islamic days. Kazakh people during the pre-Islamic era, were influenced by shamanism and Zoroastrianism. We observe that customary practices in the Kazakh family stem from this two pre-Islamic beliefs. Between the 9th-13th centuries, Islam began to spread and settle among the Kazakh people. During these eras, although the old beliefs and the Islamic faith have conflicted in the field of customary practices, over time, practices and customs contrary to the faith of Islam began to be abandoned, and others that are appropriate with Islamic beliefs were continued. After the 17th century when the Russians invaded the territory of the Kazakh people, due to the policies of Russians, we see the material and moral damage in the Kazakh family customs and practices. The Russians, tried to make the Kazakh people forget their own customs and beliefs and spread the ideology of atheism among them. In 1991, together with the independence of the Republic of Kazakhstan, a quick return to the forgotten national customs and practices started, and in this context, there is also return to national family customs.

This dissertation consists of an introduction and four parts. in the Introduction, customary practices of the Kazakh population are described in general. The first part deals with the place and importance of custom in Islamic law. The next three parts deal with the evaluation of the Kazakh peoples family customs in terms of Islamic law.

(6)

ĠÇĠNDEKĠLER

KISALTMALAR ...1

ÖNSÖZ ...2

GĠRĠġ ...4

KAZAK HALKININ ÖRF-ÂDETLERLE ĠLGĠLĠ KISA TARĠHÇESĠ ...4

I- Ġslâm Öncesi Kazak Örf ve Âdeti... 4

II- Kazak Örf ve Âdetinin Hususiyeti ... 6

III- Ġslâm’ın Kazak Örf ve Âdetini Etkileme Safhası ... 7

IV- Kazakistan'ın Rusya'ya Dahil Olduktan Sonraki Örf ve ... 9

Âdetleri ... 9

BĠRĠNCĠ BÖLÜM ... 11

ĠSLÂM HUKUKUNDA DELĠL OLARAK ÖRF VE ÂDET ... 11

I- Örf Kavramı ... 11

A. Örfün Lügat Manası ... 11

B. Örfün Istılah Manası ... 11

II- Âdet Kavramı ... 12

A. Âdetin Lügat Manası... 12

B. Âdetin Istılah Manası ... 12

III- Sıhhat Yönünden Örf ... 13

1) Sahih Örf ... 13

2) Fasid Örf ... 13

IV- Yapısı Yönünden Örf ... 13

1) Kavli Örf ... 13 2) Ameli Örf ... 14 V- Kaynak Yönünden Örf ... 14 1) Örf-i Amm ... 14 2) Örf-i Hass ... 15 3) Şer‟i Örf ... 16

VI- Hulefa-i RaĢidin Uygulamalarında Örf... 16

VII- Örf ve Âdetin Hüccet Değeri Kazanması Ġçin Aranan ġartlar ... 17

A. Örf ve Âdetin Nassa Muhalif Olmaması ... 17

(7)

C. Örfün Tasarruf Anında Mevcut Olması ... 18

D. Örfün Aksini Gerektiren Bir Söz veya Fiilin Bulunmaması ... 19

E. Örfün Diğer ġer’i Delillerle ÇatıĢmaması ... 19

VIII- Hanefî Mezhebine Göre Örf ve Âdet... 21

ĠKĠNCĠ BÖLÜM ... 24

KAZAKLARIN AĠLE YAPISINDA ÇOCUKLUK DÖNEMĠ VE ĠSLÂM HUKUKU AÇISINDAN ĠNCELENMESĠ ... 24

I- Aile... 24

II- Çocuk ... 26

A. Doğum ... 29

B. Çocuk ve Çocuk Toyları ... 31

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 37

KAZAK AĠLE YAPISINDA EVLENME DÖNEMĠ VE ĠSLÂM HUKUKU AÇISINDAN ĠNCELENMESĠ ... 37

I- Evlenme ... 37

A. Devamlı Evlenme Engelleri ... 37

1) Kan Hısımlığı ... 38

2) Sıhri Hısımlık ... 38

3) Süt Hısımlığı ... 39

B. Geçici Evlenme Engelleri ... 39

1) Din Farkı ... 40

2) Kadının Evli Olması ... 40

3) Kesin Boşanma ... 40

4) Dört Kadın ile Evli Olma ... 40

5) Kadının Hısmı Olma... 40

II- Dünür Olmak ve Onunla Ġlgili Örf ve Âdetler ... 44

A. Söz Kesme Merasimi ... 45

B. Oğlan Evini Görme Merasimi ... 46

C. Urın Toy... 46

D. BaĢlık ... 47

E. Kız Uğurlama Töreni ... 49

F. Gelin Alma Töreni ... 50

G. Evliliği Sona Erdiren Haller ... 57

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ... 58

KAZAK AĠLE YAPISINDA ÖLÜM MERASĠMĠ VE ĠSLÂM HUKUKU AÇISINDAN ĠNCELENMESĠ ... 58

A. HelalleĢme ... 58

B. Ölüm Olayının Duyurulması ... 58

C. Karalı Ev ... 59

(8)

E. Cenaze Namazı ... 61

F. Gömülme ve Mezarlık ... 63

G. BaĢ Sağlığı Dileme, Teselli Etme... 64

H. Ağıt ... 64

Ġ. Belli Günler ve Ölü Yemeği ... 65

I. Ölü aĢı ... 66

J.Ölünün Ardından Kuran Okumanın Hükmü ... 66

1) Kur‟an Okumanın Gerekliliğiyle İlgili Âyetler: ... 66

2) Kur‟an Okumanın Gerekliliğiyle İlgili Hadisler... 67

3) Ölünün Ardından Kur‟an Okuma ... 68

SONUÇ ... 71

(9)

1

KISALTMALAR

(as.) : (aleyhi‟s-selam) b. : ibn, bin çev. : çeviren Hz. : Hazreti md. : maddesi nşr. :neşreden

(r.a.) : Radiyallahu anh s. : sayfa

(s.a.v.) : Sallallahu Aleyhi ve Selem sy. : sayı ts. : tarihsiz v. : vefat tarihi vb. : ve benzerleri vs. : ve saire y.y. : yüzyıl

(10)

2

ÖNSÖZ

Yetmiş yıl Rus rejiminin baskısı altında kalan Orta Asya‟daki diğer Türk Cumhuriyetleri gibi Kazakistan da bu rejimin yıkılmasından sonra bağımsızlığına kavuştu. Bağımsız olarak yirmi yılını doldurmuş bulunan bu Türk Cumhuriyetlerinin hepsi, bugün köklerine dönme, yetmiş yılda Ruslar tarafından kaybettirilmeye çalışılan kimliklerini, kültürlerini tekrar canlandırma faaliyeti içine girmişlerdir. Kazakistan toplumunda da aynı faaliyetin olduğunu söyleyebiliriz. Bütün bu coğrafyada unutturulmaya çalışılan dini değerlere hızlı bir dönüşün görülmesi sevindirici bir gelişmedir.

Sovyetler Birliği döneminde din karşıtı politikanın tabii sonucu olarak genel olarak dini-milli değerlerde bir yozlaşma görülse de özellikle aileyi ilgilendiren hususlarda örfi uygulamalar her zaman varlığını sürdürmüştür. Müslüman Kazak halkının aile değerleri içinde yer alan bu uygulamaların özellikle aile ilişkilerini belirleyen alanlarda İslâm dini ve onun hukuku ile ilgisinin ne ölçüde mevcut bulunduğu merak konusudur. Bu sebeple bu çalışma “Günümüz Kazakistan‟ında Aile İlişkilerindeki Bazı Örfi Uygulamaların Fıkhi Açısından İncelenmesi” başlığıyla zikredilen problemi ele almaktadır.

Araştırma giriş ve dört bölümden oluşmaktadır:

Girişte Kazak halkının örfle ilgili kısa tarihçesi ele alınmıştır. İslâm öncesi ve İslâm sonrasındaki örfi uygulamalar ile peşinden Rus egemenliğinin örfü nasıl etkilediği geniş şekilde incelenmeye çalışılmıştır.

Birinci bölümde konunun örf ile ilgili olması sebebiyle İslâm hukukunda delil olarak örfün yeri tespite çalışılmıştır. Kazakistan müslümanlarının genel olarak Hanefî mezhebine bağlı olduğu gerçeğinden hareketle örf ile ilgili kısımda bu mezhebin görüşüyle yetinilmiştir.

İkinci bölümde Kazak aile yapısındaki bazı örfî uygulamaların İslam Hukuku açısından değeri ele alınmıştır. Bu çerçevede çocukluk dönemindeki adetler, sünnet olma ve ergenlik çağına kadar olan uygulamalar İslâm Hukuku açısından incelenmeye gayret gösterilmiştir.

Üçüncü bölümde ise evlenmeyle ilgili, örfi uygulamalar incelenmiştir. Bu çerçevede nişanlılık döneminden düğün safhasına kadar Kazak halkının günümüzde mevcut olan ve değişime uğrayan örfleri İslâm Hukuku açısından incelenmiştir.

(11)

3 Dördüncü bölümde Kazak halkında ölüm merasimleri ile ilgili örfler detaylı olarak İslâm Hukuku açısından incelemeye çaba gösterilmiştir.

Çalışma sırasında yardımını esirgemeyen tez danışmanım Prof. Dr. Saffet KÖSE hocama, tez metnini inceleyip yazmada bana yön veren Necmeddin GÜNEY hocama minnet dolu teşekkürlerimi sunuyorum. Son olarak çalışmam esnasında maddi ve manevi desteklerini her zaman hissettiğim aileme şükranlarımı sunuyorum. Muvaffakiyet Allah‟tandır.

Ykylaskhan MAİLAN KONYA-2011

(12)

4

GĠRĠġ

KAZAK HALKININ ÖRF-ÂDETLERLE ĠLGĠLĠ KISA

TARĠHÇESĠ

I- Ġslâm Öncesi Kazak Örf ve Âdeti

Kazakların hukuk normlarının oluşmasında uzun yıllar içinde gelişen siyasi, ekonomik, sosyal duruma paralel olarak oluşan örf ve âdetin önemli bir yeri vardır.

Kazakların farklı bir millet olarak ortaya çıkma süreci uzun bir gelişmeden sonra oluşmuştur. İlk devirlerde Kazaklar Gök Tanrıya tapınmış, ruhlara boyun eğmiş, onlar için kurban kesmiş, ölenleri elbisesiyle, silahıyla ve yanına yemek koyarak defnetmişlerdir.

Tarihi süreçte Kazak halkını, kendilerinin seçtiği beyler idare etmiştir. Beylik de miras yoluyla babadan oğluna intikal etmiştir. Beyin yanındaki yardımcıları toplumun sorunlarına bakmış, bey ise eli altındaki kabilelerin göç ve yerleşim esaslarını düzenlemiş, davalara hakimlerle birlikte çözüm getirmiştir. Sarayın yanında her zaman sanatçılarla tüccarlar bulunmuş ve özellikle tacirler ticareti canlı tutmuşlardır.

O devirdeki Kazaklar hakkında yazılan belgelerde; “Bunlar hayvan güdüp, göçebe hayat sürdüler, erkekleri gümüşten eyer yapıp ata binerken kadınları altın ve gümüşten kolye, bilezik, yüzük takındılar, bir de yünden elbiseler yapıp, hasır dikmekle uğraştılar” denmektedir.1

İslâm öncesi dönemlerde Kazak kabileleri arasında idari sanat iyi gelişti. Toplum içindeki tartışmalar, davalar “Bi”ler2

tarafından çözüldü. Keskin dilli bi‟ler çokça zuhur etmeye başladı. Her bir kabilenin kendi namuslarını koruyan bi‟leri oldu. Bi‟lik babadan oğula geçmez. Bi‟lerin ilk görevi suçluyu cezalandırmaktan öte, suçun önünü alma, halkın huzurunu sağlama, davacı iki tarafı sulha çağırma ve adil olarak işleri çözmekten ibarettir.

“Bi” sadece hukukçu değil aynı zamanda şair, yazar ve milletinin geçmişini iyi bilen tarihçi idi.

Bi‟lerin, baktığı işlerinin sayısına göre tecrübesi artar. Bu tecrübe sonuçlarını bir yerde görüşerek doğru, topluma en yararlı olanını alarak genel kaide olarak kabul ederlerdi. Meşhur bi‟lerin hükümleri başkalarına örnek, yol gösterme hizmetini yapardı. Böyle hükümler halkın

1

Zimanov, Salık ve Öserov, Nurali, Kazak Âdet Ğurup Zandarına ġariattın Aseri, s. 24.

2

(13)

5 içinde genişçe yayılırdı. Bi‟lerin hukuk alanında bazı ilkeleri vardı, onların hüküm vermede davayı değiştirme ve yerleştirmede etkileri vardı.

Bi, halkın örf ve âdetlerini iyi bilmekle beraber ilmiyle ve ahlakıyla da öne çıkmıştır. Her iki tarafın Bilerin verdiği hükme razı olmaları gereklidir. Eğer hüküm sadece bir taraflı olursa o zaman adil olmayan sonuç diye sayılır ve Bi‟in derecesi halkın önünde azalır. Bu sebeple Bi‟ler mahkeme konusunda adaletten başka bir şeyi hedeflememişlerdir. Bununla birlikte Bi‟ler davaya bakıncaya kadar taraflar kendi aralarında bir başka saygın kişinin önünde sulha gidebilirler. Bu, örfi hukukta “salauat” diye adlandırılır. Bundan sonra artık o işe bi‟ler bakmamışlardır. Anlaşma sağlandıktan sonra tekrar bakmaya kimsenin hakkı yoktur.

V ve X. asır arasında Türk topraklarında yaşayan kabilelere ait örf ve âdetler içerisinde insanla tabiatın ilişkisine, insanların günlük yaşayışlarına, ruha hürmet etmeye, büyüklere saygı küçüklere sevgi göstermeye, düğünler yapmaya, ölüleri defnetmeye dair kurallar vardır. Onların bazıları insanların hayvanlara bakış açılarından kaynaklanmıştır. Eski zamanlardan itibaren Kazaklar, sahip oldukları hayvanların sayılarının çoğalması veya azalmasını; Şopan ata (koyun piri), Zengi baba (inek piri), Kambar ata (at piri), Seksek ata (deve piri) gibi hayvan pirlerinin himmetleri ile ilişkilendirmişlerdir.3 Bu hususlar kendi bölümünde daha da açıklanarak İslâm hukuku açısından incelenecektir.

Bu örf ve âdetleri vaz edip halk içinde yerleştiren baksı-balgerlerdir (şamanlar). Onlar iyiliğe meyil ettirerek, kötülükten uzaklaştıracak inançları milletin zihnine iyice yerleştirdikten sonra halkı iyiliği alıp, kötülükten iğrenerek kaçmaya çağırmışlardır. Mesela fakir kimseye sadaka olarak elbise verirken onun bir düğmesini kendisinde bırakılması, hayvanını sattığında başındaki ipleriyle vermemesi gerekir. Eve yemek çiğneyerek girmek uğursuzluk sayılır, bu şekilde eve girecek olanın ağzındakini kapıdan geçmeden tükürüp atması gerekir. Gelene kapı açılabilir, ancak giderken gelen kimse kapıyı kendisi açarak çıkması gerekir. “Misafire, gel demek var, git demek yok” diye kendisi izin isteyerek hazırlanması da bu inançtan kalmış olabilir. Kazakların şapkayı, bıçağı hediye etmemesi, kimseye vermemesi de örf ve adetleri içinde yer alan bazı hususlardır.

3

(14)

6

II- Kazak Örf ve Âdetinin Hususiyeti

IX-XIII. asırlar arasında Kazak halkının oluşumu ile İslâm‟a girmeye başlamalarında idarecilikteki ve eğitim sistemi ile kabile yaşayışlarındaki değişikliği göz önüne alarak tarihçiler bu devri “Kazaki devir” diye adlandırmışlardır.4

Bu devirde Kazaklar farklı bir halk olarak oluşmaya başlamıştır. Çıkış yeri, uğraştığı mesleği, dili ve kültürü birbirine çok yakın olan kabileler bir araya gelerek üç cüzden oluşan Kazakları tarih yüzüne çıkarmıştır. Bununla birlikte kendine ait hususiyetleri olan Kazak örf ve âdetleri de ortaya çıkmıştır. Kazak toplumunun tüm kolları bu örf ve adetlerden haberdar idi. Şahsi ilişkilerden başlayarak tüm toplumdaki hadiseleri, ilişkileri alırsak, örneğin, göç-yerleşim, kavga-tartışma, hırsızlık, vergi, kaza, ölüm, alış-veriş, düğün, v.s. hepsi Kazaki devirde oluşan kaidelerle tanzim edilmiştir.5

Kazaki devir kaideleri çoğunluğunda başka millet ile fazla ilişkiye girmediğinden dolayı değişikliğe uğramadan günümüze kadar ulaşmıştır. Tabiatıyla, zamanla, siyasi, sosyal ve ekonomik olaylara bağlı örfi kaidelerin bazı yerleri değişikliğe uğramıştır. Onu Rus, Kasım, Esim, Tauke beylerin yaptığı “Yedi Yargı” ismiyle adlandırılan hukuki reformlarda görebiliriz. Zamanla meydana gelen bu değişiklikler, öteden beri uygulanagelen örf ve âdetler üzerinde hatırı sayılır bir değişiklik meydana getirmemiştir. Bunun gibi İslâm dininin kanunları da Kazak örf ve âdeti ile uyumlu olduğundan dolayı esaslı bir değişiklik meydana getirmediği görülmektedir. Öte yandan İslâmi sıfata sahip olmasına rağmen bazı uygulamalar, Kazak örf-âdeti içerisine karışarak Kazaki sıfat almıştır. Yani İslâm kanunlarını Kazak kültürüne uyarladı.

Kazak örf-âdetinin etkisi genellikle aile hukukunda göze çarpar. Kazaklar arasında yedi göbeğe kadar kız alıp verme yasaklanmıştır. Yani bir Kazak kendi boyunda üst kısım olan yedi göbeğe kadar aynı boydan olan kızlarla evlenemez. Öte yandan geçici nikâh (muta) diye bir şey yoktur. Onun yanında Kazaklarda “emengerlik”6

âdet vardır. Bu iyi niyetten doğmuştur. Kocası ölen kadının ve çocuklarının zor durumda kalmamasını, çocukların yetim büyümemesini ve iki aile arasındaki dünürlük ilişkisinin devam etmesini bu iyi niyet içerisinde sayabiliriz.7

4Zimanov, Salık ve Öserov, Nurali, s. 32. 5

Zimanov, Salık ve Öserov, Nurali, s. 33.

6

Dul kalan kadının kocasının yakınlarıyla (abisi-kardeşi) evlenmesi

7

(15)

7 Emengerlik kaidesinde dula tam hürriyet verilerek kocasını kendisinin seçmesine izin verilir. Eğer evlenmek istemezse kimsenin zorlamaya hakkı yoktur.

III- Ġslâm’ın Kazak Örf ve Âdetini Etkileme Safhası

Kazak tarihini anlatan eserler İslâm‟ın Kazak kabileleri arasında yayılmasını üç safhaya ayırırlar:

1.IX-X asırlar, İslâm‟ın girme safhasıdır. 2. XI-XII asırlar, İslâm‟ın yayılma safhasıdır. 3. XII-XIV asırlar ise İslâm‟ın yerleşme safhasıdır.

İslâm dininin IX asırdan itibaren Kazakistan‟ın güney bölgesinde yayılmaya başladığı bilinmekle birlikte, Kazakların XVII-XVIII asra kadar İslâmlaşma süreci devam etmiştir.8 Kazak tarihini iyi bilen V. Radlov şöyle yazar: “Bu din bu topraklara önceden gelse bile, onlara İslâm dininin değerleri tam intikal etmemiştir. Halkın çoğunluğu İslâm‟ın örf ve âdetlerine dışarıdan boyun eğerler, saç ve sakalı almaya önem verirler. Yerleşik müslümanlarla komşu Kazakları saymazsak, halkın çoğunluğu oruç tutup namaz kılmazlar. Dinin içeriğini anlatan ilim onların içinde az yayılmıştır.”9

Şokan Valihanov İslâm dininin Kazak topraklarına yavaş-yavaş girdiğini şöyle belirtmektedir; “İslâm kanunları Kazakların kanıyla zihnine hala tam yerleşmedi, o devirde memleketimizde çift inanç hakimdi, baksılar (şamanlar) topraklarımızın değişik yerlerinde kendi görevlerini hala bırakmış değildir.”10

Kazakların İslâmi kuralların çoğunu uyguladığı söylenemez. Bunun sebebi göçebe hayatın buna imkan vermemesidir. Ama Kazakların önceki örf ve âdetleri İslâm dininin bazı kaideleriyle benzerlikler gösterir. Mesela, çalışarak helal yeme, büyüğe saygı, hırsızlık yapmama, zina etmeme v.s. gibi kaideler Kazakların hassasiyet gösterdiği esaslardandır.

İkinci devirde sosyal ilişkilerin gelişmesiyle tarihte medeniyet alanında da bir ilerleme kaydetmeye başlanmıştır. Türk kabileleri de birbirinden ayrılarak farklı milli sıfata sahip olmaya başlamıştır. İslâm‟ın tebliğinde sufizmin (tasavvuf) etkisiyle bölgede müslümanlar güçlenmişlerdir. Tasavvuf kültürünün önde gelen simaları arasında Kazakistan‟da Süleyman Bakırgani ve Ahmed Yesevi‟yi saymak mümkündür. Bu sayede Seyhun ırmağının kıyısındaki göçebe olmayan yerlerde camiler yapılmış ayrıca medreseler inşa edilmiştir. Göçebe

8Zimanov, Salık ve Öserov, Nurali, s. 35. 9 Radlov, Vasilyi, Altın Sadık, s. 17. 10

(16)

8 kabileleri İslâm‟a kazandırmak için Timur Türkistan‟da Yesevi türbesini önemli bir mekân haline getirmiştir. İslâm dininin göçebe kabileler arasında yayılmasında Yesevi türbesinin büyük bir etkiye sahip olduğunu söylemek mümkündür. Ramazan ve Kurban bayramlarında göçebeler Türkistan‟a akın ederek buradan dinlerini öğrenmişlerdir. Ayrıca hocalar göçebelerin içine devamlı girerek nasihat etmiş ve İslâm‟ın bu göçebe insanlar arasında yayılmasına büyük katkılar sağlamışlardır. Ölen kimseleri Yesevi türbesinin etrafına defnetme önemli bir gelenek haline gelmiştir. İslâm‟ın yayılmaya başladığı o devirde yazılan şiirlerle kıssalar bu durumu göstermektedir.11

Üçüncü devir ise göçebe Türk kabilelerinin ayrı birer halk olarak sahneye çıkması ve İslâm‟ın bunların arasında yayılmaya başlamasıyla öne çıkar.

Kazaklar İslâm‟ı kabul etmekle beraber İslâm‟dan önceki örf ve âdetlerini tamamen bırakmayıp ikisini beraber uygulamışlar ve bu durum zamanımıza kadar da devam etmiştir.

Doğuda İslâm‟ı tebliğ eden Arap müslümanlar, Kazakların hepsine İslâm dinine geçmesini tavsiye etti. Ama bu faaliyetlerden sonuç alınamadığı için onlar Kazak kabilelerinin dilini, yaşam tarzlarını, örf-âdetlerini, niyetlerini araştırarak tamamen tanıştıktan sonra, onların hukuk normlarıyla inançlarının İslâm‟a ters olmadığını anlamışlar ve Mecusilik tarafını kolayca kenara itilebilir diye düşünmüşlerdir. İslâm dinini tebliğ edenler onun kaidelerini Türk-Kazak milletinin önceki örf-âdetlerine doğrudan karşı koymadan beraber uygulama siyasetine gittiler. Ondan dolayı etkileri asırlar boyu sürdü. Mesela bu Kazakların eskiden gelen hürmet göstererek saygı duydukları gelenek olan ata-baba ruhuna inanmadır. Kazakların inancında ölen kimse ruha dönüşerek dirilerin hürmetine sahip olur. Kendilerinden sonraki arkalarında kalan neslinden, kendilerinin bıraktıkları kaideleri, gelenekleri devamlı koruyarak bozmadan uygulamalarını talep eder. Ata-baba ruhuna karşı saygısızlık yapanlara küserek değişik hastalıklar getirir, neslini büyütmez diye inanırlar.12

Bu gelenek yani ata-baba ruhuna inanma ve ondan dilenme geleneği halen halkımız tarafından uygulanmaktadır. Diyanet işleri başkanlığı tarafından görevli olan imamlar bunun doğru olmadığını değişik yerlerde dile getirse bile fazla etkisi görülmemektedir. Biz bu durumun bu geleneği koruyan kimselerdeki İslâm inancının ve bilgisinin zayıflığından kaynaklandığı kanaatindeyiz.

11Zimanov, Salık ve Öserov, Nurali, s. 36. 12Zimanov, Salık ve Öserov, Nurali, s. 30.

(17)

9

IV- Kazakistan'ın Rusya'ya Dahil Olduktan Sonraki Örf ve Âdetleri

XVII. asırda Ruslar dünyaya açılma politikalarının bir sonucu olarak Orta Asya‟ya, Çin‟e ve Hindistan‟a yol bulmak için Kazakistan‟a hakim olmayı hedef seçti. Bu toprakları ele geçirmek için değişik yöntemler kullandılar. Bu andan itibaren Kazak topraklarına yerleşmeye başladılar. Rusya bundan sonra bu topraklarda kalıcı olabilmek ve Kazakistan‟ın imkânlarından yararlanabilmek amacıyla değişik reformlar yaptı. Bunun için öncelikle Kazak halkının hukuki ilişkilerine el attı. Bu bağlamda Kazak örf ve âdetlerini toplayarak kendi çıkarlarına hizmet etsin diye bunları kullanma yolunu seçti.

Kazak toplumunun idari sisteminde XIX. asrın yarısına kadar Kazakların örf ve âdetleri etkindi. Toplum içindeki davalar, alış-veriş, göç etme-yerleşme, düzen bozmalara v.s. örfi kanunlarla halledilirdi.

Rusya hükümeti Kazak örf ve âdetlerinin değiştirilemeyecek kadar güçlü olduğunu gördükten sonra onu dışarıdan başka yollarla etkileme gerekliliğini hissetti. Yapmak istedikleri bir reform olduğunda ilk önce örf ve âdet kaidelerini etkileme ve değiştirme yollarını araştırdılar. Ancak bu yöntemle kendi amaçlarına ulaşabileceklerini düşündüler. Kazak örf, âdet ve hukuk normlarını yavaş yavaş zayıflatma yollarını seçtiler.13

Kazakistan‟da paşalık idaresi yıkılınca bi‟ler kurumunun etkisi oldukça azaldı. Bunun tam tersi olarak imparatorluk hukuku güç kazandı. İmparatorluk siyaseti Kazakistan‟ı bir kaç valiliğe ayırarak Kazak halkının aleyhine sömürgeci siyasetine çanak tuttu. Bunu fark eden Kazaklar bu siyasete başkaldırdılar. Bu baş kaldırımların iki karakteri vardır. Birincisi Rus hükümetinin Kazak paşalığını yok etme isteğine karşı siyasi mücadele, ikincisi ise sömürgeciliğe karşı milli duruştur. Rus hükümetinin Kazak paşalığını yok etmesine karşı silahlı başkaldırmaya Kenesarı Kasımoğlu‟nun hareketini gösterebiliriz. İkincisine ise Sırım Datoğlu, İsatay Taymanoğlu‟nu zikredebiliriz. Bu hareketin doğmasına neden olan sebepler arasında Rusların Kazaklardan verimli yerleri alarak onları çorak topraklara itmeleri, Kazakistan‟ın hammadde sağlayan ülkeye dönüştürme çabası, Kazaklar arasında açlık ve ölüm tehlikesinin ortaya çıkması sayılabilir. Bu hedefleri gerçekleştirmek için Rusya çok masraf yapmıştır.

Bütün zorluklardan korunmak için Kazaklar Çin ve Moğolistan topraklarına istemeyerek göç etmek zorunda kaldılar. Kazakların paşalık idare sistemini yok ettikten sonra

(18)

10 sömürgeci siyasetini yürütmek için, devlet idari sistemini düzenleyen11 Temmuz 1867 tarihli “Sırdarya ili ile Jetisudi geçici idare kanunlar”, 1868‟in21 Ekiminde “Orunbor14

ili ile Batı Sibir general gubernatorluğu15

kanununu” çıkardı. Bu “geçici kanunlar” 1886 ve 1891 yılında yapılan az değişiklikle 1917 yılına kadar yürürlükte kaldı.1867-68 yılları arasında Kazakistan sınırlarında yürütülen hukuki reformlar itibariyle Türkistan, Orunborve Batı Sibir general gubernatorluk idari sistemine geçtiler. İller “uezlere” uezler “boluslara” ayrıldı. Bazen boluslar köylere ayrıldı.

Reform itibariyle tüm idare generallerin eline verildi. Onlar kanun çıkarma yetkisini ellerine alarak yasama gücüne sahip oldular. İdareyi elinde bulunduran generalin yetkilerine; emniyet teşkilatını gözetme, ölüm suçu hakkındaki hükümleri teyit etme, verginin miktarını ve zamanını belirleme, mahkeme olmadan beş yıla kadar başka yere sürmegibi yetkiler dahil edildi.16

İllerin yönetimi de yine askerlerin elinde idi. Bunlar da askeri, sivil, mahkeme idaresini ellerine aldılar. Uezd17

başkanı sömürgeci idarenin yine parçası sayılarak, onların ellerine sivil, askeri jandarmalık yetkisi geçti. Bu uezdlere sömürgeci siyaseti uygulamak için, gerekirse idareyi güçlendirecek kanunlar yapma yetkisi verildi. İdarenin en aşağıdaki safhası “tuzernlik valiliğin” idari sistemi bolusluk idare ile köylük komutanlarından kurulup, üç yıllığına seçildi. Bu dönemde idari alanda rüşvet yaygınlaştı. Kişisel çıkarlar öne çıktı. Bunun yanında Ruslara hizmet eden bu idareciler onlardan sürekli taltif göndüler ve sömürü düzeni devam etti.18

14Şehir ismidir.

15Şimdiki anlamıyla valilik anlamına gelir. 16

Zimanov, Salık ve Öserov, Nurali, s. 41.

17İlçe yönetimi anlamına gelir. 18

(19)

11

BĠRĠNCĠ BÖLÜM

ĠSLÂM HUKUKUNDA DELĠL OLARAK ÖRF VE ÂDET

I- Örf Kavramı

A. Örfün Lügat Manası

Örf kelimesi Arapça (a-r-f) kökünden isim olup birçok manaya gelmektedir. İyilik (ma‟ruf), tanınan, bilinen, iyi anlamlarına gelen örf kelimesi, bilinmeyen dine ve akla aykırı anlamındaki (nâkir)in zıddıdır.19

Ayrıca örf kelimesi, bir şeyi ikrar ve itiraf manalarına da gelmektedir. Bu anlamların yanında ihsan, cömertlik, at yelesi, dağın zirvesi ve bir şeyin arka arkaya gelmesi gibi anlamları da vardır.20

Örf aynı zamanda bir cins hurma ağacına verilen isimdir. Bu hurmanın diğer hurmalardan farkı daha önce meyve vermesidir.21

Örf kelimesi bu haliyle Kuran‟da iki yerde geçer. Bunlar “... Örf ile emret...”22

âyeti

ile “And olsun iyilik yapılması için bir biri ardınca gönderilenlere”23âyetidir. A‟raf suresindeki âyette örf kelimesi iyi ve güzel fiiller veya sözler anlamına gelen ma‟ruf karşılığı olup, akl-ı selim kişilerce kötü sayılmayan ve yapılması güzel görünen şey manasına gelir.24Mürselat suresindeki âyette ise, örf kelimesi iyilik ve ihsan anlamını içermekle beraber, bu meziyetleri yaymak için ardı ardına (örfen) gönderilen meleklerin geliş tarzını göstermektedir.25

B. Örfün Istılah Manası

Örfün ıstılahtaki anlamı ile ilgili farklı tarifler bulunmaktadır. İlk tarifini yapanın hicri VIII. asır hukukçularından Ebû‟l-Berekat Abdullah b. Ahmed en-Nesefî olduğu söylenir. O,

el-Musaffâ adlı eserinde örfü şöyle tarif eder: “Örf, aklın delaletiyle kişilerde yerleşen ve

selim tabiatça benimsenip kabul gören şeydir.”26

Sonraki fakihler de buna yakın ve benzer tarifler yapmışlardır. Örfün en çok kabul gören tarifi şudur: “Örf; İnsanların genel olarak iyi bulup, tekrar ettikleri ve benimseyerek ortaklaşa uydukları iş veya sözlerdir.”27

19İbn Manzûr, Lisanü‟l- Arab, II, 745. 20Asım Efendi, Kamus Tercemesi, III, 674

. 21Asım Efendi, II, 810.

22 Araf, (7), 199. 23 Murselat, (77), 1. 24 Zeydan, Fıkıh Usulü, s. 237.

25Asım Efendi, II, 810.

26Kıyıcı, Selahattin, Ġslâm Hukukunda Örf ve Âdet, s. 111. 27Şener, Kıyas, Ġstishan, Ġstislah, s. 43.

(20)

12 Modern hukukta da yardımcı bir kaynak olarak önemli bir yere sahip olan örfün çeşitli tarifleri yapılmıştır. Bunlardan biri şudur: Örf; halkın genel vicdanından doğmuş, genel inanışın bir ürünüdür.28

II- Âdet Kavramı

A. Âdetin Lügat Manası

Âdet; ayrıldığı şeye tekrar dönmek, rücü‟ etmek, manasında olan “avd” ve “avdet” mastarından türetilmiştir. Bir şeyi yapmaya alışmak manasında olan ”itiyad” da buradan gelmektedir.29 Bazı işleri tecrübe ettikten sonra tekrar yapmak, yani ikilemek, dönmek anlamına da gelir. Aynı kökten gelen “muavede” bir işin başına dönmek, bir şeyi âdet edinmek , “meâd” da, dönülecek yer, yaratıkların dönecekleri yer, ahiret veya her şeyin varacağı yerdir. “el-„îd” ise, bayram demektir ve Arap dilinde kederin ve sevince döndüğü zamana denir. Bayrama “el-„îd” denilmesi de, o günün her sene yeni bir sevinçle dönüp gelmesinden kaynaklanmaktadır.30

Âdet kelimesi Türkçede de farklı anlamlarda kullanılır; Bir kimsenin yapmaya alıştığı şeyi ifade eder. “Yürürken konuşmak falan kimsenin âdetidir” cümlesinde olduğu gibi. Âdet bir toplumun inandığı veya yapageldiği usul ve kaidelerdir. Mesela “Kına gecesi bir düğün âdetidir.” “Âdeta inler gibi konuşuyorlar”, ifadesinde olduğu gibi, âdet kelimesi zarf olarak da kullanılır.31

B. Âdetin Istılah Manası

Âdet kelimesinin terim anlamı çeşitli kaynaklarda şu şekilde ifade edilmektedir: Âdet; nefislerde yerleşmiş, akla uygun tekrarlanan iş, vazife demektir.32

Âdet; insanlar arasında devam edegelen ve sürekli kendisine müracaat edilen işlerden ibarettir. Ayrıca âdet; herkesçe iyi kabul edilen ve daima halk tarafından tekrarlanan genel davranışlardır.33

Genel olarak gibi âdet, insanlar arasında gayri ihtiyari tekrarlanan, alışagelmiş şeylerdir. Ancak iyi şeyler âdet olabileceği gibi kötü şeyler de âdet olabilir.

28

Pulaşlı, Hasan, Hukukun Temel Kavramları, s. 17.

29Asım Efendi, I, 1223.

30İbn Manzûr, III, 315-319; Asım Efendi, I, 1223.

31Şarcı, Feramuz, Ġslâm‟da Örf ve Âdet, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü, Bursa 1984, s. 8‟ den nakleden Rukyete Bağatur Gencer, Ġslâm Hukukunda Delil Olma Yönünden Örf

ve Âdet, s. 17. 32

Bilmen, Hukuku Ġslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, I, 17.

33

(21)

13

III- Sıhhat Yönünden Örf

Örfün hukuki bir delil olması aynı zamanda sahih olma şartına bağlıdır. Bu itibarla örfü öncelikle bu yönü ile taksim etmek gerekir.

1) Sahih Örf: Herhangi bir şeri nassa veya asla muhalif olmayan, dini bir maslahata

engel teşkil etmeyen ve fesada sebep olacak bir duruma sebep olmayan örfe sahih örf denir.34 Mesela evlenecek bir gencin nişanlısına elbise ve benzeri şeyler kabilinden götürdüklerinin hediye olarak sayılıp mehre dahil edilmemesi; nikâh kıyılırken kalabalık bir topluluğun davet edilerek, onlara tatlı ikram edilmesi bu kabildendir.

2) Fasid Örf: Şeriat sahibinin nassına muhalif olan, zararı celbeden ve maslahatı yok

eden örftür. 35Mesela piyango, at yarışları, iskambil gibi kumar oyunlarının alışkanlık haline getirilmesi, kabirlerden taş, toprak vb. maddelerin uğur getireceği düşüncesiyle alınması veya dileklerin kabul olacağı inancıyla mezar başlarında mum yakılması ve çeşitli ağaç dallarına çaput bağlanması gibi şeyler fasid örf örnekleridir.36

Zaten, “Ey iman edenler, içki, kumar, putlar ve kısmet çekilen zarlar, hep şeytan işi,

murdar bir şeydir. Onun için siz ondan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.”37âyetinde bu tür kötü alışkanlıkların örf ismi altında devam ettirilemeyeceği açıkça ifade edilmektedir.

IV- Yapısı Yönünden Örf

Yapısı yönünden örf ikiye ayrılır.

1) Kavli Örf: Gerek sözlük anlamında kullanılmasıyla, gerekse sözlük anlamının

dışında insanların kullana geldikleri anlamla kalıplaşan ve söylendiği zaman herkesin aynı şeyi anladığı kelimelerdir.38

Bu ayrımda karşımıza çıkan örf çeşidi dilin mahiyeti ile ilgilidir. Dolayısıyla toplumda bir kelime veya ifade kalıbının delalet ettiği mana, sözlük anlamına bakılmaksızın hangi anlamda kullanılıyorsa o manaya yorulur. Mesela “faturaları yatıracağım” denildiği zaman herkes bilir ki bundan kasıt faturaların ödeneceğidir. Kimse bundan bir bebeğin yatırılmasındaki yatırılma anlamını anlamaz. Bir diğer örnek ise et-balık ayrımıdır. Normal olarak balık da et türünden olmasına rağmen et dendiğinde kırmızı et anlaşılmaktadır. Bu nedenle de et lokantası, balık lokantası gibi müesseseler oluşmuştur.

34

Zeydan, s. 238.

35İbni Âbidîn, NeĢru‟l-Arf fi Binai Badi‟l-Ahkam Ala‟l-Urf, II, 116; Zeydan, s. 238. 36İbn Âbidîn, II, 116.

37

Maide, (5), 90.

38

(22)

14 Mesela halk arasında yaygın olarak kullanılan “Allah ocağını söndürmesin” duasını, toplumun geneli, ailenin dirliğinin ve birliğinin devam etmesi olarak algılar. Çoğu kimse bunu mutfaktaki ocak olarak anlamaz ve bu duayı yapan da kendini bu hususta açıklama yapmak zorunda hissetmez.

2) Ameli Örf: İnsanların alışkanlık haline getirdikleri amel (ve fiiller)‟dir.39 Ev ve dükkân kiralarını ödeme biçimi, mehirin bir kısmının belli şartlardan sonra ödenmesi, satın alınan bazı eşyaların alıcının evine teslim edilmesi ameli örfün bazı örnekleridir.40

Ameli örfün en önemli örneklerinden biri de sipariş (istisna) yoluyla yapılan akitlerdir. Kişinin elbise, ayakkabı, mobilya ve diğer ev eşyaları gibi hayatta oldukça muhtaç olduğu bir takım şeyler vardır. İnsanlar bunların birçoğunu ısmarlama, sipariş yoluyla yaptırırlar. Bu herkes tarafından bilinmektedir. Ancak İslâm hukukunda “Mevcut olmayan bir Ģey satılmaz” kuralı vardır. Ismarlamada da henüz mevcut olmayan bir mal söz konusudur. Ancak sipariş zanaatkârın elinden çıkar yani onu yapar bitirirse sipariş edilen mal mevcut olmuş olur. Bu kurala bağlı kalmak Müslümanları büyük sıkıntıya sokar. Ticari hayatı sekteye uğratır. İnsanlar ihtiyaç duydukları şeyleri temin edemezler. Bu da insanlar için bir azap olur. İşte bu durumda “ameli örf” devreye girer. Bu nedenle İslâm hukukçuları insanları sıkıntıdan kurtarmak için örfe dayanarak yapılan sipariş (istisna) akitlerinin caiz olacağına hükmetmişlerdir.41

V- Kaynak Yönünden Örf

1) Örf-i Amm: Örf belli bir hukuk nizamı içinde bütün zaman ve yelerde yahut belli

bir zaman diliminde her yerde geçerli ise umumi örf adını alır.42

Hukukçular bunu, hakkında nass olmayan ve başka delil de bulunmayan örf-i ammın “icma” değerinde olduğunu açıklamışlardır. Ayrıca İslâm hukukçuları örf-i ammın hadisi tahsis ettiğini ve örf-i amm karşısında kıyasın terk edileceğini detaylı olarak anlatmışlardır.43

Yukarıda da değindiğimiz gibi istisna akdi yani sanatkârla yapılan sipariş sözleşmesi kıyasa aykırı akitlerdendir. Çünkü yapıldığı sırada sipariş edilen mal henüz mevcut değildir. Kişinin yanında bulunmayan şeyin satışı ise hadisle yasaklanmıştır.44Ancak Hanefîlere göre, sipariş sözleşmesi insanların öteden beri bu muameleyi yapmaya devam etmesi ve içtihad 39 Zeydan, s. 237. 40Karaman, I, 370. 41İbn Âbidîn, II, 118. 42 Karaman, I, 370. 43Kıyıcı, s. 151.

(23)

15 ehlinden hiç kimsenin buna karşı çıkmaması sebebiyle “istihsan” delili ile caizdir. Bunun cevazı konusunda icma meydana gelmiştir. Bu yüzden bu konuda kıyas terk edilir. Çünkü Rasulullah (s.a.v.)‟ın gümüş yüzük ve minber yapımı için sipariş sözleşmesi yaptığı naklen sabittir. Müslümanların örf ve teamüllerinin bir delil olabileceği de hadislerde şöyle belirlenir;

“Ümmetim dalalet üzerinde birleĢmez”45“Müslüman‟ın güzel gördüğü Ģeyler Allah indinde de

güzeldir”46

Şâfıî, Mâlikî, Hanbelîlere göre sipariş sözleşmesi, selem akdi esaslarına ve örfe göre geçerli olur.47

2) Örf-i Hass: Sadece bir memlekette yahut muayyen bir zanaat ve sanat ehli, esnaf

sınıfı arasında yaygınlaşan şöhret icra olunan örflerdir.48

Böyle bir örf nassa karşı duramaz. Bir mesele hakkında nass bulunursa bu örf ile amel edilemez.

Örf-i hassın muteber bir delil olup olmaması, nassı tahsis edip edemeyeceği, kıyasın onunla terk edilip edilemeyeceği, hukukçular arasında uzun tartışmalara sebep olmuştur. Belh (bu günkü Afganistan sınırları içerisinde) hukukçuları örf-i hassı hukuki bir delil olarak kabul etmişler ve bazı meselelerin çözümünde ona müracaat etmişlerdir. Bir grup hukukçu da bu görüşe karşı çıkarak, “bir beldenin örfü ile hadis tahsis edilemez ve onunla kıyas terk edilemez.” demişlerdir. 49

Oysaki zanni bir kıyasa dayanan hükümler, zamana göre değişebilirler. Bu itibarla, bir mesele hakkında önceki alimlerin içtihadı böyle bir kıyasa dayanıyorsa, daha sonraki devirde gelen alimler, bu hükme muhalefet edebilirler.50

Bu konuda İbn-i Abidin NeĢru‟l-Urf adlı risalesinde şöyle der: “Fıkhi meseleler ya şer‟i naslara dayanır ki, bunlar birinci bölümü teşkil ederler; ya da rey ve içtihat ile sabit olurlar. Bu bölüme giren fıkhi meselelerin çoğunu müçtehit kendi çağının örfüne göre yorumlayıp hükme bağlamıştır. O, bugünkü örfün hakim olduğu devirde bulunsaydı, öncekine uymayan yeni bir görüşe sahip olurdu. Bunun içindir ki bilginler insanların âdetlerini bilmeyi içtihadın şartları arasında saymışlardır. Zamanın değişmesi ile birçok hüküm de değişmektedir. Eğer bu hükümler, ilk şekilleri gibi kalacak olurlarsa, hem halka güçlük ve zarar verirler; hem de kolaylık sağlama ve dünya nizamını en güzel şekilde devam etmesi için, zarar ve fesadı önleme esasına dayanan şeriat kurallarına aykırı düşerler. Bunun içindir ki

45İbn Mâce, “Resulullah‟ın Sünnetine Uyma Babı”, 5. 46Buhârî, “Buyu”, 58, 64, 70.

47Döndüren, Delilleriyle Ticaret ve Ġktisat Ġlmihali, s. 319. 48

Zeydan, s. 237.

49İbn Âbidîn, II, 123. 50Şener, Abdulkadir, s. 236.

(24)

16 mezhep alimleri, müçtehidin kendi zamanına göre açıkladığı bir kısım hükümlere muhalefet etmişlerdir. Çünkü onlar biliyorlardı ki o müctehit, bunların çağında olsaydı, mezhebin kurallarına uyarak, kendileri gibi düşünürdü.51

3) Şer’i Örf: Şer‟in, özel bir manayı kastetmek için kullandığı lafızdır.52 “Salât” kelimesi aslında dua manasındadır. Fakat şer‟i örfte “namaz” anlamındadır. “Hacc” tabiri de sözlükte kastetmek anlamındadır. Ancak dinde “belli zamanda Kâbe‟yi ziyaret” anlamında kullanılması örf olarak yerleşmiştir. “Zekât” kelimesi de aslında temizlik anlamında olmakla birlikte, “bir Müslüman‟ın belli bir nisaba ulaşan malının belli bir miktarını fakirlere vermesi” anlamında yerleşmiş, şer‟i bir ıstılahtır, şer‟i örftür.53

VI- Hulefa-i RaĢidin Uygulamalarında Örf

Geleneksel bir uygulama olan bir tarafın emek, diğer tarafında sermaye koyarak kurduğu ortaklık (mudarabe) da şer‟an caiz görülmüştür. İmam Şâfıî, Hz. Ömer ve Hz. Ali‟nin bunu faydalı bir idare şekli olarak görerek böyle bir ortaklıkla yetimlerin mal varlıklarını arttırmayı iş edindiğini anlatır.54

Ayrıca tecrübeli bir tacir olan Osman b. Affan, Abdullah b. Ali ile bir mudarebe anlaşması yapmıştır.55

Bu sistem günümüzde de bazı kesimler tarafından sürdürülmektedir.

Demek ki her ne kadar İslâm, toplum hayatına yeni bir nizam getirmişse de bazı eski âdetler günlük hayatta varlığını sürdürmüştü. Bu durumun İslâm dininin “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın...” ilkesinden kaynaklandığı söylenilebilir. Eğer İslâm dini geçmişi olduğu gibi silip, toplumsal hayatın her alanında insanların uyması gereken kesin kurallar getirmiş olsa idi, bu durum hem İslâm‟ın yayılışını engelleyecek, hem de İslâm‟ı benimseyen toplumların hayatını çekilmez bir hale getirmiş olacaktı. Bu durum aynı zamanda Müslüman toplumların gelişmesini engelleyecek, karşılaşılacak yeni problemler ve olaylar karşısında çözüm üretme gücünü yok edecekti. Ayrıca farklı milletlerin faydalı örfünün alınmasının ve kullanılmasının yasaklanmaması da Müslüman toplumların günlük hayatını kolaylaştırmıştır. Eğer bu da yasaklanmış olsa idi, günümüzde Müslüman toplumların sosyo-ekonomik kalkınmaya yönelik atmış oldukları her adım, daha işin başındayken hüsranla sonuçlanması kaçınılmazdı. İslâm‟ın kendisinden önceki hoş âdetlere ve farklı toplumların güzel örfüne olumlu bakış açısı

51İbn Âbidîn, II, 126.

52Ebû Sunne, el-Urf ve‟l-Ade fi Re‟yi‟l-Fukaha, s. 20. 53Ebû Sünne, s. 20; İbn Âbidîn, II, 114.

54Şâfıî, el- Umm, VII, 108. 55Şâfıî, VII, 108.

(25)

17 Müslüman toplumlar içersin de dini reformu amaç edinen “Protestanlığa” benzer bir akımın ortaya çıkışını da gereksiz kılmıştır.

VII- Örf ve Âdetin Hüccet Değeri Kazanması Ġçin Aranan ġartlar

İslâm fukahasının, bir kısmı örf ve âdeti şer‟i bir delil olarak kabul etmemiş, buna rağmen hüküm ve uygulamalarında örf ve âdetten yararlanmışlardır. Şer‟i bir delil olarak kabul edenler ise, örf ve âdetten gelişi güzel yararlanmamış, bunun için çeşitli şartlar öne sürmüşlerdir. Bu durumun anlaşılabilmesi için söz konusu şartlar üzerinde durulması gerekmektedir.

A. Örf ve Âdetin Nassa Muhalif Olmaması

Örfün sahih olması ve nassa muhalif olmaması gerekir. Mesela bir toplumda alkollü içki tüketimi ve ticaretinin yapılması veya faiz kullanımının örf düzeyinde bir yaygınlık kazanması bunlara itibar edilmesini gerektirmez. Çünkü bu konudaki yasaklar değişebilecek hükümler olmayıp, kesin niteliktedir. Bunlara itibar edilmesi durumunda nassa aykırı hareket edilmiş olur. Din, inananların örflerine, arzularına uymak için değil onlar dini hükümlere uysunlar diye gelmiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Eğer hak onların

arzularına tabi olsaydı; şüphesiz gökler ve yer ile bunlarda bulunanlar bozulur giderdi ”56 Bu husus İslâm hukukuna has bir durum olmayıp tüm yazılı hukuk sistemleri bakımından geçerlidir. Nitekim bu sistemlerde örf kanunlardan sonra kaynak olarak kabul edilse bile, kamu düzenine ve genel adaba aykırı örflerde sözleşmenin bu tür bir örfe dayandırılması geçerli sayılmamaktadır.57

Fakat örf kesin bir delil ile veya İslâm hukukunun ilkeleri ile çatışmıyor, daha sonra örfe istinaden meşru kılınmış hüküm delilin gereği ile örfün değişmesi sebebiyle aralarında zahiren bir çatışma görülüyorsa bu durumda örf dikkate alınır. Nitekim riba ile ilgili hadiste altın ve gümüş için “vezni”lik (tartıyla mübadele edilme) buğday, arpa, hurma ve tuz için “keyli”lik(ölçek ile mübadele edilme) özelliği yer almış ise de, fakihler Ebû Yusuf‟un içtihadını esas alarak nasstaki bu ifadenin o dönemde mevcut örfe dayalı olduğu, dolayısıyla bu malların örfte geçerli usule göre mübadele edilebileceği sonucuna ulaşılmıştır.58

56Mü‟minun, (40), 70.

57Şa‟ ban, Ġslâm Hukuk Ġlminin Esasları, s. 199. 58İbn Âbidîn, II, 118.

(26)

18 Burada örf ile nass arasında zahiren bir uyuşmazlık görülüyorsa da özde bir çatışma yoktur. Bu nedenle örfün esas alınması nassın ruhuna daha çok uymakta ve örf nassın amacını kavramaya yardımcı olmaktadır.

B. Örfün Muttarit veya Galip Olması

Örfün muttarit olması, uzun zamandan beri tekrar edile gelmesi, istikrar kazanması ve yaygın hale gelmiş olması demektir. Galip olması ise, çoğu zaman tatbik edilmesidir. Şayet örf, muttarid veya galib özelliği taşımıyorsa, yani hüküm verileceği bölge halkı aynı konuda değişik uygulamalar ortaya koyuyorsa, örf hükme dayanak olamaz.59

Mesela bir belde sakinleri evlenme akitlerinde ya mehrin tamamını peşin olarak ödeme, ya da muaccel ve müeccel şeklinde ikiye ayırma yönüne gidiyorlarsa, bu durumda örf geçerli olmaz. Çünkü bu uygulamanın, biri diğerinin delaletini bozmaktadır. Günümüzde ambalaj içinde satılan eşyanın satımı durumunda, ambalajın müşteri tarafından satıcıya geri verilmemesi bir âdet haline gelmiştir. Satıcı kalkıp da; “ambalajı geri vereceksin” diyemez. Zira bu devamlı bir gelenek haline gelmiştir.60

C. Örfün Tasarruf Anında Mevcut Olması

Örf ve âdetin tasarruf anında var olması demek, hükümde yararlanılacak örfün toplum hayatında belirgin bir rol oynaması anlamına gelmektedir. Yani örf ve âdet tasarruf zamanından önce var olup, varlığı tasarruf zamanında da devam etmelidir. Bu tasarruf söz de olabilir fiil de olabilir. Yani örf, eğer tasarruf zamanından sonra oluşursa, bunun hiçbir hukuki değeri yoktur. Bunun içindir ki fukaha, hükümden sonra ortaya çıkan örfe itibar edilmez, demişlerdir. Mesela, bir şahıs yaşadığı devirde, malının bir kısmını alimlere ya da talebelere bağışlamıştır. Burada talebeden kasıt dini ilimlerle uğraşan kişilerdir. Sonraki devirlerde talebe tabiri, her türlü ilim ile uğraşan kişiler için kullanılsa bile, vakfedilen maldan sadece dini ilimlerle uğraşan talebeler yararlanır.61

Bir evlenme akdinde mehrin ödeme şekli belirlenmemiş ise, yörede hakim olan örf dikkate alınarak bu durum çözüme kavuşturulur. Mesela böyle bir durumda hakim olan örfe göre, mehrin yarısının peşin ödenmesi, yarısının da boşanma veya ölüm sonrasında verilmesi gerekmektedir. Ancak zamanla bu durum değişmiş, mehrin tamamının peşin ödenmesi kabul

59Şa‟ban, s. 198. 60 Karaman, I, 369-370. 61 Zeydan, s. 241.

(27)

19 görmüştür. Bu maddeye göre kadın mehrin tamamının kendisine peşin olarak ödenmesini talep etse bile, bu isteği kabul edilmez nikâhın gerçekleşme anındaki örf dikkate alınır.62

D. Örfün Aksini Gerektiren Bir Söz veya Fiilin Bulunmaması

Örfün açık bir irade beyanıyla çatışmaması gerekir. Bir konuda örf olmakla birlikte akdin tarafları bunun aksini kararlaştırmışlarsa, örfe itibar edilmez, tarafların ortak iradesi esas alınır. Mesela; piyasada alım satım muamelelerinde âdet, ücretin taksitle ödenmesi olduğu halde, taraflar ücretin peşin ödenmesi hususunda açıkça anlaşmışlarsa veya nakliye masraflarının örfe göre müşteriye ait olmasına rağmen, taraflar bu masrafın satıcıya ait olması hususunda söz birliği etmişlerse yahut örfe göre gayrimenkulün tapudaki tescil masrafları müşteriye ait olmasına rağmen taraflar bu masrafların satıcıya ait olması hususunda anlaşmışlarsa, bu durumlarda örfe göre hüküm verilmez, tarafların almış olduğu kararlar esas alınır.63

E. Örfün Diğer ġer’i Delillerle ÇatıĢmaması

İslâm dini örf ve âdeti, ya şer‟i bir delile dayalı olmasını ya da bağlayıcı bir delile aykırı olmaması durumunda İslâm hukukunun bir parçası olarak kabul etmiştir.64

İbn Âbidîn, NeĢru‟l-Urf isimli risalesinde, âdet-nass çatışmasına değinmiştir.65 Buna göre örf ve âdetin çatıştığı delil, ya âyet veya hadis yahut da kıyas içtihadıdır. Âyet ve hadis de ya özel bir konu ile ilgilidir yahut da genel bir hüküm getirmektedir:

1- Örfe muhalif olan âyet ve hadis özel bir konu ile ilgili olabilir. Mesela, zinayı, kumarı, müskiratı, faizi yasaklayan bir âyet ve hadis, bunları mubah sayan bir âdet ve uygulamayla karşılaşırsa âdete itibar edilmez; çünkü İslâm, bazı âdet ve davranışları devamlı olarak kaldırmak, bir kısmını ise olduğu gibi veya ıslah ederek devam ettirmek için gelmiştir. Yukarıdaki örnekler devamlı olarak kaldırılmış örf ve âdetler cümlesindendir. Bunun tek istisnası, özel hükümlü nassın, o zaman mevcut olup değiştirilmek istenmemiş bir âdete uygun bulunması ve sonradan bu âdetin değişmiş olmasıdır. Müçtehitlerin çoğu bu durumda da değişen âdete değil, nassa uyulması gerektiğini ileri sürerken, Ebû Yusuf bu konuda âdete uyulması gerektiğini savunmuştur.66

62Şa‟ban, s. 198.

63Zeydan, s. 241.

64İbn Kayyim, Ġ‟lâmü‟-lmuvakkı‟in, II, 361. 65İbn Âbidîn, II, 116.

(28)

20 Mesela faize konu olan malların nasıl mübadele edileceği anlatılırken hadislerde67altın ve gümüşün eşit tartı ile buğday, arpa, hurma ve tuzun eşit ölçülerek alınıp satılacağı ifade edilmiştir. Ebû Yusuf‟a göre hadisler, o devirde tartılması âdet olan mallar için tartıdan, ölçülmesi âdet edilen mallar için ölçüden bahsetmiştir. Dolayısıyla bu konuda önemli olan eşitliktir. Ölçme aleti değişir ve önceden ölçülen sonra tartılan haline gelirse, bunda herhangi bir sakınca yoktur. Çünkü eşitlik yeni âdete göre temin edilebilir. Burada önemli olan nassın özüne ve maksadına aykırı davranılmamasıdır. 68

Son asır müçtehitlerinden Tunuslu Muhammet Tahir b. Aşur da Ebû Yusuf gibi düşünüyor ve düşüncesini şu iki örnekle açıklıyor: Hz. Peygamber (s.a.v.) kadınların kaş aldırmalarını, saçlarına saç eklemelerini, dişlerine biçim vermelerini, vücutlarına dövme yaptırmalarını şiddetle yasaklamıştır. 69 Aslında bunlar, kadınlar için serbest bırakılan diğer süslenme şekillerinden pek farklı değildir. Buna rağmen şiddetle men edilmeleri, o zaman bu çeşit süslenmelerin hafif meşrep ve iffetsiz kadınların âdeti olmasındandır. Nitekim bir âyette “Ey Peygamber! Kadınlarına, kızlarına ve

müminlerin kadınlarına söyle dışarı çıkarken dış giysilerini, cilbablarını üzerlerine bürünsünler; bu tanınmamaları ve rahatsız edilmemeleri için en uygun olanıdır. Allah çok bağışlayan ve esirgeyendir”70buyurmuştur. Burada gerek cilbab (bedenin tamamını örten dış giysi) giyilmesi ve gerekse bunun iffet alameti olması, o zaman mevcut olan ve yaşayan âdete dayanmaktadır. Örtünme ve tanınmama için başka giysiler kullanıldığı durumlarda, cilbaba gerek kalmadığından, cilbabın iffetin simgesi olması durumu maziye karışmış olur.71

2- Genel manalı (amm) nasslar ile belli bir konuya ait örf çatışırsa tahsis formülü ile her iki kaynak da yürürlük kazanır. Şer‟i örf umumi nassı tahsis eder. Mesela salat kelimesinin lügat manası geniştir. Ancak nasslarda geçen salat, Müslümanların âdet ettikleri belli ibadet şekli diye anlaşılır. Böylece âdet nassı tahsis eder. Dini terimlerin çoğunda bu tahsisin örnekleri görülmektedir. Âdet, dil ile değil de fiil ile ilgili olursa önce nassın geldiği sırada bu âdetin mevcut olup olmadığına bakılır. Nass geldiğinde mevcut âdetlerin yaygın (amm) olanları Hanefî ve Mâlikîler başta olmak üzere müçtehitlerin çoğuna göre nassı tahsis eder. Hadisler mevcut ve hazır olmayan nesnelerin satım konusu yapılmasını yasaklamış olmasına rağmen, sipariş akdi (istisna) caiz görülmüştür. Çünkü bu âdet yaygındır ve insanların buna ihtiyacı vardır. Belli bir bölge veya branşa ait (hass) ameli âdetlere, nassı tahsis salahiyeti tanınmamıştır. Nass geldiği sırada mevcut olmayan âdetler genellikle nassı

67Buhârî, “Buyu”, 74-76; Müslim, “Müsakat”, 79-80. 68İbn Âbidîn, II, 118.

69Buhârî, “Libas”, 82-87; Müslim “Müsakat”, 115-119. 70

Ahzap, (33), 59.

(29)

21 tahsis edemez; yani nass karşısında muteber olmaz. Nassdaki hüküm (hükmün illeti) örfe mebni ise örfün değişmesi ile hüküm de değişir. Mesela Hanefîler ilgili hadislere dayanarak akdin gereği olmayan ve taraflardan birine menfaat sağlayan şartı caiz görmemişlerdir. Bu uygulama örf haline gelirse akdi bozmaz; çünkü âdet haline gelmiş bir şart tartışma ve anlaşmazlık konusu olamaz.72

3- İctihad ve kıyasa ters düşen umumi âdetlerin bunlara tercih edileceği Hanefî ve Mâlikî müçtehitlerce benimsenmiştir. Bu tercih istihsan içinde mütalaa edilmiş ve burada âdetin eski olması şartı da aranmamıştır. İçtihatın yapıldığı sırada mevcut olmayan bir husus sonradan âdet haline gelirse kıyasa tercih edilecektir.

Mesela; Ebû Hanife komşular arasında ödünç olarak ekmek alıp vermeyi ne tartı ile ne de sayı ile caiz görmüştür. Ebû Hanife‟ye göre bunda eşitlik sağlamak mümkün değildi. Çünkü onun kalitesi, pişirilmesindeki sanat her zaman farklı olur. Fakat İmam Muhammed bu kıyası terk etmiştir. Zira komşular arasında bu teamül vardır. İnsanların alışkanlıklarını söküp atmak beraberinde büyük zorluklar getirir. Görüldüğü gibi İmam Muhammed, Ebû Hanife‟nin kıyasını terk ederek komşular arasındaki teamüle dayanmış ve bu âdet karşısında kıyası terk etmiştir.73

Örf ve âdet ile müçtehitlerin görüşlerinde bir çatışma olması durumunda genellikle örfe başvurulmaktadır. İbn Âbidîn bu konudaki düşüncesini şu şekilde dile getirmiştir: “Mezhep alimleri birçok konuda müçtehitlerin kendi zamanlarında verdikleri fetvalara muhalefette bulunmuşlardır. Çünkü onlar o zamanda değil de bu alimlerin zamanında yaşasalardı bunlar gibi fetva vereceklerdi”.74

Örneğin arıda ve ipek böceğinde asıl olan satılmalarının caiz olmamasıdır. Çünkü mali değeri yoktur. Zira bunlar haşarat kabilinden şeylerdir. İmam Ebû Hanife‟nin görüşü böyledir. Fakat İmam Muhammed, insanların örf ve âdetine bakmış, incelemiş, bunların alım-satımının yapıldığını ve bunlardan faydalanmanın yaygın olduğunu anlamıştı. Böylece arı ve ipek böceğinin de mali değeri olduğuna hükmederek bunların alım-satımlarının caiz olacağına karar vermiştir.75

VIII- Hanefî Mezhebine Göre Örf ve Âdet

Hanefîler şer‟i ve hukuki meselelerde örf ve âdetin önemli bir kaynak olduğunu kabul etmişlerdir. Hanefî ve Mâlikî fukaha, örfün sosyal ve siyasal yönünü daha fazla ön plana

72İbn Âbidîn, II, 121. 73Ebû Sünne, s. 102. 74İbn Âbidîn, II, 123. 75Ebû Sünne, s. 105.

(30)

22 çıkarmışlardır. Bir Hanefî fakihi olan Amidi, örf ve âdetin prensiplerini açıklarken özellikle bir Hanefî doktrini olan istihsana müracaat etmiştir. Mesela hamamlardan nasıl yararlanılacağı, kullanılacak suyun miktarı, hamamda geçirilen süre ve ücretin nasıl ödeneceği konusunda herhangi bir fikir belirtilmemiştir. Çünkü Hanefî fakihlere göre işletme sahibi bunu zaten bilmektedir. Dolayısıyla bu durum ile ilgili herhangi bir kıyasa ve ayrı bir hükme gerek yoktur.76

Ebû Hanife, örfi terimleri ele alırken bunların sözlük anlamını önemsememiştir. Bunun yerine toplumda böyle terimlerin nasıl algılandığı üzerinde durmuştur.77

Yemin meselesi buna güzel bir örnektir. Mesela bir kimse su içmeyeceğine dair yemin etse, daha sonra nebiz (deri tulum içinde uzun zaman bırakılmış hurma ya da kuru üzümün oluşturduğu tatlı su) içerse yeminini bozmuş sayılmaz. Çünkü su kelimesinin nebiz anlamını taşımadığı açıktır.78

Ebû Hanife, kıyası örfle hüküm vereceği durumlarda terk etmiştir. Mesela bir kişi bir deve yükü odunu satın aldığında, satıcı örf gereği malı alıcının evine ulaştırmak zorundadır. Kıyasa göre bu ancak satış anlaşmasında özellikle belirtilmişse geçerlidir.79

Yine Ebû Hanife‟ye göre, şehadetin makbul olması için şahitlerin adalet tezkiyesi gerekmez. Gerçekte bu hüküm, Ebû Hanife‟nin zamanına göre uygun olabilir fakat ondan sonra yalancılık yaygın hale gelince, imameyn, şahitlerin adil olmalarının şart olduğu hükmüne varmıştır.80

Sehl b. Müzahim diyor ki; “Ebû Hanife‟nin fıkıhtaki usulü, mevsuk olanı almak, çirkin olandan kaçınmak, halkın muamelatına bakmak, işlerinin salah üzere, doğru gitmesini nazari itibara almaktır. Ebû Hanife işleri kıyas üzere yürütür. Kıyas olmazsa, istihsana gider. İstihsan da uygun görülmezse, Müslümanların muamelelerine bakardı.”

Bu söz iki şeye işaret etmektedir;

1- Nass olmayan yerde işleri kıyas istihsana tatbik eder. Bunlardan hangisi daha doğru, sağlam ise meseleye daha uygun düşüyorsa onu alır.

2- Kitap ve sünnetten bir nass (ve sahabe kavli) yoksa icma gerçekleşmemişse, kıyas istihsan yoluyla nasslara hamletmek de mümkün değilse, o zaman örfü delil olarak alır.

76Faruki, Muhammed Y. “Hulefa-i Raşidin ve İlk Fukaha‟nın Kararlarında Örfün Etkisi”, II, s. 46. 77Serahsî, el-Mebsut, IX, 17.

78Serahsî, VIII, 186. 79Serahsî, XII, 99. 80İbn Âbidîn, II, 126.

(31)

23 İstihsanın bütün çeşitleri, gerek kıyas, gerek kıyas istihsanı, gerek icma‟ ve zaruret istihsanları olsun hepsinden sonra örfe giderdi.81

Hanefî fakihlerinden Şeybani, âdetleri milletler arası hukuk alanında kanunların kaynağı olarak görmüştür. Görüşlerinden bazıları çok beğenilerek fukaha tarafından benimsenmiştir. Mesela, “Örf muhakkemdir”; “Âdetlerden elde edilen deliller, nassdan elde edilen gibidir” ; “örften anlaşılan şey nassın ileri sürdüğü şart gibidir” ; “Genel bir ifade âdetlerden elde edilen delille belirlenebilir”; “Yazılı metinde aksine bir ifade yoksa âdet belirleyicidir”; “Genel bir kaideyi özelleştirmek için âdet geçerlidir”82

gibi görüşler örnek gösterilebilir. Örf ve âdet konusu üzerinde önemle duran ilk Hanefî fakihi İbn Abidin yukarıdaki kuralları, örf ve âdete dayanan fıkhi konularda yer verdiği eseri NeĢru‟l-Arf fi

Binai Badi‟l-Ahkâm Ala‟l-Urf te tekrarlamıştır.83

81Ebû Zehra, Ebû Hanife, s. 367-368. 82Şeybânî, ġerhu Siyer‟l-Kebir, s. 194-198. 83İbn Âbidîn, II, 114-147.

(32)

24

ĠKĠNCĠ BÖLÜM

KAZAKLARIN AĠLE YAPISINDA ÇOCUKLUK DÖNEMĠ VE

ĠSLÂM HUKUKU AÇISINDAN ĠNCELENMESĠ

I- Aile

Kazak aile kavramı, genel geçerliliği olan ve sosyal grup ile aile fertleri arasındaki ilişkileri içeren, aynı zamanda kendine özgü âdetleri, örfleri, görenekleri ile gelenekleri bulunan ve de bir sosyal kurum olan, kültür unsurlarını içinde taşıyan bir birimdir.

Kazak ailelerini geniş ve çekirdek aile tipleri olarak ikiye ayırmak mümkündür. Bazı ailelerde büyük baba, büyük anne, amca, hala gibi yakın akrabalar da bulunur. Böyle ailelere geniş aile denir. Bu tip aileler kalabalık ailelerdir. Çekirdek ailede ise anne ve babalarla, evlenmemiş çocuklar bir aradadır. Bu aileler kalabalık değildir.

İlk eğitim yuvası, ocağı ailedir. Çocuklar gözlerini açtıkları aile ortamında büyürler ve ilk bilgilerini aile bireylerinden alırlar. Aile çocuklara örnek oluşturur.

Çocuğun doğumuyla birlikte eğitim de başlar. Bu eğitim baba ve anne tarafından yerine getirilir. Çocukların iyi ve kötü alışkanlıklar kazanması hep bu döneme rastlar. Çünkü çocuk anne-babasını taklit ederek öğrenir.

Çocuklar kişiliklerini, manevi duygu ve düşüncelerini ilk olarak ailelerinden kazanırlar. Kültürün ve manevi değerlerin kuşaktan kuşağa taşıyıcısı ailedir.

Ailede herkesin yapacağı bir iş vardır. İşlerin aksamadan yürütülmesi, ailenin mutlu olmasını sağlar. Kazak toplumunda baba ailenin dışarıyla olan ilişkisini sürdürür. Ailenin başkanı olması nedeniyle sorumlulukları büyüktür. Ailenin barınabileceği, refah ve mutluluk içinde yaşayabileceği bir konutu sağlamak babanın en önemli görevleri arasındadır. Ailenin geçimini sağlamaktan birinci derecede baba sorumludur. Para kazanmak, aile bireylerinin sosyal ihtiyaçlarını karşılamak babanın görevidir.

Annenin görevi de babanın görevi kadar ağırdır. Babanın yardımcısı, onun dert ortağı, kısaca “evin direği”dir. Çocuklarının yetişmesinde, kişilik kazanmasında annenin rolü çok büyüktür. Çocuk ilk kez sevgi ve şefkati anne kucağında yaşar. Evin temizliği, yemeklerin yapılması, çamaşırın yıkanması annenin fedakârlıkla yaptığı işler arasındadır.84

Bu uygulama Kuran-ı Kerim‟in Nisa süresinin 34.âyetinde“Erkekler, kadın üzerine

idareci ve hakimdirler. Çünkü Allah birini (cihad, imamet, miras gibi işlerde) diğerinden

84Zeyneş, İsmail, Kazak Türkleri, s. 170.

Referanslar

Benzer Belgeler

Allah (c.c.)’a yemin olsun ki o, bütün gâlip gelenleri mağlup edcektir.” deyince Rasûlullah (s.a.s.), “Ey Ka’b andolsun Rabbini bu sözlerinle medheyledin.”

Bu bağlamda; il sınırları içinde nüfus yoğunluğu fazla olan ilçe merkezlerinin ve kırsal yerleşmelerin büyük bölümü eğim değerlerinin düşük olduğu 0-500 m

Anadolu Selçukluları devrinde yaptırılan tıp medreseleri, hastaneler (darüşşifa) ve Selçuklu ordularında kullanılan seyyar hastane sistemi, devri için büyük yenilikler

Bu anlamda yeraltı edebiyatı kavramının popüler kültürün lafzı olduğunu ve pazarlama tekniği olarak ortaya atıldığını ifade eden Hakan Günday, böyle bir iddiayı

Yıllardan beri takılıp bir daha ne hale girdiği bilinmiyen koca koca reklâm çerçeveleri yuvarla­ nıverdi mi bir değil, bir çok kişi­ nin hayatına

Böylece, daha iyi bir yurt, daha iyi bir dünya için çalışan bir insa­ nı, aydınlık düşüncelerle dolu bir bilim adamını en verimli çağında yitirmiş

UMHURBAŞKANI Turgut Özal’ın Kıbrıs ve Erme­ ni tasarısının ön plana çıkmasıyla önemi artan ABD ziyaretine, katılan kadro tartışılıyor. Muhalefet par­ tileri,

Bildirimizde, Kazak Türkçesinde ünlemlerin hangi ad ve tanımlarla ele alındığı, tasnifi, söz dizimi içinde nasıl değerlendirildiği ve cümlenin ögesi olarak hangi terimle