• Sonuç bulunamadı

Oğlan evinin hanımları gelin göçünü, saçı saçarak neşeli bir şekilde karşılarlar. Çocuklar ise gelinin önünü kesip bahşişlerini alır. Gelin arkadaşlarıyla atından inip obaya girmeden bekler. Bir hanım göçün önünü çeken deveyi obaya getirip, “murındık apa” adı verilen hediyesini alır. Obadaki insanlar hemen çeyizi indirip, ak otağı kurmaya başlar. Otağ genellikle güvey babasının sağ tarafında kurulur. Otağın içine çeyizler, ev eşyaları düzenli ve süslü bir şekilde yerleştirilir. Bu sırada haber bekleyen gelinin önünden hanımlar ellerine “şımıldık”145

alarak karşılarlar. Yüzlerini büyüklere göstermeyip, şımıldıkla gizlenen gelini önce kayın pederinin evine getirirler. Gelin kapıdan sağ ayağıyla girer, çömelir ve üç kere selam verir. Selamını alan kayın pederi “Ömrün uzun olsun, mutlu ol yavrum” der. Sonra gelini oda kenarındaki yumuşak kuzu derisinin üzerine oturtur. Bu âdet, yeni gelinin huyları kuzu derisi gibi yumuşak, nazik olsun anlamını taşımaktadır. Ocaktaki ateşe yağ döken gelin “Ateş Ana, Yağ Ana, şefkatini esirgemeyin” der. Etrafı saran hanımlar ellerini ateşte ısıtıp “Ateş gibi hayırlı ol” diye ellerini gelinin alnına değdirir. Bu âdet, orijinal bir Kazak âdeti olan ateş kültü ile ilgilidir. Kült, Kazaklarda tabiata renk ve canlılık veren varlıkları, özellikle insan hayatı üzerinde büyük etkisi olan toprak, su, ateş, ağaç, dağ, gök gibi tabiat varlıklarını kutsal sayan bir anlam taşımaktadır. 146

Kazaklar arasında görülen bu âdetlerin Mecusilikten kalma olduğu kanaatindeyiz. Dolayısıyla dinen sakıncalı bu örf ve adetlerin hemen terk edilmesi gerekmektedir. Zira bu uygulamalar imani açıdan insanları Allah‟a ortak koşmaya götürmektedir. Halkımızın inancında atalardan kalmış olup, yapılmadığı takdirde günaha girilecekmiş gibi addedilen bu davranışlar, yaratıcı olan Allah‟ı unutturarak tabiat, gök, ateşe yağ dökme gibi unsurları asıl fail haline getirmektedir. Durum böyle olunca hemen terk edilmesi gerek olan örf âdetler içerisinde yer alırlar.

Bu sırada oba insanlarıyla yeni gelen gelini tanıştırmak ve öğütlerde bulunmak için “betaşar” (yüz açma) törenine başlanır. Duvaklı gelin ayakta durur, iki hanım onun koltuğuna girerek eşlik eder. Bir delikanlı eline dombıra alıp “betaşar” türküsü söyler. Yüz açmayı yapan delikanlı herkesi bir bir tanıtırken, “bir selam” dediğinde, gelin tazim edip eğilir. “Betaşar” töreni delikanlının gelinin yüzünü açmasıyla sonuçlanır. Böylece etrafı tıklım tıklım saran meraklı insanlar gelinin yüzünü görmüş olur. Yüz açmayı yapan delikanlı

145Ak baş örtüsüdür. Sadece kız gelin olduğu zaman kullanılır. 146

51 güveyin anne babasından, yakın akrabalarından, oba aksakallarından gelinin yüz görümlüğünü alır. Geline eşlik eden hanımlar da entari elbise, kumaş gibi hediyeler alır.

Ancak son zamanlarda gelinin selam vererek eğilmesi uygulamasında da yozlaşmalar olduğu görülmektedir. Eskiden selamlama sadece büyüklere edepli bir şekilde yapılırken, günümüzde küçük büyük ayrımı yapılmaksızın herkesin önünde eğilme şeklinde icra edilmektedir. Bu uygulamadaki bir diğer bozulma da, gelinin kollarına giren kadınların kıyafetlerinin günümüzde İslami ölçülere uygun olmaması hususundadır. Örfen geline örnek olması gereken bu kadınların giydikleri kıyafet ile bu görevlerini yerine getirdiklerini söylemek zordur. Ayrıca gelinin bir büyüğe hürmet edip, eğilerek selam verdiği zaman örfen söylemesi gereken hürmet ifadelerini kullanmakta da aciz oldukları günümüzde müşahede edilmektedir.147

Bir de son dönemlerde Suudi Arabistan‟da eğitim görüp ülkesine dönen bazı kişiler, gelinin eğilerek selam vermesini “Allah‟a ortak koşmak” olarak görüp bu uygulamaya çok sert karşı çıkmaktadırlar. Halkımızda şaşkın bir vaziyette kime güveneceğini bilmediği için büyük fitneye yol açmaktadırlar. Kazak halkının örf ve âdetlerinden haberi olmayan bu kimseler İslam‟ın örfe yaklaşımını da bilmeyince toplumda böyle kargaşalar ortaya çıkmaktadır. Bu kimseler delil olarak şu hadisi getirmektedir:

Enes b. Malik (r.a.)‟den rivayete göre, şöyle demiştir: “Ey Allah‟ın Rasulü! Bir adam,

bir kardeĢi ve dostu ile karĢılaĢınca ona eğilebilir mi? diye sordu. Rasalullah (s.a.v.)‟de hayır dedi. Adam onu kucaklar ve öper mi diye sordu, Rasulullah (s.a.v.)‟de hayır dedi. Adam elini tutup musafaha toka yapabilir mi? deyince evet buyurdular.”148

Ancak bu hadiste ne Allah‟a ortak koşmak vardır, ne de ona bir itaatsizlik söz konusudur. İnsanın eğilerek selam vermesine “hayır” denilmesi dekesin yasak anlaşılamaz; “gerek yok, lazım değil” anlamları da çıkarılabilir. Ayrıca hadis sıhhat açısından da kesin bir bilgi ifade etmemektedir. Tirmizî bunu hasen olarak rivayet etmiştir. Diğer alimler ise bu hadisi zayıf olarak değerlendirmişlerdir.

Esasında bu hadis onların ifade ettiği manayı ihtiva etseydi, Peygamberimiz (s.a.v.) ilave olarak kati bir şekilde başkada cümleler kullanarak bunun bize haram olduğunu söylerdi. Bu yüzden bir hadisi görerek hüküm vermek pek uygun görünmez. Hadisten kesin yasak anlaşılmadığından dolayı caiz olacağı kanaatindeyiz.

147Aygul, Bolathankızı, “Kelinnin Salem Saluı”, s. 24-25. 148Tirmizî, “Edep”, 31.

52 Kuran‟da bu hadise ters düşen âyetlerde vardır. “Hani biz meleklere (ve cinlere):

Adem’e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.”149

“Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar. (Yusuf) dedi ki: Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.”150

Sonuç olarak farklı kanaatlerin olduğu hususlarda bir görüşü dayatarak, diğerlerini batıl görerek toplum içerisinde fitne çıkarmamak gerekir. Dinimiz bize kolaylık sağlamıştır. Ayrıca İslâm dini Arap toplumuna geldiğinde, eskiden devam eden örfi uygulamaların temel öğretilere aykırı olmadığı durumlarda, sahih örf statüsüne alarak devamını sağlamıştır. Esasında böyle bir fitne, insanın mevcut uygulamaları usul kaidelerinde göre değerlendirmemesinden ve kendi geleneklerini, örf ve âdetlerini tam tamına bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Hülasa yaptığımız her amel bizim niyetimize bağlıdır. Dolayısıyla gelin hürmet göstermek için büyüklerine selam verirken Allah‟a ortak koşmak gibi bir niyetinin olmadığı açıktır. Bu sebeple de bu uygulamanın dinen sakıncalı olmadığını söylemek mümkündür.

Evlenme düğününün en önemli bölümü ise gelinle güveyinin nikâhını kıymaktır. Gümüş yüzük, bilezik, yay ve ok konulan kaseye su doldurulup, hocanın önünde serilen beyaz kumaş üzerine konulur. Nikâh duasını okuyan hoca “…‟nin kızı.‟yı eş olarak almaya razı mıymış güvey?” diye kaseyi önünde oturan şahit olan delikanlılara sunar.

Ant içerek şahitlik yapan üç delikanlı güveyinin yanına gidip, “.‟nin kız.‟yi‟ eş olarak kabul ediyormusun” diye kaseyi verir. Güvey kasedeki sudan bir yudum içerek, razı olduğunu bildirip, kaseyi geri verir. Aynı şekilde kızın razı olup olmadığı sorulur, nikâh suyu içilir. En sonunda kasedeki sudan babası baş dünür ve şahit olan üç delikanlı birer yudum içip kaseyi hocaya iade ederler. Nikâhın sağlam sahih olması için hoca dua ederek, iyi dileklerde bulunup, kasenin dibindeki eşyaları geline verir. Düğün sahibi nikâhı kıyan hocaya hayvan veya para hediye eder, şahit olan delikanlılara “şapan” giydirir.151

149 Bakara, (2), 34. 150 Yusuf, (12), 100. 151Zeyneş, İsmail, s. 202.

53 Kazaklarda da mehir anlamını tam tutmasa da mehir anlamında kullanılan “kalınmal” uygulaması vardır. Kalın mal evlenecek erkeğin müstakbel karısının ailesine yaptığı ödemeler anlamında kullanılmaktadır. Bu ödemeler mutlaka evlilikten önce yapılırdı. Bizim burada anlatmak istediğimiz mehir ile “Kalınmal” arasındaki farkı İslâm hukuku açısından anlatmak istiyoruz.

İslâm hukukundaki mehir uygulaması da bir yönüyle bu uygulamaya benzemektedir. Ancak yine de aralarında önemli bir fark vardır. İslâm hukukundaki mehir evlenecek kızın ailesine değil, doğrudan kendisine verilmekte veya doğrudan ona borçlu olunmaktadır. Dolayısıyla İslâm hukukunda uygulandığı şekliyle mehirin satış bedeline, evlenmenin de satım akdine benzetilmesi mümkün değildir. Çünkü nikâh akdini satım akdine benzettiğimizde satım bedeli bizzat satımın konusu olan kimseye verilmiş olmaktadır. Öte yandan evlenecek kızın evlenme sözleşmesinin tarafı olduğunda hiç tereddüt yoktur. Bir kimsenin bir akdin hem konusu hem de tarafı olması ve satım bedelini de bizzat alması hukuken mümkün değildir. Üstelik kadın almış olduğu bu mehir karşılığında Hanefîlere göre herhangi bir çeyiz hazırlamak mecburiyetinde de değildir. Diğer mallarında nasıl tasarruf edebiliyorsa bunda da aynı şekilde tasarruf etme hak ve yetkisine sahiptir. Ayrıca mehir nikâhın şartlarından değil sonuçlarından biridir; nikâh esnasında belirtilmemiş bile olsa, hatta verilmeyeceği şart edilmiş bile bulunsa yine evlenen kadın mehire hak kazanır. Mehirin belirlenmemiş bulunması evlenmenin geçerliliğine halel getirmez. Bu yönüyle de mehir satım bedelinden ayrılmaktadır, çünkü bir satım akdinde satım bedeli sonuç değil o akdin sıhhat şartlarından biridir. Satım bedeli belirlenmediğinde akid fasid olur.

İslâm dünyasının önemli bir kısmında uygulanma imkânı bulan Hanefî görüşünü dikkate alırsak İslâm hukukunda mehirin kadını hem evliliğe ısındırmak hem de ona belli bir malî güç kazandırmak düşüncesiyle getirilmiş olduğunu söylememiz gerekir. Özellikle kocanın sahip olduğu tek taraflı irade beyanıyla boşama yetkisini kötüye kullanması durumunda kadın böyle bir malî imkâna fazlasıyla ihtiyaç duyacaktır. Boşanma hakkının suistimal edildiği bölgelerde mehir miktarının yüksek tutularak bu suistimale belirli ölçüde engel olunması da mehirin kadına ve evlilik birliğine kazandırdığı bir başka avantaj olmaktadır.

Mehirin mahiyeti ve çeyiz konusunda Mâlikîler Hanefîlerden farklı düşünmekte ve mehiri âdeta evliliğin kuruluş harcamalarına kocanın önceden yapmış olduğu bir ödeme olarak kabul etmektedirler. Çünkü onlara göre kadın almış olduğu mehir karşılığında ve onunla orantılı bir çeyiz hazırlamak mecburiyetindedir.

54 Mehir olarak her türlü mal veya parasal değeri olan her türlü menfaat tesbit edilebilir. Mehirin en az miktarı Hanefîlere göre 10 (ilk asırda 10 dirhem yaklaşık iki koyun bedeli idi), Mâlikîlere göre ise 3 dirhem gümüştür. Şâfıî ve Hanbelî hukukçulara göre ise mehirin bir alt sınırı yoktur, tıpkı bir üst sınırı olmadığı gibi. Mehirin üst sınırının olmadığı konusunda Hanefî ve Mâlikîler de diğer iki mezhep gibi düşünmektedir. Hz. Ömer kendi halifeliği dö- neminde evlilikleri kolaylaştırmak için mehire üst sınır getirmek istemiş, fakat bir kadının

“Onlara kantarla vermiş olsanız da hiçbir şeyi geri almayın”152

âyetini delil getirmesi karşısında bu düşüncesinden vazgeçmiştir.

Mehir nikâh anında belirlenip belirlenmemesine göre ikiye ayrılmaktadır. Eğer nikâh anında belirlenmişse buna mehr-i müsemmâ, belirlenmemişse buna da mehr-i misil denir. Misil mehir evlenen kızın akrabaları arasında her bakımdan kendi konumundaki kızlara ödenen mehir demektir. Bir anlamda rayiç mehir olmaktadır. Evlilik sırasında mehir belirlenmemişse veya bir sebeple belirlenen mehir geçersiz sayılırsa o zaman mehir ikiye ayrılmaktadır. Muaccel mehir evlilik anında peşin olarak ödenen mehir demektir. Ödenmesi sonraya bırakılan mehire de veresiye mehir anlamında müeccel mehir denmektedir. Ödenmesi sonraya bırakılan mehir için bir ödeme zamanı belirlenmişse o zaman ödenir. Ancak ge- nellikle yapıldığı üzere bir vade belirtilmemişse mehirin vadesi boşanma anında veya taraflardan birinin ölmesi durumunda gelmiş kabul edilir.

Sahih bir evliliğin ardından mehirin ödenmesinin gerekli olması, bir başka ifadeyle mehir borcunun doğması için ya evlenen kadın zifaf için hazır olmalı ve aralarında sahih halvet vuku bulmalı veya taraflardan birisi nikâhtan sonra ve zifaf veya sahih halvetten önce ölmüş bulunmalıdır. Sahih halvet eşlerin izni olmadan kimsenin giremeyeceği, erkek ve kadının, kimsenin göremeyeceği, uğrayıp rahatsız edemeyeceği bir mekânda baş başa olmaları anlamına gelmekte ve bazı bakımdan zifafla aynı hukukî sonuçları doğurmaktadır. Nikâh akdi yapıldıktan sonra, fakat zifaf veya sahih halvetten önce bir ayrılık vuku bulursa ayrılığa kimin sebep olduğuna bakılır. Eğer ayrılığa erkek sebep olmuşsa mehirin yarısını karısına ödemelidir. Ayrılığa kadın sebep olmuşsa veya erkek velisinin kendisi adına yapmış olduğu evliliği buluğ muhayyerliği denilen seçim hakkını kullanarak bozmuşsa eski karısına mehir adına herhangi bir ödeme yapması gerekmez.153

Nikâhtan sonra gelinle damadın karı koca oldukları geceye “ak nikâh gecesi” denmektedir. Çiftin kalacağı ak otağa yengeleri yatak döşerler. Yatağın üzerine beyaz kumaş

152

Nisa, (4), 20.

55 döşerler. Daha sonra iyi dileklerde bulunup, karı kocayı baş başa bırakırlar. “Çömlek bin günde değil, bir günde kırılır” misali, bu gece gelinin temizliği, masumluğu kontrol edilmiş olur.

Kazakistan‟ın bazı bölgelerinde çirkin bir örf âdet vardır. Buda ilk geceden sonra sabah olunca gelinin çarşaf kontrolü yapılmasıdır. Sanki dinde yeri varmış gibi davranarak bu çirkin olan örf âdeti bazı bölgelerde hala devam etmektedir

İşte İslâmiyet‟le ilgisi olmayan bu âdetlerden birisi de, gerdek gecesinde çarşaf kontrolü için kapıda beklemektir. Gerdek gecesinde kapıda beklemenin ve çarşafı kontrol etmenin dinimizle hiçbir ilgisi olmadığı gibi, bu hareketler son derece çirkindir.

Diğer taraftan, erkeğin aşırı heyecanlanmasına, acele etmesine ve neticede başarısız olmasına da sebep olacağından, doğru bir hareket değildir.

Ev müsaitse evin tamamen yeni çiftlere terk edilmesi veya evde sadece gerektiğinde yardımcı olabilecek bir iki kişinin kapı önünde değil de ev içerisinde başka bir mekânda beklemeleri uygun olur.154

Eğer gelinin “kız çıkmadığı” anlaşılırsa, güveyinin dostları, onun eyerli duran atının karnını yarıp, yani elbiselerini yırtıp, eyer ve at koşumlarını param parça eder. Genellikle bu duruma hiç kimse müdahale edemez. Güvey “Altın dediğim bakır çıktı, gümüş dediğim kurşun oldu. Ben başlığı kadına değil, kıza ödemiştim” diyerek onu evine yollar. Bundan dolayı maskara duruma düşen gelinin babası ve akrabaları, kızın namusunu ayakaltı eden delikanlıyı bulup cezasını verir.

Evlenilen kızın bakire olup olmaması, memleketimizde ilk birleşmede kanamanın olup olmamasından anlaşılmaktadır. Bu, sıhhatli bir tespit usulü değildir. Kana göre karar vermek pek çok masum kıza haksızlık edilmesine sebep olabilir. Çünkü bir cinsi münasebet olmasa da, zarın yırtıldığı veya istisnai durumlarda cinsi münasebetten sonra da bazı zamanlar zarın sağlam kaldığı bilinmektedir. Dolayısıyla kanın olup olmamasına bakarak kişinin eşini iffetsizlikle suçlaması, hele hele onu ilk gecede “babasının” evine göndermesi son derece yanlış bir hareket olur. Şayet ortada şüphelenecek bir durum varsa, yapılacak şey bir kadın doğum doktoruna gidilerek durumu öğrenmek olmalıdır.

Kızın bakire olup olmaması, kendi itirafıyla da tespit edilebilir. Şâyet kız bakire olmadığını itiraf ederse, bu durumda aldatılan erkeğin onu bırakmasında dinen bir mahzur

154Mutlu, İsmail, s. 146.

56 yoktur. Ancak “mahzur yoktur” demek, bıraksın manasında da anlaşılmamalıdır. Kadın bir hata işlemiş olabilir. Bunu kabul eder. Bu hatasından tevbe eder. Bu durumda erkek eğer “hissen rahatsız olmayacaksa” meseleyi hiç kimseye duyurmadan kendi aralarında tatlıya bağlayabilirler.155

Bazı durumlarda kız tarafı gelin ettikleri kızın yerine onun bir küçüğünü verip işi tatlıya bağlar. Bu nedenle her bir anne baba kızını iyi eğitip, “masum” ve “temiz” olmasına önem verir. Mutlu bir yuva kurmasında acele eder.

Burada anlaşılmaktadır ki, birisinin suçunu diğeri kapatmaktır. Yoksa onun bir küçüğü olan kız kardeşi onun işlediği suçundan sorumlu değildir.

“Günahkâr kimse diğerinin günahını çekmez. Günah yükü ağır olan kimse, onun taşınmasını istese, yakını olsa bile, yükünden bir şey taşınmaz. Sen ancak, görmediği halde Rablerinden korkanları, namazı kılanları uyarırsın. Kim arınırsa, ancak kendisi için arınmış olur; dönüş ancak Allah'adır.”156

Düğünden sonra gelinin annesine, babasına, kardeşlerine ve gelen bütün dünürlerine deve, at, vb. değerli armağanlar hediye edilip uğurlanır.

Yeni gelinin yabancı bir ele gelip alışması kolay değildir. Bundan dolayı ev işine kayın validesi yardım ederek, ağır işlere yavaş yavaş alıştırır. Akıllı kayınvalideler “Gelinini öz kızınız gibi sevin, çünkü sizin kızınız da gelin olur” diyerek, gelinlerini sağı solu tanıyan, terbiyeli, akıllı, çalışkan, alçak gönüllü bir hanım olarak yetiştirir. Mesela kocasından başka erkeklere parmağının ucunu bile göstermemek, başı açık, yalın ayak gezmemek, erkeklerin yolunu kesmemek, büyüklerin oturduğu eve girmemek, büyüklerin sohbetine karışmamak, onlara çay dökerken çömelerek yan oturmak; kap-kaçakları şangırdatmamak, büyüklerin yanında yüksek sesle konuşmamak; çocukları bağırarak azarlamamak; koca evinin başköşesinde oturmamak, yatağında yatmamak; elbisesini omzuna almamak vb. Kazakların “Çocuğu küçükken, hanımı gelinken eğit” atasözü buradan kaynaklanmaktadır.157

Yeni gelin kayın pederinin, kayın validesinin, kayın biraderlerinin görümcelerinin ve eltilerinin ismini direk olarak söylemez. Onların yaşlarına, cinsiyetlerine, işlerine ve özelliklerine göre takma ad koyar. Dolayısıyla gelinin her zaman nazik ve ince davranması gerekir.

155Mutlu, İsmail, s. 146-147. 156Fatır, (35), 18.

57 Gelin gittiği yere uyum sağlayıp, büyüklere saygı, küçüklere şefkat göstererek gelinlik görevini yerine getirdikten sonra bir de çocuk doğurunca, onun koca ocağındaki yeri değişir. Kayın validesi “Yavrum sen artık genç kız değilsin, anne oldun” biçiminde imada bulunup ona daha samimi ve arkadaşça davranır.

Benzer Belgeler