Halide Edip'in hâtıralarında bahsettiği «fi, tanınmış siyaset adamı ve fikir hayatımıza olgun eserler vermiş olan Doktor Adnan Adıvar.
“...Adnan
Bey traşolup
kadın elbisesi giymek
istemiyordu. Onu sa
rık lı bir hoca kılığına
soktuk. Ben de çarşaf
lı b ir hoca karısı...,,
3
GEÇEN SAYILARIN ÖZETİ — Izmirin işgal haberi, memleketin üzerinden bir fırtına şiddetile geçmişti. Türk milleti; kendi millet bütünlüğünün, hürriyet, şeref ve hay siyetinin fırsat düşkünü bir düşman tarafından çok ciddî şekilde tehdit edilmekte olduğunu apaçık görmekteydi. Halide Edip'in katıldığı Fatih, Sultanahmet, Kadı köy mitingleri, vatansever Türk halkının iman nabzını yoklamağa vesile olmuş, kesin kararlar almanın zamanı geldiğini göstermişti. Anadolu'da, yer yer milli kıyam hareketi başlamış, Mustafa Kemalin önderlik ettiği hareket Anadoluda geliştikçe, memleketin işgal altına alınmış bölgelerinde düşman ve Padişah kuv vetlerinin sindirmek işin giriştiği öldürücü baskı artıyordu. Fakat her şeye rağmen gene, ihtiyar Türk çocukları Anadoluya geçmenin bir yolunu buluyorlardı. Istanbu- lun Türk ve Islâm mahallelerinde sanki erkek kalmamıştı! Milliyetçilerin gizli teş kilâtları, sistemli bir şekilde çalışan yollama büroları halini almıştı. Mitingtan son ra Halide Edip, eşi Doktor Adnan Beyle birlikte artık Istanbulda barınamaz ol muştu. Kararlarını verdiler. Kıyafet değiştirerek Istanbuldan, Anadoluya geçecek lerdi. O sırada Anadolu, onları büyüliyen, kendine doğru çekmekte olan mukad des bir ideal ocağı idi. Sözü gene sayın Halide Edip Adıvar'a bırakıyoruz:
M İ L L î
M Ü C A D E L E
H A T I R A L A R I N D A N
P A R Ç A L A R
T
K İ gün beyhude yere Anadolu’ya kaçırabileceklerimizle münasebet kurmaya çalıştım. Bu iki gün için de durum daha da sıkışmış, İngiliz polisi ile bazı Ermeniler bütün va purları ve iskeleleri nezaret altına almışlardı. 18 martta harekete ka rar verdik. Üsküdar'a giden altı bu çuk vapurunu, yani karanlık bastığı zamanı tercih ettik. Belkıs bize ka palı bir araba bularak gelecek, bizi Üsküdar’a giden vapurun durduğu iskelenin önünde bırakacaktı. Gü vendiğimiz iki kişi rıhtımda bekli- yecek. bizi tanıyan birisini görür lerse, işaret edeceklerdi. Üsküdar’da gene bu dostlardan Abdülmuttalip bir araba bulacak, Sultantepesine en yakın bir yerde bizi bırakacaktı.KIYAFET DEĞİŞTİRİYORUZ. .
Bunun en güç tarafı kıyafet me- selesiydi. Kıyafeti fazla değiştirmek de, hiç değiştirmemek kadar tehli keli bir şeydir. Bundan başka da. Dr. Adnan’ın endamı, fesi, yürüyü şü çok kendine has ve halkça ma lûmdu. Traş olup kadın elbisesi giy mek istemiyordu. Bunu, sadece bo yunun bir kadın için fazla uzun ol- masindan değij, gülünç vaziye te düşmemek için istemiyordu. Ni hayet, onu bir hoca kıyafetine sok tuk. Çünkü, o eve bitişik evde otu ran bir hoca akrabası vardı. Ben, siyah gözlük takmasına itiraz et tim. Çünkü o da bir nevi maske gi bi bir şeydi. Benim de kılığım kı yafetim biraz tanınmış olduğu İçin. Mahmure ablamın eski biçim çar şafını giydim. Bir hoca karısı vazi yetini almak istemiyordum. Hoca
karılarıysa gözlerini örtmezler. Bi zimkiler, etraftakilerin beni gözle rimden tanıyacaklarından korkuyor lardı. Fakat bu da olmadı. Çünkü, Halide denilen mahlûk, artık vücu du ile münasebetini kesmişti.
Nihayet, martın 18 inci perşembe günü hayatımızın büyük dramı İçin hazırlandık. Dr. Adnan’m siyah cüb besi ile beyaz sarığı ona daha ince ve aristokratik bir ifade vermişti. Adeta en eski müslümanlardan biri yeryüzüne va’zetmek için gelmişti. Giyinmesi bittikten sonra biraz kül istedi. Niçin olduğunu anlamadık. Sonra, bunu papuçlannın üstüne dö künce anladım. Ben de vücudumun inceliğini ablamın çarşafı ve kılığı ile değiştirmiştim. Tam hazırlandı ğımız zaman, yanımızda bulunan Nakiye Hanım: «Ellerinden tanır lar» dedi. Çünkü, ellerime manikür yaptırmıştım. Nihayet tırnaklarımı kısa kestim, koltuğumun altına da bir bohça sıkıştırdım. Belkıs, ara bayı getirir getirmez hareket ettik. İlk tehlike ihtimali Babıâliden ge- çerkendi. Çünkü, muharrirler ve ta biler hemen hepimizi tanırlar. Fa kat hiç kimse bizi tanımadı. Sir keciye geldiğimiz zaman, çoğu zen ci olan Fransız askerleri arabaya doğru gelerek bize dillerini çıkardı lar. Adnan hiç karşılık vermememi söyledi.
Nihayet hoca kansı. kocaslyle be
raber Galataya geldi, biletini aldı. Dr. Adnan bir lâmba direğinin altın da durmuş, gazete okuyordu. Orada İki İngiliz ajanı duruyordu. İçimden: «İnşallah öksürmez» diye dua ediyor dum. Fakat can tatlı, hürriyet kıy metlidir. ömründe ilk defa Adnan öksürüğüne galebe çalabildi. Niha yet düdük çaldı ve biz vapura bin dik.
ÜSKUDARA GEÇİŞ
Boğaziçi harb gemilerinin ışıkla rıyla pırıl pırıl. Toplar kıyılara çev rilmiş. Bahriyeliler aşağı yukarı do laşıyor. Sular beyaz köpüklü. Ben dı şarıda oturdum. Biletçi: «Bu soğuk ta niçin içeri girmiyorsun valide ha nım?» dedi.
Üsküdarda, Abdülmuttalip, yanı ma gelerek, dedi ki:
«Vapurda, Babıâlide bir mürettip olan Efkâr adlı bir Ermeni vardı. Arabaya çabuk binelim.»
Fakat, her halde Efkâr bizi ele ver medi.
Sultantepesine, oraya giden küçük ve dar yokuştan çıktık. Orada yalnız İngiliz polisi değil, hırsız da bulu nur. El ele vererek, yolunu kaybet miş iki çocuk gibi yürüyorduk. Ek seri, bohçayı o taşıdığı gibi, elimi de o tutuyordu. Çünkü, yokuş çıkmak ta o günlerden beri daima kalbime dokunur.
Baba evinin çam ormanını ve ora da geçen çocukluğumu düşünmek ne
garip idi. Nihayet en yüksekte olan tekkeye vardık.
Kapının önüne gelince, İpi çekip çıngırağı çaldık. Yukarıdan biri ses lendi :
— Kim o? — Bizi İsa yolladı.
Yukarıdan ipi çektiler, kapı açıl dı. Bizi, bir derviş karşıladı. Elinde ki feneri indirerek yüzüme baktı. Bu, çocuklarımın adını koymuş olan ih tiyar şeyhin damadı Kahraman idi. Dedi ki:
— Ah Dr. Adnan, şükür geldin. O kadar fena bir hazımsızlık çekiyo rum ki.
Ne garip! Adeta bir doktor sıfatiy- le gelmiş gibiydik. Adnan Kahra manın omuzunu okşadı:
— Haydi yukarıya gidelim de. has talığına orada bakarım, dedi.
Merdivenlerden çıkarken, şeyhin damadı diyordu ki:
— Sizi salıdan beri bekliyoruz. Dün, âdeta yakalanmış olduğunuza hükmettik.
Bu aralık Şeyh de koşarak gelip bi zi karşıladı.
Orada bizden başka Anadoluya git mek istiyen dört mebus daha vardı. Şeyh bizi Boğaziçinln parlak manza rasına bakan bir odasına götürdü. Hemen hareket etmemiz gerektiğini söylüyordu. Celâlettin A rif bir gün önce, Miralay İsmet bey de iki gün önce birkaç zabitle birlikte hareket etmişti. İsmet adı bize büyük bir se vinç verdi. Karakteri ve zekâsı gele
cek için her hangi mücadelede insa na ümit ışığı veriyordu.
Artık Dr. Adnan’ı bu tarafa geçir dikten sonra, ertesi gün tekrar Is- tanbula giderek birkaç kişiyi daha beraberimize almıya karar verdim.
Şeyh, bizim adımızı kadınlardan sakladı. Sadece Şeyhin küçük kar deşi Şemsettin ile damadı Kahra man biliyordu.
Aynı gün, bütün şehirde İngilizce ve Türkçe olarak, her hangi milliyet çiye yardım edenin ölüme mahkûm edileceğini ilân eden afişler asılmış tı. İstasyonda, bu afişlerin birinde ölüm kelimesinin muazzam harfler le yazılmış olduğunu gördüm. Buna general Wilson imza atmıştı. Eğer, sırf bize yardım edecekler ölümle tehdit ediliyorsa, acaba bizlere ne ceza vereceklerdi?
GEÇEN GEÇENE!
Biraz sonra dört mülteci yanımıza geldi. Bunlardan biri meşhur Çerkeş Ethemin kardeşi binbaşı Reşit idi. Kendisi, Anadoludaki millî hareke tin şeflerinden biri olduğu gibi, ay nı zamanda Sarohan Mebusu idi. Ma vi gözlü, çok zeki ve iyi tavırlı bir adamdı. Dedi ki:
— Bize şimdi lâzım olan şey, adamakıllı bir harita, bir de klavuz.
Kendi kendime: «İşte aklı başında bir adam» diye düşündüm. Mebus lardan İkincisi, Keskin Mebusu Rıza Beydi. (Devamı gelecek sayıdal
T A R İ H Î Mİ T İ N G ’ DE N H Â T I R A L A R
VATAN MAHZUN — işgal günlerinin kötümser havan itinde dağıtılan mefkOre kartlarından birini daha görüyorsunuz. Resmin üstünde Namık Kemal’in şu mısraları okunmaktadır: «Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini — Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini
6 haziran 1919 günü yapılan muhteşem mitingde, göğüs lerde taşınan rozetin (sağda) üzerinde hem eski harflerle, hem de Fransızca yazılmış şu cümleler vardı: «İzm ir Türk kalacaktır — Smyme restera Turque — 23 mayıs 1335». Altta aynı mitinge katılan iç leri hürriyet ve vatan sevgi siyle dolu genç talebe kızla rımızla, kadınlarımızı görü yorsunuz. Ellerindeki dövizler de: «Yaşamak isteriz — Müs- lümanlar ölmez ve öldürüle mez» cümleleri okunmaktadır.
Taha Toros Arşivi