• Sonuç bulunamadı

Usta yazar zoraki gazeteci:Haldun Taner

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Usta yazar zoraki gazeteci:Haldun Taner"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

' T T V sr ’T5Z

Geçen hafta aramızdan ayrılan Haldun

Taner’in ideali, köşe yazarlığını bırakarak

yalnızca roman, hikâye, piyes yazmaktı

HWIMllHlMlllllllllllllHllllHlllHimmilllHIIHIHliniHIIIIIIHIHIIIIIHIHII1IHHHMlHHIIIIHIIIIHIHIHIIIIIIlllllllllllllllllllllllllll

usta yazar

Haldun Taner her konuda son derece titiz bir insandı. Bir kez sevdiğinden de, sonra vazgeçmezdi. İşte bu fotoğraf Uniii yazarın en beğendiği fotoğrafıydı ve sürekli olarak

yazılarında, başlıklarında bunun kullanılmasını ister, kendisinden ne zaman fotoğraf istense bunu verirdi.

Hakka1 zoraki gazetea..

"Gazetecilik, yazarlığın bir yan İşi olarak evimi geçindirmeye çok yardımcı oldu. Türkiye'de yazar­ lıktan para kazanılmaz. Edebi­ yatçı olmaya biraz geç karar ver­ dim. Dünyaya bir daha gelsem, yine bu mesleği yaparım"

“ — Çok gariptir ama, liseyi bitirip yüksek tahsil yap­ maya karar verdiğim zaman henüz kendime bir mes­ lek seçmiş değildim. Fakat politika beni çok çekiyordu. Ve Heidelberg Üniversitesi’ne tahsile giderken politi­ kacı değil de bir başyazar olmayı düşünüyordum. Gö­ rüştüğüm büyükler, tecrübeli kimseler ileride, böyle bir şey için, ister politikacı, ister başyazar olmak için eskiden hukuk okunduğunu, hukuk tahsilinin birçok alanlara kapüar açtığını, esaslı düşünce sistemini yer­ leştirdiğini, fakat belli bir zamandan sonra bunun ar­ tık değiştiğini, politikaya ve politikayla ilgilenecek gazeteciye iktisat biliminin çok daha önemli olduğu­ nu söylediler.

Ben bir hukukçu oğluydum. Babam İstanbul Üni­ versitesi hukuk dekanı ve uluslararası hukuk profesö­ rü idi. Baba mesleği olan hukuku bırakıp iktisat oku­ maya karar verdim. Fakat bunun için ayrı bir fakülte yoktu. ”

• H A S T A O L U N C A ____

"Devlet Bilimleri” ve “İktisat Bilimleri” diye ikisi bir tek çatı altında toplanmıştı. Ben de bu tahsili yap­ tım. Buraya dönmeden önce ciddi bir şekilde hasta­ landım. Bir süre dört duvar arasında dinlenmek ve iyileşmeye çalışmak zorunda kaldım. Bu bana uzun uzun kendim üzerine, o zamana kadarki yaşamımda­ ki değer yargılan üzerinde şüpheyle durmak ve düşün­ me fırsatı verdi.

Sonunda gazeteci olma sevdamı yersiz buldum ve yazar olmaya, edebiyat ve felsefeyle uğraşmaya, işte o hastalık yıllarında karar verdim. Bu hastalık benim hayatımda bir karar dönemi oldu.

Edebiyatçı olmaya biraz geç karar verdim. Bizde edebiyatçılar buna çocuk yaşta karar verirler, 14-15 yaşında şiir yazmaya başlarlar, daha sonra roman - hikaye ve öbür türlere geçerler. Bu hevesler her za­ man erkenden başlar. Bütün meslektaşlanma bakıyo­ rum, onlarda bu heves hep erken başlıyor. Ben bu karan verdiğim zaman artık 25 yaşındaydım. Daha önce başka bir alana yönelmiştim. İktisat politika, dev­ let büimi. Belki babadan kalma bir kalıtım etkisi beni bu merağa itti. Fakat şimdi kendi mizacımın doğrul­ tusunda bir alana yöneliyordum. Ve bu alana yönel­ diğime hiç pişman değilim. Dünyaya bir kere daha gelsem yine bu ikinci karan uygularım.

İyi bir edebiyatçı olmak için ömür yetmiyor. Bu­ nun için 4-5 ömür lazım. Eğer olsaydı hepsini bura­ ya adardım. Mesleğimden memnunum. Benim gazeteciliğim biraz zoraki gazeteciliktir. Kimseleri kı­ ramadığım için ısrarian önleyemediğim için peki de­ mişimdir."

• “ B A Ş Y A Z A R O L D U M ”

“ —Tercüman gazetesini ilk çıkaran gnıbun kalbi, beyni Cihat Baban’dı. Cihat Baban'ı ben Galatasaray Lise- si’nden tanırdım. Benden 4. sınıf yukardaydı.Çok takdir ettiğimiz öğrenci birliğinin başkam, kafası işleyen, po­ litikacı bir aileden gelen, bir birikimi olan kültürlü bir arkadaşımızdı.

4

Milllyet’in dünyaca ünlü yazarı Haldun Taner, aramızdan ani

ayrılışından bir gün önce, Dünyanın Sesi gazetesi

sahibi Selma

Selçuker’e çeşitli konuları

anlatmıştı. Gazetecilikten, tiyatroya, politikadan, yazarlığa kadar çeşitli

konulardaki Haldun Taner’in görüşlerini kendi

ağzından verirken, ustamızı bir kez daha saygı ile anıyoruz...

G U R U R K ÖS E S İ

Haldun Taner 71 yıllık yaşamında tam 72 kitap yazdı. Eserleriyle pek çok ödül kazandı. Kısa süre önce yitirdiğimiz ünlü yazar,“ İyi bir edebiyatçı olmak için bir ömür yetmiyor, 4-5 ömürlazım” derdi.

O bana dedi ki: “Haldun, ben bir gazete çıkarı­ yorum, bana yazı yazacaksın.” Ben o sıralarda hi­ kâyelerimle az-çok bir isim yapmaya başlamıştım. Hikâyelerim çeşitli dergilerde çılayordu. Bir hikâyeci olarak tanınıyordum. Piyeslerim bile oynanmıyordu. “İyi yazıyorsun, rahat yazıyorsun, okuyan rahat oku­ yor, bana fıkra yazacaksın” dedi. Dedim ki, “Ben gazeteciliği sevmiyorum.”

“Sen gazetecilik yapma. İstediğini yaz.” Kül­ tür meseleleri üzerine konuş, edebiyat üzerine yaz. Ne istersen yaz. Birinci sayfanın alt köşesini veriyorum sana dedi. Buraya haftada bir gün Yakup Kadri Bey, haftada bir gün Yaşar Nabi Bey, haftada bir gün de sen yazacaksın. O tarihde bu kimseler, özellikle Ya­ kup Kadri Bey, büyük bir üstat. Romanları var, say­ gın, kültürlü bir kişi. Yaşar Nabi Bey ise, Varhk’ı çıkarıyor, onun başında, o da ünlü bir kimse. Ben ise bunların arasında yeni yeni isim yapan genç bir yaza­ rım.

Bu benim için çok büyük heyecan verici bir iltifat­ tı. Ben buna layık değilim dedim, ben bu iki üstadın

yanında nasıl yazı yazarım. “Sen bana bırak. Ben bir şey biliyorum ki, sana yaz diyorum” dedi. Ben de buna kapıldım. Bu ilk birinci Tercüman’ın çıktığı za­ mandı. Fakat o zamanki Tercüman, düşünüş, bakış açısından bugünkünden tamamen farklı bir liberal ga­ zeteydi.”

• “ D E V E K U Ş U ’ N A M E K T U P L A R ”

_1‘ Gazeteciliğim birinci safyadan başladı. Ve istedi­ ğim gibi politik meselelerle uğraşmadan daha çok kül­ türel ve edebiyat konularını birinci plana alan yazılar yazmaya başladım. Daha sonra içerde devamlı fıkra yazmamı istedi. İşte bunun için de “Devekuşu’na Mektuplar” lafım o zaman buldum. Bunu seçmemin nedeni de şu: Devekuşu daima gerçeği görmemek için başım kumun içine sokar. Gerçekten hoşlanmaz. Et­ rafı ne görür, ne duyar. O halde ben de vurdumduy­ maz bir ortama, beni dinleyeceğinden çok şüphe ettiğim bir ortama kendi fikirlerimi ileteceğim bir sütuna, “De- vekuşu'na Mektuplar” adını koydum. Bu sonradan çok mesele olmuştur.

Bana daima sorulmuştur, kim, kimi kastediyorsun Devekuşu’ndan. Belli bir kimseyi kastetmiyordum. Et­ seydim söylerdim. Her devirde şu mudur, o mudur diye hep sormuşlardır. Hayır dedim. Genel olarak vur­ dumduymaz, ilgisiz bir kalabalığa hitap etmek zorun­ da oluşun, bir ifadesiydi. Bunun için de kurnaz bir taktik de vardı. Biz “devekuşu değiliz” dedirtmek is­ tiyorduk. Diyenler olursa çok sevinecektim. Böyle kaldı devekuşu.

Seneler sonra günün birinde, politik tiyatro hiciv tiyatrosu kurduğum zaman adım “Devekuşu Kabare” koydum.”

• K A B A R E TİY A TR O S U

İlk kabare işini “Devekuşu” ile başlatmadım Ondan önce 1962 yılında Arena Tiyatrosu’nda, “Bu Şehr-i Stanbul” diye ilk defa Türkiye’de bir kabare piyesi yazmıştım. Türkiye’de kabareyi tanıtmak için broşürler ve konferanslar verdim. Alman Kültür Mer- kezi’de çeşitli salonlarda kabare nedir, kabare tarihi nedir, kabare tiyatrosunun içindeki işlevi nedir, bunu belirten konuşmalar yaptım ki, halk hazırlıklı gelsin.

Nitekim bu oyun büyük ilgi topladı. O zamanki sanatçılar Turgut Boralı, Nüvit Özdoğru, bugün Pa­ ris’te büyük ün kazanan Mehmet Ulusoy. Ulusoy, o zaman tanınmayan bir oyuncuydu. Kayhan Volkan, Suna Pekuysal, daha böyle öbür şehir ve özel tiyat­ rolardan bir ekiple başladım. Bunlar oyunları bittik­ ten sonra gece vakti geliyorlardı ve biz 12’den sonra bu kabareyi sergiliyorduk. Başta Sabri Esat Siyavuş- gil hocamız olmak üzere herkes çok beğendi ve çok destekledüer.”

Ve ben bu şeyden cesaret alarak geçici bir deneme d e p de sürekli bir kabare tiyatrosu Türkiye’de kuru­ lursa çok iyi bir işlevi olacağına inandım. 1962’den 67’ye kadar geçen 5 sene içinde kafamda bir kadro tasarladım, bir üslup tasarladım. Bunun kuramsal sis­ temini düşündüm ve sonra 4 genç arkadaşa kabare ti­ yatrosu nedir, anlattım, onları heveslendirmek istedim. Çünkü ben nihayet bir yazar ve yöneticiyim, oynaya­ cak insanlar bulmak ve buna gönülden katılacak sü­ rekli bir kadro bulmak hevesiyle bu oluştu.”

“ G A Z E T E C İ L İ K B A N A G Ö RE D E Ğ İ L ”

“z_ Ben neden gazeteciliği sevmiyorum, neden zoraki gazetecilik yapıyorum onu anlatayım. Sevmiyorum de­ mek beğenmiyorum demek d e p . Gazeteciliğe aşkla gi­ ren bir insan, haberi hevesle takip eden bir insan, p n - lük politikaya tesir etmek isteyen bir insan çok büyük bir işlevi yerine getiriyor. Sorumlulup var, zevki var, hayatının ve üslubunun bir estetiği var. Kabul ediyo­ rum. İyi bir gazeteci olmak çok heyecanlı bir iş.

(2)

Za-ten bir insan hangi işi severek yapıyorsa elini öperim. Saygım büyük. Fakat ben bu işin adamı değilim. Ben gazeteci değilim.

Ben daha çok kenarda durup gözlemleyen, işin yo­ rumunu çıkaran bir yönü tercih ediyorum. Bu benim mizacıma daha çok uyuyor. Hikâye yazdığım zaman ben çok tatmin oluyorum. Emin olun bu fıkraları yaz­ dığımda diyorum ki, bunları başkaları da yazar. Baş­ kalarının yapacağı işi ben yapmayayım. Beni niye zorluyorlar. Bazı işler var ki yanlız ben veya benim gibiler yapabilir. Onları yapalım. Bunları da hevesli­ lere bırakalım.

Şimdi idealim şu: Bir gün beni bu köşe yazıların­ dan alsalar, ben de kenara çekilip romanlarımı, hikâ­ yelerimi, piyeslerimi yazsam. Bugün dahi o fıkraları yazmak için, mecbur oluyorum aktüaliteyi takip et­ meye. Bunu takip ederken düşüncelerimin akışı, ipin ucu, yani hikâye yazdığım zamanki hayali düşüncele­ rimin zinciri kopuyor.

Bir yazı yazmak için hiç olmazsa bir iki gün veri­ yorum. Öncesini anlamak için, yalan mı yanlış mı, karşı taraf ne diyor, bunları bilmek için iki gün araş­ tırma yapıyorum. Bundan sonra tekrar öbür işime dön­ düğüm zaman o iş aynı şekilde devam etmiyor.

İnsan bir düşünceye, bir romana, bir piyese girdi­ ği zaman düşüncesinin akışı böyle gider. Dördüncü, beşinci gün çok daha iyi gider ve kızışır. Ama tam benim dördüncü günüm geliyor, araya fıkra günü gi­ riyor. ”

• B A Ş Y A ZA R L IĞ IN FOR SU

Benim gazeteciliğim tek kelimeyle zoraki. Bu mes­ lek mizacıma uymuyor. Bu yüzden de aktif bir gaze­ teci ancak 27 Mayıs’tan sonraki ilk 3 yılda oldum. Orada da başyazı yazdığım ve bu role girdiğim için mecbur kaldım. Ve hazır başyazı yazıyorum derken bir takım doğru bildiğim şeyleri burada aktarmaya ça­ lıştım. İstemediğim bir role girdim. Uçaklarda lüks mevkiler, dışarı memlekete gittiğinizde başyazarsınız diye başköşelere çağrılmalar. Yazarlığımda görmedi­ ğim itibarı oralarda gördüm.

Politikadan da hoşlanmıyorum, bir takım teklifler oldu politikaya girmek, hatta vekil olmam için. Ola­ ğanüstü durumlarda dışardan kabine üyeleri seçilirdi. Bana da bakanlık, müsteşarlık gibi teklifler yağdı. O zaman başvekil olanlar hep arkadaşlanmdı.

Ben bu işi hevesli olanlara bırakırım. Ben bu yö­ nümle daha faydalı olduğuma inanıyorum. Bir adam, her şey birden olamaz.”

“ Y A Z A R L I K T A N PARA K A Z A N M A D I M ”

‘1 . Gazetecilik, yazarlığın bir yan işi olarak evimi ge­ çindirmeme çok yardımcı oldu. Çünkü belirli bir gelir vardı. Hele başyazar olduğumda o zaman için olduk­ ça iyi para alıyordum. Şimdi hiçbir zaman yazarlık­ tan çok para kazanamadık. Türkiye’de yazarlıktan genel olarak para kazanılmaz.

Ama Avrupa’da yazarlık, iyi bir piyes, yazarı 3 sene rahat yaşatır. İyi bir roman veya hikâye kitabı yazarını iki - üç sene rahat yaşatır. Benim bu güne kadar 30 tane piyesim var. 8 hikâye kitabı yazdım. Bunlardan aldığımı toplasam bir de gazetecilikten al­ dığımı toplasam, gazetecilik çok daha ağır basar. Ya­ zarlıkta bir yan meslek zorunluluğu var. Türkiye’deki yazarların, kendilerini Avrupa’dakiler gibi yanlız kendi alanlarında hasretmelerini önlüyor. Ben burada bir de hocaydım. Hocalık da benim zevkle yaptığım bir yan mesleğimdi. Çünkü hocalığım tiyatro tarihi hocalığı, edebiyat ve eleştiri konularında ders veriyordum. Kendi alanımdaki bir hocalık olduğu için, kendi sevdiğim mes­ leğimin içinde bildiğimi genç kuşaklara geçiren kutsal bir işti. Bunun da kazancı azdı. Fakat bu da bir yan meslekti. Ashnda ideali bir yazarın hocalık bile yap­ mamasıdır.

Hocalık da çok çalışma ve alıştırma isteyen bir mes­ lek. Buna harcayacağımız çabayı ve stoku eselerinize verirseniz, daha çoğalabilir. Bu arada yine boş dur­ madım. Geçen gün bir yayınevi ile bir anlaşma yap­ tık. 71 yaşındayım ve bugüne kadar 72 tane kitap yazmışım bu kalabalıkta.”

• 27 M A Y I S ’ ÇILARIN S Ö ZL ER İ!

İL 27 Mayıs’ın yapıldığı sıralarda, yazılarımızın rad­ yoda birinci planda yayınlanmasından sonra bizi bir gün Harp Okulu’ndaki bir salona davet ettiler. Dedi­ ler ki, Milli Birlik Komitesi’nin iki üyesi size bilgi ve­ recek. Başyazarlar ve yazı işleri müdürleri. Biz de başyazar olarak gittik. Yaklaşık 30-40 kişi vardı. İki subay geldi aşağıya. İkisi de genç. İkisi de yarbaydı yanılmıyorsam. Bir tanesi dedi ki, ağzı güzel laf yapı­ yordu:

“Biz Milli Birlik Komitesi üyelerinden ikisiyiz. Adımız önemli değil. Ben size bu harekâtın nasıl ha­ zırlandığını anlatacağım, arkadaşım da size bunun İs­ tanbul'da nasıl gerçekleştiğini anlatacak. "

Fotoğrafçıları dışarıda bırakmışlardı. Ve anlattı­ lar. Nasıl sıkıyönetimin ilanına gelinmiş, nasıl sıkıyö­ netim komutanı. Milli Birlik Komitesi’nden onları

Dostları tarafından “ İstanbul Efendisi’ ’ olarak tanımlanan Haldun Taner tam bir cemiyet insanıydı. Eşi Demet Taner’ le (yanda) katıldığı davetlerde yüzünden kendine özgü tebessümü eksik olmazdı. Ünlü yazar evinde olduğu zamanlarda bile sürekli olarak çalışır, zamanını boşa harcamazdı (altta solda). Ve yıllar öncesinden 1 9 70 ’ ten kalma bir anı: Haldun Taner çok sevdiği, yok olmasına üzüldüğü eski evlerden birinin önünde (altta sağda).

buraya toplamış, nasıl hazırlıklar yapılmış. Öbürü de, bu iş İstanbul’da nasıl yapılmış, Ankara’da haber geç gelince nasıl bir telaş uyanmış.

Ve sözlerini şöyle bitirdiler: “Omzumuzdaki yıl­ dızlara bir tane Uave etmeden biz latamıza dönece­ ğiz. Bizim bir andımız var. Memleket tehlikeye girdiği zaman andımız bizi, müdahalemizi meşru kılar. Po- litikacdar birbirlerine girmişlerdi. Poitik bayat tıkan­ mıştı. Bunu yoluna koyduktan sonra çekileceğiz ve bunu sivillere bırakacağız.”

Orada bulunanlardan biri, “Efendim, bu durum­ ları kışkırtmış olanlar cezasız mı kalacak?” gibi çiğ bir laf etti. “Biz onlarla meşgul olmuyoruz. Tevkif edilen bakanlar bir müddet sonra serbest bırakdacak- lar, fakat politika dışında kalacaklar. Biz yeniden de­ mokratik bir düzenin işler bir hale getirilmesi için bu harekâtı yaptık” dediler.

Ve biz oradan iyi bir intihayla ayrılmış olduk. Sonra bu sözler yerine getirilemedi. Bizlerle konuşanlardan biri Orhan Kabibay imiş, sonradan öğrendik, çünkü fotoğrafları gazetelerde çıktı. Hiç meşhur olmaktan hoş­ lanmayan bu yarbaylar, isteyerek veya istemeyerek çok meşhur oldular. Öbürü de Ahmet Yıldız imiş. O da basm yayın müdürü oldu.

Laflar ilk heyecanda kaldı ve gitmediler. Ve sonra ötekilere ne olacak, onları teşvik edenler vardı, gaze­ teciler vardı, başyazarlar vardı diyen, kışkırtan o top- lanüdaki arkadaşın telkinine de uydu. Ve başka teklifler yapıldı, Yassıada hikâyesi çıktı. Başta böyle şeyler

yok-H A L D U N T A N E R ’DEN

BİR F IK R A

Bodrum 'da yerleşik Numan Usta, ha­ sır sandalyeler yapar, satarmış. Bir Ame­ rikalı bu sandalyeleri görüp beğenmiş. Satın almak için Numan Usta’yı aramış ve... Onu bir ağacın gölgesine uzanıp ya­ tarken bulmuş.

Aralarında şu konuşma geçmiş: — "Yanına adamlar alsan, onlara öğ- retsen, daha çok sandalye yapsan olmaz

m ı? "

— ‘Tut ki yaptın... Sonra n'olucak?" —“İşini daha büyütür, bir atöyle açar, daha da çok sandalye yaparsın."

— "Sonra?"

—“Çok daha fazla kazanır sonra da yan gelir yatarsın.’

Numan usta, Amerikalıya şöyle bir bakmış:

—“Peki, ben şimdi n’apıyorum ki...”

tu. Sadece bakanlar, kabine üyeleri, tevkif edilecek ve serbest bırakılacaktı. O zamanki koleksiyonlar açıldı­ ğı zamanlar benim bu hatırladıklarımı, görebilirsiniz.”

• S İV İL H A Y A T B A Ş L A Y I N C A

Politika öyle bir çelişkili bir dünya ki, bir takım

laflar söylüyorsunuz iyi niyetle, prensipler koyuyor­ sunuz, fakat kışkırtmaya başlıyorlar. Daha sonra ik­ tidara geldik, bari bunu sürdürelim olayı başlıyor. Gitmemek için direnmeler başlıyor.

Gidelim, gitmeyelim derken sonunda o hareketleri yapan başlar, o gün için çok sözü geçen kimseler, ar­ kalarındaki kuvveüer onları desteklemeyince, veya si­ vil hayat başlayınca ortada kalıyorlar.

Bugün 27 Mayıs ihtilalcilerine bakacak olursak, bunların her birinin bir partiye girdiğini görürsünüz. O partiler içinde basit vatandaşlar, basit parti üyeleri gibi çalıştıklarını görürsünüz.

Hâlâ politikada ısrar ettikleri görülüyor. O büyük ihtilalcilerin bir kısmının da bugün TIR kamyonları, büyük işadamları çevresinde birer patron oldukları gö­ rülüyor.

Bu da Türkiye’de şunu gösteriyor. Kökten bir ta­ kım inançlara bağlı insanlar, tutarlı olarak baştan so­ na hiçbir zaman aynı yönde gitmiyorlar. Şu veya bu tesadüflerle, şu veya bu hareketlerle, şu veya bu yön­ lere sapıyorlar. Hepsi değil tabu, fakat çoğu böyle.”

• “ T Ü R K Ç E M İ Z B O Z U L U Y O R ”

1‘ Bir memleketin en güzel konuşma örneğini spiker­ ler ve devlet adamları verir. Devlet adamları yanlış ko­ nuşuyorlar. Türkçe yanlışı yapıyorlar.

Yazarlar, “ eninde sonunda” diyorlar. Yazar ar­ tık dille uğraşan adam. Türkçe’de “ eninde sonunda” diye bir deyim yok. “ Önünde sonunda” diye bir de­ yim var.

Diyelim ki çamaşırcı Ayşe Hanım “ müspet - menfi" yerine, "nispet-menfı” diyebilir. Devlet adam­ ları çok yanlış yapıyor. Ben dil üzerinde titiz bir insa­ nım.

Bir “ kuşkusuz” lafıdır gidiyor. Kuşkusuz ne de­ mek. Kuşku başka bir şey, şüphe bambaşka bir şey. Şüphesiz yerine kuşkusuz kullanılıyor. Türkçemiz, eski Osmanlıcamız elbette arınmaya muhtaç ama, arındı­ rırken 4 ayrı kavramı 1 tek kavram içine sıkıştırdığı­ nızda nüans kalmıyor. Ayrıntı işi, inceliği kalmıyor. Kaba - saba bir şey oluyor. .

Dil bilirim diyenler yanlış rehberlik yapıyor. Bıra­ kın cahil spikerliği. Eskiden spikerler diksiyon dersi alırlardı. Yanlış konuşan azdı. Şimdi doğru konuşan yok. Bunun için bir takım kurslarla bu işe özen ver­ mek lâzım.”

# 9

aza ró la

Hayrola

O R H A N TOKATL I

An kara

dedikodulara

İLMİYORUM neden? Birden ak­ lıma geliverdi. 1960 sonrası ku­ rulan CHP ağırlıklı bir koalis­ yon hükümetinde Kemal Satır Başba­ kan Yardımcısı’ydı. O dönemde AP Genel Başkanlığını da rahmetli Ragıp Gümüşpala yüklenmişti.

Gümüşpala o yaşlılığına karşın otomobille köy köy dolaşıyor, CHP ik­ tidarına veriştiriyordu.

Gazeteciler bir ara Meclis kulisin­ de Gümüşpala’nın bu turlamalarını di­ le getirince Kemal Satır şöyle gürle- mişti:

"Deli danalar gibi dolaşıyor..."

★ ★ ★

- f ^ Eylül Harekâtı'nm bir gerekçesi

M . 4 de “Milletvekillerinin parti değiştirmeleri" idi. Cumhur­ başkanı Evren, devlet başkanlığı döne­ minde ve Anayasa'ya kefil olduğunu belirttiği konuşmalarında bu gerekçeyi ısrarla savunur ve “milletvekilliği pazarını" tekrarlatmamak için Anaya­ sa'ya 84. maddenin konulduğunu vur­ guladı.

Aradan geçen zaman Evren’in bu görüşünü haklı çıkardı mı acaba? Ta­ bii ki hayır... Pazar yine harıl harıl ça­ lışmaya başladı. Hatta bu kez alışıl- mışlığın dışında pazarı açan da Cum­ hurbaşkanının yakın çalışma arkada­ şı Başbakan Turgut özal'dı...

Laf, dağılan, yeniden kurulan veya kurulacak olan partilerden açılmıştı. Hangi partileri kimlerin destekleyece­ ğ i konusu konuşulurken, yazarlarımız­ dan Semih Günver, “Canım efendim. O partiyi de menopoz devrine yaklaş­ mış dul kadınlar destekliyor” deyiver­ di.

Ankara'da milletvekili pazarı açılır da ağızlar susar mı?

İşte, ANAP'hların transferlerini gerçekleştirdikten sonra kulise sür­ dükleri yeni söylentiler... DYP’ye ba­ ğımsız milletvekili ayartmak için "Ko­ ca Reis" Sadettin Bilgiç’in öne sürdü­ ğü söylenen vaatler, ANAP’lılara göre şöyleymiş:

— "DYP il teşkilatının kuruluşunu sîzlere teslim edecek.”

— “Seçimlerde liste başı olacak­ sınız.”

— “10 yıllık siyasilerin yasaklan bir yıla kadar kalkacak.”

— “Seçimlerde ANAP-DYP eşit oy alacaklar ve koalisyon hükümeti kura­ caklar."

— “Koalisyon hükümeti kurulur­ ken Demirel’in cumhurbaşkanı olma­ sı şart koşulacak ve sîzler cumhurbaş­ k a n ın ın milletvekilleri olacaksınız."

Bu şartlar gerçek mi, değil mi? Bi­ linmez ama Ankara bu dedikodularla çalkalanıyor...

j . ruıuşI U I U Ş w

hafızalarımızı geri vitese taktıl az g ittik uz gittik, DP'nin basını suı turmak için hazırladığı yasa tasarısını TBMM'de görüşüldüğü oturuma ge dik ve frene bastık...

O dönemde TBMM oturumlarını iz­ leyen gazeteciler, bugünkü gibi rahat localarda not tutmak olanağına sahip değillerdi. Gazetecilere yine balkonda 10-15 kadar sandalye ayrılmıştı. Konu basını ilgilendirdiği için locada o gün gazeteciler kucak kucağa pür dikkat görüşmeleri izliyorlardı. Söz bir ara Başbakan rahmetli Adnan Menderes’e verildi. Menderes o kendine has ko­ nuşma biçim i ve mimikleriyle TBMM üyelerinin kanunun kabulü yönünde oy vermeleri için sözlerini hâlâ ezbe­ rimde olan şu cümleyle bağlıyordu:

“Muhterem arkadaşlar.

"Birkaç fersude mevkute sabahtan akşama, akşamdan sabaha sath-ı va­ tanda nifak ve iftira tohumları saçıyor. “Bunlara dur demeyecek miyiz?.." Çoğu kez, olayların veya kişilerin yıldönümleri kutlamalarında iyi ve gü­ zel taraflar ele alınır da ibret alınması için hatalardan bahsedilmez... Aynen mezar başında imamın, "Kişiyi nasıl tanırsınız?” dediğinde cemaatin “iyi tanırız" dediği gibi...

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

göre risâlenin dilinden, Hasan el-Basrî’nin mektuplat kiinin, Halifenin emrine göre hareket eden dönemin Irak valisi Haccac b. Yûsuf olma ihtimali yüksektir. Aslnda

Tüm arazi çalışması zorlu veya tehlikeli değildir, ancak her durumda araştırmacı koşullardaki beklenmedik değişikliklere veya belirli arazilerle ilişkili risklere

• Buna ek olarak, insanlar gibi keçi ve koyun gibi çiftlik hayvanları da infertilite veya subfertilite sorunlarından muzdariptir, bu da ömür boyu üretkenliklerini düşürür..

Yavuz; Selim, oğlu Süleymana gazap edip “öldürülmesi için Bostancı- başıya teslim etmiş, Bostancı- başı devletin hayrını isteyen bir adam olduğundan

Yine bir ödül töreninde faili belli bir suikaste kurban giden rahmetli gazeteci Abdi İpekçi'den.ödülünü alırken, diğeri ise Struga Şiir Şenliği Altın Çelenk

arşivim bir günde yandı.» Bazan dalan, bazan dolan, bazan parlayan gözlerle acısı­ nı ve anılarını anlatan ressam Salih Acar’ın evinden, üzüntü­ sünü

Sofya Akadem isinin Fresk A tölyesin­ den (duvar resmi) 1950 yılında mezun ol­ duktan sonra Türkiye’ye gelerek İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Cemal Tollu

Esasen milletlerarası akarsularda seyrüsefer (ulaşım) serbestliği ile ilgili kaide ve kurallar Viyana Kongresinin 9 Haziran 1815 tarihli Nihaî Senedi’nde düzenlenmiştir. Ne var