• Sonuç bulunamadı

TÜYAP 21. İstanbul Kitap Fuarı onur yazarı:İlhan Berk

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "TÜYAP 21. İstanbul Kitap Fuarı onur yazarı:İlhan Berk"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

□ Feridun Andaç’tan Ilhan Berk’le ku­

şatıcı bir SÖyleŞİ ____ _____

8. sayfada

□ Fuann yabancı konuklannı tanıya­

lım _______ ______ _______

17. sayfada

□ Fuarda beş ayn salonda gerçek­

leştirilecek konferans, söyleşi, ödül

töreni, açık oturum gibi etkinlikler ve

katılımcı yayınevleri ve kuruluşların

tam listesi... ... ...

46. sayfada

Cumhuriyet

ırrgm lı*j

1

1

1 f ğ ' t

j

y i

ıııı r* 11ilmi

ım y ıi j

(2)

O K U R L A R A

T Ü Y A P Kitap

FuarTnda

yen i dönem

Bu yıl 2Vincisi

düzenlenecek olan

TÜYAP Kitap Puan

diğer yıllardan farklı

olarak yeni bir m ekân­

da gerçekleştiriliyor.

TÜYAP Puarcılık’ın

Beylikdüzü’ndeki

devasa binasında

yapılacak olan kitap

fuarının bu yıl başka

arkadaşları da var. Geç­

miş yıllarda

Tepebaşı’nda

gerçekleştirilen ART­

İST Sanat Fuarı ve

Bilişim Outlet-Bilgisa-

yar, İletişim ve D ijital

Teknolojiler Tüketici

G ünleri Fuarı bu yıl k i­

tap fuarına eşlik ede­

cekler.

26 Ekim 2002

cumartesi günü saat

12.00'de bu yılın Onur

yazarı İlhan Berk ve

ART-İST 2002/12.

İstanbul Sanat Fuarı

Onur Sanatçısı Turan

Erol tarafından açıla­

cak olan fuara bu yıl

250 yayınevi ve yayın

kuruluşu katılıyor.

Fuarın bu y ılki ana

teması ise

“Buluşmalar”.

Bu yıl yine geçmiş

yıllardan farklı olarak

beş ayrı salonda gerçek­

leştirilecek konferans,

söyleşi, ödül töreni ve

açık oturum gibi yüz

ellinin üzerinde kültür

ve edebiyat etkinliğine

beş yüzün üzerinde

yazar, sanatçı, bilim in­

sanı, gazeteci ve poli­

tikacı konuşmacı

olarak katılacak. Ayrıca

çeşitli müzik dinletileri

de konukları bekliyor.

Fuarın yabancı

konukları da oldukça

ilginç bu yıl.

B ol kitaplı günler...

TURHAN GÜN A Y

T Ü Y A P 21. İstanbul Kitap Puan O nur Yazan

K t m p

İmtiyaz Sahibi: Çağ Pazarlama Gazete Dergi Kitap Basım ve Yayın AŞ yi temsilen Cumhuriyet vakfı adına Ilhan Selçuk O Yayın Danışmanı: Turhan Günay o Sorumlu Mü­ dür: Mehmet Sucu o Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalıo Baskı: Sabah Yayıncılık AS Ol- dare Merkezi: Türkocağı Cad. NO: 39-41 Cağaloğlu, 34 334 İs­ tanbul Tel: (212) 512 05 050 Reklam: Publi Media

Ilhan Berk

TÜ YA P 21. İstanbul Kitap

Fuarı’nın bu yılki konuğu

“Dokunduğu her şeyi şiire

çeviren ” İlhan Berk. B e rk le

yapılmış eski bir söyleşi yer

alıyor sayfalarımızda. Niya eski

bir söyleşi? Çünkü İlhan Berk’i

tümüyle kuşatan bir söyleşi...

1

8 Kasım 1918’de M anisa’da doğ­ du. Asıl adı Em- rullah İlhan Bir- sen’dir. Manisa’da 8 Eylül İlkokulu ile Manisa Ortaokulu’nu bitirdi. Balıkesir Ne- catibey İlköğretmen Okulu’ndaki öğreni­ minden sonra iki yıl Giresun’un Espiye il­ çesinde ilkokul öğret­ menliği yaptı. Öğre­ nimini Ankara Gazi E ğitim E nstitüsü Fransızca Bölü- urayı

yıl süreyle Zonguldak, Samsun, Kırşehir, orta­ okullarında Fransızca öğretmeni olarak çalıştı (1945-55). Bunu, Ziraat Bankası Yayın Büro- su’ndaki, emekli oluncaya kadar sürdürdüğü çevirmenlik görevi izledi (1956-70). Emekli olunca Bodrum’a yerleşti.

îlk şiirleri 1935’te Manisa Halkevi’nin Uya­

nış adlı dergisinde yayımlandı. İlk kitabı Güne­ şi Yakanların Selamı da aynı jul Manisa Halke­

vi Yayınları arasında çıktı. Bu ve bunu izleyen yapıtlarında toplumcu gerçekçi anlayışa bağlı ' aldı. Günaydın Yeryüzü başlıklı kitabından dolayı komünizm propagandası yaptığı gerek­ çesi ile açılan dava zamanaşımına uğradı. 1958’de çıkan Galile Denizi başlıklı kitabından başlayarak İkinci Yeni’den Divan Şürine kendi

Kitaplar Kitabı /1981 Deniz Eskisi / 1982 Şürin Gizli Tarihi Delta ve Çocuk / 1984 Galata / 1985 Güzel Irmak / 1988 Pera / 1990

Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum / 1993 Avluya Düşen Gölge / 1996

Şeyler Kitabı: Ev / 1997 Çok Yaşasm Sayılar / 1998

Eşik 1947 - 1975 (Toplu Şiirler) / 1999 Aşk Tahtı 1976 - 1982 (Toplu Şiirler) / 1999 Akşama Doğru 1984 - 1996 (Toplu Şiirler) / 1999

Deneme, Günlük, Yaşamöyküsü:

Uzun Bir Adam / 1982 Şifalı Otlar Kitabı / 1982

El Yazılarına Vuruyor Güneş / 1983 Şairin Toprağı / 1992 infemo / 1994 Kanatlı At /1 9 9 4 Logos /1 9 9 6 Poetika / 1997 Şeyler Kitabı / 1997 Kiılt Kitap / 1998 Antoloji:

Beyit Mısra Antolojisi / 1960 Aşk Elçisi / 1965

Dünya Edebiyatından Aşk Şiirleri / 1968

Başka Dillere Çevrilen Eserleri

Estambul (İstanbul, Madrid) / 1988

Historie Secrete de la Poessia (Şiirin Gizli Tari­ hi) / Paris 1991

Poemas (Şürler) / Madrid 1992

Rio Hermoso (Güzel Irmak) / Madrid 1995

Çeviri:

Bellac Apollonu, J. Giradoux’dan / 1950 Seçme Şiirler, A. Rimbaud’dan / 1962 Yerma, F. G. Lorca’dan / 1962 Seçme Kantolar, E. Pound’dan / 1969 Illuminations, A. Rimbaud’dan / 1971 Bernarda Alba’nın Evi, F. G. Lorca’dan / 1981 Asılı Eros / 1996

Ödülleri:

TD K Şiir Ödülü 1979.

Behçet Necatigil Şiir Ödülü 1980 Yeditepe Şiir Armağanı 1983 Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü 1988

Fahri Doktora:

Dakka.Üniversitesi 1987 Bursa Üniversitesi 1988 atlasını kurmaktan düzyazı

şiirlere, aforizmalardan harf­ leri, nesneleri ve sem tleri sevmeye dek genişleyen çok kollu bir sür ırmağının ürün­ lerini verdi.

Eserleri

Şiir:

Güneşi Yakanların Selamı / 1935 İstanbul 1939-47 / 1949 Günaydın Yeryüzü / 1952 Türkiye Şarkısı / 10953 Köroğlu / 1955 Galile Denizi / 1958 Çivi Yazısı /1 9 6 0 Ötağ / 1961 Mısırkalyoniğne / 1962,-, Aşıkane / 1968 Şenlikname / 1972 fsjfe Taşbaskısı / 1975 Atlas / 1976 Kül / 1978 İstanbul K itabı 1 9 4 7 -8 0 / 1980

TÜYAP FUAR VE KONGRE M E RK EZİ’NE FUAR SÜ R ESİN CE İETT OTOBÜSLERİ HAREKET

NOKTALARI VE HAREKET SAATLERİ

Hafta içi hareket saatleri Hafta sonu hareket saatleri

Bostancı

Ustbostancı Peron Alanı

Fuara Geliş

09.00/19.00 arası her saat başı

Fuardan Dönüş

10.30/20.30 arası buçuklarda

Fuara Geliş

09.00/19.00 arası yanm saatte bir

Fuardan Dönüş

10.30/20.30 arası yarım saatte bir

Üsküdar

Şemsipaşa Peron Alanı

Fuara Geliş

09.00/19.00 arası her saat bası

Fuardan Dönüş

10.30/20.30 arası bucuklarda

Fuara Geliş

09.00/19.00 arası vanm saatte bir

Fuardan Dönüş

10.30/20.30 arası vanm saatte bir

Kadıköy.

Kumluk (¡DO önü; Peron Alanı

Fuara Geliş

09.00/19.00 arası her saat başı

Fuardan Dönüş

10.30/20.30 arası buçuklarda

Fuara Geliş

09,00/19.00 arası yarım saatte bir

Fuardan Dönüş

10.30/20.30 arası yanm saatte bir

Taksirp

AKM Onü

Fuara Geliş

10.00/19.00 arası her saat başı

Fuardan Dönüş

11.30/20.30 arası buçuklarda

Fuara Geliş

10.00/19.00 arası yarım saatte bir

Fuardan Dönüş

11.30/20.30 arası yarım saatte bir

Mecidiyeköy

Viyadük Altı

Fuara Geliş

10.00/19.00 arası her saat başı

Fuardan Dönüş

11.30/20.30 arası buçuklarda

Fuara Geliş

10.00/19.00 arası yarım saatte bir

Fuardan Dönüş

11.30/20.30 arası yanm saatte bir

Beşiktaş

İskete Onü

Fuara Geliş

10.00/19.00 arası her saat başı

Fuardan Dönüş

11.30/20.30 arası buçuklarda

Fuara Geliş

10.00/19.00 arası yarım saatte bir

Fuardan Dönüş

11.30/20.30 arası yanm saatte bir

Şakırköy

Özgürlük Meydanı Kaymakamlık Onü

Fuara Geliş

10.00/19.00 arası her saat başı

Fuardan Dönüş

11.30/20.30 arası buçuklarda

Fuara Geliş

10.00/19.00 arası yanm saatte bir

Fuardan Dönüş

11.30/20.30 arası yarım saatte bir

21. İstanbul Kitap Fuarı nın düzenleneceği TÜYAP Beylikdüzü Fuar ve Kongre Merkezi

ö

P k E

ODTÜ Y ayıncılık

"Okum uyorsanız Tartışmayalım"

Vflndow**“ v* «tt Tora«? &ğWrai 1019 sayfa 22.500.000.-TL T Ü Y A P T A B U ^ Windows XP l ve Office XP ü ile Teme! Bİİgisayar Eğitimi Nafize BAYKAL - Nuray TEKİN

216 sayfa Ü 5.000.000.-TL Z r E R E Her Sözcüğün Bir Öyküsü Var Önder ŞENYAPILI 192 sayfa 5.500.000.-TL Kargaşa Kaos ve Şekil Oluşumları Güngör GÜNDÜZ +

ISO

9001:2000

İŞIĞINDA

HİZMETTE

TOPLAM

KALİTE

408 sayfa 9.500.000.-TL ISO 9001:2000 Işığında Hizmette Toplam Kalite Prof. Dr. Alp ESİN

144 sayfa 3.500.000.-TL Teknoloji Benim Neyim Oluyor? 272 sayfa 6.000.000.-TL Dünya Gönülden Gönüle Ahmet İNAM Tlf : ( 3 1 2 ) 2 1 0 38 7 0 - 7 3 Faks : (312) 210 15 49 E-posta : metupres@tr.net Internet : www.metupress.com.tr C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 6 6 2 S A Y F A 3 > £ • */•>

(3)

TÜYAP 21. İSTANBUL KİTAP FUARI

Fuarın Onur Yazarı İlhan Berk ile bir söyleşi

"Şiir Yaşadığımın

anlamıdır"

FERİDUN ANDAÇ

u söyleşimizde ‘Güneşi Yakan­

ların Selamı ndan (1935) ‘Dün

Dağlarda Dolaştım Evde Yok­

tum a (1993) uzanan şiir serüveninizin

oluşum /gelişim evrelerine uzanacağız.

Yani şiirle geçen 60 yıllık bir ömrün çe­

telesini tutmak gibi bir şey bu. Bodrum

sıcağında sizi yoracağım biraz, ilk ik i ki­

tabınıza bulamadığım için (yeni basımla­

rı yapılmadığı için) okuyamadım ne ya­

zık ki! Ilhan Berk şiirini ilk kez ‘Köroğ-

lu (1955) ile tanıdım. Sonra Günaydın

Yeryüzü (1952), Türkiye Şarkısı (1953)

geldi benim için. Bu üç kitabınızla ‘Ilhan

Berk şiiri'nin bir dönem ini adlandırıp

kapatıyorsunuz. Önce bu dönem i irdele­

yelim. Buraya geliş, yöneliş kaynakları­

nız neler oldu?

- Güneşi Yakanların Selamı’ndan söz etmek istemiyorum. O , benim için yok. Sür yazmaya İstanbul kitabımla (1947) başladım tüyebilirim. Bu mudu bir olay­ dır. Nedeni de; o sıralarda G iresun’da öğretmenlik yapıyordum. Abidin Dino, Bedri Rahmi, Sait Faik gibi o zamanın bütün ünlü yazarlarının çıkardığı ‘Ses’ diye bir dergi vardı. Bu dergiyi aldığım­ da beni çarptı! İlk şiirlerimi G ire­ sun’dan Ses’e göndermeye başladım. Şi­ irler çılanca sevindim. Çünkü dergi, b e­ ni her bakımdan ilgilendiren avangard bir dergiydi. Bu olaya mutlu bir gözle bakıyorum. İstanbul’a gelince ilk anda Abidin D ino’yu aradım. O zamana ka­ dar üç-dört şürim Ses dergisinde çık­ mıştı. Dergi Nail V.’in yerinde çıkıyor­ du. Kitabevinde Naü V. ile karşılaştım, “Abidin D ino’yu arıyorum,” dedim. O da beni garip karşılamıştı. Ama adımı söyleyince; “O sen misin?” demişti. B e­ ni alıp Abidin D ino’ya götürdü. Dino, o günden sonra beni bırakmadı. H er gün beraberdik. O dönemin bütün bü ­ yük yazarlarım, ressamlarını tanıttı. B ü­ tün bunların arasında zayıf, uzun, ince­ cik bir insan olarak kalelim. Bu sürede yazdığım (1945-47) toplama şürlerimle Abidin Dino İstanbul kitabımı bastırdı. Kendimi bu kitapla şür yazmaya başla­ dım sayıyorum.

İlk kaynaklar

-Kendinizi, bir anlamda, şiirlerin hem

dışında, hem de içinde tanımladığımız

Ilhan Berki' Uzun Bir Adam (1982,

1983) anlatınızda anlattınız. Ama onun

şiirinin/poetik tavrının ve oluşumunun

etki/ivm e kaynaklarım açık seçik göre­

m edik diyebilirim. Kimi söyleşileriniz­

d eki -hatta şiirlerinizdeki- ipuçlarından

yola çıkarak önce bunlara dönük biraz

daha açıltmlı saptamalar yapmanızı iste­

yeceğim. “Beni etkileyen ilk kaynaklara

indiğimde, önümde A. Haşim’i görüyo­

rum bir; daha sonraları N. Fazıl var. Son­

ra Y. Kemal, ” diyorsunuz (Şiir G izli Ta­

rihinden Sorular. E. Ayhan Söyleşisi,

22.04.1982). Bu ‘ben , içinizdeki şiir ka­

pısının açılım ına dönük bir etkilenm e

mi, yoksa bizzat yazdığınız şiirler üzerin­

d eki etki mi?

- Uzun Bir Adam’da gerçekten süre sokulmak istemedim. Özellikle 2. bas­ kıda (hemen hemen yeniden yazdım di­ yebilirim kitabı) birçok sözleri çıkar­ dım. Bu bir deneme kitabı. Kendi üze­ rime. Yazınsal bir denemedir. Orada da­ ha çok dili kullanmak ve bu dili kulla­ nırken de kendimi ortaya koymak iste­ dim. Şiir serüveni gerçekten orada ka­ panmıştır. Buna da seviniyorum ayrıca. Düzyazı üe kendimi ortaya koydum. O kitaptan mutlu olduğumu şimdüik söy­ leyebilirim. İleride bilmiyorum, çünkü bütün düzyazılar beni, süre içinde b o ­ yuna meşgul ediyor, boyuna düzeltmek duygusunu yaşıyorum. Bunu şürimde hiç yaşamadım. Ama düzyazılarımda

buna rastlıyorum. Günlüklerimi yeniden düzeltiyorum. Böyle bir maceram var.

Güneşi Yakanların Selamı, sanırım N.

Hikm et etkisinin kitabıdır. Çünkü N. Hikm et’in şüri, o dönemde şürin önün­ de bir bayraktı. Elden geldiğinde biz genç şairler şürleri değerlendiriyorduk. N. Hikmet’in önce efsanesi geldi. Sonra doğrudan şüre sokuluşu, şüri güzelliğin­ den kurtarıp yaşayan bir dille anlatmış olması. N .’ın kurduğu efsane beni etki­ ledi. G . Yakanlar kitabının başlığı bÜe - şimdi daha iyi anlıyorum- beni etküedi. O kitap böyle bir etkinin kitabı.

Bu evreden sonra etkilendiğim A. H a­ şim oldu. Ben kendimi keşfettim, kendi kendimi buldum. Vezinli, kafiyeli şürler yazıyordum. İçine kapanık biriydim bü­ tün okul yaşantımda. Hep yatılı oku­ dum. Öğretmen okulları içe kapanık ço­ cukların yeriydi. Aüemde benden başka okuma-yazma büen yoktu.

N. Hikm et’in düşüncelerine yakınlı­ ğım vardı. Ama N. Hikm et açık bir adamdı. Ben ise kapalı bir adamdım. Bu kapalılığımı bütün bayatımda sezdim. A. Haşim beni bu kapalılığıyla etkiledi. A. Haşim çok titiz, çok kibirli, çok içine ka- alı bir adamdı. Şürlerindebu kapalılık eni çok ilgüendirdi. Şüre onunlabaşla­ dım, diyebilirim. Ama tam bu sıralarda N. Fazıl’ın noktürn şiirlerini, ortaokul

öğretmenimiz K. Behzat’m etkisiyle fark ettim. ‘Kaldırım’ şüri ünlüydü, ama ben iki parça olan noktürn şiirleriyle N. Fa- zıl’a yalanlık hissettim. Şiirlerimi, Var­

lık, Çığır dergüerine ve özellikle Servet- i Fünun dergüerine göndermeye başla­

mıştım. Daha sonra N. Fazü’la tanıştım.

Uyanış dergisi üe olan ilişkim başladı.

Bu macera böyle başladı, diyebilirim.

-Yine aynı söyleşide: “Ben yorgan gibi

şiirler yazarak yazmaya başladım," diyor­

sunuz. Bunun da etki kaynağının Walt

Whitman olduğunu imliyorsunuz. Deyi­

minizle, görsel etkilenm e!.. İlk ik i kita­

bınızın yeni basımlarım yapmadınız. Bu

ilk şiirlerinizi ben de bilmiyorum. Sonra­

k i üç kitap için ilk dönem ürünleri nite­

lemesini, hatta toplumcu dönem, kulla­

nabilir miyiz? Halklaşan bir söylem. Ön­

ce bunun kaynaklarına/yazıhş süreçleri­

ne, İlhan Berk’in o süreçteki yazın serü­

venine ve düşünce boyutuna bakaltm.

- Ses dergisine şürlerimi göndermeye

başladım. B. Rahmi de orada yazıyor. Onu da seviyorum. Onlar da vezinsiz, kafiyesiz uzun şürlerdi. Onları sevmiş­ tim ben. Haşet Kitabevi’nde Walt Whit- man’ın, Seçme Şiirlerine rastlıyorum. O zamanlar kitabevi yüksekti. M erdi­ venle kitaplara ulaşılırdı. Kitabı buldum ve merdivende üç-dört şürini okudum. Serbest yazıyordum. İstanbul’u ilk kez

görüyordum, o sıralarda. A. Dino, Fik­ ret Adü, S. Faik’leri tanımam da gelişi­ yor. W hitm an’in kitabını da bulunca ben yeniden yeryüzüne çıkar gibi ol­ dum. Şüri bana, insanları, kentleri, ka­ labalıkları öğretiyor. Birdenbire bu şür damarlarımda İstanbul’a yaklaşıyorum.

Nâzım’la yaklaşımda da aynı coşkula­ rı yaşıyorum. Bu evleri Salâh Birsel iyi bi­ lir. Bu tam benim çügınlık çağımdı. En önemlisi de İstanbul deniliyor. İstan­ bul’u tanımalı. Kiliseleri tanıyorum, ya- bancüarı tanıyorum, yani şiirin kayna- ğındayım. Walt Whitman da bana des­ tek oluyor. Bu olay benim için çok önemli.

Toplumcu şiir

Ben toplumcu şüri N. Hikmet’ten çok Walt W hitm an’.d an öğrendim. Çünkü W. W hitm an’in insanlara korkunç bir şeküde açıldığını hissettim. Bu beni müthiş etküedi. İstanbul’dan döndük­ ten sonra, Anadolu’da öğretmenliğim sı­ rasında dolaştığımda kentlere götürme­ ye başladım. Benim yorgan gibi yaz­ mam, başıboşluğum hem hayatımla, hem de.W. W hitman’la gelen bir evre olarak geliyor. Bu zaman insanları, hal­ kımı tanımaya başladım. Onlarla birlik­ te yaşadım. Önların şüri beni etküedi. Sı­ nıfsal olarak oraya bağlıydım. Ben Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirinceye kadar iç gömleklerimi satarak yaşadım. Ödünç paltolar, ödünç gömleklerle okudum. W. Whitman bana yaşadığım çağın öncüsü olarak gözüktü. Ve ben bu sıralarda Kö-

roğlu, Türkiye Şarkısı, Günaydın Yer-

yüzü’nüyazdım. Bunlar yaşadığım eser­ lerin şiirleri olarak kaldı.

Elbette toplumcu şür yazdım ve top­ lumcu şair olarak anılıyorum.

-

Bundan sonraki poetik yolculuğunu­

zun manifestosu gibi gelmiştir bana Ga-

lile Denizi (1958). Sizse bunu; ‘bir âraf şi­

iri’ olarak nitelendirirsiniz. Önce bu du­

rakta biraz duralım derim: Çivi Yazısı

m-"Cünesi Yakanların Selamı, sanırım N. Hikmet etkisinin kitabıdır, çünkü N. Hikmet’in şiiri, o dönemde şiirin önünde bir bayraktı. Elden geldiğinde biz genç sairler şiirleri değerlendiriyorduk. N. Hikmetin önce efsanesi geldi. Sonra doğrudan şiire sokulusu, şiiri güzelliğinden kurtarıp yasayan bir dille anlatmış olması. N.'ın kurduğu efsane beni etkiledi."

(4)

TÜYAP 21. İSTANBUL KİTAP FUARI

(1960), Otağ (1961), M ısırkalyoniğne

(1962).

- Bu üç kitabımdan sonra birden söze çok dayanan bir şiir yazdığımı fark ettim. Yani bir roman, bir hikâye anlatırmış gi­ bi söze çok dayanan. Birtakım şeyleri kenara itip ille de anlatılan bir şiir yaz­ maktan, bıkkınlığım başlattı. Bu tabii çevrenin de etkisinden. Çevreme baktı­ ğım zaman hep böyle şiirin yazıldığını gördüm. Sözle anlatılan şeyin birinci de­ recede bir yön kazanmaya başladığını fark ettim. Bu evre birdenbire İkinci Y e­ ni olayının doğmasına neden oldu diye­ bilirin. Çünkü benim o zamana kadar toplumcu bir şair olarak bir yerim var­ dı. Bununla da göneniyordum. S. Bir­ seller, O. A kballar, N. Tirali’ler bu ara­ larda da Yenilik dergisini çıkarıyorlar. Toplumcu şiir yazmaya başladığım za­ man bana Varlık dergisinin kapandığı­ nı hatırlıyorum. Çünkü ondan önce b e­ nim şürlerim basılıyordu.

Bir gün Ziya Osm an’la tanışmıştım. Taksim’de bir taşın üstüne oturarak oto­ büs bekliyordu. Ben de bir şiirimi oku­ dum, yanında. Ziya Osman şiirimi çok beğendi. Yaşar Nabi aldı, gitti. Şiirim çıkmadan Y. Nabi zaten kapatmıştı be­ nim şiirimle olan ilişkisini.

İstanbul'un gösterdikleri

Söze dayanan şiir yazdığımı gittikçe fark ettim. H er yaz İstanbul’a gelmeye başladığım için, İstanbul birdenbire baş­ ka şeyler göstermeye başladı. Mesela bir kıyıda St. Antoine Kilisesi’ni görüyo­ rum, içine girip çıkıyorum. Başka yerler örüyorum. İstanbul bende birdenbire ir ağırlık kazanmaya başladı. Daha çok da kozmopolit olmasıyla, levantenleriy- le ilgilendirmeye başladı. Sanki ayrı bir konuymuş gibi geldi bana. Ben ilk defa, ‘St. Antoin Güvercinleri’ şiirlerini yazı­ yorum. Ve bu şiiri Naim’in Yenilik der­ gisine gönderiyorum. Ve bu şiir orada çı­ kıyor. Naim, bu şiirin üzerine -yayınlar­ ken- notlar da ekliyor. Aslında benim o zamana kadar yazdığım toplumcu şiirle­ ri onlardan kabul etmiyorlardı, beni dış­ lamışlardı. Ben bu şiiri oraya gönderin­ ce, uzun bir açıklama ile yayınladılar. Bu, benim İkinci Yeni olayına başlama şiirim olarak kabul edilir. Bundan son­ ra artık o tip şiirler yazmaya başladım. Bunları Yeditepe’ye gönderiyorum. ‘Bu çocuk kurtuldu’ dedikleri şeyi ilk defa sezen H. Bozok olmuş. Ben o sıralar Fransızcanın içine girdim. Onun için de kaynaklarımda yer değişti. Asıl şiirimin çıktığı yer İstanbul olmaya başladı. O arada ben ‘Buruk Çay’ gibi birçok şiiri­ mi Yeditepe’de yayınlamaya başladım. Bu arada Ankara’da yaşadığım için, O. Duru ile her gün beraberiz. Pazar P os­

tası çıkıyor. Soneler yazıyorum. M. Er-

dost dergiyi idare ediyor. Bu arada ben bir dergide C. Süreya’nın şiirine rasdı- yorum. Bu şiirin adı ‘Hahaha’. Beni ilgi­ lendirdi. O arada E ce Ayhan’ın ‘Elişi Tanrısına M ektup’ adlı bir şiiri vardı. Bu sırada Pazar P ostası’na İstanbul’dan Edip şiirlerini gönderdi. Turgut Uyar Ankara’daydı. Bu arkadaşlarla şiirleri­ mizi dergi çevresinde yazmaya başladık. İkinci Yeni olayı böyle bir olaydır. Ve ben ‘St. Antoine Güvercinleri’ ile İkin­ ci Yeni olayına başladığımı gördüm. Bu­ nu en iyi anlatan Sezai Karakoç’tur. Ben bu evrede yazdığım şiirlerin adını Gali- le Denizi koydum. Kitabı Varlık’a gön­ derdim. Varlık’ta S. Kudret, Y. Nabi... vardı.

Kısacası ‘benim çok kozmopolit bu ­ lunduğumu’ bir mektupla Y. Nabi bana yazdı. O sıralar Yunanistan olayı vardı. Ve ne yazık ki Yunanistan üzerine, Rum­ ları seven bir kitaptır, azınlıkları seven bir kitaptır Galile Denizi. Y. Nabi bazı- şiirlerin çıkarılmasını istedi benden. Be­ nim başka yaymlatacak yerim de yoktu. Kitap çok yanlışlarla çıktı. Hâlâ o kitap­

tan elinde olanlar, o yanlışların bilmem farkındalar mı?

-

Aşıkane (1968) adlı bir birleşim i çağ­

rıştırıyor ilkten. Ardına gelen kitaplarda

öyle: Taşbaskısı (1975), Şenliknam e

(1976). Halk, divan şiiri... Çok sergileyi-

ci bir okuyuşla ipuçlarını bulmuyor da de­

ğiliz. Ama öyle kolayca ele vermiyorsunuz

bunu! “...Üstümü değiştirip yazılmıştır.

Çünkü beyazlar giymişimdir, ” diyorsunuz

ya! Ne tür bir beyaz? Ilhan Berk şiirine

bu dönem için ne demeli?

- Sözel şiire, yani sözü öne alan, şiirin düşünsel anlatımı daha gizli kapalı olan bir şiire yöneldim, ikinci Yeni benim için böyle bir şiir oluyor. Yani benim dünya görüşüme karşı değildir. Bunun en iyi örneklerini’Kuİ’de bulmamız mümkün. ‘K ü l’ün üçüncü baskısında M. F uat’a yazdığım mektupta, “Benim komünist şiir özlemimin sürdüğünü hissediyo­ rum,” dedim.

ikinci Yeni olayı bir kopuş değildir. Daha kopuk bir şiirdir. Benim gelenek olayım, A. Haşim’le ilgim bu evrede baş­ ladı diyebilirim. A Haşim çizgisi divan şi­ irine de karşı olan bir çizgi değildir. A. Haşim, divan şiirinin garip bir şekilde sürdürücüsüdür. Ama büyüklüğü de dünya şiirinin çağdaş çizgisinde olma­ sındandır. Ben A. Haşim şiirine girdi­ ğimde, aynı zamanda çağdaş şiirin için­ de olduğumun ayırdına vardım. Y. K e­ mal’i bu evrede tanıdım. O zamanlar Park O tel’de kalıyordu. Etkisi sonucu onu kişiliği ile de tanıdım, en az 10 sefer buluştuk. H er seferinde ondan etkilen­ dim. Y. Kemal’i bugün de sevdiğim bir şair olarak söylüyorum, ama beni A. H a­ şim gibi etkilememiştir. Etkilemeyiş ne­ denlerini de kolaylıkla buluyorum. Çün­ kü gerçekten de Y. Kemal şiirini bizi dünya şiirine sokan bir şiir olarak düşü­ nemiyorum. En yakınının A. Haşim ol­ duğunu düşünüyorum.

Şiirin hayatı

-

Şiirin buyruğunu kendinin sürdüğü;

yani, size göre; “Şiirin hayatı bir ağacın

hayatı gibidir: Ağaç büyüdüğünü bilmez,

büyümüş bulur kendini. Ağaç gibi şiirin

de sürecini biliriz, izleyebiliriz, ama olu­

şumunun dışındayız derim. Tansıktır şi­

ir, bize şiir dedirten olay budur" Evet!

Bu döneminizin tansıklığına bakalım.

- Serüven önemli. A. Haşim’e yakın olan şiiri sürdürmeye başladım, ikinci Yeni olayında benim asıl belli olan yö­ nüm deformasyondur. Ben ik inci Ye- ni’de dille haşır-neşir oldum, dille gidip- geldim. D ikkat edilirse Galile Deni- zi’nde dil birdenbire altüst olmuştur. B i­ lerek dili bozmak istedim. Dili bozarak neler kazanıyoruz. Dilin bu bozulma et­ kisini de tn cil’den öğrendim. Incil b e­ nim için çok önemli bir kitap. Niçin önemli bakın! Incil’i çevirenler bir azın­ lıklar topluluğudur. Ve azınlıklar toplu­ luğu, Türkçevi çok da iyi bilenlerdir. Ama nedir etkilendiğim benim orada? Bu adamların yaptığı işte çok önemli bir iş var: Incil’in kalıplarını aynen oraya koymuşlar. Yani düzyazının yapısallığı­ nı Türkçe’ye aktarmışlar, onu Türkçe­ leştirmek istemişlerdir. Ben bunlardan çok yararlandım. Bu deformasyonu ora­ dan öğrendim. Orada önümde böyle bir deformasyon olunca rahat ettim. Bu ara­ larda sürrealizmi de çok okuyordum. Yani şiirsel dil demek, bir sekide sürre­ alizmin büyük eğilimlerinden birini ya­ kalamak demektir. Ve ben bu evrede bu ­ raya çok sokuldum. Dilin deformasyo- nuna, birçoklarının anlamsız dediği bu, bunların başında M emet de var. Anlam­ sız şiir olmadığmı düşündüm. Ben şiiri arayarak buldum, ama şiiri ararken dile eğildim. Dil bu evrede benim asıl hasta­ lığım oldu.

-“Ben mitologyamı cumhuriyet üstüne

kurmuşumdur, göndermeleri oradan ya­

parım. Bu yüzden kandille çalışanları se­

verim...” Kandiliniz ne zaman yanar, ne

zaman söner?

- Şairlik benim için ermişlik, keşişlik işidir. Şair çok fukara, yani azla yetinen bir adamdır. Şairde gördüğüm en önem­ li olaylardan birisidir. Çünkü ben yine bu evrede Şenlikname kitabıyla özellik­ le, kültürel kaynaklara sokuluyorum.

Şenlikname kitabındaki konulara bir

göz atalım. Bu kitapta Osmanlı tarihinin bölümleri; hattatlarımız, mimarlarımız, geleneksel kültürümüzün kaynaklan be­ ni müthiş ilgilendirmeye başladı. Ben bu sırada nesirle karşılaşıyor, tarihçilerimi­ zi okuyorum. Benim kendime dönme olayımı 1964 tarihiyle bağlıyorum. Bu tarihte ben Paris’teydim. 6 ay kadar ora­ da kalıyorum, burslu olarak, Fransız kültürüne olan merakımı yıkamıyorum. Çünkü bu 6 ay boyunca ben Rimbaud hangi evde kalmıştı, Lautremont nere­ de kalmıştı, Sartre hangi sokaktan çık­ mıştı... Bunlar benim 6 ay içinde bu ev­ rede kalmamı, bu evreyi yaşamamı sağ­ ladı. Türkiye’ye döndüğümde, birden­ bire kendi kendime sorduğum soru şu oldu: “Sen kendin ne yapabilirsen kü­ çük de olsa onu yapmaksın.” Böyle bir yere geldim, ilk defa Paris’ten geldikten sonra kitaplığımda bütün yabancı yazar- ları gördüğüm zaman utandığımı hisset­ tim. Ve ilk defa 12 ciltlik Türkiye Tari- hi’ni aldım, onu okudum. Aktüel yaşa­ mın, kültürden çok eski kültürün yazar­ larını okumaya başladım. Bunlar için ta­ rihçiler benim için çok önemli oldu. Ev­ liya Çelebi’den Kâtip Çelebi’ye kadar, Türk nesri ile de janıştım. Benim bu ev­ rem ilk olarak Aşıkane kitabı benim kendi kendirrje elimden ne gekrse çıkan kitabimdir. Âşıkhane ben]m kendimi bulduğum k itap tı. Çünkü Âşıkhane’de şiirin macerası sorunlarını daha çok fark etmişimdir. O güne kadar şiire çok ka- rışıyormuşum aa şimdi şiir kendi serü­ venini sürdürmesi gerekiyormuş gibi... Sanki şiiri ben ikide birde kontrol eden adam mışım da birdenbire bırakmam

gerektiğini hissettim. Şuna bugün inanı­ yorum: Şiir kendi macerasını sürdürme­ lidir. Yani bizim şiire karışmamız çok gizli bir şeydir. O akıl bize çok az lazım oluyormuş gibi bir duygudayım. Akıl el­ bette ki şiire girecektir, ama neresinden girecektir, ne yapacaktır onu iyice ayırt etmemiz gerekecektir. Uzun bir canavar olduğunu fark ettim. Bu canavardan el­ den geldiğince uzaklaşmamız gerekiyor. Bu canavarın girdiği yerde şiir hemen hemen yoktur.

-

Varis şoku, aydınımızın tarihinde

önem li bir şey. (Karşılıklı kısa konuşma)

“Cumhuriyet benim için kokular, renk­

ler, sesler, duygularla yüklü bir tankerdir

sanki,” der, eklersiniz: “Yaz günleri gibi­

dir benim için cumhuriyet, içine rahatça

uzandığım. Güzel, uzun otlardır sonra.

Kanda olmuştur ama, öldürmüştür,” (E.

Ayhan, söyleşisi) diyorsunuz. Şiirimde

cumhuriyetin kan rengi var diyebilir mi­

siniz? Yoksa, cumhuriyetlerin m i/şiir

cumhuriyetlerinden söz ediyorum elbet!

- Cumhuriyetten kastım çokulusluluk düşüncesi. Bir de cumhuriyet dediğim zaman, sınıflı bir toplumu andırıyor. Sı­ nıfsız bir toplumu özlüyorüm. Kısacası cumhuriyette insanların paylaşabileceği az çok eşitlikler görüyorum ki böyle bir şey söylemişim. Çok sınıflı bir toplumu, herkesin bilgisine, eşit çalışma biçimine göre eşit hakları olan, her birinin konu- ulduğu, her sınıfın barındığı bir toplum olarak görüyoruz.

Atlas ve Kül

-

Daha m etaforik bir anlam da yüklü­

yorsunuz sanki siz orada. Salt bize özgü

bir cumhuriyettense kendi şiirinizin kay­

naklarını besleyen bir m etafor olarak al­

dım.

- Benim şiir cumhuriyetinde dediğim bütün renkler, bütün kokular da var, b ü ­ tün ulusların kaynaşabildiği yer olarak kullanıyorum. Onu tabii metafor olarak kullanıyorum.

-

Metaforunuzun giderek uçlandığı bir

şiir evreni sunuyorsunuz Atlas ve Kül’de.

Bu şiirinizde şiirinizi vardırdığınız nokta­

ya gelelim.

- Kül, daha önce Ada’da çıkmıştı. K ı­

sa bir sürede 2. baskı yapmıştı. M. F u ­ at’a göre ikinci Yeni olayını 4 kitapta toplamış, bir cilt haline getirmiştir şiiri.

Galile Denizi, Mısırkalyoniğne ve Otağ

ve Çivi Yazısı. O 4 kitabın dilinde bir birliktelik vardır. Bir atmosfer dili geti­ rir. Bu dil, ikinci Y en in in dili oluyor, ikinci Yeni olayı da, benim söze dayalı, anlatmaya dayalı, hikâyeye dayalı şiirden bıktığım bir sırada yazdığım bir şiirdir,

‘Galile D enizi’ne aldığım o şiirdir. Çün­

kü o şürin gerçekten yenilikçi, toplum­ cu olarak bizi reddeden insanların der­ gisinde çıkması... hem o şiirin taktiği gösteriyor ki o ayrı bir şiir. Galile Deni­ zi’ne aldığım o şiirdir. Ve ben de o şiirin doğrudan doğruya değişmesini kente bağlıyorum. Kente ve A. D ino’ya. Bu at­ mosfer, bu şiiri var ediyor. Kendi yazdı­ ğım o şiirlerden bıkmışım. Galile Deni- zi’nde Anadolu’yu da bırakmışım. Çün­ kü öğretmenlikten ayrıldım. Ankara’ya geldik. Ankara’da Ziraat Bankası’nda yayın bürosunda çalışıyordum. İstan­ bul’a gidip geliyorum. Yaşamanın birta­ kım biçimlerine gelmiş. Galile Denizi’ne geldiğim zaman yabancı dile başlıyorum. Yabancı dile başlamamın nedeni var. Bu­ nun kaynaklarının da Incil olduğunu söylemiştim. Deformasyon olduğunu da söylemiştim. Şimdi M. Fuat 4 kitapta topluyor onları. Sonra ben bu tip şiirle­ ri Yeditepe’ye verdim. Yeditepe’de de değişik çıkıyor. H. Bozok’un M. Fuat’a söylediği şey de: Benim bu havamın ge­ rekçesi olarak söylüyor. Ben o söze, doktrine, Marksizm’e dayalı söylemden kaçarak ayrı bir şey kuruyorum. Mark­ sizm’den ayrılan düşünceden çok tarzı m

(5)

değiştiriyorum. Şiirde devrim yapmak, doğrudan doğruya şiirin kendisinde devrim yapmak olayıdır bu. Bir şair çağ­ daş bir şey getirmediyse bir devrim yap­ mış olamaz. Konuyu devrim konuları üzerine yazmış olmak, devrimci olmayı gerektirmez. Galile Denizi nde dil, ya­ pı, anlayış değişmesi var. Onu ben bir devrim olarak alıyorum. Yeditepe’ye gönderiyorum. Erdost’la buluşmam da ilginçtir. Orada bu şiirler çıkmaya baş­ larken sağdan soldan demek ki benim gibi -onlar bütün bütün yeni insanlar. C. Süreya, E. Ayhan, T. Uyar, Edip- ya­ zılmakta olan şiirin değişmesi gerektiği­ ne inanmış olmalılar la birdenbire ben C. Süreya’nın şiirini okuyunca değişik bir şiir yazan insana rasdadım dedim ve bir değişiklik meydana geldi. Bu şürin adım ikinci Yeni koydular. Bu evrem ka­ pandığı zaman C. Süreya “İkinci Yeni içinde en çok etki yapan I. Berk’tir,” di­ yor. Ben onun farkında değilim. Ben de­ ğişik bir şey yazıyorum. O değişik şiirin insanları çıktı ortaya. Hem okur olsun, hem şair olsun, bunlardan bir bıkma çık­ mış ortaya. Olay böyle. Sonra hepimiz kendi şiirimiz içinde ayn ayn yerlere gel­ dik. Ben sanıyorum, bundan sonraki Kül olayında tekrar toplumcu olay ağır basıyor. Çünkü Türkiye’de tekrar siya­ sal sorunlar çıktı. Şürler anlayış olarak geliyor, yazış tarzı olarak değil. Burada da ayn bir dil kullanıyorum. Özellikle de prozlan çok kullanmaya başlıyorum. Bu kitabın önemli bir bölümü de ‘Acının Adı’ bölümünde ve özellikle ‘K ök ile Balta’, ‘Yavaş Karıştım Kalabalıklar Ara­ şma’ toplumcu şiirin ucu gibi görünüyor bana. Yani soyut şiirden biraz bu tarafa doğru bir gitme gözüküyor bana kav­ ramlar sorununda.,.

-

P eki Atlas ile bir bağ kurabilir miyiz?

- Atlas, 10 yıllık bir şiir. Onu ilk defa rasdantı olarak F. Edgü basıvor. O , bir­ çok şiiri kapsıyor. Çok konular var. G e­ nelde Bodrum olayı var. Benim buraya gelmem ve burarım tarihi ve coğrafyasıy­ la karşılaşmam. Atlas'ın coğrafyası bu­ radadır. Ben mekân adamıyım. Gittiğim yerde hemen ilişki kurmaya başlarım. Oranın doğası, insanı beni ilk defa ilgi­ lendirir. Atlas'ta büyük bölüm Bodrum. O aralarda komünist ülkelere davetler oluyor. Oralarda o kenderi yazıyorum. Bütün o macera da oraya yönelik.

Tarih kavramı

-

Şiirinizde tarihe dönük bir bakış/se­

yir çizme de var. Bugünden ‘dün’e dönüş

de diyebiliriz buna. Bu bağlamda şiirini­

zi kurarken, amaçladığınız neydi? İstan­

bul Kitabı (1980), Galata (1985), Pera

(1990). Bu izleğin şiirleri diyebilir miyiz,

bunlara?

- Soyut bir tarih kavramıyla değil, İs­ tanbul’un etkisiyle İstanbul üzerine oku­ maya başlamam. İstanbul’u yaşamayı or­ taya koymak istediğim zaman, bir tarih çıkmıştır. Bu tarihin en çok kabardığı yer de ‘Kim liknam e’ kitabıdır. İstan­ bul’da yaşamak bana tarih kavramını ge­ tirmeye başladı. Paris dönüşü sonrası kendi kaynaklarımıza gitmeye yanaştı­ ğımda Şenliknam e’de bunları koymaya başlıyorum. Şenliknam e’de de Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum kita­ bında kullandığım dili değil, ama o tip rozu kullanıyorum orada. Orada dik- at ederseniz yerel şeyler var. Fatih’ten tut da Mavi ve Siyah’a yazılmış şeyler var. Tarih kavramını böyle anlatabilirim. Tabii İstanbul’u yazarken, beni bizim ta­ rihçilerimiz çok etkiledi. Tarihçileri ben büyük yazarlar olarak alıyorum. Sanki tarih anlatmıyorlar da yazar kendileri. Revaçta olan ‘tarih’ lafı. Tarih kitapları yerine bunlar edebiyat eserleri yazıyor­ lar. Bu dilin güzelliği... Evliya Çelebi, Kâtip Çelebi... Bu gibi kitaplarla tanış­ tım. O zamanki Tercüman gazetesinin çıkardığı şeyler müthiş şeyle roldü

be-nim için. Büyük kaynaklar edindim ora­ lardan. Bizim kuşak biraz böyle baktık. Dün Dağlarda D olaştım Evde Yok- tum’un yıllık bir macerası vardır. Orada mesela Doğu edebiyatına hiç bakmadı­ ğımı ve Doğu felsefesini hiç okumadığı­ mı fark ettim. Öğretmen okulunda Berg- son'u bitirdiğimi hatırlıyorum. Mistisiz­ me kapalı değilim. Marksist felsefeye ait elimden geldiğince çok kitap okuyorum, Fransıza, Türkçe çok okurum. Bütün bu okumalarım hep şiir için; ben K ap itali okurken, para ve değer konularını ince­ lerken, M arx’m dilinde büyük şiir bul­ dum. Bir şeye bakarken hep şiir gözüy­ le bakıyorum. Oradan şiiri nasıl çıkarı­ rım diye bakıyorum. Tarih b it çeşit ba­ hane oluyor. Yahya Kemal’deki gibi ben­ de bir sorun olmamıştır. Y. Kemal sorun yaparak şiir yazmıştır. Ben çağımın şi­ irinden katıyorum. Tarih anlayışımı ça­ ğımın içinde görüyorum.

-

A kşit G öktürk’ün, gelenekle bağıntı­

nızı im lerken şöyle bir saptaması var:

“Geçmişten seçilme bu tür gereçler üzeri­

ne kurulmuş Galata nın şiirselliği ise ger­

çekte ik i noktadan kaynaklanır. Birinci­

si, işlenen konuya da çok uygun düşürü­

lerek, söylemde kim ileyin Kutsal Kitap

anlatımını bile andıran eskid i bir etki iz­

leniminin yer yer çarpıklıkla sağlanmış

olması. İkin dsi de, bu yanılsamaya kar­

şıt süreçte, tarihsel, dilsel, yazınsal alan­

dan derlenmiş bütün bilgilerin, bu alan­

ların söylemine yabancılaştırılmış bir dü­

zende, yeni söz, imge, anlam bireşimleriy­

le dile getirilmesi. ” Bu bir anlamda İlhan

Berk şiirinin geldiği yere dönük bir belir­

lemedir. Ne dersiniz? Bu, şiirimiz adına,

bir açılımdır da.

Nefret ve sevgi

- Sevdiğim şeylerle ilgilidir. Şair nefret ettiği veya sevdiği şeyleri yazar. Galata sevdiğim bir şey. ö a la ta ’da dolaştıkça yazmak istedim. Ama nasıl ağımın şiiri­ nin ucundan tutturacağım? Ben dünya­ da yazılan şiirin çizgisini yakalamak isti­ yorum. Bunun için sermayem var. Çok okuyorum. Orhan Koçak’ın benim üze­ rime bir yazısı vardır. Ben onu çok cid­ di bir araştırma buluyorum. Benim için ‘Anlatı Doymazı’ diyor. Bir şeyler yaz­ mak İstediğimde beni ilk çarpan, nasıl anlatacağım. Ben G alata’yı yazmaya baş­ ladığımda yazma biçimi aradım, kırk de­ fa denedim. Elde kazanılan var: Beslen­ me olayı. Beni en çok etkileyen Paysan

de Paris oldu. Ama bunu daha önce

okumuştum. Paysan de P aris’den bir opera bölümü vardır. Paris’teki opera alanı. O alandan başlayarak Paysan de P aris’yi yazar. Ondan sonra da asıl

Ara-E

;on’u sevenler, Paysan de Paris’de yaka- adıklarmı söylerler. Kitabın biçimsel bir devrimi vardır. Beni ilgilendiren onu na­ sıl anlatacağımdı. Oraya öyle girdim. Bu­ nu Akşit yakalamış gerçekten. Bir şairin en önemli sorunu, çağdaş şiirde yerini bir seviye olarak alması gerekir. Bura­ dan başlayamayan bir şiir kendi ölçeğin­ de ölür, kalır. Türkiye’de yazılan bir şi­ ire göre bir şair değerlendirilmeye kalkı­ lıyor. Halbuki öyle şairler var ki; 20 yıl Amerika’da falan yaşamış şairler var; o şiir dıştan çarpıcı bir şiirdir. O Türki­ ye’ye geldiği zaman o şiirin ölçüsü; Tür­ kiye’deki şiir eleştirmenleri onu alır. Hal­ buki eleştirmenin görevi, çağdaş şiiri iz­ lemiş -bütün ağır basan dillerde- ise, o çizginin değerini verirse bir değeri var­ dır. Yoksa o şiir kendi içinde Türkiye için iyi olabilir. Dışarısı için değeri yok­ tur. Sanırım Akşit’in burada yakaladığı birinci etki Paysan de P aris’den geldi, ikinci etki Joy ce’un bir arkadaşına yaz­ dığı ve mektupta - P era’nın başına aldı­ ğım- “ ‘D ublin’in, bu kentin görüntüsü, bir gün yeryüzünden silindiğinde bir rehber kitap gibi Ulysses’e bakarak, ye­ niden eksiksiz bir biçimde kurulsun is­ tiyorum,” diyor. Bu beni müthiş etkile­

di. Tarihçi gözüyle yazmak beni ilgilen­ dirmiyor. Benim kendi G alata’mı ve Pe- ra’mı yazmam çok doğal da. Ama onu çağdaş metnin çizgisinde yakalayabil­ mek meselesi çok önemliydi. Bu kadar- cık düşünce beni... E ce Ayhan mesela kızgınlığını bildirmek için bana, “ ‘Reh­ ber kitap oluyor,’ dedi. Rehber kitap ola­ bilir, ama rehber kitabın bir yaratısı, bir biçim e sokulabilme meselesi. Bir eleş­ tirmen, “6-7 Eylül olayı eksik,” diyor. Ben tarih kitabı yazmıyorum ki. Geçen konuşmaların birinde belirttim. “Pera ve G alata’nın daha nasıl bir kitap oldu­ ğunun farkında değil toplum,” dedim. Bunlar bir şiir kitabı. Bunları en iyi fark eden Akşit ve Refik D urbaş’tır. Kısaca­ sı benim Pera ve Galata kitabı, düzyazı ile yazılmış -bir kentin bölümleri üzeri­ ne- şiir kitaplarıdır. Diline gelince baş­ ka bir dilledir.

-

Burada hemen şunu sormak isterim;

şairin projektörü neye, nereye dönük ol­

malı? Sürekli ama...

Tehlikeli kitap

- ilk kitabım İstanbul’dan beri İstan­ bul’a sevgi duydum. İstanbul, benim o zamanki gözümle bakılmış -komünist gözüm le-bir kitaptır. Birçok yakınım, o kitabımın tehlikeli olduğunu söylemiş­ lerdir bana. Gerçekten, çünkü burjuva­ nın nasıl İstanbul’u sömürdüğünü, hai­ lem çabalarını anlatan bir kitaptı. Kita­ bın sonunda da İstanbul’un bu ellerden kurtulmasını anlattım. Marksizm her sa­ natçıya birtakım ipuçları veriyor. Şairin de orada kavradığı yeri bulması gereki­ yor. H er iki kitapta da beni küçük insan­ lar ilgilendirmiştir. Küçük insanların ya­ şamlarım, kenarda sokakları seçmişim- dir, kenardaki evleri, ezik bir yapısı, ya­ hut da mimari değeri olan bir yapıyı seç- mişimdir. Şair bir ermiş adam, bir keşiş dediğim zaman, yerlerin de bir keşişli­ ğini anlıyorum. Tarihin sığındığı, çokça kaldığı, tarihin tozu olan yerleri, insan­ ları arıyorum. Şair böyle bir yerlerde ka­ lır, böyle bir yerleri seçer. Bir kitaba ba­ karken veyahut bir yere bakarken bu gö­ zünü; insanların daha çok yaşadığı ve daha çok okuduğu, daha çok acılar çek­ tiği yerlerdir buraları. Ama ben acılar çektikleri için değil; insanların emekle­ ri, her şeyi, sevinci, acısı biriktiği için oralarını çok seviyorum. Benim kendi sınıfsal yaşamımın gereğiydi. Ben şimdi dünyada istediğim bir lokantada, istedi­ ğim otelde 10 gün, 1 ay, 2 ay kalabilecek durumdayım. Ama hiçbir zaman davet­ ler dışında, boş kaldığım zamanlarda dı­ şarıda yemek için 1. sınıf lokantaya git­ medim. Bakışım dünyaya; sıradan insan­ ların yaşamları olan yerlerle ilgilenmiş­ tir, orada oturmuşumdur. Paris’te çoğu zaman bir yemeği zenciyle yediğimi ha­ tırlıyorum. Daha yalanda Ispanya’dan sonra kendi adıma Lizbon’a gittim, bü­ tün bir gece dolaştım. Halkın en kalaba­ lık olduğu bir meyhaneye girdim. O ra­ da bir duvarcı ustası ile beraber yemek yedik. Dilleri anlaşılmadığı için de onun dilinden o yemekleri yedim ve büyük keyif aldım. Eliot, kendi sınıfı içinde bir giyinişi vardır. Anday da her şeyi açık ol­ masına rağmen kravatlı, sokakta şemsi­ yesini alır. Ben hâlâ daha bir ceket yeri­ ne arkama bir kazak alır çıkarım. Yani tarzlarımız başka. Benim soyumda, oku­ ma yazma bilen yok. Benim gözümle bir burjuvayı anlatmak güzel olacaktır. Ama ben böyle bir yeri seçiyorum.

-

Deniz Eskisi (1982), Şiirin Gizli Ta­

rihi (1983) ile Delta ve Çocuk (1984),

Güzel İrm ak’a (1988) biraz sonra gelece­

ğiz. “Ben bakan bir adamım. Deniz Eski­

si ile Uzun Bir Adam, belki de, bunu en

çok ortaya koyan kitaplanmdır, ’’ diyorsu­

nuz. Yine aynı söyleşinizde şiirinize dö­

nük şöyle bir ipucu daha verirsiniz: “Be­

nim ta baştan beri vurgulamak istediğim

‘ben’ olmuştur. Buranın (Halikarnas) bu

küçük insanlarına bakarken de kendim i

koydum. ”

Burada, her şiirin ardında bir İlhan

Berk vardır, diyabilir miyiz? (Ece Ayhan,

'İlhan Berk’le Konuşma’, Yazko Edebi­

yat, Ekim 1982)

- Başka türlü olamaz zaten. H er şair oraya ben kendimi koydum dediği za­ man, tabii başka bir şey koyamaz. Ken­ disindeki beğenilerden kurulu bir çevre­ dir. Ama onları kendisinde özümlemiş­ tir. Son konuşmada şöyle bir laf ettim: “Benim bir özelliğim varsa kendimi hiç unutmamamdır.” Ben dünyaya bakar­ ken hep kendim için bakıyorum.

-

“Kendimi her şeyle yıkıyorum, her ya­

na bırakıyorum: Kim olduğumu anlamak

için, Uzun Bir Adam bu yolda atılmış bel­

k i de en derli toplu yapıtım benim. Ken­

dimi bir nesne yerine koyup bıraktım. (...)

Dünyaya bakarken, onunla alışverişe gi­

rerken, tarih içinde aradığım hep bu

‘ben’dir. ‘Ben’in bir yazı olmasıdır, ” diyor­

sunuz yine bu söyleşinizde. Bu 'ben ara­

yışı, birey olabilm e bilincine erişme/var­

ma süreci ile şiirinizin gelişim i üzerinde

(alışveriş) duralım.

- Doğrusu, çok çarpıştım o bireyle, çünkü ben bu toplumun insanıyım. H e­ pimiz Türkiye’nin içinde yaşaaık. Dışa­ rıda olmamıza imkân yok. Onun acıları­ nı, politikanın şaşkınlıklarını, büyük bir grubun ezilmesini görüyoruz. Burada bir insan olarak, bir şair olarak yaşamak is­ tiyoruz, koymak istiyoruz. Elimizden

f

eldiğince de koyuyoruz. Şimdi burada endımi unuttuğum oluyor. Topluma ya­ rarlı olacak bir laf bana düşmezmiş gibi geliyor. Ben başka bir şeyi söylemeliymi­ şim gibi geliyor. Ben çoğu zaman bunu kaybedebiliyorum. Ben toplumcu şiir ya­ zarken umudum üzerine konuşuyorlar­ dı. Kendi kendime baktığım zaman umut senin neyine! Umudun yok zaten o toplumda. Belki o da istiyor, ama onun benim gerçeğimin dışında olduğunu fark ediyorum. Ama benim buraya var­ mam çok zor. Yani ben kendimle, top­ lumcu şiir içine kendimi koymaya utanı­ yorum, korkuyorum. Berkeley’in kitabı geldiği zaman okuyamadım bunu, red­ dettim ben. Dün Dağlarda Dolaştım ’a gelene kadar ben metafiziğe bakama­ dım. Metafiziğe beş senedir bakıyorum, büyük şiir olduğunu görüyorum. Ayrıca buraya baktığım zaman Doğu’yu da red­ detmişim. Doğu kültürünü reddetmi­ şim. Orada dabüyük şür olduğunu far­ ır ediyorum. Benim Marksist tarihim bu­ nu böyle göstermiştir. B. Necatigil ile bu­ nu çok konuştuk. Doğu-Batı ikilemini biz çok acı bir şekilde yaşadık. Ben da­ ha önce bu malzemeyi almıştım. Hep Marksist felsefeyi okudum, öbürünü reddederek gelmişim. Doğru dürüst bir Marksist terbiye gören bir adam oraya bakmakta bir salanca görmemeli. Benim kuşağım gördü. Ben de gördüm. Baka­ madık. Bakanların olduğunu da sanmı­ yorum.

'Ben' serüveni

-

Açımlı, yön ve uğrakları farklı bir şi­

ir çizginiz var. imlediğiniz üzere; bu şiirin

seyri de şudur, sizce: "Yolunun üzerinde

rastladığı sokaklara bakm ak ister, çünkü

oralarını merak eder, böylece de eğlenir

yolda; sonunda düz bir yola çıktığında,

birçok sokaklarla yıkanmış olarak çıkar.

Yadsıdım önceleri bunu, ama bunun be­

nim yapımın gereği olduğunu anlayınca

da rahatladım. Yani bir şair için, sağaltı­

cı bir şey. Dün Dağlarda Dolaştım Evde

Yoktum’la gelinen çizgide bunu görüyo­

ruz. Burada bir başka şeyi daha görüyo­

ruz; Yazma eyleminizin kendi iç denizle­

rinde aldığı yol. Simdi buradan dönelim,

daha geniş bir açıyla, Ilhan Berk’in ‘ben’

serüvenine bakalım. Dönüş, sürükleniş,

bağlanış: ‘Söz’e, ‘yazıya. Bu kitap, bun­

ların birer göstergesi, bence. Ne dersiniz?

- Ben bu kitap üzerinde konuşmayı m

-

e-TÜYAP 21. İSTANBUL KİTAP FUARI

(6)

TÜYAP 21. İSTANBUL KİTAP FUARI

dille İstanbul’da (kentte) yazılıyor. Evve­ la şair dilin kaynağını iyi anlatmış oluyor. Dilin kökeni olan kenttir; çünkü şair yer- yüzündeki nesnelerle en yakm gelişme­ nin en büyük ölçüsü olan kentte, onlar­ la ilişkiye giriyor, onları tanıyor, onları eline alıyor, onları görüyor Kent şairin dile, kültüre bakacağı yer oluyor. Başka bir anlam veremiyorum. Şair, ille de ora­ ya bakmıyor. Şimdi Bodrum dişi bir kent. İstanbul, Paris gibi dişi bir kent. Ben Bodrum’u yazarken dişiliğini gör­ medim. Ama biliyorum dişiliğini, şair yi­ ne oradan geçmeler yapıyor. Şairin bir kitabıdır kent. Şairin önünde bir kitap

f

ibi kente bir bağlılığı vardır. Hele bu ent İstanbul ise, kaç defa söyledim, “İs­ tanbul gibi bir kenti olan şairlerin başka bir şeye ihtiyaçları yoktur,” dedim. İstan­ bul gerçekten bir cumhuriyet kenti. Bü­ tün sınıflar var, kardeşim. Hepsi böyle kaynaşmış; karışıklığın, anarşinin, terö­ rün garip bir yeri. Şiirin istediği yer. Dur­ muş, oturmuş, statik bir kent değil. Şair daha ne ister?

-

Oktay Akbal, bir yazısında şöyle di­

yor, sizin için: “Kitaplarım karıştırdım ye­

niden... Baktım her kitapta bir başka ‘Il­

han B erk’ var. Beğendiniz, beğenmedi­

niz. .. Bir başka ama yine de kendisi. ” Bir

zaman, bırakıyorum şiiri. Halbuki pek çok şair anlatısını o çizginin içinde sür­ dürür. Onu kitapta yapabilir. Ölürse iyi bir şeydir. Anlatının tekrarı ölümüdür. Çünkü anlatının içinde teknik vardır. Teknik de bayağı bir makinenin tekniği gibidir. Teknik yeknesaklıktır. Tekdüze­ liğe geldiğini hissettiğin zaman çekilmek gerekir.

-

P eki Ilhan Berk. Burada imge de

önem kazanmıyor mu? Sizin şiir evreni­

nizde imgenin yeri önemli. G alile Deni­

zi’nden başlayıp, Çivi Yazısı, Aşıkname,

Mısırkalyoniğne, Delta ve Çocuk’a geldi­

ğinizde, hatta Güzel Irm ak’ta bu daha yo­

ğun, daha m etaforik biçim de öne çıkıyor.

G iderek im gesel betim öne çıkıyor. Siz

şöyle diyordunuz: “Betim, içerik olarak

imgeseldir. ” Bunun şiirinize ağışı, biçim-

lendirişi üzerinde duralım biraz da. Zaten

bu kitapta o daha yoğun bir şekilde orta­

ya çıktı.

- Betim, içerik olarak imgeseldir, de­ mek biraz zor. Eğer bu şiirse öyle. M e­ sela Bacon’ın denemelerini Eliot müthiş şiirsel buldu. Ben Kâtip Çelebi’de, on­ dan sonra birçok tarihçimizde anlatım düzeninde müthiş şiirler bulurum. En şi­ irsel betimlemeyi de çağdaş yazarlar içinde, Sait F aik’te bulurum, mesela. reddettim.

Yapmak istediğim şu: “Benim tümce­ lerim şu yolla açımlayıcıdır ki beni anla­ yan sonunda bunların saçma oldukları­ nı görür. Onlara, onlara tırmanarak, on­ ların üstüne çıktığımda sanki üstüme tır­ mandıktan sonra, merdiveni devirip yık­ ması gerekir. Yani ben bu absürdü kitap­ ta koymak istedim. Benim en çok Doğu felsefesi okuduğum zamanların sesi...” Gazali kendini yediye benzetirdi, diyo­ rum. Homeros her sabah yürürdü. Ben bunları bilmiyorum. Ben burada bir mi­ tos yaratıyorum. Bu meseleyi A. Oktay

‘Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı’ kita­

bında uzun bir bölüm koymuş, iyi anla­ mıştır.

“G erçek benzetmelerde yatar. H içbir laf bundan kurtulamaz.” Ben Fouco- ult’nun kitabını yeni okudum. Okuma­ dan önce, “Rönesansa kadarki toplum­ lar benzetmelerle yaşamıştır,” diyor. “Ve benzetmelerle yaşadığı için de sözcükler­ le nesneler arasındaki ayrım fark edile­ memiştir, konamamıştır,” diyor. “Onun için de deneysel bilgi ve deneyüstü bilgi arasında insan sallanıp kalmıştır,” diyor. “Rönesansta benzetmeleri bırakıp tem­ sile ve sözcüğün kendisine yönelinmiş- tir,” diyor. Ben bunları okumamıştım. Ben burada ayrı bir şey koyuyorum. Ben bunun farkında değilim. Şair, şiir bulu­ yor bunu.

-

Buradan şiirinizin dip sularına gele­

lim.

.. - Sonsuzca geçerli sözcükler yoktur. Ölüme yakın sözcükler vardır. Nereden çıkıyor bu laf? Ben bir şeye giriyorum. Orada saçmayı yürütmek istiyorum. Doğru sözü bulmak istemiyorum ben. Doğru sözü bulsam felsefe kitabı olur. Doğru söz ilgilendirmiyor. Şu cümlede şey de var; sözü de kullanıyorum, sözü kullanırken şiirsel oluyor. Şimdi bu düz­ yazı gibi görünen şeyi alt alta yazdığım zaman şiir oluyor. Bunun zaten farkında­ yım, ama bu anlatıda yeni bir anlatış var. Sana yeni anlatış, yeni teknik bulmak la­ zım.

Acı çekmek

-

“Şiiri doğrular yürütür, yanlışlar ya­

par,” der ve eklersiniz sonra: “Şiir, ham,

ilkel dili bulmadır. Bu yüzden şiir yaban­

dır; vahşidir şair. Bu dünyada ne görüyor­

sa, onu ilk kez görüyormuş gibi de şaşkın­

dır. Çocuktur yani" Yani acı çekendir, if­

lah olmaz biridir de, öyle mi?

- Acı çekilmesi şart değil. Ama benim yine ‘fakir olan şiir yazar’ diye içimde bir şey var. Ben burada bir doğruluk bulu­ yorum. Ama bilimsel bir doğruluk değil. Acı çekmek şart değil. Homeros’un ne kadar acı çektiğini bilmiyoruz. Yahut Dante’nin sürgünlük çektiğini biliyoruz. Yani acıdan anladığımız yoksulluk me­ selesi var. Burjuva yaşamış bir adamsa başka acılar çekecektir. Mesela soğuk su içemiyordur, adam. Bu da bir acıdır, ya­ ni.

-

“H er şairin bir kenti olması gerekir,”

diyorsunuz. Yine sizi ele veren bir sapta­

ma: “Pes, İstanbul olmasa ne yaparız!

Nerden gelip nereye gittiğimizi nasıl an­

larız? Kendimizi bir yere koyabileceğimiz

bir yer diye bakıyorum ben İstanbul’a.

Bir tarih d iy e”

Peki İlhan Berk, bu sürüklenip gelinen/

sığınılan yerde bir kentte, bir mekâna

bağlanmak bir şair için neden onca ge­

rekli? Sonra şairin yurdu/ m ekânı ‘D il’i

değil midir?

- O dili nereden buluyor? işte o dili kentten buluyor. Kent bütün o toplum- ların en gelişmiş yeri. Eski yazarlar ‘İs­ tanbul D ili’ diye bir şey kurmuşlar. D e­ mek ki o zamanlar İstanbul’da konuşu­ lan dilin dışında bir dile de kapalılar. Ta­ rihçilerimizin diline baktığımızda zen­ gin bir dildi. Şiirde o kadar zengin bir dil yok. Ama düzyazıda gerçekten tarihçile­ rin zengin bir dili var. Şimdi bu zengin

de şunları söyler: “Kendisiyle de çelişki­

ye düşmekten çekinmeyen, durmadan ye­

ni bir ‘kişilik’ arayan, bulan bir şair niye

yerinde sayan, belirli tutkulara bağlı kal­

makta direnen, eski beğenilerin düzeyin­

den kopmayan kişilerle, anlayışlarla sa­

vaşmasın?” (O. Akbal, Uzun Bir Adam.

16.4.1983) Burada da bir başka yanınız

öne çıkar: Değişen, yakışan, gelişen, ara­

yan İlhan Berk... Kırgınlıklar, öfkeler...

Sürükleniş... Ve sonuçta her şey şiire taşı­

yor. Şimdi bu taşıma serüveni içerisinde

İ. Berk’in oluşumunda en etkileyici şey­

ler ne oldular?

- Bir şairin yaşaması kitaplarla oluyor. Yaşamadan bir şey öğrenmiyor , demek istemiyorum. Ama her şeyi şair kitaptan öğreniyor. Yani bütün bu değişim, deği­ şiklikler şairin okuma alanlarıyla -bir kenti okuma düşüncesini- bakma kazan­ ma çok etkili oluyor. 5 0 tane yazmak is­ tiyordum, 2 4 ’te mi 2 5 ’te mi ne kaldım.

-

'Dil, şairin kim liğidir; şairin kanıdır

çünkü’, size ‘Güzel Irm ak’t, yazdıran bir

güç var. Bir im aj var. Bu da yaşamdan a-

ğıp gelen bir şey. Yani şairin penceresi bir

yerlere açık.

- Ben severek büyüyen bir adamım. G erçekten çok severim. G erçekten çok severim dediğim zaman da, tabii 2-3 in­ sanoğlunu aşan bir şey de değil çünkü. Ben aşka da ölüme gider gibi gidiyorum. Beni durduramayan şeylerden bir tane­ si. Beni onlar büyüttü...

Beni bir anlatı biçimi ilgilendirmediği

Düzyazıdır, ama o betimler müthiş şiir­ lerdir. Bu sözle bu tip yazarlardan söz ediyorum, Joy ce’un bütün kitaplarında görürüz. Ö imgesel bir dille, metaforlar- la yazıyor. O rada bir şey anlatmaktan çok bir şeyi düşündürtüyor. Eğer düzya­ zıda biz şiiri yakalayabiliyorsak mesele çözülüyor. Ama yine şunu söyleyeyim: düzyazı imgesel olmadığı zaman, bu düzyazıdır. Yani romanm dilidir, im ge­ sel olduğu ölçüde düzyazı şiirseldir. Ben gerçekten düzyazı denerken, Şiir budu- ğum için söylüyorum. Memet Fuat’a gö­ re ben hep şiir yapıyorum. A. Damar’da mesela. Bunu şür olarak F. Naci, mese­ la orada şiir görmediğini sanıyor ve b o ­ zuk Türkçe kullan dığını görüyor, mese­ la. Belki o da doğrudur. E. Ayhan ile. olan konuşmamda S. Faik üzerine dili Yaşar Nabi de söylerdi -savruk bir Türk­ çe. Ama ikisi de şiirsel. Ben o konuşma­ da dedim ki: “S. Faik’te savrukluğun er­ demi var.” Bu Türkçe için daha kavran­ mış bir şey değil. Düzyazı zaten şeydir. Düzyazı Osmanlıca ölçüsünde büyük şi­ iri olan A. Ham di’nin dilinde var. Ama tersinden olarak. O muntazam kullan­ maya çalışıyor, karışık dil kullandığı için onda da bir şey eksik.

-

Tüm bunların bileşim i ‘Galata’dır, di­

yebilir miyiz? Bütünüyle düzyazı değil, şi­

irsel, im gesel yoğunluğu da var. Ama onu

bir düzyazı olarak da kurabilirdiniz. Düz­

yazıdan ayıran bir yanı da var. Orada bir

imge var. Siz bir imgenin peşinden gidi­

yorsunuz.

- Eliot’un, Bacon’ın dili için söylediği çok önemli. Yani düzyazıda imgeler kul­ lanıyor. imgesel dili kullanıyor. Daha iyi bir örnek vereyim. Sartre ile ölümünden önce yapılan konuşmalarının birisinde; karalamalarına bakmak istiyor konuş­ macı, felsefe kitaplarına bakıyor. Terte­ miz yazılmış bir şey. Tiyatrolarma bakı­ yor, altüst, karmaşık diyor, orada. Nedir bu mesele? Düşünce vardı, diyor. O dü­ şündüğünüz biçim de oraya girer, diyor. H albuki öbüründe imgesel bir dildir. Onun için çeşitli sözcükleri, çeşitli an­ lamlarıyla yazarsınız diyor.

Diki Dağlarda Dolaştım Evde Yok­ tum da bunun bir yansıması.

-

“Beni hep uçlar, şiirin o belalı uçlan

ilgilendirmiştir, bir oralarda bulmuşum-

dur kendim i,” diyorsunuz. Şiirinizi bu uç­

larda nereye koyuyorsunuz?

Dil çılgınlığı

- Ben öyle sanıyorum ki. Mesela Mı- sırkalyoniğne’yi alalım. B ir şairin çılgın­ lığı oraya kadar gidebilmiş. Yani dil çıl­ gınlığı. Yani bir şair çıldırsa oraya İcadar gidebilir. Ben orayı yazdığım kanısında­ yım. Yazmadığım bir şey var. 50 sayfa içinde noktasız, virgülsüz bir cümle kur­ mak, bunu yapamadım. Ben buraya da gitmek isterim. Burada o dilin gideceği yer olacak. Şiiri gideceği yere bırakabi­ lirsin. Zaten o canavarın bir yerden bizi tutmasını kabul ediyoruz. Ama ona biz karar vereceğiz, şürin macerası içinde. Ben o 50 sa>îa içindeki tümceyi sırf dil olayı olarak görmek istedim. Yani dilin kendi kendine çarpışması. Bu mesela 50 sayfalık bir hikâye, deneme olabilir. Ama tabii ki benim kafamda o dil çarpışaca­ ğı için, girmediği yol, girmediği delik, girmediği mahzen, labirent kalmayaca­ ğı için bu şiir olacaktır. Şiirin tayin etti­ ği bir yol yoktur. Şür bir yolculuk, o yol­ culuğun nereye gideceğini bilmek. O yolculuğun nereye gideceğini bilirsen, oraya gitmek beni mudu edecek. Daha onu kuramadım.

-

“Ben yeraltı suları gibi gizli, yavaş, pa­

rıltısını oralarda sürdüren biri olmayı öz­

lemişimdir hep. Elbette ki, yeryüzüne de

çıkm ak istedim. Ama aynı gizlilik, aynı

kapalılık, aynı sessizlik, aynı durulukta.

Öte yandan, şiiri, vurucu, ortak, çarpıcı

diye görmüşümdür hep. Değiştirme gücü­

nü de bunlara bağlamışımaır. Şiir, rahat­

sız etmelidir, değiştirmelidir. Ama hep o

yeraltı sessizliği, güzelliğiyle..." diyorsu­

nuz. Ve bu düşüncelerinizde de şu yanı­

nıza kapı aralıyorsunuz: “Şiir sanki anla­

şılan bir nesne değildir, benim gözümde.

Ya da anlaşılan şiir gözümden düşer de­

m ek isterim. Belirsizliktir, şiirin attığı ke­

ment.” Evet! A sıl sorun da bu. İşte bu

bağlamda; İlhan Berk şiiri nerededir? Dip

suları nereden gelir, nereye gider, nereae

okyanusa karışır?

- “Sanki olmayan şüri arıyor,” diyor edebiyat tarihçisi... Bu beni çok mudu etmiştir. M. Fuat, “Şürin 4 0 türlü yazı­ lacağını göstermek istemiştir,” diyor. Ya­ hut da M. H. Doğan, “Değişkenliği şi­ irin anayasası yapmıştır.” Bunlar biraz tutulan yerler, ama ‘sanki olmayan şüri arıyor’ daha ilginç. Şair olan bir şeyi n i­ ye yazsın? H er şair aslında olmayan bir şür yazmak, yeni bir şey yazmak istiyor. Bu cümleyi tam olarak kavrayamıyor ama, sevgi duyuyorum.

-

Bu arayış şairin ken di serüveninden

geliyor. 'Şairin kendi serüveninin peşin­

den gitmesi. ’ Bu Türk şiirinde çok belir­

gin biçimde görülmez. Say sanız birkaç şa­

irde vardır. Bunların en tipik örneği Nâ­

zım’dır. K i o, başka serüvenler aldı, onu

içine, götürdü, etti. Ama siz şimdi her k i­

tapta farklı bir şeyle geliyorsunuz. O şiir

serüveniniz sizi her kitapla başka bir uca

getiriyor. Bu da bir arayışın şiiri. H er k i­

tapta bir dil, bir imge dünyası, başka bir

atm osfer geliyor. Bu da ister istemez 1.

Referanslar

Benzer Belgeler

Safranbolu tjütün bu kent­ ler içinde çeşitlilik İçinde bütünlüğün simgelen- diğl kentlerden biri olduğu İçin ilk örnek olarak alınmıştır.. Geleneksel

Ama bir kaç yaprak sonra "sahibi izz ü celal olan saâdetmend bu bendelerine buyurdu kim bu memduh-i enam ve Mahmud-i hâs ü âm olunan düstur-i kerimü'~-~an~n dokuzyüz

28 ve 29 Haziran’da yapılacak ki­ tap müzayedesinde Türkiye’de matbaanın kurucusu olarak tari­ he geçen İbrahim M üteferri- ka’nın matbaasında bastığı 29 ki­ tap,

Sahnede sesini büyük bir ustalıkla kullanması ile tanınan sanatçı, özellikle gör­ müş geçirmiş, faka basmaz ve hafif kabadayı tiplemeleriyle büyük

Ebû Hureyre’den rivâyet edildiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Biriniz secde ettiği zaman, devenin çöktüğü gibi çökmesin. Rivâyetin son

Fakat Büyük Millet Meclisinde Fuad Köprülü gibi susan yüzlerce meb’u- sumuz bulunuyordu ve Meclisin ona. hiç ihtiyacı

Rüyasında bu cami ikmal edi­ lirse onun da hayata göz yumacağı söylenmiş Paşa ertesi gü­ nü ne kadar usta ve amele varsa, hepsini savmış, yalnız

Bu çal›flmada “slime” oluflturan KNS’de artan dozlardaki NANaz ile muamele sonucu “slime” oluflumunun azalmas›, NANaz’›n bu aktivitesinin bir farmakolojik blokan›