□ Feridun Andaç’tan Ilhan Berk’le ku
şatıcı bir SÖyleŞİ ____ _____
8. sayfada
□ Fuann yabancı konuklannı tanıya
lım _______ ______ _______17. sayfada
□ Fuarda beş ayn salonda gerçek
leştirilecek konferans, söyleşi, ödül
töreni, açık oturum gibi etkinlikler ve
katılımcı yayınevleri ve kuruluşların
tam listesi... ... ...
46. sayfada
Cumhuriyet
ırrgm lı*j
1
1
1 f ğ ' t
j
y i
ıııı r* 11ilmi
ım y ıi j
O K U R L A R A
T Ü Y A P Kitap
FuarTnda
yen i dönem
Bu yıl 2Vincisi
düzenlenecek olan
TÜYAP Kitap Puan
diğer yıllardan farklı
olarak yeni bir m ekân
da gerçekleştiriliyor.
TÜYAP Puarcılık’ın
Beylikdüzü’ndeki
devasa binasında
yapılacak olan kitap
fuarının bu yıl başka
arkadaşları da var. Geç
miş yıllarda
Tepebaşı’nda
gerçekleştirilen ART
İST Sanat Fuarı ve
Bilişim Outlet-Bilgisa-
yar, İletişim ve D ijital
Teknolojiler Tüketici
G ünleri Fuarı bu yıl k i
tap fuarına eşlik ede
cekler.
26 Ekim 2002
cumartesi günü saat
12.00'de bu yılın Onur
yazarı İlhan Berk ve
ART-İST 2002/12.
İstanbul Sanat Fuarı
Onur Sanatçısı Turan
Erol tarafından açıla
cak olan fuara bu yıl
250 yayınevi ve yayın
kuruluşu katılıyor.
Fuarın bu y ılki ana
teması ise
“Buluşmalar”.
Bu yıl yine geçmiş
yıllardan farklı olarak
beş ayrı salonda gerçek
leştirilecek konferans,
söyleşi, ödül töreni ve
açık oturum gibi yüz
ellinin üzerinde kültür
ve edebiyat etkinliğine
beş yüzün üzerinde
yazar, sanatçı, bilim in
sanı, gazeteci ve poli
tikacı konuşmacı
olarak katılacak. Ayrıca
çeşitli müzik dinletileri
de konukları bekliyor.
Fuarın yabancı
konukları da oldukça
ilginç bu yıl.
B ol kitaplı günler...
TURHAN GÜN A Y
T Ü Y A P 21. İstanbul Kitap Puan O nur Yazan
K t m p
İmtiyaz Sahibi: Çağ Pazarlama Gazete Dergi Kitap Basım ve Yayın AŞ yi temsilen Cumhuriyet vakfı adına Ilhan Selçuk O Yayın Danışmanı: Turhan Günay o Sorumlu Mü dür: Mehmet Sucu o Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalıo Baskı: Sabah Yayıncılık AS Ol- dare Merkezi: Türkocağı Cad. NO: 39-41 Cağaloğlu, 34 334 İs tanbul Tel: (212) 512 05 050 Reklam: Publi Media
Ilhan Berk
TÜ YA P 21. İstanbul Kitap
Fuarı’nın bu yılki konuğu
“Dokunduğu her şeyi şiire
çeviren ” İlhan Berk. B e rk le
yapılmış eski bir söyleşi yer
alıyor sayfalarımızda. Niya eski
bir söyleşi? Çünkü İlhan Berk’i
tümüyle kuşatan bir söyleşi...
1
8 Kasım 1918’de M anisa’da doğ du. Asıl adı Em- rullah İlhan Bir- sen’dir. Manisa’da 8 Eylül İlkokulu ile Manisa Ortaokulu’nu bitirdi. Balıkesir Ne- catibey İlköğretmen Okulu’ndaki öğreni minden sonra iki yıl Giresun’un Espiye il çesinde ilkokul öğret menliği yaptı. Öğre nimini Ankara Gazi E ğitim E nstitüsü Fransızca Bölü- urayıyıl süreyle Zonguldak, Samsun, Kırşehir, orta okullarında Fransızca öğretmeni olarak çalıştı (1945-55). Bunu, Ziraat Bankası Yayın Büro- su’ndaki, emekli oluncaya kadar sürdürdüğü çevirmenlik görevi izledi (1956-70). Emekli olunca Bodrum’a yerleşti.
îlk şiirleri 1935’te Manisa Halkevi’nin Uya
nış adlı dergisinde yayımlandı. İlk kitabı Güne şi Yakanların Selamı da aynı jul Manisa Halke
vi Yayınları arasında çıktı. Bu ve bunu izleyen yapıtlarında toplumcu gerçekçi anlayışa bağlı ' aldı. Günaydın Yeryüzü başlıklı kitabından dolayı komünizm propagandası yaptığı gerek çesi ile açılan dava zamanaşımına uğradı. 1958’de çıkan Galile Denizi başlıklı kitabından başlayarak İkinci Yeni’den Divan Şürine kendi
Kitaplar Kitabı /1981 Deniz Eskisi / 1982 Şürin Gizli Tarihi Delta ve Çocuk / 1984 Galata / 1985 Güzel Irmak / 1988 Pera / 1990
Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum / 1993 Avluya Düşen Gölge / 1996
Şeyler Kitabı: Ev / 1997 Çok Yaşasm Sayılar / 1998
Eşik 1947 - 1975 (Toplu Şiirler) / 1999 Aşk Tahtı 1976 - 1982 (Toplu Şiirler) / 1999 Akşama Doğru 1984 - 1996 (Toplu Şiirler) / 1999
Deneme, Günlük, Yaşamöyküsü:
Uzun Bir Adam / 1982 Şifalı Otlar Kitabı / 1982
El Yazılarına Vuruyor Güneş / 1983 Şairin Toprağı / 1992 infemo / 1994 Kanatlı At /1 9 9 4 Logos /1 9 9 6 Poetika / 1997 Şeyler Kitabı / 1997 Kiılt Kitap / 1998 Antoloji:
Beyit Mısra Antolojisi / 1960 Aşk Elçisi / 1965
Dünya Edebiyatından Aşk Şiirleri / 1968
Başka Dillere Çevrilen Eserleri
Estambul (İstanbul, Madrid) / 1988
Historie Secrete de la Poessia (Şiirin Gizli Tari hi) / Paris 1991
Poemas (Şürler) / Madrid 1992
Rio Hermoso (Güzel Irmak) / Madrid 1995
Çeviri:
Bellac Apollonu, J. Giradoux’dan / 1950 Seçme Şiirler, A. Rimbaud’dan / 1962 Yerma, F. G. Lorca’dan / 1962 Seçme Kantolar, E. Pound’dan / 1969 Illuminations, A. Rimbaud’dan / 1971 Bernarda Alba’nın Evi, F. G. Lorca’dan / 1981 Asılı Eros / 1996
Ödülleri:
TD K Şiir Ödülü 1979.
Behçet Necatigil Şiir Ödülü 1980 Yeditepe Şiir Armağanı 1983 Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü 1988
Fahri Doktora:
Dakka.Üniversitesi 1987 Bursa Üniversitesi 1988 atlasını kurmaktan düzyazı
şiirlere, aforizmalardan harf leri, nesneleri ve sem tleri sevmeye dek genişleyen çok kollu bir sür ırmağının ürün lerini verdi.
Eserleri
Şiir:
Güneşi Yakanların Selamı / 1935 İstanbul 1939-47 / 1949 Günaydın Yeryüzü / 1952 Türkiye Şarkısı / 10953 Köroğlu / 1955 Galile Denizi / 1958 Çivi Yazısı /1 9 6 0 Ötağ / 1961 Mısırkalyoniğne / 1962,-, Aşıkane / 1968 Şenlikname / 1972 fsjfe Taşbaskısı / 1975 Atlas / 1976 Kül / 1978 İstanbul K itabı 1 9 4 7 -8 0 / 1980
TÜYAP FUAR VE KONGRE M E RK EZİ’NE FUAR SÜ R ESİN CE İETT OTOBÜSLERİ HAREKET
NOKTALARI VE HAREKET SAATLERİ
Hafta içi hareket saatleri Hafta sonu hareket saatleri
Bostancı
Ustbostancı Peron Alanı
Fuara Geliş
09.00/19.00 arası her saat başı
Fuardan Dönüş
10.30/20.30 arası buçuklarda
Fuara Geliş
09.00/19.00 arası yanm saatte bir
Fuardan Dönüş
10.30/20.30 arası yarım saatte bir
Üsküdar
Şemsipaşa Peron Alanı
Fuara Geliş
09.00/19.00 arası her saat bası
Fuardan Dönüş
10.30/20.30 arası bucuklarda
Fuara Geliş
09.00/19.00 arası vanm saatte bir
Fuardan Dönüş
10.30/20.30 arası vanm saatte bir
Kadıköy.
Kumluk (¡DO önü; Peron Alanı
Fuara Geliş
09.00/19.00 arası her saat başı
Fuardan Dönüş
10.30/20.30 arası buçuklarda
Fuara Geliş
09,00/19.00 arası yarım saatte bir
Fuardan Dönüş
10.30/20.30 arası yanm saatte bir
Taksirp
AKM Onü
Fuara Geliş
10.00/19.00 arası her saat başı
Fuardan Dönüş
11.30/20.30 arası buçuklarda
Fuara Geliş
10.00/19.00 arası yarım saatte bir
Fuardan Dönüş
11.30/20.30 arası yarım saatte bir
Mecidiyeköy
Viyadük Altı
Fuara Geliş
10.00/19.00 arası her saat başı
Fuardan Dönüş
11.30/20.30 arası buçuklarda
Fuara Geliş
10.00/19.00 arası yarım saatte bir
Fuardan Dönüş
11.30/20.30 arası yanm saatte bir
Beşiktaş
İskete Onü
Fuara Geliş
10.00/19.00 arası her saat başı
Fuardan Dönüş
11.30/20.30 arası buçuklarda
Fuara Geliş
10.00/19.00 arası yarım saatte bir
Fuardan Dönüş
11.30/20.30 arası yanm saatte bir
Şakırköy
Özgürlük Meydanı Kaymakamlık Onü
Fuara Geliş
10.00/19.00 arası her saat başı
Fuardan Dönüş
11.30/20.30 arası buçuklarda
Fuara Geliş
10.00/19.00 arası yanm saatte bir
Fuardan Dönüş
11.30/20.30 arası yarım saatte bir
21. İstanbul Kitap Fuarı nın düzenleneceği TÜYAP Beylikdüzü Fuar ve Kongre Merkezi
ö
P k E
ODTÜ Y ayıncılık
"Okum uyorsanız Tartışmayalım"
Vflndow**“ v* «tt Tora«? &ğWrai 1019 sayfa 22.500.000.-TL T Ü Y A P T A B U ^ Windows XP l ve Office XP ü ile Teme! Bİİgisayar Eğitimi Nafize BAYKAL - Nuray TEKİN
216 sayfa Ü 5.000.000.-TL Z r E R E Her Sözcüğün Bir Öyküsü Var Önder ŞENYAPILI 192 sayfa 5.500.000.-TL Kargaşa Kaos ve Şekil Oluşumları Güngör GÜNDÜZ +
ISO
9001:2000
İŞIĞINDA
HİZMETTETOPLAM
KALİTE
408 sayfa 9.500.000.-TL ISO 9001:2000 Işığında Hizmette Toplam Kalite Prof. Dr. Alp ESİN144 sayfa 3.500.000.-TL Teknoloji Benim Neyim Oluyor? 272 sayfa 6.000.000.-TL Dünya Gönülden Gönüle Ahmet İNAM Tlf : ( 3 1 2 ) 2 1 0 38 7 0 - 7 3 Faks : (312) 210 15 49 E-posta : metupres@tr.net Internet : www.metupress.com.tr C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 6 6 2 S A Y F A 3 > £ • */•>
TÜYAP 21. İSTANBUL KİTAP FUARI
Fuarın Onur Yazarı İlhan Berk ile bir söyleşi
"Şiir Yaşadığımın
anlamıdır"
FERİDUN ANDAÇ
u söyleşimizde ‘Güneşi Yakan
ların Selamı ndan (1935) ‘Dün
Dağlarda Dolaştım Evde Yok
tum a (1993) uzanan şiir serüveninizin
oluşum /gelişim evrelerine uzanacağız.
Yani şiirle geçen 60 yıllık bir ömrün çe
telesini tutmak gibi bir şey bu. Bodrum
sıcağında sizi yoracağım biraz, ilk ik i ki
tabınıza bulamadığım için (yeni basımla
rı yapılmadığı için) okuyamadım ne ya
zık ki! Ilhan Berk şiirini ilk kez ‘Köroğ-
lu (1955) ile tanıdım. Sonra Günaydın
Yeryüzü (1952), Türkiye Şarkısı (1953)
geldi benim için. Bu üç kitabınızla ‘Ilhan
Berk şiiri'nin bir dönem ini adlandırıp
kapatıyorsunuz. Önce bu dönem i irdele
yelim. Buraya geliş, yöneliş kaynakları
nız neler oldu?
- Güneşi Yakanların Selamı’ndan söz etmek istemiyorum. O , benim için yok. Sür yazmaya İstanbul kitabımla (1947) başladım tüyebilirim. Bu mudu bir olay dır. Nedeni de; o sıralarda G iresun’da öğretmenlik yapıyordum. Abidin Dino, Bedri Rahmi, Sait Faik gibi o zamanın bütün ünlü yazarlarının çıkardığı ‘Ses’ diye bir dergi vardı. Bu dergiyi aldığım da beni çarptı! İlk şiirlerimi G ire sun’dan Ses’e göndermeye başladım. Şi irler çılanca sevindim. Çünkü dergi, b e ni her bakımdan ilgilendiren avangard bir dergiydi. Bu olaya mutlu bir gözle bakıyorum. İstanbul’a gelince ilk anda Abidin D ino’yu aradım. O zamana ka dar üç-dört şürim Ses dergisinde çık mıştı. Dergi Nail V.’in yerinde çıkıyor du. Kitabevinde Naü V. ile karşılaştım, “Abidin D ino’yu arıyorum,” dedim. O da beni garip karşılamıştı. Ama adımı söyleyince; “O sen misin?” demişti. B e ni alıp Abidin D ino’ya götürdü. Dino, o günden sonra beni bırakmadı. H er gün beraberdik. O dönemin bütün bü yük yazarlarım, ressamlarını tanıttı. B ü tün bunların arasında zayıf, uzun, ince cik bir insan olarak kalelim. Bu sürede yazdığım (1945-47) toplama şürlerimle Abidin Dino İstanbul kitabımı bastırdı. Kendimi bu kitapla şür yazmaya başla dım sayıyorum.
İlk kaynaklar
-Kendinizi, bir anlamda, şiirlerin hem
dışında, hem de içinde tanımladığımız
Ilhan Berki' Uzun Bir Adam (1982,
1983) anlatınızda anlattınız. Ama onun
şiirinin/poetik tavrının ve oluşumunun
etki/ivm e kaynaklarım açık seçik göre
m edik diyebilirim. Kimi söyleşileriniz
d eki -hatta şiirlerinizdeki- ipuçlarından
yola çıkarak önce bunlara dönük biraz
daha açıltmlı saptamalar yapmanızı iste
yeceğim. “Beni etkileyen ilk kaynaklara
indiğimde, önümde A. Haşim’i görüyo
rum bir; daha sonraları N. Fazıl var. Son
ra Y. Kemal, ” diyorsunuz (Şiir G izli Ta
rihinden Sorular. E. Ayhan Söyleşisi,
22.04.1982). Bu ‘ben , içinizdeki şiir ka
pısının açılım ına dönük bir etkilenm e
mi, yoksa bizzat yazdığınız şiirler üzerin
d eki etki mi?
- Uzun Bir Adam’da gerçekten süre sokulmak istemedim. Özellikle 2. bas kıda (hemen hemen yeniden yazdım di yebilirim kitabı) birçok sözleri çıkar dım. Bu bir deneme kitabı. Kendi üze rime. Yazınsal bir denemedir. Orada da ha çok dili kullanmak ve bu dili kulla nırken de kendimi ortaya koymak iste dim. Şiir serüveni gerçekten orada ka panmıştır. Buna da seviniyorum ayrıca. Düzyazı üe kendimi ortaya koydum. O kitaptan mutlu olduğumu şimdüik söy leyebilirim. İleride bilmiyorum, çünkü bütün düzyazılar beni, süre içinde b o yuna meşgul ediyor, boyuna düzeltmek duygusunu yaşıyorum. Bunu şürimde hiç yaşamadım. Ama düzyazılarımda
buna rastlıyorum. Günlüklerimi yeniden düzeltiyorum. Böyle bir maceram var.
Güneşi Yakanların Selamı, sanırım N.
Hikm et etkisinin kitabıdır. Çünkü N. Hikm et’in şüri, o dönemde şürin önün de bir bayraktı. Elden geldiğinde biz genç şairler şürleri değerlendiriyorduk. N. Hikmet’in önce efsanesi geldi. Sonra doğrudan şüre sokuluşu, şüri güzelliğin den kurtarıp yaşayan bir dille anlatmış olması. N .’ın kurduğu efsane beni etki ledi. G . Yakanlar kitabının başlığı bÜe - şimdi daha iyi anlıyorum- beni etküedi. O kitap böyle bir etkinin kitabı.
Bu evreden sonra etkilendiğim A. H a şim oldu. Ben kendimi keşfettim, kendi kendimi buldum. Vezinli, kafiyeli şürler yazıyordum. İçine kapanık biriydim bü tün okul yaşantımda. Hep yatılı oku dum. Öğretmen okulları içe kapanık ço cukların yeriydi. Aüemde benden başka okuma-yazma büen yoktu.
N. Hikm et’in düşüncelerine yakınlı ğım vardı. Ama N. Hikm et açık bir adamdı. Ben ise kapalı bir adamdım. Bu kapalılığımı bütün bayatımda sezdim. A. Haşim beni bu kapalılığıyla etkiledi. A. Haşim çok titiz, çok kibirli, çok içine ka- alı bir adamdı. Şürlerindebu kapalılık eni çok ilgüendirdi. Şüre onunlabaşla dım, diyebilirim. Ama tam bu sıralarda N. Fazıl’ın noktürn şiirlerini, ortaokul
öğretmenimiz K. Behzat’m etkisiyle fark ettim. ‘Kaldırım’ şüri ünlüydü, ama ben iki parça olan noktürn şiirleriyle N. Fa- zıl’a yalanlık hissettim. Şiirlerimi, Var
lık, Çığır dergüerine ve özellikle Servet- i Fünun dergüerine göndermeye başla
mıştım. Daha sonra N. Fazü’la tanıştım.
Uyanış dergisi üe olan ilişkim başladı.
Bu macera böyle başladı, diyebilirim.
-Yine aynı söyleşide: “Ben yorgan gibi
şiirler yazarak yazmaya başladım," diyor
sunuz. Bunun da etki kaynağının Walt
Whitman olduğunu imliyorsunuz. Deyi
minizle, görsel etkilenm e!.. İlk ik i kita
bınızın yeni basımlarım yapmadınız. Bu
ilk şiirlerinizi ben de bilmiyorum. Sonra
k i üç kitap için ilk dönem ürünleri nite
lemesini, hatta toplumcu dönem, kulla
nabilir miyiz? Halklaşan bir söylem. Ön
ce bunun kaynaklarına/yazıhş süreçleri
ne, İlhan Berk’in o süreçteki yazın serü
venine ve düşünce boyutuna bakaltm.
- Ses dergisine şürlerimi göndermeye
başladım. B. Rahmi de orada yazıyor. Onu da seviyorum. Onlar da vezinsiz, kafiyesiz uzun şürlerdi. Onları sevmiş tim ben. Haşet Kitabevi’nde Walt Whit- man’ın, Seçme Şiirlerine rastlıyorum. O zamanlar kitabevi yüksekti. M erdi venle kitaplara ulaşılırdı. Kitabı buldum ve merdivende üç-dört şürini okudum. Serbest yazıyordum. İstanbul’u ilk kez
görüyordum, o sıralarda. A. Dino, Fik ret Adü, S. Faik’leri tanımam da gelişi yor. W hitm an’in kitabını da bulunca ben yeniden yeryüzüne çıkar gibi ol dum. Şüri bana, insanları, kentleri, ka labalıkları öğretiyor. Birdenbire bu şür damarlarımda İstanbul’a yaklaşıyorum.
Nâzım’la yaklaşımda da aynı coşkula rı yaşıyorum. Bu evleri Salâh Birsel iyi bi lir. Bu tam benim çügınlık çağımdı. En önemlisi de İstanbul deniliyor. İstan bul’u tanımalı. Kiliseleri tanıyorum, ya- bancüarı tanıyorum, yani şiirin kayna- ğındayım. Walt Whitman da bana des tek oluyor. Bu olay benim için çok önemli.
Toplumcu şiir
Ben toplumcu şüri N. Hikmet’ten çok Walt W hitm an’.d an öğrendim. Çünkü W. W hitm an’in insanlara korkunç bir şeküde açıldığını hissettim. Bu beni müthiş etküedi. İstanbul’dan döndük ten sonra, Anadolu’da öğretmenliğim sı rasında dolaştığımda kentlere götürme ye başladım. Benim yorgan gibi yaz mam, başıboşluğum hem hayatımla, hem de.W. W hitman’la gelen bir evre olarak geliyor. Bu zaman insanları, hal kımı tanımaya başladım. Onlarla birlik te yaşadım. Önların şüri beni etküedi. Sı nıfsal olarak oraya bağlıydım. Ben Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirinceye kadar iç gömleklerimi satarak yaşadım. Ödünç paltolar, ödünç gömleklerle okudum. W. Whitman bana yaşadığım çağın öncüsü olarak gözüktü. Ve ben bu sıralarda Kö-
roğlu, Türkiye Şarkısı, Günaydın Yer-
yüzü’nüyazdım. Bunlar yaşadığım eser lerin şiirleri olarak kaldı.
Elbette toplumcu şür yazdım ve top lumcu şair olarak anılıyorum.
-
Bundan sonraki poetik yolculuğunu
zun manifestosu gibi gelmiştir bana Ga-
lile Denizi (1958). Sizse bunu; ‘bir âraf şi
iri’ olarak nitelendirirsiniz. Önce bu du
rakta biraz duralım derim: Çivi Yazısı
m-"Cünesi Yakanların Selamı, sanırım N. Hikmet etkisinin kitabıdır, çünkü N. Hikmet’in şiiri, o dönemde şiirin önünde bir bayraktı. Elden geldiğinde biz genç sairler şiirleri değerlendiriyorduk. N. Hikmetin önce efsanesi geldi. Sonra doğrudan şiire sokulusu, şiiri güzelliğinden kurtarıp yasayan bir dille anlatmış olması. N.'ın kurduğu efsane beni etkiledi."
TÜYAP 21. İSTANBUL KİTAP FUARI
(1960), Otağ (1961), M ısırkalyoniğne
(1962).
- Bu üç kitabımdan sonra birden söze çok dayanan bir şiir yazdığımı fark ettim. Yani bir roman, bir hikâye anlatırmış gi bi söze çok dayanan. Birtakım şeyleri kenara itip ille de anlatılan bir şiir yaz maktan, bıkkınlığım başlattı. Bu tabii çevrenin de etkisinden. Çevreme baktı ğım zaman hep böyle şiirin yazıldığını gördüm. Sözle anlatılan şeyin birinci de recede bir yön kazanmaya başladığını fark ettim. Bu evre birdenbire İkinci Y e ni olayının doğmasına neden oldu diye bilirin. Çünkü benim o zamana kadar toplumcu bir şair olarak bir yerim var dı. Bununla da göneniyordum. S. Bir seller, O. A kballar, N. Tirali’ler bu ara larda da Yenilik dergisini çıkarıyorlar. Toplumcu şiir yazmaya başladığım za man bana Varlık dergisinin kapandığı nı hatırlıyorum. Çünkü ondan önce b e nim şürlerim basılıyordu.
Bir gün Ziya Osm an’la tanışmıştım. Taksim’de bir taşın üstüne oturarak oto büs bekliyordu. Ben de bir şiirimi oku dum, yanında. Ziya Osman şiirimi çok beğendi. Yaşar Nabi aldı, gitti. Şiirim çıkmadan Y. Nabi zaten kapatmıştı be nim şiirimle olan ilişkisini.
İstanbul'un gösterdikleri
Söze dayanan şiir yazdığımı gittikçe fark ettim. H er yaz İstanbul’a gelmeye başladığım için, İstanbul birdenbire baş ka şeyler göstermeye başladı. Mesela bir kıyıda St. Antoine Kilisesi’ni görüyo rum, içine girip çıkıyorum. Başka yerler örüyorum. İstanbul bende birdenbire ir ağırlık kazanmaya başladı. Daha çok da kozmopolit olmasıyla, levantenleriy- le ilgilendirmeye başladı. Sanki ayrı bir konuymuş gibi geldi bana. Ben ilk defa, ‘St. Antoin Güvercinleri’ şiirlerini yazı yorum. Ve bu şiiri Naim’in Yenilik der gisine gönderiyorum. Ve bu şiir orada çı kıyor. Naim, bu şiirin üzerine -yayınlar ken- notlar da ekliyor. Aslında benim o zamana kadar yazdığım toplumcu şiirle ri onlardan kabul etmiyorlardı, beni dış lamışlardı. Ben bu şiiri oraya gönderin ce, uzun bir açıklama ile yayınladılar. Bu, benim İkinci Yeni olayına başlama şiirim olarak kabul edilir. Bundan son ra artık o tip şiirler yazmaya başladım. Bunları Yeditepe’ye gönderiyorum. ‘Bu çocuk kurtuldu’ dedikleri şeyi ilk defa sezen H. Bozok olmuş. Ben o sıralar Fransızcanın içine girdim. Onun için de kaynaklarımda yer değişti. Asıl şiirimin çıktığı yer İstanbul olmaya başladı. O arada ben ‘Buruk Çay’ gibi birçok şiiri mi Yeditepe’de yayınlamaya başladım. Bu arada Ankara’da yaşadığım için, O. Duru ile her gün beraberiz. Pazar P os
tası çıkıyor. Soneler yazıyorum. M. Er-
dost dergiyi idare ediyor. Bu arada ben bir dergide C. Süreya’nın şiirine rasdı- yorum. Bu şiirin adı ‘Hahaha’. Beni ilgi lendirdi. O arada E ce Ayhan’ın ‘Elişi Tanrısına M ektup’ adlı bir şiiri vardı. Bu sırada Pazar P ostası’na İstanbul’dan Edip şiirlerini gönderdi. Turgut Uyar Ankara’daydı. Bu arkadaşlarla şiirleri mizi dergi çevresinde yazmaya başladık. İkinci Yeni olayı böyle bir olaydır. Ve ben ‘St. Antoine Güvercinleri’ ile İkin ci Yeni olayına başladığımı gördüm. Bu nu en iyi anlatan Sezai Karakoç’tur. Ben bu evrede yazdığım şiirlerin adını Gali- le Denizi koydum. Kitabı Varlık’a gön derdim. Varlık’ta S. Kudret, Y. Nabi... vardı.
Kısacası ‘benim çok kozmopolit bu lunduğumu’ bir mektupla Y. Nabi bana yazdı. O sıralar Yunanistan olayı vardı. Ve ne yazık ki Yunanistan üzerine, Rum ları seven bir kitaptır, azınlıkları seven bir kitaptır Galile Denizi. Y. Nabi bazı- şiirlerin çıkarılmasını istedi benden. Be nim başka yaymlatacak yerim de yoktu. Kitap çok yanlışlarla çıktı. Hâlâ o kitap
tan elinde olanlar, o yanlışların bilmem farkındalar mı?
-
Aşıkane (1968) adlı bir birleşim i çağ
rıştırıyor ilkten. Ardına gelen kitaplarda
öyle: Taşbaskısı (1975), Şenliknam e
(1976). Halk, divan şiiri... Çok sergileyi-
ci bir okuyuşla ipuçlarını bulmuyor da de
ğiliz. Ama öyle kolayca ele vermiyorsunuz
bunu! “...Üstümü değiştirip yazılmıştır.
Çünkü beyazlar giymişimdir, ” diyorsunuz
ya! Ne tür bir beyaz? Ilhan Berk şiirine
bu dönem için ne demeli?
- Sözel şiire, yani sözü öne alan, şiirin düşünsel anlatımı daha gizli kapalı olan bir şiire yöneldim, ikinci Yeni benim için böyle bir şiir oluyor. Yani benim dünya görüşüme karşı değildir. Bunun en iyi örneklerini’Kuİ’de bulmamız mümkün. ‘K ü l’ün üçüncü baskısında M. F uat’a yazdığım mektupta, “Benim komünist şiir özlemimin sürdüğünü hissediyo rum,” dedim.
ikinci Yeni olayı bir kopuş değildir. Daha kopuk bir şiirdir. Benim gelenek olayım, A. Haşim’le ilgim bu evrede baş ladı diyebilirim. A Haşim çizgisi divan şi irine de karşı olan bir çizgi değildir. A. Haşim, divan şiirinin garip bir şekilde sürdürücüsüdür. Ama büyüklüğü de dünya şiirinin çağdaş çizgisinde olma sındandır. Ben A. Haşim şiirine girdi ğimde, aynı zamanda çağdaş şiirin için de olduğumun ayırdına vardım. Y. K e mal’i bu evrede tanıdım. O zamanlar Park O tel’de kalıyordu. Etkisi sonucu onu kişiliği ile de tanıdım, en az 10 sefer buluştuk. H er seferinde ondan etkilen dim. Y. Kemal’i bugün de sevdiğim bir şair olarak söylüyorum, ama beni A. H a şim gibi etkilememiştir. Etkilemeyiş ne denlerini de kolaylıkla buluyorum. Çün kü gerçekten de Y. Kemal şiirini bizi dünya şiirine sokan bir şiir olarak düşü nemiyorum. En yakınının A. Haşim ol duğunu düşünüyorum.
Şiirin hayatı
-
Şiirin buyruğunu kendinin sürdüğü;
yani, size göre; “Şiirin hayatı bir ağacın
hayatı gibidir: Ağaç büyüdüğünü bilmez,
büyümüş bulur kendini. Ağaç gibi şiirin
de sürecini biliriz, izleyebiliriz, ama olu
şumunun dışındayız derim. Tansıktır şi
ir, bize şiir dedirten olay budur" Evet!
Bu döneminizin tansıklığına bakalım.
- Serüven önemli. A. Haşim’e yakın olan şiiri sürdürmeye başladım, ikinci Yeni olayında benim asıl belli olan yö nüm deformasyondur. Ben ik inci Ye- ni’de dille haşır-neşir oldum, dille gidip- geldim. D ikkat edilirse Galile Deni- zi’nde dil birdenbire altüst olmuştur. B i lerek dili bozmak istedim. Dili bozarak neler kazanıyoruz. Dilin bu bozulma et kisini de tn cil’den öğrendim. Incil b e nim için çok önemli bir kitap. Niçin önemli bakın! Incil’i çevirenler bir azın lıklar topluluğudur. Ve azınlıklar toplu luğu, Türkçevi çok da iyi bilenlerdir. Ama nedir etkilendiğim benim orada? Bu adamların yaptığı işte çok önemli bir iş var: Incil’in kalıplarını aynen oraya koymuşlar. Yani düzyazının yapısallığı nı Türkçe’ye aktarmışlar, onu Türkçe leştirmek istemişlerdir. Ben bunlardan çok yararlandım. Bu deformasyonu ora dan öğrendim. Orada önümde böyle bir deformasyon olunca rahat ettim. Bu ara larda sürrealizmi de çok okuyordum. Yani şiirsel dil demek, bir sekide sürre alizmin büyük eğilimlerinden birini ya kalamak demektir. Ve ben bu evrede bu raya çok sokuldum. Dilin deformasyo- nuna, birçoklarının anlamsız dediği bu, bunların başında M emet de var. Anlam sız şiir olmadığmı düşündüm. Ben şiiri arayarak buldum, ama şiiri ararken dile eğildim. Dil bu evrede benim asıl hasta lığım oldu.
-“Ben mitologyamı cumhuriyet üstüne
kurmuşumdur, göndermeleri oradan ya
parım. Bu yüzden kandille çalışanları se
verim...” Kandiliniz ne zaman yanar, ne
zaman söner?
- Şairlik benim için ermişlik, keşişlik işidir. Şair çok fukara, yani azla yetinen bir adamdır. Şairde gördüğüm en önem li olaylardan birisidir. Çünkü ben yine bu evrede Şenlikname kitabıyla özellik le, kültürel kaynaklara sokuluyorum.
Şenlikname kitabındaki konulara bir
göz atalım. Bu kitapta Osmanlı tarihinin bölümleri; hattatlarımız, mimarlarımız, geleneksel kültürümüzün kaynaklan be ni müthiş ilgilendirmeye başladı. Ben bu sırada nesirle karşılaşıyor, tarihçilerimi zi okuyorum. Benim kendime dönme olayımı 1964 tarihiyle bağlıyorum. Bu tarihte ben Paris’teydim. 6 ay kadar ora da kalıyorum, burslu olarak, Fransız kültürüne olan merakımı yıkamıyorum. Çünkü bu 6 ay boyunca ben Rimbaud hangi evde kalmıştı, Lautremont nere de kalmıştı, Sartre hangi sokaktan çık mıştı... Bunlar benim 6 ay içinde bu ev rede kalmamı, bu evreyi yaşamamı sağ ladı. Türkiye’ye döndüğümde, birden bire kendi kendime sorduğum soru şu oldu: “Sen kendin ne yapabilirsen kü çük de olsa onu yapmaksın.” Böyle bir yere geldim, ilk defa Paris’ten geldikten sonra kitaplığımda bütün yabancı yazar- ları gördüğüm zaman utandığımı hisset tim. Ve ilk defa 12 ciltlik Türkiye Tari- hi’ni aldım, onu okudum. Aktüel yaşa mın, kültürden çok eski kültürün yazar larını okumaya başladım. Bunlar için ta rihçiler benim için çok önemli oldu. Ev liya Çelebi’den Kâtip Çelebi’ye kadar, Türk nesri ile de janıştım. Benim bu ev rem ilk olarak Aşıkane kitabı benim kendi kendirrje elimden ne gekrse çıkan kitabimdir. Âşıkhane ben]m kendimi bulduğum k itap tı. Çünkü Âşıkhane’de şiirin macerası sorunlarını daha çok fark etmişimdir. O güne kadar şiire çok ka- rışıyormuşum aa şimdi şiir kendi serü venini sürdürmesi gerekiyormuş gibi... Sanki şiiri ben ikide birde kontrol eden adam mışım da birdenbire bırakmam
gerektiğini hissettim. Şuna bugün inanı yorum: Şiir kendi macerasını sürdürme lidir. Yani bizim şiire karışmamız çok gizli bir şeydir. O akıl bize çok az lazım oluyormuş gibi bir duygudayım. Akıl el bette ki şiire girecektir, ama neresinden girecektir, ne yapacaktır onu iyice ayırt etmemiz gerekecektir. Uzun bir canavar olduğunu fark ettim. Bu canavardan el den geldiğince uzaklaşmamız gerekiyor. Bu canavarın girdiği yerde şiir hemen hemen yoktur.
-
Varis şoku, aydınımızın tarihinde
önem li bir şey. (Karşılıklı kısa konuşma)
“Cumhuriyet benim için kokular, renk
ler, sesler, duygularla yüklü bir tankerdir
sanki,” der, eklersiniz: “Yaz günleri gibi
dir benim için cumhuriyet, içine rahatça
uzandığım. Güzel, uzun otlardır sonra.
Kanda olmuştur ama, öldürmüştür,” (E.
Ayhan, söyleşisi) diyorsunuz. Şiirimde
cumhuriyetin kan rengi var diyebilir mi
siniz? Yoksa, cumhuriyetlerin m i/şiir
cumhuriyetlerinden söz ediyorum elbet!
- Cumhuriyetten kastım çokulusluluk düşüncesi. Bir de cumhuriyet dediğim zaman, sınıflı bir toplumu andırıyor. Sı nıfsız bir toplumu özlüyorüm. Kısacası cumhuriyette insanların paylaşabileceği az çok eşitlikler görüyorum ki böyle bir şey söylemişim. Çok sınıflı bir toplumu, herkesin bilgisine, eşit çalışma biçimine göre eşit hakları olan, her birinin konu- ulduğu, her sınıfın barındığı bir toplum olarak görüyoruz.
Atlas ve Kül
-
Daha m etaforik bir anlam da yüklü
yorsunuz sanki siz orada. Salt bize özgü
bir cumhuriyettense kendi şiirinizin kay
naklarını besleyen bir m etafor olarak al
dım.
- Benim şiir cumhuriyetinde dediğim bütün renkler, bütün kokular da var, b ü tün ulusların kaynaşabildiği yer olarak kullanıyorum. Onu tabii metafor olarak kullanıyorum.
-
Metaforunuzun giderek uçlandığı bir
şiir evreni sunuyorsunuz Atlas ve Kül’de.
Bu şiirinizde şiirinizi vardırdığınız nokta
ya gelelim.
- Kül, daha önce Ada’da çıkmıştı. K ı
sa bir sürede 2. baskı yapmıştı. M. F u at’a göre ikinci Yeni olayını 4 kitapta toplamış, bir cilt haline getirmiştir şiiri.
Galile Denizi, Mısırkalyoniğne ve Otağ
ve Çivi Yazısı. O 4 kitabın dilinde bir birliktelik vardır. Bir atmosfer dili geti rir. Bu dil, ikinci Y en in in dili oluyor, ikinci Yeni olayı da, benim söze dayalı, anlatmaya dayalı, hikâyeye dayalı şiirden bıktığım bir sırada yazdığım bir şiirdir,
‘Galile D enizi’ne aldığım o şiirdir. Çün
kü o şürin gerçekten yenilikçi, toplum cu olarak bizi reddeden insanların der gisinde çıkması... hem o şiirin taktiği gösteriyor ki o ayrı bir şiir. Galile Deni zi’ne aldığım o şiirdir. Ve ben de o şiirin doğrudan doğruya değişmesini kente bağlıyorum. Kente ve A. D ino’ya. Bu at mosfer, bu şiiri var ediyor. Kendi yazdı ğım o şiirlerden bıkmışım. Galile Deni- zi’nde Anadolu’yu da bırakmışım. Çün kü öğretmenlikten ayrıldım. Ankara’ya geldik. Ankara’da Ziraat Bankası’nda yayın bürosunda çalışıyordum. İstan bul’a gidip geliyorum. Yaşamanın birta kım biçimlerine gelmiş. Galile Denizi’ne geldiğim zaman yabancı dile başlıyorum. Yabancı dile başlamamın nedeni var. Bu nun kaynaklarının da Incil olduğunu söylemiştim. Deformasyon olduğunu da söylemiştim. Şimdi M. Fuat 4 kitapta topluyor onları. Sonra ben bu tip şiirle ri Yeditepe’ye verdim. Yeditepe’de de değişik çıkıyor. H. Bozok’un M. Fuat’a söylediği şey de: Benim bu havamın ge rekçesi olarak söylüyor. Ben o söze, doktrine, Marksizm’e dayalı söylemden kaçarak ayrı bir şey kuruyorum. Mark sizm’den ayrılan düşünceden çok tarzı m
değiştiriyorum. Şiirde devrim yapmak, doğrudan doğruya şiirin kendisinde devrim yapmak olayıdır bu. Bir şair çağ daş bir şey getirmediyse bir devrim yap mış olamaz. Konuyu devrim konuları üzerine yazmış olmak, devrimci olmayı gerektirmez. Galile Denizi nde dil, ya pı, anlayış değişmesi var. Onu ben bir devrim olarak alıyorum. Yeditepe’ye gönderiyorum. Erdost’la buluşmam da ilginçtir. Orada bu şiirler çıkmaya baş larken sağdan soldan demek ki benim gibi -onlar bütün bütün yeni insanlar. C. Süreya, E. Ayhan, T. Uyar, Edip- ya zılmakta olan şiirin değişmesi gerektiği ne inanmış olmalılar la birdenbire ben C. Süreya’nın şiirini okuyunca değişik bir şiir yazan insana rasdadım dedim ve bir değişiklik meydana geldi. Bu şürin adım ikinci Yeni koydular. Bu evrem ka pandığı zaman C. Süreya “İkinci Yeni içinde en çok etki yapan I. Berk’tir,” di yor. Ben onun farkında değilim. Ben de ğişik bir şey yazıyorum. O değişik şiirin insanları çıktı ortaya. Hem okur olsun, hem şair olsun, bunlardan bir bıkma çık mış ortaya. Olay böyle. Sonra hepimiz kendi şiirimiz içinde ayn ayn yerlere gel dik. Ben sanıyorum, bundan sonraki Kül olayında tekrar toplumcu olay ağır basıyor. Çünkü Türkiye’de tekrar siya sal sorunlar çıktı. Şürler anlayış olarak geliyor, yazış tarzı olarak değil. Burada da ayn bir dil kullanıyorum. Özellikle de prozlan çok kullanmaya başlıyorum. Bu kitabın önemli bir bölümü de ‘Acının Adı’ bölümünde ve özellikle ‘K ök ile Balta’, ‘Yavaş Karıştım Kalabalıklar Ara şma’ toplumcu şiirin ucu gibi görünüyor bana. Yani soyut şiirden biraz bu tarafa doğru bir gitme gözüküyor bana kav ramlar sorununda.,.
-
P eki Atlas ile bir bağ kurabilir miyiz?
- Atlas, 10 yıllık bir şiir. Onu ilk defa rasdantı olarak F. Edgü basıvor. O , bir çok şiiri kapsıyor. Çok konular var. G e nelde Bodrum olayı var. Benim buraya gelmem ve burarım tarihi ve coğrafyasıy la karşılaşmam. Atlas'ın coğrafyası bu radadır. Ben mekân adamıyım. Gittiğim yerde hemen ilişki kurmaya başlarım. Oranın doğası, insanı beni ilk defa ilgi lendirir. Atlas'ta büyük bölüm Bodrum. O aralarda komünist ülkelere davetler oluyor. Oralarda o kenderi yazıyorum. Bütün o macera da oraya yönelik.
Tarih kavramı
-
Şiirinizde tarihe dönük bir bakış/se
yir çizme de var. Bugünden ‘dün’e dönüş
de diyebiliriz buna. Bu bağlamda şiirini
zi kurarken, amaçladığınız neydi? İstan
bul Kitabı (1980), Galata (1985), Pera
(1990). Bu izleğin şiirleri diyebilir miyiz,
bunlara?
- Soyut bir tarih kavramıyla değil, İs tanbul’un etkisiyle İstanbul üzerine oku maya başlamam. İstanbul’u yaşamayı or taya koymak istediğim zaman, bir tarih çıkmıştır. Bu tarihin en çok kabardığı yer de ‘Kim liknam e’ kitabıdır. İstan bul’da yaşamak bana tarih kavramını ge tirmeye başladı. Paris dönüşü sonrası kendi kaynaklarımıza gitmeye yanaştı ğımda Şenliknam e’de bunları koymaya başlıyorum. Şenliknam e’de de Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum kita bında kullandığım dili değil, ama o tip rozu kullanıyorum orada. Orada dik- at ederseniz yerel şeyler var. Fatih’ten tut da Mavi ve Siyah’a yazılmış şeyler var. Tarih kavramını böyle anlatabilirim. Tabii İstanbul’u yazarken, beni bizim ta rihçilerimiz çok etkiledi. Tarihçileri ben büyük yazarlar olarak alıyorum. Sanki tarih anlatmıyorlar da yazar kendileri. Revaçta olan ‘tarih’ lafı. Tarih kitapları yerine bunlar edebiyat eserleri yazıyor lar. Bu dilin güzelliği... Evliya Çelebi, Kâtip Çelebi... Bu gibi kitaplarla tanış tım. O zamanki Tercüman gazetesinin çıkardığı şeyler müthiş şeyle roldü
be-nim için. Büyük kaynaklar edindim ora lardan. Bizim kuşak biraz böyle baktık. Dün Dağlarda D olaştım Evde Yok- tum’un yıllık bir macerası vardır. Orada mesela Doğu edebiyatına hiç bakmadı ğımı ve Doğu felsefesini hiç okumadığı mı fark ettim. Öğretmen okulunda Berg- son'u bitirdiğimi hatırlıyorum. Mistisiz me kapalı değilim. Marksist felsefeye ait elimden geldiğince çok kitap okuyorum, Fransıza, Türkçe çok okurum. Bütün bu okumalarım hep şiir için; ben K ap itali okurken, para ve değer konularını ince lerken, M arx’m dilinde büyük şiir bul dum. Bir şeye bakarken hep şiir gözüy le bakıyorum. Oradan şiiri nasıl çıkarı rım diye bakıyorum. Tarih b it çeşit ba hane oluyor. Yahya Kemal’deki gibi ben de bir sorun olmamıştır. Y. Kemal sorun yaparak şiir yazmıştır. Ben çağımın şi irinden katıyorum. Tarih anlayışımı ça ğımın içinde görüyorum.
-
A kşit G öktürk’ün, gelenekle bağıntı
nızı im lerken şöyle bir saptaması var:
“Geçmişten seçilme bu tür gereçler üzeri
ne kurulmuş Galata nın şiirselliği ise ger
çekte ik i noktadan kaynaklanır. Birinci
si, işlenen konuya da çok uygun düşürü
lerek, söylemde kim ileyin Kutsal Kitap
anlatımını bile andıran eskid i bir etki iz
leniminin yer yer çarpıklıkla sağlanmış
olması. İkin dsi de, bu yanılsamaya kar
şıt süreçte, tarihsel, dilsel, yazınsal alan
dan derlenmiş bütün bilgilerin, bu alan
ların söylemine yabancılaştırılmış bir dü
zende, yeni söz, imge, anlam bireşimleriy
le dile getirilmesi. ” Bu bir anlamda İlhan
Berk şiirinin geldiği yere dönük bir belir
lemedir. Ne dersiniz? Bu, şiirimiz adına,
bir açılımdır da.
Nefret ve sevgi
- Sevdiğim şeylerle ilgilidir. Şair nefret ettiği veya sevdiği şeyleri yazar. Galata sevdiğim bir şey. ö a la ta ’da dolaştıkça yazmak istedim. Ama nasıl ağımın şiiri nin ucundan tutturacağım? Ben dünya da yazılan şiirin çizgisini yakalamak isti yorum. Bunun için sermayem var. Çok okuyorum. Orhan Koçak’ın benim üze rime bir yazısı vardır. Ben onu çok cid di bir araştırma buluyorum. Benim için ‘Anlatı Doymazı’ diyor. Bir şeyler yaz mak İstediğimde beni ilk çarpan, nasıl anlatacağım. Ben G alata’yı yazmaya baş ladığımda yazma biçimi aradım, kırk de fa denedim. Elde kazanılan var: Beslen me olayı. Beni en çok etkileyen Paysan
de Paris oldu. Ama bunu daha önce
okumuştum. Paysan de P aris’den bir opera bölümü vardır. Paris’teki opera alanı. O alandan başlayarak Paysan de P aris’yi yazar. Ondan sonra da asıl
Ara-E
;on’u sevenler, Paysan de Paris’de yaka- adıklarmı söylerler. Kitabın biçimsel bir devrimi vardır. Beni ilgilendiren onu na sıl anlatacağımdı. Oraya öyle girdim. Bu nu Akşit yakalamış gerçekten. Bir şairin en önemli sorunu, çağdaş şiirde yerini bir seviye olarak alması gerekir. Bura dan başlayamayan bir şiir kendi ölçeğin de ölür, kalır. Türkiye’de yazılan bir şi ire göre bir şair değerlendirilmeye kalkı lıyor. Halbuki öyle şairler var ki; 20 yıl Amerika’da falan yaşamış şairler var; o şiir dıştan çarpıcı bir şiirdir. O Türki ye’ye geldiği zaman o şiirin ölçüsü; Tür kiye’deki şiir eleştirmenleri onu alır. Hal buki eleştirmenin görevi, çağdaş şiiri iz lemiş -bütün ağır basan dillerde- ise, o çizginin değerini verirse bir değeri var dır. Yoksa o şiir kendi içinde Türkiye için iyi olabilir. Dışarısı için değeri yok tur. Sanırım Akşit’in burada yakaladığı birinci etki Paysan de P aris’den geldi, ikinci etki Joy ce’un bir arkadaşına yaz dığı ve mektupta - P era’nın başına aldı ğım- “ ‘D ublin’in, bu kentin görüntüsü, bir gün yeryüzünden silindiğinde bir rehber kitap gibi Ulysses’e bakarak, ye niden eksiksiz bir biçimde kurulsun is tiyorum,” diyor. Bu beni müthiş etkiledi. Tarihçi gözüyle yazmak beni ilgilen dirmiyor. Benim kendi G alata’mı ve Pe- ra’mı yazmam çok doğal da. Ama onu çağdaş metnin çizgisinde yakalayabil mek meselesi çok önemliydi. Bu kadar- cık düşünce beni... E ce Ayhan mesela kızgınlığını bildirmek için bana, “ ‘Reh ber kitap oluyor,’ dedi. Rehber kitap ola bilir, ama rehber kitabın bir yaratısı, bir biçim e sokulabilme meselesi. Bir eleş tirmen, “6-7 Eylül olayı eksik,” diyor. Ben tarih kitabı yazmıyorum ki. Geçen konuşmaların birinde belirttim. “Pera ve G alata’nın daha nasıl bir kitap oldu ğunun farkında değil toplum,” dedim. Bunlar bir şiir kitabı. Bunları en iyi fark eden Akşit ve Refik D urbaş’tır. Kısaca sı benim Pera ve Galata kitabı, düzyazı ile yazılmış -bir kentin bölümleri üzeri ne- şiir kitaplarıdır. Diline gelince baş ka bir dilledir.
-
Burada hemen şunu sormak isterim;
şairin projektörü neye, nereye dönük ol
malı? Sürekli ama...
Tehlikeli kitap
- ilk kitabım İstanbul’dan beri İstan bul’a sevgi duydum. İstanbul, benim o zamanki gözümle bakılmış -komünist gözüm le-bir kitaptır. Birçok yakınım, o kitabımın tehlikeli olduğunu söylemiş lerdir bana. Gerçekten, çünkü burjuva nın nasıl İstanbul’u sömürdüğünü, hai lem çabalarını anlatan bir kitaptı. Kita bın sonunda da İstanbul’un bu ellerden kurtulmasını anlattım. Marksizm her sa natçıya birtakım ipuçları veriyor. Şairin de orada kavradığı yeri bulması gereki yor. H er iki kitapta da beni küçük insan lar ilgilendirmiştir. Küçük insanların ya şamlarım, kenarda sokakları seçmişim- dir, kenardaki evleri, ezik bir yapısı, ya hut da mimari değeri olan bir yapıyı seç- mişimdir. Şair bir ermiş adam, bir keşiş dediğim zaman, yerlerin de bir keşişli ğini anlıyorum. Tarihin sığındığı, çokça kaldığı, tarihin tozu olan yerleri, insan ları arıyorum. Şair böyle bir yerlerde ka lır, böyle bir yerleri seçer. Bir kitaba ba karken veyahut bir yere bakarken bu gö zünü; insanların daha çok yaşadığı ve daha çok okuduğu, daha çok acılar çek tiği yerlerdir buraları. Ama ben acılar çektikleri için değil; insanların emekle ri, her şeyi, sevinci, acısı biriktiği için oralarını çok seviyorum. Benim kendi sınıfsal yaşamımın gereğiydi. Ben şimdi dünyada istediğim bir lokantada, istedi ğim otelde 10 gün, 1 ay, 2 ay kalabilecek durumdayım. Ama hiçbir zaman davet ler dışında, boş kaldığım zamanlarda dı şarıda yemek için 1. sınıf lokantaya git medim. Bakışım dünyaya; sıradan insan ların yaşamları olan yerlerle ilgilenmiş tir, orada oturmuşumdur. Paris’te çoğu zaman bir yemeği zenciyle yediğimi ha tırlıyorum. Daha yalanda Ispanya’dan sonra kendi adıma Lizbon’a gittim, bü tün bir gece dolaştım. Halkın en kalaba lık olduğu bir meyhaneye girdim. O ra da bir duvarcı ustası ile beraber yemek yedik. Dilleri anlaşılmadığı için de onun dilinden o yemekleri yedim ve büyük keyif aldım. Eliot, kendi sınıfı içinde bir giyinişi vardır. Anday da her şeyi açık ol masına rağmen kravatlı, sokakta şemsi yesini alır. Ben hâlâ daha bir ceket yeri ne arkama bir kazak alır çıkarım. Yani tarzlarımız başka. Benim soyumda, oku ma yazma bilen yok. Benim gözümle bir burjuvayı anlatmak güzel olacaktır. Ama ben böyle bir yeri seçiyorum.
-
Deniz Eskisi (1982), Şiirin Gizli Ta
rihi (1983) ile Delta ve Çocuk (1984),
Güzel İrm ak’a (1988) biraz sonra gelece
ğiz. “Ben bakan bir adamım. Deniz Eski
si ile Uzun Bir Adam, belki de, bunu en
çok ortaya koyan kitaplanmdır, ’’ diyorsu
nuz. Yine aynı söyleşinizde şiirinize dö
nük şöyle bir ipucu daha verirsiniz: “Be
nim ta baştan beri vurgulamak istediğim
‘ben’ olmuştur. Buranın (Halikarnas) bu
küçük insanlarına bakarken de kendim i
koydum. ”
Burada, her şiirin ardında bir İlhan
Berk vardır, diyabilir miyiz? (Ece Ayhan,
'İlhan Berk’le Konuşma’, Yazko Edebi
yat, Ekim 1982)
- Başka türlü olamaz zaten. H er şair oraya ben kendimi koydum dediği za man, tabii başka bir şey koyamaz. Ken disindeki beğenilerden kurulu bir çevre dir. Ama onları kendisinde özümlemiş tir. Son konuşmada şöyle bir laf ettim: “Benim bir özelliğim varsa kendimi hiç unutmamamdır.” Ben dünyaya bakar ken hep kendim için bakıyorum.
-
“Kendimi her şeyle yıkıyorum, her ya
na bırakıyorum: Kim olduğumu anlamak
için, Uzun Bir Adam bu yolda atılmış bel
k i de en derli toplu yapıtım benim. Ken
dimi bir nesne yerine koyup bıraktım. (...)
Dünyaya bakarken, onunla alışverişe gi
rerken, tarih içinde aradığım hep bu
‘ben’dir. ‘Ben’in bir yazı olmasıdır, ” diyor
sunuz yine bu söyleşinizde. Bu 'ben ara
yışı, birey olabilm e bilincine erişme/var
ma süreci ile şiirinizin gelişim i üzerinde
(alışveriş) duralım.
- Doğrusu, çok çarpıştım o bireyle, çünkü ben bu toplumun insanıyım. H e pimiz Türkiye’nin içinde yaşaaık. Dışa rıda olmamıza imkân yok. Onun acıları nı, politikanın şaşkınlıklarını, büyük bir grubun ezilmesini görüyoruz. Burada bir insan olarak, bir şair olarak yaşamak is tiyoruz, koymak istiyoruz. Elimizden
f
eldiğince de koyuyoruz. Şimdi burada endımi unuttuğum oluyor. Topluma ya rarlı olacak bir laf bana düşmezmiş gibi geliyor. Ben başka bir şeyi söylemeliymi şim gibi geliyor. Ben çoğu zaman bunu kaybedebiliyorum. Ben toplumcu şiir ya zarken umudum üzerine konuşuyorlar dı. Kendi kendime baktığım zaman umut senin neyine! Umudun yok zaten o toplumda. Belki o da istiyor, ama onun benim gerçeğimin dışında olduğunu fark ediyorum. Ama benim buraya var mam çok zor. Yani ben kendimle, top lumcu şiir içine kendimi koymaya utanı yorum, korkuyorum. Berkeley’in kitabı geldiği zaman okuyamadım bunu, red dettim ben. Dün Dağlarda Dolaştım ’a gelene kadar ben metafiziğe bakama dım. Metafiziğe beş senedir bakıyorum, büyük şiir olduğunu görüyorum. Ayrıca buraya baktığım zaman Doğu’yu da red detmişim. Doğu kültürünü reddetmi şim. Orada dabüyük şür olduğunu far ır ediyorum. Benim Marksist tarihim bu nu böyle göstermiştir. B. Necatigil ile bu nu çok konuştuk. Doğu-Batı ikilemini biz çok acı bir şekilde yaşadık. Ben da ha önce bu malzemeyi almıştım. Hep Marksist felsefeyi okudum, öbürünü reddederek gelmişim. Doğru dürüst bir Marksist terbiye gören bir adam oraya bakmakta bir salanca görmemeli. Benim kuşağım gördü. Ben de gördüm. Baka madık. Bakanların olduğunu da sanmı yorum.'Ben' serüveni
-
Açımlı, yön ve uğrakları farklı bir şi
ir çizginiz var. imlediğiniz üzere; bu şiirin
seyri de şudur, sizce: "Yolunun üzerinde
rastladığı sokaklara bakm ak ister, çünkü
oralarını merak eder, böylece de eğlenir
yolda; sonunda düz bir yola çıktığında,
birçok sokaklarla yıkanmış olarak çıkar.
Yadsıdım önceleri bunu, ama bunun be
nim yapımın gereği olduğunu anlayınca
da rahatladım. Yani bir şair için, sağaltı
cı bir şey. Dün Dağlarda Dolaştım Evde
Yoktum’la gelinen çizgide bunu görüyo
ruz. Burada bir başka şeyi daha görüyo
ruz; Yazma eyleminizin kendi iç denizle
rinde aldığı yol. Simdi buradan dönelim,
daha geniş bir açıyla, Ilhan Berk’in ‘ben’
serüvenine bakalım. Dönüş, sürükleniş,
bağlanış: ‘Söz’e, ‘yazıya. Bu kitap, bun
ların birer göstergesi, bence. Ne dersiniz?
- Ben bu kitap üzerinde konuşmayı m
-
e-TÜYAP 21. İSTANBUL KİTAP FUARI
TÜYAP 21. İSTANBUL KİTAP FUARI
dille İstanbul’da (kentte) yazılıyor. Evve la şair dilin kaynağını iyi anlatmış oluyor. Dilin kökeni olan kenttir; çünkü şair yer- yüzündeki nesnelerle en yakm gelişme nin en büyük ölçüsü olan kentte, onlar la ilişkiye giriyor, onları tanıyor, onları eline alıyor, onları görüyor Kent şairin dile, kültüre bakacağı yer oluyor. Başka bir anlam veremiyorum. Şair, ille de ora ya bakmıyor. Şimdi Bodrum dişi bir kent. İstanbul, Paris gibi dişi bir kent. Ben Bodrum’u yazarken dişiliğini gör medim. Ama biliyorum dişiliğini, şair yi ne oradan geçmeler yapıyor. Şairin bir kitabıdır kent. Şairin önünde bir kitap
f
ibi kente bir bağlılığı vardır. Hele bu ent İstanbul ise, kaç defa söyledim, “İs tanbul gibi bir kenti olan şairlerin başka bir şeye ihtiyaçları yoktur,” dedim. İstan bul gerçekten bir cumhuriyet kenti. Bü tün sınıflar var, kardeşim. Hepsi böyle kaynaşmış; karışıklığın, anarşinin, terö rün garip bir yeri. Şiirin istediği yer. Dur muş, oturmuş, statik bir kent değil. Şair daha ne ister?-
Oktay Akbal, bir yazısında şöyle di
yor, sizin için: “Kitaplarım karıştırdım ye
niden... Baktım her kitapta bir başka ‘Il
han B erk’ var. Beğendiniz, beğenmedi
niz. .. Bir başka ama yine de kendisi. ” Bir
zaman, bırakıyorum şiiri. Halbuki pek çok şair anlatısını o çizginin içinde sür dürür. Onu kitapta yapabilir. Ölürse iyi bir şeydir. Anlatının tekrarı ölümüdür. Çünkü anlatının içinde teknik vardır. Teknik de bayağı bir makinenin tekniği gibidir. Teknik yeknesaklıktır. Tekdüze liğe geldiğini hissettiğin zaman çekilmek gerekir.
-
P eki Ilhan Berk. Burada imge de
önem kazanmıyor mu? Sizin şiir evreni
nizde imgenin yeri önemli. G alile Deni
zi’nden başlayıp, Çivi Yazısı, Aşıkname,
Mısırkalyoniğne, Delta ve Çocuk’a geldi
ğinizde, hatta Güzel Irm ak’ta bu daha yo
ğun, daha m etaforik biçim de öne çıkıyor.
G iderek im gesel betim öne çıkıyor. Siz
şöyle diyordunuz: “Betim, içerik olarak
imgeseldir. ” Bunun şiirinize ağışı, biçim-
lendirişi üzerinde duralım biraz da. Zaten
bu kitapta o daha yoğun bir şekilde orta
ya çıktı.
- Betim, içerik olarak imgeseldir, de mek biraz zor. Eğer bu şiirse öyle. M e sela Bacon’ın denemelerini Eliot müthiş şiirsel buldu. Ben Kâtip Çelebi’de, on dan sonra birçok tarihçimizde anlatım düzeninde müthiş şiirler bulurum. En şi irsel betimlemeyi de çağdaş yazarlar içinde, Sait F aik’te bulurum, mesela. reddettim.
Yapmak istediğim şu: “Benim tümce lerim şu yolla açımlayıcıdır ki beni anla yan sonunda bunların saçma oldukları nı görür. Onlara, onlara tırmanarak, on ların üstüne çıktığımda sanki üstüme tır mandıktan sonra, merdiveni devirip yık ması gerekir. Yani ben bu absürdü kitap ta koymak istedim. Benim en çok Doğu felsefesi okuduğum zamanların sesi...” Gazali kendini yediye benzetirdi, diyo rum. Homeros her sabah yürürdü. Ben bunları bilmiyorum. Ben burada bir mi tos yaratıyorum. Bu meseleyi A. Oktay
‘Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı’ kita
bında uzun bir bölüm koymuş, iyi anla mıştır.
“G erçek benzetmelerde yatar. H içbir laf bundan kurtulamaz.” Ben Fouco- ult’nun kitabını yeni okudum. Okuma dan önce, “Rönesansa kadarki toplum lar benzetmelerle yaşamıştır,” diyor. “Ve benzetmelerle yaşadığı için de sözcükler le nesneler arasındaki ayrım fark edile memiştir, konamamıştır,” diyor. “Onun için de deneysel bilgi ve deneyüstü bilgi arasında insan sallanıp kalmıştır,” diyor. “Rönesansta benzetmeleri bırakıp tem sile ve sözcüğün kendisine yönelinmiş- tir,” diyor. Ben bunları okumamıştım. Ben burada ayrı bir şey koyuyorum. Ben bunun farkında değilim. Şair, şiir bulu yor bunu.
-
Buradan şiirinizin dip sularına gele
lim.
.. - Sonsuzca geçerli sözcükler yoktur. Ölüme yakın sözcükler vardır. Nereden çıkıyor bu laf? Ben bir şeye giriyorum. Orada saçmayı yürütmek istiyorum. Doğru sözü bulmak istemiyorum ben. Doğru sözü bulsam felsefe kitabı olur. Doğru söz ilgilendirmiyor. Şu cümlede şey de var; sözü de kullanıyorum, sözü kullanırken şiirsel oluyor. Şimdi bu düz yazı gibi görünen şeyi alt alta yazdığım zaman şiir oluyor. Bunun zaten farkında yım, ama bu anlatıda yeni bir anlatış var. Sana yeni anlatış, yeni teknik bulmak la zım.
Acı çekmek
-
“Şiiri doğrular yürütür, yanlışlar ya
par,” der ve eklersiniz sonra: “Şiir, ham,
ilkel dili bulmadır. Bu yüzden şiir yaban
dır; vahşidir şair. Bu dünyada ne görüyor
sa, onu ilk kez görüyormuş gibi de şaşkın
dır. Çocuktur yani" Yani acı çekendir, if
lah olmaz biridir de, öyle mi?
- Acı çekilmesi şart değil. Ama benim yine ‘fakir olan şiir yazar’ diye içimde bir şey var. Ben burada bir doğruluk bulu yorum. Ama bilimsel bir doğruluk değil. Acı çekmek şart değil. Homeros’un ne kadar acı çektiğini bilmiyoruz. Yahut Dante’nin sürgünlük çektiğini biliyoruz. Yani acıdan anladığımız yoksulluk me selesi var. Burjuva yaşamış bir adamsa başka acılar çekecektir. Mesela soğuk su içemiyordur, adam. Bu da bir acıdır, ya ni.
-
“H er şairin bir kenti olması gerekir,”
diyorsunuz. Yine sizi ele veren bir sapta
ma: “Pes, İstanbul olmasa ne yaparız!
Nerden gelip nereye gittiğimizi nasıl an
larız? Kendimizi bir yere koyabileceğimiz
bir yer diye bakıyorum ben İstanbul’a.
Bir tarih d iy e”
Peki İlhan Berk, bu sürüklenip gelinen/
sığınılan yerde bir kentte, bir mekâna
bağlanmak bir şair için neden onca ge
rekli? Sonra şairin yurdu/ m ekânı ‘D il’i
değil midir?
- O dili nereden buluyor? işte o dili kentten buluyor. Kent bütün o toplum- ların en gelişmiş yeri. Eski yazarlar ‘İs tanbul D ili’ diye bir şey kurmuşlar. D e mek ki o zamanlar İstanbul’da konuşu lan dilin dışında bir dile de kapalılar. Ta rihçilerimizin diline baktığımızda zen gin bir dildi. Şiirde o kadar zengin bir dil yok. Ama düzyazıda gerçekten tarihçile rin zengin bir dili var. Şimdi bu zengin
de şunları söyler: “Kendisiyle de çelişki
ye düşmekten çekinmeyen, durmadan ye
ni bir ‘kişilik’ arayan, bulan bir şair niye
yerinde sayan, belirli tutkulara bağlı kal
makta direnen, eski beğenilerin düzeyin
den kopmayan kişilerle, anlayışlarla sa
vaşmasın?” (O. Akbal, Uzun Bir Adam.
16.4.1983) Burada da bir başka yanınız
öne çıkar: Değişen, yakışan, gelişen, ara
yan İlhan Berk... Kırgınlıklar, öfkeler...
Sürükleniş... Ve sonuçta her şey şiire taşı
yor. Şimdi bu taşıma serüveni içerisinde
İ. Berk’in oluşumunda en etkileyici şey
ler ne oldular?
- Bir şairin yaşaması kitaplarla oluyor. Yaşamadan bir şey öğrenmiyor , demek istemiyorum. Ama her şeyi şair kitaptan öğreniyor. Yani bütün bu değişim, deği şiklikler şairin okuma alanlarıyla -bir kenti okuma düşüncesini- bakma kazan ma çok etkili oluyor. 5 0 tane yazmak is tiyordum, 2 4 ’te mi 2 5 ’te mi ne kaldım.
-
'Dil, şairin kim liğidir; şairin kanıdır
çünkü’, size ‘Güzel Irm ak’t, yazdıran bir
güç var. Bir im aj var. Bu da yaşamdan a-
ğıp gelen bir şey. Yani şairin penceresi bir
yerlere açık.
- Ben severek büyüyen bir adamım. G erçekten çok severim. G erçekten çok severim dediğim zaman da, tabii 2-3 in sanoğlunu aşan bir şey de değil çünkü. Ben aşka da ölüme gider gibi gidiyorum. Beni durduramayan şeylerden bir tane si. Beni onlar büyüttü...
Beni bir anlatı biçimi ilgilendirmediği
Düzyazıdır, ama o betimler müthiş şiir lerdir. Bu sözle bu tip yazarlardan söz ediyorum, Joy ce’un bütün kitaplarında görürüz. Ö imgesel bir dille, metaforlar- la yazıyor. O rada bir şey anlatmaktan çok bir şeyi düşündürtüyor. Eğer düzya zıda biz şiiri yakalayabiliyorsak mesele çözülüyor. Ama yine şunu söyleyeyim: düzyazı imgesel olmadığı zaman, bu düzyazıdır. Yani romanm dilidir, im ge sel olduğu ölçüde düzyazı şiirseldir. Ben gerçekten düzyazı denerken, Şiir budu- ğum için söylüyorum. Memet Fuat’a gö re ben hep şiir yapıyorum. A. Damar’da mesela. Bunu şür olarak F. Naci, mese la orada şiir görmediğini sanıyor ve b o zuk Türkçe kullan dığını görüyor, mese la. Belki o da doğrudur. E. Ayhan ile. olan konuşmamda S. Faik üzerine dili Yaşar Nabi de söylerdi -savruk bir Türk çe. Ama ikisi de şiirsel. Ben o konuşma da dedim ki: “S. Faik’te savrukluğun er demi var.” Bu Türkçe için daha kavran mış bir şey değil. Düzyazı zaten şeydir. Düzyazı Osmanlıca ölçüsünde büyük şi iri olan A. Ham di’nin dilinde var. Ama tersinden olarak. O muntazam kullan maya çalışıyor, karışık dil kullandığı için onda da bir şey eksik.
-
Tüm bunların bileşim i ‘Galata’dır, di
yebilir miyiz? Bütünüyle düzyazı değil, şi
irsel, im gesel yoğunluğu da var. Ama onu
bir düzyazı olarak da kurabilirdiniz. Düz
yazıdan ayıran bir yanı da var. Orada bir
imge var. Siz bir imgenin peşinden gidi
yorsunuz.
- Eliot’un, Bacon’ın dili için söylediği çok önemli. Yani düzyazıda imgeler kul lanıyor. imgesel dili kullanıyor. Daha iyi bir örnek vereyim. Sartre ile ölümünden önce yapılan konuşmalarının birisinde; karalamalarına bakmak istiyor konuş macı, felsefe kitaplarına bakıyor. Terte miz yazılmış bir şey. Tiyatrolarma bakı yor, altüst, karmaşık diyor, orada. Nedir bu mesele? Düşünce vardı, diyor. O dü şündüğünüz biçim de oraya girer, diyor. H albuki öbüründe imgesel bir dildir. Onun için çeşitli sözcükleri, çeşitli an lamlarıyla yazarsınız diyor.
Diki Dağlarda Dolaştım Evde Yok tum da bunun bir yansıması.
-
“Beni hep uçlar, şiirin o belalı uçlan
ilgilendirmiştir, bir oralarda bulmuşum-
dur kendim i,” diyorsunuz. Şiirinizi bu uç
larda nereye koyuyorsunuz?
Dil çılgınlığı
- Ben öyle sanıyorum ki. Mesela Mı- sırkalyoniğne’yi alalım. B ir şairin çılgın lığı oraya kadar gidebilmiş. Yani dil çıl gınlığı. Yani bir şair çıldırsa oraya İcadar gidebilir. Ben orayı yazdığım kanısında yım. Yazmadığım bir şey var. 50 sayfa içinde noktasız, virgülsüz bir cümle kur mak, bunu yapamadım. Ben buraya da gitmek isterim. Burada o dilin gideceği yer olacak. Şiiri gideceği yere bırakabi lirsin. Zaten o canavarın bir yerden bizi tutmasını kabul ediyoruz. Ama ona biz karar vereceğiz, şürin macerası içinde. Ben o 50 sa>îa içindeki tümceyi sırf dil olayı olarak görmek istedim. Yani dilin kendi kendine çarpışması. Bu mesela 50 sayfalık bir hikâye, deneme olabilir. Ama tabii ki benim kafamda o dil çarpışaca ğı için, girmediği yol, girmediği delik, girmediği mahzen, labirent kalmayaca ğı için bu şiir olacaktır. Şiirin tayin etti ği bir yol yoktur. Şür bir yolculuk, o yol culuğun nereye gideceğini bilmek. O yolculuğun nereye gideceğini bilirsen, oraya gitmek beni mudu edecek. Daha onu kuramadım.
-
“Ben yeraltı suları gibi gizli, yavaş, pa
rıltısını oralarda sürdüren biri olmayı öz
lemişimdir hep. Elbette ki, yeryüzüne de
çıkm ak istedim. Ama aynı gizlilik, aynı
kapalılık, aynı sessizlik, aynı durulukta.
Öte yandan, şiiri, vurucu, ortak, çarpıcı
diye görmüşümdür hep. Değiştirme gücü
nü de bunlara bağlamışımaır. Şiir, rahat
sız etmelidir, değiştirmelidir. Ama hep o
yeraltı sessizliği, güzelliğiyle..." diyorsu
nuz. Ve bu düşüncelerinizde de şu yanı
nıza kapı aralıyorsunuz: “Şiir sanki anla
şılan bir nesne değildir, benim gözümde.
Ya da anlaşılan şiir gözümden düşer de
m ek isterim. Belirsizliktir, şiirin attığı ke
ment.” Evet! A sıl sorun da bu. İşte bu
bağlamda; İlhan Berk şiiri nerededir? Dip
suları nereden gelir, nereye gider, nereae
okyanusa karışır?
- “Sanki olmayan şüri arıyor,” diyor edebiyat tarihçisi... Bu beni çok mudu etmiştir. M. Fuat, “Şürin 4 0 türlü yazı lacağını göstermek istemiştir,” diyor. Ya hut da M. H. Doğan, “Değişkenliği şi irin anayasası yapmıştır.” Bunlar biraz tutulan yerler, ama ‘sanki olmayan şüri arıyor’ daha ilginç. Şair olan bir şeyi n i ye yazsın? H er şair aslında olmayan bir şür yazmak, yeni bir şey yazmak istiyor. Bu cümleyi tam olarak kavrayamıyor ama, sevgi duyuyorum.
-