• Sonuç bulunamadı

Kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılımında hanımlar lokali (Konya örneği)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılımında hanımlar lokali (Konya örneği)"

Copied!
109
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

AİLE DANIŞMANLIĞI VE EĞİTİMİ BİLİM DALI

KADINLARIN SOSYAL VE EKONOMİK HAYATA

KATILIMINDA HANIMLAR LOKALİ

(KONYA ÖRNEĞİ)

BETÜL BAŞÖZ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

PROF. DR. ERTAN ÖZENSEL

(2)
(3)
(4)

ii ÖNSÖZ

Araştırma konusunu nesnelerin ve bilinçsiz-iradesiz-fikirsiz varlıkların oluşturduğu çalışmalar daha objektif ve daha değişmez olabilmektedirler. Fakat araştırmanın ekseninde insan varsa, yapılan çalışmanın değişkenlik gösterme olasılığı artmaktadır. Bu nedenle konusunu insandan alan çalışmalara son noktayı koymak olanaklı değildir. Bilim dünyası, insanı araştırdıkça insanın karmaşık yapısı, bilinmezleri daha da artmakta ve insan karşısındaki acziyetini itiraf etmektedir. Dünyanın en kompleks yapısına sahip olan insanı araştırmak, birçok zorluğuna rağmen ufuk açıcı gelişmeler meydana getirmektedir.

Araştırmamızın konusunu, kompleks olan insanın daha kompleks olan kadın cinsi oluşturmaktadır. Daha kompleks dedim çünkü -yine bilime başvurarak söylemek gerekirse- kadınlar hem hormonsal olarak hem de zihinlerinin çalışma biçimi itibariyle erkeklerden çok çok daha komplekslerdir. Bu kompleksleri göz önüne alırsak yaptığımız çalışmamızda önümüze çıkan zorluklar daha açık ortaya çıkacaktır. “Kadın” üzerinde çokça araştırma yapılmasına karşın yine de türünün en çok çilesini çeken varlıktır. Çektiği çilelerden de olsa gerek birçok yönden zorluklara mukavemet gücü takdire şayandır.

“Kadın” geleneksel kabulde evsel rolleriyle ön plana çıkan bir anne, bir eş ve bir evlattır, fakat çalışma arkadaşı değildir-hatta olmamalıdır. Bu geleneksel kabulün kırılmasında elbette birçok faktör rol oynamıştır, bu faktörlerin en başta geleni ise Batı’ya ayak uydurma çabamız olan modernleşmedir. Gelenekselin karşısında konuşlandırılan modernlik, bize tepeden inme bir süreç yaşatsa da zamanla geleneklerle harmanlanarak içimize yerleşmiştir. Öyle ki şu an ne geleneksel ne modern ayırt etmek zor hale gelmiştir.

Araştırmamızda modern bir yapılanma olan “Hanımlar Lokali(ASEM)”, kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılımı bağlamında incelenmeye çalışılmıştır. Mülakat çalışması gerçekleştiğimiz lokallerde, yapılan güzel çalışmaları ortaya koyarken, kadınların gözünden bir bakışla lokallere bakmaya çalışılmıştır. Bu çalışmamıza elbette birçok kişinin yardımı-desteği-ilgisi ilmek ilmek dokundu. Bu kişilerin hepsinin ismini saymak mümkün olsa da çok fazla yer kaplayacağından bazı isimlerle kifayet edilecektir. Lokallerde araştırma yapabilmemiz için iznini esirgemeyen Komek Şube Müdürü sayın Abdullah KALELİ’ye, ilgisinden dolayı

(5)

iii

Komek Merkez Koordinatörü Çiğdem GÖK hanıma, samimi ve değerli katılımcılara teşekkürü borç biliriz.

Çalışmamda emeği geçen, tezimin her aşamasında bilgisine başvurduğum çok yoğun olan tez danışmanım, lisans ve yüksek lisans hocam Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ertan ÖZENSEL’e ve bölümün diğer hocalarına, hayatım boyunca desteklerini esirgemeyen anneme, tezimin başlarında yanımızda olan babama ve kardeşlerime ve bana vahiyle zihinsel bir altyapı sunan Abdurrahman hocama en içten-en kalbi teşekkürlerimi sunarım. Ve sona bıraktığım ama en başta söylemem gereken, kalemle yazmayı öğreten, doğru yolu göstererek insanların bencesine bırakmayan, tek kitaptan sorumlu tutarak binlerce kitaptan muaf tutan, beni ve sevdiğim her şeyi sevgiyle var eden, yaratıcım her şeyim olan Rahman ve Rahim Rabbime sonsuz kere teşekkür-hamd ediyorum.

(6)

iv ÖZET

Kadın konusu bütün toplumlarda değişmeyen meselelerdendir. Dünden bugüne kadının geçirdiği sosyal değişime bakarak toplumsal değişimin nasıl gerçekleştiği hakkında fikir sahibi olunabilir. Kadın araştırmaları, birçok kez kadını nesneleştirerek hep erkek üzerinden yapılmış olsa da toplumun yaralarını gösterme açısından bu araştırmalar kayda değer olmaktadır. Kadın tarihine bakıldığında, kadın genellikle evsel rolleriyle öne çıkmaktadır; temizlik, yemek, ütü, çocuk bakımı vs. Bu rollerin kadına kalmasının önemli bir sebebi de şüphesiz çocuktur. Çocuğun annesine olan fiziksel ve duygusal bağlılığı kadını eve daha çok çekmektedir. Diğer roller ise kültürel olarak kadına yüklenmiştir ve erkeğin o rolleri yapması tuhaf karşılanmıştır. Batıya ayak uydurma çabası olan modernleşmeyle kadın, kamusal alanda daha fazla yer almaya başlamışsa da eski rollerinden bir eksilme olmamıştır. Bu da beraberinde birçok sorunu getirmiş kadınların sorunları çeşitlenerek devam etmiştir.

Bütün bu sorunların ardından, kadınların -ister çalışsın isterse çalışmasın- yüklenen sorumluluklara dayanabileceği, kendini rahatlatabileceği ortamlara ve aktivitelere ihtiyacı artmıştır. Hayatın zorluklarından uzaklaşmak, zihnen ve bedenen kendini rahatlatmak isteyen kadınlar çeşitli arayışlar içine girmişlerdir. Bu arayışlara cevap niteliğinde olan yerlerden birisi ise belediyelerin bayanlara yönelik açmış oldukları “Hanımlar Lokali(ASEM)”dir.

Araştırma konusunu oluşturan “Hanımlar Lokali(ASEM)” merkezindeki bu tez çalışmasının amacı;, “Hanımlar Lokali(ASEM)”nin, kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılımında ne derece etkili olduğunu, kadınların hayatlarında nasıl bir yer teşkil ettiğini sosyolojik olarak gözlemlemek ve içeriden bir bakış açısıyla ışık tutmaktır. Bu amaç çerçevesinde 2015’in sonları ile 2016’nın başlarında yapılan, nitel araştırma yöntemlerinden görüşme tekniği, görüşme tekniklerinden ise yarı yapılandırılmış görüşme tekniği uygulanarak, 6 lokalde toplam 30 kursiyerle görüşülmüştür. Son olarak da görüşme sonuçları derlenerek yorumlanmaya ve açıklanmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Kadın, Modernleşme, Belediye, Hanımlar Lokali, Sosyoloji

(7)

v ABSTRACT

The subject of women is one of the unchangeable matter in all societies. One can have an opinion about how social change occur in a society by looking at social change of women. The social researches about women’s place in society are important since these researches show corruption of society although researches behave women asif they are objects which belong to man. İf one glances on the history of women generally come forward with dutics like cleaning, cooking, ironing, child care etc. One of the important reason why women do these work is surely the children they have. The child’s phsical and emotional attachment for his/her mother makes women feel more responsible about staying at home. The other rolls like doing housework is culturally emposed on women and doing these housework by men is found strange in society. Although with the modernization in an effort to accommodate west. Women began to take more rolls in public space and didn’t lose any of her other old duties.

And along with this; many new problems of women have been occured and continued with increasingly. After all these obligations a arosen from their duties, it dosen’t matter if women work or not, women’s need to withstand responsibilities they take, to relax in a suitable environment and activities for relaxing has been increased. Women who want to move away from the challenges of life and who want to relieve themselves by physically and mentally have begun to many searches. As an answer to that kind of searches municipalities have founded “Hanımlar Lokali(ASEM)”-Locals for Ladies that only serve for women.

The aim of this thesis which takes place in “ASEM” is to light the wayfor and observe sociologically how these locals take place in women’s life, to what degree these locals influence participation of women in social and economic life from the view of women their own. İn this purpose at the beginning of 2015 and eary 2016 six locals and thirty trainees in total were interviewed. Among the Qualitative research methods, observation technique and among the observation techniques semi structured interviews technique have been used. Finally interview conclusions have been compiled and tried to interpret and explain.

(8)

vi

İÇİNDEKİLER TABLOSU

ÖZET ... iv ABSTRACT ... v KISALTMALAR ... viii GİRİŞ ... 1 I. BÖLÜM ... 6

1.TARİHSEL SÜREÇTE GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KADIN ... 6

1.1. Geçmişten Günümüze Kadın Algısının Değişimi ... 6

1.1.1. Modernleşme Öncesi Kadın ... 6

1.1.2 Modernleşme Sürecinde Kadın ... 11

1.1.3. Post-Modern Dönemde Kadın ... 15

1.2. Tarihsel Süreçte Türk Toplumunda Kadın ... 18

1.2.1. Eski Türk Toplumlarında Kadın ... 18

1.2.2. Osmanlı Toplumunda Kadın ... 20

1.2.3. Türkiye Toplumunda Kadın ... 24

1.3. Kadınların Türkiye Toplumunda Karşılaştığı Sorunlar ... 29

1.4. Türkiye’de Kadınların Sosyal ve Ekonomik Hayata Katılımı ... 34

2.SOSYAL BELEDİYE FAALİYETLERİ ... 41

2.1. Osmanlı Devletinde ve Türkiye’de Belediye Kavramı ... 41

2.2. Belediyelerin Görevleri ve Sosyal Belediyecilik ... 42

2.2.1. Kadınlara Yönelik Türkiye’deki Belediye Faaliyetleri ... 43

2.2.2. Kadınlara Yönelik Konya’daki Belediye Faaliyetleri ve “Hanımlar Lokali(ASEM)” ... 45

3.ARAŞTIRMA BULGULARI ... 49

3.1. Kişiler ... 49

3.2. Katılımcıların “Hanımlar Lokali”ne devam etme süresi: ... 50

3.3. Katılımcıların “Hanımlar Lokali”nde devam ettikleri kurslar: ... 51

3.4. “Hanımlar Lokali”nin yeterlilik düzeyi: ... 53

3.5. “Hanımlar Lokali”ne başlama amacı ve amacını gerçekleştirme oranı: ... 56

3.6. “Hanımlar Lokali”nin katılımcılar için önemi:... 60

3.7. “Hanımlar Lokali”nin sosyal yaşama etkisi: ... 64

3.8. “Hanımlar Lokali”ndeki arkadaşlıkların dışarıda da devam etme oranı: .... 68

3.9. “Hanımlar Lokali”ne katılımı zorlaştıran şartlar: ... 71

3.10. Katılımcıların devam ettiği kursların haricinde “Hanımlar Lokali”nde bulunma oranı: ... 74

(9)

vii

3.11. “Hanımlar Lokali”nin katılımcılara getirdiği değişim ve çevrenin bu

değişimi değerlendirmesi: ... 76

3.12. “Hanımlar Lokali”nde katıldığı kurslarda ilerlemeyi düşünme oranı: ... 81

SONUÇ ... 87 KAYNAKÇA ... 92 EKLER ... 98 EK-1 ... 98 T.C ... 99 ÖZGEÇMİŞ ... 99

(10)

viii

KISALTMALAR

A.g.e : Adı geçen eser

ASEM: Aile Sanat ve Eğitim Merkezi Bkz : Bakınız

Ed : Editör

Vb : Ve benzeri

(11)

1 GİRİŞ

Kadın, biyolojik bir kategori olduğu kadar aynı zamanda sosyal açıdan da bir kategoriyi oluşturmaktadır. Kadın konulu araştırmalara baktığımız zaman çoğunlukla kadının “aile incelemeleri” içinde, anne ve/veya eş rolünü yerine getiren bir kişi, “bir grup” üyesi olarak ele alındığı görülmektedir. Kadının bir sosyal kategori olarak tek başına ele alınan çalışmaların artması ise özellikle Batılı toplumlarda feminist akımların güç kazanmaya başladığı zamanlara denk gelmektedir. Bu akım kadının sadece “aile üyesi” olarak incelenmesine karşı kadına yeni bir perspektifle bakılmasını ve kadını sosyal bir kategori olarak görülmesini hızlandıran bir etken olmuştur (Çelebi, 1990: 1). Fakat günümüzde kadının tek başına fert olarak ele alındığı araştırmalar artmış bulunmakla birlikte yine de erkek egemen bir bakış açısını sezmek mümkündür. Her şahsın kendine özel tarafları, biricikliği düşünülürse, kadın kategorisinin de bulunduğu toplumla aydınlatılacak özelliklerinin yanı sıra kendi başına ele alınarak incelenmesi gereken bir kategori olduğu anlaşılacaktır.

Kadın, geçmişten günümüze devamlı gündemde kalan konular arasındadır. Dünya nüfusunun ortalama yarısını oluşturmasının ötesinde bir öneme sahiptir. Bir bebeğin annesi olarak aynı vücudu paylaştığı, doğar doğmaz karşılaştığıdır kadın. Bir nevi insanlığın yükünü çekendir. Anneden sonra ise kadın eştir, arkadaştır, evlattır. Kısacası kadın insan soyu için olmazsa olmazlardandır.

Toplumlardaki özellikle Türk toplumundaki kadın algısı, evsel rollerle bütünleştirilmiş bir nitelik göstermektedir. Bu durum kadının hem doğum yapabilme özelliğinden hem de ev becerilerinin gelişmiş olmasından kaynaklanmaktadır. İstisnalar mevcut olsa da ev kadınla eve benzer ve bir atasözünde de vurgulandığı gibi “yuvayı dişi kuş yapar”. Kadının evsel rolleri yadsınamaz fakat kadın sadece evsel rollerle mi var olur? Doğmadan toplumun biçtiği rollere yapışık mıdır kadın, onun da daha farklı ihtiyaçları yok mudur? Daha da artırılabilecek bu sorular sıkça sorulmakta ve cevap aranmaktadır. Bu sorulara belki de sorunlara çözümler üretilirken bazen ölçü kaçırılarak, hepten kadının evsel rolleri yok sayıldığı da olmuştur. Fakat yine olan kadına olmuş, ifrat tefriti doğurmuştur.

. Kadını psikolojik, sosyolojik, tarihsel olarak tanımadan yapılan her türlü çözümleme, tanımlama eksik kalacaktır. Bu nedenle kadın konusu çokça yazılıp

(12)

2

çizilmesine rağmen yine bilinmezlerle doludur. Bu çalışmanın da merkezinde kadın olması hasebiyle, konunun hassasiyeti biraz daha artmaktadır.

Toplumda kadının yaşadığı değişimi anlamak aslında toplumun değişimini anlamakla eş değerdedir. Kadının tarihi insanlığın tarihidir çünkü yaşanan zihniyet değişiminin etkileri, kendini en çok kadın üzerinde göstermiş, görünür kılmıştır. Dünden bugüne, gerek dünyanın gerek Türkiye’nin geçirmiş olduğu değişimlerin insanlar üzerinde önemli aksülamelleri olmuştur. Toplumların değişim sürecinin yavaş gerçekleştiği düşünürse, modernleşme ile geçirilen değişimlerin baş döndürücü bir şekilde gerçekleştiği görülebilmektedir. Yaşanan değişimleri olumlu yöne çevirebilmek için ise eğitim önemli bir role sahiptir.

Yaşanan bu değişimlere ayak uydurmak için insanlar birçok çalışmalarda bulunmuşlardır. Teknolojinin de gelişmesiyle birlikte, her insanın bilgiye ulaşmasının yolu kolaylaşmıştır. Herkes her şeyden biraz bilmekle birlikte bir konu üzerinde etraflıca bilgi edinmek maalesef çoğu insanın tercihi olmamıştır. Yaşanan bilgi kirliliğini de düşündüğümüz zaman, bugün insanların eğitilmesi fikirsel olarak hayati önem taşımaktadır.

Eğitimin yaşı yoktur. Beşikten mezara kadar insan, hep öğrenir, tecrübeler kazanır ve tecrübelerini aktarır. Oldum noktası olmadığı için de bu süreç ölene kadar devam eder gider. İnsanların ilgileri, yetenekleri, bilgileri, akılları, sosyalleşmeleri farklı farklı olduğu için yönelimleri de farklı farklı olmaktadır. Eğitim verilirken bu değişkenleri ve cinsiyet değişkenini de göz önünde bulundurmazsak vereceğimiz eğitim birçok insanın ihtiyaçlarına cevap vermez bir niteliğe bürünür.

Eğitim denilince aklımıza çoğu zaman okullar gelir. Hâlbuki eğitimin mekânı yoktur. İnsan her şartta, her koşulda ve her mekânda az ya da çok bir şeyler öğrenir. Fakat bazı konularda eğitim verilirken belirli mekânlar aranır. Gerek eğitimi verecek kişinin azlığından olsun gerek materyal gereksiniminden olsun, belirli bir mekân gereksinimi hisseder insan. Bu nedenle uzmanlık gerektiren konularda mekân önemli bir ihtiyacı karşılar. Hem maddi hem de psikolojik olarak insan kendini eğitime daha hazır hisseder.

Bu eğitim kurumlarından biri de belediyelerin gerçekleştirmiş olduğu, bayanlara yönelik “Hanımlar Lokali(ASEM)”dir. Kadınların sosyal, ekonomik, sağlık, psikolojik ihtiyaçları düşünülerek yapılandırılmış olan “Hanımlar Lokali(ASEM)”

(13)

3

birçok alanda eğitim vermektedir. Sadece Konya merkezde 6 tane şubesi bulunan “Hanımlar Lokali(ASEM)” Türkiye’nin birçok bölgesinde de eğitim vermektedir. “Selçuklu Hanımlar Lokali(ASEM)”, “Meram Hanımlar Lokali(ASEM)”, “Karatay Hanımlar Lokali(ASEM)”, “Alavardı Hanımlar Lokali(ASEM)”, “Mengene Hanımlar Lokali(ASEM)”, “Mümine Hatun Hanımlar Lokali(ASEM)” Konya’da bulunan lokallerdir. Lokallerin meslek dallarında, kadınların çokça rağbet ettiği el becerilerini geliştiren “Mefruşat”, “Takı Tasarımı”, “İğne Oyası”, “Kurdele Nakışı”, “Şiş Örgü”, “Resim”, “Ebru” gibi alanların yanı sıra; “Yüzme”, “Plates”, “Aerobik”, “Spor” “Arapça”, “Osmanlıca”, “İngilizce” ve “Bilgisayar” gibi çok çeşitli alanlar mevcuttur. Kurslara kayıt ücretli olup, kaydolan kişilerin üç branşa katılabilme hakları mevcuttur. Bu araştırmada kadının evsel rolünü yadsımadan, kadına yönelik yapılmış, belediyelerin hizmetlerinden biri olan “Hanımlar Lokali(ASEM)” incelenecektir. Lokallerin toplumda nasıl bir konuma sahip olduğu, kadınların sosyal ve ekonomik hayatına ne şekilde değişimler yaşattığı incelenmeye çalışılacaktır Yapılan çalışma boyunca kurslarda sadece “Hanımlar Lokali” ismi kullanılmaktaydı. ASEM yani “Aile Sanat ve Eğitim Merkezi” ismi ise tezin sonlarına doğru kullanılmaya başlanmıştır. Bu nedenle tez başlığında ASEM ismi yer almamaktadır. Bu nedenle tezin içeriğinde “Hanımlar Lokali” isminin geçtiği yerlerin yanına ASEM yazılarak yeni ismi ile birlikte belirtilmeye özen gösterilmiştir.

Bu araştırmanın amacı, hızla gelişmekte olan Türkiye’nin birçok alandaki atılımlarından biri olan, kadınlara yönelik gerçekleştirilmiş “Hanımlar Lokali(ASEM)”nin, kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılımında ne derece etkili olduğunu, kadınların hayatlarında nasıl bir yer teşkil ettiğini gözlemlemek ve içeriden bir bakış açısıyla ışık tutmaktır.

Bu araştırma nitel bir araştırmadır. Nitel araştırma “gözlem, görüşme ve doküman analizi” gibi nitel veri toplama yöntemlerinin kullanıldığı algıların ve olayların doğal bir ortamda bütüncül bir şekilde ortaya konmasına yönelik nitel bir sürecin izlendiği bir araştırma olarak tanımlamak mümkündür (Yıldırım & Şimşek, 2008: 39). Yapılan bu araştırmada nitel araştırma yöntemlerinden görüşme tekniği uygulanmıştır.

Görüşme tekniği, bilgi verecek kişilerle araştırma yapan kişinin yüz yüze gelerek konuşması ve sorulan sorulara, kişilerin cevaplarını görüşme formu üzerine

(14)

4

doldurulması işlemidir. Görüşmenin anketten farkı görüşmecinin bir boyut olarak gözlem süresi içinde görüşülen kişiyle birlikte olmasıdır (Çelebi, 1996: 120-121). Bu durum da sorulan sorulara gerektiğinde daha derinlemesine cevaplar alınabilmesine olanak tanımaktadır.

Görüşme tekniği kendi içinde yapılandırılmış, yarı-yapılandırılmış ve yapılandırılmamış görüşmeler şeklinde sınıflandırabilir (Karasar, 1998). Bu araştırma ise görüşme türlerinden yarı-yapılandırılmış görüşme tekniği uygulanarak gerçekleştirilmiştir. Mülakat 15 sorudan oluşmaktadır. Gerçekleştirdiğimiz mülakat soruları, “Hanımlar Lokali”nde yüz yüze sohbet havasında yöneltilmeye çalışılmıştır. Katılımcılarla yapılan görüşmeler, izin alabildiğimiz hocalarla ders içinde gerçekleştirilmiştir. Bunun dışındaki görüşmeler ders aralarında veya ders sonlarında kantinde ve ortak oturma alanlarında gerçekleştirilmiştir. Ders içinde görüşme yapmaya izin alabildiğimiz hocalar el işleri alanında olan hocalar olmuştur. El işi alanında üretilen ürün, hoca ile bire bir iletişim kurarak öğrenilmektedir. Bu nedenle sırası daha gelmeyen veya sırası gelmiş işini öğrenmiş kişilere mülakat sorularını sormak mümkün olabilmiştir. Ellerindeki el işlerini yaparken bir yandan da kendilerine yöneltilen soruları rahatça cevaplamışlardır.

Araştırma gerçekleştirirken katılımcılar olabildiğince farklı branşlara devam eden kursiyerlerden seçilmiştir. Seçilen kursiyerler genellikle 3 farklı branşa devam eden kişilerden meydana gelmektedir. Farklı branşlardaki kursiyerlerin tercih edilmesinin sebebi ise görüş çeşitliliğini sağlayabilmek ve bu şekilde sonuçların daha sağlıklı çıkabilmesi içindir.

“Hanımlar Lokali(ASEM)”ndeki araştırmada örneklemiz 30 kişiden oluşmaktadır. Her lokalde 5 kişiyle olacak şekilde toplam 6 lokalle görüşülmüştür. Bu görüşmeler 2015’in sonları ile 2016’nın başlarında gerçekleştirilmiştir. Araştırma bizzat lokallerin içinde gerçekleştirilmiştir. Bu şekilde lokalin dışında ilgiyi başka yerlere çeken unsurlardan uzak durulmuştur. Araştırmaya öznel yargılarımızı katmamaya özen göstererek sadece kadınların düşünceleri, rahat bir ortamda konuşulmaya çalışılmış ve notlar alınmıştır.

Nitel araştırmaya geçmeden ise kadının dünden bugüne yaşadığı değişimden söz edilecektir. Gerek dünya çapında olsun gerek Türkiye özelinde olsun, kadının değişimi kuş bakışı incelenmeye çalışılacaktır. “Kadınların Sosyal ve Ekonomik

(15)

5

Hayata Katılımlarında Hanımlar Lokali(ASEM)” araştırması iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde “Tarihsel Süreçte Geçmişten Günümüze Kadın” ana başlığı altında, kadının geçirdiği değişimlerin teorik çerçevesi sunulmaya çalışılacaktır. İkinci bölümde ise “Araştırma Bulguları” yer almaktadır. Bu bölümde alan araştırmasında yapılan mülakat çalışmasının sonuçları analiz edilmeye, cevaplar yorumlamaya çalışılacaktır. Sonuç kısmında ise bütün verilerden hareketle “Hanımlar Lokali(ASEM) hakkında değerlendirmeler yapılarak öneriler sunulacaktır.

(16)

6 I. BÖLÜM

1.TARİHSEL SÜREÇTE GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KADIN

1.1. Geçmişten Günümüze Kadın Algısının Değişimi

1.1.1. Modernleşme Öncesi Kadın

“Değişme, her haliyle var olmanın gereği olan sonuçlardan birisidir.” Toplumsal değişme ise genel olarak her türlü grupsal, kurumsal ve örgütsel yapının, ilişkiler ağının öğeler ve işlevlerinin değişmesi olarak tanımlanabilir. “Değişim iyi ve kötü birbirini izleyen çevrimsel bir süreçtir.” Bu nedenle değişim, mutlak iyiye veya mutlak kötüye olmaz, yerine ve durumuna göre sonuç iyiye veya kötüye varabilir (Aydın, 2011: 97-100). Değişme hareketli olan her şeyin ortak kaderidir. Hiçbir anın, tıpatıp aynısı tekrarlanamaz bu âlemde. Bu nedenle değişime engel olmak, gelişime engel olmakla eş değerdedir. Burada önemli olan, kaçınılmaz değişimin seyrinin olumlu yönde akabilmesidir.

Sosyal ve kültürel olguların ilk insan topluluklarından, modern toplumlara kadar dinamik karakterde oluşu bilinen bir gerçektir. Ancak bu değişim toplumdan topluma, kültürden kültüre farklılık göstermektedir (Frayer’den Aktaran: Özüdoğru Erdoğan, 2010: 28). Toplumsal değişim, bazı zamanlarda hızlı, bazı zamanlarda yavaş bile olsa kaçınılmaz olarak gerçekleşir. Yeryüzünün mayasıdır adeta değişim.

Kadın biyolojik açıdan bir kategori olduğu kadar sosyal açıdan da bir kategori olmaktadır. Kadın incelemelerine baktığımızda, kadının sadece sosyal bir kategori olarak kavramlaştığı çalışmaların sayısını, diğer sosyal kategori örneklerini konu eden çalışmalara nazaran az olduğunu görüyoruz. Kadın çoğunlukla aile incelemeleri içinde, anne ve/veya eş rolünü oynayan bir kişi, bir grup üyesi olarak ele alındığını görüyoruz (Çelebi, 1990: 1). Günümüzde ise kadını tek başına ele alan çalışmalarda bir artış gözlemlenmektedir. Kadının değişimini, toplumun değişiminden bağımsız ele alamayız. Fakat kadını sadece toplumdaki rolleriyle tanımak da eksik bir tanımlamaya götürür bizi.

Tarih boyunca dünyadaki kadın ve erkek sayısı yaklaşık olarak birbirine yakın olmuştur. Harplere, afetlere, salgınlara ve kazalara rağmen bu denge devam böyle eder gider (Yürük, 2012: 16). Kadın ve erkek arasında niceliksel bir dengeden söz edebiliriz

(17)

7

fakat ne yazık ki tarihsel süreçte niteliksel olarak bir dengeden, eşlikten söz etmek oldukça zordur.

Eski zamanlardan günümüze, hatta Havva anamızdan beri kadın “zayıf cins” olarak adlandırılmış ve erkekler tarafından yönetilmiş ve genelde ikinci sınıf insan muamelesi görmüştür. “Tarihte kadına yönelik şiddet, mitolojik öykülerin içine de yerleştirilmiştir. Böylece mitler aracılığı ile kadının ikincil konumu pekiştirilmiş ve kadına şiddet uygulamasında haklı gerekçeler oluşturması için bir can damarı sağlamıştır” (Köşgeroğlu, 2010b: 31). Erkekler de geçmişte yaşanan bu mitolojik örneklerle kendi şiddetini meşrulaştırabilmiştir.

Toplumsal değişmenin hızla geliştiği toplumlarda kadının rolünde ve aile içi karar alma noktasında bazı değişmelerin kadın lehine olduğu varsayılmakla birlikte bu değişimin niteliği de önemli olmaktadır. Toplumdaki kentleşme artsa da çalışan kadın sayısının sınırlı kalması, kadının statüsünde ve rolünde fazla bir değişime sebep olmayabilir. Eğitim seviyesi ve çalışma durumu kadın için önemli bir değişkendir fakat değişimi açıklamak için yeterli olmayabilirler (Orçan, 2008: 46). Bu nedenle kadını anlamak için tarihsel, sosyal, kültürel, siyasi, psikolojik birçok faktörle ele almamız gerekir. Diğer türlü değişimi anlamamız ve açıklamamız, körün fil tarifine benzemekten öteye geçemez.

“Kadınların tarihi de, onların haklarının ve özneliklerinin tanınmasının reddinin egemenliğinde geçti. Kadınlar toplumsal işlevlerine indirgenmişti.” Her alanda ve dünyanın her yerinde erkeklerin kadınlara değerler, normlar ve yaşam biçimleri dayatan güçler tarafından ezildiklerinde, kadınların seslerini dinleme, temel haklarını ele alan ortak eylemleri çözümleme gereksinimleri de bundan kaynaklanır (Touraine, 2007: 292-293). En çok zulüm neredeyse, en çok çığlıklar da oradan yükselir ve genelde de çözüm arayışı yine aynı yerden gelir.

“Eski çağlarda Doğuda kadına, her türlü adalet ve haklılık kurallarının dışında davranılırdı.” Doğuda eski çağlarda kadının adil işlem gördüğü yerler oldukça azdı. Bütün ilkel kıtalarda, Afrika ve Okyanusya’da, Amerika’nın yaban bölgelerinde, Avrupa’nın karanlık çağlarında kadının durumu hiç de iç açıcı değildir (Nuri, 1993: 3).

Modern toplumun temel dinamiği olan mobilite-sosyal hareketlilik, modern öncesi Batı toplumlarında söz konusu olmamaktadır. “Toplum soylular ve soylu

(18)

8

olmayanlar olarak dikey bir tabakalaşma içindedir. Bu dikey tabakalaşmada her sınıfın bir giyim şekli vardır. Soylu olmayanlar soylu olanların kıyafetini taklit etmeye kalkıştıklarında, en hafifi para cezası olarak başlayıp hapis cezasına kadar varan bir dizi caydırıcı yaptırıma uğrarlar.” Örneğin Fransa’da yağ tüccarının karısı, ne kadar çok zengin olursa olsun bir prensesin ya da kontesin giydiği elbiseyi giyemez, onun kurdelesine benzer bir kurdele takamaz. Çünkü yağ tüccarının karısının elbisesine kaç cm kurdele dikeceği kanunlarca belirlenmiş durumdadır (Barbarosoğlu, 2015: 20-21). Roma hukuku, tıpkı Yunan uygarlığında olduğu gibi boşanma hakkı sadece erkeğe tanınmıştı. Erkek istediğinde, sebep göstermeksizin karısını boşayabilirdi. Uzak doğu uygarlıkları da benzer şekilde kadının pek kıymeti yoktu. Babanın çocukları üzerindeki otoritesi o kadar fazlaydı ki, baba tarafından çocuklar satılıp öldürülebiliyordu (Kırkpınar, 1999: 32). Eski Hint ailesi ise aslında anaerkil bir aile yapısına sahipken, daha sonraları ataerkil bir aile yapısına dönüşmüştür. Hint düşüncesine göre bir erkek çocuk saadetken, kız çocuk felaket olarak nitelendiriliyordu. Dul kadınlar evlenmez hatta yakılırlardı. Boşanma hakkı da sadece kocaya aitti. İran hukukunda da evin reisi erkekti. Kadın ve çocuklar babalarına itaat etmek zorundalardı, aksi takdirde mirastan dahi pay alamazlardı (Kırkpınar, 1999: 33). Yahudilerde ise aile dini bir toplum olarak algılanıyordu. Baba ruhani bir kimliğe sahip bulunuyor, miras erkeğe göre düzenleniyordu. Kadının bu kötü statüsüne karşın tarihte ilk düzenli aile Musevi ailesi olarak görülmektedir (Kırkpınar, 1999: 34). Diğer kültürlere baktığımız zaman da kadının toplumsal statüsünde hiç de iç açıcı şeylere rastlanamamaktadır.

Yahudilikte kadın bütünüyle insan olma hakkından mahrumdu. Evlilik ile kadının her hakkı, hatta canı bile satın alınmış oluyordu. Kadına en katı namus kuralları uygulanırken, erkek birden çok kadına sahip olma hakkını elinde bulunduruyordu. Erkeğin canı isterse, keyfi olarak yeni evlendiği kadını kovma hakkına dahi sahipti (Köşgeroğlu, 2010a: 115). Yahudilikte, kadınlara özel bir durum olan hayız halinde kadın lanetli görülür ve hayız hâli bitene kadar evin dışındaki bir kulübede kalırlardı. Havva’nın Âdemi çeldirdiği için tanrı tarafından cezalandırıldığını, hayız halinin ve çocuk doğurmanın bu nedenle kadına verildiğini savunurlardı.

(19)

9

Batı dünyasında da Sanayi Devrimi’ne kadar kadın-erkek arasında bariz bir eşitsizlik vardı. “Bazı Hıristiyan mezheplerinde, Ortaçağda kadının insan olup olmadığı tartışılmaktaydı. O şeytanın arkadaşı, kötülüklerin, suçun kaynağı olarak görülüyordu.” İngiltere’de XVI. Yüzyıla kadar kadınlar murdar sayıldığı için İncil okuyamazdı. 1805 yılına kadar kadınlar İngiltere’de vatandaş sayılmıyorlardı. Kocaları kadınlarını satma yetkilerine sahipti. Fransız Devriminden sonra bile kadınlar, akıl hastaları ve ehliyetsiz çocuklarla aynı kategoride değerlendirilmiştir (Kırkpınar, 1999: 62). Günümüzde de kadınların özel günlerinde, Kuran’a dokunmamalarının gerektiği anlayışı, Hıristiyanların kadına İncil okutmamalarına ne kadar da benzerlik göstermektedir.

Hıristiyanlığı kurumsallaştıran Pavlus’a göre “kadının erkeğe mahkûmiyetinin nedeni, yaratılışında yatmaktadır: çünkü önce Âdem, sonra Havva yaratılmıştır; Âdem aldanmamış, oysa kadın aldatarak ve üstelik Âdem’i kandırarak suça düşmüştür…” Kadının bu “ilk” günahtan kurtulmasının tek yolu çocuk doğurmaktır. Bu şekilde kadının acı çekerek günahtan kurtulması sağlanacaktır (Köşgeroğlu, 2010a: 116). Âdem ile Havva’nın ortaklaşa gerçekleştirdikleri “ilk günahın” Hıristiyanlıkta kadına yüklenmesi o zamanın eril tasavvurunu gözler önüne sermektedir.

Platon kadın cinsinin her şeyde erkekten zayıf olduğunu belirtir. Platon’un her sabah Tanrılara “Bir kadın olarak değil de erkek olarak yarattıkları” için teşekkür ettiği belirtilmektedir. Benzer bir düşünce Yahudi erkeklerinin sabah duasında da göze çarpmaktadır: “beni bir kadın olarak yaratmayan efendimiz ve tüm dünyanın efendisi Tanrım, sana şükürler olsun” dedikleri belirtilmektedir (Köşgeroğlu, 2010a: 124). Kendilerinin de bir kadından doğmuş olduklarını göz ardı ederek, cinsiyet kutsamacılığı yapmışlardır.

Aristoteles “Kadının eş seçiminde özgür olduğunu ama eşine sadık olması koşulu ile” kadının erkeğe itaat etmesinin doğru olduğunu düşünür. Thomas’a göre ise kadın; “asla tam bir insan bile değildir.” Freud da kuramını; dinin ve bazı felsefi görüşlerin etkisi altında, kadını “kusurlu bir varlık” olarak yorumlar. İnsan doğasının “temelde içgüdüsel olarak iyilik yönelimli” olduğunu savunan Maslow ise “erkekleri kusursuz biçimde ve daima mükemmele yakın, kadınları ise nadiren iyi, azizlik mertebesinde ama çoğu kez şeytan gibi” diye nitelemiştir (Köşgeroğlu, 2010a: 124-126). Böylelikle bu dönemde de ataerkil bir bakış açışı ağırlık kazanmaktadır.

(20)

10

Kant, “duyguların evrensele ulaşma yolunda engel teşkil ettiğini, bu yüzden aşılması gereken bir durum olduğunu, duygularla özdeşleşen kadının henüz olgunlaşmamış olduğunu ve kamusal yaşamın dışında tutulması gerektiğini söylemiştir.” Hegel ise kadını, etik bir varlık olması sebebiyle erkeğe bağlamış, siyasi yaşamdan uzaklaştırarak erkin kadının eline geçmesinin tehlikeli olacağından bahsetmiştir (Şaşman Kaylı, 2011: 45). Birçok yönden aydınlanmayı başlatan aydınlar, nedense konu kadına gelince aydınlanmamayı seçmişler eski geleneksel algı üzerinde devam etmişlerdir.

Kadınlar ülkesi olarak bilinen Fransa’da bile ilk kızlara mahsus okul 1836’da açılabilmiştir. Kadının hukuki sahada bazı haklar elde edebilmesi ise İkinci Dünya Savaşından sonra olmuştur. İngiltere’de ise 1948 yılına kadar Cambridge Üniversitesi’ne hiçbir kız öğrenci alınmamış sonraları bile, ‘kız öğrencilerin oranı dörtte biri geçemez’ kaydı konmuştur (Çevikoğlu, 2011: 40). Sancılı geçen bu süreçlerin ardından, göreceli de olsa kadının tarih sahnesine yavaş yavaş çıktığını gözlemleyebiliriz. Kadın, görünmez kahraman olduğu eski günlerin aksine, bugün dış görüntüsüyle fazla görünür hatta kullanılır hâle gelmiştir.

Cahiliye Araplarında da kız çocuğuna değer verilmez, kadına ikinci sınıf muamelede bulunulurdu. Bu zihniyeti Kur’an Nahl 58. ayette şu şekilde ele verir: “17- Ama onlardan birine Rahman’a layık gördüğü (kız çocuğu) müjdelenince, suratı kapkara kesilir ve içini öfkeyle karışık bir hüzün kaplar: 18- “Ne! Süs püs içinde yetiştirilmekten (başka işe yaramayan) biri daha mı?” (der) ve kendini belli belirsiz bir çatışmanın içinde bulur” (İslamoğlu, 2009: 970). Bununla birlikte, vahiy öncesi dönemde kadınların ticaretle uğraştığı, kadınlara şiirler yazıldığı bilinen bir gerçektir. Bu durum edebiyat alanında da çok ileri gitmiş olan Arapların, duygusal yönden de geliştiğini göstermektedirler. Bu sebeple genel kanının aksine, Arapların kadınlara çok da aşağılatıcı şekilde bakmadıkları düşünülebilir.

Vahiy öncesi dönemde “bazı bölgelerde ve dönemlerde anaerkil bir yapının olduğu da tarihsel olarak sabittir. Hatta günümüzde Arap kadın feministler, cahiliye döneminde şair, kervan sahibi, hemşire, savaşçı gibi kadın rollerinin İslam’ın gelişiyle geriye götürüldüğünü dahi seslendirmektedirler (Obermeyer’den akt: Düzgün, 2016: 581). Fakat kadın ve erkek ile ilgili olan Kur’an metnine baktığımız zaman bu çelişkinin İslam’dan değil insanlardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

(21)

11

Şu ayetlerde olduğu gibi: “Kadın ve erkeğin her birine ayrı üstünlükler verdik” (Nisa 4/34). “Allah’ın kiminizi kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri arzu edip durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah’tan O’nun lutfunu isteyin…”(Nisa 4/32) Ayetlerden de anlaşılacağı üzere İslam bizatihi kadına ikinci bir konum vermekten öte, erkekle denk bir konuma getirmiş ve naif, sömürülen taraflarını ise koruma altına almıştır.

1.1.2 Modernleşme Sürecinde Kadın

“Modernleşme, genellikle ekonomik ve kültürel görüntüleriyle birlikte tüm toplumsal yapının gelişen teknolojiye bağlı olarak ele alınmaktadır.”(Giddens 1998: 55–56) Habermas’a göre ise Modernleşme “birbirini tamamlayan ve etkilerini giderek arttıran süreçlerin tamamını ifade eder” (Habermas,1990: 32). Modernlik ise Touraine göre “salt değişim ya da olaylar silsilesi değildir, akılcı, bilimsel, teknolojik ve idari etkinliğin ürünlerinin yaygınlaştırılmasıdır.” (Touraine’den akt: Gökhan, 2010: 14). Modernizm Aydınlanma ile oluşan fikir dünyasının ideolojikleşmiş hâliyken, modernleşme ise modernliği sonradan ithal alan toplumların, Batıya ayak uydurma çabasıdır.

17. yüzyılda Avrupa’da başlayan ve bütün dünyayı etkileyen modernlik, bizi geleneksel, toplumsal düzenden çekip çıkarmıştır. Hayatımızın her alanına nüfuz eden modernlik teknik bilgiyle, toplumsal yaşamı yeniden kurgulamıştır. Toplumsal yapının her nüvesine dayanan modenite, erkek düşüncesini merkeze almış, kadını da olabildiğince bu merkezden uzak tutmuştur. “Kökeni yine Antik Yunan’a kadar uzanan kadın-erkek düalizminin kullanılış içeriğine bakıldığında ise ayrımın doğrudan doğruya betimleyici bir sınıflandırma ilkesi olarak değil de bir değer ifadesi olarak kullanıldığı gözlenir. Değerli sayılan her şey erkek ile özdeşleştirilirken tersi durumlar ve nitelikler kadın ile bağdaştırılır” (Aylin Nazlı’dan aktaran: Şaşman Kaylı, 2011: 44). “Uygarlık tarihinin inşasını erkek kendine mâl ettiği için, kadına ilişkin kültürü biçimlendiren ideolojiyi de kendi kafasından geçen düşüncelerle tasarlamıştır” (Şaşman Kaylı, 2011: 48). Kadın erkek çatışmaların kaynağı da genelde bu süreci işlemiştir.

“Modernist teorilerde özcülük, biyolojizm ve natüralizm bulunur. Bu terimler genel olarak ataerkil toplumda erkeklere göre ikincil bir durumda olan kadının

(22)

12

konumunu daha da pekiştirmektedir. Özcülüğün, var olan her şeyin bir özü olduğu ve bu özün kesin tanımlamalarla açıklanması olduğu fikrinde bizi ilgilendiren onun kadınlarla ilgili yanıdır. Bu bakımdan biyolojizm ve natüralizmin kadının fiziksel ve psikolojik bakımdan doğuştan getirdiği değişmez özelliklere sahip olarak görmesinin yanı sıra, ilahi kaynaklı bazı özellikler taşıdığı iddiası kadının ikincilleştirilmesinde kullanılan önemli argümandır.” İndirgemeciliğin de karmaşık olay ve ilişki düzeninin daha basit düzeneklerle açıklanabileceğini iddia eden ve sadece belirli faktörleri merkeze alıp sosyal olguları bunlarla açıklamaya çalışan bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. İndirgemecilikte kadın, erkeğin bir ötekisi olarak tanımlanmakta ve kadına ikincil bir konum biçilmektedir (Gökhan, 2010: 25-26). Kadının geçmişte uğradığı değersizleştirme operasyonları modernizmle de kadının peşini bırakmamış, ataerkil zihniyetin kalıntısıyla kadını nesneleştirerek yine kendi tanımlamıştır.

“20. yüzyıl modernizmle birlikte demokrasinin, kentleşmenin, endüstriyel devrimin ivme kazandığı, hızlı biçimde değiştiği bir dönemdir. Bu dönem, insan hakları ve buna bağlı olarak da kadın haklarının da konuşulmaya başlandığı bir dönemi temsil etmektedir. Kadının bu yüzyılda kamusal alana inmesiyle birlikte karşılaştığı sorunların şekli değişmiş; hatta bu sorunlarda artış olmuştur” (Kozlu, 2009: 3). Kadınlara tanınan haklarla birlikte, erkeklere aitmiş gibi görünen kamusal alan artık kadınların ve erkeklerin ortak paylaştıkları bir mekâna dönüşmüştür. Dolayısıyla alışık olmayan bir durumun yerleşme süreci de sancılı olmuştur. Kuşkusuz ki bu kamusal alanda var olma sürecinin sancısını da en çok kadınlar çekmiştir.

“Batılı olmayan toplumların değişim süreçleri, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Amerikan sosyal bilimlerinin başlıca tartışma alanlarından birisi haline gelir.” Modernleşme sürecini evrensel kabul eden kimi aydınlar Batı’nın izlediği tarihsel seyri, inceleme nesnesi olarak aldığı toplumlara izlenmesi gereken bir model olarak sunmuştur (Altun, 2000: 123). Fakat Parsons modernliğin Avrupa dışına “yalnızca sömürgeleşme” ile yayıldığını iddia etmektedir (Altun, 2000: 159). Batı’nın modernleştirme çabaları çoğu zaman tek tipleştirici olmuştur. Geleneksel kültüre bir reddi miras çekilerek eskiye dair ne varsa bayağı ve önemsiz, yeniye dair ne varsa da gerçek ve değerli görülmüştür.

Modernleşme, aydınlanma ile gelişen Batı’ya ayak uydurma çabamızdır, gelenekselden vazgeçip yeniyi benimsemek isteyişimizdir. Olması gereken

(23)

13

modernleşme ise; geçmişin iyi ve faydalı yönlerine sahip çıkarken, zararlı kültünden kurtulup, dünya çapında üretilmiş iyi ve faydalı birikimleri gerekli dozda alabilmektir. Modernleşme, insanın bu dünyada daha etkin hale gelmesi demektir. Bu etkinlik alanları: Düşünsel, siyasal, ekonomik, toplumsal ve psikolojik olarak 5 maddede toplanabilir. Black ‘a göre modernleşme, “gelişmiş toplumların, insanın bilgisindeki görülmemiş artışı yansıtan ve hızla değişen işlevlere uyarlanma süreci” olarak tanımlanmıştır. Fakat kendiliğinden işleyen bir süreç olarak düşünülen modernleşme, Batı dışı toplumlarda hep bir zorlamayı beraberinde getirmiştir. Bu durum modernleşmenin kendiliğinden olmadığı gizil inancını getirir (Aydın, 2011: 304-308). Genelde de Batı dışı toplumlarda tepeden inme bir modernleşme süreci yaşanmıştır. Bu da insanların, yaşanan değişimi kabullenmesini zorlaştırmıştır.

“Kadın, modernleşen toplumlarda erkek ile çalışma, eğitim, toplumsal ve siyasal katılım konularında eşitlenmektedir. Aile kurumu da kadınların eşitlik taleplerine göre yeniden rol dağıtımına gitmektedir.” Kadının aile içindeki rolü, erkekle eşitlenecek şekilde yeniden yapılanmaktadır. Böylece kadın sadece anne olarak statülenmez; aynı zamanda çalışan, meslek sahibi olabilen, bireysel çabalarıyla para kazanabilen bir varlık haline gelir. Evin geçiminde ve karar alma mekanizmasında eşit haklara ve sorumluluklara sahip olur (Yıldırım, 2011: 126). İş hayatı da erkeklere göre şekillendiğinden, kadına ekstradan bir görev daha binmiş olur.

Modernite erkek egemenliğini pekiştirmesine karşın, kadına ve bedenine özgürlük alanlarını genişletebilmeleri için mücadele edebilecekleri bir alan da açmıştır. Bu nedenle feminizm, insanlığın eşitliğini en yüksek ülkü sayan devrimci burjuva geleneğinin bir parçası olarak doğmuştur (Şaşman Kaylı, 2011: 190). De Beavuoir kadınların erkek egemenliğine neden baş kaldırmadığını, boyun eğdiğini, bir topluluk kuramadıklarını, nasıl ikinci cins konumuna düştüklerinin cevabını kadının bedeninde görür. Anneliği kadının özgürleşmesi yolunda önemli bir engel olarak görür (Şaşman Kaylı, 2011: 192-193). Modernite çalışan kadını yüceltirken, evde çocuklarına bakan kadını işsiz olarak görür.

Tarihsel süreç içerisinde, genel olarak kadın erkek hazzının nesnesi konumunda, soyun yeniden üretiminin bir aracı olarak kurgulanmıştır. Çocukluktan itibaren hayatının her aşamasında inisiyatif kullanabilme yetkisi kendisine değil bir erkeğe aittir. Eş, anne ve hizmet odaklı yetiştirilirken; kiminle evleneceği, nasıl

(24)

14

davranacağı, nasıl giyineceği kadının isteminden çok eril tasavvurlarla şekillenmektedir (Şaşman Kaylı, 2011: 17). Kadını kadının yorumlamasından çok, hep bir ataerkil bir yorum ön plânda olmuştur. Bu ataerkil bakışı hemen hemen her alanda görmek mümkündür.

Kadının ilk olarak emeğini bir ücret karşılığı vermesi, dünyadaki bütün toplumları derinden etkileyen Sanayi Devrimi ile başlamıştır. O dönemin koşullarına uygun olarak istihdam edilen kadın, zorlaşan ekonomik koşullar karşısında çoğu zaman olduğu gibi ezilen sınıfı oluşturmuştur. Buna karşılık kadın işçilerin, çalışma yaşamını düzenleyen yasaların çıkarılması İngiltere’de başlamış ve buradan diğer toplumlara yayılmaya başlamıştır. Ancak çıkarılan bu yasalar, kavram ve içerik yönünden çok dar tutulmuştur. I. ve II. Dünya Savaşları’nda, erkek işgücünün silâhaltına alınmasıyla birlikte çalışma alanında kadınlar da görülmeye başlanmıştır. Bu savaşlar ve yaşanan ekonomik bunalımlardan sonra devletler, bireylerin (kadın-erkek) ekonomik ve toplumsal yaşama katılma alanlarını genişletmeye başlamıştır. Yaygınlaşan ve gelişen endüstrileşme ile birlikte kadınlara da yeni alanlar yaratılmıştır. Yaşanan bu değişme ve gelişmelerle kadına aile ve toplum içerisinde yeni roller yüklenmeye başlanmıştır (Kocacık ve Gökkaya, 2005: 196). Kadın hem geleneksel eş ve anne rollerini yüklenirken bir de iş kadını rolü üzerine eklenmiştir.

19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi’yle birlikte kadın ve erkeğin iş bölümünde yeni bir durum ortaya çıktı. “Artık el işleriyle geçinemez duruma gelen aileler hem kadın hem erkek sanayide işçi olarak çalışmaya başladılar. Fakat yeni duruma uygun, kadın erkek işleriyle ilgili yeni bir görev dağılımı yapılmamıştı.” Bu durumda kadın, erkeğin yaptığı dışarıdaki işlerin yanında ev işlerini de aynen yürütmek zorunda kalıyordu. Kadının yükü arttığı için sıkıntılı bir durum ortaya çıkmıştı. İşte bu bağlamda Batı’da feminizm kadın haklarını savunmak üzere oluştu. Feminizm, kadın sorunlarını dünden bugüne farklı eksenlerde tartışa gelmiştir. Bunların başlıcaları: “cinsiyet, eşitlik, özgürlük, kurtuluş ve haktır.” Fakat yaşanan süreçte, nesnel bir kadının ötesinde siyasal, cinsel kadın tipleri ortaya kondu. “Kadın, kadın olarak bir türlü ifade edilemedi” (Aydın,2011: 159-160). Her seferinde olduğu gibi erkek egemen bir söylemden hareketle ifade edilmeye çalışıldı.

İkinci Dünya Savaşına kadar, kadının durumunu eleştiren, çözüm yolları arayan ve bunun mücadelesini veren pek çok kadın hareketi olmuştu. Fakat iletişim

(25)

15

imkânlarının daha etkili ve yoğun olarak kullanıldığı İkinci Dünya Savaşı sonrasında, dünya feminist hareketi yeni bir nitelik kazandı (Kırkpınar, 1999: 66). İletişim imkânlarıyla dünyaya daha kolay duyurulabildi, böylece destek sağlanabildi.

Kişiliğin emek aracılığıyla inşa edildiği bir toplumda emeğin sömürülmesi, bugün görüntünün çalınmasıyla aynı öneme sahiptir. Görüntünün çalınması deyimi, reklamlarda görülen cinselliğin nesnelere aktarılmasıyla gerçekleşir (Touraine, 2007: 155-156). Pazarlanmaya çalışılan nesne genellikle kadın cinselliğinden yararlanılarak tüketime sunulur. Nesne ön plana çıkarken kadının kişiliği ikinci konuma düşmektedir. Geçmişte kadın emeğinin sömürüldüğü iddia edilirken, günümüzde de görüntü üzerinden gönüllü sömürülme ön plana çıkmaktadır.

Dün olduğu gibi bugün de erkek zihniyeti ve bakış açısı ön plandadır. Yazılı tarihten bu yana kamusal söylem her yerde olduğu gibi, Batılı dünyada da hemen hemen tümüyle erkeklerin egemenliğinde kalmıştır (Abadan Unat, 1998: 323). Bugün de biçimsel yönden değişse de içerik olarak çok farklılık yoktur.

Kadınların ataerkil veya erkek egemenliğinin evrensel ve hegemonik yapısı içinde ezildiği görüşü, farklı kadın konumlarından kaynaklanan ezilmeyi açıklayamamaktadır. Bu nedenle kadın sorununu bir bütün olarak çözmeye elverişli evrensel bir teori oluşturulması olanaklı görünmemektedir. Günümüzde toplumsal cinsiyet ilişkileri modernizmin entelektüel paradigmasının ötesine geçmiştir. Kadının ırksal, kültürel, coğrafi, etnik, dinsel vb. farklılıkları içinde algılanması, yorumlanması ve sorunlarının bu çerçevede tartışılması gereği dikkat çekmektedir (Altuntaş, 2012: 19). Kadının yaşadığı sorunlar, geçmişe nazaran azaldığı gözlemlense bile bugün dikkatli baktığımızda sorunların çeşitlendiği görülecektir. Hatta bazen de geçmişe rahmet ettirdiği durumlar olabilmektedir. Fakat yine de her dönemin kendine göre olumlu ve olumsuz şartları olagelmiştir.

1.1.3. Post-Modern Dönemde Kadın

Postmodernizm sözlük anlamı olarak modern ötesi anlamına gelir. Kavram olarak ise modernitenin doğurduğu gerilimler ve sorunlara karşı bir eleştiri işlevini yerine getiren bir akımın adı olmaktadır. “Ancak tüm eleştirilerine rağmen postmodernizm bir modernite türü olarak gözükmektedir” (Aydın, 2011: 341). Habermas’a göre postmodernizm, modern kültür sanatta yaratıcılığını yitirince, onun

(26)

16

çatışmacı özünden doğmuştur ve tamamlanmamış bir proje olan modernitenin bir revizyonundan ibarettir. Aslında ise postmodernizm modenitenin bir çözülüşünü ifade etmektedir, bir şeyleri yıkmakta ama yerine yeni bir şey inşa etmemektedir (Aydın, 2011: 342-344). Batılı aydınlar modernizmle ile girilen çıkmazı postmodernizmle aşmaya çalıştılarsa da bu aşma, haddini aşıp zıddına dönme şeklinde başa sarmış görünmektedir.

Postmodernizm düşüncesi, ister siyasi olsun, ister dinsel olsun, isterse toplumsal nitelikli olsun bütün küresel, her şeyi kapsayıcı dünya görüşlerine meydan okur. “Marksizmi, Hıristiyanlığı, Faşizmi, Stalinizmi, liberal demokrasiyi, laik hümanizmi, feminizmi, İslam’ı ve modern bilimi aynı dereceye indirir ve bunların bütün soruları önceden tahmin edip belirlenmiş cevaplar veren söz merkezci, aşkın ve totalize edici üst anlatılar olduklarını söyleyerek hepsini elinin tersiyle iter”. (Rosenau, 1998: 25) “Postmodernizm özcülük ve indirgemeciliği reddeder. Postmodern düşünce toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf gibi toplumsal kategorilerin belirleyiciliğine karşı çıkmaktadır. Postmodernistlere göre tüm modern söylemler temelde özcülüğe ve temelciliğe dayanır. Postmodernizm, modernizmin bu bilgi tekelciliğine karşı çıkmaktadır” (Gökhan, 2010: 26). Dolayısıyla postmodernizm söylemsel olarak modernizme bir karşı çıkıştır.

“Postmodern olarak nitelendirilen yeni aşamada eski aşamaya özgü bütün kültürel yapılar ideolojiler insan ve toplumu açıklama iddiasında olan kuram ve paradigmalar da geçerliliklerini yitirmiş kabul edilmektedir” (Kozlu, 2009: 40). “Postmodern söyleme kritik bir çerçevede yaklaşan birçok düşünür için postmodernizm yeni sağ ya da tutuculuk olarak nitelenmektedir. Kısaca özetlemek gerekirse, postmodern söylem eski aşamaya özgü her şeyin bittiğini, kuram, ,ideoloji, insancıllık ya da avant-garde gibi kültürel değer ya da eğilimlerin son bulduğunu öne sürmektedir”(Şaylan’dan akt: Kozlu, 2009: 40). Söylemsel olarak gayet gösterişli olan postmodernizm, pratiğe gelince birçok sorunla karşı karşıya kalmıştır, tıpkı modernizmin yaşadığı gibi.

“Lyotard, postmodernizmi “gelecek zamanın geçmişi” olarak tanımlamakta ve “ büyük anlatı”ların artık çağdaş toplumda işlevini kalmadığını öne sürmektedir. Lyotard postmoderni herhangi bir homojenleştirici/ tektipleştirici reddi olarak tanımlar. Lyotard, “Postmodern Durum” adlı yapıtının büyük bir bölümünde büyük

(27)

17

anlatıların çağımızda güvenirliliklerini yitirdiklerini ve büyük anlatılar yerine çoğulcu, yerel ve küçük anlatıları tercih etmek gerektiğini belirtmektedir” (Lyotard’dan akt: Gökhan, 2010: 6-7 ). Postmodernite kendini moderniteden ayırmaya çalıştıysa da pek çok yönüyle ve sonuç itibariyle net bir ayrışma söz konusu değildir.

“Postmodernizm, feminizmin aydınlanma düşüncesine ve onun ürettiği teorilere karşıyken; feminizm ise bunun tam tersi bir yapıda modernizm ile bağlantılı biçimde var olmuştur. Feminizm, modernizmle yoğrulması nedeniyle postmodernizmle ilişkilendirilemez. Ancak bazı feministler postmodern yapıda bir feminizm oluşturulması için çalışmışlardır. Feminizm aydınlanma felsefesine ve bu felsefenin erkek cinsiyeti temeline dayanmasına karşı çıkmaktadır. Postmodernizm ise bütünüyle aydınlanmayı reddetmektedir. Feminizm kadın cinsiyetine verilen değeri yükseltirken, postmodernizm erkek ve kadın cinsiyeti ayrımını reddetmektedir” (Yüksel’den akt: Kozlu, 2009: 8). Buradan da anlaşılacağı üzere tek tip bir postmodernizmden bahsetmek mümkün gözükmemektedir.

“Postmodern feminizme göre değişik anlayışlar içinde kadınların savunusu yapılmalıdır. Yaşanılan çağda kadınların tek tip sorunu yoktur ve bu nedenle genelleştirilmiş söylemlere karşıdırlar. Yani ırk, sınıf, cinsiyet, etnik köken gibi farklılıklar postmodern feminizmin yaklaşımı içinde değerlendirilir. Bu yaklaşımda bireysel farklılıklar ve tekil yapı korunarak, kadınlara ait sorunlar çözülmelidir. Kadınlara ait evrensel doğruların olmadığını, etnik ve yerel farklılıkların dikkate alınması gerektiğini savunurlar” (Fraser-Nicholson’dan akt: Gökhan, 2010: 42). “Postmodern feminizme göre kadın erkeğin zıddı değildir. Kadın ve erkek farklıdır. Postmodern feministler kadın erkek arasındaki farkı kabullenmekle beraber, kadınlar arasındaki farklılıkları da incelemeye çalışmıştır” (Sarup’tan akt: Gökhan 2010: 43). İlk bakışta postmodernizm, modernizmden daha insancıl gözükmekle birlikte modernizmden ayrılan çok keskin çizgilere sahip değildir. Postmodernizm, bir nevi modernizmle ortaya çıkan olumsuzlukların vicdan rahatlatma görevini görmektedir.

Bu nedenlerle postmodernizm kadına bakış açısı yönünden bir çığır açmaya çalışmıştır. Modernizmin kadını değersizleştirdiğini eleştirerek, cinsiyet ayrımını reddetmiştir. Fakat yine de kadın haklarını savunurken cinsiyetçiliğe başvurmuştur. Postmodernizm belli kırılmalar açısından bir değer ifade etse de sonuç itibariyle

(28)

18

görünür biçimde modernizmden ayrı düşmemiştir. Bu nedenle kadına da çığır niteliğinde bir değişim yaşamatamıştır.

1.2. Tarihsel Süreçte Türk Toplumunda Kadın

Türk toplum düzeninde mülkiyet bakımından erkekle aynı haklara sahip, gücün ortağı ve güzelliğin simgesi olan kadın, tarihsel süreç içinde toplumsal değişikliklerden etkilenerek farklı konumlarda karşımıza çıkmaktadır. Mehmet Kaplan, Türk kültüründe kadının sosyal durumunu gösteren 3 dönemden söz eder. “1- Devrinin ideal erkek tipi olan Alp tipine yaklaşan İslamiyet’ten önce ve göçebelik devrinde kadın, 2- Yerleşik medeniyete ve İslami kültür çevresine dâhil olduktan sonra kadın, 3- Batı medeniyeti tesiri altında kadın.” (Çoşar, 2012: 297). Bu nedenle tarihsel süreçte Türk kadınını çalışırken, benzer bir tasniften yararlanmaya çalışılacaktır. 1.2.1. Eski Türk Toplumlarında Kadın

Orta Asya’da gezen seyyahların Türk ailesi, Türk kadını etrafında dağınık olan kayıtları bir tarafa bırakacak olursak, ilk defa Türk’lerde aileden bahseden kişi, ünlü Fransız etnografya bilgini Grenard’dır. Greland Türk aile tipini sosyolojik olarak çalışmıştır. Türk kadınının ekonomik hayatta erkeğin tam arkadaşını olduğunu söyleyen Greland, kadının hem evde hem pazarda erkeği için övünç kaynağı olduğunu söyler. İkinci bir eş almak isteyen erkeğin, kadınından izin almak zorunda olduğunu bildirir (Kırkpınar, 1999: 44). Olması gereken durumun bundan çok önce oluşturulmuş olması, bugün de bu durumu yaşatabileceğimize dair umut verir bir özelliktedir.

Türk tarihini araştırmada büyük önemi olan destan ve efsanelerde kadın şeref, ahlak, kahramanlık ve fedakârlık sembolü olarak düşünülegelmiştir. Türk destanlarında büyük kahramanlar ve anneleri çoğu zaman nur huzmesi, iyiliği ve yiğitliği telkin eden bir melektir (Sevinç, 2007: 9).“Eski Türk telakkisine göre, hakanla hatun gök ile yerin evlatlarıydı. Hakanın mümessili olan Ay Ata, gökyüzünün altıncı katında, hatunun mümessili olan Gün Ana ise daha üstte, gökyüzünün yedinci katında idi.” Bu durum kimilerine göre hatunun hakandan daha muhterem telakki edildiğini göstermekle birlikte kadının erkekten daha saygın olduğunu da belirtmektedir (Sevinç, 2007: 17). Genel kanının aksine kadının Türk geleneklerinde saygın bir konumu vardır.

(29)

19

“İlk Türk adını benimseyen Göktürklerin tarihini incelediğimizde kadının önemli bir konuma sahip olduğunu görmekteyiz. Öyle ki Hakanın eşine Hatun (Katun) denilirdi. Ve Hatun o dönemde savaşlarda hakanın yanında yer alır adeta bir devlet adamı gibi yetiştirilir ve giyinirdi. Gerektiği zamanlarda devlet başkanlığı da yaptığı olurdu. Kadın- erkek eşitliği ile ilgili yazılara Göktürk destanlarında rastlamaktayız. Bu kitabelerden anlaşıldığı üzere Göktürklerde tek kadınla evlenmek yaygındır ve yazılardan Türk kadınlarından büyük bir sevgi ile bahsedilmektedir” (Çeçen’den akt: Kaçar, 2007: 44). Dolayısıyla kadının Türk toplumlarında yadsınamaz bir değeri olduğu aşikârdır.

Eski Türklerde kadın, erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edilmiş ve kadın olmadan bir iş yapılmamıştır. Hükümdar emirnameleri yalnız “Hakan buyuruyor ki” ifadesiyle başlamışsa geçerli sayılmazdı. Yabancı devletlerin elçileri kabul edilirken hakanın yanında hatunun da olması gerekirdi (Sevinç, 2007: 29-30). Bu da kadına fazlaca önem verildiğini kanıtlar niteliktedir.

Ziya Gökalp,” Türkçülüğün Esasları” adlı kitabında, eski Türklerin ana ve baba soyunun eşit tutulduğundan bahseder. Eski Türklerde ev yalnızca erkeğe ait olmayıp kadının da ortak malı sayılmıştır. Bu yüzden evin erkeğine “ev ağası”, evin hanımına da “ev hanımı” denmekteydi (Gökalp, 1950: 119). Kadının saygınlığını ele verir mahiyetteydi, bu durum.

İslamiyet’ten sonra Türk kadın telakkisinde, Arap kültürünün etkisiyle önemli değişiklikler olmuştur. Kadının statüsü Selçuklu döneminde de değişmediği gözlenmektedir. Selçuklu medeniyetine ait belgeler, kabartmalar, çini ve minyatürlerde Türk kadını erkeği ile beraber resmedilmesi buna kanıt olarak gösterilebilir (Sevinç, 2007: 34-36). Fakat yine de yöneticilerin hep erkeklerden seçilmesi belli kalıpların kırılamadığını gösterir.

Türkler İslamiyet’i kabul etmeleriyle birlikte çeşitli değişiklikler yaşamışlardır. Bunların başında Türk aile düzeni gelmektedir. İslamiyet’te tek kadınla evlilik makbul sayılmakla birlikte erkeğin yeniden evlenmesine müsaade vardır (Kurnaz, 2011: 15). İslamiyet’te, kadının sosyal ve siyasi hayata katılımı hakkında açık hüküm bulunmamakla birlikte çeşitli sahalardaki faaliyetlerin hoş karşılandığı bilinmektedir. Örneğin Hz. Peygamber’in eşlerinin ve kızlarının savaşlarda mücahide olarak ve geri hizmetlerde görev aldıklarını bilmekteyiz. Ayrıca hastalara bakma ve yardım

(30)

20

aracılığıyla ilk kadın topluluğu bu devirde oluşturulmuştur. İslamiyet’in hakim din olduğu toplumlarda kadın yöneticilere de rastlamak mümkündür (Kurnaz, 2011: 16). Yine o dönemde yazılan şiirlerin içeriğine baktığımızda kadınlara belli ölçülerde önem verildiğini görebiliriz.

İslamiyet’in kabulüyle gerçekleşen değişimler sadece İslam’ın kendisinde kaynaklanmaz. Bu değişme içinde temasa gelinen Bizans, İran ve Arap kültürlerinin de tesirlerini unutmamak gerekir. Ancak, bu yeni unsurların Türk kadının toplumsal, siyasi ve ekonomik faaliyetlerini sürdürmesine engel olduğu söylenemez. Örneğin, Selçuklular döneminde Gevher Nesibe Hatun gibi vakıf kurucularına, Tuğrul Bey’in hatunu Altun-Can Hatun, Melikşah’ın annesi Terken Hatun gibi siyasi hayatta söz sahibi olanlara rastlamaktayız (Kurnaz, 2011: 17). İslam coğrafyalara yayılırken birçok kültür İslam’dan olmamasına rağmen İslam’ın içindeymiş gibi gösterilmiştir. Yani çoğu zaman âdetle din karıştırılmış ve bundan kaynaklı pek çok sorun gündeme gelmiştir.

1.2.2. Osmanlı Toplumunda Kadın

Osmanlı devletinde Türklerin kadına tanıdığı imtiyazlara çok rastlayamıyoruz. (Sevinç, 2007: 48). Bu dönemde Bizans ve İran tesirlerinin daha belirgin hale geldiği görülür. Başta şehirler olmak üzere, kadınlarda çarşaf ve peçenin yaygınlaşması, giyim ve sokağa çıkma gibi dışa dönük davranışlar devlet tarafından kural çerçevesinde belirtilmiştir. Evlenme, boşanma ve miras İslam’a göre düzenlenirken, kocasından kötü muamele gören kadın sadrazama kadar çıkabilmekteydi. Osmanlılarda çok kadınla evlilik görülmekle birlikte sanılanın aksine yaygın olmayan bir olguydu. Kız evlatlarının “Sıbyan Mektebi” seviyesinde okutulması, ailenin maddi durumunun iyi olmasına bağlıydı. Kadınların üretime katılması köylerde tarımda çalışmak şeklinde gerçekleşiyordu, şehirlerde ise kadınlar kapalı bir hayat yaşamaktaydılar (Kurnaz, 2011: 17-18). O dönemde erkeklerin ön plânda olduğu bir devlet teşkilatlanması vardı.

Osmanlı Devleti’nde, günümüzü şekillendiren en kapsamlı ve ilk önemli değişme Tanzimat Fermanı’yla olmuştur. Batılı devletlerden etkilenerek ilan edilen Tanzimat Fermanı’nın etkileri derin ve şiddetli olmuştur (Kırkpınar, 1999: 21). Öyle ki; bu etkiyi görmek için, günümüz Türkiye’sine kabataslak bakmak bile kâfi gelecektir.

(31)

21

Tanzimat dönemi, Türk kadını için bazı konuların kaleme alınmaya başladığı bir zaman dilimi olmuştur. Bu dönemde kısmen Batı etkisiyle kadının toplumdaki konumu tartışılmaya başlanmıştır. Bu fikirler önceleri edebi eserlerde yer almış daha sonraları süreli yayınlarla toplumun daha geniş kesimine aksettirilmeye çalışılmış (Kurnaz, 2011: 73). Kadınların sorunları ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır.

Tanzimat döneminde ailenin ve kadının durumu açısından en önemli gelişme Mecelle’nin kabul edilişidir. “İkinci Meşrutiyet dönemi, Türk tarihi içinde, çağdaşlaşma akımlarının büyük bir hız kazandığı evre olarak bilinmektedir”. Bu dönem Tanzimat’tan sonra Osmanlı’yı saran ikinci yenilik dalgasıdır (Kırkpınar, 1999: 94-95). Kadınlar bu dalgayla yeni haklara kavuşmuşlardır.

Meşrutiyet döneminde her alanda olduğu gibi, kızların eğitimi konusunda da tartışmaların ateşlendiğini görürüz. Meşrutiyet döneminde Türk kadını ilk defa yüksek öğrenim hakkına kavuşmuştur. İlk olarak 1914 yılında İstanbul Darülfünunu’ nda kızlara yönelik dersler başlamıştır. Bu derslerde kadın haklarının öğretilmesi, ev bilgileri, tabiat, sağlık, tarih, pedagoji gibi konular işlenmekteydi (Kurnaz, 2011: 97-106). Bu konular çocukları da yetiştiren kadınlar için hayati önemdeydi. Çünkü genelde hep geleneksel bir bilgilenme süreci yaşanıyor, bunun dışına ve üstüne çok çıkılamıyordu.

Meşrutiyet dönemindeki fikir akımlarının hepsi kadının eğitilmesinde hemfikirdiler. Fakat bu eğitim İslamcılara göre kadının iyi bir ev hanımı olabilmesi için gerekliyken, Türkçü ve Batıcılar kadının aile hayatı yanında sosyal hayata da girmesi için şart olduğunu savunuyorlardı (Kurnaz, 2011: 153). Fakat kendilerinin konusu olduğu, kadının yeri tartışmalarını yine erkekler baş çekiyordu.

Osmanlıda kadın dünyasındaki hareketlenme 19. Yüzyılın ortalarında yeni açılan okullar ve çıkarılmaya başlanan dergilerle kendini göstermeye başlamıştır. Bu hareketlilik kendini 20.yüzyıl başlarında yazı hayatında gözlenen değişimlerle hızlanmıştır. İkinci meşrutiyetin ilanından sonra kadın dergilerinde iki eğilim görülmüştür. Çıkarılan dergiler modernleşme ürünü olduğu için kadının değişmesi gerektiği konusunda hemfikirdiler. Fakat öngörülen değişimde farklılıklar gözlenmekteydi. Dergilerin bir kısmı, kadınların sadece eş ve anne olarak modernleşmesini istemekte, diğer kısmı ise kadının eğitilip çalışma hayatında yer alması gerektiğini savunuyordu. Her iki eğilime de sızan, hatta iki eğilimi de bastıran

(32)

22

milliyetçilik, Türk modernleşmesini yönlendirdiği gibi kadının modernleşmesinde de damgasını vurdu. Milli bir bilinç kazanan toplumlarda yeni toplumlar oluşması için yeni kimliklerin inşa edilmesi gerekir. Bu nedenle ulusal kimliğin inşasına erkekle birlikte kadının da sürece katılması beklenir. Eski geleneklere bağlı bir kadından değişime katkı yapması beklenmez, değişimin gerçekleşebilmesi için değişime inanmış kadınlara ihtiyaç vardır. Değişimi isteyen kadınlar için de onu sahneye çıkaracak erkeklere ihtiyacı vardır (Aksoy, 2009: 75). Değişimi savunan bu erkekler iyi geleneklerin muhafaza edilmesinden yanadırlar. Bu nedenle kadınların değişirken geleneksel dokunun bozulmasına izin vermemeleri gerektiğini düşünmüşlerdir (Aksoy, 2009: 76). Bu çelişkiler kadının değişiminde rol oynamakla birlikte, kadına yönelik değişimleri de erkeğin yönettiğini göstermektedir.

İkinci Meşrutiyet’in havası içinde kadınlara dönük yayınlarda Batı’ya özenme, Batılı kadın tipinin örnek alınması gerektiği fikri hâkim olmaya başladı. Dergilere moda sayfaları dâhil oldu. İç sayfalarda kullanılan resimlerin hemen hemen tamamı Avrupalı kadınlara aitti (Demirer, 2011: 30). İkinci Meşrutiyet dönemi ile kadın gazeteleri de çoğaldı. Kadınlık mefkûresi genç kuşaklar arasında yaygınlık kazandı. Kadın hakları konusu 1868’den bu yana toplumun hep gündeminde kaldı (Demirer, 2011: 33). Hâlen de bu konu farklı versiyonlarıyla sona ermiş değildir.

Osmanlı’nın son döneminde kadınların çalışma hayatına katılma talepleri, halk tarafından gayrı ahlaki bulunduğu, hatta kadın-erkek bir arada çalışmak dine aykırı görüldüğü için çok olumlu karşılanmıyordu (Şişman, 2004: 135). Yine de az da olsa kadınlar çalışmak, aktif hale geçmek için çaba harcıyorlardı.

Osmanlı döneminin kadınlarının, toplumda bulundukları ikincil konumdan kurtulmak ve aktif duruma geçmek için çaba harcamaları göze çarpmaktadır (Özüdoğru Erdoğan, 2010: 63). Bir saptamaya göre Osmanlı Devleti’nde kadının iş hayatı içinde yer almaya başlaması ebelik mesleğiyle olmuştur. Bunu 1872’de ilk kadın öğretmenin, 1882’de ilk kadın okul yöneticisinin atanması izlemiştir (Çiftçi’den akt: Kırkpınar, 1999: 92). Bu bireyselleşme sürecini beslemekle beraber tam olarak bireyselleştirmeyi sağlayamamıştır. “Tanzimat’la başlayan modernizm süreci toplumsal, kültürel, hukuki, iktisadi çok yönlü modernleşme projesi Cumhuriyetle birlikte belirgin bir ivme kazanmıştır” (Özüdoğru Erdoğan, 2010: 63).

(33)

23

1919- 1923 yılları arasında verilen bağımsızlık mücadelesi de kadının konumunu güçlendirir konumda ve niteliktedir. Savaşta kadınlar önemli konumlarda bulunarak güvenlerini göstermişlerdir. Savaşta erkeklerle yan yana savaşacak kadar ön plana çıkmışlardır. Hatta Anadolu’da milli müdafaa için “Anadolu Kadınlar Cemiyeti” kurulmuştur (Berktay’dan akt: Özüdoğru Erdoğan, 2010: 63). Kadınlar bu şekilde yavaş yavaş toplumsal güvenlerini kazanmaya başlamışlardır.

Türk Kadınlarının rütbeli olarak orduya ilk girişi Milli Mücadele döneminde gerçekleşmiştir (Kurnaz, 2011: 251). Birinci Dünya Savaşı’nda erkeklerin çoğu askere alınınca, erkeklerin yerine ilk defa kadın memur ve işçi alma yoluna gidilmiştir. Kadınlar aynı sebeple geri hizmette kullanılmak üzere işçi ve memur olarak alınmışlardır. (Kurnaz, 2011: 259). Kadınların gittikçe artan kamusal alan tecrübesi böylelikle atağa geçmiştir.

Kadının özgürleşmesine yönelik tedbirler Kemalizm’in modernleşme siyasetinin anahtar parçalarından biri olmuştur. Kadınların eğitimini ve çalışmasını teşvik eden kanunlar Jön Türk döneminden beri ön planda olsa da, bundan sonra çokeşlilik ve kadınların evlilik hakları yoğun tartışmalara konu oluyordu. Milliyetçiler Osmanlı’nın kalıntılarını ulus-devlet içinde modernleştirmeye çabalarken, kadınların yeni cumhuriyetin kültürel ve ekonomik gelişimine katkıda bulunmaları giderek önem kazanıyordu (Lewis, 2006: 121). Kadının değişiminde eğitimin de önemli etkileri olmuştur.

Değişen kadın rollerindeki önemli unsurlardan biri kadınlara sunulan eğitim imkânlarındaki artıştır. Çoğunlukla Fransız eğitim sistemi çizgisinde çalışan devlet okulları ve liseleri Abdülhamit döneminde artmıştır. Devlet okullarına ek olarak diğer milletler, 1869’dan sonra devletin denetimi altına alınan kendi okullarını açabiliyorlardı. Ancak pek çok Müslüman, devlet okullarının laik etkisinden korktuğu için millet okulları ebeveynlerin popüler tercihi olmuştur (Lewis, 2006: 123). Eğitimin de vermiş olduğu bakış açısıyla kadınlar, artık farklı açılardan toplumsal hayata bakışını geliştirmişlerdir.

Osmanlı’da kadının görünür duruma gelmesi, Osmanlı’nın son zamanlarında gerçekleşmiştir. Osmanlı’nın son zamanlarında artan birçok gelişme ve değişme zihniyet değişimini de beraberinde getirmiştir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmada N9 fare mikroglial hücre hattı hücrelerinde in vitro bazal ve inflamatuvar uyaranlarla [lipopolisakkarid (LPS) ve interferon gamma (IFNy)] indüklenebilen TRAIL

Selçuklularda, sarayda, orduda ve halk arasında Türkçe konuşulduğu halde o devrin modasına uyula rak, devletin resmf dili ve ilim dili Arapça, edebi dili ise Farsça idi..

Bu araştırmada Roman ailelerin temel eğitim kapsamındaki çocuklarının eğitim sü- reçlerine nasıl katılabileceklerinin incelenmesi ve bu katılımın etkin olarak

Selçuk Üniversitesinin Konya şehrine sağladığı sosyal-kültürel katkıya ilişkin aritmetik ortalama ve standart sapma değerleri Tablo 4,1’de incelendiğinde “Selçuk

Yaklaşık bir yıllık bir süreci ele alan yapıtta aynı zamanda Türkiye’nin 1951-1952 yılları arasında içinde bulunduğu gerçeklik de ele alınmış ve köylünün

incubation of Escherichia coli population was applied on Mueller-Hinton II agar plate. Filter paper disks were put onto the agar after being soaked in cooked and uncooked

iken son testte, okul/seminer, sağlık personelinden bilgi almada önemli artış olmuştur. Bu kişilerin üniversite öğrencileri olmalarına karşın grubun CS/ÜS ile

Normal parankim ve tümör rCBV, rCBF MTT değerleri arasında; düşük derece tümörlerde istatistiksel olarak anlamlı farklılık izlenmezken, yüksek dereceli tümörler-