• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Kadınların Sosyal ve Ekonomik Hayata Katılımı

Sosyalleşme, insan yavrusunun toplumun bir üyesi haline gelme sürecidir. Yani ailesinin, akraba ve komşularının, kent ve köyünün ve nihayet ulusunun bir parçası olduğunu öğrenmesidir (Kağıtçıbaşı, 2010: 359). Bireyci ve toplulukçu kültürler de insan üzerinde etkisini belli ederler. Hofstede bu kavramları şöyle tanımlar: “Bireycilik, bireyler arasındaki bağların gevşek olduğu, herkesin kendine veya çekirdek ailesine bakmak zorunda olduğu kültürler için geçerlidir. Toplulukçuluk ise, insanların doğuştan itibaren güçlü ve sıkı gruplara bağlı olduğu ve bu bağlılığın yaşam boyunca, sorgulanmayan bir sadakat karşılığında var olduğu toplumlarda vardır” (Kağıtçıbaşı, 2010: 400). Bu manada diyebiliriz ki, Türk toplumu her ne kadar bireyci bir kültüre yaklaşsa da genel kodları itibariyle toplulukçu bir kültüre daha yakın gözükmektedir.

“Sabır kadınların doğal niteliği sayılır. Türkiye’de sabır, kadına yakışan bir niteliktir ve işverenler, şefler, ustabaşılar, sürekli olarak evcimenliğin, monoton ve tekrar gerektiren işlere karşı sabır göstermenin kadınların doğuştan kazandıkları özellikler olduğunu savunurlar.” Onlara göre kadınlar doğuştan, el oyalayıcı, göz yorucu, titizlik gerektiren işlere uygun yaratılmışlardır. Bu özelliklerin toplumsallaşmanın da etkisiyle ortaya çıktığını gözden kaçırırlar. Araba parçaları üreten bir fabrikada çalışan bir makine mühendisine göre; tekrar gerektiren işler için sadece kadınlar uygun elemanlardır, erkeklerse uzun ve rutin işlere gelemezler, sıkılırlar. Fiziksel güçsüzlük ve zayıflık kadınlara atfedilen bir diğer özelliktir (Ecevit, 1998: 279). Hâl böyle olunca kadınların ekonomik hayata katılımları da genellikle el emeği gerektiren işlerde yoğunlaşmıştır.

Kadının ev içi rollerinde geleneksel tutuma sahip olmasının tek nedeninin, kendisine aktarılan geleneksel kadınlık ideolojisinin kadın tarafından tamamen içselleştirilmesi olmadığını, bunun yanı sıra kadının ev içindeki ev işi yapma, bilgi

35

tecrübe ve becerisine dayanan göreli yüksek statülü yerini, diğer bir deyişle, ev içindeki egemenlik alanını eşiyle paylaşmaya karşı direndiğini düşünüyoruz (Çelebi, 1990: 52). Kadınların gurur duyduğu konuların, yemek-pasta börek yapma, dantel- örgü örme, temizlik yapma, çocuk eğitimi gibi konular olduğunu gördüğümüzde bu düşüncenin hiç de haksız olmadığını görürüz.

“Cumhuriyet döneminin ilk kadın örgütlenmesi olan 1924’te kurulan “Türk Kadınlar Birliği” kadınlara eşit haklar talep eden bir örgütlenmedir. Modernleşme projesinde yeni tasarlanan haliyle kadının toplumsal ve ekonomik hayata katılması sağlansa da, belirli sınırlara tabii tutulduğu görülmüştür. Kandiyoti, reformları toplumsal ilerleme aracı olarak kullanan milliyetçi hareketlerde, kadınları etkileyen reformların hedefinin, kadınların özerkliğini arttırmak değil, onları ulusal kalkınma hedeflerine daha etkin bir biçimde katmak olduğunu ifade eder. Kadınların siyasal örgütlerdeki bağımsız girişimlerinin ise aktif olarak engellendiğini belirtir” (Kandiyoti’den akt: Gökhan, 2010: 48). “Nitekim Kadınlar Birliğinin kimi faaliyetleri de ulus devletin çıkarlarına aykırı düştüğü noktalarda engellenmiştir” (Gökhan, 2010: 48). “Türkiye’de uluslararası kadın örgütlerinin uzantısı kadın dernekleri kurulmaya başlamıştır ki bu dernekleri de Kemalist dernekler arasında saymak olanaklıdır. 1950’lerde kurulan Kadın Haklarını Koruma Derneği, Türk Anneler Derneği, Kadın Dernekleri Federasyonu, Türk Kadınları Kültür Derneği, Ev Ekonomisi Kulübü gibi diğer kadın örgütlerinin görüşleri de Türk Kadınlar Birliği ile hemen hemen aynıdır” (Gökhan, 2010: 49). Bu da kadınlara göreceli bir özgürlük alanının sunulduğunu gösterir mahiyettedir.

Fakat buna rağmen resmi ideoloji olan Kemalizm “kadınların sorunlarının devlet eliyle çözüldüğünü, egemen toplumsal ideoloji İslam, kadınların ezilme diye bir sorununun olmadığını, hegemonyaya oynayan Marksist sol ideoloji de, kadınların kapitalist sömürü dışında bir sorunları olmadığını savunuyordu” (Tekeli, 1989: 36). Bütün bunlara rağmen kadın hareketleri “Kemalist değerleri aşmış, bununla birlikte bu geleneğin değerlerinin yerleşmesine de yardımcı olmuştur. Günümüz kadın hareketi, bir birey olarak kadına toplumsal temel hak ve özgürlüklerini kullanmasını desteklemeyi, saygınlık kazandırmayı, kadını güçlü kılmayı hedeflemektedir. Kadın hareketi, başlangıçta kendisi için çizilen sınırları aşmakla birlikte Kemalist geleneğin

36

önemli bir parçası ya da en azından onun ideali olan liberal bir anlayışın Türkiye’de yerleşmesinde rol oynamıştır. ”(Arat, 1991:7–19)

Ülkemizde kadınların çalışma yaşamına daha aktif olarak katılımları yaklaşık olarak 1950’lere dayanmaktadır. 1950’li yıllarda kentsel alanlardaki sanayi işçiliği, toplumsal saygınlık açısından, hizmet sektöründen sonra gelmekteydi ve zorunlu kalınmadıkça kadınlar tarafından pek tercih edilmemekteydi. Bu dönemde gelişmeye başlayan hizmet sektörü, erkekler kadar olmasa da kadınlara da yeni iş olanakları yaratmaktaydı (Kocacık ve Gökkaya, 2005: 201). Fakat çalışma şartları, erkeklere göre düzenlenmiş bir ortamdı.

Kadınlara yönelik gelişmelerden biri 1969 yılında Devrimci Kadınlar Derneği kurulması olmuştur. “Derneğin amacı Türk kadınlarının emperyalizme, işbirlikçilerine, feodal mütegallibeye karşı verilmekte olan milli demokratik devrim ile dünyada barışı egemen kılma savaşı için bir araya toplamak ve bu amaçla öncü durumuna gelmelerini sağlamak olarak belirlemiştir” (Kılıç, 1998: 351).

Kadınlar ekonomik ve sosyal hayata adım atarken, ataerkil sistem içinde çoklu dezavantaj ve ayrımcılık ile karşı karşıya kalmışlardır. Kadınlar hem kadın oldukları için hem de ait oldukları toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal kategoriler nedeniyle çok boyutlu mağduriyetler yaşamıştır. “Kadınlar, hem kadın, hem de Alevi, Kürt, başörtülü, göçmen, mülteci, siyasetçi, suçlu, emekçi vb. olduğu için ikili, üçlü yani çoklu mağduriyetlerle mücadele etmek zorunda kalmıştır” (Altuntaş, 2012: 342). Yaşanan mağduriyetler kadını güçlendirerek bu günlere getirmiştir.

Modern kültür ortamlarında siyasalın kamusalı işgal etmesi, özelin kamusala taşınması gibi değişikliklerden sonra siyasal erk kendini aile reisi gibi görmüş ve bir erkek otoriterliği içinde harem kuralları koymaya kalkışmıştır. Türkiye bunun tipik örneklerinden birini oluşturur. “Türkiye’de kamusal alan ziyadesiyle fazlalaştırılmış ve hatta bir harem alanı haline getirilmiştir.” Erkek otorite dişil olarak gördüğü tebaası için harem kuralları koymuştur. 28 Şubat sürecinde başörtüsü yasağı, erkinden şüpheye düşen otoritenin erkini bir test yolu olarak kullanılmıştır (Aydın, 2011: 285). Erkek egemen söylem kadınlara göreceli özgürlük verirken, bu özgürlüğü de istediği şekilde sınırlandırabilmiştir.

Kadınlar günümüzde her alanda kendini etkin bir şekilde göstermektedir. Günümüzde kadınların konumu önemli bir değişim ve dönüşüm içindedir. Emeğin

37

kadınlaşması, inancın kadınlaşması, siyasetin kadınlaşması, kültürlerin- kimliklerin kadınlaşması gibi. “Kadınlar yaşadıkları dezavantaj ve ayrımcılık süreçlerinde, her şeye rağmen bir öğrenme deneyimi yaşamış ve günümüzde toplumsal ve siyasal bir aktör-özne olma bilincine ulaşmıştır.” Kadınların çok boyutlu halleri söz konusu dönüşümü beslemiş ve yok sayılan kadının görünür bir hale gelmesini sağlamıştır. Kadınlar kendi hayatlarını yönlendirme bilinci kazanarak, yalnızca erkeklere karşı değil, farklılıklar içinde ait oldukları mikro kolektivitelere karşı da bilinçli bir duruş kazanmaya başlamışlardır (Altuntaş, 2012: 342). Böylelikle yaşanılan dönüşüm normalleşme sürecine girmeye başlamıştır.

Türkiye’de 1980 sonrasındaki liberalleşme ortamı, eğitim ve iletişim imkânlarının artması, farklı sivil toplum örgütlerinin ortaya çıkması ve gelişmesine zemin hazırladı. İnsan hakları, kadın hakları, sendikal haklar, katılım, özgürlükler, engelli hakları gibi çeşitli alanlarda gelişen gruplar kendilerini ilgilendiren hak talebiyle sistemden talep edici faaliyetlerde bulundular (Çaha, 2012: 43). Bilinçlenmenin de artmasıyla insanlar haklarının farkına varmaya başlamışlardır.

Bu gruplardan seslerini en fazla duyuran, Türkiye’nin kültürel, hukuksal ve hatta siyasal değerlerine damgasını vuran hareket değişik kesimlerde gelişen kadın hareketi olmuştur. Farklı cephelerde yer alan kadınların, kadın konusunu kendi perspektiflerinden hareketle vurgulamış olmalarına rağmen, hemen hemen tüm kadın gruplarının hemfikir oldukları ve üzerine gittikleri ortak kadın sorunlarının bulunduğunu söylemek mümkün gözükmektedir. Bu konular: “kız çocuklarının okullaşması, hukuksal eşitlik, taciz, aile içi şiddet, namus cinayeti, siyasette yeterince temsil edilememe” gibi konular birçok kesimin üzerinde mutabakata vardıkları ortak kadın sorunları olarak ön plana çıkmaktadır (Çaha, 2012: 44-45). Yaşanan sorunların da ortak olması, kadınları ortak bir zeminde buluşturmuştur.

Nesrin Semiz, “muhafazakâr kesimde ortaya çıkan kadın kuruluşlarının genel olarak ya eğitim veya hayır işleriyle uğraştıklarını” belirtmiştir (Çaha, 2012: 68). Kadın sivil toplum örgütleri genel olarak siyasete karşı mesafeli bir duruşu tercih etmektedirler. Kadın kuruluşlarıyla bağlantılı kadınlar, herhangi bir siyasi partiden göreve başladığında, bunu onların kişisel tercihi olarak kabul etmektedirler (Çaha, 2012: 188).

38

Kadın kuruluşları, kadının sosyalleşmesinde önemli bir paya sahiptir. Bunun yanında 70-80’li yılların ev toplantıları bu manada Müslüman kadınların kendi kamusallıklarını oluşturmaya çalıştıkları bir alan olmuştur. Bu toplantılar bir taraftan cemaat havası içinde değerlendirilebilecekken, diğer taraftan okumak için seçilmiş kitaplar ve bu kitaplar üzerine yapılan tartışmaların içeriği itibariyle, cemaat havasının dışında gerçekleşmekteydi. Çünkü bu toplantılarda katılımcılar aşağı yukarı aynı bilgi seviyesindeydiler. Ev toplantıları “bilinç yükseltici” bir konuma sahipti. Bu toplantılarda kadınlar, hem dünya hem de âhiret bilgisi öğreniyorlardı. Ev toplantılarının itici gücü Hegel’in ifadesiyle “Her bilinç başka bir bilinçte gerçekleşir” sözünde saklıdır. Muhatabını bulmak her yaş döneminde önemli olduğu gibi özellikle gençlik yıllarında büyük bir önem arz eder (Şişman, 2004: 157). Kadınların kendilerini İslâmi olarak da geliştirme istekleri, onları ortak bir paydada buluşturmuştur.

Doksanlara kadar kadınlar, çalışmanın, ekonomik özgürlüğünü elinde bulundurmanın toplumsal bir statüye denk geldiğini düşünüyorlardı. Fakat Oya Çiftçi tarafından, 1982 yılında kamu görevlisi olarak çalışan kadınlar arasında yapılan bir çalışma, kadınların yarıya yakın kısmının “ekonomik zorluklar olmasaydı, evimde otururdum” şeklindeki cevapları, çalışma hayatını isteyerek seçmediklerini göstermektedir (Şişman, 2004: 135). Bunun sebebini de yine çalışma hayatının erkeklere göre düzenlenmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Şirin Tekeli, Türk kadınının politikadaki başarısı, erkekleşmesinden geçtiğini savunur (Meriç Yazan, 2000: 249). Bu hüküm yalnız Türk kadını için değil, tüm kadınlar için geçerli olmaktadır. (Meriç Yazan, 2000: 250). “İnsanlığın tarihi” erkekliğin tarihidir hâlâ”. (Meriç Yazan, 2000: 251). Kapitalist toplumlardaki, kadının politika dışında kalma eğilimi, bir dönemin sosyalist toplumlarında da kırılamamıştır. Kadınlar orada da resmi ideolojiye rağmen ev işi ve çocuğun yetiştirilmesinden birinci derecede sorumlu tutula gelmişlerdir (Şirin Tekeli’den aktaran: Meriç Yazan, 2000: 251). Kadının çalışmasını isteyen kesim, evde iş bölümü yapmaya gelince ise ataerkillik damarları kabarmaktadır. Bu durum da hatırı sayılır derecede kadının görevlerini arttırmaktadır.

Kadınlarla ilgili televizyondaki ilk özel program 1984’teki “Hanımlar Sizin İçin” programıdır. Bu programda ailenin, toplum için temel teşkil ettiğini ve

39

vazgeçilmez bir unsur olduğunu vurgulamışlardır (Meriç Yazan, 2000: 252). Günümüz medyasında ise kadın çeşit çeşit kılıflara sokulup sayısız anlamlar üretilen kimliksiz bir varlık haline getirilmeye çalışılmaktadır. Kadına her tür anlamın atfedilebileceği esnek bir macun olarak bakılmasının önüne geçebilmek için, kadınlar kimliklerini oluşturabilmek ve ona sahip çıkmak için ciddi bir mücadele vermek durumundadır (A. Saktanber’den aktaran: Meriç Yazan, 2000: 252). Kadın, başkasının şekil vermesine, tanımlamasına fırsat vermeden, kendisi istediği hayatı seçebilmelidir. Bir başkasına göre değil, kendi potansiyeline göre çalışıp çalışılmayacağına kendi karar verebilmelidir ki kendi kişiliği ile toplumda yerini alabilsin.

İstihdam ile kadının statüsü arasındaki ilişki kentlerde daha belirgin olmaktadır. Fakat bütün ülkelerde aynı çizgiyi izlememektedir. Türkiye’de tek ve aynı değişken –ev dışında çalışmak- kent bağlamında kadının statüsüyle olumlu ilişkisi vardır. Ama bunların hiçbiri kırsal kesimde kadının statüsüyle olumlu bir ilişki içinde değildir. Yani, kadının yaptığı işin türünü ve bunun hangi ortamda gerçekleştiğini dikkate almak gerekir. Özellikle kırsal kesimde istihdamın kadının aile içi statüsüyle ilişkisi yoktur. Fakat, kentsel kesimde, istihdamın kadına prestij ve ayrıcalık sağlaması daha olasıdır (Kağıtçıbaşı, 1998: 151). Kırsal kesimde kadınlar, zaten bütün ev işlerinin yanı sıra bağ, bahçe, tarla işlerini de erkeklerle birlikte yürütmektedirler. Bu nedenle kadının üretim sürecine katılımı ekstradan bir gelir getirmediği için, toplum nezdinde çalışan kadın statüsünde değerlendirilmez.

“Kadın istihdamının gelişimi iki süreçle ortaya konulabilir: Birincisi Türkiye’ deki kentleşme sürecidir. İkincisi ise Türkiye’nin küreselleşmesi sürecinde öncü olan sektörlerin, diğer ülkelerle rekabet içinde olmayan sektörler olmasıdır. Kentleşme süreci kadınların işgücüne katılımında bir düşüşe neden olmuştur. Kırsal kesimden, kente göç eden kadınlar çoğunlukla ev kadını olarak kalmakta veya resmi olmayan işlerde çalışmaktadır.” Yüksek yaşam standartlarının egemen olduğu üst sınıflarda, kadının çalışma özgürlüğü bulunmasına rağmen ekonomik açıdan ailenin gereksinimi olmadığı için kadın, çalışma ihtiyacı hissetmemektedir. Ancak açıkça belirtilmek gerekir ki, kadın istihdamının en yüksek olduğu çevre, üst sosyo-ekonomik sınıflardır (Kocacık ve Gökkaya, 2005: 200). Çalışma hayatına katılanlar kadınlardan bazıları, kendi ayaklarının üstünde durmak, başkasına muhtaç olmamak için çalışırken, bazıları da prestij ve zamanı iyi değerlendirmek amaçlı başlamaktadır.

40

Toplum projeleri, kadını kendi amaçları çerçevesinde araçsallaştırırken, kadınlar süreç içinde bu durumu tersine çevirerek içinde bulundukları kurgular içinde kadına yönelik tartışma alanları açmasını bilmiştir. Kadınlar zamanla ataerkil dayatmaları keşfederek, eleştirmişlerdir. Bu durumun en önemli sonucu, kültürel özelliklerin kamusal alana taşınarak tartışılması ve böylece kamusal alanın eril yapısının dönüşümünün sağlanmasıdır (Altuntaş, 2012: 86). Ataerkilliğin tartışılarak ortak zeminde buluşmak hayli zor olmuştur ve daha da çözüm arayışları devam etmektedir. Kadının ve erkeğin kendine özel yapıları ihmal edilmeden yapılan değişim ve dönüşümler daha sağlıklı ve daha kalıcı olacağa benzemektedir.

Kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılımı, kamusal alanda çalışmanın yanı sıra, kadınlara yönelik ve genel olarak açılan kurslarda da önemli ölçüde gerçekleşmiştir. Bu gibi yerlerde kadınlar; öğrenmenin yanı sıra öğretmeyi, üretmenin yanı sıra üretiminden para kazanmayı, dinlemenin yanı sıra sohbet etmeyi de birlikte gerçekleştirmektedirler

Kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılımlarında belediyelerin açmış olduğu kursların ve sivil toplum kuruluşlarının payı önemli ölçüdedir. Fakat belediyelerin ve sivil toplum kuruluşlarının bazı sosyal etkinlikler ve eğitim çalışmalarında ortaklaşa hareket etmeleri oldukça az rastlanılan bir durum olarak kendini göstermektedir.

İnsanlar neden çeşitli gruplara girmek isterler? Bir grubun üyesi olmak bize neler kazandırır? Elde edilen bulgular grubun önemini vurgular. Şöyle ki; gruplara katılmak önemli psikolojik ve sosyal gereksinimleri karşılamamıza yardımcı olur, bir yere ait olmak veya başkalarından ilgi görmek gibi. Grup içinde, yalnız başımıza altından kalkamayacağımız işlerin, üstesinden gelebiliriz. Ayrıca bir grup üyesi olarak, üye olmayan kişilerin edinemeyeceği bilgiler ediniriz. Aynı zamanda gruplar kendimizi güvencede hissetmemizi sağlar. Bir gruba dâhil olarak o grubun prestijini de elde etmiş oluruz. Bunun gibi, ait olduğumuz grubun toplumdaki yeri, bizim yerimizi de büyük ölçüde etkilemektedir (Kağıtçıbaşı, 2010: 285). Bu nedenle insan aidiyet hissederek, içinde bulunduğu grupla özdeşleşir. Çünkü tek başına yapamayacağı birçok işleri, faaliyetleri, başarıları grup halinde daha kolay bir biçimde elde eder. Artık grubun başarısı kendi başarısı, kendi başarısı grubun başarısı olmuştur.

41

İKİNCİ BÖLÜM 2.SOSYAL BELEDİYE FAALİYETLERİ