• Sonuç bulunamadı

Kosova-Türkiye diplomatik ilişkileri 1990-2015

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kosova-Türkiye diplomatik ilişkileri 1990-2015"

Copied!
111
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ABD

KOSOVA-TÜRKİYE DİPLOMATİK İLİŞKİLERİ

1990-2015

Danışman

Doç. Dr. Nezir AKYEŞİLMEN

Hazırlayan

Valdrin FERİZİ

(2)
(3)
(4)

İÇİNDEKİLER KISATMALAR ... v ÖZET ... vii ABSTRACT ... viii GİRİŞ ... 1 Tezin Soruları ... 3 Tezin Önemi ... 3 Tezin Metodolojisi ... 4 Literatür Taraması ... 4 Tezin Yapısı ... 7 BİRİNCİ BÖLÜM 1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE TARİHSEL ARKA PLAN ... 9

1.1. Diplomasi Kavramı ... 9

1.1.1. Diplomasi Çeşitleri ... 14

1.2. Dış Politika Kavramı ... 20

1.3. Türkiye’nin Dış Politikasına Genel Bakış ... 22

1.3.1. Geleneksel Türk Dış Politikası ... 23

1.3.2. Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası ... 26

1.3.3. Soğuk Savaş Yıllarında Türk Dış Politikası ... 30

1.3.4. Özal Dönemi ve Sonrasında Türk Dış Politikası ... 30

1.3.5. Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi Türk Dış Politikası ... 32

1.4. Türkiye’nin Balkanlara Yönelik Dış Politikası ... 35

1.4.1. Balkan Coğrafyası ve Etnik Yapısı ... 35

1.4.2. Atatürk Dönemi Türkiye’nin Balkan Politikası (1923-1938) ... 36

1.4.3. Soğuk Savaş Sonrası Türkiye’nin Balkan Politikası ... 37

(5)

İKİNCİ BÖLÜM

2. KOSOVA TARİHİNE GENEL BAKIŞ ... 41

2.1. İkinci Dünya Savaşı’ndan Sonra Kosova ... 41

2.1.1. Kosova’ya Otonomi Verilmesi ... 42

2.1.2. 1989 – 1990 Yılları Arasında Kosova’nın Ağır Siyasi Durumu ... 44

2.1.3. Yugoslavya’nın Dağılması ve Kosova Arnavutlarının Siyasi Faaliyetleri ... 45

2.1.4. Kosova Cumhuriyeti’nin İlan Edilmesi ve Anayasanın Kabulü ... 46

2.1.5. Kosova Kurumlarının Oluşumu ve Referandum... 47

2.2. Dayton Konferansı ve Sonuçları ... 50

2.2.1. İstanbul’da Kosova Ofisinin Açılması ... 54

2.3. Dayton Konferansı Sonrası Kosova ... 55

2.3.1. Kosova’da Savaşın Başlangıcı ve UÇK ... 56

2.3.2. Kosova Sorununun Çözümünde Uluslararası Toplumun Rolü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Diplomatik Faaliyetleri... 57

2.3.3. Güvenlik Konseyinin Kosova Kararı ... 60

2.3.4. UÇK’nın ve Savaşın Uluslararası Arenanın Odağı Haline Gelmesi ... 61

2.3.5. Kosova’da NATO Harekâtı ... 60

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. KOSOVA TÜRKİYE DİPLOMATİK İLİŞKİLERİ ... 63

3.1. 1999-2008 Arası Dönem ... 63

3.1.1. Kosova’nın Uluslararası Kurumlar Tarafından Yönetilmesi ve Güvenlik Konseyi’nin 1244 Sayılı Kararı ... 63

3.1.2. Türk KFOR’u ve Kosova’da ki Rolü ... 64

3.1.3. Geçici Hükümetin Kurulması ve Kosova Koruma Tugayı (TMK) ... 64

3.1.4. UNMİK Misyonu ... 65

3.1.5. Kosova Statüsünü Çözme Süreci ve Statü Öncesi Standartlar ... 68

3.1.6. Mart Ayaklanmaları ... 68

(6)

3.2.1. Kosova Cumhuriyeti’nin Bağımsızlığını İlan Etmesi ve Türkiye’nin Tanıması

... 70

3.2.2. Diplomatik İlişkiler ve Kosova Türkiye İkili İlişkileri ... 73

3.2.3. Kosova’nın Uluslararası Platformda Tanınmasında Türk Dış Politikasının Rolü ... 74

3.2.4. Kosova-Türkiye Ekonomik İlişkileri ... 75

3.2.5. Eğitim Alanında Yapılan Anlaşmalar ... 78

3.2.6. Kosova ve Türkiye’nin Sağlık Alanında İşbirliği ... 80

3.2.7. Güvenlik Alanında Kosova-Türkiye İşbirliği... 80

3.2.8. Kültür ve Spor Alanında Kosova-Türkiye İlişkileri ... 81

3.2.9. Kosova-Türkiye İlişkilerinde TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı) ... 82

SONUÇ ... 85

(7)

KISATMALAR

AB: Avrupa Birliği

ABD: Amerika Birleşik Devletleri

AGIT: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı

AGİT: Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı

BM GK: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi

BM: Birleşmiş Milletler

BMGS: Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği

KADP (PSHDK): Kosova Arnavut Demokristiyan Partisi

KB (GK): Kontak Grubu

KDB (LDK): Kosova Demokratik Birliği

KEDS: Kosova Elektrik Dağıtım ve Tedarik Şirketi

KFOR: NATO İstikrar Gücü

KGG(FSK) : Kosova Güvenlik Güçleri

KHH (LPK): Kosova Halk Hareketi

KKO (UCK): Kosova Kurtuluş Ordusu

KKP (PFK): Kosova Koy Partisi

KLP (PLK): Kosova Liberal Partisi

KSDP (PSDK): Kosova Sosyal Demokratik Partisi

KVM: Kosova Denetleme Misyonu

NATO: Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü

PAKKE (KIPRED): Politika Araştırmalar ve Kalkınma Kosova Enstitüsü

(8)

SHSK: Sloven Hırvat Sırp Kraliyeti

TİKA: Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı

KKT (TMK): Kosova Koruma Tugayı

UNMIK: Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği

(9)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö ğ re n ci n

in Adı Soyadı VALDRİN FERİZİ Numarası : 144229001017

Ana Bilim / Bilim Dalı

ULUSLARARASI İLİŞKİLER

Danışmanı DOÇ.DR. NEZİR AKYEŞİLMEN

(Ün.Dışı)YRD. DOÇ. DR. SEGAH TEKİN

Tezin Adı KOSOVA TÜRKİYE DİPLOMATİK İLİŞKİLERİ 1990-2015

ÖZET

Kosova sorunu tarihsel temelleri olan, çok boyutlu bir sorundur. Küresel güçlerin Balkanlar üzerindeki hesapları dikkate alındığında Kosova sorunu, tüm Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’nun İstikrarını doğrudan etkileyebilecek bir görünüme sahiptir. Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi ile Kosova sorunu çözüme ulaşmamış, aksine daha da karmaşık bir hale gelmiştir.

Kosova, Sırbistan ve Kosovalı Arnavutlar arasında bir sorun olmaktan çıkmış, büyük güçlerin arasındaki bir mücadele alanına dönüşmüştür. Bu mücadele alanının bir tarafını Amerika Birleşik Devletleri ve müttefikleri teşkil ederken, diğer tarafını ise Rusya Federasyonu’nun başını çektiği Kosova’nın emsal teşkil etmesinden endişe duyan devletler teşkil etmiştir.

Kosova konusunda Türkiye ise diplomatik ilişkilere ve dengelere de dikkat ederek Kosova’nın yanında yer almayı, her fırsatta yardımcı olmayı tercih etmiştir. Bunda tarihi ve kültürel bağlarımızın da etkisi vardır.

Geçmişten bugüne Türkiye, Kosova’ya olan desteğini çeşitli şekillerde göstermeye çalışmıştır. 1990’larda İstanbul’da Kosova’nın bir temsil ofisi açmasına ses çıkarılmaması bunun en bariz kanıtıdır. Yine Türkiye İşbirliği ve Koordinasyonu Ajansı tarafından ekonomik, sosyal, kültürel pek çok alanda işbirliği gerçekleştirilmiştir. İki ülke arasında vize uygulamaları kaldırılmış, dostluk anlaşmaları imzalanmıştır. Bu gelişmeler iki ülke arasındaki ilişkileri pekiştirmiştir.

Türkiye’nin Kosova konusundaki desteği Kosova’nın uluslararası düzeyde tanınmasında ve çeşitli uluslararası kuruluşlara üye olabilmesinde etkili olmuştur. Nitekim Türkiye Kosova’nın tanınmasında ve çeşitli kuruluşlara üyeliğinde önayak olmuştur.

Anahtar Kelimeler: Kosova, Türkiye, Kosova Savaşı, Diplomatik İlişkiler, Türk Dış Politikası.

(10)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö ğ re n c in

in Adı Soyadı VALDRİN FERİZİ Numarası : 144229001017

Ana Bilim / Bilim Dalı

ULUSLARARASI İLİŞKİLER

Danışmanı DOÇ.DR.NEZİR AKYEŞİLMEN

(Ün.Dışı)YRD. DOÇ. DR. SEGAH TEKİN

Tezin Adı KOSOVO TURKEY DİPLOMATİK RELATİONS

1990-2015

ABSTRACT

The Kosovo issue is a multidimensional question with historical bases. Given the calculations of global powers on the Balkans, the Kosovo issue has a view which can directly affect the Stability of all Balkans, the Caucasus and the Middle East. With the declaration of Kosovo’s independence, the Kosovo issue did not reach a solution, but rather became more complicated.

Kosovo has evolved to become a problem between Serbia and Kosovo Albanians, and has turned to become a struggle between big powers. While the United States of America and its allies constitute one side of this struggle arena, the states which are concerned about Kosovo’s setting a precedent led by the Russian Federation constitute the other side.

Turkey, as regards Kosovo, has always preferred to be on the side of Kosovo and back on all occasions, paying attention to diplomatic relations and balances. Our historical and cultural ties are also of the influence on it.

Turkey has tried to show its support to Kosovo in various forms from the past to the present. It İs the most obvious evidence that Turkey did not make a voice when Kosovo opened a representation office in Istanbul in 1990. Also, many economic, social and cultural cooperation has been carried out by the Cooperation and Coordination Agency of Turkey. The Visa applications between the two countries have been remowed and friendship agreements have been signed. These developments strenghened the relationship between the two countries.

Turkey’s support fort he Kosovo issue has been influential in the international recognition of Kosovo and membership in varius international organizations. As a matter of fact, Turkey has been a leader in recognition of Kosovo and membership in various organizations.

Key Words: Kosova, Turkey, Kosova War, Diplomatic Relations, Turkish Foreign Policy

(11)

GİRİŞ

Birinci Dünya Savaşı, etkisi ve sonuçları itibariyle pek çok devleti, toplumu etkilemiştir. Balkanlarda yaşayan milletler de bundan nasibini almıştır. Nitekim Birinci Dünya Savaşından sonra Sırp, Hırvat, Sloven Kralıyeti kurulmuştur. Kısacası (SHSK ) olarak tanılmıştır. Kurulan krallığın adında Arnavutların ismi dahi geçmemiş, bu krallık bünyesinde Arnavutlar ezilen grupların başında gelmiştir. Din, dil ve etnisite yönünden ülkedeki baskın gruptan farklı bir özellik çizdikleri için Arnavutlara ülke yönetiminde söz hakkı verilmemiştir. Bu dönemde Arnavutlar çeşitli baskılarla karşılaşmışlar, okulları kapatılmış, Arnavutça basın-yayın organlarının kurulması yasaklanmıştır. Ayrıca Kosova’nın demografik yapısını değiştirmek için de bölgeye sistematik olarak Sırplar yerleştirilmiştir.

Kosova’nın durumunda, İkinci Dünya Savaşından sonra da görece bir değişiklik olmamıştır. Yugoslavya Federasyonunun bir parçası olarak varlığına devam eden Arnavut halk, kâğıt üzerinde birtakım haklara kavuşmuştur. Arnavutça eğitim serbest bırakılmış, Arnavutça da diğer ulusların dilleriyle eşit statüye yükseltilmiştir. Ancak Kosova’daki kamu çalışanlarının çoğunluğunun Sırp olması, Arnavutlar üzerindeki baskının kırılmasına engel teşkil etmiştir.

Tito’nun 1980 yılında hayatını yitirmesi Arnavutlar açısından baskı ve şiddet döneminin yeniden başlamasına neden olmuştur. Bu durumu protesto için 1981’de Arnavut üniversite öğrencileri Priştine’de gösteri düzenlemişlerdir. Fakat gösteri sonrasında 32 öğrenci yaralanırken, pek çok öğrenci de tutuklanmıştır. Bu olay Tito sonrası Sırp-Arnavut sorunun fitilini ateşlemiştir. 1988 yılında ise Trepçe maden ocağı çalışanlarının grevinin geniş yankı uyandırması, bölgede sıkıyönetimin ilan edilmesine yol açmıştır. Ardından 1989 yılında Kosova’nın özerkliğinin kaldırılarak Sırbistan’a bağlı bir hale gelmesi ortamı iyice gerginleştirmiştir. Bu süreçte de daha önce olduğu gibi pek çok Arnavut işten çıkarılmış, Arnavutça eğitim yasaklanmış, sokaklardaki Arnavutça tabelalar kaldırılmıştır. Sırpların artan baskısına karşılık Kosovalılar 1989-1996 yılları

(12)

arasında barışçıl ve yasal yollarla haklarını aramışlardır. Bu doğrultuda 1990’da bağımsızlıklarını ilan ederek 1992’de İbrahim Rugova’yı devlet başkanı seçmişlerdir.

Soğuk Savaş sonrası dönemde Balkanlar, Türk dış politikasının aktif olduğu bölgelerden biri olmuştur. Türkiye başlangıçta Yugoslavya’nın birliğini tekrar sağlayabileceği düşüncesiyle çekimser davranmıştır. Batılı ülkelerin bağımsızlığını kazanan devletleri teker teker tanıması üzerine Türkiye de Balkanlarla daha yakından ilgilenmeye başlamıştır. Nitekim Bosna Savaşı’nda Türkiye aktif bir dış politika sergilemiştir. Uluslararası arenada Boşnaklara en fazla desteği veren ülkelerin başında gelmiştir.

İbrahim Rugova Başkanlığındaki Kosova’nın da ilk resmi ziyaretini Ankara’ya yapması manidardır. Bu ziyaretin neden ilk olarak Ankara’ya yapıldığına çalışmada yanıt aranacaktır.

Kosovalı Arnavutlar, Sırp yönetiminden bağımsız kurumlar kurmuşlardır. Fakat faaliyetlerini baskılardan uzak olmak amacıyla yurtdışında yürütmüşlerdir. Fakat Bosna-Hersek Savaşı’nın sonunda düzenlenen Dayton Konferansı’nda Kosova sorununa hiç değinilmemesi Arnavutları hayal kırıklığına uğratmıştır. Bundan sonra barışçıl politikanın doğru bir yol olup olmadığı sorgulanır olmuştur. Bu politikanın ne kadar doğru olduğu çalışmada da incelenecektir.

Dayton Antlaşması’nın imzalandığı süreçte Türkiye, Belgrad ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır. Bu dönemde Türkiye Belgrad’daki büyükelçiliğini yeniden açmış ve Bosna Savaşı sırasında gerilen ilişkileri düzeltmeye çalışmıştır. Ancak Kosova’ya karşı şiddetin artması Türkiye’nin Sırbistan ile ilişkilerini yeniden değerlendirmesine, Kosova konusunda tavrını kesinleştirmesine yol açmıştır. Türkiye’nin Kosova konusundaki politikası çalışmada detaylı şekilde irdelenecektir. Nitekim Türkiye’nin bu süreçte sergilediği tutum, Kosova-Türkiye ilişkileri açısından önemlidir.

Buna ilişkin olarak, Kosova Savaşı sırasında,Türkiye resmi olarak çekimser bir tavır sergilediğine rağmen, Kosova sorunu çözülmesi için her zaman doğru ve positif bir

(13)

rol oynamıştır. Üstelik Kosova bağımsızlığı sürecinde Türkiye Cumhuriyeti nin rölu çok önemli idi. Nitekim Kosova bağımsızlığını İlan ettiğinde ilk tanıyan devletlerden biri Türkiye Cumhuriyeti idi. Dolaysıyla çalışmamızın kısımında genel olarak iki önemli soruya akla gelmektedir. İşte şu iki soru birinci olarak, Türkiye’nin bu farklılaşan politikası acaba gerçekten de temel bir dış politika değişikliğinin göstergesi midir? İkinci soru ise, Türkiye’nin politika değişikliğinin sebebi sadece Batılı devletlerin politikalarındaki değişime uyum sağlama gayreti midir?

Ülkelerin dış politikalarında hem iç hem de dış faktörler etkili olmaktadır. Ülkelerin tarihi geçmişi, hâkim olduğu coğrafya, uluslararası arenadaki güç oyunları dış politikalarında belirleyici olmaktadır. Kosova ile Türkiye arasındaki ortak tarihi, kültürel birikimin dış politikada nasıl bir rol oynadığı çalışmada vurgulanacaktır. Ayrıca Türkiye’nin NATO’nun askeri müdahalesine tam destek vererek sürece etkisi tartışılacaktır. Bu süreçte Türkiye’nin olaya insan hakları ihlali gözüyle mi baktığı, yoksa olayı sadece tarihi ve kültürel bağlarla mı değerlendirdiği ortaya koyulmaya çalışılacaktır.

Tezin Soruları

 Kosova-Türkiye diplomatik ilişkilerinin tarihi süreçteki seyri nasıl olmuştur?  Tarihi süreçte diplomatik ilişkilerde Kosova’ya Türkiye’nin yaklaşımını etkileyen

nedenler nelerdir?

 Kosova-Türkiye arasındaki etnik, dini ve kültürel bağlar diplomatik ilişkilerin seyrini etkilemiş midir?

Tezin Önemi

Kosova-Türkiye ilişkileri, her iki toplumun da ortak bir tarihi geçmişi olmasından dolayı mühimdir. Nitekim Yugoslavya Federasyonu zamanında Türkiye, Yugoslavya’nın bir iç meselesi olarak gördüğü için federasyon içindeki halklarla ilgili tarafsız bir tutum sergilemiştir. Fakat Yugoslavya Federasyonu’nun dağılmasının ardından her ulus kendi geleceğini belirleyerek tek tek bağımsızlıklarını kazanırken, Kosova uluslararası kamuoyunda adeta görmezden gelinmiş, hiçbir platformda tartışma konusu olarak yer

(14)

alamamıştır. Son olarak Dayton Konferansı’nda da gündeme gelmesi, Sırpların Kosovalıları sürekli sindirme politikası gütmesi, dünya kamuoyunun ise bu duruma seyirci kalması bardağı taşıran son damla olmuştur. Tarihi ve kültürel bağlardan dolayı Kosova’ya yardım edebilecek, destek olabilecek tek ülke Türkiye olarak görülmüştür. Nitekim Türkiye de hem uluslararası kamuoyunun tepkisini çekmeyecek hem de Kosovalıları küstürmeyecek bir politika takip ederek Kosovalıların yanında yer almıştır. Bu sebeple bu çalışmanın, ortak bir tarihi geçmişi olan iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin önemini vurgulaması bakımından önemli olduğu düşünülmektedir. Aynı zamanda Türkiye’nin diplomatik ilişkilerde Kosova’ya yaklaşımının Kosova perspektifinden nasıl algılandığını ortaya koyması açısından da literatüre katkı sağlayacağı söylenebilir.

Tezin Metodolojisi

Tez yazım metodu olarak, geniş bir literatür taraması çerçevesinde tarihsel olayların kronolojik olarak incelenmesi ve elde edilen verilerin yorumlanması benimsenmiştir. Çalışmada öncelikli olarak konuyla ilgili birincil veri niteliğindeki kaynak eserlerden, kitaplardan, dergi ve makalelerden yararlanılmıştır. Kosova tarihini kaynağından anlatabilmek gayesiyle de ağırlıklı olarak Arnavutça ve Türkçe kaynaklardan faydalanılmıştır. Konuyu zenginleştirmek için döneme tanıklık etmiş kişilerin röportajlarına da yer verilmiştir. Ayrıca mecbur kalınan noktalarda güvenilir internet adreslerinden de destek alınmıştır.

Literatür Taraması

Kamel (2014), “1923’ten günümüze Türk Dış Politikası ve Diplomasisi” isimli eserinde dünyanın güç dengelerinin nasıl değiştiğini; bu dengelerin değişmesinde hangi unsurların, ne derece rolü olduğunu; ABD ve diğer Batılı ülkelerin dış politikaya bakış açılarını; lobiciliğin dış politikadaki önemini gözler önüne sererek Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya ülkeleri nezdindeki yerini ve Türk dış politikasının ana hatlarını ortaya çıkarmaktadır. Eser 1923 tarihinden günümüze kadar olan dönemi ele almasıyla

(15)

Türk dış politikasını genel bir çerçeveden görebilme imkânı sunmaktadır. Ayrıca sadece bir ülke ile olan dış politikası değil İsrail, Yunanistan, Ermenistan, ABD, AB gibi ülkelerle olan ilişkilere de değinmesi Türk dış politikasının genel bir bakış açısıyla değerlendirilmesine olanak tanımaktadır. Ayrıca Sayın Kamel’in emekli büyükelçi olması birikimlerini eserine yansıtabileceği kanısıyla ayrı bir merak uyandırmaktadır.

Demirtaş Coşkun (2013) ise “Kosova’nın Bağımsızlığı Türk Dış Politikası (1990-2008)” isimli makalesinde 1990’ların başından günümüze kadar Türkiye’nin Kosova politikasını incelemektedir. Makalede Ankara’nın Kosova konusundaki politika değişikliğinin taktik bir değişiklik olduğu, temel bir dönüşümü yansıtmadığı vurgulanmaktadır. Demirtaş Coşkun’a göre, Türk yetkilileri 2000’li yıllarda Türkiye’nin Balkanlar politikasını oluştururken Soğuk Savaş döneminde ve 1990’larda olduğu gibi Batı’yla paralel hareket etmiştir. Dolayısıyla makalede Türkiye’nin biraz denge siyaseti güderek, biraz da uluslararası politikanın seyrinden yola çıkarak bir rota takip ettiği vurgulanmıştır.

Yenigün ve Efegil (2010)’in derlediği “Türkiye’nin Değişim Dış Politikası” isimli eserde ise yıllardır Türkiye’nin dış politikasında daha aktif, daha etkin bir konumda olmasını engelleyen Kürt sorunu, PKK terörü, askerin dış politikadaki etkisi, dış politika ekseninin yeniden tanımlanması, kimlik, dış politika yapım süreci ve Kıbrıs sorunu gibi temel problemler üzerinde durulmuştur. Soğuk Savaş sonrasında ve son on yılda Türk dış politikasındaki değişimlere ve buna etki eden faktörlere değinilmiştir. Bu çalışmayı asıl önemli kılan nokta ise farklı bakış açılarına sahip yazarların makalelerinden oluşmasıdır. Bu nedenle Türk dış politikasına kapsamlı bir yaklaşım olanağı sunmaktadır.

Aksu (2010), “Kosova Krizinde Türkiye’nin Dış Politikası” isimli makalesinde Türkiye’nin dış politikasında Kosova siyasetinin geçirdiği değişimi incelemiştir. Aksu’ya göre, Türkiye’nin Kosova sorunundaki yaklaşımı barışçıl yöntemler kullanılarak sorunun çözülmesi odaklıdır. Ayrıca izlenen bu politikanın nasıl değiştiğini ve Türkiye’nin NATO’nun askeri müdahalesine tam destek vererek diplomasiden kuvvet kullanımına nasıl yöneldiğini ele almıştır.

(16)

Kosova’nın bağımsızlık süreci ile ilgili olarak ise İlkdoğan (2009), çalışmasında Kosova’nın bağımsızlık sürecinde ABD, AB, Rusya ve Türkiye’nin tutumunu değerlendirmiştir. Ayrıca Kosova’nın bağımsızlığını elde ettikten sonraki bir yılın değerlendirmesini yapmıştır. Bu doğrultuda ABD, AB, Rusya ve Türkiye’nin bağımsızlıktaki rolünü, bağımsızlık sonrası Kosova’ya yaklaşımları ve bağımsızlık için uluslararası toplumun desteğinin önemini vurgulamıştır. Bu çalışmanın Kosova’nın bağımsızlığı sürecinde başrolde olan devletlerin tutumları ve sürece etkilerini incelemesi bakımından önemli olduğu düşünülmektedir.

Uzgel (2010), Bosna Hersek ve Türkiye Türk Dış Politikası adlı eserinde Türkiye’nin Balkan politikası hakkında bilgi genel bilgiler vererek Yugoslav coğrafyasındaki kriz ve gelişmeleri ele almaktadır. Bosna Hersek Sorunu ve süreç içerisinde gelişen olaylara Türkiye Cumhuriyeti’nin göstermiş olduğu politik tutum ile uluslararası aktörlerle yaptığı işbirlikleri incelemektedir. Ayrıca Uzgel’in çalışmasında Bosna Hersek olaylarında Türkiye kamuoyunun bakış açısına da yer vermesi çalışmayı zenginleştirmiştir.

Kadriaj (2008) çalışmasında 1990 sonrası Balkanlar’da barışı tehdit eden Kosova Sorunu’nun temelinde nelerin yattığını ortaya koyarak, tarafların yaptıkları doğruları ve yanlışları inceleyerek, sorunun çözümünde etkili olan faktörlerin altını çizmeye çalışmıştır. Kadriaj’ın değerlendirmeleri ile literatüre katkı sağladığı düşünülmektedir.

Kryeziu (2008) ise çalışmasında uluslararası politikada son zamanlarda önemli bir kavram haline gelen insancıl müdahale kavramını tarihsel gelişimi ile beraber ele almıştır. Ayrıca bu kavramın günümüz hukuk sistemindeki yerini sorgulamıştır. Bunun yanında uluslararası hukuka uygun olup olmadığına bakılmaksızın yalnızca savunulan değerler üzerinden insancıl müdahalenin ahlaki veya en azından uygulanabilir olup olmadığını değerlendirmiştir. Kryeziu (2008)’nun çalışması için bir toplumun bağımsızlık mücadelesine başka açıdan bakma olanağı sağlamıştır denebilir.

Kohen ise “Kosova Politikamız: İlkler ve Gerçekler” isimli makalesinde Türkiye’nin Yugoslavya’nın dağılması sürecinde izlediği çekimser tavrın nedenleri

(17)

üzerinde durmuştur. Türkiye’nin etnik ve dinsel faktörlerle Balkanların iç çatışmalara ve bölünmelere sürüklenmesini istemediğini, bunu bölgenin istikrarı açısından tehlikeli bulduğunu, bu nedenle her fırsatta “toprak bütünlüğü” kriterini öne çıkardığını belirtmiştir.

Literatürdeki çalışmalar incelendiğinde henüz çok eski bir konu olmaması nedeniyle Kosova sorununu ve Kosova’nın bağımsızlık sürecini Türkiye-Kosova diplomatik ilişkileri bağlamında çok kapsamlı inceleyen çalışmaların eksik olduğu gözlemlenmiştir. Dolayısıyla yapılan çalışma ile literatüre katkı sağlanacağı düşünülmektedir.

Tezin Yapısı

Kosova-Türkiye diplomatik ilişkileri başlıklı bu çalışma üç bölüme ayrılarak incelenmiştir.

Birinci bölümde konuya bir temel oluşturması amacıyla kavramsal çerçeve ve tarihsel arka plandan bahsedilmiştir. Bu kapsamda öncelikle diplomasi ve dış politika kavramları tartışılarak iki kavramın farkı vurgulanmıştır. Ardından Türkiye’nin geçmişten bugüne dış politikası ve Balkan politikası tartışılmıştır.

İkinci bölümde Kosova tarihine genel bakış çerçevesinde 1990-1999 yılları arasındaki gelişmelere yer verilmiştir. Bu doğrultuda, Kosova’nın yurtdışına yaptığı ilk resmi ziyaretten, Dayton Konferansı’nın bu dönemdeki önemi ve Kosova tarihindeki rolünden, Konferanstan sonra Türkiye’nin tutumundan, Dayton Konferansı’ndan sonra Kosova’nın durumundan, NATO’nun Kosova’ya müdahalesinden ve bu durumda Türkiye’nin rolünden bahsedilmiştir.

Üçüncü ve son bölümde ise Öncelikle 1999-2008 yılları arasındaki gelişmeler ele alınmıştır. Kosova’nın savaş sonrası acil durum etabında Türkiye’nin NATO bünyesinde KFOR’da yeninden inşa sürecinde oynadığı rolden, UNMİK ve yapısından, TİKA’nın Kosova’daki rolünden bahsedilmiştir. Ardından Kosova ve Türkiye ilişkilerinde

(18)

2008-2015 yılları arası anlatılmıştır. Bu kapsamda Kosova Cumhuriyeti’nin tanınma ve statüsünün belirlenmesi, Türkiye’nin tanıma süreci, Kosova’nın uluslararası platformda kabul görmesi konusunda Türkiye’nin rolü, sağlık, ekonomi, eğitim, kültür ve spor gibi alanlarda Kosova ve Türkiye arasındaki işbirliği açıklanarak çalışma neticelendirilmiştir. 2015’ ten sonraki gelișmeler sebebi dağıldığı için sonuç anlamında net bir çıkarmak zor olduğu için 2015’ te bitirdik.

(19)

BİRİNCİ BÖLÜM

1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE TARİHSEL ARKA PLAN

1.1. Diplomasi Kavramı

Diplomasi, uluslarası ilişkilerde devlet ve milletin “omurgasını” oluşturmaktadır. Diplomasi kelimesinin kökeni eski Yunanca’dan: misyon amaçları için talimatların içerdiği ve misyon başkanına verildiği iki bağlı sayfada yazılı bir belge olan “Diploma”dan gelmektedir.

“Diplomasi” terimi ilk kez 1796 yılında Büyük Britanya’da Edmund Burke tarafından kullanılmıştır. Britanya diplomatı Ernest Mason Staow ise “A Guide to Diplomatic Practic” adlı kitabında diplomasiyi: “bağımsız hükümet ve devletler arasında resmi ilişkilerin geliştirilmesinde zeka ve inceliğin uygulanması” olarak tanımlamaktadır. (Zejnullah Gruda, s. 247-48).

Günümüzde diplomasinin en kabul edilir tanımı şudur: Diplomasi, uluslarası ilişkilerin; müzakere, antlaşma ve uluslarası anlaşmalar aracılığıyla gerçekleştirilmesi sanatı veya pratiğidir. Bu ilişkilerin diplomatlar daha doğrusu büyükelçi ve maslahatgüzarlar tarafından kurulması ve yönetilmesi, bir diplomatın işi veya zanatı olarak nitelendirilmektedir. Bu anlamda diplomasi, devletin dış politikada temsil edilmesinin temel aracıdır. Bu ise gönderilen ülke diplomatı tarafından gerçekleştirilmekte ve akredite edildiği ülkede devletin dış politikasını uygulamaktadır.

Tarafların görüşmesi vasıtasıyla uluslararası ilişkilerin şekillenmesine aracılık eden diplomasi, her ne kadar eskiden bugünkü anlamda kullanıldığı gibi kullanılmasa da, tarih öncesi dönemlere kadar uzanır. İlkel kabileleri ele alacak olursak, kabileler arası çatışmaların savaşla sonuçlanması üzerine, savaştaki kazançları ve kayıpların tespiti ya da uzlaşı için aracıların kullanıldığı bilinmektedir (Acar, 2006, s. 419). Devletleşme süreciyle birlikte diplomasi kavramı da somutlaşarak daha ciddi ve kurumsal bir hüviyet kazanmıştır.

(20)

Diplomasi için, uluslararası ilişkilerde dış politika stratejilerinin uygulanmasının başlıca vasıtasıdır denebilir. Diğer taraftan diplomasi, bu stratejilerin yürütülmesi sırasında tarafların diplomatları arasındaki sözlü ya da yazılı iletişim ve müzakere süreçlerini de kapsamaktadır (Erol & Solak). Uzer’e göre; diplomasiyi sadece yabancı ülkelere karşı uygulanan bir alan olarak da görmemek lazımdır. Çünkü müzakereler yabancı devletlerle yapılırken aynı zamanda ülkenizin içindeki baskı gruplarının da etkileri dikkate almak icap etmektedir. Bu açıdan diplomasiyi iki seviyede oynanan bir oyun olarak tanımlamak doğru olacaktır. Yapılan uluslararası antlaşmaların meclisler tarafından onaylanması gerektiğini unutmamak gerekmektedir (Uzer, 2007, s. 13-14).

Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlüğünde diplomasi; “uluslararası ilişkileri düzenleyen antlaşmalar bütünü, yabancı bir ülkede ve uluslararası toplantılarda ülkesini temsil etme işi ve sanatı, bu işte çalışan kimsenin görevi, mesleği, bu görevlilerin oluşturduğu topluluk, güç bir görüşme sırasında gösterilen ustalık ve beceriklilik” şeklinde ifade edilmektedir (TDK, 2017).

Harold Nicolson’a göre ise, “dar anlamda diplomasi; hükümetlerin resmi temsilcileri olan diplomatlar aracılığı ile gerçekleştirdikleri bir karşılıklı haberleşme veya görüşmeler sürecidir. Geniş anlamda ise; bir ülkenin dış politikasında kullanılan çeşitli siyasal etkileme yöntem ve tekniklerini ifade etmektedir” (Sönmezoğlu, 2009, s. 344).

Başka bir tanıma göre ise diplomasi, “ulusal çıkarların barışçıl yollardan korunması veya uluslararası ilişkilerin barışçı yol ve araçlarla yürütülmesi sanatıdır” (Uzer, 2007, s. 13). Diğer taraftan diplomasi, “bir hükümetin belli konulardaki kanı ve görüşlerini doğrudan doğruya öteki devletlerin karar vericilerine iletmesi süreci” şeklinde de tanımlanabilir (Gönlübol, 1993, s. 116).

Diplomasi ile ilgili yapılan tanımların ortak noktasına baktığımızda hemen hemen bütün tanımlar diplomasinin (Gültekin, 2001, s. 8);

(21)

 Bir müzakere yöntemi olduğu,

 Devletlerarası ilişkilerde uzlaşı sağlamayı amaçladığı,

 Hükümetler arası politikaları duyurulmasında, politikalardan uluslararası kamuoyunu haberdar etmede izlenen süreci belirlediği,

 Bir ülkenin belirlediği dış politikaların konseptinin gerçekleştirilmesini sağlayan tüm, araç, yöntem, önlem ve prosedürleri içerdiği noktasında birleşmektedir. Bir devletin uluslararası ilişkilerde izleyeceği temel yolu ve esasları dış politikası belirler. Belirlenen dış politika esaslarının gerçekleştirilmesini sağlayan araç, yöntem ve taktikleri ise diplomasi belirler. Dolayısıyla diplomasi ve dış politika kavramlarını birbirinin yerine kullanmak çok doğru gözükmemektedir. Kimi zaman bu iki kavramın birbiri yerine kullanıldığı görülmektedir. Bu iki kavramı ayırt etmek adına örnek vermek gerekirse Türkiye’nin Kıbrıs, Ortadoğu, Avrupa Birliği’ne yönelik olarak belirlediği dış bazı dış politika hedefleri bulunmaktadır. Bu hedeflerden Avrupa Birliği’ne tam üyelik Türkiye için çok önemlidir. Avrupa Birliği’ne tam üyelik için Türkiye’nin karar mekanizmalarını ve üye devletleri etkilemek için geliştirdiği tüm taktik, stratejik ve siyasal yöntemler ise diplomasi çalışmalarıdır (Gültekin, 2001, s. 39). Dolayısıyla diplomasi için uluslararası ilişkilerin uygulanmasındaki süreç ya da uluslararası ilişkilerin uygulanma şekli denebilir.

Dolayısıyla dış politika ve diplomasiyi eş anlamlı olarak kullanmak pek doğru olmamaktadır. Devletlerarası siyasal ilişkilerde bu farkı dikkate almak gerekmektedir. Örneğin Türkiye’nin Kıbrıs, Ortadoğu, Avrupa Birliği’ne yönelik olarak belli dış politika hedefleri vardır. Avrupa Birliği’ne tam üyelik Türkiye için önemli bir dış politika hedefidir. Tam üyelik yolunda, karar mekanizması ve diğer Avrupa Birliği başkentlerini etkilemek için geliştirilen siyasal strateji, taktik ve yöntemler ise diplomasi çalışmalarıdır. Dolayısıyla diplomasi; devletlerarası, siyasal ilişkilerin uygulama süreci ve şeklidir. Esasında uygulamada dış politika ile başlıca aracını oluşturan diplomasi arasındaki karşılıklı etkileşimi ölçmek veya birbirinden kesin çizgilerle ayırmak hemen hemen

(22)

olanaksızdır. Diplomasi aracı hiçbir zaman pasif değildir, politika seçeneklerini ve algılamalarını etkileyen kendi dinamiğine sahiptir (İskit, 2012, s. 2). Diplomasi, devletlerarasındaki anlaşmazlıkların, bunalımların, sorunların çözümlenmesinde ya da azaltılmasında önemli bir dış politika aracıdır. Diplomasi bu işlevini sabırla ve objektif bir gözlem ile diplomatların bilgi ve kültürel deneyimleri vasıtasıyla gerçekleştirmektedir (Çatal, 2015, s. 1).

Devletler arasındaki görüşmeler genellikle görüş ve bilgi alışverişinde bulunmak veya dayanışma için yapılmaktadır. Bununla birlikte, diplomatik görüşmelerin bunun dışında bazı amaçları ve bazı nedenleri de bulunabilmektedir. Örneğin, devletler, görüşme mekanizmasını, karşı tarafla bir konuda anlaşmak niyetindeymiş gibi görünerek, zaman kazanmak için, oyalama taktiği olarak kullanabilirler. Bir devlet görüşmeye salt propaganda yapmak amacıyla da girişebilir. Gizli diplomasinin kuşku ile karşılandığı, diplomatik görüşmelerin basına ve kamuya geniş biçimde duyurulduğu bir dönemde, uluslararası konferanslar kamuoyunu etkilemek için kullanılan önemli forumlar niteliğindedir (Gönlübol, 1993, s. 124).

Diplomasinin anlamının ardından biraz tarihi kökenine inilecek olursa, diplomasi teorisi esas itibariyle, bugünkü haliyle bildiğimiz diplomasinin temellerinin atıldığı 15. yüzyıldan itibaren Avrupa’da geliştirilmeye başlamıştır. Bilindiği üzere bugünkü anlamda “modern diplomasi” özel hukuki kurallarla korunan ve sürekli olarak dış ülkelerde veya uluslararası kuruluşların merkezlerinde ikamet eden diplomatların oluşturduğu bir ağın dış politika uygulama faaliyetleridir. Bu ağ ilk olarak İtalya Yarımadası’nda 15. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştır (İskit, 2012, s. 9). Nitekim Kuzey İtalya’da ilk sürekli elçi, 1455 yılında Milano Dükü tarafından Cenova’ya atanmıştır. Bu dönemden itibaren İtalyan şehir devletleri Avrupa ülkelerine de resmi temsilci göndermeye başlamışlar, bu uygulama zamanla diğer Avrupa ülkeleri arasında da yaygınlık kazanmıştır. Yavaş yavaş Alplerin dışına taşan, diplomasi yolu ile etki uygulama geleneği, 17. ve 19. yüzyıllar arasında Avrupa’da altın devrini yaşamıştır. 17. ve 18. yüzyıllardaki Avrupa diplomasisine damgasını vuran ülke Fransa olmuştur. 17. yüzyılda Fransa’da dış politika,

(23)

diplomatik faaliyetler bir dışişleri bakanlığı tarafından, tek elden yönetilmeye başlanmıştır (Sönmezoğlu, 2009, s. 345). Bu dönemde, diplomasi temsilcilerinin bulundukları ülkenin iç işlerine karışmaları, yalan söylemeleri, yıkıcı çalışmalara girişmeleri, casusluk yapmaları vb. olağan karşılanan hareketler olmuştur. Yabancı ülkeler yanına kendisi de bir elçi olarak gönderilen Machiavelli, “Prens” isimli eserinde diplomasinin zulüm, hile, güvensizlik ve aldatmaya dayanan niteliklerinden bahsetmektedir. Bu bakımdan bu dönemde diplomasi, her zaman saygınlık kazanmamış olmakla birlikte önemli bir meslek haline gelmiştir. Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki, Osmanlı Devleti yüzyıllar boyunca Avrupa’nın belki de en güçlü devleti unvanına sahip olmasına rağmen, uzun süre elçi gönderme hakkını kullanmamıştır. Gerçekten, 18. yüzyılın sonlarına dek yabancı devletler İstanbul’da sürekli temsilciler bulundurdukları halde, Osmanlı Devleti ilk kez 1793 yılında III. Selim döneminde İngiltere’ye Yusuf Agâh Efendi’yi sürekli elçi olarak göndermiştir (Gönlübol, 1993, s. 116). Bu durum, Osmanlı’nın III. Selim dönemine kadar, hâlâ kendisini üstün bir devlet olarak gördüğü için diğer devletlerde elçi bulundurma gereği hissetmediği şeklinde de yorumlanabilir.

Diğer taraftan, bu dönemde diplomaside çok taraflılık yaygınlaşmış, buna paralel olarak diplomatik temaslar zemininde önde gelme, protokol, hep önemli bir sorun niteliği taşımıştır. 1648 Westphalia, 1712 Utrecht Konferansları çok taraflı diplomasinin o yıllardaki en belirgin örneklerini oluştururken, bu türden toplantılar sırasında da çeşitli protokol sorunları taraflara zor anlar yaşatmıştır (Sönmezoğlu, 2009, s. 346).

1815 Viyana Kongresi’ ile I. Dünya Savaşı arasındaki dönemde, Avrupa diplomasinin merkezi olmuş, Avrupa dışındaki pek çok bölgenin kaderi de Avrupa başkentlerinde gerçekleştirilen toplantı ve görüşmelerde ele alınmıştır (Sönmezoğlu, 2009, s. 346). Bu dönemdeki vurgulanması gereken diğer bir önemli nokta da Viyana Kongresi’nde diplomatların yasal statüsünün belirlenmiş olması ve diplomatlığın kanuni bir meslek olarak kabul edilmiş olmasıdır (Uzer, 2007, s. 16).

20. yüzyıla gelindiğinde ise diplomasinin daha demokratik bir hal aldığı iddia edilebilir. Nitekim eski diplomaside yer bulan gizli antlaşmaların önüne geçmek için,

(24)

yapılan antlaşmaların önce Milletler Cemiyeti’ne, sonra Birleşmiş Milletler’e kaydedilmesi koşulu getirilmiştir. Bunun yanında ulusal parlamentoların yapılan antlaşmaları onaylaması kararı alınmıştır. Ancak şu da belirtilmelidir ki, günümüz diplomasisinde dahi hâlâ görüşmeler gizli yapılabilmekte, sonuçlar kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Bu da normal karşılanmalıdır, çünkü halkın gözü önünde yapılacak olan görüşmelerin başarı şansı yoktur (Uzer, 2007, s. 18).

1.1.1. Diplomasi Çeşitleri

Diplomasinin resmi bir hüviyet kazanmasıyla beraber çeşitli diplomasi türleri ortaya çıkmıştır. Bunlardan en önemlileri kamu diplomasisi, spor diplomasisi, kültürel diplomasi ve vatandaşlık diplomasisidir.

Kamu Diplomasisi:

Kosova Türkiye ilișkileri daha çok Kamu Diplomasisi çerçevesinde geliștiği için nu ağırlık verildi. Kamu diplomasisi kavramının kökeni İngilteredir. Bu kavram, Birinci Dünya Savaşından günümüze kadar değişik zaman dönemlerinde kullanılmıştır. Fakat kamu diplomasisi kavramı faklı anlamını, biribirleriyle propaganda yöntemleriyle çatışacak olan Soğuk Savaşın başlangıcında iki siyasi-ideolojik bloğun kurulmasıyla kazanmıştır.

Sloven diplomat ve araştırmacısı Milan Jazbec, Kamu Diplomasisiyle ilgili şunları söylemektedir: “Kamu Diplomasisi, kamuoyu için anlaşılması zor ve gizli anlaşmaların kurulması demek olan Gizli diplomasinin çelişkisi olarak da tasavvur edilmektedir”. (Jazbec, 2008, s. 61)

Türk Dil Kurumuna göre kamu diplomasisi, “Bir ulusun düşüncelerini, hedeflerini, ideallerini, güncel politikalarını, kurumlarını ve kültürünü yabancı ülkelerin kamuoylarına anlatma amacıyla uygulanan politika” olarak tanımlanmıştır (TDK, 2017).

Fakat esasında Kamu Diplomasisi, hükümetler arasındaki iletişimden ibaret olan geleneksel diplomasiden farklı olarak, dış ülkelerin kamusuyla iletişimdir. Son yıllarda

(25)

birçok hükümet kamu diplomasisi özel bölümleri oluşturmuştur. Dış siyasette kamu diplomasisi uluslarası arenada önemli bir yer almıştır çünkü ülke sınırları dışında etkilerini yaymayı amaçlayan güçlü devletler kamu diplomasisinin gelişmesi için büyük yatırım yapmaktadırlar.

Kamu Diplomasisini dünyaca ünlü müellifler incelemiştir. Bunlardan biri, Kamu Diplomasisini “yumuşak güç” (soft power) olarak tanımlayan Joseph Nye’dir. Nye yönetimi, istenen sonuçları elde etmek amacıyla diğerlerini etkilemek kabiliyeti olarak algılamaktadır. Nye, diğerlerin davranışları nasıl etkilenebileceği konusunda üç farklı şekli ayırmaktadır. İnsanlar tehditle zorlanabilir, ödeneklerle ikna edilebilir veya cezbedilebilirler (Fatmir Fazliu,2015, s. 41).

Kamu Diplomasisinin baş alanları şunlardır:

1- Siyasi - TV’den internete kadar iletişim araçlarının etkisi ve bu araçlar vasıtasıyla genel milli çıkarlar için kamuoyunun bilgilendirilmesi.

2- İktisadi – Yaptırımlar, ambargo veya yatırımların geliştirilmesi vs. 3- Kültürel – Öğrenci değişimi, spor, santçı, moda vs. (Baliqi, 2010,s.42) Türkiye Kamu Diplomasisini incelersek, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi (TİKA) iktisadi, kültürel ve diğer birçok alanı kapsayan faaliyetleriyle önemli bir röl oynadığı sonucuna varabiliriz.

Dolayısıyla TİKA, Türkiye için dış politikadaki en önemli araçlardan bir tanesidir. Nitekim Türkiye, ilişkilerini geliştirmek istediği ya da yeni ilişki kurmak istediği ülkelerle TİKA aracılığıyla sosyal ve kültürel projelerle diyalog kurarak yakınlaşma içerisine girmektedir (Erdağ, 2008, s. 67-79).

Türkiye TİKA aracılığıyla Türk Dünyasıyla ve ortak kültürel değerlere sahip olduğu coğrafyalarla yardımlaşma ve işbirliği içerisindedir. Son yıllarda gerek diğer ülkelere yardımlar gerekse ortak işbirlikleri sistematik bir hal almıştır. Bu bağlamda Türk

(26)

dış politikasının bir hizmet kuruluşu olan TİKA’nın faaliyet alanına giren ülkelere yönelik temel hedefleri: istikrarlı ekonomik büyüme, sosyal kalkınma, sosyal eşitsizliklerin giderilmesi, sürdürülebilir kalkınma uygulamaları, iyi yönetim, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, yoksulluğun azaltılması ve çatışmaların önlenmesi olarak belirtilebilir (Börklü, 1999, s. 279). Türkiye TİKA vasıtasıyla gerçekleştirdiği faaliyetler ve projeler ile uluslararası kamuoyunda kendini göstermeye başlamıştır. Burada şunu ifade etmek gerekir ki TİKA direk olarak dış politika belirleyen ya da yapan bir kuruluş değildir. Belirlenen dış politika hedefleri Dışişleri Bakanlığı tarafından yürütülmektedir. TİKA dış politika hedeflerinin bir uygulayıcısı ve alt yüklenicisidir denebilir (Erdağ, 2008, s. 69). Dolayısıyla Türkiye’nin resmi dış politikası kurum ve kuruluşları ile bir bütün olarak değerlendirilmelidir

Son dönemlerde Türkiye’nin dış politika anlayışı için çok boyutlu ve dinamik nitelemesi yapılabilir. Bu çok boyutlu ve dinamik dış politika anlayışının en önemli örneği AB’ne tam üyelik çerçevesinde gösterilen kararlılık ve “komşularla sıfır problem” anlayışından hareketle diğer ülkelerle geliştirilen diyalog ve işbirliği çabalarıdır. Dolayısıyla TİKA da değişen Türk dış politikası anlayışı çerçevesinde proje ve faaliyet alanını genişletmiştir (Erdağ, 2008, s. 83).

Sonuç olarak TİKA, değişen Türk dış politikasına paralel olarak etki ve faaliyetlerini artırmış, kamu diplomasisi alanında Türkiye’nin prestijini artırmıştır. Ayrıca Türkiye’nin yer aldığı coğrafyada ve küresel alanda yerini güçlendiren bir aktör olmuştur (Akıllı, 2013, s. 149).

Kültürel Diplomasi:

Kültürel diplomasiyi açıklamadan evvel kültür kavramına biraz değinmek yerinde olacaktır. Kültür her şeyden önce geçmişle gelecek arasında bağ kurması bakımından önemli bir köprü vazifesi görmektedir. Kültür, siyasal düşüncelere, kurumlara, davranış ve tutumlara dahi etkide bulunabilmektedir. Bu nedenle kültürün siyasal toplumsallaşma

(27)

işlevinden bahsedilebilir. Nitekim siyasal değer sistemlerinin kuşaktan kuşağa aktarılmasında kültür önemli bir rol oynamaktadır.

Kültür, toplumların geçmişleri ile gelecekleri arasında bağ kuran, vazgeçilmesi olanaksız köprüdür. Siyasal düşünce, davranış ve tutumların yanı sıra, siyasal kurumlara da belirli ölçülerde etkide bulunmakta, oluşumlarına katkı sağlamaktadır. Kurtuluş’a göre; “ortak paylaşılan inançlar, gelenek ve görenekler, hafıza, kimlik, dünya görüşü, tarih, uygulamalar, tabular, semboller, tepkiler, duygular, kodlar, hiyerarşiler, ilişkiler, mizah hepsi kültürün unsurlarıdır” (Kurtuluş, 2014, s. 115).

Kültürel etki, bir zamanlar sömürge olan ülkelerde günümüze kadar, dilden başlayarak beslenme ve giyinmeye kadar silinmeyen iz bırakmıştır. Örneğin, İspanyanın Güney Amerika ülkelerindeki etkisi aralarındaki diplomatik ilişkilerde de etkisi büyüktür. Kültürel Diplomasi kavramını Milton C. Cummings, milletler ve mensupları arasında karşılıklı iyiniyeti dikkate alarak fikir, bilgi, sanat ve kültürün diğer özelliklerinin değişimi olarak algılamaktadır. (Fazliu,2015, s.90)

Kültür diplomasisi her ne kadar yeni bir kavrammış gibi algılansa da aslında öyle değildir. Çünkü tarih boyunca baktığımız zaman kültürün devletlerarası ilişkilerde diplomatik vasıta olarak kullanıldığı görülmektedir. Fakat kültürel diplomasi daha çok devletlerin kültürel ilişkilerini tanımlamak için kullanılmış, Uluslararası İlişkiler disiplini açısından ihmal edilmiştir. Hâlbuki bir devletin kültürel kimliği dış politikadaki yaklaşımını anlamada önemli bir veridir. Bu anlamda kültür için hem bir dış politika aracı hem de dış politikayı şekillendiren ve etkileyen faktör denebilir. Ekşi’ye göre “dış politika davranışlarının anlaşılması için sadece jeopolitik gerekçelere bakmak yeterli olmaz, bunun yanında kültürel eğilim, kültürel iddia, algı, önyargı, retorik ve güdülere de bakmak gerekir. Zira bu kültürel unsurlar, devletlerin davranışlarını belirleyen unsurlardandır” (Ekşi, 2014, s. 182).

Kültürü üreten, taşıyan ve yaşatan insan olduğu için kültürün ana unsuru da insandır. Dolayısıyla kültürel diplomasi için de insana dokunan, insandan insana

(28)

yürütülen bir faaliyettir denebilir. Devletin buradaki rolü ön açma ve yönlendirmeyle sınırlıdır. Vatandaşlarına taşımaktan onur duyacakları bir aidiyet ve kimlik sağlaması devletin kültürel diplomasiye sağlayacağı en büyük katkıdır. Bu bağlamda bir toplumun gelişmişlik seviyesi kültürel diplomasideki etkinliğinde belirleyicidir. Nitekim eğitim, sağlık, kültür ve ekonomi alanındaki gelişmeler bir toplumun devletine olan bağlılığını artırırken, taşıdığı kimliğe sahipliğini ve kültürüne duyarlılığını da yükseltmektedir (Purtaş, 2013, s. 5).

Kültürel diplomasi, uzun vadeli bir kültürel birikimi ve faaliyetleri gerektirse de sonuçları daha kalcıdır. Bu açıdan kültürel diplomasinin, iyi yönetildiği takdirde, diğer toplumlarda ve devletlerde kalıcı bir etki bırakma potansiyeli vardır (Akıllı, 2013, s. 157).

Spor Diplomasisi:

Spor alanında gerçekleştirilen faaliyetler de diplomasinin bir parçasını oluşturmaktadır. Sportif faaliyetler bir ülkenin tanıtımında ve diğer ülkeler üzerinde bırakacağı imajında etkilidir. Öyle ki başarılı bir sporcu ülkesinin adının da duyulmasını sağlamakta ve ülke tanıtımına katkıda bulunabilmektedir. Ayrıca ülkeler arasında gerçekleştirilecek çeşitli organizasyonlarda da rol alarak diplomatik ilişkilerin gelişimine katkı sunmaktadırlar (Kurtuluş, 2014, s. 131).

Sporun diplomasiye katkısı daha çok düzenlenen uluslararası çaptaki sporsal faaliyetlerle olabilmektedir. Bunlardan en önemlisi ve dikkat çekeni Olimpiyatlar’dır. olimpiyatlar tüm dünya tarafından takip edilmesi açısından ev sahipliği yapan ülke için çok iyi bir tanıtım ve reklam aracıdır. Ayrıca Olimpiyatlar, dünyanın dört bir yanından değişik kültürleri bir araya getirmesi sebebiyle kültürel bir kaynaşma sağlamakta, ülkelerin birbirlerine yönelik önyargılarının kırılmasını sağlamakta ve ülkeler birbirlerini daha yakından tanıma imkânına sahip olmaktadır. Bunun yanında centilmenlik, kardeşlik, dayanışma ruhunu beslemektedir (Kurtuluş, 2014, s. 132).

Atlı’ya göre “sporun uluslararası ilişkiler üzerindeki diğer bir etkisi de diplomatik açılımlara zemin hazırlaması ve ivme kazandırması suretiyle gerçekleşmektedir. Spor

(29)

diplomasisi, ya da spor yoluyla diplomasi, tek başına ülkelerin dış politikasında yeni açılımlar sağlayacak bir güce sahip değildir. Ancak spor, toplumların yakınlaşmasına ve ülkeler arasındaki algıların olumlu yönde değişmesine yol açarak süreçlerin hız kazanmasını sağlayabilmekte; geleneksel diplomasinin yetersiz kaldığı durumlarda tamamlayıcı bir unsur olabilmektedir” (Atlı, 2013, s. 73).

Vatandaş Diplomasisi:

Vatandaş Diplomasisi, bir ülkenin dış politikasının oluşturulmasında, teşvik edilmesinde ve yayılmasında her vatandaşın katkı sunması için manevi hak ve görevinin olması demektir.

Vatandaş Diplomasisi konsepti, her vatandaşın kendi ülkesininin diğer ülkelerle ilişkilerinde yer almak ve yardım etmek hakkını ve aynı zamanda yükümlülğünü kapsamaktadır. (Fazliu,2015, s. 100)

Vatandaş Diplomasisi özellikle komünizmin çöküşünden sonra önemli ivme kazanmıştı. Eski Amerikan başkanı Dwight Eisenhower daha 11 Eylül 1956 tarihinde tipik

vatandaş diplomasisi ünlü “People to People” Derneğini

kurmuştur.(www.arkivalajmeve.com/2017)

Vatandaş Diplomasisi aynı zamanda devletin diyaspora dahil yurt dışındaki vatandaşlarının sorun ve endişeleriyle ilgilenmesi de demektir. Fakat diğer yandan her vatandaşın kendi manevi katkısını sunması için hak ve yükümlülüğü anlamını da taşır. Vatandaşların farklı siyasi, iktisadi, kültürel ve sanatsal karşılaşma ve faaliyetlerinde bulunması ve kendi ülkelerinin uluslarası arenada layıkıyla temsil edilmesi için lobi faaliyetleri yapma fırsatları bulunmaktadır.

Belirttiğimiz kavramlara dayanarak sonuç olarak diyebiliriz ki, Kosova-Türkiye arasındaki güçlü ilişkilerinin baş sebepleri kültür özelliklidir. Kosova ile Türkiye Osmanlı idaresi altında 500 yıllık ortak bir tarihe sahiptir, dolayısıyla müşterekleri de çoktur. Mesela, Arnavutların dini Türklerin gibi İslamdır. Dahası, İslamın Kosova’ya yayılması

(30)

Osmanlılarla olmuştur. Arnavut ve Türk gelenekleri çok benzerdir, bu da hayat tarzına, giyime, sosyal davranışa vb. yansımaktadır. Kosova’da ve Türkiye’de Arnavut ve Türkler arasındaki sık evlilikler, çalışmamızdaki kültürel diplomasi kavramı konusundaki tutumumuzu güçlendirmektedir.

1.2. Dış Politika Kavram

Devletler uluslarası ilişkilerde baş aktörlerdir. Fakat uluslarası arenada tek oyuncular değildir, çünkü devletler dışında, dünyanın farklı ülkelerinde çok aktif ve önemli olan uluslarası özelliğinde örgütler de bulunmaktadır, örneğin: Birleşmiş Milletler Örgütü, bölgesel olan Arap Ligi, uluslarası örgütler (Amnesty İnternational) ve çok uluslu şirketler de bulunmaktadır.

“Dış siyaset, bir devletin milli çıkarlarını, milli güvenliğini, iktisadi ve kültürel çıkarlarını ve ideolojik ile siyasi amaçlarını korur ve geliştirir. (Baliqi,2010, s. 25)

Charles Hermann’a göre ise, dış politika, “bir ülke hükümetinin yetkili karar alıcılarının ya da onların temsilcilerinin, kendi iç politikalarının dışında kalan uluslararası aktörlerin davranışlarını etkilemeye yönelik resmi eylemlerdir” (Sönmezoğlu, 2009, s. 166).

Martin Hollis ve Steve Smith ise dış politikadan bahsederken, “iç politika ve dış politika arasındaki ayırımın giderek zorlaştığına dikkat çekerek, dış politikanın giderek devletin var olmasını sağlamakla daha az; fakat, çeşitli aktör türleri ve yeni politik alanların oluşturduğu etkilerle (örneğin; Greenpeace Hareketi, çevre kirliliği, göç vb.) daha çok ilgilenmeye başladığına” vurgu yapmaktadırlar (Şener, 2011, s. 12).

Bu durum itibariyle iç ve dış politika ilişkisini bir bütünün iki parçası olarak algılamak yerinde bir davranış olacaktır. Dış politikayı belirleyenler, aynı zamanda iç politikayı belirleyen kitlelerin kısmen de olsa yansımasıdır. George Modelski, dış politikayı ele alırken bu durumu realist bir yaklaşıma uygun olarak “toplumların başka devletlerin davranışlarını değiştirmek ya da kendi davranışlarını uluslararası ortama

(31)

uyumlu hale getirmek için geliştirdikleri faaliyetler” dizisi olarak tanımlamaktadır (Güntay, 2012, s. 4).

Fakat genel bir tanımlama yapılacak olursa dış politika, “bir devletin veya uluslararası ilişkilerde bağımsız aktörün diğer bir devlete ya da devlet gruplarına veya uluslararası sisteme yönelik yetkili organ ve temsilcileri aracılığıyla aldığı kararlar, yaptığı eylemler, oluşturduğu değerler ve beklenen amaçlarından oluşan dış ilişkilerin bir araya gelmesiyle oluşan politika” olarak tanımlanabilir (Keskin, 2014, s. 5).

Yukarıdaki tanımlamalarda da görüldüğü üzere dış politika, “bir devletin dış dünya ile olan ilişkilerini, diğer devletlere yönelik tutum ve davranışlarının bütününü ifade eden bir kavram olarak bir devletin dışa ilişkin siyasi, ekonomik, hukuki vb. tüm tutumlarını yansıtan yüzünü temsil etmektedir (Şener, 2011, s. 12),

Ülkeler, nedenlerden ve gereksinimlerden ötürü uluslararası arenada belli bir politika izlerler. Bu bağlamda, bir devletin dış politikası, kısa, orta ve uzun vadeler bölünerek tespit edilebileceği gibi her dönem için ayrı dış politika saptanması da söz konusu olabilir (Koçer, 1993, s. 9).

Devletlerin başlıca dış politika stratejileri veya yönelişleri şu kavramlar etrafında toplanabilir (Gönlübol, 1993, s. 68).

 Yalnızcılık veya ayrı durma politikası,  Bağlantısızlık politikası,

 İttifaklar veya koalisyonlar kurmak ya da bunlara katılmak.

Devletlerin bu tür davranışlarına hemen her uluslararası sistemde ve her çağda rastlanmaktadır.

Dış politika, haysiyetli temsil ile her ülke kendi ülkesinin güvenlik ve egemenliğinin korunmasını dikkate aldığı iki taraflı, çok taraflı, iktisadi ve askeri gibi hedefleri aracılığıyla haysiyetli temsil ile ilgili devletin imajını yansıtmaktadır.

(32)

1.3. Türkiye’nin Dış Politikasına Genel Bakış

Türk dış politikası, Türkiye’nin ulusal hedeflerini, çıkarlarını, ideallerini gerçekleştirmek için oluşturduğu plan strateji politika ve programları kapsar. Dolayısıyla dış politika çalışmaları bu plan, program ve hedeflerin neler olduğunu, nedenlerini farklı boyutlarıyla analiz edebilmeyi gerektirir. Tüm bu strateji, plan ve politikalar Türk dış politikasının şekillenmesinde mühim bir role sahiptir ve Türk dış politikasının yöntemini oluşturmaktadır (Demir, 2016, s. 13).

Bilindiği üzere küreselleşmeyle beraber ülkelerin ekonomisinden, dış politikasına kadar pek çok değişikliğe gitmeleri gerekmiştir. Çünkü ilişki coğrafyasını geniş tutan ülkeler dış politikada daha etkin rol oynayabilmektedir. Mesela Uzakdoğu coğrafyası Türkiye’nin dış politika alanına girmek zorundadır. Küresel dünyada işgücünde hâkim coğrafyanın Asya toprakları olacağı düşünülmektedir. Nitekim Doğu Asya’nın enformasyon teknolojisindeki belirleyici rolü de bunu desteklemektedir. Aynı zamanda bir pazar olarak da Doğu Asya’nın avantajları vardır (Başkaya, 1999, s. 96). Hem ekonomik açıdan hem de dış politika açısından göz ardı edilemeyecek ehemmiyeti vardır. Türkiye’nin dış politikasında gözettiği çıkarlarını genel ve özel çıkarlar olarak ikiye ayırmak mümkündür. Türkiye’nin genel çıkarları üç başlık altında incelenebilir. Birincisi; Misak-ı Milli sınırları içerisinde toplumun ve devletin güvenliğini ve devamını sağlamaktır. İkincisi; çağdaş uygarlık seviyesinde bir toplum olmak, bunun için de dünya standartlarında sosyal ve ekonomik şartlara sahip olmaktır.

Üçüncüsü, Türkiye toplumunun kimliğini oluşturan değerleri ayakta tutmak, onların yok edilmesine dönük saldırılara kalkan olmak ve hatta bu değerlerin güçlendirilmesini sağlamaktır (Demir, 2016, s. 14). Kısaca askeri, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan güçlü ve gelişmiş bir toplum ve dünya sisteminde onurlu ve başarılı bir aktör olarak hayatını devam ettirmektir

(33)

1.3.1. Geleneksel Türk Dış Politikası

Her devletin dış politikada izlediği, belirlediği bazı temel amaçları ve ilkeleri vardır. Dış politika hedefi belirli olmayan bir devlet düşünülemez. Nitekim uluslararası arenada en pasif devletin bile milli çıkarları doğrultusunda belirlediği dış politika hedefleri vardır. Devletler dış politika hedeflerini uluslararası konjonktürün izin verdiği ölçüde gerçekleştirebilmektedir. Devletlerin dış politika hedefleri zamana ve şartlara, siyasal havaya göre değişse de tüm devletlerin dış politikada gelenekselleşmiş ilke ve amaçları vardır. Bu ilke ve amaçlara zaman içerisinde ekleme ve birtakım rötüşler yapılsa da, temel karakterini korur. Başka bir ifadeyle, bir ülkenin dış politika ilkeleri ve amaçları temelde varlığını korur; fakat değişen şartlarla paralel olarak devletler stratejilerini, araçlarını ve taktiklerini değiştirebilirler (Şener, 2011, s. 189).

Türkiye’nin de dış politikasında takip ettiği bazı temel ilkeler vardır. Türk dış politikası hakkında incelemeler yapan yazarlara göre geleneksel Türk dış politikasının iki temel ilkesi vardır. Bu temel ilkelerden biri “Statükoculuk”, diğeri ise “Batıcılık”tır. Gerçekten de Türk dış politikasının geçmişine bakıldığında bazı dönemlerde bazı değişiklikler olmasına rağmen bu temel iki ilkede süreklilik sağlanmıştır (Şener, 2011, s. 190).

Türkiye’nin temel dış politika ilkelerinden “Batı’ya yönelik olma” ilkesi çerçevesinde Türkiye, Sander’in yorumuna göre “Batı bağlaşmasına sıkı sıkıya bağlılık olarak beliren bu temel yönelim, güvenlik ve toprak bütünlüğüne yönelik bir tehdidi karşılama gibi sınırlı ve geçici bir olay değil, şaşılacak ilk yirmi yıl içinde bağımsızlık ve egemenliği konularında son derece kıskanç olan Türkiye, dönemin büyük devletlerine karşı yansız bir dış politika izlemeye çalışmıştır” (Sander, 2000, s. 71). Burada Batılılaşmanın, ideolojik/stratejik önemi nedeniyle Türkiye’nin dış politika ilkelerine hem değerler hem çıkarlar hem de hedefler açısından kaynaklık ettiği ifade edilebilir (Kurubaş, 2014, s. 1419).

(34)

Türkiye’nin dış politikada izlediği Batıcılık ilkesinin nedenlerine bakacak olursak Kurtuluş Savaşı ve onu takip eden yıllarda kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilke ve hedeflerini belirleyen Atatürkçü ideoloji bu ilkenin benimsenmesinde etkili olmuştur. Bu noktada tespitlerde bulunan Balcı’ya göre, “Türk dış politikasına Batıcı karakterini veren unsur; Kemalist bloğun devletin ulusçu karakterini tehdit eden etnik Kürt, laik karakterini aşındıran İslamcı ve belli aralıklarla muhalif bir blok olarak beliren Komünist bloklarla mücadelesinde şekillenen kimliği olmuştur” (Balcı, 2013, s. 28-29).

Diğer taraftan Türkiye, Soğuk Savaş döneminde de Batı dışı coğrafyalarla dış politikanın yürütülmesi anlamında çok ilgilenmemiştir. Türkiye’nin Batı dışı coğrafyalarla ilgisiz tamamen Batı eksenli bir dış politika izlemesinde Batılı kimliğinin zedelenebileceği endişesi etkili olmuştur. Nitekim Türkiye’nin İslam İşbirliği Teşkilatı (eski adıyla İslam Konferansı Örgütü) kurulduğu sıralarda üye olmaya çekimser bakması da bu nedenden ileri gelmektedir (Akıllı, 2013, s. 63).

Genel olarak bakacak olursak Türkiye’nin hem Batılı güçlere karşı mücadele verirken “Batıcılık”ı dış politika hedefi olarak benimsemesi çelişki gibi görünmektedir. Ancak Batı: altyapısı açısından kapitalizmi; üstyapısı açısından da rasyonelliği (insan aklını) üstün sayan bir uygarlık biçimidir (Oran, 2006, s. 49). Türkiye Kurtuluş Mücadelesini Batı medeniyetine karşı değil, Batılı güçlere karşı vermiştir. Batıcılık Türk dış politikasındaki belirleyici etkisini Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze devam ettirmektedir (Bal, 2010, s. 41). Türkiye’nin pek çok Batılı oluşuma girmesi ve girmeye çalışması da Batıcılık ilkesi gereğidir. AB’ne üye olma girişimi de bu ilke çerçevesinde değerlendirilebilir.

Yukarda ifade ettiğimiz üzere Türkiye’nin benimsediği dış politika anlayışı pasif bir duruma dönüşmüştür. Ayrıca bunun için Türkiye dünyayı dar bir çerçeveden görmeye başlamış. Dolaysıyla Türkiye dış politikasında tehdit odaklı ve savunmacı bir refleksle hareket etmiştir. Benimsediği ilke içeride rejimin, dışarıda Batılı kimliğinin korunmasına hizmet etmiştir. Bu durum ise, içe dönük ve tek kulvara mahkûm bir dış politika manasına gelmektedir. (Kurubaş, 2014, s. 142)

(35)

Türkiye’nin dış politikada izlediği diğer ilke ise “Statükoculuk”tur. Oran’a göre statükoculuk, Türk dış politikası özelinde iki unsuru ihtiva eden bir kapsama, diğer bir deyişle ikili bir manaya sahiptir (Oran, 2006, s. 46-49):

1) Mevcut sınırları sürdürme 2) Mevcut dengeleri sürdürme

Statükoculuğun Türk dış politikası uygulamalarındaki anlamlarından birincisi olan “Mevcut sınırları sürdürme” siyaseti; mevcut sınırlardan memnun olma, onları değiştirmek istememek ve bunun bir sonucu olarak da dış azınlıklarla ilgili olarak irredentizm1 politikası gütmeme anlayışıdır. Aslında, “Mevcut sınırları sürdürme” siyaseti

anlamındaki bu statükoculuk, temelde Türkiye’nin coğrafi anlamda sahip olduğu “iki statükolu” (Doğu statükosu–Batı statükosu) bir devlet olma özelliği üzerinde yükselmektedir (Şener, 2011, s. 192).

Türk dış politikasında takip edilen statükoculuğun başka bir nedeni de kurulu düzen içerisindeki dengeleri sağlama ve devam ettirme gereğidir. Bu gereklilik Türkiye’nin iki farklı denge uygulaması izlemesine neden olmuştur. Birincisi; izlediği Batıcı politikaya rağmen jeostratejik konumundan dolayı her zaman Batı ve Doğu arasında denge kurmaya gayret etmiştir. Her ne kadar Batıcı bir politika izlese de tamamen Doğu karşıtı ya da düşmanca bir tavır takınmamıştır. İkincisi ise; yine jeostratejik konumundan dolayı Batı’yı oluşturan değerler arasında da bu dengeyi sağlamaya uğraşmıştır (Oran, 2006, s. 49):

Diğer taraftan Türk dış politikasında güvenlik; refah ve ilerlemeyi sağlamanın ve sürdürmenin ön koşulu olarak görülmüş, devletin mümkün olan en büyük askeri güce, toprağa ve atanmış bürokratlara sahip olması gerekliliğine inanılmıştır. Bundan dolayı dış politika yapıcıları Türkiye çevresinde ve dünyada gelişen değişiklikleri ve farlılıkları tehdit unsuru olarak görmüşler, çekimser kalmışlardır. Karşılaşılan sorunlar da bu

1 İrredentizm, bir devletin, kendi sınırlarına bitişik soydaşlarının yaşadığı yerleri kendi ülke topraklarına

(36)

çerçeveden ele alınarak değerlendirilmiştir. Yani statükoculuk, güç, mevcut düzende devam etme, ülke etrafındaki değişiklikleri tehdit olarak algılama anlayışı hâkim olmuştur. Örnek vermek gerekirse, Irak’ta federasyon kurmayı amaçlayan Kürtlerin Irak’ı parçalayacakları, daha sonra Türkiye’nin de bölünmesinin önünün açılacağı endişesi ile bu duruma tepki gösterilmiştir. Yine Irak’ın yeni bir düzene doğru değişim sürecinde atılan adımlar Türk dış politikasının statükocu felsefesi tarafından “düşmanca tutum” olarak algılanmıştır (Gözen, 2006, s. 3).

Türkiye’nin geleneksel dış politika anlayışına bakılacak olursa bir zamanlar aynı çatı altında farklı uluslarla bir arada yaşamanın etkisiyle meydana gelmiş tarihi ve kültürel mirasın, kültürel zenginliklerin farkında olunmadan tehdit ve önyargılarla hareket edildiği görülmektedir. Bu geleneksel anlayış özellikle soydaşımız olan Orta Asya, Kafkasya halkı ve Balkan ülkeleri ile ilişkilerimizin gelişimini engellemiştir. Bu statükocu anlayış çerçevesinde Türkiye çevresindeki fırsatları görememiş ya da değerlendirmekten çekinmiştir. Bundan dolayı yeni dünya düzeni arayışında da istediği yeri alamamıştır (Erdağ, 2008, s. 78-79). Bu durumun oluşumunda strateji eksikliği ve gerektiğinde etkili bir politika değişimine gidilmemesinin de etkisinin olduğu iddia edilebilir.

Türk dış politikasının “geleneksel” yapısı İsmail Cem’e göre, uygulamada geleneğin doğrudan çok yanlışa bağlı olduğu bir anlayışı ifade etmektedir. “‘Geleneksel dış politikayı’ izlemekten başka bir iddiası olmayan siyasetçiler, aslında, mevcut olumsuzlukları korudu, yasattı ve sürdürdü”. Son dönemde Türk dış politikasındaki bu gelenekçi yapıdan farklı olarak uygulanan dış politika anlayışında klasik ya da realist kabul edilebilecek bir dış politika anlayışının terk edilerek, aktif ve sosyal ve kültürel projelere ağırlık veren konstrüktivist bir eğilimin ağrılık gösterdiği gözlemlenmektedir (Erdağ, 2008, s. 80).

1.3.2. Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası

Cumhuriyet dönemi dış politikası kuruluş şartları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Nitekim bu dönemin şartlarına bakacak olursak savaştan yeni çıkan

(37)

bir milletin yaralarını sarma gayreti içerisinde olduğu, içeride milli birlik ve beraberliği pekiştirilmeye çalışıldığı, dış dünyada ise yeni bir uluslararası sistemin yerleşmeye başladığı ve yeni kurulan devletin de bu düzen içerisinde ağırlığını koyma gayretinde olduğu belirtilmelidir. Genel hatlarıyla bu dönemde Türk dış politikası, sömürgeci güçlerle çatışmaktan kaçınan, Batı eksenine girmeye çalışan, mevcut sınırlarını korumayı arzulayan ve denge politikası izleyen bir görüntüye sahiptir (Hava, 2016, s. 53).

29 Ekim 1923 tarihinden 21 Temmuz 1946 tarihindeki genel seçimlere kadar etkili olan tek parti döneminde birçok devletle ikili ilişkiler kurulurken çeşitli anlaşmalara da imza atılmıştır. Bu dönemde yeni kurulmuş olan bir devlete nazaran başarılı bir dış politika yürütüldüğü gözlemlenmektedir. 1924 Anayasası’na göre dış politikanın belirlenmesinde parlamento yetkili organ kılınmıştır. Cumhurbaşkanı ve Başbakan ise dış politikanın yürütülmesi ile görevlendirilmiştir. Tek parti iktidarı olarak da isimlendirilen bu dönemde üç isim ön plana çıkmaktadır. Bunlar; Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Başbakan İsmet İnönü ve uzun bir süre Dışişleri Bakanlığı yapan Tevfik Rüştü Aras’tır (Demir, 2016, s. 85).

Bu dönemdeki dış politika gelişmelerine bakacak olursak; Türkiye yavaş yavaş Avrupa’daki gelişmelerle ciddi anlamda ilgilenmeye başlamıştır. Çünkü iki savaş arası dönem olarak da sözü edilen dönemde Avrupa’daki gelişmeleri Türkiye, güvenliği açısından takip etmek durumundaydı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti yeni kurulmuş olmasına rağmen bu dönemde pek çok girişime imza atılmış, Mustafa Kemal Atatürk o dönem Avrupası’nın saygınlığını kazanmıştır (Kürkçüoğlu, 1980, s. 321).

Türkiye’nin bu dönemde komşularıyla ve diğer ülkelerle ilişkilerini değerlendirecek olursak; Türkiye, 1923 yılından sonra aşırı bir iyimserlikle tarihsel “megali idea”nın Anadolu topraklarına gömüldüğünü düşünerek Yunanistan’la ilişkilerini sürekli bir dostluk temeline oturtmaya çalışmış, Balkan ülkeleriyle zaten var olan dostluk bağlarını güçlendirmiştir. Kendisini batıdan sürekli tehdit eden İtalya ile bile ilişkilerini karşılıklı anlayış havası içine sokmaya çalışmış, Musul üzerindeki düzenlemeyi kolaylaştırarak İngiltere ile ilişkilerini normalleştirmiş ve Suriye’de mandater devlet olan

Referanslar

Benzer Belgeler

• Part Lot 1 Core Delivery of equipment, installation, configuration, commissioning and maintenance of the following supplies - Modernization of Core network, mobile and fixed

[r]

Biyoloji öğretmenleri, derse, konuya, öğrencilerin seviyesine, ortama ve hedeflere göre araç gereç belirleme, hedeflere uygun öğretim materyalleri

Non-celiac gluten sensitivity is characterized by sero- logic findings that are incompatible with celiac disease in patients who have clinical symptoms similar to celiac disease

Çölyak olmayan gluten duyarlılığı, çölyak hastalığına benzer klinik yakınmaları olan hastalarda çölyak hastalığı ile uyumlu olmayan serolojik bulgular

• Performans değerlendirme sistemlerinin örgütsel adalet algısı üzerindeki etkisi ile ilgili bulgulara göre, performans değerlendirme sistemi kriterlerinin iki boyutu

The Çelikhan fluorite mineralizations is one of many examples of thrust zone mineralizations that occur in the SETZ in the eastern Taurid region which contains mineralizations

İş kazası ve meslek hastalığı meydana geldiğinde Sosyal Güvenlik Kurumu sigortalıya genel sağlık sigortası kapsamında sağlık yardımı yaparken, 5510 sayılı