• Sonuç bulunamadı

Yaşam tarzı haberciliğinin gelişimi ve ardındaki temel dinamikler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yaşam tarzı haberciliğinin gelişimi ve ardındaki temel dinamikler"

Copied!
113
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

GAZETECİLİK ANA BİLİM DALI

YAŞAM TARZI HABERCİLİĞİNİN GELİŞİMİ VE

ARDINDAKİ TEMEL DİNAMİKLER

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Yrd. Doç. Dr. Mustafa ŞEKER

074722200105

Emel ARIK

(2)

II

YAŞAM TARZI HABERCİLİĞİNİN GELİŞİMİ VE

ARDINDAKİ TEMEL DİNAMİKLER

ÖZET

Yaşam tarzı haberciliği son yıllarda çok tartışılan ama sınırları ve ne olduğu net çizgilerle belirlenemeyen bir habercilik türüdür. Özellikle imajın ve tüketimin ön plana çıktığı günümüz post-fordist/postmodern toplumlarına özgü, “yeni” bir habercilik türü olan yaşam tarzı haberciliğini ana hatlarıyla şöyle tanımlamak mümkündür: “Serbest zamanı nitelikli ölçülerde, inceltilmiş zevklerle doldurmayı önceleyen, bu doğrultuda alternatifler sunan ve yönlendirici bir üslup taşıyan habercilik türdür.” Çoklukla reklam endüstrisi tarafından organize edilen yaşam tarzı haberleri ile tüketim fetişleştirilmekte ve insanlara satın aldıkları metalar aracılığıyla modern ve çağdaş kimlikler vaad edilmektedir.

Bu çalışmada son yıllarda gazetecilik alanında tartışılmaya başlanan, ama akademik literatürde inceleme örneklerine pek rastlanmayan yaşam tarzı haberciliği ve ardındaki dinamikler sorgulanmıştır. Yaşam tarzı haberciliğinin irdelemeye değer görülen temel problemi yeni bir habercilik türü olmasına karşın, bugün hemen hemen tüm gazetelerin yer verdiği bir türdür. Ayrıca, hızla genişleyen bir habercilik türü olması ve sadece yaşam tarzı sayfalarında değil, gazetelerin diğer sayfalarında da izlerine rastlanılan bir yazı türü olarak konumlanmaktadır. Bu çerçevede, Türkiye’de 1980 sonrası yaşanan ekonomik-politik değişimler ve Batıyla entegre olma çabalarının Türk halkının “yaşam tarzı”na etkisi ve bu değişimin basına yansıması göz önünde bulundurularak sonuca ulaşılmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda amaç, yaşam tarzı haberciliğinin Türk yazılı basınında ne şekilde, nelerin etkisiyle doğduğu, hangi evrelerden geçerek farklı adlandırmalar ve farklı görünümlerde gazete sayfalarında yer aldığı ve süreç içerisinde içerik olarak sergilediği değişimi ortaya koyabilmektir. Niteliksel tarihsel tasarım yöntemine göre incelenen konunun, bu alanda var olan bilgiye katkı sağlamak ve olası eksiklikleri gidermek bağlamında önem taşıdığı düşünülmektedir.

(3)

III

ENHANCEMENT OF LIFE STYLE JOURNALISM

AND BASICS DYNAMICS BEHIND IT

ABSTRACT

Life style journalism is a journalism type which has been argued for last years, but its borders are not known obviously. Related to the contemporary post-fordist/ post- modern societies where image and consumption have come forward, it is possible that Life style journalism, which is a new journalism type, can be described generally: “It is a journalism type that has canalizing wording and serve alternatives for the purpose of fulfilling leisure time with well qualified measures and delicate funs”. With the life style news organized mainly by advertisement industry, consumption is made fetish and people are promised modern identities by using goods which consumers buy.

In this study, life style journalism, which has been argued last years and been not coincided examples in academic literature, and dynamics behind it were questioned. Substantial aspects of life style journalism for questioning about main problems are that although it is a new type of journalism, almost all newspapers give place it. Moreover, because of being rapid expanding a journalism type, not only it is coincided in life style pages but also it is positioned other pages of newspapers as a new writing type. In this frame, it is aimed to set a conclusion with regard to both economic-politic alterations after the 1980’s in Turkey and effects of efforts for integration with western societies. With this regard, because of what and how life style journalism was born in Turkish journalism, what evolutional processes it has passed through, with what names and visions it has taken place in newspapers and the contextual diversification it has had during the time were aimed to demonstrate. The subject, criticized with qualitative historical design method, is thought to be important with regard to that it will contribute the existing knowledge and overcome potential deficiencies.

(4)

IV İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR ...5

GİRİŞ ...6

BİRİNCİ BÖLÜM MODERN DÜNYA’DA YAŞAM TARZI KAVRAMI VE TARİHSEL GELİŞİMİ ...11

1.1. Sosyolojik Bir Olgu Olarak Yaşam Tarzı Kavramı ...11

1.2. Modernizm, Kapitalizm ve Beraberinde Değişen Sosyal Yaşam ...15

1.3. Kent Kültürü ve Yaşam Tarzlarına Etkisi ...24

1.4. Fordizm’den Post-Fordizme Geçiş: Tüketim Toplumunun Doğuşu ...34

İKİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE’DE MODERNLEŞME HAREKETLERİ VE BERABERİNDE DEĞİŞEN YAŞAM TARZLARI ...45

2.1. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yaşam Tarzları ...45

2.2. 1923-1980 Dönemi: Çağdaşlaşma Yolunda Bir Ülke ...51

2.3. 80’li Yıllar ve Yerleşikleşen Tüketim Kültürü ...56

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM YAŞAM TARZI HABERCİLİĞİNİN DOĞUŞU VE GÜNÜMÜZDEKİ GÖRÜNÜMÜ ...68

3.1. Yaşam Tarzı Haberciliği Kavramı ...68

3.2. 80’li Yıllarda Türk Basının Yaşadığı Derin Değişim ...73

3.3. Yaşam Tarzı Haberciliği ve Temel Dinamikleri ...84

3.3.1. Köşe Yazarlığının Bir Türü Olarak Yaşam Tarzı Yazarlığı...84

3.3.2. Bir Haber Türü Olarak Yaşam Tarzı Haberciliği ...106

SONUÇ ...120

(5)

V KISALTMALAR

ABD : Amerika Birleşik Devletleri age. : Adı geçen eser

ANAP : Anavatan Partisi AP : Adalet Partisi

CHP : Cumhuriyet Halk Partisi Çev. : Çeviren

Der. : Derleyen DP : Demokrat Parti Ed. : Editör

Ets : Ersoy Turistik Servisleri Anonim Şirketi İKSV : İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı

İSKİ : İstanbul Su ve Kanalizasyon İşleri

İMF : International Monetary Fund (Uluslararası Para Fonu)

NATO : North Atlantic Treaty Organization (Kuzey Atlantik Paktı Teşkilatı) ODTÜ : Orta Doğu Teknik Üniversitesi.

OECD : Organisation for Economic Co-operation and Development

(Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü, İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı olarak iki şekilde kullanılmaktadır.)

s. : Sayfa

SHP : Sosyal Demokrat Halkçı Parti TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi TL : Türk Lirası

v.b. : Ve benzeri v.s. : Vesaire

WTO : World Trade Organisation (Dünya Ticaret Örgütü)

YUPPIE : Young Urban Professional Individuals (Genç Kentli Profesyonel Bireyler)

(6)

6 GİRİŞ

İngilizce bir sözcük olan “lifestyle” kavramının Türkçe’deki karşılığı “yaşam tarzı”dır. Her ne kadar Türkçe bir karşılığı bulunsa da, değişen koşullar ve özellikle yaygın basının tercihi sebebiyle artık, “lifestyle” kelimesi gündelik dilde kullanılır durumdadır. “Lifestyle“ yerine “yaşam tarzı“ teriminin kullanıma uygun görüldüğü bu çalışmada, kavramın günlük yaşamda kullanımının Modernizm olgusunun gelişimi ile kesiştiği benimsenmektedir. Ekonomik, kültürel ve toplumsal hayata yeni boyutlar kazandıran Modernizm ve onun ekonomik alandaki görünümü olan kapitalizm, tüm sosyal yaşam alanlarını kendi ideolojisi bağlamında yeniden tanımlarken, özellikle kentleşme ile birlikte gündelik yaşamın dönüşümünde ve “yaşam tarzları”nın oluşumunda belirleyici olmuştur. Bu bağlamda kentleşme, yaşam tarzlarının oluşumunda ve meta üzerinden tanımlanmasında son derece önemli bir mihenk taşı vazifesi görmüştür.

Kentleşmenin ardından yaşam tarzları açısından, ikinci önemli dönem 70’li yıllarla başlayan post-fordist dönemdir. Tüketimin kışkırtılmasına ilişkin bir ekonomik yapılanma olan Post-fordizm, çalışma hayatına getirdiği yeni düzenin yanında, tüm ekonomik ve aynı zamanda kültürel bir yapılanmalarda olduğu gibi

-düzenin planlanmış bir parçası olarak-, sosyal ve kültürel hayata da yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu doğrultuda, paranın geri dönüşümünü sağlamak için, toplumun üst tabakalarına daha rahat yaşamanın, hayatın tadını çıkarmanın anahtarı olarak

-lüks- tüketim sunulmuş ve prestij sahibi olmanın ayırt ediciliğinin propagandası yapılmıştır. Burjuva sınıfına yönelik bu kanalize yönteminin, etkileşimle varlığını sürdüren toplumun alt tabakalarına yansımaması gibi bir lüksün olmayışı ise, kapitalizmin daha da pekişmesine yol açmıştır. Nihayetinde lüks tüketim dışında, herhangi bir vasfa gerek olmaksızın kazanılabilecek olan statü, saygın olma zaafını hisseden tüm kesimlerce, gösterişli tüketim aracılığıyla, kolay yoldan elde edilmeye çalışılmıştır. Bu indirgemenin neticesinde, kimlik arayışı tüketimi arttırmış, tüketici saygın olmanın hazzıyla doyumsuzlaşmış ve tüketime endeksli bir “yaşam tarzına” hapsolmuştur. Yeni şekline bürünen toplumsal yapı Post-fordizmin de öngördüğü gibi -tehlikeli bir- bireycileşmeyle, yabancılaşarak serbest zaman etkinlikleri kapsamında kendini hissettirir olmuştur.

Bu dönemde başlayan tüketim çılgınlığı, kapitalizmin bir projesi olarak; dünyayı tek bir pazar haline getirmeyi hedefleyen küreselleşme olgusu ile Türkiye’nin sınırlarına da

(7)

7 girmiş ve sıradan insanı tüketerek yaşayan insan haline getirmeyi başarmıştır. Türkiye’de gelinen noktanın başlangıcında imzası olan Özal, 80 askeri darbesinden sonra kurduğu yeni hükümet ile ulusal kalkınmacı politikalardan vazgeçmiş, liberalizasyon takipliğinde, sermayeyi ulus aşırılaştırmak ve dünya ile bütünleşebilmek için yeni bir yapılanmaya başvurmuştur. Küreselleşerek modern dünyanın bir parçası olabilmek adına teşvik edici rol üstlenen Özal hükümetince, devlet sektörü geri planda bırakılmış, özel sektöre sınırsız olanaklar tanınmış, telekomünikasyon, bankacılık, sigortacılık, tasarım, bilgisayar, reklam, danışmanlık alanlarında yeni bir hizmet sınıfının oluşumu sağlanmıştır. Küreselleşme kalıplarına sığdırılan bu durum sonucu sermaye ulus aşırılaştırılarak, post-endüstriyel gelişim yakalanmaya çalışılırken ülkeye giren Batı tüketim kalıpları Amerikan ve Anglo-sakson kültürünün yaygınlaşmasına olanak tanımış ve yıllarca rahatlığına özenilen “Batılı yaşam tarzı” ithal edilerek, ülke kapitalizme bağımlı hale gelmekten kurtulamamıştır. Toplumsal, ekonomik ve kültürel süreçlerin izdüşümü olarak değerlendirildiğinde basının da derin değişimler geçirdiği gözlenmektedir. Ticarileşen basın kuruluşları, batıyla entegre olmanın politikalaştığı bu dönemde hükümete ve daha çok kazanmaya entegre olmuş ve dönemin kültürel değerlerinin çığırtkanlığını üstlenmiştir. Bu bağlamda kurumsal yapısı ve yayın politikaları farklılaşan gazetelerin içeriklerinde de yenileşme yaşanmış, hedef kitlesi olarak kentli okurun öncelenmesi haber türlerinin çeşitlenmesinde yönlendirici olmuştur. Yaşam tarzı haberciliği de dönemin en popüler haber türü olarak dikkat çekmektedir. Son derece geniş bir alan yelpazesinde hem okurların, hem de reklamverenlerin ilgi gösterdiği bu tarz habercilik kısa sürece gazetelere sığmamış ve pek çok gazete ekinin oluşmasına zemin sağlamıştır.

Bu çalışmada son yıllarda gazetecilik alanında tartışılmaya başlanan, ama akademik literatürde inceleme örneklerine pek rastlanmayan yaşam tarzı haberciliği ve ardındaki dinamikler sorgulanacaktır. Yaşam tarzı haberciliğinin irdelemeye değer görülen temel problemi ise, yeni bir habercilik türü olmasına karşın, bugün hemen hemen tüm gazetelerin yer verdiği, hızla genişleyen ve sadece yaşam tarzı sayfalarında değil, gazetelerin diğer sayfalarında da izlerine rastlanılan bir yazı türü olarak konumlanmasıdır. Bu çerçevede, Türkiye’de 80 sonrası yaşanan ekonomik-politik değişimler ve Batıyla entegre olma çabalarının Türk halkının “yaşam tarzı”na etkisi ve bu değişimin basına yansıması göz önünde bulundurularak sonuca ulaşılmaya çalışılacaktır. Bu kapsamda amaç, yaşam tarzı haberciliğinin Türk yazılı basınında ne şekilde, nelerin etkisiyle doğduğu, hangi evrelerden geçerek farklı adlandırmalar ve farklı görünümlerde gazete sayfalarında yer aldığı ve süreç

(8)

8 içerisinde içerik olarak sergilediği değişimi ortaya koyabilmektir. Tutarlı ve sistemli bir biçimde tartışılması hedeflenen konunun, bu alanda var olan bilgiye katkı sağlamak ve olası eksiklikleri gidermek bağlamında önem taşıdığı düşünülmektedir.

Bu doğrultuda çalışmada doğruluğu sınanacak temel varsayımlar şunlardır:

1. Yaşam tarzı haberciliğinin gelişimi, dünyada ve Türkiye’de yaşanan toplumsal değişim ve yaşam tarzlarının değişen doğasıyla doğrudan ilgilidir.

2. 80’li yıllar Türkiye’nin küreselleştiği, tüketimciliğin körüklendiği ve bu değişimin basını önemli ölçüde etkilediği yıllar olmuştur.

3. Yaşam tarzı haberciliğinin yaygınlaşmasının altında yatan temel etmen, sermayenin basın üzerindeki egemenliğini arttırması ve reklamın genişleyen hacmidir.

4. Yaşam tarzı haberciliğinin yaygınlaşmasında köşe yazarları son derece önemli rol oynamışlardır.

5. Yaşam tarzı haberciliği yaygınlaşmasında basının siyaset-dışı konulara yönelik artan ilgisi ve küreselleşen kentli orta sınıfın beklentileri belirleyici olmuştur. 6. Yaşam tarzı haberleri hem belli bir yaşam tarzının savunusunu yapmakta, hem de

reklam endüstrisi tarafından manipüle edilmektedir.

Çalışma, nitel bir çalışma olduğu için, özel bir örneklem belirlenerek, ona dönük olarak herhangi bir çözümlemeye gidilmeyecek, aksine durumların işaret ettiği gerçekliğe dönük olarak pek çok örnek yeri geldiğinde ele alınarak, kurulacak neden sonuç ilişkilerine temel teşkil etmesi sağlanacaktır. Özellikle bir köşe yazısı türü olarak yaşam tarzı haberciliği bölümü için 80’li yıllardan günümüze birçok köşe yazısı taranacak ve ileri sürülen varsayımları sınama adına çeşitli örneklere yer verilecektir. Bir habercilik türü olarak yaşam tarzı haberciliği bölümünde ise, konuya güncel bir açıdan bakmanın da önemli olduğu kaygısıyla hareket edilecek ve Türkiye’nin hem en büyük hem de yaşam tarzı haberlerine en çok yeren veren 5 kitle gazetesi bir ay boyunca (17 Temmuz-17 Ağustos 2008) taranacaktır. Hürriyet, Milliyet, Sabah, Akşam ve Vatan gazeteleri ve ekleri taranarak yaşam tarzı haberlerinin basında hangi biçim ve içerikle yer aldıkları ve hangi söylemleri benimsedikleri çözümlenmeye çalışılacaktır.

(9)

9 Çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır. Tezin birinci bölümünde, öncelikle yaşam tarzı kavramı tanımlanmaya çalışılacak, ardından modernizm ve kapitalizmin sosyal yaşamı nasıl değiştirdiğine değinilecek ve nihayet kent yaşamıyla birlikte yaşam tarzlarında yaşanan değişime yer verilecektir. Bu bölümde ayrıca 70 yılların sonunda yerleşikleşen post-fordist dönem ve yaşam tarzları üzerindeki etkisi detaylı bir biçimde irdelenecektir. İkinci bölümde Türkiye bağlamına geçilerek, Türk toplumunda modernleşme olarak algılanan Batılılaşmanın, ilk izleri keşfedilmeye çalışılacak ve Cumhuriyet döneminde yaşam tarzlarının nasıl bir gelişim gösterdiği tartışılacaktır. Bu bölümde özellikle 80’li yıllarla beraber yaşanan toplumsal değişime vurgu yapılacak ve değişimin temel dinamikleri keşfedilmeye çalışılacaktır. Üçüncü bölümde ise öncelikle örneğine hiç rastlanmayan yaşam tarzı haberciliğinin sınırları ve işlevleri uluslararası basından örnekler de göz önüne alınarak tarif edilecek, ardından 80’li yıllarda Türk basının yaşadığı derin değişim ve bunun yaşam tarzı haberlerine ne yönde yansıdığı tartışılacaktır. Üçüncü bölümün sonunda yaşam tarzı haberciliğinin önce bir köşe yazısı türü olarak nasıl bir gelişim gösterdiği, ardından da bir habercilik türü olarak basında nasıl konumlandığı ve hangi dinamiklerce organize edildiği sorgulanacaktır. Bu kapsamda çalışmada yaşam tarzı haberciliğinin toplumsal kökenlerine işaret etmek amacıyla, niteliksel tarihsel inceleme yöntemi uygulanacaktır. Bu yöntemle, konunun gerek dünyadaki, gerekse de Türkiye’deki gelişimi öncelikle tarihsel açıdan ele alınacak, yaşanan değişimin ardındaki neden-sonuç ilişkileri çözümlenmeye çalışılacak ve yaşam tarzı haberciliğinin oluşmasına zemin sağlayan arka plan ve bu habercilik türünün görünen yüzü irdelenecektir. Bu bağlamda konuyla ilgili geniş bir arşiv taraması gerçekleştirilmiştir.

Özetle çalışmada bir taraftan yaşam tarzı haberlerinin içerikleri sorgulanırken, diğer taraftan gazetelerin namusu olarak bilinen ve gazetelere değil halka ait olduğu söylenen haberlerin aktarım sürecine dahil olan manipülatif olgulara ulaşılmaya çalışılacaktır. Bu bağlamda yaşam tarzı haberlerinin ardındaki dinamikler işaret edilirken, eleştirel bir tavır benimsenecek ve görünenin ardındaki görünmeyen işaret edilmeye çalışılacaktır.

(10)

10 BİRİNCİ BÖLÜM

MODERN DÜNYA’DA YAŞAM TARZI KAVRAMI VE TARİHSEL GELİŞİMİ

1.1. SOSYOLOJİK BİR OLGU OLARAK YAŞAM TARZI KAVRAMI

Yaşam tarzı, kavramını terimsel anlamından çok içerdiği sosyolojik anlamla değerlendirmek daha doğru olacaktır. Yaşam tarzı, özünde insanları birbirinden farklı kılan davranış kalıplarıdır. Bu açıdan yaşamı yorumlayış biçimimiz ve içinde bulunduğumuz sosyo-kültürel ortamda kendimizi konumlandırmamız olarak da ifade edilen yaşam tarzı, gündelik yaşam sosyolojisinin de özellikle 70’li yıllardan itibaren en çok önem verdiği konuların başında gelmektedir. Konu çeşitli mecralarda tartışılmakta, sık sık da yaşam tazı kelimesi kullanılmakta, fakat konunun kavramsal çerçevesini netleştirmek o denli kolay olmamaktadır. Nitekim Micheal Sobel konuyla ilgili olarak şu saptamayı yapmak durumunda kalmıştır: “Yaşam biçimi son zamanlarda İngiliz dilinin en kötü kullanılan terimlerinden biri durumundadır. Toplum bilimciler, gazeteciler ve sıradan kişiler ilgi çeken hemen her konuyla ilgili olarak, bu konu ister Zen Budizmi ya da Fransız mutfağı olsun bu terimi kullanmışlardır.

(11)

11 1970’ler gelmesi beklenen şeylerin habercisi olmuşsa, yaşam biçimi de yakında aynı anda her şeyi kapsamına alan, ama hiç bir şey ifade etmeyen bir terim olacaktır.1

Her ne kadar konuyu kavramsal çerçeveye oturtmak oldukça sıkıntılı olsa da, bu uğraşı göze alan bazı sosyal bilimciler konuyla ilgili literatür birikimine katkı yapmışlardır. Alanın en önemli sosyologlarından David Chaney, yaşam tarzını, “insanların neler yaptıklarını, niçin yaptıklarını ve bunu yapmanın kendileri ve başkaları için ne anlama geldiğini açıklamaya yardımcı olan davranış dizgesi” olarak tanımlamakta ve yaşam biçimlerinin izlerini kültür kavramının içinde sürmenin doğru olduğunu belirtmektedir. Bu bağlamda kültürü belirleyen sosyal, ekonomik şartların (kapitalizm, modernleşme, kentleşme, boş zaman etkinlikleri, tüketim, vs.) yaşam tarzı üzerindeki etkisine vurgu yapan Chaney, “yeni toplumsal kimlikler” kavramsallaştırmasıyla, konunun üzerindeki belirsizliği gidermeye çalışır. Yeni toplumsal kimliklerin üç özelliği olduğunu belirten Chaney, bu nitelikleri şöyle sıralar:

1. Yeni toplumsal kimlikler bir tür seçimdir ve bu seçimde grup üyelerinin tipik davranış biçimleri, değer yargıları ve beğenileri rol oynar.

2. Bu seçimler kültürel bir seçimdir. Daha doğrusu bu seçimler ya boş vakit uğraşları ya da tüketim etkinlikleri gibi yaşam alanları üzerine odaklanır.

3. Dışa vurulan değer yargıları ve beğeniler ne kadar kişisel olursa olsun, diğer sosyal kültürel özelliklerle ilişkili özel kalıplara uymak zorundadır.2

Yine Chaney’den devam edersek, yazar yaşam biçimlerini aynı zamanda varoşların kuralsız dünyalarında bütünleşme sağlayabilecek yeni olanaklar ve günlük yaşamın laikleştirilmesi ile bunun sonucunda yaşanan anlam kaybına karşı olduğunu belirtmekte ve yaşam biçimlerinin davranış kalıpları ve farklı bir sosyal gruplaşma gibi bazı özellikler halinde, modernizmin sosyal düzeni içinde kök saldığını ifade etmektedir. Dolayısıyla, bu bağlamda yaşam tarzlarını, kitle toplumunda ortaya çıkan sosyal belirsizlikler üzerine bir çeşit düzenli denetim görevi yapan bir beklentiler dizisi olarak da tanımlamak mümkündür.3

1 David Chaney (1999) Yaşam Tarzları, Çev: İrem Kutluk, Ankara: Dost Yayınevi, s.13 2 Chaney, age., s.21

(12)

12 Mike Featherstone’a ise yaşam tarzlarını şöyle tanımlamaktadır: “Hayat tarzı deyimi, bugünlerde pek revaçta. Terimin özgül statü gruplarının ayırt edici hayat tarzına gönderme yapan daha kısıtlı bir sosyolojik anlamı olmasına rağmen, günümüz tüketim kültürü içerisinde bireyselliği, kendini ifade etmeyi ve üslupçu bir özbilinci çağrıştırır. Bir kimsenin bedeni, giysileri, konuşması, boş zamanı kullanması, yiyecek ve içecek tercihleri, ev, otomobil, tatil seçimleri, vb. Mülk sahibi/tüketicinin beğeni ve üslup duygusunun bireyselliğinin işaretleri olarak görülür.”4 Featherstone bir hayat tarzının gelenekselleştirilmesine duyulan ilgi ve üslupçu bir özbilinç yalnızca gençler ve zenginler arasında görülmez; tüketim kültürünün yaygınlığı yaşımız ya da sınıfsal kökenimiz ne olursa olsun hepimizin kendi kendimizi geliştirme ve ifade etme olanağına sahip olduğumuzu ileri sürer: “Bu dünya, ilişkilerinde ve tecrübelerinde yeninin ve en son modanın peşinde koşan, maceradan hoşlanan ve hayatın tüm olanaklarını araştırmak için riske girebilen, yaşayacağı tek bir hayatın olduğunun ve bu hayattan zevk almak, yaşantılamak ve dışa vurmak için çok gayret etmesi gerektiğinin bilincinde olan erkeklerin ve kadınların dünyasıdır.”5

Alfred Adler ise konuyu psikolojik açıdan ele almakta ve şu saptamayı yapmaktadır: “İnsanın temel dürtüsü üstünlük elde etmektir. Yaşamın temel amacının kişinin benliğini en mükemmel duruma getirmek ve çocukluğunda elde ettiği aşağılık duygusundan kurtarmaktır. Satın alınan evler, arabalar benliği mükemmel kılmaya ve başkalarına göre daha az aşağılık duymaya yöneliktir.” 6 Bu bağlamda yaşam tarzı, elde edilen ürünler aracılığıyla kimlik edinme ve sosyalizasyon sürecinde “var olabilme” çabası olarak görülebilir; çünkü modern dünyada sahip olunan metalar kişilerin sosyal kimliklerini de ortaya çıkartan veriler olarak algılanmaktadır. Yaşam tarzı bir grup kimliği olarak düşünülebilir ve kişinin kim olup olmadığının bir ifadesi olarak da değerlendirilebilir.

Kişinin kim olup, kim olmadığının bir ifadesi olan yaşam tarzı, daha çok tüketim etkinliklerinde belirginleşir. Nasıl kazandığımızdan çok, nasıl harcadığımızla ortaya çıkar. Kendimizin dışındaki insanlarla ve nesnelerle kurduğumuz ilişkilerimizde belirginleşir ve bizi biz yapan “değerler” olarak algılanır. Tam da Sobel’in değindiği gibi, “yaşam tarzı, bireyin kendilik tanımı, referans grubu, sosyal sınıf ve moda gibi unsurlardan oluşur. Kendilik tanımı yaşam tarzı, beğeni, tüketim grubu, sembolik topluluk ve statü kültürü terimlerini

4 Mike Featherstone (1996) Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, Çev: Mehmet Küçük, İstanbul:

Ayrıntı Yayınları s.141

5 Featherstone, age.,s. 147

(13)

13 içerir. Bir başka anlayışa göre, yaşam tarzı, kültür ve alt kültürden farklıdır. Verili bir yaşam tarzı belirli bir sosyal sınıf, statü grubu ya da alt kültürün niteliklerinden ayrılabilir. Yaşam tarzı, ancak tercihlerin paylaşılması ile tanımlanabilir”7

Chaney, Sobel, Featherstone konunun tarihsel bağlamına dönük önemli incelemeler ve saptamalar yapmış olsalar da, yaşam tarzı kavramını genellikle tüketim kültürü içinde ele almaktadırlar. Bilindiği üzere, 70’li yılların sonundan günümüze değin uzana süreç, kimi sosyal bilimciler tarafından postmodern, kimilerince post-fordist ve kimilerince tüketim toplumu olarak tanımlanmaktadır. Yaşam tarzı kavramının popülerleşmesi ve sosyal bilimin önemli bir inceleme alanına dönüşmesi de tam bu dönemlere rastlar. Kitlesel tüketim’den, bireysel tüketime geçildiği ve farklı olmanın bireyler tarafından çokça önemsendiği/medyalar aracılığıyla önemsetildiği bu dönemin egemen ideolojisinin keşfi, yaşam tarzlarının sağlıklı bir analiziyle mümkündür.

Günümüz kültürel ortamını anlamanın yolu, tarihin doğru analiziyle olanaklıdır. Dün anlaşılmadan bugüne yönelik yürüteceğimiz her yargı eksik bir yargı olarak kalmaya mahkumdur. Dolayısıyla postmodern, tüketim ya da post-fordist dönemin en popüler ve önemli kavramlarından biri olan yaşam tarzını doğru alımlayabilmek için, süreç içerisinde yaşadığı değişimi ve hangi toplumsal koşullardan nasıl beslendiğini açıklamak zorunludur. Yaşam tarzları, her ne kadar bireysel seçimler(miş) gibi görünse de, içinde yaşadığımız toplumsal iklimden etkilenmeler taşır. Dolayısıyla hangi tarihte, nerde, hangi koşullarda yaşadığımız, tarzımız üzerinde belirleyicidir. Bu amaçla, kapitalizmin toplumsal yaşama yansımalarından biri (üzerinden kendine alan sağladığı ve sömürüyü pekiştirdiği aynı zamanda) olarak gördüğümüz yaşam tarzı kavramının doğru anlaşılabilmesi adına, onun yaşanan sosyo-ekonomik değişimlerden ne ölçüde etkilendiğini çözümlemek zorunludur. Dolayısıyla günümüzün başat kavramlarından biri olan yaşam tarzının kapitalizmle, kentleşmeyle ve tüm dünyayı etkisi altına alan neo-liberal rüzgarlarla arasındaki bağın keşfi, hem tarihin iletişim incelemelerindeki rolünü göstermesi, hem de bireylerin içinde yaşadıkları sistemden ne derece etkilendiklerini işaret etmesi açısından son derece önemlidir.

7Micheal Sobel (1981) Lifestyle and Social Structure, New York: Academic Press, s.58’den aktaran

Abdülkadir Zorlu (2003)“Batılı Bir Yaşam Tarzı Olarak Tüketim: Türkiye’de Tüketim Ürünlerinin ve Kültürünün Tarihi Gelişimi”, H.Ü. Sosyolojik Araştırmaları Dergisi,

(14)

14 1.2. MODERNİZM, KAPİTALİZM VE BERABERİNDE DEĞİŞEN SOSYAL YAŞAM

Toplum, içinde yaşayan bireylerle paralellik arz eder. Nasıl ki bireyler büyürler, gelişirler, değişirlerse; toplumlar da gelişim ve değişim gösterirler. Bu çerçeveden bakıldığında toplum da, iç ve dış etmenlerle etkileşim halinde olan, geçmişten güç, gelecekten haz alan canlı bir organizma gibidir. Dinamik yapısı gereği toplum, içinde yaşayan bireylerin “yaşam tarzı”nı etkilediği gibi, bireyler de toplumsal yaşam biçimini zaman içinde etkilemekte ve değiştirmektedir.

Tarihsel gelişmeler doğrultusunda, toplumsal yapıların inşasıyla yön bulan yaşam biçimleri, bu etkiyi en kapsamlı ve belirgin bir şekilde modernizm olgusunun gelişmesiyle yaşamış ve yeni haline bürünmüştür. Avrupa’da yaşanan Aydınlanma hareketleriyle tohumlanan modernizm, “ilerleme” tezi üzerine kurulu bir ideolojidir. Bu bağlamda bilim ve teknoloji besin kaynağı, siyasi ideoloji olarak liberalizm sağ kolu, kapitalist bir ekonomik yapılanma ise varlık sebebidir. Dünyayı daha iyi koşullarda yaşanabilir kılmak, toplumsal iyileşmeyi sağlayabilmek hedefi ile çıkılan yolda, atılan her adımda rasyonel bir oluşum öngörülmektedir. Modern insanın oluşumunda bireysel kimliği gözeterek, sekülerleşme, eşitlik, özgürlük, mülk edinme ve rekabet hakkı vaat eden ve özünü bu dünyevi ideallerin gerçekleşmesine dayandıran modernizm olgusu, beraberinde getirdiği, aslında bünyesinde de barındırdığı vahşi kapitalizmin maddiyatı karşısında zamanla masumiyetini teslim etmiştir. Temelinde sermaye, daha çok sermaye elde etme güdüsü olan ve bireysel tatmini asla mümkün kılmayan kapitalist sistem, Sanayi Devrimi ile iktisadi alanda gösterdiği kazanımlarla tüm toplumsal düzeni etkisi altına almış, yaşam tarzları üzerinde yönlendirici güç konumuna gelmiş ve tırmanışının önüne geçilemediği gibi ivme kazanmasına da alet olunmuştur. Bu yayılım ve kontrol gücünü elinde tutan kapitalizmin, sonu gelmeyen sonucu olarak, zaman ve gündelik hayat metalaşmıştır.

Immanuel Wallerstein, modernliği “özel bir sosyal gerçeklik ile özel bir dünya görüşünün birleşimidir ve bu ikili bugün, kesinlikle ne denli çağ dışı kaldığını göstermek için ‘Ancien Regime’ diye adlandırdığımız bir başka çiftin yerine geçmiş, hatta onu gömmüştür”8 diye tanımlamaktadır. Modernizm özünde “mükemmel” bir işleyiş düzenine sahip, diğer tüm toplumsal sistemlerin ötesinde, bütüncül bir projedir. David Harvey’in de belirttiği gibi,

(15)

15 “Terim olarak modern daha gerilere giden bir tarihçeye sahip olsa da, Habermas’ın modernite projesi olarak andığı şey 18. yüzyılda belirmiştir. Bu proje aydınlanma düşünürlerinin ‘nesnel bilimi, evrensel ahlak ve hukuku ve kendi ayakları üzerinde duran sanatı, kendi iç mantıkları temelinde geliştirme’ konusunda gösterdikleri olağanüstü bir düşünsel çabadan ibarettir. Amaç özgür ve yaratıcı biçimde çalışan çok sayıda bireyin katkıda bulunduğu bir bilgi birikimini, insanlığın özgürleşmesi ve günlük yaşamın zenginleşmesi yolunda kullanmaktır. Doğa üzerinde bilimsel hakimiyet, kaynakların kıtlığından, yoksulluktan ve doğal afetin rasgele darbelerinden kurtuluşu vaat etmektedir. Rasyonel örgütlenme biçimlerinin ve rasyonel düşünce tarzlarının gelişmesi, efsanenin, dinin, boş inancın akıldışışığından, iktidarın keyfi kullanımından ve kendi insan doğamızın karanlık yanından kurtuluşu vaad etmektedir. Ancak bu tür bir proje aracılığıyla, bütün insanlığın evrensel, sonsuz ve değişmez nitelikleri ortaya çıkabilmek mümkün olacaktır.”9

Modernizm, başlangıçta son derece iyimser bir proje olarak topluma sunulmuştur. “Ne kadar kötü olursa olsun, toplumsal dünya iyileştirilebilirdi, hem de herkes için iyileştirilebilirdi. Toplumsal iyileşmenin mümkün olduğuna duyulan inanç, modernliğin temel taşlarından biriydi. Modern dünya azimli bir biçimde bu dünyaya yönelik olmuştur. Vaad ettiği her şey burada ve şimdi, ya da burada ve kısa bir süre içinde geçerli olacaktı. Ekonomik iyileşme (nihai olarak yine herkes için iyileşme) vaat etmesi bakımından kararlı bir biçimde materyalist bir arayıştı onunki.”10 Fakat bu “iyimser” öngörüler, hiç bir zaman gerçekleşme olanağı bulamamıştır. John Tomlison’un da belirttiği gibi, “Modern öncesi" toplumlarda her türlü toplumsal ve maddi huzursuzluk mevcuttu, pek çok özgürlük ise mevcut değildi: düşük bir teknik gelişme düzeyi, pek çok kimse için tabiatla ve maddi yokluklarla süregiden bir mücadele demekti; sırf hayatta kalabilmek için verilen bu mücadelenin çoğunluk açısından sonucu ise, dar bir kültürel deneyim ve kendini geliştirebilme bakımından kısıtlı olasılıklardı; insanlar, pek çok batıl inanç ve dogmatik dini inançlarının esareti altında tutulmaktaydılar; siyasi haklar, yurttaşlık hakları sayılı idi ve esas olan, otoriter yönetim idi. Modernlik ve özellikle de bilimsel rasyonalite ve ‘aydınlanma’ ile bağlantılı olan liberal demokratik siyasi projeler, bu tahakküm biçimlerinin çoğundan kurtuluşu sağlamıştır. Fakat modernlik, tam bir özgürleşme getirmemiştir. Marx, Durkheim ve Weber, yeni kültürel patoloji biçimlerini kavramaya yönelik kavramlar kullanarak modernliğin maliyeti hakkında yazılar yazmışlardır: ‘Yabancılaşma’, ‘anomi’ araçsal aklın ‘demir

9 David Harvey (1997) Postmodernliğin Durumu, Çev: Sungur Sarvan, İstanbul: Metis

Yayınları, s.25

10 Immanuel Wallerstein(2003) Bildiğimiz Dünyanın Sonu, Çev: Tuncay Birkan, İstanbul: Metis

(16)

16 kafesi’ gibi. Bu görüşlerin hepsinde, bir tahakküm biçiminin bir başka tahakküm biçimine dönüştüğü şeklinde bir duygu hâkimdir -birbirlerinden ayrıldıkları nokta ise, bu tahakkümün kaynağının analiz edilişinde ortaya çıkmaktadır.” 11

Modernist projelerin başarısızlığa uğramasının ardındaki temel etmen aslında sistemin çoğunluğun arzularına göre değil, azınlık olan burjuvazinin tahakkümü üzerine kurulu bir ekonomik sistem olan kapitalizme dayanmasıdır. Modernizmin ekonomi alanındaki görünümü kapitalizmdir. Birbirleriyle son derece bütünleşik bir görünüm sergileyen bu kavramlar, birbirlerinin varlık sebebidir de aynı zamanda: Kapitalizm olmadan, modernizm, modernizm olmadan da kapitalizm olması mümkün değildir. Kapitalist sistemin özü, işçilerin sömürüsüne ve sermaye birikimine dayalıdır. Dolayısıyla hiç bir zaman, bazı iyimser kapitalistlerin ifade ettiği gibi, insanların toplu kurtuluşunu asla hedeflenmez, aksine tam da Wallerstein’ın ifade ettiği gibi, azınlığın çoğunluğu sömürmesi üzerinden kendine alan sağlar: “Kapitalist dünya ekonomisinin varlık nedeni, motor gücü, sınırsız sermaye birikimidir. Ve sınırsız sermaye birikimi, birilerinin başkalarından artık değer temellük etmesine dayalı olduğu için bu materyalist, iyimser ve kollektivist öncüllerle hiç bir biçimde bağdaşmamaktadır.”12

Wallerstein, kapitalizmi her şeyden önce, sermaye ile emek gücünün çelişkisinden beslenen tarihsel bir sistem olarak tanımlamaktadır: “Kapitalizm sözcüğü kapitalden türemiştir. Bu nedenle sermayenin kapitalizmde kilit bir öğe olduğunu kabul etmek yerinde olur… Kapitalistler gitgide daha çok sermaye biriktirme peşinde, ekonomi yaşamının tüm alanlarında bu toplumsal süreçlerin gitgide daha çoğunu metalaştırmaya çalışmıştır. Kapitalizmin kendine dönük bir süreç olması bakımından, bunun sonucu, hiçbir toplumsal sürecin olası metalaştırılmadan özü itibari ile bağışık kalmaması olmuştur. Bu nedenle kapitalizmin tarihsel gelişmesinin her şeyi metalaştırma yönündeki itilimi getirdiğini söyleyebiliriz.”13

Kapitalizmin en önemli özelliği yaşamın tamamını etkileyen bir sistem olması ve kapitalist rasyonalizasyonun gündelik yaşam üzerinde de son derece belirleyici olmasıdır. Daniel Bell’e göre kapitalizm “mülkiyet kurumuna ve meta üretimine dayalı ve ekonomik olarak örgütlenmiş olan ekonomik-kültürel bir sistemdir. Bu sistem kültürel olarak mübadele

11 John Tomlison (1999) Kültürel Emperyalizm, Çev: Emrehan Zeybekoğlu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları,

s.208

12 Immanuel Wallerstein, Bildiğimiz Dünyanın Sonu, s.155

(17)

17 ilişkilerine, alım satım ilişkilerinin bütün bir topluma nüfuz etmiş olması gerçeğine dayanır.”14 Meta üretimine dayalı ekonomik sistemin ideolojisi ve etkisi o denli güçlüdür ki,

sadece ekonomik ilişkileri değil, tüm toplumsal ilişkileri kendi görüntüsüne göre biçimlendirme eğilimindedir. Ross Poole da, kapitalizmin gündelik hayat ve yaşam tarzlarına etkileri konusunda şunları söylemektedir: “Kapitalizmin toplumsal üretkenliği arttırma vaadini yerine getirdiğine kuşku yoktur, ama bunu toplumsal üretkenliği insan mutluluğundan ayırma pahasına yapabilmiştir. Kapitalizmin başardığı şey tatmin değil, düş kırıklığıdır; yaratıcılık ve güven değil; ara sıra erişilen tatminin noktalandığı sonsuz tekrardır. Bu durumu rasyonalite kavramıyla özdeşleştirmeyi becermek kapitalizmin başarısının parçasıdır. Kapitalizm tüketim ihtiyaçlarının tatminini sağlar , ama bireye bu ihtiyaçların neler olabileceğini seçme kapasitesini vermez. Kapitalist üretim, daha sonra tatmin edeceği istekleri doğurmaya muktedir olabilmesi bakımından kendi kendisine bağımlıdır. Birey açısından, yalnızca tatminin değil, tatmin edilecek olanın kaynağı başka bir yere oturtulmuştur. Birey kendisinin dışında var olan güçlere tabidir ve tüketim edimi kendi bireyselliğinin dışavurumu değil, yadsınmasıdır.” 15

Kapitalizm yaşamın tamamı üzerinde belirleyiciidr ve sistemin ardındaki ekonomik rasyonalite duyguları, düşünceleri ve yaşam tarzlarını doğrudan etkilemektedir. Temelini para mübadelesinin ya da meta ilişkisinin oluşturduğu bu düzende piyasa koşulları yaşamın niteliğini belirler ve “bireyi önceki toplum biçimlerinde tasavvur edebileceğinden çok daha kapsamlı bir karşılıklı toplumsal bağımlılık şebekesi içine yerleştirir. Ne var ki, piyasa aynı zamanda bireyi bağımlı olduğu kimselerle olan güçlü ve oluşturucu ilişkilerden de yalıtmıştır. Çeşitli şekillerde , bireyi kendi kimliğini öbür bireyinkinden ayrı olarak kavramaya teşvik etmiştir. Birey, başkalarıyla olan ilişkilerini araçsal olarak kavraması ölçüsünde piyasa muamelelerine etkili bir şekilde katılacaktır. Bu bakımdan kendi çıkarlarıyla ilgilenmek için pek az nedeni olacaktır. Aslında piyasa benmerkezcil bir güdülenim dışında kalan herhangi bir güdülenim biçimini kavramayı zorlaştıran bir bireysel kimlik anlayışı yaratır. Bireyin peşinde koştuğu arzularının mahiyeti ne olursa olsun onu harekete geçiren daima kendi arzularıdır ve hedeflenen de kendi doyumu. Bireylerin başkalarına bağımlı olma derecesini ağır bir şekilde

14 Daniel Bell (1979) The Cultural Contradictions Of Capitalism, London: Heinman Educational, s.14’den

aktaran Tomlison, Kültürel Emperyalizm, s. 201

(18)

18 arttırırken aynı zamanda aşırı bir şekilde benlik üzerine odaklanan bir bireysel kimlik anlayışı ve güdülenim yaratmış olması piyasanın paradokslarından biridir.”16

Kapitalizmin ilişkileri metalaştırması ve ilişkilerin alınıp satılabilir bir düzeye indirgemesi sosyal ve gündelik yaşam üzerinde de son derece önemli değişikliklere yol açmıştır. Bireyler ilişkilerinde araçsallaşmakta ve para sürecin en önemli belirleyicisi haline gelmektedir. Leo Huberman, kapitalizmin para ile ilişkisi üzerine şunları yazmaktadır: “Eski feodal dönemde insanın zenginliğinin ölçüsü yalnızca topraktı. Ticaretin yaygınlaşmasından sonra yeni bir servet çeşidi ortaya çıktı - para serveti. Feodal dönemin başlarında para durgun, yerleşik, hareketsizdi; şimdi etkinleşmiş, canlanmış, akıcılık kazanmıştı. Feodal dönemin başlarında dua edenlerle toprağın sahibi olan savaşçılar toplumsal ölçeğin bir ucunda, toplumsal ölçeğin öteki ucunda duran serflerin emeğini yiyerek yaşıyorlardı. şimdi yeni bir grup türemişti - yeni bir biçimde, alarak ve satarak yaşayan orta sınıf. Feodal dönemde, tek servet kaynağı olan toprağın mülkiyeti, yönetme -gücünü de rahiplerle soylulara verirdi. Şimdi, yeni bir servet kaynağı olan para mülkiyeti yükselen orta sınıfa yönetime katılma imkânını veriyordu. Bir zamanlar para işleterek faiz almak ciddî bir suç sayılırdı. Ortaçağın başlarında faizle borç vermeyi yasaklayan bir güç vardı. Sözü bütün Hıristiyanlık dünyasında yasa yerine geçen bir güç. Bu güç kilise idi. Faizle borç vermek, diyordu kilise, tefeciliktir, tefecilik de günah'tır. Mümkün olduğu kadar aza satın alıp, mümkün olduğu kadar çoğa satan çağdaş başarılı işadamı, ortaçağlarda iki kere lanetlenirdi. Zorunlu bir kamu hizmetini yerine getirmekle tüccar dolgun bir ödülü hak etmişti-ama bunun ötesine geçmemeliydi. İnsanın kendi geçimine yetecek paradan fazlasını biriktirmesi de ahlaka uygun görülmezdi.”17 Oysa ki sistemin işleyişi meta ilişkisinin yerleşikleşmesine bağlıdır. Kapitalizmde sistem, güçlülerin lehine işlemektedir ve bu bağlamda güçlülerin gücüne güç katacak bir organizasyon için kitlelerin eşya merkezli bu yaşamın büyüsüne kapılmaları ve günahların bile ekonomi kurallarınca belirlenmesi zorunluluktur.

Kapitalizme dönük en sistemli eleştirileri getiren iki önemli düşünür Karl Marx ve Max Weber’dir. Burjuvazinin sistemin işleyişindeki kilit rolüne vurgu yapan Marx, ekonominin toplumsal yaşamdaki üst yapı kurumları üzerindeki etkisini dile getirdiği “altyapının üst yapıyı belirlediği” yönündeki teorisi ve sömürüyü ifşa ettiği “artı değer”

16Poole, age., s.192

17 Leo Huberman (1974) Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, Çev: Murat Belge, Ankara: Bilim

(19)

19 kavramsallaştırmasıyla kapitalizmin hiç bir zaman insanlara mutluluk getirmeyeceğini net bir şekilde ifade etmiştir. Metalara fetişist anlamlar yükleyen, böylelikle değişim değerinin kullanım değerinin önüne geçmesini sağlayan kapitalizmin, sömürüyü gizlediği, yabancılaşmayı unutturduğunu ve insanları “yanlış bilinçlendirdiğini” ileri süren Marx, teorileriyle pek çok sosyal bilimciye yol açmıştır. Marx’a göre “sermayeyi kullananların planları, tasarıları, emeğin en önemli çalışmalarının hepsini düzenler, yönetir ve kar, bütün planların, tasarıların önerdiği amaçtır.”18

Weber ise, özellikle bürokratik rasyonalizasyonun insanları vaat ettiği gibi özgürleştirmek yerine, onları demir kafeslere hapsettiğini ileri sürmüş ve rasyonalitenin ardındaki tahakkümü işaret ederek sistemin insanları köleleştirdiğini net bir şekilde ifade etmiştir: “Bugünkü kapitalist ekonomik düzen bireylerin içine doğdukları ve teklere, en azından birey olarak, içinde yaşamaları gereken ve değişmez bir barınak veren uçsuz bucaksız bir evrendir.”19 diyen Weber kapitalizmin yaşamın tümünü kendi gerçekliğine tabi kıldığını ifade etmekte ve bireyin sistemden kaçış olanağı olmadığını umutsuz bir şekilde kabullenmektedir.

Marx ve Weber’in takipçilerinden Horkheimer da, kapitalist sistemde bireylerin konumunu şöyle saptamaktadır: “Bugün hayatın tümü artan ölçüde rasyonelleştirilmekte ve planlanmaktadır; aynı şekilde, her bireyin hayatı da, geçmişte özel dünyasını oluşturan en gizil dürtüleri de içinde olmak üzere, rasyonelleştirme ve planlamanın gereklerine uymak durumundadır bugün. Bireyin varlığını sürdürmesi için sistemin varolma koşullarına uyması gerekmektedir. Toplumdan kaçacak yeri kalmamıştır. Ve nasıl rasyonalizasyon süreci artık pazarın isimsiz güçlerinin değil, plan yapan bir azınlığın bilinçli kararının eseriyse, kitlesel özneler de kendilerini öyle bilerek uyarlamak zorundadır: özne bütün enerjisini pragmatistlerin -John Dewey- deyimiyle, ‘şeylerin hareketinin içinde o hareketin yönünde’ olmaya adamak zorundadır.”20 Dolayısıyla kapitalizmin en önemli özelliklerinin bireylere sunduğu küçük kazançlarla, onların özgürlüğünü rehin alması ve sistemin işleyişinin tüm değerlerin üstünde konumlanması olduğu söylenebilir. Birey maddelere sahip oldukça, geçici bir rahatlamaya ulaşmakta, fakat metalar yoluyla tatmin hiç bir zaman sonlanmamaktadır;

18 Karl Marx (1975) 1844 Felsefe Yazıları, Çev: Murat Belge, İstanbul: Payel Yayınevi , s.36 19 Max Weber (1997) Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Çev: Zeynep Aruoba, İstanbul: Hil

Yayınları, s.48

(20)

20 çünkü arzuyu, dolayısıyla da rızayı üreten sistem bireylerin beklentilerini sürekli uyanık tutarak onları sömürmeye devam etmektedir.

Modernizm ve beraberindeki kapitalizm bu ideolojiyi/sistemi benimseyen Batı toplumları ve ardından bu sistemin ithal edildiği dünyanın pek çok ülkesinde gündelik yaşamda muazzam değişikliklere yol açmıştır. Kışkırtılan arzular, bireysel özgürlük olarak sunulan ticaret yapma hakkı ticaret yapma hakkı, insanları bir yandan geçmişten farklı noktalara sürüklerken, diğer taraftan geçmişleriyle ve geçmiş yaşam tarzlarıyla aralarına ciddi bir mesafe konması sonucunu beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla günümüz yaşam tarzlarına yönelik eleştirel bir bakışın, kendisine milat olarak kapitalizmi veya modernizmi alması son derece anlaşılırdır. Kapitalist sistemin sosyal yaşama etkisi o denli büyüktür ki, çalışmanın başından beri vurgulanan bireylerin özgürlüklerini yitirme pahasına hayatın kapitalize edilmesi sonucunu beraberinde getirmiş, geçmiş ise artık hatırlanmayacak kadar uzaklara savrulmuştur.

Tam da bu noktada Alain de Botton’un Statü Endişesi kitabına değinmek yerinde olacaktır. İçinde yaşadığımız toplumsal yapının yaşam tarzlarımızı, kendimizi ifade etme biçimlerimizi ve statümüzü belirlediğini ifade eden yazar, kapitalist sistemle birlikte gündelik yaşamda pek çok şeyin değiştiğini çeşitli örnekler üzerinden tartışmaktadır. İçinde yaşamakta olduğumuz meritokratik düzenin gündelik hayat üzerindeki etkisine değinen yazarın şu saptamaları yaşam tarzları ve modernizm arasındaki ilişkiyi daha da belirginleştirmektedir: “Meritokrasi eşit rekabet koşulları içerisinde bireylerin kendi yetenekleri ölçüsünde toplumsal yaşama katılması anlamına geliyor. Özellikle Batı toplumlarında yoksulluğun sorumluluğunun diğer toplum üyelerince paylaştırıldığı, İsa’dan başlayarak aslında fakirlerin zenginlerden çok daha iyi insanlar olduğu, zenginlerin cennete girmesinin devenin iğne deliğinden geçmesi kadar zor olduğu bir kültürden, fakirlerin aşağılandığı ve başarısız bulunduğu bir kültüre geçildi. Yeni kültürün, yeni statü sembolleri de farklı olacaktı şüphesiz. Ekonomik meritokrasinin yükselişiyle birlikte fakir insanlar, zenginlerin yardımına muhtaç ‘talihsiz’ kişiler olarak tanımlanamaz oldular; kendi çabalarıyla zengin olmuş, hali vakti yerinde insanların umarsızca aşağılayabildikleri ‘başarısız’ insanlara dönüştüler. Zenginlik, kişinin yalnızca daha çok parası olduğunu değil, daha iyi bir insan olduğunu gösteriyordu artık. Sözde eşitlikçi ve rekabetçi bir dünya düzeni yeteri kadar başarılı olamamış bireylerde derin bir utanç duygusu yaratmaktadır. Bizden çok da farklı olmayan popüler kültür figürlerine bakıp, aslında gereksiz bir gereksinim duygusuna kapılıyor ve

(21)

21 hayatı kendimize zindan edebiliyoruz. Tabii ki, bu başarılı figürler çevremizdeki kişilerden ise, mutsuzluğumuz daha da körükleniyor.”21

Yukarıdaki örnekte de görüldüğü üzere, yaşam tarzları üzerinde kapitalizm etkisi son derece belirleyici olmuştur. Antik rejimin insanlarının, beklentileri, hayata bakışları, hırsları, arzuları dolayısıyla kendilerini kendileri yapan yaşam tarzları kapitalist bir düzen içinde yaşayan insanlardan son derece farklıdır. İnsanın her yerde insan olduğu gerçeğinden yola çıkarsak, toplumlar arasındaki bu farklılıkta benimsenen sistemlerin etkileri asla göz ardı edilmemelidir. Kapitalizmin en belirgin özelliklerinden biri, aslında “doğal” olmayan ve içinde çokça “sömürüyü” barındıran bu sistemi, doğalmış ya da hayatın gerçeğiymiş gibi sunması ve “başka türlü olabilme” ihtimallerini yok saymasıdır. En basitinden köyde yaşanan hayatla –kitle iletişim araçları tarafından kültür bombardımanına sokulmamış- kent yaşamı arasındaki farklılık, bu doğal olmayan iklimin ardındaki gerçeklerin daha da belirginleşmesi adına oldukça önemli ip uçları sunabilir. Bu bağlamda, köyle kentin yaşam tarzlarının birbirinden son derece farklı olması, kapitalizmin yaşam tarzlarına olan yoğun etkisini de deşifre edici bir özelliği sahiptir. Tezin bundan sonraki bölümünde kentleşmenin yaşam tarzları üzerindeki etkilerine değinilecek ve bireylerin nasıl hızla kapitalize edildiğinin ipuçlarına ulaşılmaya çalışılacaktır.

1.3.KENT KÜLTÜRÜ VE YAŞAM TARZLARINA ETKİSİ

Modern dünyanın, modern insanının oluşumunun körükleyicisi ve aynı zamanda yerleşkesi kenttir. Kentleşme olgusu 19. yüzyılda Avrupa’nın önde gelen metropollerinden Paris ve Londra’da gelişim göstermiş, toplumsal faaliyet alanlarında ve yaşam tarzlarında belirgin bir değişimin biçimlendiricisi olmuştur. Kapitalizmin hakimiyetinde, modernizme yaşam alanı sunarak, bireyselleşerek yinelenen tutum ve davranışların tanıklığını yapan kent, kültürleşmiş ve bu bağlamda serbest zaman etkinliklerine de yeni bir yön vermiştir.

(22)

22 Sanayileşmenin ilk yıllarında “Protestan İş Ahlakı”nın esaslarıyla prensiplenen yaşam tarzları, serbest zaman etkinliklerine olanak tanımaksızın çalışma hayatı üzerine kurulmuş, emek gücünden maksimum faydalanılarak, üretimi maksimize etmek amacıyla, sosyal yaşantı, dahası fiziksel ihtiyaçlar bile çalışma zamanının verimliliğini arttıracak şekilde düzenlenmiştir. Kentleşmeyle birlikte serbest zaman etkinlikleri, eskiye oranla aksi bir seyir izlemiş, öncülüklerini Avrupa metropollerinin üstlendiği moda, eğlence ve dinlence temellerine dayalı, rahat ve hayatın tadına vararak yaşayabilmek amaç edinilmiş, bunun ekonomik sağlayıcısı olarak da çalışmak araç haline gelmiştir. Modern insanın, hazzı adına gözden çıkardığı paralar ise, tüketimi alışkanlık boyutuna taşımış, modern hayata adapte olmak isteyenlerin sayısı arttıkça, kültürleşen tüketim, yaşam tarzlarının en önde gelen etkileyeni olmuştur. Hakim sınıflar bu dönemde, kapitalizmin devamlılığını sağlamak amacıyla, tüketimden ibaret olmaya başlayan serbest zaman alışkanlıklarını lehlerine çevirmekte gecikmemiş, “nabza göre şerbet” verircesine yarattıkları tüketim olanakları ve genişlettiği ürün yelpazesiyle günlük yaşamın vazgeçilmezine “meta”yı oturtmuştur.

En yalın tanımıyla kentleşme, nüfusun mekânda yer değiştirmesi anlamına gelmektedir. Bu süreç esas olarak nüfusun, düşük yoğunluklu ve küçük yerleşim birimlerinin hakim olduğu kırsal alanlardan, nüfusun daha büyük ve daha yoğun yerleşim birimlerinde toplandığı kentsel alanlara göç etmesi ile tanımlanmaktadır. Kırdan kente göç kentleşme sürecinin en temel öğelerinden biri olsa bile tek başına bu süreci tanımlamakta yetersiz kalmaktadır. Çünkü kentleşme süreci, salt nüfusun mekânda yer değiştirmesini çok aşan, ekonomik, toplumsal ve kültürel bir dizi değişim sürecine işaret etmektedir. Kent nitelemesini kullanabileceğimiz türde yerleşimlerin ilk kuruluşu İ.Ö. 3000'li yıllara hattâ daha gerilere uzansa bile, toplumun tümünü kapsayan bir süreç olarak kentleşme temelde 19. yüzyıl olgusudur. Bu dönemde sanayi devrimi ile başlayan köklü dönüşümler, sadece Batı toplumlarının toplumsal ve ekonomik yapısında büyük çaplı değişimler yaratmakla kalmamış, kentlerin toplum içindeki konumlarında ve kentlerin kendi iç yapılarında da önemli değişimleri beraberinde getirmiştir. Esas olarak teknolojideki hızlı gelişmelerden ötürü bu dönüşümler sanayi devrimi olarak adlandırılmış olsa bile bu dönüşümlerin temel özelliği, kapitalist üretim ilişkilerinin toplumda kesin hakimiyet kazanmasıdır. İşte sanayi devrimi ile birlikte kırsal alanlardan kentsel alanlara

(23)

23 kitlesel göç kırsal yaşantının tersine üyesi olduktan cemaatle değil, kendi birey kimlikleri ile tanımlanır.22

Kent kültürünün temel taşını oluşturan da cemaatler değil, atomize bireylerdir. Bundan dolayı kendilik her şeyden önce bir hayat tarzıdır. İşte kentleşme aynı zamanda bu yeni kültürel kodlar ve davranış biçimlerinin kabul edilmesi sürecidir. Kent, sunduğu çeşitlilik ve ortak davranış kalıplan ile bu atomize bireyleri bir arada tutabilme gücüne sahiptir. Başka bir açıdan bakıldığında kapitalist modernleşme süreci, durmak bilmeyen bir değişim girdabı, önüne çıkan her tür ilişkiyi, geleneği yıkan bir değişim seli, ardsız aralıksız bir yıkım ve yeniden yaratma sürecidir. Bu süreçte milyonlarca insan ata topraklarından koparılıp, hiç bilmedikleri, yepyeni bir mekâna, yepyeni ilişkilere, kentlere sürüklenir. Kent, kapitalizmi tanımlayan ilişkilerin yaşandığı aslî mekândır. Bunun içindir ki kapitalist modernitenin bütün katı ilişkileri eriten yüzü kendini en somut biçimiyle kentlerde gösterir. Bundan dolayı da kent ve kent yaşantısı, modernleşme geleneğinde her zaman övülmüştür. Buna göre kent, uygarlığın beşiği, insan aklının en yetkin ürünüdür, insanın doğa üzerindeki zaferinin bir simgesi, çevresini ve toplumsal ilişkilerini biçimleyebilme, örgütleyebilme gücünün ifadesidir. İşte modernleşme okulunun kente bakışındaki bu iyimser hava, uzun bir süre kentleşmeye ilişkin araştırmalara da hakim olmuş ve kentleşme, modernleşme sürecinin kaçınılmaz bir gereği olarak görülmüştür.

23

Batı toplumlarında kent toplumsal-kültürel yapısı başlangıçta aile bağları ve yerel örgütlenmelere bağlı iken, ticaret ve sanayinin gelişmesi ile toplumda yeni işbölümü ve ihtisaslaşmaya bağlı olarak iş türüne dayalı bir toplumsal organizasyon ortaya çıkmıştır. Şehirlerin büyümesi aile ve akrabalık bağlarına dayalı yüz yüze “birincil” ilişkilerin çözülerek örgütsel yapı içinde gelişen “ikincil” resmi ilişkilerin ön plana geçmesine neden olmuştur. George Simmel, 1911 yılında yayımlanan “Metropol ve Zihinsel yaşam” başlıklı denemesinde kentte gelişen yeni iletişim biçimleri üzerine önemli tespitlerde bulunmaktadır. Simmel’e göre, “bir yandan öznel bağımlılığın zincirlerinden kurtulmuşuzdur, ama bunun bedeli başkalarına birer nesne, birer araç olarak yaklaşmamızdır. Anonim kimlikli başkalarıyla genişleyen işbölümünün gerektirdiği eşgüdümü sağlamak için gerekli olan parasal mübadelelerin soğuk ve kalpsiz hesabı dolayımıyla ilişki kurmaktan başka seçeneğimiz

22 Oğuz Işık (1996) “1980 Sonrası Türkiye’de Kent ve Kentleşme”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye

Ansiklopedisi, İstanbul: İletişim Yayınları, Cilt:13, s.782

(24)

24 yoktur.” Simmel tek çıkış yolumuzun, statü göstergeleri, moda ya da kişisel egzantiriklik gösterisi gibi şeylerin peşinden koşan yapmacık bir bireyciliği kucaklamak olduğunu söyler.24

Simmel’e göre metropollerde kırsal kesimden farklı bir “tin” söz konusudur ve bunun da en temel nedeni, “para ekonomisinin metropolü egemenliği altına almasıdır. Para mübadelesinin beşiği olan büyük kentlere, şeylerin alınıp satılabilir olma niteliğini, küçük yerleşim yerlerine kıyasla çok daha çarpıcı şekilde ön plana çıkarır.”25

Özellikle 18. yüzyıldan itibaren Paris ve Londra’da şekillenmeye başlayan yeni yaşam tarzları günümüz tüketim toplumlarına da kaynaklık yapma özelliğine sahiptir. Bu kentlerde başlayan bulvar gezintileri, cafe kültürü, canlı vitrinler, gelişen iletişim araçları ve reklamlarla birlikte kentli insanlar yeni bir “kültür”le tanışmışlar ve tüketim aracılığıyla toplumda kendilerine yer edinmeye çalışmışlardır. Kentlileşme bir yandan insanların yabancılaşmalarını keskinleştirirken, diğer yandan yabancılaşmayı giderme vaadiyle bireylere farklı alternatifler sunmakta ve onları bir yabancılaşmadan bir diğer yabancılaşmaya savurmaktadır. Kentlerde metalara fetişist anlamlar yüklenmekte ve yaşam tarzları kapitalizmin yörüngesinde ciddi oranda değişime uğramaktadır.

Kentler aynı zamanda kapitalizmin kendi içinde yaşadığı önemli bir değişimin de vücut bulduğu mekanlardır. Bu değişiklikle sadece çalışma satleri değil, serbest zamanlar da sistem için önemli hale gelmiş ve sömürü yaşamın tüm alanlarında kendini yoğun bir şekilde hissettirmiştir. “Sanayi Devrimiyle birlikte üretkenliği en temel amaç sayan kapitalist sistem, çalışmayı ve biriktirmeyi en temel etkinlik sayan Protestan etiğin etkin duruma geçmesi, çalışma ve serbest zamanı tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar keskin bir biçimde birbirinden ayırmıştır. Başka bir deyişle, sanayi devrimiyle birlikte, çalışmanın daha etkin duruma getirilmesi için daha yoğun bir biçimde denetlenmesi, serbest zamanı günlük yaşamın dışına çıkarmıştır. Bu dönemde çok çalışmanın bir yaşam biçimi haline gelmesiyle birlikte çalışma saatleri arttırılmış, serbest zaman ise azaltılmıştır. Sanayileşme, herkese zorla çalışmayı, sömürü gerçeğini saklamadan, insan özgürlüğünü kısıtlayarak dayatmıştır. Kitleler için bu dönem, tam bir yoksullaşma dönemidir. Gerek çalışma zamanının uzunluğu gerekse aldıkları düşük ücretler nedeniyle, bu dönemde kitlelerin insanca yaşayabilecekleri bir yaşamları ve bireysel yetilerini geliştirebilecekleri ya da kendilerini özgürleştirebilecekleri,

24 Harvey, age., s.40

(25)

25 hatta dinlenebilecekleri serbest zamanları yoktur.”26 Fakat çalışanların memnuniyetsizliklerini belirtmeleri ve Avrupa’yı tedirgin eden işçi hareketlerinin alevlenmesiyle, son derece esnek bir sitem olan kapitalizm çalışma koşullarını hafifleştirme, ücretleri yükseltme yoluna gitmiştir. Böylelikle, bireyler görece daha geniş bir serbest zamana sahip olmuşlar, fakat onları işyerinde sömüren fabrika modeli, serbest zamanı da kapitalize ederek, işlevine devam etmiş ve sömürü bu defa tüketim biçimlerinde kendini göstermiştir. Bu bağlamda kent yaşamı, bireylerin serbest zamanlarını değerlendirmelerini sağlayan pek çok etkinlikle, yeni dönemin birer minyatürü haline gelmekte ve geçmişle bugün arasındaki kalın ve dönülemez çizginin de simgesine dönüşmektedir.

Kapitalizm, tüm toplumsal yaşam alanlarının yaygın ve yoğun bir biçimde metalaştırılmasıyla birlikte ortaya çıkan yoğun birikim rejimi döneminde, ilgisini emek süreçlerinden, emeğin yeniden üretim süreçlerine doğru kaydırmıştır. Başka bir deyişle, kapitalizm için emeğin yeniden üretiminin geliştiği gündelik yaşam alanlarındaki yatırımlar da, sermaye birikimi bakımından en azından emek süreçlerindeki düzenlemeler kadar önem kazanmaya başlamıştır. Aslında, bu kapitalizmin başlatmış olduğu genel “zamanın metalaştırılması” sürecinin yeni ve ileri bir evresi olarak gösterilebilir. Bu evrede gayet doğal olarak boş zaman ekonomik olarak değerli bir zaman dilimi olarak görülmeye başlanmış ve bu tür “boş zamanları” doldurmaya yönelik her türlü etkinlik de giderek artan biçimde metalaşmaya maruz kalmıştır. Şimdi, Goevaerts’in belirttiği gibi özelleşmiş donanımlar gerektiren bir çok boş zaman etkinliği, tüketicilerin sadece parası için değil aynı anda zamanı için de rekabet halinde olan boş zaman ve kültür endüstrileri tarafından pazarlanmaktadır. 27

Arzu ve beğeniyi uyandırmak amacıyla kentler, kültür endüstrileri tarafından pazarlan pek çok araca sahiptir. Bu bağlamda özellikle Walter Benjamin’in fevkalade güzel resmettiği Paris Pasajları, modern insanın arzularının tatminine ve tüketimi büyülü bir etkinliğe dönüştürmesine yönelik yeni iletim biçimlerinin ilk kez devreye sokulduğu yerler olarak dikkat çekmektedir. “Paris Pasajları’nın çoğunluğu, 1822’yi izleyen on beş yıl içerisinde yapılır. Bunun en önemli nedeni tekstil ticaretindeki büyük yoğunlaşmadır. Pasajlar o zamana değin alışılagelmiş alışveriş alışkanlıklarını da kökten değiştirmiştir. Pasajlardaki dükkanlarda sergilenen malların birikimi o zamana dek görülmemiş ölçüdedir. Pasajlarda özellikle lüks

26 Filiz Aydoğan (2000) Medya Ve Serbest Zaman, İstanbul: Om Yayınevi, s.176

27 Şükrü Argın (2003) “Boş Zamanın Toplumsal Anlamı Üzerine Notlar”, Nostalji İle Ütopya Arasında,

(26)

26 eşyalar belli bir mistifikasyon bağlamında sergilenir ve pasajların donatımıyla birlikte sanat, tüccarın hizmetine girer.”28 Pasajlar, hem 19. yüzyıl Parislileri, hem de yabancılar açısından

son derece büyüleyici ve mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerdir. O dönemde yayınlanmış olan bir “Resimli Paris Rehberi”nde şunlar yazılıdır: “Endüstriyel lüksün yeni bir buluşu olan bu pasajlar, bina kitlelerin arasından uzanan, üstleri cam kaplı, mermer duvarlı geçitlerdir; sahipleri bu türden spekülasyonlar için bir araya gelmişlerdir. Işığı yukarıdan alan bu geçitlerin iki yanında en şık dükkanlar uzanır; bu nedenle böyle bir pasaj küçük bir kent, dahası küçük bir dünyadır. Pasajlar gazla aydınlatmanın ilk uygulandığı yerlerdir.”29

Pasajlarla birlikte alışveriş ilk kez büyülü bir etkinliğe dönüşmekte ve bu büyünün çoğaltımı sonra açılan büyük mağazalarla devam etmektedir. “19. yüzyılın son yirmi-otuz yılında mağaza sahipleri işletmelerinin gösteri karakteri üzerinde oldukça sistemli yollarla çalışmaya başlamışlardır. Zemin kata dökme camdan vitrinler yerleştirilmiştir. Buralara koyulan mallar mağazadaki sıradan değil, en sıradışı türden parçalardır. Vitrin dekorasyonları zamanla daha da fantastik ve özenli duruma gelmiştir. Alıcının mallara kullanım değerlerinin üzerinde ve ötesinde kişisel anlamlar vermesi için uyarılmasıyla, kitlesel perakende ticareti karlı duruma getiren bir düşünce tarzı geliştirilmiştir. Tüketimin psikolojisi için Marx, Kapital'de modern kapitalizm koşullarında üretilmiş her nesnenin bir "toplumsal hiyeroglif olduğunu belirtir. Bununla, o nesneyi üreten işçi ile sahiplenen kişi arasındaki ilişkideki eşitsizliğin gizlenebildiğini kasteder. Mallar bir gizeme, bir anlama ve kullanımlarıyla hiçbir ilgisi olmayan bir dizi çağrışıma sahip olursa, insanların ilgi ve dikkati nesnelerin üretildiği toplumsal koşul yerine nesnelerin bizzat kendilerine yöneltilebilirdi. Kapitalist düzen görüntü materyallerini sürekli sorunlu, Marx'ın deyişiyle sürekli ‘gizemli’ bir duruma sokabilecek güce sahiptir.”30 Kentler bu bağlamda meta fetişizminin kitleleri etkisi altına aldığı ve farklı

toplumsal kesimlerden insanların bir arada yaşadığı ve birbirlerinden etkilendikleri yerler olarak dikkat çekmektedir. Gerçekten de beklentileri körüklenen ve yeni gereksinimlerin peşinde giden insanlar mutluluğun uzağına savrulmaktadırlar, çünkü daima olmak istedikleri modeller gözlerinin önündedir ve hala daha almaları gereken yolları vardır. Küçük kasabaların dünyadan habersiz küçük insanları, atalarının yolunda, geleneksel bir çizgide kendi mutluluklarının peşinde giderlerken, büyük şehirlerdeki sert ve gergin rekabet burada

28 Walter Benjamin (1993) Pasajlar, Çev: Ahmet Cemal, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s.78 29 Benjamin, age., s.78

30 Richard Sennett (1996) Kamusal İnsanın Çöküşü, Çev: Serpil Durak, Abdullah Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı

(27)

27 yaşayan bireylerin sürekli yetersizlik ve kıskançlık güdülerini uyarmakta ve onların ellerindekiyle yetinme şansını ıskalamalarına neden olmaktadır.

Kentleşme, aynı zamanda gündelik yaşam biçimlerinin metalaşmasını körükleyen en önemli iletişim mekanlarıdır. Kentle birlikte hayatın tümü artan ölçüde metalaşmıştır artık: “Meta tanımı gereği üreticilerin örtülü toplumsal ilişkilerini içeren bir fetiş nesne ise, metanın bozulmuş ve yabancılaşmış toplumsal ilişkilerin boşluğunu nasıl kolayca doldurduğunu anlamak için üretiminden çok kullanımı üzerinde durmaması gerekir. Yirminci yüzyıl kapitalizminde tüketim, insanlar arası ilişkilerin yerine geçen ve başka türlü acılı ve üstesinden gelinemez olabilecek duygusal tepkilerin yönünü değiştiren bir araç haline gelmiştir. Bir metanın üretim yeri, üretim anı ve üretim tarzından kopuk olarak algılandığı tüketim toplumunda, metalar kendilerini kendiliklerinden tüketiciye sunar gibi görünürler. Meta ilişkisinin ‘hayaletimsi bir nesnelliği’ olan bir şeye dönüşümü, insan ihtiyaçlarının giderilmesine yarayan tüm nesnelerin metalara indirgenmesiyle yetinemez. Damgasını bir bir bütün olarak insan bilincine kazır; insanın nitelikleri ve yetenekleri kişiliğinin organik bir parçası olmaktan çıkar, tıpkı pek çok nesne gibi ‘sahip olduğu’ ya da ‘sattığı’ şeyler haline gelir. İnsan ilişkilerini kalıba dökecek bir doğal biçim yoktur; insanın psikolojik ve fiziksel ‘nitelikleri'ni bu şeyleşme sürecinin boyunduruğuna vermeden oyuna katabilmesinin yolu yoktur.31 Kapitalizm koşullarında malların orijinal “doğal” kullanım değerinin mübadele değerine tabi kılınması metanın Saussurecü anlamda bir gösterge, anlamı özgöndergesel bir gösterenler sistemi içerisindeki konumu tarafından keyfi olarak belirlenen bir gösterge haline gelmesiyle sonuçlanmıştır. Şu halde tüketimin, kullanım değerlerinin tüketimi olarak, maddi bir fayda olarak değil, her şeyden önce göstergelerin tüketilmesi olarak anlaşılması gerekir.32 Modern kentlerde insanlar artık ihtiyaçları için tüketmemekte, toplumsal yaşamda kendilerine daha uygun “imajlar oluşturma” amacıyla tüketime yönelmektedir. Dolayısıyla tüketimin göstergeler yoluyla kendini ifade etme ve metalar aracılığıyla kendine “uygun” yaşam tarzları devşirmeye yardımcı olan bir eylem olduğu söylenebilir.

Kapitalizm, tüketimi yüceltmekte, alış-satışı kutsamakta, üretim süreçlerine verdiği desteği artık tüketimi maksimize etme yolunda kullanmaktadır. Tüketim(ci) toplumunun arka planında güçlü bir kapitalist kültür bulunmakta, bu kültür, hayatın odağına tüketimci

31 Susan Willis (1993) Gündelik Hayat Klavuzu, Çev: Aksu Bora – Asuman Emre, İstanbul: Ayrıntı

Yayınları, s.65

Referanslar

Benzer Belgeler

larının (30) İran’da koroner arter baypas cerrahisi geçiren hasta- lara verilen yaşam tarzı değişikliği müdahalesi sonrası bu çalış- mayla uyumlu olarak yaşam kalitesinin

Koroner arter hastalarında uygulanan yaşam tarzı eğitim ve danışmanlığının yaşam kalitesine etkisi.. Effects of patient education and counseling about life style on quality

Burada doktorun görevi hastanın sedanter bir yaşam ile oldukça aktif bir yaşam tarzı arasında nerede bulunması gerektiğine yardımcı olmak ve bundan sonraki

En eski Türk destanlarından biri olan Göç Destanı, Orta Asya’daki Horasan’dan göç eden Türklerin Anadolu’ya yerleşmelerini anlatır.. Ama günümüze kadar

Yapı geçerliği için yapılan ki-kare analizinde uyku süresi ortancanın altında olan öğrencilerin uykuya dalma ve uyanmada güçlük çekme ve okulda uykulu olma

Yukarıdaki parçada numaralanmış cümlelerin hangisinde bir yazım yanlışı yapılmıştır? A) I. Aşağıdaki dizelerin hangisinde bir yazım yanlışı yapılmıştır?.. A)

Their overall sa tisfaction with their work was 7.57 points (total 10 points) indicated a 75% satisfaction level among head nurses of their performance. 2) The perceptio n

Diyet ve ASKVH gelişimi arasındaki ilişkiyi gösteren kanıtlar, doymuş yağ asi- ti tüketiminin düşük dansiteli lipoprotein kolesterol (LDL-K) düzeyini yükselttiğini