• Sonuç bulunamadı

2.2 1923-1980 DÖNEMİ: ÇAĞDAŞLAŞMA YOLUNDA BİR ÜLKE

Kaçınılmaz sonuç gerçekleşmiş, Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış ve Atatürk önderliğinde yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Cumhuriyetin ilânı bile tek başına Türk toplumunun yaşam tarzının değişmesi anlamına gelmektedir. Ancak bu dönemde, toplumsal, ekonomik, kültürel alanda bir çok köklü değişikliğe başvurulmuştur. Devrimler gerçekleştirilmiş, yasal düzenlemelerle desteklenmiş ve kurumsallaşmaya gidilmiştir. Bu kapsamda laikliğin anayasaya girmesi, kadın ve erkeğin sosyal hayat içinde birlikte yer alması, kıyafet inkılabı, köy enstitüleri gibi daha sayılamayacak bir çok girişim ve yeniliklerle Cumhuriyet’in daha modern, güçlü bir idare olması sağlanmaya çalışılmıştır. Yine bu dönemde, devlet tiyatroları, sinemalar, operalar kurularak modern bireyin oluşumu adına toplumun kültürel alışkanlıklarını değiştirmek hedeflenmiştir. Genç Cumhuriyet’in kurumları oluşturulurken, Osmanlı’da olduğu gibi doğrudan Batı taklit edilmemiştir. Ancak Batı’ya uyumun sağlanabilmesi, çağdaş toplumun oluşturulması aşamasında, Batılılaşma kaçınılmaz

46 olarak yerleşmiş; Atatürk’ün ulus-devlet yapısına verdiği öneme rağmen Batılı yaşam tarzının gölgesi Türk halkının üzerine düşmüştür.

Murat Belge, Cumhuriyet’in ilk yıllarında değişen yaşam tarzlarıyla ilgili olarak şu saptamayı yapmaktadır: “Cumhuriyetin ilk yıllarında yenilikler birbirini izledi. Bunların bir kısmı daha önceki dönemlerde hazırlanmıştı. Örneğin Türkiye’ye saat satan ülkeler, bir cep saati üstüne hem alaturka, hem de alafranga saati gösterebilecek iki küçük kadran yapıyorlardı. Cumhuriyet bu ikilikleri yasal düzeyde-tek yanlı bir çözüme bağladı. Cumhuriyet inkılaplarının getirdiği değişikliklerin bir çoğu aslında ‘günlük hayat’ düzeyindedir. Saat ve takvim, hafta sonu tatilinin günü, kıyafet gibi. Öte yandan bunlar yasal ve kurumsal değişiklikler olmuştur; yani değişimin yönü yukarıdan aşağıyadır. Aynı dönem içinde daha kendiliğinden, toplumun kendi dinamiğine bağlı değişimler de hissedilmeye başlanmıştır. Ayrıca her iki türden değişimin Anadolu’daki merkezlerde etkisi Osmanlı dönemine göre artmıştır.”64

Cumhuriyet döneminden basına yansıyanlarsa, Batılı izler taşıyan balolar olmuştur. Medeniliği simgeleyen, toplumun elit tabakasının smokinleriyle, fraklarıyla katıldığı bu balolar uzun bir süre gazete sayfalarında boy göstermiştir. Cumhuriyetin kurum ve kuruluşlarının artık tam anlamıyla kabul gördüğü anlaşılan 1946 yılı, yönetim anlayışı açısından önemli değişiklere sahne olmuş, çok partili hayata geçilmiş, toplum, seçim ve oy kavramlarıyla tanışmış, daha önce yapılan başarısız denemeler gibi sonuçlanmamış ve seçimler tamamlanmıştır. 1950 yılında yapılan seçimlerle DP iktidara gelmiş, uzun zamandan sonra yönetim ilk defa el değiştirmiştir. Bu durum, toplumsal hayatın yeni bir değişikliğin içine girmesi açısından taşıdığı önemin ötesinde, Atatürk döneminin ulusçu politikalarının kan kaybettiği sürecin başlangıcı olmuştur. DP iktidarınca yeni ekonomik yaklaşımların geliştirilmesi, Truman Doktrinlerinin uygulanması ve Marshall yardımının alınması ülkeyi görece rahatlatmıştır. Ancak, alınan yardımlarla ülkede dolaşmaya başlayan yabancı sermaye, beraberinde kendi mücadele politikalarını da getirmiştir. Bu politikalar kapsamına giren reklam, Türk insanının hayat tarzını etkileyen baş aktörlerden biri olmuş; ekonomik yardımlarla birlikte başta Amerika olmak üzere, Batılı yaşam tarzının ta kendisi ülke topraklarına sızmıştır. Dönemin Amerikan Büyükelçisi George Mc Chee’nin sözleriye, “Bir yandan Amerikan firmalarının Türkiye’ye yatırım yapmaları teşvik ediliyor, bir yandan da bu

47 yatırımı cazip hale getirebilecek bir ortam yaratılıyordu.”65 Türkiye’nin NATO’ya üye olması, Amerika ile yakınlaşması ve ülkenin kapitalist politikalara ağırlık vermesi, dönemin tamamen farklı bir sosyal hayata yaklaşmasını körüklemiş, aza kanaat devri sona ermiş, Türkiye kendisine “Küçük Amerika” olmayı hedef göstermiştir.

Tevfik Çavdar, Marshall Planı’nın ülkeye etkileri konusunda şunları söylemektedir: “Marshall Planı’nın sağladığı olanaklardan yararlanarak bir yandan karayolları yapılarak kentler, kasabalar o güne dek görülmemiş biçimde birbirine bağlanıyor; diğer yandan gene aynı programın sağladığı tarımsal kredilerle satın alınan traktör, vb. modern tarım girdileri ekim alanını genişletiyor, dolayısıyla tarımsal üretimi arttırıyordu. 1950’lere kadar yüzyıllar boyunca durağan bir biçimde uyuyan Anadolu birden dinamik bir yaşam görünümüne kavuşuyordu. Bu, büyük kitlelerin yaşadığı kırsal alanın canlanması, yeni iktisadi olanaklara kavuşması demekti. O günlerde ortaya çıkan bu iktisadi genişleme, üretim ilişkileri açısından alttan alta başlayan olumsuz gelişmeleri görmeyi engelleyen bir iyimserlik havasını peşi sıra getirmişti.”66

Ellilerden sonra Batılılaşma bir tür modernleşme olarak hızlanmış ve yaygınlaşmıştır. Batı’nın üretim biçimleriyle birlikte ürünleri ve yaşama biçimleri Türkiye toplumuna yerleşmiştir. Ancak bu süreçte sentetik değer büyük ölçüde kaybolmuştur. Yaşayabilen geleneksel değerlerle modernleşmenin ürünü olan yeni öğeler bir üslubun oluşmasını engelleyecek kadar karmakarışık bir şekilde iç içe geçmiştir. Batılılaşmanın sindirilmeden yaşanmasının kültürel düzeyde en ciddi sorun yaratan yanı bu ‘üslupsuzluk’tur. Denebilir ki, Batı kültürü kitlesel olarak özümsenmediği için bugünün hayatında Batı kültürünün yeniden üretilmesi söz konusu değildir; aynı zamanda, büyük yıkıma uğrayan Doğu öğeleri de yeniden üretilmektedir.. Buna karşılık, Doğu ile Batı’nın ‘eklektik’ karışımı Türkiye’de yeniden üretimi en yaygın olan kültür biçimdir. Günümüzde arabesk diye anılan biçim bu durumun en belirgin örneğidir.67

Ülkenin “küçük Amerika” olmayı hayal ettiği yıllar, aynı zamanda hükümet- ordu/basın ve muhalefet geriliminin de yoğunlaştığı bir dönem olmuştur. 50’li yılların sonuyla birlikte, 50’li yılların başındaki umut ve coşku, yerini kargaşa ve gerilime bırakmıştır. İç

65 Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı (1991) Demirkırat,İstanbul: Milliyet Yayınları, s.96 66 Tevfik Çavdar (1983) Demokrat Parti, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul: İletişim

Yayınları, Cilt:8, s. 2068

48 politikadaki değişiklikler ve kargaşa ortamının oluşmasıyla 27 Mayıs 1960 tarihinde ordu yönetime el koymuş ve ülke yeni bir dönemece daha girmiştir. Yeni anayasa kabul edilmiş, toplum geniş sosyal haklara sahip olmuş ve bir süre daha bu dönem devam etmiştir; ancak halkın CHP’ye tepkisi ile AP’yi iktidara getirmesi, 61 Anayasası’nın her alanda sağladığı özgürlük ortamını tekrar bozmuştur. 1970’lerin ilk yarısında, kitle iletişim araçları yaygınlaşmış, reklam kavramı güç kazanmış, şehirleşme hızlanmış, köyden kente düzensiz göç çarpık kentleşmeyi doğurmuştur. Dolayısıyla bir bocalamanın ortasına düşen toplum, yaşam tarzı açışından olumsuz kazanımlar elde etmiştir. Geleneksel değerler yitirilmeye yüz tutmuş, toplumun ahlâki değerleri ise büyük ölçüde zedelenmiştir. Anarşizmin boy gösterdiği ve siyasi görüş farklılıklarının ön plâna çıkıp, silahlı çatışmalara dönüştüğü 70’lerin ikinci yarısından sonra ülkede tekrar huzur ortamı bozulmuştur. Artık yaşam tarzı kaygısından ziyade yaşam kaygısı ortaya çıkmıtır.

Ülke hem ekonomik hem de siyasi açıdan bir bunalım yaşarken, dünya petrol krizinin ortaya çıkması da zaten zor durumda olan ülke ekonomisini büsbütün işlemez hale getirmiştir. 1977-80 yılları arasında ekonominin kötü gidişini önleyebilmek için bir dizi önlemler alınmasına rağmen, dış ticaret açığı artmış, ihracat yerinde saymış ve enflasyon düşürülememiştir. Dolayısıyla, daha köklü ekonomik tedbirlerin alınması gerekmiştir. Sorunun, hali hazırdaki karma ekonomik sistem olduğuna karar verilmiş ve dünyayla uyumun sağlanması, küreselleşmenin yakalanabilmesi için 24 Ocak 1980’de ekonomik tedbirler paketi açıklanmıştır. Bu kararlarla faiz sistemi serbestleşmiş, ihracata dönük ve iç piyasayı korumaktan vazgeçen bir ekonomik sistem benimsenmiştir. Kambiyo politikasının değiştirilmesiyle döviz serbest bırakılmış ve günlük kur ayarlamalarıyla TL sürekli değer kaybetmeye başlamıştır. İthalât kotalarının serbest bırakılmasıyla birlikte, Türkiye yeni ürünlerle tanışmış, bu ürünleri temin edebilmek bir prestij unsuru haline gelmiş ve insanlar artık ceplerinde döviz taşır olmuşlardır. Yeni ve ithal ürünlerin piyasaya girmesi, dövizin serbest kalması gibi faktörler yüzünden, piyasalar geçici bir hareketlenme yaşamış ancak, gerçek iktisada ve üretime yönelik politikalar uygulanamadığı için bu malların temini bir süre sonra orta ve alt sınıf için bir hayal haline gelmiştir.

Devlet Planlama Teşkilatı’nın Müsteşar Vekili iken 24 Ocak Kararları’nın alınmasında önemli rol oynayan Turgut Özal, kurduğu Anavatan Partisi’nin 1983 seçimlerini kazanıp, iktidara gelmesiyle, imzasını attığı kararları uygulamakta zorluk çekmemiş hatta iktisadi politikalardaki bu değişikliklere daha da hız kazandırmıştır. Artık liberal anlayış tüm

49 fonksiyonlarıyla piyasaya sürülmüş, dolayısıyla sadece bireysel faydacılığı gözeten ve ben merkezci bir oluşumu körükleyen liberalizm felsefesi de hayat bulmuştur. Söz konusu dönem; liberal anlayışın hakimliğinde, zengin olmanın, köşe dönmeci zihniyetin ayyuka çıktığı, insanların temel değerlerinden uzaklaşarak sadece kazanmaya odaklandığı sürecin başlangıcıdır. Bu şekilde şartlanan insanlar da, kısa yoldan zengin olmanın karşı konulamaz cazibesiyle ile yaşam tarzlarını değiştirmiş; daha gösterişli ve daha prestij sağlayacağına inandıkları her şeyin peşinden koşar olmuşlardır. Sonuç olarak; 24 Ocak Kararları’nın küreselleşme sığınağında, köşe dönmeci zihniyetin temellerinin atıldığı ve yerleştirildiği bir dönem olduğu rahatlıkla ileri sürülebilmektedir.

Tarihsel bir perspektiften değerlendirildiğinde, Modernleşme olarak öngörülen Batılı yaşam tarzı ilk kez Osmanlı’da kendisini hissettirmiş, taklitten ibaret olarak yaşanan bu durum, Lale Devri gibi 11 yıllık faaliyetsiz, keyfi bir döneme yol açmış, Osmanlı’nın yıkılışını hazırlamıştır. Atatürk’ün dış politikada gösterdiği istikrarla toparlanan Türkiye Cumhuriyeti, Batı hayranlığını ülkeye tekrar empoze eden DP iktidarı ile dönüşü olmayan bir yola girmiştir. Gözlenen o ki; vahşi kapitalizmin esaretinde vahşileşen Batı ve Batılı yaşam tarzı, ülkemiz sınırlarına sızdığı andan itibaren büyük sıkıntıların temelini oluşturmuş, kimlik çatışmasının ortasında kalan ülkemiz, taviz verdiği benliğiyle yüzleştiğinde ağır bedeller ödemek zorunda kalmıştır. Bu ağır bedel, 80’li yıllarla birlikte tüm topluma ödetilmiş ve ülke küresel emperyalizmin pazarlarından biri haline dönüşmüştür. Bu arada çekilen sıkıntıların panzehiri tüketimcilikte aranmış, meta yoluyla kimlik oluşturma ve yaşam tarzı edinme furyası toplumun tüm katmanlarında hiç olmadığı kadar yaygınlık kazanmıştır.