DP’nin Radyoyu İktidar Aracı Yapması:
1957 Seçim Sonuçlarının Radyo
Aracılığıyla Erken Yayınlanması
iletiim : arat›rmalar› • © 2014 • 12(1): 125-156 Ayşe Asker
Özet
Bu çalışmada, Türkiye’de çok partili yaşama geçildiği halde iktidar partisi olan
Demokrat Parti (DP)’nin, radyoyu “devlet radyosu” anlayışı içinde, hükümet aracılığıyla, iktidar aracı olarak kullanması; DP için kritik seçimlerden biri olan 1957 seçim
sonuçlarının radyodan erken yayınlatılması olayı ile somutlaştırılarak gösterilmeye çalışıldı. Bu konuda DP’nin bakış açısı ve neler yaptığının izleri, yazılı literatür içinde, özellikle TBMM Tutanak Dergileri’nde sürülerek, tarihsel bir perspektif içinde ele alındı. Çalışmanın önemi, dönemin siyasal iktidarı tarafından radyonun “tek taraflı” olarak kullanılmasının “teamül” gibi algılanıp, hukukun göz ardı edilmesinin tarihsel boyutunu ortaya koyması olabilir.
Anahtar Sözcükler: Demokrat Parti, 1957 seçim sonuçları, Devlet Radyosu, “tek taraflı”, “teamül”.
Democrat Party’s Usage of Radio as an Instrument of Its Power: Early Broadcasting of 1957 Election Results
Abstract
The aim of this research is to show the usage of the radio by the government as its instrument of power with the example of early broadcasting of 1957 election results which was very important for the ruling Democrat Party (DP). The DP’s policies, and the traces of what they do is found in the Turkish Parliament’s Records Journal. Literature review method is used in order to conduct this research. The importance of this subject is to reveal the attitude of the ruling party that disregards the law by using radio as its own instrument.
Key Words: Democrat Party, 1957 election results, State-Owned Radio, “unilateral”, “precedent”.
Siyasal iktidarlar ile kitle iletişim araçları arasındaki ilişki
ülkele-rin ekonomik, toplumsal, siyasal yapılarına hatta coğrafi ve özel
konumlarına bağlı olarak farklılıklar göstermektedir. Tarihsel gelişimi
içinde bu ilişkileri sınıflandıran yaklaşımlar vardır. Bunlar; “otoriter,
liberal, toplumsal sorumluluk, sosyalist, gelişmeci ve katılmacı
şım” olarak adlandırılmaktadır. Bunlardan otoriter ve sosyalist
yakla-şım, liberal dünyanın dışında ve özgürlükleri içermezken, ötekiler
liberal ekonomilerde sözkonusu olan özgürlükçü/çoğulcu
yaklaşım-lardır. Bu yaklaşımlarda özgürlüğün sınırları yasalar çerçevesinde
belirlenmiştir (Kaya, 1985: 39-61).
Kapitalist/liberal/modern devlet de, bir yandan “zor” kullanarak
toplumu bir arada tutmaya çalışırken, diğer yandan da yönetilenlerin
“rıza”sını almaya ve/veya oluşturmaya yönelik girişimlerde
bulun-maktadır. Devlet zor kullanma tekeline sahiptir ve bu yönüyle bunu
yeri ve zamanı geldiğinde kullanabileceğinin bilinmesiyle ya da
bildi-rilmesiyle iktidarını sürdürür. Diğer taraftan ise yönetilenlerin zor
tehdidi dışında kalan yöntemlerle rızasının/onayının sağlanması,
siyasal iktidarın meşruiyetinin ve buna bağlı olarak sürekliliğinin
sağ-lanması açısından olmazsa olmaz koşullardır. Bunun hangisinin daha
öncelikli olduğunu ise tarihsel koşullara bağlı olarak toplumsal
özel-likler belirlemektedir. Bu yönden kapitalist toplumu feodal
toplumlar-dan ayırt ederek hegemonya ile egemenlik ve rıza ile zor kavramları
kullanan Gramsci’nin izinden giden Althusser de, devletin baskı
araç-larıyla ideolojik aygıtları olduğunu ve kapitalist toplumda
hegemon-yanın sürdürülmesinde toplumsal denetim aracı olarak işlev gören
DP’nin Radyoyu İktidar Aracı Yapması:
1957 Seçim Sonuçlarının
ideolojik aygıtların çok önemli bir yere sahip olduğunu belirtmektedir.
(Uzun ve Hasdemir 2010: 78-79).
Bu açıdan bakıldığında, 1920’lerde yayına başlayan radyo, çok
daha geniş kesimlere hitap etme ve etkileyebilme özelliğiyle siyasal
iktidarlar için sadece kendi toplumlarını değil başka toplumları da
etkileyebilecek olan bir araç olarak karşımıza çıkar. Özellikle radyo I.
Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği ve II. Dünya Savaşı
sırasın-da sırasın-da Nazi Almanya’sınca yürütülen propagansırasın-da için önemli bir araç
haline gelmiştir. Buna karşı geliştirilen propagandalarda da radyo
yerini almış ve II. Dünya Savaşı sonrasında kapitalist ABD’nin başı
çektiği Batı Bloğu ile komünist Sovyetlerin başı çektiği Doğu Bloku
arasında dünyanın iki ayrı kampa bölündüğü “Soğuk Savaş”
sürecin-de sürecin-de radyo etkin rol oynamıştır (Kuruoğlu, 2006: 7-10).
Tarihsel gelişimi içinde de radyo yayınları başlangıçta özel kesim
elinde başlamış fakat zamanla radyonun geniş kesimler üzerinde
etki-li olacağı düşüncesi ve gerektirdiği pahalı ve kısıtlı olan alt yapı,
siya-sal iktidarları radyoyu kendi denetimleri ve yönetimleri altına almaya
sevketmiştir. Bunun sonucunda uygulamada bariz olarak iki sınıflama
ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri, sosyalist ülkeler ile Asya ve Afrika
ülkelerinde rastlanan ve radyo yönetiminin/yayınların doğrudan
hükümetin/siyasal erkin yönetiminde ve denetiminde olduğu “tekelci
sistem”dir. Diğeri ise liberal/kapitalist batı Avrupa ülkelerinde
görü-len radyonun özerk ya da yarı özerk olarak kamu kuruluşu biçiminde
örgütlendiği “rekabetçi sistem”dir (Kaya, 1985: 76-77). Bu konuda bir
başka sınıflama ise radyo kuruluşlarının siyasal yönetim ile ilişkisine
ve gelir kaynaklarına göre yapılmaktadır. Buna göre; “ulusal sistem-
İngiltere, ulusal/ticari sistem- Fransa, ticari/özel girişimci sistem-
ABD ve hükümet sistemi- Sovyetler Birliği gibi
1(Vural, 1986: 20-27).
Tüm bu sınıflamalar için vurgulanması gereken nokta, radyo ile
siya-sal iktidar arasındaki ilişkinin özgürlük temelinde yasiya-salarla
belirlendi-ği, bu özgürlüğün sınırlarının çizilmesinde de ülkenin siyasi yapısı
kadar toplumsal ve ekonomik yapısının da belirleyici rol oynadığıdır.
Türkiye’de radyo yayıncılığının 1950’lere kadarki tarihi, İngiltere
ve ABD gibi “liberal” toplumlarda radyonun ilk yıllarıyla benzerlik
taşır. Bu dönemde radyoya, nüfusu demokrasi içinde yönetmeye
uygun modern tekniklerden biri olarak bakılmıştır. Radyo özellikle
1940’lara kadar yeni kurulan cumhuriyetin oluşturulmaya çalışılan
milli kültürünün yayılmasında önemli bir rol oynamıştır (Ahiska,
2005: 104).
Türkiye’de de radyo önce özel kesim elinde başlamış fakat daha
sonra kitleler üzerindeki etkisi anlaşılınca devlet kontrolüne geçmiştir.
Ancak çok partili hayata geçildikten sonra, 1950’de iktidara gelen
DP’nin radyoyu kullanım biçimi çoğulculuğa uymadığı için, özellikle
muhalefet tarafından, radyonun “partizan” olarak nitelendirilmesine
neden olmuştur. 1950 seçimleri ile iktidara gelen DP, bir yandan
popü-list bir iç politikayla, İslam’ın yeniden canlandırılmasına yol açarken,
bir yandan da Soğuk Savaş’ın başlamasıyla birlikte ABD ile yakın
ilişkilere dayanan dış politika yürütmüştür. Bu durum radyonun da
milletle özdeşleştirilen konumunu etkilemiştir (Ahiska, 2005: 47-48).
Türkiye’de dönemin tek partisi olan CHP tarafından iç ve dış
gelişmelerin etkisiyle başlatılan daha da liberalleşme siyaseti içinde
seçim yasası ve basın yasasının değiştirilmesi yanında radyonun da
muhalefete açılması yer almıştır. Bu izlenen siyaset sonucunda
iktida-ra gelen DP, ekonomide işler iyi gitmediğinde ve iktidarını sarsacak ya
da yıkacak gelişmeler karşısında liberal politikalardan vazgeçme
yolu-na gitmiştir. Özellikle siyasal ve toplumsal alanda bu yaklaşımın
dışı-na çıkmıştır. Bunun sonucu olarak otoriter bir yaklaşımla muhalif
basını susturmaya ve radyoyu “tek taraflı” olarak kullanmaya
çalış-mıştır. Özellikle 1957’den sonra yasaları da karşısına alan tutumu
sonucu muhalefet radyoyu “partizan” sıfatıyla nitelemeye başlamıştır.
DP, muhalefette iken “tarafsız” radyo fikrinde olmadığı gibi
ikti-darının daha ilk yıllarında da radyo yayınlarına ilişkin olarak şu
ilke-leri benimsemiştir:
1. Devlet radyolarında iktidar ve muhalefet partilerinin
propa-gandası yapılmaz;
2. Devlet icraatına ait haberler verilir;
3. Mesul devlet adamları radyoda konuşurlar.
Görüldüğü gibi DP iktidarı, radyoyu etkili bir “telkin ve
propa-ganda” aracı olarak değerlendirmiş ve bu araçtan kendisi dışında hiç
kimsenin yararlanmasını kabul etmemiştir. Meclis’te 1951 yılında
rad-yoya ilişkin eleştirileri cevaplandıran Başbakan Adnan Menderes,
“Devlet malı ve vasıtalarını devlet ve memleket menfaatine olarak
Hükümet kullanır. Devlet radyosunun orta malı olduğunu iddia
etmek hiç kimsenin hakkı değildir.” demektedir. Bu anlayışla radyo,
siyasi iktidar muhaliflerine karşı özellikle ekonomik ve beraberindeki
siyasi buhran günlerinde “meşru müdafaa” aracı olarak kullanılmıştır
(Kocabaşoğlu 2010, s.407).
Yöntem
Çalışma, toplumsal değişimin ve tarihsel dönüşümün
incelenme-sini önplanda tutan; geniş anlamda iktidar ilişkilerinin incelenmesi
olan ekonomi-politik yaklaşıma (Barret, 2006: 2) dayanılarak
gerçek-leştirilmiştir. Buna bağlı olarak çalışmadaki tarih anlayışı da tarihsel
maddeciliği yani tarihin maddeci görüşle (Erdoğan ve Alemdar, 2002:
63) ele alınmasıdır. Bu çerçevede olmak üzere tarihsel dönem olarak
Türkiye’de kapitalistleşmeye bağlı olarak gelişen
özgürlüğü/çoğulcu-luğu gösteren çok partili dönem ele alınmıştır. Bu dönem içinde de
iktidar partisi olan DP’nin yukarıda genel hatlarını belirlediğimiz ve
özgür/çoğulcu anlayışa ters düşen bir anlayışla radyoyu kullanması,
özellikle iktidarın kritik seçimlerinden biri olan 1957 seçimlerinde,
radyodan seçim sonuçlarının seçimler sona ermeden erken
yayınlatıl-ması olayında ele alınmıştır. Çalışma, konuyla ilgili yazılı literatürden
özellikle 1957 seçimlerinde DP iktidarının radyoyu nasıl kullandığı
konusu, bu konunun TBMM (Meclis) Tutanakları’na yansıyan
konuş-malardan yararlanılmasıyla ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bunun
nedeni, radyo yayınları üzerinde tek kaynak olan Uygur
Kocabaşoğlu’nun Şirket Telsizinden Devlet Radyosu’na başlıklı kitabı
ve Ayşe Asker’in daha çok Meclis Tutanak Dergileri’ne ve iktidarın bu
konuda yargılandığı Yüksek Adalet Divanı Tutanakları’na başvurarak
konuya yer verdiği Askeri Darbeye Doğru: Demokrat Parti’nin Tahkikat
Komisyonu Kurma Girişimi başlıklı kitabı dışında konuyla ilgili yazılı
kaynak bulunmamasıdır. Bu yön çalışmanın sınırlılığını göstermekle
birlikte, özellikle Meclis Tutanakları’nın birinci elden kaynaklar olması
çalışmanın güvenilirliğini artıracağı ve bu konuda başka çalışmalara
yol açacağı düşünülebilir. Çalışmada önce muhalefetteki DP’nin radyo
hakkındaki görüşleri belirlenip daha sonra bunu iktidarda iken nasıl
sürdürdüğü konu kapsamında ele alınmıştır. Çalışmanın amacı,
DP’nin çok partili siyasal yaşamda tek parti gibi hareket etmesi ve
iktidarda kalmak için radyoyu “aracı” olarak kullanarak hukuku
“hiçe” saymasını göstermektir. Çalışmanın önemi, dönemin siyasal
iktidarı tarafından radyonun “tek taraflı” olarak kullanılmasının
“tea-mül” gibi algılanıp hukukun göz ardı edilmesinin tarihsel boyutunu
ortaya koyması olacaktır.
Muhalefetteki DP ve Radyo
Türkiye’de de radyo yayınları, batı/liberal Avrupa’da olduğu gibi
önce özel kesim elinde başlamış daha sonra devlet bu işi üstlenmiştir.
Bunda II. Dünya Savaşı’nın olağanüstü koşulları da etkili olmuş ve
siyasi iktidar, 31 Mayıs 1940 tarihli 3837 sayılı Matbuat Umum
Müdürlüğü Kanunu ve 16 Temmuz 1943 tarihli 4475 sayılı Basın Yayın
Umum Müdürlüğü Kanunu ile radyo yönetimini ve yayınlarını
kont-rolü altına almıştır (Kocabaşoğlu, 2010: 229-242). Bununla birlikte 1946
yılında çok partili yaşama geçilmesiyle birlikte siyasal yaşamda yer
alan diğer partilere de radyoyu açma fikri gelişmeye başlamış ve bu
süreçte muhalefet partisi olan DP’nin liderleri her fırsatta radyodan
muhalefetin de yararlanmasını dile getirmişlerdir.
2Bu konuda ilk düzenleme radyo ile ilgili değişikliği de içeren 5392
sayılı Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü Kanunu’nun, 24 Mayıs
1949’da, TBMM’de kabul edilmesiyle yapılmıştır. Kanunda en önemli
değişiklik seçim zamanlarında radyonun muhalefet partilerine
açıl-masıdır.
3Kanun görüşmelerinde muhalefet sözcüleri özellikle
konuş-ma haklarının sadece genel seçimlerle sınırlandırılkonuş-ması; konuşkonuş-ma
metinlerinin Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü ve savcı
deneti-minden geçirilmesi ve konuşma sürelerinin yetersizliği gibi
noktalar-da eleştirel konuşmalar yapmışlardır. İktinoktalar-dar sözcüleri ise, bu tür
düzenlemelerin Batı’da da olduğunu öne sürerek, savcılığa
gitmeleri-nin nedegitmeleri-ninin “sansür” algısı olduğunu açıklamışlardır.
4Bu yaklaşım
siyasi iktidarın uygulamalarını hukuka dayandırma kaygısını
göster-mesi açısından önemlidir. Oysa muhalefet adına konuşan sözcüler
siyasi iktidarın radyoyu “tek taraflı” kullanmasını onaylayan ve ilerde
kendilerinin de bunu yapacağının işaretini veren konuşmalara da
5yer
vermişlerdir. (TBMM Tutanak Dergisi, 1949: 654-664).
Siyasal partilerin seçim zamanlarında radyo konuşması
yapmala-rı ayyapmala-rıca 16 Şubat 1950 tarih ve 5545 sayılı Milletvekili Kanunu’nda da
düzenlenmiştir. Siyasi iktidar 1950 seçimleri öncesinde Seçim
Kanunu’nu da değiştirmiş ve 5545 sayılı Milletvekilleri Seçim
Kanunu’nda siyasal partilerin radyodan yararlanmalarını da 45-47.
maddelerde düzenlemiştir. Buna göre radyoda konuşma yapmak
iste-yen siyasi partiler seçimden 21 gün önce Basın Yayın ve Turizm Genel
Müdürlüğü’ne başvurmak zorundadırlar. Siyasi partilerin radyoda
seçim konuşmaları seçimden 10 gün önce başlayıp seçime 3 gün kala
sona erecektir. Siyasi partilerin radyoda konuşma sırası ise kura ile
belirlenecektir (Resmi Gazete, 21 Şubat 1950).
Kanun görüşmelerinde, iktidar sözcüleri radyoda muhalefete yer
vermek için başlatılan bir uygulamaya da değinmiştir. Buna göre,
Ocak ayından beri parti başkanlarının konuşmalarına radyoda yer
verilmektedir (TBMM Tutanak Dergisi, 1950: 300-301).
Bütün bu gelişmeler göstermektedir ki, muhalefet partisi DP,
rad-yodan yararlanmak istemiştir ama zaten iktidar da çok geçmeden
demokratik ülkelerde olduğu gibi muhalefete radyoyu açmıştır.
DP ve Radyo
1950 seçim sonuçlarıyla iktidar partisi olan DP, seçim süresince
mevcut kanunlara göre radyodan yararlanabilmiştir. Ancak radyo
konu-su iktidar partisi olan DP ile muhalefete düşen CHP arasında, DP
iktida-rının ilk yıllarından itibaren sorun olmaya başlamıştır. Bu sorunu yeni
kurulan Cumhuriyetin demokratik yapısında aramak kadar yeni kitle
iletişim aracı olan radyonun önemine de vurgu yapmak gerekir. Radyo
dönemin en etkili kitle iletişim aracıdır ve yazılı basının da desteğini
alarak iktidara gelen DP, zamanla bu desteği yitirecektir. Bu durumda
iktidar olanaklarıyla en iyi kullanabileceği radyo önplana çıkar.
Bu soruna tarihsel açıdan baktığımızda, Türkiye’de 1936 yılında
radyonun devlet yönetimine geçmesinden sonra Türk siyasal
yaşa-mında “devlet radyosu” kavramı da yerini almıştır. Çok partili hayata
geçilmesiyle “devlet radyosu” sorun olmaya başlamış ve dönemin tek
partisi olan CHP, muhalefet tarafından radyonun “tek taraflı”
kullanıl-ması eleştirilerine devlet ve hükümeti bir tutarak savuşturmaya
çalış-mıştır. Bu yönde bir örnek Başbakan Yardımcısı Nihat Erim’in 1949
yılında muhalefetin eleştirisini cevaplarken, “Ancak hükümeti ne
iktidar ne de muhalefet partisi ile karıştırmamak lazımdır… hükümet
memleket idaresi kendisine mevdu bir mekanizma olarak, bir heyet
olarak vatandaşı kendi icraatı, kendi kararları karşısında elindeki
bütün vasıtalarla en geniş ölçüde tenvir etmeyi bir vazife bilir.”
deme-si gösterilebilir. Ancak aynı anlayışı iktidara geldiğinde DP’de de
gör-mek mümkündür ve 1952’lerde Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu;
“Devlet radyosu vatandaşı tenvir eden bir radyo olmak itibariyle
vatandaşlara devletin icraatı hakkında malumat vermekle mükelleftir.
Binaenaleyh devlet radyosunda mesul devlet adamları
konuşacaklar-dır.” demektedir (Kocabaşoğlu, 2010: 407). Öte yandan Menderes,
1952’de DP’nin Antalya İl Kongresi’nde de muhalefetin radyonun “tek
taraflı” olarak kullanılma eleştirilerine şu sözlerle cevap vermektedir:
“radyo, bir devlet vasıtasıdır. Bunu kullanan da hükümettir. Hükümet
beyanatını, mes’ul adamların demeçlerini vermek radyonun
vazifesi-dir. Radyo, orta malı değilvazifesi-dir. Radyoyu onlarla paylaşacak değiliz...”
(Asker, 2013: 40).
Bununla birlikte CHP, yukarıda ayrıntılarını verdiğimiz gibi 1950
seçimi öncesinde muhalefete seçim zamanlarında radyoyu açmıştır.
Ayrıca daha önce radyodan sorumlu bakanın konuşmalarında da yer
verdiğimiz gibi CHP, uygulamada da DP sözcülerine yer verme
giri-şimlerinde bulunmuştur. İktidara gelen DP’nin de bu konuda daha ileri
adımlar atması Türkiye’de demokrasinin gelişmesi açısından
beklene-bilirdi. Oysa DP’nin radyoya ilişkin tutumu hiçbir zaman “özgürlük”
çerçevesinde olmamıştır. Daha önce değindiğimiz Refik Koraltan’ın
konuşmasına göre, “siyasi iktidarın bunu tek yanlı kullanması fiili bir
durum olarak zaten ortaya çıkacaktır ama muhalefete de yeter ki belli
bir süre konuşma hakkı tanınabilsin” zihniyeti, DP’nin daha
muhalefet-te iken taşıdıkları zihniyettir. Nimuhalefet-tekim bu tür uygulamayı benimseyen
DP, iktidar olduğunda da bunu daha önceki iktidarın uygulamalarına
da dayanarak “teamül” olarak görecek ve hatta daha ileri giderek
muhaliflerine seçim zamanı bile konuşma olanağı vermeyecektir.
Böy-lece daha muhalefetteyken “tarafsız” radyo fikrinde olmayan DP,
ikti-dardayken de, genel olarak devlet, özel olarak da çeşitli devlet
aygıtla-rıyla kendisini özleştiren bir tutumu benimseyerek, çoğulculuğun
dışı-na çıkmıştır. Bu tutumunu söylemleriyle de ortaya koymuştur.
6Bu dönemde de siyasi iktidar, radyoyu istediği gibi kullanabilmek
için nasıl “devlet radyosu” kavramından hareket etmişse, muhalefet de
iktidara yönelik eleştirilerini aynı kavram üzerine oturtmuştur. Bu
konuda, DP iktidarının dönemlerine ve bunun içindeki
uygulamaları-na göre muhalefetin eleştirileri değişmiştir. DP iktidarının ilk dönemi
olan 1950-1954 arasında muhalefetin isteği (özellikle CHP’nin),
radyo-da muhalefete de söz hakkı “hiç değilse cevap hakkı” verilmesi
şeklin-de olmuştur. CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, iktidardan haftada bir
15 dakikalık radyo konuşması yapma olanağı isterken, “böylece biz de
sesimizi ve görüşümüzü memlekette duyurmak imkanını bulacağız”
demektedir. Bununla birlikte Gülek’in BBC Radyosu’nda yaptığı bir
konuşmada; “kendi radyoları iktidara bağımlı olduğu için” yabancı bir
radyodan vatandaşlarına seslenmenin üzüntüsünü yaşadığını ifade
etmesinin iktidar tarafından algılanışı ise bu yakınmanın dünya
kamu-oyu önünde yapılmış olmasının eleştirilmesi şeklinde olmuştur (TBMM
Tutanak Dergisi, 1952: 79-95).
1954-1957 döneminde ise muhalefetin eleştirileri başlıca radyo ile
DP’nin “tek taraflı” propaganda yaptığı ve radyo aracılığıyla
muhale-fete haksız olarak saldırdığı şeklindedir. DP’nin seçim kanununda
yaptığı değişiklikle muhalefetin seçim konuşmalarını engellemesi ve
özellikle 1957’den başlayarak radyoyu kişilere ve kurumlara karşı bir
saldırı silahı olarak kullanması konusunda muhalefet, radyo ile suç
işlediği, suçluların cezalandırılması gerektiği görüşünü savunmuş ve
radyoyu da “partizan” sıfatıyla nitelemeye başlamıştır. Muhalefete
göre, belli başlı rejim sorunlarından birisi de “radyo meselesi”dir.
Çünkü onlara göre “devlet radyosu”nun iktidar tarafından kullanım
biçimi “özgür rejim” anlayışına ters düşmektedir.
7DP iktidarının son dönemi olan 1950-1960 yılları arasında ise
radyo, başta Adnan Menderes olmak üzere DP önderlerince gerek
CHP’ye, gerekse DP içindeki muhalefete karşı bir polemik aracı olarak
kullanılmıştır. DP iktidarı, radyonun haberler ve siyasal niteliği ağır
basan yayınlarında, muhalefete hiçbir hak tanımayan bir politika
izle-miştir. Aslında bu tutum DP iktidara gelir gelmez başlamış ve CHP
Genel Başkanı İsmet İnönü, 1952 yılında yaptığı konuşmalarda sıkça
bu konuya değinmiştir. DP, iktidara geldiğinin daha birinci yılında
bütçe görüşmelerinde yalnızca kendi sözcülerinin konuşmalarını
TBMM Saat’inde yansıtmıştır. Bu konuda uygulamada verilecek
örnekler olarak; ABD Dışişleri Bakan Yardımcısının Cumhuriyet
Bayramı dolayısıyla yayınladığı mesajda, İnönü’yü övücü bir
cümle-nin metinden çıkarılarak radyodan yayınlanması; radyonun CHP
gru-bunun toplantı çağrılarını ücreti karşılığında ve ilan biçiminde bile
yayınlanmaması gösterilebilir (Kocabaşoğlu, 2010: 409-416).
İktidarın bu yöndeki uygulamalarına sadece CHP’den değil öteki
muhalefet partilerinden de eleştiriler, DP iktidarının ilk yıllarında
gel-meye başlamıştır. Örneğin MP milletvekili Cezmi Türk de, özellikle
Meclis görüşmelerinin radyoda “tek taraflı” olarak verildiğini, bir soru
önergesiyle 14 Mayıs 1952 günü Meclis gündemine taşımıştır. Soruyu
cevaplayan Başbakan Menderes, böyle bir uygulamanın olmadığı
savunusunu yaparken, iktidarın muhalefet tarafından eleştirilen her
uygulamasında olduğu gibi geçmiş iktidarı örnek göstererek
savunu-sunu pekiştirmiştir.
8Seçimlerde DP’nin Radyoyu
İktidar Aracı Olarak Kullanması
Bu yönde ilk uygulamayı 1954 seçimlerinde görmek mümkündür.
DP, radyoda partilere ayrılan saatler dışında Cumhurbaşkanı, Başbakan
ve Bakanların konuşmalarını tekrar yayınlatmıştır. Bunun üzerine
CHP, Yüksek Seçim Kurulu’na başvurmak zorunda kalmış ve Kurul bu
tür yayınları yasaklamıştır.
9Ancak DP buna da çözüm bulmuş ve
Yüksek Seçim Kurulu’nun teminatını ortadan kaldıran 6422 sayılı
kanunu çıkarmak suretiyle, bu kurulun serbestçe karar vermesini
önle-miştir. Bu kanunla, Kurul üyelerinin bir kısmının görevine son
veril-miştir (Aksoy, 1960: 117).
Bu konuda bir başka uygulama ise konumuzu oluşturan 1957
seçimleri sırasında olmuştur. DP iktidarının, muhalefeti seçim
propa-gandalarına ayrılan süre içinde bile radyodan uzak tutma eğilimi gerek
1954 seçimleri sırasındaki uygulamalardan, gerekse seçimden sonra
5545 sayılı Milletvekili Seçim Kanunu’nda yapılan değişikliklerle açığa
çıkmıştır. Söz konusu değişikliklerle siyasal partilerin radyodan seçim
propagandası yapması yasaklanırken, bu olanak hükümete açık
bıra-kılmıştır.
10Kanunun görüşmelerinde muhalefet seçim zamanı radyonun
ken-dilerine kapatılmasını ve hükümetin kendisini dışarıda bırakmasını
eleştirmişlerdir. Cumhuriyetçi Millet Partisi adına konuşan Kırşehir
milletvekili Osman Alişiroğlu, DP’nin sırf hükümet üyelerine hakaret
ediliyor gerekçesiyle radyoyu muhalefete kapatmasını eleştirmiş ve
eğer durum böyle ise yargı yoluna başvurulmasını önermiştir. Öte
yandan hükümet aracılığıyla radyonun iktidara açık bırakılmasını da
eleştirmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, 1954: 303-304).
CHP Grubu adına konuşan Malatya milletvekili Nüvit Yetkin ise;
“Bizde radyo bütün sene yalnız Hükümetin propaganda vasıtası ve
arzu ettiği her vakit cevap ve müdafaa hakkı tanımayarak muhalefete
karşı itham aletidir. Seçim zamanı radyo hükümleri bir dereceye kadar
eşitlik imkanı veriyordu…” diyerek eleştirilerini sürdürmüştür (TBMM
Tutanak Dergisi, 1954: 306).
Muhalefet eleştirilerine Başbakan Adnan Menderes, radyo
olma-dan önce de propaganda yapılabildiğini, CHP iktidarı döneminde
radyonun “tek yanlı” kullanmasından rahatsız oldukları için
kendile-rine de bu hakkın verilmesini istediklerini belirterek, getirdikleri
uygu-lamayı şu sözlerle savunmuştur (TBMM Tutanak Dergisi, 1954: 319-320);
Şimdi bu radyodan kaldırdığımız konuşma hakkı nasıl bir haktır? Dört senede bir kullanılacak bir hak; çıkacak orada bir iki laf söyleyecek de, bilhassa burada olduğu gibi tahrifat yaparak konuşacak, bu kaleminden kan damlıyan arkadaşımız bu şekilde 10 dakika konuşacak ve Demokrat Partinin 4 senelik idaresinin bütün köylere kadar nüfuz eden çalışmaları ortadan silinecek ve Devlet çapında da uzak şubelere kadar yayılmış o işler millet tarafından görülmeyecek, takdir olunmayacak, sadece radyo-dan on dakika konuşmakla bütün işler olup bitecek, buna imkan yoktur. İşte muhalefetin elinden alınan böyle bir silahtır… Yeni mevzuata göre radyoda Demokrat Parti konuşmayacak, başka partiler de Halk Partisi de konuşmayacaktır.
Menderes, iktidarın içinden çıkan hükümetin ayrı bir organ olarak
bu haktan yararlanabileceğini belirtir.
11Bu konuşmadan da anlaşılıyor
ki, iktidar sadece kendisi radyoyu kullanmak istemektedir ve iktidarda
oldukları için de bunu hakları olarak görmektedir.
CHP milletvekili Nüvit Yetkin’in bu konuşmaya verdiği cevapta,
iktidarın bu konudaki görüşünü özetler gibidir. Yetkin şunları
söyle-miştir“ (TBMM Tutanak Dergisi, 1954: 325);
Radyodan istifade edemeyişimiz keyfiyetini izah etmeye çalışırken, Başvekilin verdiği izahat tarzı gariptir. Diyor ki, "vaktiyle biz radyodan seçim sırasında saat istedik. Çünkü o zaman iktidar radyoda mütemadiyen konuşmaktaydı. Bizim konuşmak hakkımız yoktu." Şimdi bu hakkı kaldır-dıklarına göre, "İktidar ve Hükümet olarak o zaman siz nasıl yaptınızsa, biz de radyoyu kendi inhisarımızda ve tek taraflı olarak kullanacağız" demek istiyorlar… Bu, kanaatimizce rejimi ileriye değil, geriye götürür.12
DP’nin 1957 seçimlerinde muhalefetin radyoda konuşma hakkını
kaldırmasına rağmen, 1957 seçimleri CHP’nin parlamentoda daha da
güçlenmesiyle sonuçlanmıştır.
13Bununla birlikte, seçim günü
radyo-nun seçim sonuçlarını 14.30’dan itibaren yayınlaması, muhalefetin
tepkisine neden olmuş ve bu konuyu CHP çeşitli vesilelerle birkaç kez
Meclis gündemine taşımıştır. Öncelikle CHP seçim sonrasında
yayın-ladığı bir bildiriyle “seçim suçlusu” ilan ettiği radyoyu gerek seçimler
sırasında gerekse sonrasında “partizanlıkla” suçlamıştır. Daha sonra
Meclis’te bu konuyu çeşitli vesilelerle gündeme getirmiştir. Bunlardan
ilki yeni kurulan hükümetin Meclis’te programı okunurken olmuştur.
DP için hüsran olan seçim sonuçları hükümetin oluşturulma sürecine
de yansımış ve hükümet kurmakla görevlendirilen Menderes uzun
uğraşlardan sonra nerdeyse bir aylık sürenin sonunda hükümeti
kura-bilmiştir. Seçim sürecinde yaşanan gerginlik yeni kurulan Hükümet’in,
Program görüşmelerine de yansımıştır. Son derece gergin geçen
görüş-melerde özellikle CHP’nin seçim sürecini değerlendirmesi ve
radyo-nun bu süreçte “partizanca” kullanmasından yakınması ortamı daha
da gerginleştirmiştir.
Burada CHP lideri İsmet İnönü’nün yaptığı konuşmadan, seçim
günü olan 27 Ekim’de, bu konuda daha önce duyum almış olan
İnönü’nün ikazına rağmen radyodan sorumlu devlet bakanı Fatin
Rüştü Zorlu’nun, radyodan oy verme işlevi devam ederken seçim
sonuçlarını yayınlattığı ve radyonun seçim yayınalarının da iktidar
lehine olarak olduğu anlaşılmaktadır.
14Bu suçlamalar karşısında söz alan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü
Zorlu ise Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu konuda verdiği “takipsizlik”
kararını okumuştur.
15Zorlu, konuşmasının devamında, bu kararda
ayrıca Yüksek Seçim Kurulu’nun bazı yerlerde radyonun bu tür
yayın-larının seçmenin kararını etkilediği gerekçesiyle seçimlerin
ertelenme-si istemini de reddettiği ve bu durumun Seçim Kanunu’na aykırı
olmadığı görüşüne yer verdiğini belirtmiştir.
Burada belirtilmesi gereken nokta; Zorlu bir yandan yaptıklarının
hukusuzluk olmadığını savunurken, bir yandan da CHP’nin geçmiş
dönem uygulamalarını “teamül” gibi göstererek dayanak aramaya
çalışmasıdır. Zorlu’ya göre CHP de 1950 seçimlerinde benzer bir
uygu-lama yapmıştır.
16CHP milletvekili Turan Feyzioğlu ise konuşmasında daha çok bu
yayının hukuksuzluğu üzerinde durarak, iktidarın yayını durdurma
konusunda mahkeme kararlarına uymadığını ispat etmeye çalışmıştır.
Fevzioğlu, Yüksek Seçim Kurulu Başkanı’nın telgraf başvurularına
verdiği cevaba yer vermiştir. Buna göre; “Sandık tasnif neticelerinin
saat 17’ye kadar radyo ile yayınlanmaması hususunun Anadolu Ajansı
ve Basın Yayın Umum Müdürlüğüne telefonla ve telgrafla tebliğine
kurulumuzca karar verilmiştir” denmektedir. Feyzioğlu konuşmasının
devamında da, CHP’nin İl Seçim Kurulu’na yaptığı başvurunun da,
Zorlu’nun iddia ettiği gibi reddedilmediğini, Kurul’un radyodan seçim
sonuçlarının saat 17.00’den önce duyurulmasını Seçim Kanunu’nun
134. maddesine aykırı bulduğunu ancak bu tür bir yayının tüm
Türkiye’yi ilgilendireceği gerekçesiyle “yetkisizlik” kararı vererek
konuyu Yüksek Seçim Kurulu’na intikal ettirdiğini söylemiştir.
Zorlu’nun, Ankara Savcısı’nın kararı içinde Yüksek Seçim
Kurulu’nun kararının da yer aldığını belirtmesi üzerine de Feyzioğlu;
Adli bir makam olan fakat müstakil bir mahkeme sıfatıyla kazai karar veremeyen ve Adliye Vekaletine doğrudan doğruya bağlı olan Ankara Savcısının kararını her şeyi halleden bir vesika diye okuyan Fatin Rüştü Zorlu şimdi Yüksek Seçim Kurulunun, yani Temyiz Mahkemesi ve Dev-let Şurası azalarından, bu memleketin en yüksek hakimlerinden müte-şekkil bir mahkemenin verdiği kararı hiçe saymak, vesika değildir demek istiyor...
ifadelerine yer vererek Yüksek Seçim Kurulu’nun bu konudaki
kararını okumuştur.
171960’da muhalefetin verdiği önergeler toplu olarak ele alınırken
de, 16 Şubat 1960 tarihinde, 1957 seçimlerindeki, “yolsuzlukların
sorumluları hakkında Meclis Araştırması” istenmiştir. Bu araştırma
önergesinde de seçimlerin radyodan erken verilmesine yer
verilmiş-tir.
18Bu tür yayınlardan sorumlu olarak hakkında Meclis
soruşturul-ması istenen dönemin radyodan sorumlu bakanı olan Fatin Rüştü
Zorlu’nun açıklamaları, kendisi gelmediği için, Genel Kurul’da yazılı
olarak okunmuştur. Zorlu, yazılı metninde, gerekli açıklamaları, daha
önce değindiğimiz, hükümet görüşmelerinde yaptığını ve burada aynı
şeyleri tekrarlayacağını belirterek konuyu savuşturmaya çalışmıştır.
Bu metinde burada değinmeye değer noktalara yer vermek konuyu
biraz daha aydınlatacaktır. Zorlu, seçim sonuçlarının radyodan erken
verilmesinin hukuksuz bir yanı olmadığı ve seçmen davranışlarını ve
seçim sonuçlarını etkilemediği savunusunu tekrarlamaktadır.
19Bu
metinde belirtilmesi gereken bir başka nokta da, bu konuda sadece
CHP’nin değil Hürriyet Partisi’nin de Cumhuriyet Savcılığı’na suç
duyurusunda bulunduğu ve Savcılığın takipsizlik kararı verdiğidir.
20Burada belirtilmesi gereken bir başka husus da, İnönü’nün “seçim
sonuçlarını erken yayınlamayın” uyarısı üzerine hükümet olarak
yayın-la ilgilenmeye başyayın-ladıkyayın-larını belirtmesi olmuştur.
21Zorlu, haberlerin
İçişleri Bakanlığı’ndan verildiğine dair önerge sahiplerini iddiasını da
yalanlamaktadır
22ve bu konuda yine “teamüle” sığınarak
23CHP’yi
haksız çıkarmaya çalışmaktadır (TBMM Tutanak Dergisi, 1960: 925).
Önerge sahiplerinden olan CHP Malatya milletvekili Nüvit Yetkin
iddialarını vurgulayarak bunları destekleyecek şu açıklamalarda
bulunmuştur (TBMM Tutanak Dergisi, 1960: 942-943);
Radyo iki türlü suç işlemiştir. Birisi seçim kampanyası sırasında Devlet Radyosunun hak olması lâzımgelen tarafsız ve objektif vasfı bir tarafa bırakıp, vatandaş haysiyet ve şereflerine karşı suç işlemeye kadar varan siyahi propagandaya alet edilmesi suretiyle; ikincisi, propagandanın memnu olduğu sürede ve oy verme gününde de vatandaşın maneviyatı ve kanaatine tesir etmek suretiyle.
Yetkin, seçim günü İnönü’nün Zorlu’ya telefonun etmesinin
nede-ni ve yayının hukuksuzluğu üzerinde de durmuştur.
24DP Ağrı milletvekili Celal Yardımcı da, radyonun seçim
sonuçla-rını erken vermesini “…bir seçim neticesinin ilânı propaganda
değil-dir.” diyerek yapılanları savunmaya çalışmış ve CHP iktidarındaki
uygulamaları örnek göstererek yayını “teamül” gibi göstermeye
çalış-mıştır.
25CHP Ankara milletvekili Hıfzı Oğuz Bekata ise radyonun bir
pro-paganda aracı olduğunu vurgulayarak, seçimler sona ermeden yapılan
yayının hukuksuzluğunu ve sorumluların bu konudaki kusurunu
ortaya koyan açıklamalar
26yapmıştır (TBMM Tutanak Dergisi, 1960:
952-953).
Bu konu 27 Mayıs sonrası kurulan Yassıada Yüksek Adalet
Divanı’nda iktidar yargılanırken, yargı davalarından biri olan “Radyo
Davası”nda da ele alınmış ve bu konuyla ilgili Bakan olan Fatin Rüştü
Zorlu yargılanmıştır. Zorlu savunmasını daha önce de yer verdiğimiz
gibi yine geçmiş dönemlerden gelme “teamül” ve yapılan işin de
“hukuka uygun” olduğu noktasında yapmıştır. Ancak burada
Zorlu’nun savunmasında dikkat çeken nokta seçimler sona ermeden
radyoda yapılan yayının “haber” olarak
27sunulmasıdır (Asker, 2013:
144-145).
Kararname’deki iddiaya göre; 1957 seçim sonuçlarının öğleden
sonra saat 14.30’dan itibaren radyodan verilmesi hakkındaki
toplantı-da dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Meclis Başkanı Refik
Koraltan’da vardır. Mahkeme Başkanı'nın bunu sorması üzerine Zorlu
bunu hatırlamadığını bildirir (Asker, 2013: 146).
Bununla birlikte davada şahit olarak dinlenen dönemin Radyo
Haberler Dairesi Müdürü Münir Müeyyet Berkman’ın sorgulamasında
hükümetin bununla ilgili daha önce hazırlık yaptığı ortaya çıkar.
28Şahitliğine başvurulan Devlet Bakanlığı Özel Kalem Müdürü
Nazif Babaoğlu da, seçimlerin erken verilmesi konusunda alınan
kara-rın Zorlu tarafından yetkililere bildirildiğini ve bu sırada Yüksek Seçim
Kurulu’ndan gelen “neşriyatın durdurulması” yazısının da
“mühür-süz olduğu bahane edilerek” geri çevrildiğini söylemiştir.
29Babaoğlu, konuşmasının devamında da şu açıklamaları yapmıştır
(Asker, 2013: 147);
Antetli kağıda yazılmıştı ve altında Yüksek Seçim Kurulu Başkanının imzası vardı, yalnız mühürsüzdü. Mahiyeti itibariyle neşriyatın durdu-rulması hakkında idi. Kendilerine daha evvelce muhalefet partisi
başkan-ları sayın İsmet İnönü ve Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu birer yıldırım telg-rafı çekmişlerdi. Bu hususta daha evvel telefon konuşmaları olmuştu, menfi cevap almaları üzerine yıldırım telgrafla müracaat ettiler. Telgrafları alıp Başvekilin odasına gittim. O sırada Hey’eti Vekilenin bir kısmı Başvekilin odasında bulunuyorlardı. Kendileri cevap yazdılar ve posta-neye gönderdiler. Saat beşi beş geçe de neşriyat yapıldı… Demokrat Partinin listesi başta, muhalefet partisinin listesi de sonda okunuyordu… Telefona Demokrat Partinin kazandığı yerler listenin başında verilsin diye işaretleniyordu…
Babaoğlu, “Benim malumatıma göre Yüksek Seçim Kurulundan
gelen bir yazının mühürsüz olduğu için geri çevrilmesi, zaman
kazan-mak bakımından, lazımdı.” bilgisini de vermiştir (akt. Asker, 2013:
147).
Sonuç
Kitle iletişim araçlarının gelişim çizgisine baktığımızda,
kapita-list/özgürlükçü/çoğulcu ülkelerde bu araçların siyasal baskılardan
uzak ve kamu yararına haber verme işlevini yerine getirecek yapıda
olma anlayışı içinde ele alındıkları görülür. Bu araçların “kamu
yara-rına/toplum yararına” hizmet edebilmeleri için de “iletişim
özgürlüğü”nden sözedilir. Genellikle bu araçlar, özel ya da tüzel kişi
elinde olsun, devlet bu alanda yalnızca “kamu yararı” için
düzenleme-ler yapmakla yükümlü olarak değerlendirilir. Bu anlayış açısından
otoriter ülkelerde bu araçlar, otoriteyi elinde bulunduran siyasal
yapı-nın elindedir. Yayın politikaları da, toplum yararına değil, siyasal
iktidarlara dönüktür.
Türkiye’de de kitle iletişim araçlarının tarihsel gelişimine
baktığı-mızda model aldığı kapitalist/özgürlükçü/çoğulcu ülkelerdeki gibi
yazılı basın özel kesim elinde gelişirken, radyo (ve televizyon)
yayın-ları devlet kontrolünde, denetiminde olarak gelişme göstermiştir.
Fakat Türkiye’de kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak
kurumsallaş-manın yeterince gelişmemesi beraberinde her alanda olduğu gibi bu
alanda da özgürlükçü/çoğulcu anlayıştan farklı anlayışları ve
uygula-maları beraberinde getirmiştir. Çalışmada da değindiğimiz gibi, radyo
yayınları önce özel kesim elinde başlamış fakat radyo yayınlarının
önemi fark edilince devlet yayınları üstlenmiştir. CHP’nin iktidar
olduğu dönem içinde muhalefetin olmamasından ötürü katı bir
“hükümet sistemi”nden sözedilmese de radyo yayınlarının siyasal
iktidar yanlısı olduğunu söylemek mümkündür. Radyo yayınlarının
siyasal iktidar yanlısı olarak eleştiri konusu edilmesi, 1946 yılında çok
partili siyasal yaşam ile başlamıştır. Bu seçimle muhalefet partisi olan
DP her fırsatta radyonun kendilerine açılmasını dile getirmiş, siyasi
iktidar olan CHP’de 1950 seçimleri öncesinde radyoyu seçim
döne-minde muhalefet partisi DP’ye açmıştır. Hatta CHP, seçim öncesinde
radyoda muhalefet liderlerinin konuşmalarına da yer vermiştir. Radyo
yayınları için getirmiş olduğu “Radyo Yayınları Danışma Kurulu” bu
alanda demokratik bir yapılanma girişimidir. Türkiye’de
demokrasi-nin gelişimi açısından iktidara gelen DP’demokrasi-nin de daha ileri adımlar
atması beklenirdi fakat gelişmeler bunun tam aksi yönde olmuştur.
1950 seçimlerinde radyo yayınları oldukça önemli yer
tutmuş-tur. Seçim zamanı muhalefet olarak radyoyu kullanan DP, seçim
son-rasında iktidar partisi olarak Türkiye’de siyasal yaşamda 10 yıl
süre-cek olan yeni bir dönemi başlatmıştır. Bu dönemde CHP, uzun tek
parti yönetiminin ardından artık muhalefet partisi olarak Meclis’te
yerini almıştır. DP’nin radyoyu, sanki muhalefet yokmuş gibi
hükü-met icraatlarını kamuya duyurma bahanesiyle “tek taraflı”
kullanma-sı, DP iktidarının ilk yıllarından itibaren muhalefet tarafından eleştiri
konusu olmaya başlamıştır. Muhalefet “devlet radyosu”nun hukuka
uygun olarak kullanılmasını istemektedir; iktidar ise, radyoyu sadece
kendisi kullanmak istemekte hatta çoğu zaman bu tür kullanımlarına
gerekçe olarak geçmiş uygulamaları “teamül” olarak göstermeye
çalış-maktadır.
1954 seçimlerinde radyoyu “tek taraflı” olarak kullanan DP, seçim
sonuçlarının lehine sonuçlanmasıyla iktidarını pekiştirir. Ancak DP,
çok geçmeden ekonominin de bozulmasıyla birlikte iktidarına karşı
güçlenmeye başlayan muhalefet karşısında birtakım yasal tedbirler
alarak 1957 yılında seçime gidecektir. DP’nin aldığı tedbirler içinde
radyonun muhalefete seçim zamanlarında bile kapatılması,
muhalefe-tin eleştirilerine neden olacaktır. Bununla birlikte özellikle seçim günü,
seçim sonuçlarının seçim sona ermeden radyodan erken
yayınlatılma-sı muhalefet partisinin gerekli merciilere başvurarak, bu yayınları
durdurmasıyla sona ermiştir. Bu konuda geçmiş uygulamaları örnek
alarak kasıtlı olarak bunu yayınlatan iktidar, Yüksek Seçim Kurulu’nun
yayın durdurma kararını da gecikmeli olarak uygulamıştır. Bu tür
hukuksuzluklar karşısında CHP radyoyu “partizan” olarak
nitelendir-miş ve bu hukuksuzluğu çeşitli vesilelerle Meclis’te sözkonusu ederek
sorumluların hesap vermesini istemiştir. DP’nin bu konuda savunusu
ise, CHP’nin geçmiş uygulamalarının “teamül” gibi gösterilmesi,
Cumhuriyet Savcılığı’nın verdiği “takipsizlik” karararının öne
sürül-mesi ya da mevcut kanunların sandıkta sonuçların açıklanmasına izin
vermesini radyo için de geçerli karar gibi gösterme şeklinde
“savuş-turma” olarak açıklanabilir.
DP, 1957 sonrasında zaten hukuksuzluğu radyo konusunda da
seçerek yoluna devam edecek ve muhaliflerine karşı radyoyu adeta bir
“silah” olarak kullanacaktır. Sonuçta, demokratik rejimin
gereklerin-den olan ve “iletişim özgürlüğü” bağlamında değerlendirilecek olan
radyonun özgür olması, çok partili döneme geçtiğimiz ve DP’nin
ikti-dar olduğu dönemde iktiikti-darın radyoyu iktiikti-dar aracı yaparak “kısıtlı”
hale getirmesiyle mümkün olamayacaktır. Muhalefetin, özgürlükler
bağlamında “rejim sorunu” olarak ortaya attığı “radyo sorunu” DP
iktidarının sonunu getiren 1960 askeri darbesi sonrasında kurulan
Yüksek Adalet Divanı’nda da iktidarın yargılandığı ana davalardan
biri olacaktır. Ama en önemlisi, Türk siyasal yaşamında çok partili
yaşama geçtiğimiz dönemde, bu konuda “otoriter” bir anlayışın
ege-men olması ve geçmişten geleceğe taşınmasıdır.
Kaynakça
Aksoy, M. (1960). Partizan radyo ve D.P. Ankara: Ayyıldız Matbaası. Ahıska, M. (2005). Radyonun sihirli kapısı: garbiyatçılık ve politik öznellik
İstanbul: Metis Yayınları.
Asker, A. (2013). Askeri darbeye doğru: Demokrat Parti’nin Tahkikat Komisyonu
kurma girişimi. Ankara: İmge Yayınları.
Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2002). Öteki Kuram. Ankara: Erk.
Güngör, N. (2010). "Cumhuriyet döneminde iletişim/kurumlar, politikalar."
Genç Türkiye’nin üst yapı kurumları: Matbuat Umum Müdürlüğü, Anadolu Ajansı ve Radyo. (der.) Uzun, R. ve Hasdemir, T. A. Ankara:
Siyasal Kitabevi Yayınları. 77-99.
Kaya, R. (1985). Kitle iletişim sistemleri. Ankara: Teori Yayınları.
Kocabaşoğlu, U. (2010). Şirket telsizinden devlet radyosuna. İstanbul: İletişim Yayınları.
Kuruoğlu, H. ( 2006). Propaganda ve özgürlük aracı olarak radyo. Ankara: Nobel Yayınları.
Resmi Gazete, 21 Şubat 1950.
TBMM Tutanak Dergisi, 24 Mayıs 1949; 9 Şubat 1950; 11 Ocak 1952; 14 Ocak
1952; 30 Haziran 1954; 16 Şubat 1960.
Yaylagül, L. (2006). "Kitle iletişiminin ekonomi politiği." Ekonomi politik
yaklaşım. (der.) Barret, O. B. Ankara: Dalbaz Yayıncılık.
Vural, S. (1986). Radyo-televizyon kurumlarında yönetim ve Türkiye’deki
Sonnotlar
1 Günümüzde ise radyo örgütlenmeleri de kamu, ticari ve kamu hizmeti modeli için-de yer almaktadır. Bakınız, Vedat Demir, Türkiye’için-de Medya Siyaset İlişkisi, Beta Yayın-ları, İstanbul 2007, s.65-72.
2 Örneğin Celal Bayar, Sivas'ta yaptığı bir konuşmada; "...Radyo halkın parasıyla kurul-muştur. Tek taraflı kullanılmaması icap eder..." demektedir. Adnan Menderes ise radyo-yu iktidarın "tek taraflı"kullanmasından şu sözlerle yakınır; "Seneler senesi CHP, iktidarın en alelade icraatını bile gürütülü propagandalara vesile yapmıştr. Millet parası ile çalışan radyolarda, bir taraflı olarak mütemadiyen kendilerini methettirmek yolunda, türlü gürültüler ve gösteriler yapagelmişlerdir." DP'nin 12 Temmuz Beyannamesi'nde de muhalefetin radyodan yararlanması şu sözlerle ifade edilmiştir; "...Partiler arasında gözetilmesi icap eden eşitlik hakları gereğince... radyodan muhalefetin de iktidar gibi fayda-lanması..." Muammer Aksoy, Partizan Radyo ve DP, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1960, s.16-19.
3 Kanunun 23. maddesi siyasal partilerin seçim zamanları yapacakları radyo konuş-malarını düzenlemiştir. Buna göre, en az on il merkezinde örgütünü kurmuş ya da TBMM’de en az üç kişilik grubu ve en az üç il merkezinde örgütü bulunan her siyasal parti bu olanaktan yararlanabilecektir. Bu nitelikleri taşıyan partiler seçim tarihine 15 gün kala başlayıp seçimden iki gün öncesine kadar olan süre içinde ancak 15’er dakikalık dört konuşma yapabileceklerdir. Konuşmalar saat 18.00-20.00 arasında başvuru sırasına göre yayınlanacaktır. Konuşma metinleri 2 gün önceden Genel Müdürlüğe verilip 24 saat içinde savcılık denetiminden geçirilecektir. Bkz, Uygur Kocabaşoğlu, Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna, İletişim Yayınları, İstanbul 2010, s.310—311.
4 Bu konuda açıklama yapan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nihat Erim şöyle demiştir; “…Savcılığa gitmemizin sebebi, bize kötü niyet atfederler, Basın Yayın Bürosu keyfi olarak muhalefetin konuşmalarını sansür ediyor, yazıları çıkarıyor derler endişesidir…” TBMM Tutanak Dergisi, 24 Mayıs 1949, s.660.
5 Bu konuda DP milletvekili Refik Koraltan şunları söylemiştir; “…İktidar bugün Halk Partisinin elindedir. Yarın her hangi bir siyasi partinin mesuliyeti altına verile-bilir. Bu nihayet milletin bileceği bir iştir; İktidara gelen her hangi bir kuvvet Hükümet mesuliyetini üzerine alan her hangi bir parti kendi prensiplerini, kendi düşüncelerini tabiatıyle vekilleriyle ve teşkilatının başında bulunan elemanları vası-tasıyla yayınlamaktadır. Bugünkü fiili hal de bundan ibarettir… Nitekim Hükümet teşkilatı içerisinde bulunan unsurlar kendi noktai nazarlarına göre ticari sahada; iktisadi sahada, ilmi sahada kendi noktai nazarlarına göre yani programlarının esaslarına göre istediği şekilde, istediği saatte, istediği kadar radyo ile neşriyat yap-maktadır. Zaten siyasi partiler denince; iktidarda bulunan siyasi parti kendi maksa-dını, kendi düşüncesini, kendi programını istediği şekilde yaymakta berdevamdır. Hal ve fiil bundan ibarettir…” TBMM Tutanak Dergisi, 24 Mayıs 1949, s.654.
6 Bu söyleme iyi bir örnek olarak Menderes’in şu sözleri gösterilebilir; “Hakikat şudur ki, radyo devlet malıdır, devlet bir mücerret mefhumdur. Devlet muhtelif müesseseleriyle mevcuttur, fakat aslolarak devlet hükümette temsil olunur ve devletin icra vasıtası hükümet-tir. Bu haysiyet ve selahiyetiyle hükümet, diğer çeşitli vazifeleri meyanında devletin silahlı, silahsız kuvayı umumiyesine vazıülyed olduğu gibi, devlete ait ve onu alakadar eden bilcümle hususlardan mesul yenge teşekküldür.” Uygur Kocabaşoğlu, Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna, İletişim Yayınları, İstanbul 2010, s.408.
7 Radyo yayınlarında “özgürlükçü” anlayışın çok partili hayata geçilmesiyle birlikte gelişmeye başladığı öne sürülebilir. Bunun en iyi örneklerinden biri de daha önce değindiğimiz CHP döneminde çıkarılan ve muhalefete seçim zamanlarında radyo-dan yararlanma olanağı sunan 5392 sayılı Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü Kanunu olmuştur ama bu kanunun önemli bir değişikliği de, radyo yayınlarını düzenlemek amacıyla Radyo Yayınları Danışma Kurulu oluşturması olmuştur. Ancak bu kurul 1949’da ve 1950’de bir kez toplanabilmiştir. Kurul DP’nin iktidara gelmesinin hemen ardından daha 1951 yılından itibaren toplanmamaya başlamış ve İstanbul Gazeteciler Cemiyeti temsilcisi Bedii Faik’in Danışma Kurulu’ndan Genel Müdürlükçe çıkarılması üzerine, olayı kınayan Üniversitelerarası Kurul Temsilcisi Sıddık Sami Onar görevinden ayrılmış ve bu olaylardan sonra Danışma Kurulu fii-len dağılmıştır. Bakınız, Uygur Kocabaşoğlu, Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna, İletişim Yayınları, İstanbul 2010, s.310.
8 Menderes şunları söylemiştir: “eğer neşriyat ile hakikatlerin başka türlü olduğuna milletimizi inandırmak mümkün olsaydı Halk Partisi’nin 20 senedir mütemadiyen yaptığı dağlar gibi neşriyatın yekûnu bu milletin ruhunda tesirler yaratır ve Halk Partisi bu memleketin başından uzaklaştırılmazdı.” TBMM Tutanak Dergisi, 14 Ocak 1952, s.120.
9 Yüksek Seçim Kurulu’nun bu konuda kararı şöyledir; “CHP Ankara İl İdare Kurulu Başkanlığından gönderilen 30.4.1954 tarih ve 100 sayılı yazıda “radyoda partilere ayrılan konuşma saatleri dışında DP adayı olan Cumhur Başkanı, Başbakan ve diğer bakanların nutuklarının plaklarla tekrar edilmesi, propaganda mahiyetinde bulun-duğundan men olunması hususunda Başkanlıkları tarafından yapılan müracaat üzerine, propaganda mahiyetinde bulunmadığına mütedair Ankara İl Seçim Kurulundan verilen 29.4.1954 tarihli kararın, itirazen tetkiki talep edildiği anlaşıl-makla mahalinden celp edilen dosya tetkik olunarak gereği konuşuldu: 4545 sayılı kanunun 45 nci ve müteakip maddeleri radyo ile seçim propagandasının usul ve şartlarını açıkça göstermektedir. Bu şartlara göre her siyasi parti, ancak muayyen zamanlarda ve muayyen müddetlerde radyodan faydalanmak bakımından eşit haklara sahiptirler. Böyle olunca açıkça seçim propagandası kastını gösteren nutuk-ların plaklara alınarak vakit ve müddet şartnutuk-larına uymıyacak şekilde radyoda yayınlanması caiz görülemez. Bu sebeple Ankara İl Seçim Kurulu kararının bozul-masına 1.5.1954 tarihinde ittifakla karar verildi.” Muammer Aksoy, Partizan Radyo ve DP, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1960, s.116-117.
10 Bu kanunun Komisyon Raporu’nda bu değişikliğin gerekçesi şu ifadelerle açıklan-maktadır; “Seçim Kanununda müşahede edilen mahzurların en mühimlerden birisi-ni de, radyo ile propaganda mevzuu teşkil etmektedir. Amme hizmetine tahsis edi-len ve Devlet sesini aksettirmesi icabeden Devlet Radyosundan seçim propagandası vesilesiyle, Devlet otorite ve emniyetini za’fa uğratacak ve siyasi ahlakı bozacak mahiyette konuşmalara müsaade edilmesinin memleket menfaatlerine aykırı oldu-ğu, son seçim münasebetiyle yapılan radyo konuşmaları açıkça göstermiş bulun-maktadır. Parti mümessillerinin kendilerine ayrılan saatler içinde yaptıkları konuş-malarla, büyük bir ekseriyetin seçerek iş başına getirdiği Devlet ve Hükümet Mümessilleri (rozetli asılzadeler, horoz sınıfı, kıravatlı eşkiyalar, aldatıcılar, kaatiller, hainler, hırsızlar, partizanlar, vurguncular, hovarda, mesuliyet ve ciddiyet duygu-sundan uzak, ahlak kaidelerini reddeden, çılgın, ağızdan çıkanı kulağı işitmez, hezeyan savurucu, en akılsız mugalatacı) insanlar olarak gösterilmiş ve ordu ile Hükümetin arasını açıcı şekilde, tertipler ilave edilmiştir. Vatandaşlarda teessür ve ıstırap tevlideden bu şekilde konuşmaların seçim propagandası ile ve ahlak kaidele-riyle hiçbir alakası bulunmadığı izahtan varestedir. Devlet radyosunun bu şekildeki bir propagandaya alet edilmesine hiçbir vicdan sahibi razı olamaz. Radyo konuşma-larının evvelden kontrolü bir sansür mahiyetini arzedeceği için tatbiki doğru görül-mediği gibi konuşanları bundan menedecek bir sistemin tatbiki de mümkün olama-maktadır. Her ne kadar neşir yoliyle veya radyo ile işlenecek bazı cürümler hakkın-daki 6334 sayılı Kanun hükümlerine istinaden suç mahiyetini taşıyacak bu gibi konuşmaların failleri hakkında cezai takibatta bulunmak hatıra gelebilirse de, konuşanların cezalandırılması bu konuşmaların efkarı umumiye üzerinde husule getirdiği kötü tesirleri silmeye, bilhassa seçim zamanları gibi heyecanın kesif olduğu ve ani tesiri itibariyle tashihi imkanlarının hemen hemen mevcut olmadığı bir zamanda, kafi bir vasıta olmaktan uzaktır. Esasen açık ve kapalı toplantılarında konuşmalar, afişler, matbualar ve sair vasıtalarla kafi miktarda seçim propagandası yapılabildiğine göre Devlet hizmetine ayrılan radyonun ayrıca bir seçim propaganda vasıtası olarak kullanılmasında hiçbir zaruret görülmemektedir. Bu sebeple, Seçim Kanununun radyo ile propagandaya imkan veren 45-48 nci maddeleri kaldırılmıştır. İfa edilen amme hizmetinin her vesile ile umumi efkara arz edilmesi zarureti ve vazife sahipleri için de bunun bir mecburiyet teşkil etmesi, demokratik rejimlerin ana prensiplerindendir. Devamlı şekilde ifa edilen bu hizmet neticelerinin Türk Milletine duyurulmasının seçimler münasebeti ile dahi geciktirilmesini haklı göste-recek makul bir sebep bulunamaz. Bu vazifenin yerine getirilmesi, Devlet ve Hükümet sıfatının tabii bir icabıdır. Bu itibarla kanunun yeni 46 ncı maddesi, buna imkan verecek şekilde hazırlanmıştır.“ Bu anlayışla hazırlanan 46. Madde de; “Devlet ve Hükümet işlerinde vazife alanların, bu işler etrafında yapacakları konuş-malarla, alakalı daire ve müesseselerin kendi faaliyetlerini gösterir şekilde yayınla-yacakları her türlü matbua seçim propagandası mahiyetinde sayılmaz.” hükmünü içermektedir. Bakınız, TBMM Tutanak Dergisi, S. Sayısı 23, 30 Haziran 1954, s.3-4 ve Resmi Gazete, 7 Temmuz 1954.
11 Menderes konuşmasını, muhalefetin radyoda ve meydanlarda konuşma yapmasını bilmediğini, vurguladığı şu sözlerle tamamlamıştır; “radyoda konuşmanın meydanlarda konuşmanın adabını öğrenelim, ondan sonra hak isteyelim. Bugün muhalefet partileri işte bu sebepten Devlet radyosunu kullanmaktan mahrumdurlar. Eğer delillerini isterlerse, konuş-malarını gözden geçirmek kafidir.” Bakınız, TBMM Tutanak Dergisi, 30 haziran 1954, s.320.
12 Radyonun “partizanca” kullanılması konusunda CHP milletvekili Sırrı Atalay ve (4) arkadaşı tarafından verilen radyo ile ilgili bir araştırma önergesi görüşülürken de, radyodan sorumlu devlet bakanının açıklamaları, iktidarın muhalefete neden yer vermediğini göstermesi yanında iktidarın radyoya bakış açısını ortaya koyması açı-sından da bir başka örnek olarak burada değinmeye değerdir. Bu görüşmelerde, Çalışma Bakanı ve Basın Yayın ve Turizm Bakanı Vekili Haluk Şaman CHP’nin ikti-dara gelmek için hem “dışarda” hem içerde bir kısım basını da yanına alarak Türkiye’yi kötü göstermeye çalıştığını ileri sürerek bu noktada da kanuna dayanarak radyoyu nasıl kullandıklarını şu sözlerle ifade etmiştir; “...devlet radyolarına düşen vazife, büyüktür. Esasen Basın-Yayın ve Turizm Umum Müdürlüğünün Teşkilat Kanunu da gayet sarihtir. Bu kanun, bu Umum Müdürlüğü basın-yayın ve diğer vasıtalarla Türkiye’yi dışarda tanıtmak ve içerde Cumhuriyet esaslarını ve Türk demokrasisinin gelişmelerini yaymak vazifesini yüklenmiştir. Sarih ve kati olan bu hükümler karşısında Devlet radyosu, dışarda Türkiye’yi tanıtmak yolunda her ted-biri almıştır. Bu tedbirlerden ted-biri de muhalefetin, iktidarı kötüleyici, yabancıya karşı, küçük düşürücü, vatanperverlik mefhumlarıyla kabili telif olmayan hareketlerinin ne kadar hakikatlerden uzak olduğunu anlatmaktan ibarettir. Muhalefetin ve muha-lefetin emel ve gayelerine alet olan bir kısım matbuatımızın hariçte de memleketimiz aleyhine faaliyetleri, hepinizce malum bulunmaktadır. Binaenaleyh Devlet radyola-rımız için bu muzır faaliyeti de önlemek ve memleketimizi hakiki çehresiyle yaban-cıya tanıtmak esas vazifelerindendir. Diğer taraftan, radyolarımızın, içerde umumi efkarı tenvir etmesi, onu her çeşit hadiselerden haberdar eylemesi, muzır telkinlere, hasda dayanan hareket ve fiillere karşı uyanık bulundurması kadar tabii ve zaruri bir şey olamaz. Teşkilat Kanunu, Devlet radyolarına bu hakkı da tanımış ve bu vazi-feyi de tevdi etmiş bulunmaktadır... radyoların neşriyatından şikâyet edenler, emel-lerine nail olamamanın korku ve endişeleri ile kendi işlemekte oldukları suçları başkalarına maletmek isteyenlerdir. Memleket huzurunu, memleket nizamını, mem-leket asayişini bozmaya, ihlal etmeye teşebbüs edenlerdir. Hakikatlerin öğrenilme-sinden memnun kalmıyanlardır. İşlenen günahların millet tarafından duyulmasın-dan hoşlanmayanlardır. Bunduyulmasın-dan titreyenlerdir. Böyle bir hastalıkla malul olanlara, kati olarak söylemek isteriz ki, millet ve memleket saadetiyle, demokratik rejimin bekasıyla alakalı her menfi hareket karşısında, Devlet radyoları kendisine kanunla verilen vazifeleri ifa temekte biran tereddüt etmeyecektir. Binaenaleyh hakikatin sesini duyuran ve duyuracak olan Devlet radyolarının neşriyatında suç aramak gafletine kapılmış olanların bu iddialarını şiddetle reddederim.” TBMM Tutanak Dergisi, 16 Şubat 1960, s.963-964.
13 DP iktidarı, 1958 yılında yapılması gereken seçimleri uygun ortam bulup 27 Ekim 1957 tarihinde yapmıştır. CHP’nin seçim kampanyasında vurgusu daha çok demok-ratik özgürlükler olurken, DP daha çok ekonomik refahı vurgulamıştır. Kampanya sırasında en çok tartışılan konulardan biri de din ve laiklik konusu olmuştur. Kam-panyada sona yaklaştıkça birbirlerine karşı suçlamaların dozu artmış fakat iftira düzeyine ulaşmamıştır. Kampanya sırasında, güçlü hoparlörler, afişler vb kullanıl-mıştır. CHP, bu seçimde iktidarın baskı uyguladığını ve devlet radyosunu partizanca kullandığını öne sürmüştür. Seçime katılım oranı düşük olmuş, DP 424, CHP ise 178 milletvekili çıkarmıştır. CHP seçimler açıklandığında iktidarı; seçmen kütüklerinde yolsuzluk yapmakla, kendi yandaşlarına birden fazla oy kullandırmakla, “oy satın almakla” suçlayarak altmış ilde seçim sonuçlarının iptali için Yüksek Seçim Kurulu’na itiraz etmiştir. Kurul, “seçim kurallarına aykırı bazı önemsiz olayların kesin sonucu etkilemeyeceği varsayımıyla” bu yöndeki tüm başvuruları reddetmiş-tir. Hatta bunun içinde “geçersizlik kararına dayanak olabilecek güçlü kanıtların olduğu” illerin de olduğu öne sürülür. Seçim sonuçlarının ardından DP ve CHP arasında kavgalar yaşanmıştır. CHP seçim sonuçlarına itirazını hem her fırsatta söz konusu yaparak hem de önerge olarak TBMM’ye de taşımıştır. Bu konuda daha geniş bilgi için bakınız, Eric Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çev.: Yase-min Saner Gönen, İletişim Yayınları, İstanbul 2003, 337-338; Kemal Karpat, Türkiye’de Siyasal Sistemin Evrimi 1876-1980, Çev.: Esin Soğancılar, İmge Kitabevi, Ankara 2007, s.s111-144 ve Ayşe Asker, Askeri Darbeye Doğru: Demokrat Parti’nin Tahkikat Komisyonu Girişimi, İmge Kitabevi, Ankara 2013, s.140-147, 243-245.
14 İsmet İnönü bu konuda şunları söylemiştir; “...27 Ekim seçim günü, radyonun faali-yeti, kanunsuzluğu ve seçim emniyetine tecavüzün ayrı bir misalidir. Biz öğle üzeri, Devlet Bakanı Bay Fatin Rüştü Zorlu’ya müracaat ettik. 1954’te yapıldığı gibi oy verme devam ederken, radyonun neşriyatı seçmen üzerinde tesir ettiğini tecrübe etmiş olduğumuzu bildirerek, bu sefer yapılmamasını istida ettik. Seçim Kanununun 134ncü maddesini zikrettik. Bu müracaatı müteakip etraftan haber aldık. Radyo saat 14ten itibaren seçim neticesini vermeye başlayacağını zaten bildirmiş. Menedilmesi için teşebbüs isteniyordu. Bu esnada Devlet Bakanı müracaatıma cevap veriyor ve radyonun, şikayet edilen neşriyata devam edeceğini bildiriyordu. Radyo devam etti. İstanbul’da sandık yakınlarına alıcı makine koydular. Vilayetlerde radyoyu hopar-lörlere bağlıyarak şehirlere ve sandıklara verdiler. Yüksek Seçim Kurulu, Ankara merkezinin müracaatlarına cevap olarak, radyo idaresine yayımın menolunduğunu bildiriyordu... Vilayetlerin devam eden şikayetlerine Yüksek Seçim Kurulu telgrafla cevap vererek, radyo idaresine yayımı durdurmak için telefon ve telgrafla tebliğ yapıldığını yazıyordu... Ancak radyo idaresi tarafından seçimin ifsadı suçu hiçbir kanun ve en yüksek mahkeme hükmü tanınmaksızın, sonuna kadar devam etmiş-tir...28 Ekimin ilk saatlerinden itibaren, Başbakan emrindeki Yüksek Seçim Encüme-ni bir hummalı faaliyet içine girmiştir. Pek çok vilayetlerde, seçim, iktidar için kay-bolmuş görünüyordu. Başbakan, Dahiliye Vekili, Dahiliye Müsteşarı, valilerle can-havli temasında idiler. Bir yandan da radyo, mütemadiyen seçimleri muhalefetin
kaybetmiş olduğunu yayıyordu. Benim ağzımdan, içeriye ve dışarıya seçimi tiğimiz, ancak 120 mebus kazanmayı ümit ettiğimiz yayılıyordu. Radyonun kaybet-tiğimizi söylediği her yerden derhal haber alıyorduk: Başabaş gidiyoruz, açılmamış yeni sandıklar var, ümitliyiz. Bir ara radyo, İstanbul için rakamlar söyleyerek kesin netice ilan etti. Bu esnada İstanbul, daha tasnifi alınmamış ilçeler olduğunu söyledi. Bu usulsüzlükler boğuşması içinde radyo, mebusları ilan etti. Seçim olayları ise, hiçbir zaman resmen ilan edilmedi...” Bakınız, Ayşe Asker, Askeri Darbeye Doğru: Demokrat Parti’nin Tahkikat Komisyonu Girişimi, İmge Kitabevi, Ankara 2013, s.141-142.
15 Buna göre, CHP tarafından yapılan şikayetleri değerlendiren başsavcılık radyonun yayınlarını şöyle değerlendirmiştir; “…radyo idaresince... mezkur gün yapılan mebus seçimleri sırasında umumi efkara günün en mühim memleket mevzuunda bilgi ve haber vermek maksadıyla saat 14.30’dan itibaren her yarım saatte bir yapı-lan neşriyatla, tasnifleri biten ve neticeleri zapta bağyapı-lanıp aleniyete dökülen mahdut sandık neticelerinin hakikate tevafuk eder şekilde Ankara, İstanbul ve İzmir radyo-larından yayın yapılmış olduğunun anlaşıldığı…” Ayşe Asker, Askeri Darbeye Doğru: Demokrat Parti’nin Tahkikat Komisyonu Girişimi, İmge Kitabevi, Ankara 2013, s.142-143.
16 Zorlu, bu konuda şunları söylemiştir giderek şöylemiştir; “Sayın İsmet İnönü bana telefon etti, bu radyo neşriyatını yapmayınız dedi. Paşa, hangi kanunun hangi mad-desine göre dedim. Yanındakilere döndü, hangi madmad-desine göre sordu. 1950’de saat 11’de radyo neşriyatına başladılar. Aynı kanun meriyettedir. Kendileri Devlet Reisi-dir, ona mani olmuyorlar, ne zaman mani oluyorlar. Seçimi kaybettiklerini gördük-leri anda. O zaman üç gün Türk efkarı umumiyesi seçim neticegördük-lerini İngiliz Radyo-sundan öğreniyor. Bunu mu istiyorsunuz?...bizim radyo ile bildirdiğimiz 11 yerdeki neticelerdir ve bu 11 yerin 9 tanesinde halk Partisi ilerdedir. İşte bizim neşriyatımız. İşte onların neşriyatı...” Ayşe Asker, Askeri Darbeye Doğru: Demokrat Parti’nin Tahkikat Komisyonu Girişimi, İmge Kitabevi, Ankara 2013, s.143.
17 Buna göre; “Radyo saat 14’ten itibaren seçim neticelerini yayınlamaya başlayacağını öğle ajansı yayınında bildirmiştir. Seçim neticelerinin, resmen malum olmadan, hususi bilgilerle ilan edilmesi Milletvekili Seçimi Kanununun 134ncü maddesine aykırıdır. Seçim saat 17 de hitam bulup, neticeler seçim kurullarınca tespit edilme-den radyo tarafından yapılacak neşriyat, oyunu kullanmayan milyonlarca vatanda-şın reyini tam bir serbestlikle kullanmasına tesir edebileceği gibi, vatandaşlar arasın-da bir telaş yaratmak suretiyle seçimin düzenini de bozabilecek mahiyettedir. Resmi olmayan seçim neticesinin bütün radyolarda neşredilmemesi hususunun çok acele karara bağlanmasını arz ederiz, diye yazılı bulunduğu ve 514 sayılı yazıda da, bu husustaki il seçim kuruluna müracaatlarının yetkisizlik sebebiyle reddedildiğinden bu karara itiraz edildiği ve resmi olmayan seçim neticelerinin radyolardan neşredil-memesi hususuna acele karar verilmesi istenildiği anlaşılmakla gereği düşünüldü: Milletvekilleri Seçimi Kanununun 94ncü maddesi sarahatine göre oy verme