• Sonuç bulunamadı

Başlık: ASKERÎ MUHAKEME USULÜYazar(lar):SEVIG, Vasfi RaşitCilt: 11 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Hukfak_0000001188 Yayın Tarihi: 1954 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: ASKERÎ MUHAKEME USULÜYazar(lar):SEVIG, Vasfi RaşitCilt: 11 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Hukfak_0000001188 Yayın Tarihi: 1954 PDF"

Copied!
28
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ASKERÎ MUHAKEME USULÜ

Yazan : Ord. Prof. Vasfi Raşid SEVİG

İnsanlık iki çeşit muhakeme usulü tasavvur eylemiş ve tatbik et­ miştir; Tarihin muhtelif safhalarında bu iki muhakeme usulünden ba­ zan biri, bazan diğeri tatbik edilmiştir. Dâvanın bütün faaliyetlerini bir elde: Yargıcın elinde toplayan usule engizisyon muhakeme usulü adı ve­ rilir. Lügat mânası tahkik demek olan engizisyon usulünde iddia, mü­ dafaa ve tahkik faaliyetleri Yargıcın elindedir. Bu usulde hem davacı ve hem Hâkim olan yargıç öğrendiği suçları kimse tarafından bir istek gösterilmeden yani bir davacı dahi çıkmadan re'sen tahkik eder, suç­ luyu muhakeme eyler ve dâvada taraf bulunmadığı için taraf vaziye­ tinde bulunmayan suçlunun müdafaasını da kendisi üstüne ahr. Yazi-nun söze üstün tutulduğu Engizisyon muhakeme usulünde her şey giz­ lidir; alenî hiçbir şey yoktur ve Hakimin delilleri takdire yetkisi yoktur; delilleri kanun takdir eder. Yargıcın suçu tahkik ve suçluyu muhakeme edebilmesi için bir davacının mevcut olmasını şart koşan yani Hakim ile davacıları birbirine karıştırmayan ikinci usulde muhakeme, iki taraf ara­ sında bir kavga (husumet) şeklinde cereyan eyler. Muhakeme bu kav­ ganın hakim huzuruna götürülmesinden ve hakim önünde yapılmasın­ dan ibarettir. Eski ıstılahlarımızda "Sebk-i Dâva prensibi,, adiyle anıl­ mış olan bu usulde bir davacının davalıyı bir suç ile itham eylemesi, ya­ ni suçlandırması lâzımdır; bu sebeptendir ki ithama dayanan bu usulde bir iddianın (geçmesi ve yapılması mânasına olmak üzere) "Sebk,, ey­ lemesi iktiza eder. Sebk-i Dâva yani bir davacının çıkmış ve bir iddianın yapılmış olması usulünde tarafların menfaatleri ve faaliyetleri hususiyle delilleri toplamak hususundaki faaliyetleri davanın gayesine göre tan­ zim edilir ve kullanılır. Bu usulde tarafların üstünde duran Yargıcın ro­ lü hükmü vermekten ibaret kalır. Bugün hukuk âleminde kabule maz-har olan usul Sebk-i dâva usulüdür. Askerî Ceza Muhakemesini Mülki Ceza Muhakemesine hakim prensipler üzerinde kuran Askerî adalet, ilhamını ve usullerini geniş bir ölçüde Sebk-i Dava prensibinden almak­ ta ve itham etmek, yani dâva açmak görevi ile hüküm vermek görevim birbirinden ayırmaktadır. Bundan başka suçlunun da taraf olmak vazi­ yetini kabul eylemektir.

(2)

16 VASFİ RAŞİD SEVIG

Bir davanın açılmış olmasının lâzım görüldüğü muhakeme usulün­ de muhakeme sıkı bir tarzda tanzim edilmiş şekiller içinde geçer. Da­ vanın temerküz eylediği duruşmalara şifahîlik ve alenilik prensibi hakim olur; yani söz yazıya ve açıklık gizliliğe üstün tutulur. Delilleri kanun takdir etmeyip hakim serbestçe takdir eyler. Bu arzedilen prensipler iki muhakeme usulü arasındaki farkları teşkil eder ve muhakemeye şeklini verir. Muhakeme usulüne şeklini veren prensipler her halde usulün her­ hangi bir maddesi ayar ve kıymetinde tutulamaz. Bununla beraber bi­ rer ayn yol: Yargı yolu teşkil eden bu iki muhakeme usulü, bu iki muha­ keme yolu gayede birleşirler. Her ikisi de suça karşı gösterilmesi lâzıın olan tepkiyi, umumî menfaat namına yaratmağa uğraşırlar; her ikisi de cemiyetin "emr-ü temeddünde bekasını,, sağlıyacak yani medenî halde kalabilmesini sağlıyacak bir müeyyide olan ceza kanununun tatbikini emniyet altına almak suretiyle istenilen tepkiyi yaratmağa uğraşır. Her iki muhakeme usulünün müşterek olan gayeleri her iki muhakeme usu­ lüne, daha umumî bir tabir ile herhangi bir muhakeme usulüne iki ana fikri hakim kılacağını Alman Temyiz Mahkemesinin âlim üyesi Hellweg ceza muhakemeleri usulü kanununa dair yazdığı eserin önsözünde bil­

dirir. Taşıdığı ismin mânası "aydınlık yol,, demek olan Helhveg'in deha­ sının aydınlattığı muhakeme yollarında rehberlik eden bu iki ana fikir­ den birinin cinayetleri takip etmekliğin devlet için bir hak ve bir vazife olduğu, diğerinin de ceza muhakemesinde bütün işin maddî hakikati meydana çıkartmaktan ibaret bulunduğudur. İnsanlığı ilk şekli ile şahsî davacının dava açması lüzumuna dayanan sebk-i dava usulünden re'sen tahkik usulü olan engizisyon usulüne geçirten sebep; kuvvetli bir has­ mın karşısında hakkını aramağa korkan davacıların haklı korkaklıkları yüzünden bozulan asayişi ve hakim olan emniyetsizliği durdurmaktır. Bunun için devletin cinayetleri davacısız dahi takip etmek vazifesi ol­ duğu fikri doğdu ve bu vazifeye mesnet olarak İncil'in Habil'in kardeşi eliyle dökülen kanının göklere "intikam!,, diyerek yükseldiğini bildiren âyeti alındı; her dökülen kan Habil'in kam gibi vicdanları 'İntikam!,,, diye yalvarışları ile harekete getirir; orada tepkiler uyandırır ve vicdan­ ları davacı kılar.

Engizisyon muhakeme usulünden tekrar sebk-i dava usulüne, Fran­ sız dehasının armağanı olan müddeiumumîlik müessesesi sayesinde dö-nülcbildi; şahsî davacı yerini umumî davacıya bırakmıştı. Kahramanlık fertlerden istenmekten vaz geçilmiş müesseselerden istenmişti.

Hocamız Esmein'in Ceza Muhakemeleri- usulü tarihine ait yazdığı ve her eseri gibi bir şaheser olan meşhur eserinde bir yargı yolundan diğer yargı yoluna geçişler çok güzel ve çok etraflı bir tarzda

(3)

anlatılmış-ASKERÎ MUHAKEME USULÜ i r

tır. Bugün dahi ceza muhakemeleri usulü kanunlannı, her iki yolu da takibe mecbur bıraktıran, yukarıda her ceza muhakeme usulüne hakim olduğunu bildirdiğim iki ana fikrin doğurduğu zaruretlerdir. Bütün mu­ hakeme usulü yalnız bu iki hakim ana fikrin ışığı altında anlatılabilir. Bi­ rinci ana fikre çok sıkı bir tarzda bağlı olan ikinci ana fikir muhakeme­ den keyfîliği kaldırır. Vak'alann objektif binaenaleyh doğru bir tarzda arzını isteyen, yani meselenin maddî bir hakikat şeklinde arzını isteyen ikinci ana fikir yalnız takipte keyfîliği bertaraf eylemekle kalmaz; aynı zamanda hükme mesnet olacak, gerekçe teşkil edecek maddî meselele­

rin de kabulünde keyfîliği bertaraf eyler1. Muhakmeden keyfîliği berta­

raf etmek hususundaki esaslı gaye daima davanın bütün safhalarında göz önünde tutulmuştur; bazı safhalarda engizisyon usulünün takip edil­ mesi gayeye varmak için daha elverişli bulunduğu gibi askeri zaruretler de sebk-i dava prensibini mülkî ceza kanununda kabul edildiği derecede kabule imkân vermemiştir. Ceza takibatını yapmak devletin evvelâ va­ zifesidir. Binaenaleyh mülkî ceza muhakeme usulünde Müddeiumumi, askeri muhakeme usulünde adlî âmir işlendiğini öğrendikleri bütün suç­ lan devlet namına takip eylemeğe mecburdurlar; buna takibin mecburî olması prensibi,, deniyor ki zıddı takibi müddeiumuminin veya adlî âmi­ rin ihtiyanna bırakan ve "takibin münasip olup olmıyacağının takdire bırakılması,, adiyle anılan prensiptir.

1 Yapgıtayımızın birçok bozmaları hükmün gerekçesini teşkil eden nıad-•dî meselelerin keyfî olarak doğru addedilmiş olması sebebine dayanır. Meselâ: ""Mağdur ve şahitlerle sanığın tahkikatın başka başka safhalarında birbirine uymayan beyanları bulunmasına ve mağdurun 24.5.1951 günlü istidasında kast eseri olmayıp kaza neticesi vukubulduğu ileri sürülmüş olmasına göre bü­ tün bu hallerin hüküm yerinde tahlil ve münakaşa edilmesi ve hangi şahitlerin Tıangi safhadaki sözlerinin hükme mesnet tutulduğunun ve tercihi sebebinin açıklanması icap ederken ve ceza muhakeme usulü K. nun 260 ve 308 nci mad­ deleri hükümleri göz önünde tutulmazsızın karar verilmiş olması yolsuzdur.,,

(inci Ceza Dairesi 2.4.953, Esas 646, karar 1296). Usulün 260 ncı maddesi "hü­ küm gerekçesinde suçun kanunî unsurları olmak üzere sabit ve muhakkak addedilen vakıaların gösterilmesini,, emreder.

Yine meselâ: "Şahidin evvelce tesbit olunan şahadetinde, sırtında gocuk buulnan bir şahsı görse tanıyamıyacağını beyan etmiş olmasına göre böyle ta-nıyamıyacağını tasrih etmiş olduğu bir şahsı kat'î şekilde teşhis eder görünme­ sine itimad olunamıyacağı ve bir de mağdurun failin lâcivert ceketi olduğunu söylemesine mukabil bu beyanla -tamamiyle tezad teşkil edecek şekilde sırtın­ da gocuk bulunmasını ifade etmesi itibariyle de şahadetin muallel olduğu; şa­ hidin oğlu da hâdiseye tekaddüm eden saatlerde babası ile beraber bulunduğu kahveye gelen şahsın babası tarafından yakalattırılan şahıs olmadığını şaha­ detinde tasrih etmiş olduğundan şahidin ifadesi esaslı surette zaafa uğramış­ tır.,, (inci Ceza Dairesi 12.8.1953, Esas 1832, karar 2518).

(4)

18 VASFİ RAŞİD SEVİG

Ceza takibatında bulunmak devletin hakkı olunca dava açmak hak­ kı da yani bir kimseyi bir suç işlemiş olmakla itham edebilmek hakkı da devletin inhisarında dır. Bu işi devlet namına mülkî ceza adaletinde müd­ deiumumi, askerî ceza adaletinde adlî âmir yapar ve dava açmak onla­ rın inhisarında bulunur; buna "ithamın inhisar altında bulunması, dava inhisarı,, prensibi adı verilir.

Dava açmak hakkı müddeiumuminin veya adlî âmirin inhisarında olduğundan suçtan zarar gören şahsın dava açmak hakkı yoktur; yal­ nız müddeiumumiden veya adlî âmirden kendisine zarar veren suçlu hakkında dava açılmasını istemek hakkı vardır. Eğer müddeiumumi bu isteğe müsbet cevap vermez ise mülkî ceza adaletinde mağdur müd­ deiumuminin kararına karşı, onun mensup olduğu ağır ceza mahkeme­ sine en yakın bulunan ağır ceza mahkemesine itiraz eder. Suçtan zarar görenin kendisine zarar vermiş suçlunun ceza tabikatına uğratılmasını isteyen dileğini adlî âmir red eyler ise mağdur üst adlî âmir nezdinde itiraz edebilir (Madde 86, No. 6) ve adlî âmirin muhakemenin men'ine dair vardiği kararlan mağdur evvelâ üst adlî âmir nezdinde itiraz ede­ bilir; üst adlî âmir itirazı red eylediği takdirde askerî temyiz mahkemesi nezdinde itiraz eyler (Madde 126 No. 2 ) .

Muhakeme usulünün Sebk-i dava prensibine dayanmış olması taki­ batın iddianamede tasrih edilmiş olan fiile ve şahsa münhasır olmasını iktiza ettirir. Mülkî ceza muhakeme usulü 172 nci maddesinde bu ha­ kikati ifade eder: "İlk tahkikatın açılması lüzumuna dair Cumhuriyet müddeiumumîliğince tanzim edilecek talepname maznunun kim olduğu­ nu ve kendisine isnat olunan suçun neden ibaret bulunduğunu ihtiva eyler." "Son tahkikatın açılmasına dair verilecek karar da sanığa isnat olunan suçun neden ibaret olduğu ve bu suçun kanunî unsurları ve tat­ biki icabeden kanun maddesini ihtiva eyler" (Madde 2 0 0 ) . Adlî âmirin son tahkikatın açılmasına dair vereceği kararla bu karara müsteniden, tanzim edilecek iddianame de aynı şeyleri ihtiva eyler.

Mülkî ceza muhakeme usulü kanununun 257 nci ve askerî ceza muhakeme usulünün 188 nci maddelerinde "Hükmün mevzuu duruş­ manın neticesine göre iddianemede gösterilen fiilden ibarettir." denmiş olmasına göre iddianamenin, verilmesinden sonraki takibat safhalarına temel teşkil eylediği ve suçu vücude getiren fiilin hudut ve şümulünü tesbît ettiği aşikâr olur: "Mahkemenin hükmüne esas ittihaz edeceği fiil 257 nci madde mucibince iddianemede gösterilen fiil bulunmasına ve her nekadar mahkeme fiili tavsifte iddia ve müdafaa ile mukayyet değil­ se de vaki tavsifin dahi kamu davasının mevzuunu teşkil eden fiile mah­ sur ve münhasır olup kamu davası açılmayan ve yargılanmakta olan

(5)

fii-ASKERİ MUHAKEME USULÜ 12

le tekaddüm eden fiile teşmil edilemez." (Temyiz Ceza Mahkemesi Umu­ mî Hey'etinin Reşit Mercan dâvasında verdiği karardan). "Esas hak­ kındaki iddiada A ya karşı silâh atmaktan dolayı sebk-i dava mevcut değil iken hakkında 466 ncı madde ile ceza tayini yolsuzdur" (Temyiz Birinci Ceza Dairesi 17.3.1953. Esas 1114, karar 9 1 8 ) .

Bu izahlardan iddianamelerin yazılışlarının çok açık olması icabe-deceği kendiliğinden anlaşılır. Fakat muhakemenin ilk gayesi olan ha­ kikatin meydana çıkartılabilmesini sağlamak için sebk-i dâva prensibinin icap ettireceği neticeler hattâ hüküm safhasında dahi sonuna kadar ele alınmamıştır. Ceza takibatı âmmeye, kamuya ait bir iş olduğundan onda taraflar hukuk dâvalarında olduğu gibi tasarruf edemezler; kamu dava­ sında tarafların feragat edebilecekleri, ve takibinden vaz geçebilecekleri bir haktan bahsolunamaz. Hâkimin hakikati aramak kudreti ve vazi­ fesi vardır; bulmakla ödevli olduğu hakikati lüzumunda tarafların ken­ disine tevdi eyledikleri vasıtalardan gayri vasıtalarla da meydana çıkar­ tabilir. Fiilin hukukî takdirinde yani tavsifinde ve cezanın tayininde yar­ gıç iddianın mütalâasiyle bağlı değildir, iddianamenin verilmesindfen sonra artık işin takibi ne müddeiumuminin, ne de adlî âmirin tek ta­ raflı takdirine bağlı olarak kalamaz.

Hakimin vazifesi hakikati meydana çıkartmak için lehe ve aleyhe olan delilleri tarafların taleplerine rağmen dahi toplamak olduğuna gö­ re hakim son tahkikatta davacı, müdafi ve yargıç sıfatlarını şahsında top­ lamış ve böylece engizisyon muhakeme usulü usulde kısmen yer almış bulunuyor: "Mahkeme kendiliğinden şahit ve Bilirkişi celbini ve başkaca sübut sebeplerinin ihzar ve iradını emredebilir." (Mülkî ceza muhakeme usulü madde 2 3 7 / 4 ; Askerî ceza muhakeme kanunu madde 1 7 0 / 2 ) .

Binaenaleyh eski engizisyon muhakeme usulü ile bugünkü sebk-i dava prensibine dayanan muhakeme usulü arasındaki esaslı fark bugün­ kü muhakeme usulünün iddia ve müdafaa için özel organlar ihdas eyle­ miş olmasından ibaret kalır. Böylece iddia da, müdafaa da duruşmaya lâzım olan delillerle mücehhez ve müsellâh olarak gelirler ve duruşma esnasında delilleri tamamlamak için taleplerde bulunarak bizzat hare­ kete geçebilirler. Mülkî ve askerî ceza muhakemeleri kanunlarının yu­ karıda arzedilen 237 ve 170 nci maddeleri mahkemenin vukubulan ta­ lep üzerine de sübut sebeplerini ihzar edebileceğini yazar. Böylece du­ ruşmayı yapan mahkemenin engizisyon faaliyetine pek az da olsa yine de yer kalmış oluyor. Duruşma mahkemesinin, taraflann faaliyeti ile ma-küsen mütenasip (Ters orantılı) olan faaliyeti hakikatte önüne getiri­ len delilleri tetkikten ve hükmünü vermekten ibaret kalır.

(6)

duruş-20 VASFİ RAŞÎD SEVIG

mayı hazırlayan hazırlık ve ilk tahkikat safhalarında engizisyon pren­ sibi bütün saflığı ve berraklığı ile, cereyan eyler. Adlî âmir organları olan adlî subay ve askeri hâkimlerin yardımiyle veya onların vasıtasiyle bü­ tün takibatı sevk eder; hususile tahkik memuru "Sanığın yalnız aleyhine olan hususları değil, lehine olan cihetleri de arar,, ve müdafaanın hazır­ lanması için lâzım olan bütün delillerin meydana çıkmasına çalışır.

Duruşmaya tekaddüm eden safhalar tamamiyle adlî âmirin elin­ de temerküz etmiş bulunmasından bu safhalarda sebk-i dava usulü bahis konusu olmaz. Mülkî ceza muhakeme usulü kanununda hattâ hazırlık tahkikatında alınacak ve fakat zabıt ve arama ve tevkif gibi maznunun veya üçüncü şahısların hürriyetlerine ve şahsî haklarına ağır bir teaddi teşkil edecek olan tedbirlerin alınması adlî bir karara bağlı kılmmış ol­ duğu halde askerî sanık bu teminattan mahrum bırakılmıştır. Askerî ce­ za muhakemelerinde arama, müsadere ve tevkif kararlannı adlî âmir verir (Askerî ceza muhakeme kanunu 103, 104, 1 2 0 ) . Bu hususta mül­ kî ve askerî usullerden hangisinin daha isabetli olduğunu ileride izah edeceğim.

Sebk-i dava usulünün hakim olduğuna delâlet eden en güzel hal sanığın engizisyon usulünde olduğu gibi delil olarak kabul edilmeyip su­ çun isbat vasıtası kılınmayıp taraf kılınmış olmasıdır. Engizisyon muha­ keme usulünde sanık suçun delilidir; Bu sebepten ikran aranır ve o ik­ rarın elde edilebilmesi için kendisine birçok işkenceler yapılır. Halbuki sanığı taraf olarak kabu! eden sebk-i dava prensibinde sanık iddia ma­ kamının karşısına müsavi haklarla mücehhez olarak çıkar. İlk sorgusun­ da itham edildiği suç kendisine bildirilir: "Sorgunun iptidasında kendi­ sine isnat edilen suçun neden ibaret olduğu maznuna bildirilir,, (Mülkî ceza muhakeme usulü kanunu madde 135, Askerî muhakeme kanunu madde 1 0 2 / 2 ) . "Maznuna kendisine isnat edilen suç hakkında cevap vermek isteyip istemediği sorulur.,, (Mülkî ceza muhakeme usulü kanunu madde 1 3 5 ) ; "Sorgu maznunun kendi lehine olup söyliyeceği delillere mani olmamalıdır." (Mülkî ceza muhakeme usulü kanunu madde 135, askeri ceza muhakeme usulü kanunu madde 1 0 2 / 8 ) . "Yani sorgu sa­ nığa, aleyhindeki zanîan dağıtabilecek ve lehine olan vak'aları kıymet­ lendi rebilecek imkânları verebilecek şekilde yapılmalıdır.

Cürmün cismini tesbite matuf muamelelerde maznunun hazır ol­ masını takyit eden hususlar askerî ceza muhakeme usulü kanununun 94 ve 95 nci maddelerinde zikredilmiştir. Mülkî ceza muhakeme usu'ü kanununun 162, 186, 187 ve 189 ncu maddelerinin sağladığı karşı­ lıklı münakaşa sistemi askri ceza muhakeme usulü kanununda çok ha­ fif ve sönük bir hal alır. Askerî ceza muhakeme usulü kanununun 207 nci

(7)

ASKERÎ MUHAKEME USULÜ 21

maddesi sanığa, hazırlık ve ilk tahkikatın sonuna kadar bir müdafiin yardımından mahrum bırakır; 208 nci maddesi de, adlî âmirin sanık ile müdafiin muhaberelerine müdahale eylemesine imkân verir; halbuki mülkî ceza muhakeme usulü kanunu iddiayı temsil eden hukukçu me­ mur ile sanığı müsavi bir hale getirmek için sanığın bir müdafiin yardı­ mından istifade eyliyebilmesine daha geniş imkânlar verir. Her halde askerî ceza muhakeme usulü kanunu da sanığa deliller hakkında talep­ te bulunmak, hususiyle şahit ve bilirkişi celbetmek hakkını bahşeyler (As­ kerî ceza muhakeme usulü kanunu madde 1 7 1 / 2 ) : "Sanık müdafii ke­ şif talebinde bulunmuş olmasına göre bu talebin kabulü ile şahitlerin vak'a yerinde dinlenmesi ve şahadetlerinde vaki fark sebebinin araştırıl­ ması ve neticede suçun vasıf ve mahiyetinin ve sanığın kanunî durumu­ nun tayin ve takdiri lâzım gelir iken kanunî sebep gösterilmeksizjn tale­ bin reddi yolsuzdur (Yargıtay 1 nci ceza dairesi 1 4 / 3 / 1 9 5 3 , esas 1 5 1 , karar 9 9 8 ) . "Şahitlerin sanık tarafından huzurunda dinlenmeleri iste­ nilmiş olmasına göre şahitlerin mahkemeye celbedilerek şahadetlerine müracaat edilmesi ve mübayin noktaların telifine çalışılması ve neticede delillerin takdiri lâzımdır (Yargıtay 1 nci Ceza Dairesi 23.4.1953. Esas 920, karar 1 0 2 8 ) .

Gerek delillerin iradı esnasında, gerekse duruşmanın nihayetinde maznundan da şahadete karşı ne diyeceği sorulmalıdır: (Askerî ceza muhakeme usulü kanunu, madde 168, 1 8 2 ) . "Suçlunun aleyhindeki şahadete karşı müdafaasının dinlenmemesi yani bir diyeceği olup olma­ dığının sorulmaması yolsuzdur" (1 nci Ceza Dairesi 11.4.1951. Esas 784, karar 7 5 6 ) .

Muhakeme usulünün en esaslı kısmını, bütün muhakemenin ağır­ lık merkezini son tahkikat yani duruşma teşkil eder. Duruşma şifahîdir. Muhakeme usulünde, sözlü demek olan şifahîden anlaşılan mâna evve­ lâ iddia ve müdafaanın yani tarafların taleplerinin nutuk halinde ve ser­ best bir cevap şeklinde sözlü olarak beyan edilmesi ve taleplerin gerek­ çelerinin sözlü olarak bildirilmesidir. Sonra da şahit ve bilirkişilerin mah­ kemede taraflar huzurunda şifahî olarak dinlenmeleridir. Engizisyon mu­ hakeme usulünde bütün deliller bir dosya halinde gözükür; şifahîliği ica-bettiren sebk-i dava usulünde deliller hakime, bir dosyanın vasıtasından geçmeksizin doğrudan doğruya arzolunur.

(Muhakemenin doğrudan doğruya yapılması yani vasıtasızlık pren­ sibi muhakemenin sözlü olması esasına bağlıdır. Sözlülük bir konuşma­ nın canlılığını taşır ve konuşmanın verdiği tesiri taşır. Duruşmada taraf­ ların huzuru sanığı ihtiras ve hataya kurban gitmekten korur; müdafaa­ nın en büyük vazifesi de sanığı ihtiras ve hataya kurban ettirmemektir.

(8)

22 VASFÎ RASlD SEVİG

Duruşmalarda tarafların huzuru onlara delillerin ve önemli hallerLı mahkemeye arzedileceği hakkında kanaat verir.

Muhakemenin hakim tarafından vasıtasız olarak yapılması hakimi vasıtaların şahsî ve indî fikirlerine bağlanmaktan korur, hakime ilgilileri bizzat görmek ve işitmek imkânını sağlar; bizzat müşahede eylemek im­ kânını verir; hakikati araştırmakta, doğruya varmakta tasavvur edilebi­ lecek olan teminatı verir: "Kamu tanığının şahadetlerinde isimleri geçen kimselerin dinlenerek tahkikatın ikmâli lâzımdır" (1 nci Ceza Dairesi 11.4.1951. Esas 784, karar 7 5 6 ) .

Askerî ceza muhakeme usulü kanunu da sözlülük prensibine son derece riayeti intaç eyliyecek hükümleri ihtiva eyler: "Mahkeme hük­ münü duruşmadan doğrudan doğruya hasıl ettiği intibaa göre verir" (As­ kerî ceza muhakeme usulü kanunu madde 1 8 8 ) . "Şahitler doğrudan doğruya dinlenir, kaide olarak evvelki beyan okunmakla iktida edilmez.,,

(Askerî ceza muhakeme usulü kanunu, madde 176, 1 7 7 ) .

Sanık duruşmada hazır bulundurulur (Askerî ceza muhakeme usu­ lü kanunu madde 1 5 7 ) . Gıyapta mahkeme olmadığı gibi gaip aleyhine de mahkeme yapılamaz. (Askerî ceza muhakeme usulü kanunu, madde 2 1 3 ) . Yalnız gaibin hakkında mahkemeye gelmesini sağlayacak bazı tedbirler alınabilir. Askerî ceza muhakeme usulünün 152 nci maddesi hükme iştirak edeceklerin duruşmada ara vermeksizin hazır bulunmuş olmalarını emreder. Askerî ceza. muhakeme usulü kanununun 155 nci maddesinde mahkemenin faaliyetini mütecanis ve muntazam bir külde toplamak gayesile duruşmaların sekiz günden fazla tehirini caiz görmez. Duruşmadan evvel yapılmış olan her şey hazırlayıcıdır; bu itibarla hüküm üzerinde tesiri, nazarî olarak yoktur. Kanun, davanın ağırlık merkezinin son tahkikattan (duruşmadan) alınıp ilk ve hazırlık tahki­ katlarına götürülmemesi için birtakım hükümler koymuştur; bu sebep­ ten kanun hazırlık ve ilk tahkikatların âmme davasının veya son tahki­ katın açılmasını haklı göstermeğe veya adlî tahkikata mahal olmadığına kifayet edecek dereceden daha ileri götürülmemesini istemektedir (As­ kerî ceza kanunu madde 86, No. 5 ve madde 9 7 ) .

Mahkemeyi tahkikatı yapan adlî hakimin tesiri altında bırakmamak için şahit ve bilirkişiye verilecek: yeminin duruşmaya talik edilmesi esas ise de bu hususta bizim askerî ceza muhakeme usulümüz ebsemdir (sa-kit). Mülkî ceza muhakeme usulü kanunu 59 ncu maddesinde "hazır­ lık tahkikatı sırasında şahitlere yemin verilemiyeceğini" açıkça söyler. Askerî muhakeme usulünde hazırlık ve ilk tahkikatlar ayni adlî âmirin elindedir. Her halde mülkî ceza muhakeme usulü kanunu mahkemeyi, şahitlere ve bilirkişilere evvelce bir hakim tarafından verdirilmiş

(9)

ASKERİ MUHAKEME USULÜ . 23

:nin tesiri altında bırakmamak için duruşmada tekrar yemin verdirilme­ sini âmir bulunmaktadır: "usulün 60 ncı maddesi hükmü aynı tahki­ kat sırasında tekrar dinlenecek kimselerden evvelce etmiş oldukları ye­ minin hatırlatılacağı merkezinde olup ilk tahkikatta yemin etmiş olanla-nn duruşmada tekrar yemin etmeleri lâzım gelir." (Temyiz Umumî Ce­ za Hey'eti 24.3.1930, karar 5 5 ) .

Duruşmaya, hazırlık ve ilk tahkikatı yapmış kimselerin katılmamasını emreden hüküm aynı endişeyi taşır: ne adlî âmir, ne tahkikatı yapan adlî hakim, ne suçu ihbar eden disiplin âmiri hakimler hey'etine katı­ lamazlar (Mad. 62, D bendi).

Sözlülük mahiyeti itibariyle son tahkikatta yani duruşmada özel bir önem alır. Gerçektir ki hazırlık tahkikatını veya ilk tahkikatı yapan­ lar da sanık ve deliller ile doğrudan doğruya temasa gelirler ve onlar­ la sözle münasebette bulunurlar. Fakat hazırlık tahkikatında olsun, ilk tahkikatta olsun bu sözlü temaslar önem arzetmez; önemi bu sözlü te­ masların kâğıt üzerinde tesbitleri arz eyler. Çünkü son tahkikatı hazır­ lamaktan başka bir gayesi olmayan bu sözlü temasların bu itibarla haddi­ zatında hır kıymet taşımıyacaklan aşikâr olur. Çünkü hazırlık tahkikatı ve ilk tahkikat adlannı alan ve bir ihtimam içinde yapılan bu ince tahkikler çok zaman delilleri mahkemeye tamam olarak arzetmek için lâzım gelir; bu sebeple gayesi mevcut delilleri bulmak ve onları süzgeçten geçirmek­ tir, cürmün cismini tesbittir; anî olarak tesis ve tesbit edilebilmelerine im­ kân olmayan ve tesis ve tesbit edilebilmeleri için yazıya veya diğer re­ sim ve plân gibi hatlara ihtiyaç gösteren hal ve şartlara hâkimin vakıf 'olabilmesine imkân vermektir. Bu sebeplerden ilk tahkikat tekasüf ve

temerküz ettirilmiş bir tahkikat olamaz; ilk tahkikat bir kül değildir, mün-îerit işlemlerdir. Bu münferit işlemlerin neticelerini takdir edebilmek ve o münferit işlemlerden lâzım gelen sonuçlan çıkartabilmek için onları yazı ile bildirmek v e ifade eylemek lâzım gelir. Bu sebepten askerî ceza muhakeme usulü kanununun 92 nci maddesi her tahkikat muamelesinin T>ir zabıt varakasîyle tesbit edilmesini emreder; istisnası seferberlik ve se­

feri sayılan gemide yapılmağa mecbur kalınacak ilk tahkikat hakkında "bahis konusu olabilir (Madde 9 9 ) .

Delillerin serbestçe takdiri prensibi de sözlülüğe sıkı bir surette bağ­ lı bir prensiptir. Çünkü yazılılık delilleri ve unsurları kâğıt üzerinde tak­ dir ettirir ve binaenaleyh onların doğrulukla tartılmasına ve tahdit edil­ mesine imkân vermez. Delilleri ya kanun takdir eder, ya hakimlerin vic­ danı takdir eyler. Delillere kıymetini kanun verince artık hakim o delil­ leri kâğıt paralar gibi üzerindeki kıymetlerle kabule ve meselâ iki şahit­ l e bir adamı asmağa mecbur kalır. Delilleri hakim serbestçe takdir

(10)

edin-24 VASFİ RAŞİD SEVIG

ce sanığın aleyhinde yirmi şahit de olsa asmaz ve lehine bir şahit de olsa onun şahadeti ile beraet ettirir. Binaenaleyh hakim delilleri serbestçe tali­ dir eder demek, hakimin vicdanı hiçbir kanunî delil sistemi ile takyit edilemez demektir; ileri sürülen bir fiilin sabit olup olmadığını vicdanına ve kanaatine göre serbestçe tayin eder demektir: "Mahkemeler irad ve ikame edilen delilleri duruşma ve tahkikattan (son tahkikattan) edine­ ceği kanaate göre takdir eder" (askerî ceza muhakeme usulü kanunu madde 186 ve mülki ceza muhakeme usulü kanunu, madde 2 5 4 ) . De­ mek ki kanunî delil sisteminde hakim olan objektif haldir. Üstün bir va­ ziyete sokulan sübjektif unsura hem karşılık kuvvet olarak, hem de söz­ lülüğün icabı olan unutmalara karşı bir tedbir olmak üzere dünyanın her yerinde ceza mahkemeleri hey'et halinde kurulurlar; bizde de bü­ tün askerî mahkemeler hey'et halindedir. Avrupa ceza muhakmeleri usu­ lü kanunları sözlülüğün bir hataya sebebiyet vermesini daha fazla ön­ leyebilmek ve maznuna verilmiş son teminat olarak suçlunun aleyhinde verilecek her kararda üçte iki çoğunluk ister. Ceza muhakeme usulleri kanunlarının kabul eylemiş oldukları bu esası biz askerî ceza muhakeme­ leri usulünün 193 ncü maddesinde ifade etmiş gibi olmuşuz; fakat yine de mutlak ekseriyet prensibini hakim kılmışız. Avrupa usul kanunlarının hakim kıldığı sübjektif kanaatin keyfî olarak teşekkül etmemesi veya o kanaatin mahkemede ve duruşmada irad edilmiş delillerden gayri bir kaynaktan alınmasına imkân verilmemesi için aldığı tedbirleri biz alma­ mış olmakla beraber Temyiz mahkememiz, ceza mahkemelerinin kanaat­ lerini, ancak usulünde sevk ve idare edilmiş duruşmalara ve orada irad edilmiş delillere doğru bir tarzda istinat ettirmelerine titizlikle nezaret ediyor: "ancka tahkikat tamamlandıktan sonra delillerin takdiri ve suç vasfının tayini gerektiğinin düşünülmesi lâzım gelir iken bu cihetten zü­ hul edilmiş olması yolsuzdur,, (1 nci Ceza Dairesi 11.4.1951. Karar 756, esas 7 8 4 ) . "Deliller kendilerini her türlü hukukî kıymetten ve is­ nat kabiliyetinden tecrit eden hakikî mahiyetleriyle hüküm yerinde na­ zara alınmamak suretiyle hüküm tesisi yolsuzdur,,. (1 nci Ceza Dairesi 12.8.1953. Esas 1832, karar 2 5 1 8 ) .

Bunlardan başka delillerin serbestçe takdiri prensibi kanun koyu­ cusunu, delillerin doğru olarak irad edilmesini temin maksadiyle çeşitli' delillerin araştırılma ve alınma tarzlarını teferruatiyle tayin ve tesbit ey­ lemekten alıkoymamıştır (Asekrî ceza kanunu, madde 113-122).

Duruşma alenî olacaktır. Alenilik herkesin duruşmaya girebilmesi demektir. Sözlü olmayan bir duruşmanın alenî olmasında bir mâna kal­ maz; bu itibarla duruşmanın alenî olmasında bir mâna kalmaz; bu iti­ barla duruşmanın aleniliği sözlülüğüne sıkı bir surette bağlıdır.

(11)

ASKERİ MUHAKEME USULÜ 25

Muhakemeden maksat hakikati meydana çıkartmak ve ceza ka­ nunu zahir ve sabit olan fiile tatbik etmek olduğuna göre hakikat duruş­ manın mutlaka alenî veya mutlaka gizli olmasiyle bulunamaz. Bu iti­ barla alenilik bir muhakeme usulünün cevherini teşkil edemiyeceği ileri sürülmüştür. Alenilik olsa olsa yargıçlann keyfî hareket edebilmelerini önler diyenler de vardır. Fakat aleniliğin en büyük faidesi siyasidir; ya­ ni halkın adalete itimadını sağlaması hususunda temin eylediği faidedir. Almanya'da askerî mahkemelerin duruşmalan gizli idi. Kanunumuzun esası olan Alman askeri muhakeme usulü Rayştag'da müzakere edilir­ ken mebus Vindhorst: "Askerî muhakeme usulünde de alenilik kabul edilir ise askerî mahkemeler dahi mülkî mahkemelerin verdiği emniyet ve itimadı verecektir,, demek suretiyle aleniliğin mucip olacağı en bü­ yük faideyi ifade eylemiş oluyordu.

Aleniliğe zaruret haddini geçecek derecede yapılacak takyitler halk kitlesinde ceza mahkemelerine ve ona temas eden her müesseseye kar­ şı bir itimatsızlık uyandırır ve uyandırdığı itimatsızlığı devam ettirir. Hal­ kın böyle bir itimatsızlık duygusu taşıması ise devlet için lekedir ve iti­ matsızlığın ortadan kaldınlması — halk itimatsızlık göstermekte haksı? dahi olsa — bir zarurettir. Duruşmanın alenî olması halkın itimatsızlığı­ nı gidermekte büyük bir rol oynar.

Bununla beraber askerî mahkemelerde tam bir alenîliğin yani ne­ ticesi olan duruşmanın ve verilecek hükmün gazete sütunlannda çıka­ bilmesinin mahzurlar yaratabileceği ileri sürüldü. Aleniliği kabul ettiren zaruretler usule ait hir zaruret olmayıp siyasî bir zaruret olmasından ötü­ rü bu siyasî zaruret değiştikçe alenîliğin şekil ve şümulünün de değişebi­ leceği askerî mahkemelerde duruşmalann alenî olmasına muhalif olan­ lar tarafından ileri sürüldü. Askerî sahanın himaye edeceği menfaatlerin mülkî sahada muhafaza edilecek menfaatlerden çok daha kıymetli ol­ ması alenilik prensibinin askerî adalette daha mahdut, daha dar, d a h i mukayyet olarak tatbik edilebileceği iddia edildi. Askerî mahkemelerde tatbik edilecek hudutsuz bir alenilik ordunun mânevi kıymetini düşür­ mek suretiyle Millî Müdafaanın en önemli menfaatlerini ihlâl edebilir, dendi: "Disiplinin en önemli unsuru er'deki itaat duygusudur; üst'leri-ne karşı saygı hissidir. Ordunun en aşağı tabakalannda bulunan bir er'inr bu kitle içinde kaybolmuş ferdin ivazsız ve garazsız bir tarza sadakatle hizmet etmek hissini ve arzusunu duruşmalann alenî olmasiyle sarsma-malıdır; Er selâmetini ve hakkının istihsalini yalnız mensup olduğu ordu­ dan beklemelidir. Er selâmetini orduya yabancı olan ve kendisini hakimle­ rine ve üst'lerine karşı koruyabileceğini sandığı ordu dışı kuvvetlerde ara­ mağa ve dava ile ilgisi olmayan bir müdafaa sistemine baş vurmağa

(12)

sev-26 VASFİ RAŞİD SEVİG

keden muhakemelerin alenî olmasıdır. Erin bir incir çekirdeği doldur­ mayan davasının matbuatta önemle yazılmış olduğunu gören arkadaş­ ları da sanık erin kötü ruhunun tesirine kapılmağa başlarlar".

"Bir de bir üst'ün, bir subayın sanık olarak muhakeme edildiğini tasavvur edelim. Bu üst, bu subay sonunda beraet de etse; kendisine is­ nat edilen fiilin ehemmiyetsizliği sabit de olsa ast'larının buulnacağı bir duruşmada muhakeme olması onun itibarını kırar; ona karşı besledikleri saygıyı duruşmanın aleniliği kaldırıp yok etmiştir. Üst şahit olarak din-lense dahi ahlâkî kaidelerle kendisini pek fazla mukayyet görmeyen bir müdafi, duruşmanın sevk ve idaresini sanıktan şahide nakle muvaf­ fak olabilir; bunu müdafi yapmasa da hasım matbuat daha kolaylıkla ya­ pılabilir. Üst'ünün ahlâkında iftiralara ve teaddilere uğramış olduğunu gören ast ordu ve üstleri hakkında duygulannı mahkeme dışında gördük­ lerine mi yoksa mahkeme içinde gördüklerine mi uyduracağını tayin ede­ mez ve bundan da disiplin büyük zararlar görür,,. Alman Harbiye Ba­ kanı von Gossler alenîliğin aleyhinde olarak demiştir ki: "Mülkî mah­ kemelerin önüne cezaya çarpılmağa müstahak olan hakikî caniler gelir; bunların gazete sütunlarında damgalanmalan büyük bir mâna ifade et­ mez; fakat daha ziyade bir inzibat meclisi teşkil eden askerî mahkemelere

caniler gelmez; hakikatte bir suç olmayan ve yapanı vicdan önünde ah­ lâksız telâkki ettirmeyen hizmet kusurları gelir; dahilî talimata muhalif olarak oturmuş veya sigara içmiş veya kışlaya geç gelmiş olanlar gelir." Fakat ne olur ise olsun, çok kısa bir tarzda arzeylediğim bu çok uzun münakaşanın akisleri ve tesirleri kanunda gözükmektedir: 161 nci madde kısa bir tarzda "mahkemede duruşma alenî olur" cümlesile tam bir alenîlik prensibini koyduktan sonra kanun 165 nci maddenin bir nu­ maralı bendinde bazı şahısların mahkemede bulunmaktan men edilebile­

ceklerini kabul eylemek suretiyle prensibe ilk teaddiyi yapar:

"Kadınlann, onbeş yaşını bitirmemiş olan çocuklann ve hukuku âmmede memnuiyetle mahkûm olanların ve askerî mahkemenin haysi-yetile mütenasip olmayan şahısların alenî duruşmada bulunmaları me-nedilebilir."

164 ncü madde: "Duruşmada muvazzaf askerî şahıslardan, maz­ nundan aşağı rütbede olanlann hazır bulunmasına müsaade edilemez. Vak'adan müteessir olan askerin rütbesi ne olur ise olsun, duruşmada hazır bulunabilir. Fakat mahkeme disiplin sebeplerinden dolayı bunu da çıkarabilir" der. Von IMarck mağdurun disiplin maksadile gizli yapı­ lan duruşmadan çıkartılabilmesini muvafık bulmuyor: "Bir üst'ün kötü muamelelerinin icabettirdiği bir mahkemede disiplini üst, mağdura yap-iığı kötü muamelelerle zaten ihlâl etmiş bulunmaktadır; Mağdurun

(13)

ASKERÎ MUHAKEME USULÜ 27

ruşmada hazır olması zaten ihlâl edilmiş disiplini daha fazla bozamaz. Mağdurun duruşmada bulunması bir tazmin ve bir tarziyenin başlangı­ cım teşkil eder."

Bu takyitlerden daha mühimini 161 nci maddede zikredilmiştir: "Umumî âdabı ve emniyeti muhafaza maksadiyle veya askerliğe bir za­ rarı dokunması melhuz olması hasebile duruşmanın bir kısmının veya ta­ mamının gizli olmasına mahkeme karar verebilir." 161 nci maddenin bi­ rinci bendinde zikredilmiş sebeplerin ikisine mülkî ceza muhakeme usu­ lünde de rastlandığından bir itiraza mahal veremez; mülkî ceza kanunu madde 3 7 3 : "Duruşma alenî olur, ancak umumî âdap ve emniyeti mu­ hafaza maksadiyle duruşmanın bir kısmının veya tamamının gizli olması­ na mahkeme karar verebilir". Fakat duruşmanın askerliğe bir zararı do­ kunması melhuz olması hasebiyle gizli olması gizliliğe geniş bir imkân vermesinden ötürü birçok itirazlara yol verdi. Alman jenerallerinin hep­ sinin 1897 de imparatora verdikleri raporda duruşmaların tamam bir su­ rette alenî olması aleyhinde birçok mütalâalar ileri sürmüş olmaları iti­ raz ve muhalefetleri arttırıyordu. Muhakemelerin neşri memnuiyeti de aleniliğe vurulmuş bir darbedir (madde 165, fık. 2 ) .

Mülkî ceza kanununun 377 nci maddesinde gizliliği hafifleten bir hüküm de mevcuttur: "Gizli yapılan duruşmalarda mahkeme bazı kim­ selerin hazır bulunmasına müsaade edebilir". Bu maddenin eşine Al­ man askerî ceza muhakeme usulü kanununun 165 nci maddemize teka­ bül eden maddesinin 2 nci bendinde rastlanır. Bizim askerî ceza muha­ keme usulümüz ise gizliliği hafifleten bu hükmü almamış olmak suretiy­ le gizliliği daha sert ve mutlak hale getirmiştir.

izah eylediğim prensiplere dayanan muhakeme usulünün şimdi her safhada nasıl cereyan eylediiğni arzedeyim :

1. Hazırlık tahkikatı: Askerî yargıya tabi bir şahsa her ihbar veya şi­ kâyet ya muvazzaf, yahut müstahdem şahıslar tarafından yapılır veya müstahdem ve muvazzaf şahıslann gayn kimseler tarafından, meselâ müddeiumumiler vesair zabıta ve makam memurlan tarafından yapılır. Bu tefrikin amelî kıymeti birinci halde silsilei meratibe riayet eylemek mecburiyetinin bulunmasmdadır; ikinci halde doğrudan doğruya sanığın üstü makama müracaat edilebilir (Madde 8 2 ) .

Ast'ın üste ihbar edilmiş veya üstün başka suretle öğrenmiş olduğu suçu adlî bir takibe uğrayacak fiillerden ise üst, sanıklık sebeplerini ve delillerini ihtiva eden bir vak'a raporu hazırlayarak adlî âmire verir (Mad­ de 8 3 , bend 2 ) . Çünkü âmme dâvasının açılmasında teşebbüs hakkı adlî âmirdedir.

(14)

28 VASFİ RAŞİD SEVİG

"Müddei umuminin ihbar dolayısiyle veya herhangi bir suretle bir su­ çun işlendiğini sandıracak bir hali öğrenince hemen kamu davasını aç­ mağa mahal olup olmadığına karar vermek üzere işin hakikatini araştır­ mağa mecburdur" der. Askerî ceza muhakeme usulü kanunu da 8 6 ncı maddesinin 1 No.lu bendinde adlî âmirin, işin hakikatini araştırmağa ve bu işle organlarını, yani bir adli subayı veya bir adlî hakimi memur et­ mesini emreder: "Adlî âmir bir ihbar ile veya herhangi bir suretle bir su­ çun vukuunu öğrenir öğrenmez, dava açılmasına lüzum olup olmadığına karar vermek üzere bir hazırlık tahkikatı yapılmasını emreder". Arapça bir kelime olan tahkikat bir işin hakikatini araştırmak demektir. Yalnız adlî âmir tahkikat işlerine bizzat iştirak eylemeğe mezun değildir (Mad­ de 86, bend 1 ) . Tahkikatı mutlaka organı olan adlî hâkim veya adlî subaya yaptırır. Tahkikatı yapacak olan organ her çeşit araştırmaları ve ilk tahkikatı dahi yapabilir. Müddei umumî yalnız hazırlık tahkikatını yapabileceği halde adlî âmir hem hazırlık ve hem de ilk tahkikatı yap­ tırabilir; ilk tahkikatın hazırlık tahkikatından esas itibariyle farkı şahidin ve bilirkişilerin ilk tahkikatta yemin ile dinlenmelerinden ibarettr. Bina­ enaleyh adlî âmirin organı olan zat elinde müddeiumuminin ve sorgu hakiminin haiz bulunduğu bütün kuvvetleri toplar (Askerî ceza muha­ keme usulü kanunu, madde 9 0 ) . Müddeiumumi ilk tahkikata ait bir muameleyi bizzat yapamıyacağı halde adlî âmir yapabilir: "Müddeiumu­ mi ancak hakim taralından yapılacak olan bir tahkik muamelesine lü­ zum görür ise taleplerini bu muamelelerin cereyan edeceği mahallin sulh hâkimine bildirir." (Mülkî ceza muhakeme usulü, madde 1 5 5 ) . Mülkî ve askerî iptidaî tahkik usullerinden hangisinin daha üstün bir muvaf­ fakiyet sağlayabileceğini aşağıda arzedeceğim.

Askerî ceza usulü kanununun 90 ncı maddesi şu şekilde biter: "Ay­ nı maksada binaen bütün makam ve müesseselerden malûmat isteye­ bilir. Adlî ve askerî müstantikler vasıtasiyle istinabe yapar." Mülkî ce­ za muhakeme usulü kanununun 155 nci maddesi "adlî müstantik,, gibi bir tâbir kullanmaz ve müddeiumuminin taleplerini sulh hakiminden is­ teyeceğini söyler. Kanaatimce "adlî müstantik,, tâbirinden sulh hakimini anlamak daha isabetli olur. Askerî müstantik ise o, şüphesiz bir surette adlî âmirdir. Binaenaleyh maddeyi şu tarzda okumak ve anlamak lâ­ zımdır: "Adlî âmirler ve sulh hakimleri vasıtasiyle istinabe yapar". Mül­ kî ceza muhakeme usulü kanununun 155 nci maddesi şu cümle ile bi­ ter: "Sulh hâkimi istenilen muameleye, işin vaziyetine göre kanunen ce­ vaz olup olmadığını tetkik eder".

Alman askerî ceza muhakeme usulü kanununun 90 mcı maddemi­ ze tekabül eden 160 ncı maddesi de aynı cümle ile biter; neden ise biz

(15)

ASKERÎ MUHAKEME USULÜ 29 160 ncı maddeyi tercüme ederken son cümleyi almamışız. İstinabe talep­ leri kaide olarak adlî âmir ile tahkike memur edilen organ tarafından müş­ tereken imzalanır, Tahkike memur olan organ tahkik ile ilgili bulunan bütün vak'aları kaydeyler. Her tahkikat muamelesi için bir zabıt vara­

kası tanzim eyler; önemi az olan tahkik muameleleri için de bir derke­ nar yazmakla (ki buna not almak deniyor) iktifa eyler (Madde 9 2 ) .

Sanık ve müdafii her keşif ve muayenede hazır bulunabilir (Mad­ de 94, bend 1 ) . Yalnız sanık muvazzaf ve askerî bir şahıs ise vazifesini yaptığı bina içinde, tutuk ise tutuk bulunduğu bina içinde yapılacak ke­ şif ve muayenede hazır bulunmağı isteyebilir (Madde 94, bend 4 ) . Du­ ruşmada hazır bulunamıyacak olan şahit veya bilirkişinin de dinlenmesin­ de sanık ve müdafii keşif ve muayenede bulunabilmeleri hususunda carî kayıt ve şartlar içinde hazır bulunabilirler (Madde 94, bend 2 ) . Bir de sanığın hazır bulunması şahitlerden birinin hakikate muvafık şaha­ det etmesine mani olacağından korkulursa o işte maznunun bulunmama­ sına karar verilebilir" (Madde 9 5 ) .

Hazırlık tahkikatı son tahkikatın açılması veya mahkemenin men'i hususlannda bir karara varacağından bu karan vermeğe elverecek derece­ de yapılmalı ve daha ileri gidilmemelidir. Unutulmamalı ki ağırlık mer­ kezi muarazalı ve münakaşalı bir tarzda geçen son tahkikattır (Mad. 9 7 ) . Seferberlikte ve seferi sayılan gemide yazılı bir şekilde ilk tahkikat yapmaktan vaz geçilebilir. Her halde bu tahkikat kısaltılacak ve sürat­ lendirilecektir (Madde 9 9 ) .

Tahkikatta alınacak diğer çeşitli tedbirler şunlardır: 1. Sanığın sorgusu (Madde 100-102); 2. Geçici olarak askerî işten el çektirilme­ si (Madde 103) ve geçici olarak tevkif edilmesi (Madde 104 ve soma gelen maddeler); 3 . Şahitlerin dinlenmesi (Madde 113-114); 4. Bi­ lirkişilerin mütalâalannm alınması (Madde 115-117); 5. Keşif ve otop­ si (Madde 1 1 8 ) ; 6. Zabıt ve arama (Madde 119-122). Bu hüküm­ lerden şahit ve bilirkişilere ait olanlann birçoğu duruşmada caridir. Bu­ rada yalnız şahitlerin yemin etmeleri zamanı hakkındaki düşünceleri kı­ saca arzedeyim :

Mülkî ceza muhakemeleri usulü kanunumuzun 56 ncı maddesi "şa­ hitler ayrı ayrı ve şahitlikten evvel yemin ederler" der. Yeminin istisna-en şahitliktistisna-en sonraya bırakılabileceği hali de şöyle ifade eyler: "icabında ve hele bir kimsenin şahit sıfatiyle dinlenmesi caiz olup olmadığına tered­

düt edilir ise yemin şahitlikten sonraya bırakılabilir." Yeminin şahadetten sonraya bırakılmasını lâzım kılacak "icabı" takdirde hakim mutlak kud­ reti haizdir ve bu sebepten Alman temyiz mahkemesinin içtihadına na­ zaran bu icabın gerekçesinin ilâma yazılması lâzım olmadığı gibi icabın

(16)

30 VASFİ RAŞİD SEVIG

gerekçesinin bildirilmemiş olması da bozulmasını intaç eylemez. Yemi­ nin şahadetten sonraya bırakılması sebebinin ilâmda gösterilmek mecbu­ riyeti yok ise de sonradan şahide yemin verdirilmekten büsbütün vaz geçilmiş olduğu takdirde bunun sebebinin gösterilmesi tabiîdir ki lâ­ zımdır.

56 ncı madde şahidin yemin etmesini dinlenmesinden evvel ve din­ lenmesinden sonraya bıraktırmak suretiyle yeminin eda vaktini iki tarza ayırıyor. Mülkî ceza kanununun 56 ncı maddesinde kaide ve esas ola­ rak kabul edilen dinlenmeden evvel yemin, Alman askerî ceza muhake­ me usulünden kaldırılmış ve mülkî ceza muhakeme usulünde istisna ola­ rak kabul edilen yeminin dinlenmeden sonra yapılması askeri ceza mu­ hakeme usulünde kaide kılınmıştır. Biz bu hususta kanunumuzun ash olan Alman askeri ceza muhakeme usulünden ayrılarak mülkî ceza ka­ nununun koymuş olduğu prensibe bağlı kalmışız. Almanya'da "sonra­ dan yemin,, usulünün "evvelden yemin,, usulüne üstün ve hukukî dü­ şüncelere daha uygun olduğu hakkında geniş kanaatler belirmiştir; as­ keri düşünceler de "sonradan jremin,, usulünü 'evvelden yemin,, usu­ lüne üstün kılar. Her şahitte evvelâ hakikati sağlamak temayülü gözü­ kür; sonra diğer şahitler dinlendikçe ve hakikat yavaş yavaş meydana çıktıkça doğruyu söylemeğe başlar. Her halde birbirlerile yüzleştirilecek olan şahitlerin yeminlerinin yüzleştirmeden sonra eda ettirilmesi çok da­ ha muvafıktır, Yargıtay'a gelen bütün dosyalarda şahitler arasında gö­ züken ve telifi mümkün olamayan tenakuzlara ve hakikatin meydana çıkmamasına "evvelden yemin., usulünün sebep olduğuna bence kana­ at vardır. Evvelden yemin şahidi eski ifadesinde İsrar ettiriyor.

Tahkiki yapan adlî hakim ilk tahkikatın bittiğine kanaat hasıl eder ise (Madde 97) dosyayı adlî âmire tevdi etmekle beraber neticeye dair sözlü veya yazılı olarak mütalâasını bildirir (Madde 1 2 3 ) . Adiî âmir munzam bir tahkikat daha yapılmasını emredebilir (Madde 1 2 4 ) . Adlî âmir tahkikatın neticesine göre sanığın ceza takibine uğratılıp uğratılma-yacağına karar verir (Madde 1 2 5 ) . Sanığın, tahkikattan sonra takip dı­ şı bırakılması onun icabında disiplin cezasına çarptırılmasına mani ol­ maz; Alman içtihadına göre sanığa disiplin cezası, hattâ beraetinden sonra dahi verilebilir. Eğer adlî âmir, askerî yargıya tabi sanık hakkın­ da ceza takibini istilzam edebilecek kâfi emareler teşkil edecek vak'ala-rın mevcut olduğunu görür ise, bizim kanunumuzun tabiri veçhile son tahkikatın açılmasına karar verir (Madde 1 2 9 ) .

Ceza takibini istilzam eden halleri takip etmek mecburiyeti (taki­ bin mecburî olması prensibi) adlî âmiri ceza takibi yapıp yapmamakta

(17)

ASKERÎ MUHAKEME USULÜ 31

muhtar bırakmaz. Tabiî 131 nci maddenin bahseylediği disiplin cezası­ nın verilmesiyle kifayet edileceği halleri burada nazara almıyorum.

Son tahkikatın açılması karan arzetmiş olduğum gibi müteakip usul muamelelerinin temelini teşkil eder ve suçluya isnat edilen fiilin hudut ve şümulünü tesbit ve tahdit eyler.

Sanığın suç ile ithamı son tahkikat kararının ona tebliği ile baş­ lar ve artık sanığın muhakeme edilmesi mecburî olur (Mad. 1 3 9 ) .

Burada son tahkikatın açılması kararı hakkında biraz izahat ver­ mek isterim :

İlk tahkikata tabi işler hakkında ilk tahkikat iki derece olarak ya­ pılır: Birinci dereceyi sorgu hakimi dediğimiz müstantik teşkil eder. ikin­ ci dereceyi de bir mahkeme teşkil eder. Fransa'da, ilk tahkikatın temyiz: mahkemesi diyebileceğim mahkeme özel bir mahkemedir; yani sırf bu iş için kurulmuş bir mahkmedir, adı da "hey'eti ithamiyedir,,. isminden de anlaşılacağı üzere hey'et halinde bir mahkemedir, birkaç üyeden mü­ rekkep bir mahkemedir; vazifesi de sanığı kendisine isnat edilen suç ile ithamdır; bu sebepten hey'eti ithamiyenin sanık aleyhindeki kararına ithamname deniyor; müddeiumuminin iddianamesi ve müstantikin ka­ rarı ithama ve ithamnameye temel teşkil eder. ithamname de son tahki­ kata ve netice itibariyle hükme temel teşkil eder. Almanya'da ise itham­ name son tahkikatın açılması kararı adını taşır ve fakat yine de ve mut­ laka bir mahkeme tarafından verilir.

Fakat son tahkikatın açılma kararını vermek için Fransa'da oldu­ ğu gibi kurulmuş özel bir mahkeme yoktur; özel bir itham mahkemesi yoktur; bu işi adî mahkemelerden biri görür. Bizde ilk tahkikat bir de­ receye tabi tutulmuş ve son tahkikatın açılamsı kararını vermek yetkisi de sorgu hâkimine bırakılmıştır (Madde 196-200).

Fransada, Almanya'da ve bizde kamu davası ya vasıtalı olarak, ve­ ya vasıtasız olarak açılır: kamu davasının açılması müddeiumuminin id­ diasından sonra ve o iddianameden başkaca bir ithamnameye de yani son tahkikatın açılması kararına da lüzum gösteriyorsa, âmme davası vasıtalı olarak açılmış olur (Mülkî ceza muhakeme usulü kanunu, mad­ de 1 9 1 ) . Son tahkikata tabi tutulmuş işlerin hepsinde kamu davasının vasıtalı olarak açılması, yani son tahkikatın ve ancak son tahkikatın açıl­ ması kararına bağlı bulunması esastır, kaidedir. Müddeiumuminin iddi-anamesile doğrudan doğruya son tahkikatın açılabileceği hal 192 nci maddede zikr ve tanzim olunmuştur. Amme davasının doğrudan doğru­ ya iddianame ile açılabilmesi ilk tahkikatın zarurî olmadığı veya caiz ol­ madığı işlerde mümkün olur (Madde 1 7 1 ) . Müddeiumuminin doğru­ dan doğruya son tahkikatı açtırabilmesi halinin Fransız ceza

(18)

muhakeme-32 VASFİ RAŞİD SEVİG

leri usulünde cari olan ve vasıtasız celp (citation directe) adını taşıyan hal ile aynı görülmesi ve tutulması hata olur.

Gerçektir ki müddeiumumi âmme dâvasını iki türlü iddianame ile açar. Bunun birine biz eski bir tabirimizi muhafaza ile talepname diyo­ ruz (Madde 1 7 2 ) . Talepname yalnız ve yalnız ilk tahkikatı açabilir; müddeiumumi tarafından son tahkikatı açtıran talebe iddianame deni­ yor. İlk tahkikatın yapılmış olduğu hallerde iddianame yani sanığın it­ ham edilmesi talebi sorgu hâkiminden son tahkikatın açılmasına karar verilmesini istemek neticesine varır (Madde 1 9 1 , fıkra 2 ) . Sorgu hâkimi son tahkikatın açılmasına karar verdiği takdirde müddeiumumi âmme dâvasını vasıtalı olarak (sorgu hakiminin vasıtasiyle) açtırmış olur. İlk tahkikatın yapılmamış olduğu işlerde müddeiumumi âmme dâvasını aç­ tıracak olan iddianamesini doğrudan doğruya davayı görecek mahkeme­ ye verir; bu takdirde âmme dâvası (son tahkikat) doğrudan doğruya id­ dianame ile açılmış olur. Fransa'da müddeiumuminin doğrudan doğruya vaki daveti ise sanığın asliye işlerinde üç gün zarfında, sulh işlerinde 24 saat zarfında davayı görecek mahkemeye gelmesi emrini havi bir celp­ namedir. Mahkeme bu celpnameye müsteniden davayı görür ve hükme bağlar. Fransız ceza muhakeme usulünde cari sanığı "doğrudan doğru­ ya davet" usulüne pek az benzer bir muameleye Alman ceza muhake­ meleri usulü kanununun bizim 205 nci maddemize tekabül eden 211 nci maddesinde rastlıyabiliriz; biz ise 211 nci maddeyi çok değiştirerek 205 nci maddemiz yaptık ve doğrudan doğruya davet usulünü uzaktan dahi hatırlatır bir hali kabul etmedik.

Alman usulünde cari olan kamu davasının iddianame ile doğrudan doğruya açılması usulü, Fransa'nın sanığı doğrudan doğruya mahkemeye davet usulünden ayrı bir müessese olunca huzurunda iddianame takdimi ile dava açılmış olan mahkemenin, davayı görmeden evvel son tahkika tın açılmasına hakikaten lüzum olup olmadığına karar vermesini Alman kanunu icabettirmektedir. Çünkü 195 nci maddemizle sorgu hakimine verilmiş salâhiyet Almanya'da son tahkikatı açmak kararını vermek yet­ kisini haiz mahkemede olunca mahkeme bu yetkisini davanın doğrudan doğruya iddianame ile açılmış olması halinde kaybeylemiş olmaz; ve bi­ naenaleyh davanın iddianame ile doğrudan doğruya açılması halinde dahi mahkeme, davayı görmeğe başlamadan evvel sanığın mahkûmiye­ tine mesnet olcak delillerin za'fı karşısında bazı delillerin daha toplan­ masını isteyebileceği gibi ilk tahkikatın dahi yapılmasına karar verebi­ lir. Binaenaleyh âmme dâvasının doğrudan doğruya açılması halinde mahkeme ya talep ve iddia dairesinde son tahkikatın açılmasına karar verir (196 nci maddemizin sorgu hakimine verdiği yetki) yahut son

(19)

ASKERÎ MUHAKEME USULÜ 33

tahkikatın açılması talebini red eyler (yine 197 nci maddemizin sorgu hakimine verdiği yetki).

iddianame suçun vasfında aldanıp da ağır cezaya verilmesi ye bi­ naenaleyh ilk tahkikata mutlaka tabi tutulması lâzım gelen bir işi asliye işlerinden telâkki edip te doğrudan doğruya dava açmış ise, mahkeme dâvayı görüp de sonunda vazifesizlik karan ile ağır cezaya vereceğine son tahkikatın açılması talebini red edip işin ilk tahkikata tabi işlerden olması itibariyle ilk tahkikatın açılmasını karar altına alabilir.

Maruzatımızı hülâsa edelim :

Doğrudan doğruya açılan davalarda dahi Almanya'da iddianame­ ler, son tahkikatın açılmasına karar verilmek suretiyle suçun görülmesi­ ni ve bir hükme bğlanmasmı ister; mahkemeler de davayı görmeden ev­ vel evrak üzerinde son tahkikatın açılmasına lüzum olup olmadığını tet­ kik eder. Görülüyor ki mülkî ceza muhakeme usulü kanunumuzla ka­ nunumuzun aslı olan Alman ceza muhakeme usulü kanunu, son tahki­ katın açılması kararında takip edilecek usul noktasından virbirinden ay­ rılmakta ve biz daha ziyade Fransız müessesesi olan sanığın doğrudan doğruya mahkemeye celbi sistemine yaklaşmış oluyoruz. Askerî ceza muhakeme usulüne yaklaşan usulümüzün tercihe daha lâyık olduğunu aşağıda izah edeceğim. Bütün bu izahları adlî âmirin kararlarını iyi an (atabilmem için verdim.

A — Adlî âmir evvelâ müddeiumumiye ait yetkileri haizdir ve bu itibarla bizzat kendisi yapamaz ise de organlan vasıtasiyle hazırlık tah­ kikatı yaptırabilir (mülkî ceza muhakeme usulü kanunu madde 153, askerî ceza muhakeme usulü kanunu madde 8 2 ) .

Yapılan hazırlık tahkikatı âmme hukuku davasının açılmasını hak lı göstermeğe kâfi değil ise adliyede müddeiumumi askerî adalette adlî âmir tahkikatta mahal olmadığına karar verirler (madde 1 6 3 / 2 , askerî madde 8 6 / 5 ) .

Tahkikata mahal olmadığı kararı suçtan zarar görene bildirilir (Mülkî mad. 165, askerî madde 8 2 / 6 ) . Suçtan zarar gören müddei­ umuminin kararma karşı müddeiumuminin mensup olduğu ağır ceza iş­ lerini gören mahkeme dairesine en yakın bulunan ağırceza mahkeme reisine itiraz eder (mülkî ceza muhakeme usulü kanunu, madde 1 6 5 ) . Askerî adalette itiraz üst adlî âmire yapılır (Madde 8 6 / 6 ) .

B — Adlî âmir müstantikin, yani sorgu hâkiminin haiz olduğu yet­ kileri de haizdir; bu itibarla bizzat kendisi tahkikatı yapamaz ise de or­ ganları vasıtasiyle yaptırabilir. Yapılan hazırlık tahkikatı âmme hukuku

(20)

34 VASFI RAŞID SEVIG

dâvasının açılmasını haklı göstermeğe kâfi ise adliyede müddeiumumi bu dâvayı ya ilk tahkikatın açılması hakkında sorgu hâkimine bir ta­ lepname (âmme davasının vasıtalı olarak açılması) veya mahkemeye bir iddianame (âmme davasının vasıtasız olarak açılması) vermek su­ retiyle açar (Mülkî ceza muhakeme usulü madde 1 6 3 / 1 ) .

Askerî adalette yapılan hazırlık tahkikatı âmme hukuku davasının açılmasını haklı göstermeğe kâfi ise adlî hakim ilk tahkikatın açılmasını emreder. Bu tahkikatı yine bir adlî subay veya askeri hakim müstantik sıfatiyle icra eder (Askerî ceza muhakeme usulü, madde 8 9 ) .

C — Adlî âmir hem de heyeti ithamiyenin haiz olduğu yetkileri haizdir; yani Almanya'da ancak bir mahkemenin bizde sorgu hakiminin vermeğe yetkili olduğu son tahkikatın açılması kararını da askerî adalet­ te adlî âmir verir.

ilk tahkikat ile vazifelendirilmiş olan askerî hakim tahkikatın bit­ tiğine kanaat eder ise dosyasını adlî âmire verir ve neticeye dair yazılı mütalâasını da birlikte verir (Madde 1 2 3 ) .

Mülkî adalette de sorgu hakimi ilk tahkikat gayesinin elde edildiği kanaatinde buulnur ise dosyayı iddiasını bildirmek üzere cumhuriyet müd­ deiumumisine verir (Madde 1 9 0 / 1 ) . Müddeiumumi tahkikatın daha derinleştirilmesi talebini mutlaka kabul ettirtemez; sorgu hakimi ile ara­ larında bu hususta çıkacak ihtilâfı asliye mahkemesine tevdie mecbur ka­ lır (Madde 1 9 0 / 2 ) . Adlî âmir ise tahkikatın derinleştirilmesini emrede­ bilir ve emri de yerine getirilir (Askerî ceza muhakeme usulü, madde 1 2 4 ) .

Adlî âmir, Fransa'da yalnız heyeti ithamiyenin verebileceği bütün kararlan verebilir ve sanık hakkında: l . y a son tahkikatın açılmasına, 2. veya mahkemenin men'ine1 3 . yahut son tahkikatın geçici olarak tâ­ diline karar verir. Mülkî ceza muhakeme usulü kanunumuz bu kararlan almak yetkisini 196, 197 ve 198 nci maddeleriyle sorgu hakimine ver­ miştir.

Askerî adalette men'i muhakeme karanna karşı ilgililerin itiraz hak­ ları vardır; bu hak mülkî adalette Temyiz ceza umumî heyetinin 18.5. 1936 tarih ve 70 sayılı karariyle her türlü tereddüdün dışına alınmıştır.

1 Vasfı cürmîden dolayı men'i muhakeme kararı verilemez: "Hataen katilden dolayı ceza kanununun 455 nci maddesi mucibince son tahkikatın açılmasına ve kasten katilden men'i muhakemeye karar verilmiş ise de vasfı cürmîden men'i muhakeme kararı verilemiyeceği cihetle usulün 258 nci mad­ desine göre suçluya müdafaa imkânı verilmemesi yolsuzdur.,, (Yargıtay umumî heyet. 7.11.1932. K. 175)

(21)

ASKERİ MUHAKEME USULÜ 35

Üst adlî âmirin de itirazı red eylemesi halinde askeri temyiz mah­ kemesine müracaat olunur. Tahkikatın geçici olarak tatili sebepleri mül­ kî ve askerî ceza muhakeme usulü kanunlarında aynıdır (Mülkî ceza muhakeme usulü kanunu madde 198, askerî ceza muhakeme usulü, ka­ nunu, madde 1 2 8 ) .

Muhakemenin men'i karan kesinleşince âmme davasının tekrar açı­ labilmesi her iki usul kanununda da yeni vakıaların ve yeni delillerin meydana çıkması haline bağlıdır (Mülkî madde 204, Askerî madde

1 2 7 / 2 ) .

Her iki ceza muhakeme usulü kanununda da son tahkikatın açıl­ ması karanna karşı itiraz olunamaz (Mülkî madde 2 0 3 , Askerî madde 1 3 0 / 1 ) .

Yalnız askerî ceza muhakeme usulü kanununun 15nci maddeş' adlî âmire son tahkikatın açılması kararını maznunun lehine olarak ve duruşmadan evvel değiştirebilmek ve hattâ geri alabilmek yetkisini ver­ miştir.

Bu izahattan anlaşılacağı üzere son tahkikatın açılması karan ce­ za takibi safhasını iki büyük kısma ayırıyor, sözü geçen kararın verilme­ sinden evvelki safha iptidaî veya idadî bir safhadır. Arapça bir kelime olan "idad,, kelimesini kasden kullanıyorum; idad da ihzar gibi hazır­ lamak manasınadır; bugün lise dediğimiz eski idadî mekteplerine bu isim o mekteplerin öğrencileri yüksek tahsile hazırlamasından verilmiştir. İdadî tahsil bir hazırlık tahsili olduğu gibi idadî tahkik de aslında bir ha­ zırlık tahkikatıdır, fakat hazırlık tahkikatı tâbirinin usulde teknik bir mâ­ nası olduğu için hazırlık tabirini kullanmaktan kaçıyor, yerine idadî veya iptidaî tâbirini kullanıyorum. İdadî safha veya iptidaî safha mülkî ceza muhakeme usulü kanununda hazırlık tahkikatı ve ilk tahkikat olmak üzere ikiye aynlır. Takibatın müddeiumuminin elinde tekasüf eyliyen kısmına hazırlık tahkikatı diyoruz. Hazırlık tahkikatı fiilin hal ve key­ fiyetinin müddeiumumi tarafından araştırılmasıdır. Bu safhada maattees­ süf teknik bir tabirle ifade edilmesi ihmal edilen ve "hakim tarafından yapılması iktiza eden tahkik muameleleri,, diye ifade edilen muamele­ leri müddeiumumi sulh hâkimine yaptmr (Mülkî ceza kanunu, madde

155, 1 5 6 ) . Arzeylediğim gibi araştırma sanık hakkında sanmalan (şüp­ heleri) kuvvetlendirmiyor ise müddeiumumi takipten vaz geçer. Aksi takdirde ait olduğu mahkemeye iddianamesini verir. İddianame müd­ deiumuminin yargıç elinde devam edecek olan takibatın gelecek safha­ ları (müteakip saf halan) üzerinde karar alabilmek yetkisini tamamiyle kaldınr. Yahut müddeiumumi sorgu hakimine talepnamesini verir ki ta­ lepname de müddeiumuminin takibat üzerinde karar verebilmek

(22)

yetki-36 VASFİ RAŞİD SEVİG

sini kaldırır. İlk tahkikat sorgu hakimi tarafından tam bir istiklâl ile sevk ve idare edilir. Müddeiumumi ilk tahkikata ancak bir taraf olarak müda­ hale edebilir; diğer tarafı teşkil eden sanıktan da fazla bir hakka maük olmaksızın müdahale edebilir.

ilk tahkikatın bitmesinden sonra dosya iddiasını bildirmek üzere müddeiumumîliğe tevdi edilir (mülkî ceza muhakeme usulü kanunu, madde 1 9 0 ) . Bizim usule göre müddeiumumi men'i muhakeme talebin­ de bulunsa dahi, müddeiumuminin talebi ile bağlı olmayan sorgu haki­ mi son tahkikatın açılması kararını alabilir. Bu takdirde müddeiumumi iddianamesini son tahkikatın açılması karanna uygun bir tarzda tanzime mecburdur ve takibat son tahkikat dediğimiz nihaî safhaya intikal eyler. Bu kısa izahlarımız iptidaî tahkikatın askerî usulde ne kadar çok daha basit ol­ duğunu izhara kâfi gelmiştir kanaatindeyiz. Çünkü evvelâ askerî ceza usu­ lünde iptidaî safha hazırlık ve ilk tahkikat diye iki ayrı safhaya ayrıl­ maz; yahut başka bir deyim ile iptidaî safhayı biri hazırlık tahkikatına hakim ve hazırlık tahkikatını sevk ve idare eden, diğeri ilk tahkikatı sevk ve idare ve ona verilecek şümulü ve istikameti müstakillen tayin eden iki şerik otorite arasında paylaştırılmaz. Ceza takibini yapan otorite yani müddeiumumi ilk tahkikatta, yalnız bazı münferit tahkik muamelelerinin yapılmasını isteyebilmekten başka bir yetki gösteremez. İlk tahkikatı ya­ pan yargıç ise bu taleplerle bağlı değildir. Askerî adalette ise bütün ceza takiplerini yapacak olan adlî âmirin yanına ondan müstakil bir müstan-tik (sorgu hakimi) konması askerî icaplara aykm düşer. Müstakil bîr sorgu hakimi muvafık göreceği her türlü tedbiri alabilir ve adlî âmirin talepleri üstünde durur. Bu ise ihtilâflar doğurur ve adlî âmiri mesuliyeti ile telif edilemiyecek bir vaziyete sokar.

Von Marck askerî ceza muhakeme usulünü mülkî ceza muhakeme usulüne üstün bulur ve iptidaî safhada, iki ayrı otorite tarafından yapı­ lan iki çeşit araştırmanın hakikatin meydana çıkmasına engel olduğunu söyler. Gerçektir ki mülkî adalette evvelâ adlî zabıtanın faaliyeti başlar, ondan sonra belki işin acele olmasından sulh hakiminin faaliyeti işe ka­ rışır (Madde 1 5 6 / 2 ) . Belki de zabıtanın baş vurduğu sulh hakimi yet­ ki hususunda 153 ncü maddenin tayin eylediği yetki şartlarını haiz de­ ğildir. Bundan sonra iş müddeiumumîliğe geçer ve belki de müddeiumu­ mi vak'anm hal ve vaziyetini bizzat müşahede eylemek ister ve hakim tarafından yapılacak muamelelerin yapılmasını yetki dairesinde bulunan sulh hakiminden ister. İlk tahkikatın da yapılması lâzım gelince vak­ anın hal ve vaziyetini bizzat müşahedeye mecbur kalacak beşinci bir me­ mur işe karışır. Keşif veya bir delili tesbit sırasında daha evvelce bir me­ mur tarafından yapılmış müşahedenin önemi o ilk zamanlarda kâfi

(23)

de-A S K E R I M U H de-A K E M E U S U L Ü 37

recede anlaşılamamış ve bu sebeple zabıt tutulmamış olduğuna çok rast­ lanmaktadır. Bu takdirde daha sonra müşahedeyi yapan memur da işi tesbit edemiyecektir. Çünkü hafızasında birşeyler bulunabilecek olan ev­ velki memur ile temas halinde değildir. Zaptedilmemiş ilk müşahede bel­ ki çok önemli idi ve tahkikatın bütün seyri üzerinde belki pek müessir olacaktı. Bu sebepten müteakip tahkik muamelelerinin yanlış bir istika­ met almış olması da mümkündür.

Bir gedikli karısını öldürmekle itham edildi. Gedikli karısının inti­ har eylediğini iddia etti ve hatır şahitleri olduğu kuvvetle sanılan kim­ selerin şahadetiyle de mekân beyyinesinde bulundu. Şunu arzedeyim ki adlî tıp hâdisenin asla intihar olamayacağı ve bir katil olacağı hakkında bir mütalâada bulundu. Fakat sanığın eve girdiğini gören çıkmadı. İlk tahkikatı yapan müddeiumumi cesetten uzakta, karyolanın üzerinde du­ ran tabanca üzerinde parmak izlerini tesbit ettirmek ister; sanık atılır ve ben tabancayı tuttum, üzerinde benim parmak izlerim vardır; bu sebep­ le parmak izlerini tesbite lüzum yoktur der. Fakat intihar edenin par­ mak izini tabanca üzerinde araştırmanın önemini o dakikada lüzumu kadar düşünemiyen müddeiumuminin bu ihmalinin bütün dâvanın sey­ ri üzerinde müessir bulunmuş olduğunda da hiç şüphe yoktur. Fazla ola­ rak duruşmaya da tahkikatı yapan müddeiumumi çıkmamıştı, iptidaî saf-. hanın tahkikinde tahkikatın muhtelif ellere dağılmayıp da bir elde top­

lanmasında büyük faide olduğu inkâr kabul etmez.

Von Marck ilk safhada askeri tahkik usulünü mülkî tahkik usulü­ ne üstün tutmasında haklıdır: Son tahkikatın açılması Almanyada ipti­ daî tahkikatı lüzumsuz yere üç safhaya parçalar, ilk tahkikatın açılması bir komuta tasarrufudur. Amme davasının açılmasına lüzum olup olma­ dığına başlangıçta karar vermek hakkı adlî âmirde olduğu gibi (Made-de 8 6 ) , hazırlık ve ilk tahkikata adlî âmir hakim olduğu gibi hazırlık ve ilk tahkikatların neticesi üzerine karar verebilmek yetkisi de ona aid ol­ malıdır. Bu sebepten yukarıda son tahkikatın açılmasına sorgu hâkimi­ nin karar vermesinin daha muvafık olduğunu söylemiştim. Çünkü Al­ manyada son tahkikatın açılması iptidaî tahkik safhası ile nihaî (son) tahkik safhası arasında bir usulî safha olarak gözükür. Son tahkikatın açılması kararını sorgu yargıcı vermeyip de asliye mahkemelerinden bi­ ri verse ne gibi bir iyilik olacaktır? Mahkeme tahkikat dosyasını asla esaslı bir surette tetkik edemeksizin talep dairesinde bir karar verecek­ tir. Almanyada olduğu gibi bizde de talebe muhalif olarak men'i muha­ keme kararı pek az verilecektir. Zaten davayı evvelâ asliye yargıcı veya ağırceza birinci derecede olarak tetkik ediyor; yargıtay kontrol ediyor. Artık ilk tahkikatın da temyizi mahiyetini alacak olan bir tetkike lüzum

(24)

38 VASFİ RAŞİD SEVİG

yoktur. Ancak iddia makamı ile sorgu hakimi arasında bir ihtilâf olun­ ca veya taraf tetkikini isteyince tetkik olunmalıdır. Şüphesiz ki mahkeme önüne, duruşmaya sanık olarak çıkmak bir adamın şerefini kırmak için kâfidir. Halbuki askeri hayatta duruşmanın ekseriya haysiyet kinci bir hal teşkil etmediğini arzetmiştim.

Tahkikatın nihaî safhasına duruşma diyoruz. Son tahkikatın açıl­ masını duruşma takip eder (Madde 1 3 9 ) . Duruşma hükmü verecek mahkemenin önünde sözle yapılan muarazadır. Duruşmaya katılacak hakimler hizmet sırası ve yolu ile tayin edilir (Askerî ceza muhakeme usulü kanunu, madde 27, 32, 3 3 ) . Duruşma zamanı ve yerini adlî âmir tayin eder (Madde 1 4 3 ) . Duruşma için icabeden celpnameleri adlî âmir çıkartır; sübut sebeplerini mahkemeye adlî âmir verir. Sanık mahkeme­ ye davetname ile celbedilir veya adlî âmirin emriyle sevk olunur (Mad­ de 145, 1 4 6 ) . Son tahkikatın açılması kararının tebliği ile duruşma gü­ nü arasında alay mahkemelerinde üç gün ve diğer askerî mahkemelerde bir hafta geçmek lâzımdır (Madde 1 4 5 ) .

Duruşma esas itibariyle alenîdir; aleniliği takyit eden sebepler ve kanun hükümleri yukanda arzedilmişti; yalnız adlî âmir duruşmada ha­ zır bulunamaz.

Duruşmanın inzibatını temin reise aittir; reis en büyük rütbeli su -baydır (Madde 1 6 6 ) . Duruşmanın sevk ve idaresini reis, alay mahke­ melerinde azadan birine bırakabilir (Madde 1 6 7 / 2 ) . Diğer askerî mah­ kemelerde duruşmanın sevk ve idaresi askeri hakime aittir (Madde 167 / l ) . Duruşmanın yolunda olmadığına dair itirazlara mahkeme karar verir (Madde 1 6 7 / 3 ) .

Duruşmaya iştirak edenler: 1. Mahkeme azaları, 2. îddia maka­ mı, 3. Sanık ve 4. Müdafaa. Bunlardan müdafaa hariç olmak üzere her biri istediği zaman şahit ve bilirkişilere sual sorabilirler. Müdafi usul­ lerini ancak duruşmayı idare eden hakim vasıtasiyle sorabilir (Madde 1 6 8 / 1 ) . İcapsız olan veya taallûku bulunmayan suallerin sorulmasını duruşmayı idare eden hakim men edebilir (Madde 1 6 8 / 2 ) . Bir sualin sorulması caiz olup olmadığında tereddüt edilir ise mahkeme bir karar verir (Madde 1 6 8 / 3 ) .

Sanığın, müdafiin, şahitle bilirkişilerin yoklamasından sonra duruş­ maya memur hakimlerin isimleri bildirilmeğe başlanır ve bu suretle sa­ nığa red hakkını kullanmak imkânı verilir. Bundan sonra şahitler duruş­ ma salonundan çıkartılır ve sanığın hüviyeti sorulmak suretiyle duruş­ maya başlanır. Daha sonra iddianame okunur, iddianame okunduktan sonra sanığın sorgusuna başlanır (Madde 1 6 9 ) .

(25)

ASKERÎ MUHAKEME USULÜ 39

Maznunun sorgusu yapıldıktan sonra delillerin ikamesine başlanır. "Delillerin ikamesi „ tâbirinden anlaşılması lâzım gelen mânayı mülkî ceza muhakeme usulü kanunu madde 2 3 8 / 1 de tayin etmiştir: "Davet edilen şahitlerin ve bilirkişilerin dinlenmesi vesair sübut vasıtalarının irad edilmesi,, hususiyle vesikaların ve diğer yazılı beyyinelerin okunması

(mülkî ceza muhakeme usulü kanunu madde 242, askerî madde 175-1 8 175-1 ) . İkame edilecek delillerin hudut ve şümulünü mahkeme, taleplerle, feragatlerle ve evvelce verilmiş kararlarla bağlı olmaksızın tayin eder

(Mülkî ceza muhakeme usulü kanunu madde 2 3 8 , son fıkra).

Delillerin ikamesi işi bittikten sonra söz iddiasını dermeyan etmesi için müddeiumumiye ve ondan sonra da müdafaasını yapmak üzere maz­ nuna, var ise müdafiine verilir. Müdafiin müddeiumumiye cevap ver­ mek hakkı vardır. Müdafi sanık namına müdafaada bulunmuş olsa bile müdafaasına ilâve edecek başka birşey olup olmadığı maznundan soru­ lur (Madde 1 8 3 ) .

Duruşma hükmün tefhimi ile biter (Madde 1 8 5 ) . Mahkeme hük­ münü delillerin ikamesinin verdiği neticeye göre tesis eyler. 'Mahkeme kanaatini duruşmanın neticesine göre serbestçe tesis eder (Madde 1 8 6 ) . Hükmün konusu son tahkikatın açılması karannda bildirilmiş olan fii­ lin duruşmanın neticesine göre arzeylediği haldir (madde 1 8 8 ) . "Suç­ lunun son tahkikatın açılmasına dair olan kararda yazılı suçlardan baş­ ka bir suç işlemiş olduğu duruşma sırasında meydana çıkmasına ve müd­ deiumuminin talebi ve sanığın muvafakati sebketmemiş olmasına nazaran tahkikat hakimliğinden karar alınmaksızın duruşma icrasiyle bu suçtan dolayı da karar verilmesi yolsuzdur,, (Yargıtay ceza umumî heyeti. Esas 97, karar 92. 3 0 . 6 . 1 9 3 0 ) .

Mahkeme fiilin son tahkikatın açılması kararında yapılmış takdir ve tavsifine bağlı değildir (Madde 1 8 8 ) . Fakat mahkeme sanığı son tah­ kikatın açılması karannda zikredilmiş olan kanun maddesinden gayri ve daha ağır bir madde ile mahkûm edecekse sanığa fiilin vasfının değiş­ tiğini haber vermesi ve kendisine, ona göre müdafaada bulunmak im­ kânını bahşeylemesi lâzım gelir (Mülkî ceza muhakeme usulü kanunu, madde 258, Askeri madde 1 8 9 ) . "Dava duruşma sırasında yeni bir se­ yir alırsa 2 5 8 nci maddeye göre savcılığın yeni bir kamu dâvası açması­ na lüzum kalmadan mahkeme yqni duruma göre karar verir" (Yargı­ tay Ceza umumî heyeti karan, Reşit Mercan davası). "Sanığa isnat olu­ n a n suçun kabul edilen vasıf dahilinde işlendiğini gösteren delillerin ka­ rar yerinde açıkça gösterilmesi lâzımdır" (Birinci Ceza dairesi, 23.4.

1 9 5 3 . Esas 9 2 0 , karar 1 0 2 8 ) . "Son tahkikatın açılması hakkındaki id­ dianamede ceza kanununun 525 nci maddesinde yazılı fert cezanın

Referanslar

Benzer Belgeler

Nihayetinde 2001 yılında Bildirim yayınlanmıştır. Konuya ilişkin yapılacak tespitlerden ilki şüphesiz ilke kararlarının aksine, Bildirimde bir Avrupa Medeni

normatif bir bakış açısıyla ele aldığımızda kuvvetler ayrılığı içinde yargı erki sadece Anayasa Mahkemesi tarafından değil bağımsız mahkemelerin tümü

''Genel olarak kaynağını anayasalarda bulan, teknik yönleri bakımından ise ceza kanunlarında düzenlenmiş olan af; bazen kamu davasını düşüren veya kesinleşmiş

daha doğru yapılabilmesi adına, kamu yararı düşüncesiyle mükellefin belirtilen bazı bilgileri ilan edilebilecektir ve bu fiil vergi mahremiyetinin

CMK m.133’te düzenlenen şirket yönetimine kayyım tayini kurumunun hukuki niteliğini, gerek CMK’da düzenlendiği yer, gerek konuluş amacı dikkate alındığında

İdare içerisinde yer alan bir kamu tüzelkişisi olarak konumlandırdığımız bağımsız idari otorite adına düzenleyici işlem yapmaya kanunla yetkilendirilmiş kişi

Dini Sembol ve Kıyafet Sınırlamalarında İki Farklı Yaklaşım: İnsan Hakları Komitesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının Devletlerin Uluslararası

hesaplanırken kendisi için en uygun olan zaman noktasının esas alınmasını talep edebileceği ve bu çerçevede, borçlunun borcunu ifa etmiş olması gereken zaman veya