• Sonuç bulunamadı

Bir sosyal kalkınma örneği: ÇATOM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir sosyal kalkınma örneği: ÇATOM"

Copied!
98
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANA BİLİM DALI

BİR SOSYAL KALKINMA ÖRNEĞİ: ÇATOM

Semra YÖRÜK

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Prof. Dr. Mustafa AYDIN

(2)

i T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Bilimsel Etik Sayfası

Ö ğ re n c in in

Adı Soyadı: Semra YÖRÜK Numarası: 104205001009

Ana Bilim / Bilim Dalı: Sosyoloji

Programı: Tezli Yüksek Lisans Doktora Tezin Adı: Bir Sosyal Kalkınma Örneği: ÇATOM

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Öğrencinin imzası (İmza)

(3)

ii T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu

Ö ğ re n c in in

Adı Soyadı: Semra YÖRÜK Numarası: 104205001009

Ana Bilim / Bilim Dalı: Sosyoloji

Programı: Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı: Prof Dr. Mustafa AYDIN

Tezin Adı: Bir Sosyal Kalkınma Örneği: ÇATOM

Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan ……… başlıklı bu çalışma ……../……../…….. tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Ünvanı, Adı Soyadı Danışman ve Üyeler İmza Prof. Dr. Mustafa AYDIN

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali AYDEMİR Yrd. Doç. Dr. Ahmet KOYUNCU

(4)

iii ÖNSÖZ

Toplumsal kalkınmaya bakış açısı her dönemde farklı modüllerle kendini göstermektedir. Bazen insan odaklı olmakta bazen de tarım, sanayi vb. ekonomik alanda kendisini göstermektedir. Toplumsal kalkınmanın bakış açısında insan yerine maddeyi yerleştirdiğimizde kalkınma sadece maddi anlamda gerçekleşmektedir. Özellikle sosyal alanda toplumun bütün kesimlerinin kalkınmasını sağlamak için toplumsal hayatta varlık gösteren bütün bireyleri, kendi değer yargıları ve yaşam biçimleri dikkate alınarak en ücra köşedeki insana bile ulaştırılması gerekmektedir. Bu nedenle toplum içinde var olan kadın bu sürece dahil edilerek toplumsal kalkınmanın istenilen düzeyde gerçekleşmesine zemin hazırlanmasına yardımcı olacaktır. Kadın her dönemde kendi hak ve özgürlüklerinin bilincinde olması engellenmekte ya da yoksun bırakılmaktadır. Bu tezi yazmamdaki amaç kadının geri plana itildiği, kamusal alandan yoksun bırakıldığı ve bölgenin geleneksel yapısından kaynaklanan değer yargıların içerisinde boğulan kadının ÇATOM (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri) aracılığıyla kendisini güvende hissederek, kamusal hak ve özgürlüklerden yararlanmasında yardımcı/yol gösterici olan bu merkezlerin kadının statüsünün yükseltilmesindeki etkisini ve bölge kadınına kattığı yararların incelenmesi açısından bir durum değerlendirilmesi yapmaktır.

Bu çalışmamda öncelikle lisans ve lisansüstü eğitimimde hiçbir zaman manevi desteğini eksik etmeyen, yönlendirmeleri ile akademik hayatıma değer katan hocam ve tez danışmanım Sayın Prof. Dr. Mustafa AYDIN’a müteşekkir olduğumu belirtmeliyim. Yine öğrenciliğim boyunca akademik desteklerini eksiltmeyen, her zaman yapıcı önerileriyle yol gösteren değerli hocam Yard. Doç. Dr. Mehmet Ali AYDEMİR’e ve yardımını hissettiğim değerli abim, hocam Adem KAHRİMAN’a teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca tezimin şekillenmesinde, okumaları ve düzeltmeleri ile destek veren değerli meslektaşım ve hocam Dr. Dursun AYAN’a çok teşekkür ederim.

Hayatımın bütün dönemlerinde beni hiç yalnız bırakmayan ve her zaman cesaretlendirip destekleyen annem Songül YÖRÜK’e, kardeşlerim Zehra ESER, Fatma YÖRÜK, Murat YÖRÜK, Selma YÖRÜK ve Miyase YÖRÜK’e, yeğenim

(5)

iv

Taha ESER’e ve beni okuma aşkı ile büyüten rahmetli babam Mehmet Ali YÖRÜK’e ömür boyu minnettarım. Bu tezimi onlara atfediyorum.

Semra YÖRÜK Konya 2016

(6)

v T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö ğr en ci n

in Adı Soyadı: Semra YÖRÜK

Numarası: 104205001009

Ana Bilim / Bilim Dalı: Sosyoloji

Programı: Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı: Prof. Dr. Mustafa AYDIN

Tezin Adı: Bir Sosyal Kalkınma Örneği: ÇATOM

ÖZET

Türkiye’de toplumsal kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi için kadınların toplum içinde ve kamusal alanda var olan haklarını kullanmaları önündeki engellerin kaldırılması gerekmektedir. Özellikle kadınların toplumsal alanda karşılaştıkları sorunların ortadan kaldırılması bu alanda yapılacak en önemli adımlardan birisidir. Kadın ile toplumun kamusal alanda bir araya gelmesine yardımcı olacak ve sosyal kalkınmaya katkı sağlayacak merkezlerin önemi giderek artmaktadır. Bu çalışmanın amacı, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde su ile gelen kalkınmanın sosyal boyutunu göz önüne alarak, kadının evden çıkmasının, toplumsal hayata entegrasyonunun sağlanması, kadının tüketen değil üreten birey haline gelmesine katkıda bulunarak, değerlendirerek kendi hak ve özgürlüklerinin bilincinde olmasını, kendini savunabilen, haklarını kullanabilen, aile içinde ve çocuk eğitiminde etkin hale gelmesine yardımcı olmak üzere GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı tarafından yapılan araştırma sonunda eylem planı olarak hazırlanan ve ana hedefinde kadın olan ÇATOM’ların (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri) toplumsal kalkınmadaki yerini değerlendirerek, kadının sosyalleşmesindeki etkisini araştırmaktır.

Anahtar Kelimeler: ÇATOM, GAP, Kadın, Sosyal Kalkınma, Sosyal Kalkınma Projeleri

(7)

vi T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

S tu d en t’ s

Name Surname: Semra YÖRÜK ID: 104205001009

Department /Field: Sociology

Progress: Master's Thesis Postgraduate Advisor: Prof Dr. Mustafa AYDIN

Research Title: A Social Progress Example: ÇATOM

SUMMARY

The women need to use their rights which are present in society and the public field and the obstacles in front of women need to be eliminated in order for a social progress to be achieved in Turkey. One of the most crucial steps to be taken is to eliminate the problems that women face especially in society. The importance of centres that contribute to social development and that can help in bringing together women and society in public has continued to increase through the years. The aim of this study is to examine the effect of women in socializing by evaluating the place of ÇATOM’s (Multipurpose Community Centre) in social progress, where said centres are mainly targeted for women and have been prepared as a plan of action as a result of the research carried out by the GAP (South Anatolian Project) Regional Development Administration in order to aid in ensuring that women are efficient in the family and in educating children, in defending their rights and themselves, that women are aware of their own rights and freedom by evaluating and participating to ensure that women are no longer just consumers but are individuals who produce, to ensure that women leave the home more often and become a part of social life by taking into consideration the social aspect of progress that comes with the water in the South East Anatolian region.

Keywords: ÇATOM (Multipurpose Community Centres in Turkey), GAP (South-East Anatolia Project), Woman, Social Progress, Social Progress Projects

(8)

vii İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ...İ YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ... İİ ÖNSÖZ ...İİİ ÖZET ... V SUMMARY ... Vİ KISALTMALAR... İX GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM SOSYAL KALKINMA ... 3 1.1.Sosyal Kalkınma ... 3

1.2.Sosyal Kalkınma ve Yoksulluk ... 7

1.3.Kalkınmada Kadının Yeri ve Önemi ... 13

1.4.GAP (Güney Doğu Anadolu Projesi) ... 19

1.4.1.GAP Bölgesi’nde Yoksulluk ve Kalkınma... 22

1.4.2.GAP Bölgesinde Kadınların Güçlendirilmesi ... 24

İKİNCİ BÖLÜM ÇATOM (ÇOK AMAÇLI TOPLUM MERKEZİ) ... 27

2.1.Çok Amaçlı Toplum Merkezleri (ÇATOM) ... 27

2.1.1.ÇATOM (Amacı, Hedefi, İşleyişi) ... 31

2.1.2.ÇATOM’larda Yürütülen Faaliyetler ... 38

2.1.3.Sosyal Kalkınmaya Etkisi... 45

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ALAN ARAŞTIRMASININ GENEL BULGULARI ... 47

3.1.Metodoloji ... 47

3.2. Saha Araştırmasının Değerlendirilmesi ve Bulgularının Analizi ... 50

3.2.1.Demografik ve Sosyolojik Profiller ... 50

3.2.2. Aile İçi İlişkiler ve Cinsiyet Algıları ... 54

3.2.3. ÇATOM Algı, Memnuniyet ve Beklentiler ... 58

SONUÇ ... 69

(9)

viii

EKLER ... 80

EK-1: Görüşme Formu ... 80

EK-2: KATILIMCILAR ... 83

EK-3: RESİMLER ... 84

(10)

ix KISALTMALAR

BM Birleşmiş Milletler

CEDAW: BM Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi

ÇATOM: Çok Amaçlı Toplum Merkezi DSİ Devlet Su İşleri

GAP: Güneydoğu Anadolu Projesi

ICPD: Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı IMF Uluslararası Para Fonu

OECD: Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı SED: Sosyal Etki Değerlendirme

TKV: Türkiye Kalkınma Vakfı TUİK: Türkiye İstatistik Kurumu

(11)

1 GİRİŞ

Türkiye’de toplumsal kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi için kadınların toplum içinde, kamusal alanda var olan haklarını kullanmaları önündeki engellerin kaldırılması gerekmektedir. Özellikle kadınların toplumsal alanda karşılaştıkları sorunların ortadan kaldırılması bu alanda yapılacak en önemli adımlardan birisidir. Kadın ile toplumun bir araya gelmesine yardımcı olacak ve sosyal kalkınmaya katkı sağlayacak merkezlerin önemi artmaktadır. Bu tezin amacı GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı tarafından yapılan araştırma sonunda eylem planı olarak hazırlanan ve ana hedefinde kadın olan ÇATOM’ların (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri) toplumsal kalkınmadaki yerini değerlendirerek kadının sosyalleşmesindeki etkisini araştırmaktır.

1995 yılında proje olarak ortaya çıkan ve kadının toplumsal hayata katılımını olumlu yönde etkileyen, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde su ile gelen kalkınmanın sosyal boyutu göz önüne alınarak kadının evden çıkması, toplumsal hayata entegrasyonunun sağlanması, kadının tüketen değil de üreten birey haline gelmesi, kendi hak ve özgürlüklerinin bilincinde, haklarını kullanabilen, kendini savunabilen, aile içi çocuk eğitiminde bilinçli olan ve hayattaki olumsuzluklara rağmen ayakta kalabilen kadınlar haline gelmelerine yardımcı olan bu merkezler, kadının statüsünün yükselmesine olumlu katkılarda bulunmuştur. Bu amaçla 1995 yılından itibaren Güney Doğu Anadolu’da ve yurtiçinde bazı bölgelerde ve yurtdışında bazı ülkelerde örnek proje olarak yer almış ve ÇATOM tarzı merkezlerin kurulmasında etkili rol oynamıştır. Bu merkezlerin açılması hususunda da gerekli fizibilite çalışmalarında GAP İdaresi tarafından teknik destek sağlamıştır.

Bu nedenle ÇATOM’un (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri) etkinliğinin irdelenmesi ve kurulan bölgelerdeki kadınların beklentilerini karşılaması açısından önemlidir. Merkezler, uygulanabilirliği ve sürdürülebilirliği açısından sosyal kalkınma örneği teşkil etmektedir. Araştırma Şanlıurfa ilinde faaliyet gösteren Mehmet Parmaksız ÇATOM’a ‘kayıtlı katılımcı’ olarak devam eden 20 kadın ile yüz yüze yarı yapılandırılmış görüşme tekniği uygulanarak saha çalışması şeklinde tamamlanmıştır. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır: Birinci bölümünde sosyal

(12)

2

kalkınma yoksulluk bağlamında ele alınarak açıklanmış, kadının kalkınmadaki yeri ve önemi irdelenerek GAP Bölgesinde kadının güçlendirilmesi ele alınmıştır. İkinci bölümde ise ÇATOM’ların amacı, konuya yaklaşım yöntemi, hedefi ve işleyişi ile ilgili süreç irdelenerek merkezlerin sosyal kalkınmaya etkisi incelenmiştir. Üçüncü bölümde ise derinlemesine görüşme tekniği kullanılarak yapılan saha araştırması hakkında bilgi verilerek yapılan görüşmeler değerlendirilmiştir.

Bu araştırma, çalışma sonucunda elde edilen verilerle bu tür kalkınma uygulamalarının artmasını, farklı bölgelerdeki kadınların da bu imkânlardan yararlanmasını sağlaması bakımından önemlidir. Ayrıca bu merkezlerin, eksik ya da olumlu yönlerini ortaya çıkararak ve daha sonradan yapılacak çalışmalara bu birikimin aktarılmasına yardımcı olacaktır.

(13)

3 BİRİNCİ BÖLÜM SOSYAL KALKINMA

1.1.Sosyal Kalkınma

“Kendi içine kapanmış her insan, bütün öteki insanların kaderlerine ilgisiz bir yabancı gibi davranır. O insan için tüm insan türü, çocukları ve yakın arkadaşlarından oluşur. Hemşerileriyle ilişkilerine gelince, aralarına katılır ama onları görmez; dokunur ama hissetmez; yalnız kendi başına ve kendisi için vardır. Ve bu şartlarda kafasında bir aile mefhumu kalmışsa bile artık bir toplum mefhumu yoktur (Sennett, 2010: 11)” Tocqueville.

Tocqueville’in de ifade ettiği gibi sosyal kalkınmayı sağlamak için insanı tüm bireyleriyle birlikte ele alarak yaşadığı toplumu bir bütün olarak inceleyip kalkınmayı toplumun bütün kesimlerini de içine alarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bir ülkede toplumsal refahın olması için kadın ve erkeğin haklardan eşit bir şekilde yararlanması, eşit bir şekilde karar alma sürecine katılım sağlaması için politikalar ve stratejiler geliştirmesi gerekmektedir (Akın, 2008: 48). Bu nedenle kamusal alanda sosyalleşme sürecine katılım için yapılacak programlar etkili ve işlevseldir.

Yoksulluğun ortadan kaldırılması ve kalkınma ile ilgili sorunlar ulusal olmaktan çıkmış ve küreselleşen dünyadan bağımsız bir şekilde çözüme kavuşturulamaz. Örneğin; gerek birey gerekse aile içi yoksulluk sorunu hem ulusal hem de küresel çözüm yolları dikkate alınarak ortadan kaldırılabilir (Öztürk, 2004: 669). Kalkınma literatüründe kadın ve çocuklar toplumların en dezavantajlı grupları olarak tasvir edilmektedir (Eylem Planı, 2012: 64). Bu nedenle dezavantajlı gruplardan birisi olan kadınların toplumsal alanda var olabilmesi için belirli çalışmaların yapılarak onlara katkı sunulması dünya genelindeki pek çok devletin kalkınma programında yer almaktadır. Yoksulluk ve kalkınma yaklaşımlarında farklı

(14)

4

bir bakış açısı belirleyen Amartya Sen, ‘Yapabilirlikten Yoksunluk Yaklaşımı’ ile insani yaşam için gerekli seviyeye gelmenin bir şeyi yapabilirlikten insanın yoksun olması olduğunu belirtir. Yapılabilirlik yoksunlukta önemli olan herhangi bir gelire sahip olmak değil, insani yaşam çerçevesinde gerekli seviyeye gelinmesi olarak tanımlar. İnsanların maddi açıdan yoksunlukları yerine ‘neler yapabileceklerine’ odaklanmaktadır. Yoksunluk, Sen’e göre, kapasite yoksunluğudur. Yoksunluk, erken ölümlerde, süregiden (süreğen) hastalıklarda, okuryazar oranının düşmesine neden olmaktadır. Oysa kapasite yoksunluğu gelir yoksunluğundan daha önemlidir. İnsanların ‘ne olmaya, ya da ne yapmaya muktedir oldukları, yani yapılabilirlikleri’ önemlidir. Yapabilirlik’te önemli olan işlevsel olma durumudur (Topgül, 2013: 282-283). Küresel dünyanın nimetlerinden faydalanma açısından son 35 yılda kadınlar erkeklere oranla daha az pay aldığı gündeme gelmektedir. İlk kez Birleşik Devletlerde, yalnız yaşayan kadınlar ya da tek ebeveynli ailelerin (kadın ve çocuk) üzerinde yapılan ampirik (görgül) araştırma sonunda ‘Yoksulluğun Kadınlaşması’ kavramı ortaya çıkmıştır (Şener, 2009: 2). Bunun akabinde ilk defa, 1995 yılında Pekin’de toplanan 4. Dünya Kadın Konferansında yoksulluğun kadınlar için önemli bir sorun olduğu kabul edilmiştir. Özellikle uluslararası alanda bir ilk olması nedeniyle önem arz etmektedir. Pekin Eylem Planı’nda “Yoksulluğun Kadınlaşması” ifadesine yer verilmiştir. Bu toplantıda yoksulluğun bir kadın sorunu olduğu dile getirilmiş ve yoksulluk içinde en çok kadın ve çocukların yer aldığı saptanmıştır. UNICEF 2000 raporuna göre 21. yüzyıl başında dünyada 600 milyon çocuğun yoksulluk içinde büyüdüğü tahmin edilmektedir (Cömertler, 2004: 62). Reisleri kadın olan ailelerde yoksulluk oranının çok yüksek olmasından dolayı Segal bu durumu ‘yoksulluğun kadınlaşması’ şeklinde yorumlamıştır (Öztürk, 2004: 677). Bu kavram zamanla literatürdeki yerini almıştır.

Akın ve Özvarış’a göre yoksulluk giderek kadınlaşmaktadır. Dünyada mutlak yoksulluk sınırındaki 1,5 milyar insanın %70’ini kadınlar oluşturmaktadır. Bu durum Türkiye’de de bu şekildedir. Çalışma hayatında eşit olmayan kadının ev içi statüsünün düşük olması da yoksulluğun kadınlaşmasında önemli rol oynamaktadır. Kadının statüsü“…[kadının] erişim ve yararlanma hakkı olan eğitim ve çalışma hayatına katılımına bağlı olarak gelir düzeyi ve mülkiyet durumu” doğrultusunda ortaya çıkmaktadır. Kadının sosyal statüsünü belirleyici faktörler; cinsiyet rolü,

(15)

5

cinsiyet eşitliği, eğitimde ve çalışma yaşamında eşitlik, siyasi yaşama katılma, kadına karşı her türlü ayrımcılık, şiddet ve kadına zarar veren geleneksel uygulamalar olarak sıralanmaktadır (Akın, 2008: 27-29). Toplumsal açıdan eşitlik sağlanması için bu uygulamaların en aza indirilmesi yönünde çalışmalar yapılmaktadır. Topgül’e göre yoksulluk yeni bir kavram olmamasına karşı günümüzde ekonomik ve sosyal alanda farklılıklar arz etmektedir. Yeni yoksulluk insanların yaşamlarında yapacakları iyileştirmeleri yapmalarına engel olan durumudur (Topgül, 2013: 282-283). Yeni yoksulluk kavramını Buğra ve Keyder toplumsal ‘toplumsal dışlanma, kenardalık ve alt sınıf kavramları’ ile tanımlamaktadır. Özellikle kenardalık kavramı, toplumsal alanda kenarda kalınmışlığı temsil etmekle birlikte toplumun diğer sistemlerinin dışında kalan, uyum sağlayamayan kesimi tanımlar. Bu kesim ile kentlileşme sürecini tamamlayan kesim arasındaki uçurum gitgide artmaktadır. Bu çizginin keskinleşmemesi için önlemler almak ve sosyal kalkınmayı toplumun bütün kesimlerini de katarak tamamlamak gerekir. Buğra ve Keyder yeni yoksulluk olgusunun toplumsal bütünleşmeyi ortadan kaldırdığını belirtirken, Sosyal Politikaların bu sorunu azaltacağını ya da ortadan kaldıracağını savunmaktadırlar (Buğra ve Keyder, 2003: 19-24). Parsons bu durumu, sanayi kenti, aileyi parçalayarak, akrabalık ilişkilerini soyutlayarak, ekonomik, sosyal, dini vb. pek çok değerden mahrum bırakarak tüketim birimi haline getirmektedir, şeklinde açıklar (Aydın, 2014: 97). Dünya sistemi üzerinde yoksulluktan en çok etkilenen kesim kadınlar, çocuklar, özürlüler ve yaşlılar olmuştur. Yoksullar için en önemli kaynak kendi iş olanaklarından mahrumdurlar. Bu durum, GAP Bölgesinde en çok sosyal-ekonomik yoksulluk olarak yaşanmaktadır.

Psikolojik ve ekonomik güvensizlik, sosyal dışlanma, yoksulluk döngüsüne neden olan fırsatlardan ve kaynaklardan yoksunluk ile güvensizlik, bölgenin altyapısından gelen olumsuzluklardan kaynaklanmaktadır (Cömertler, 2004: 57-59). Yoksulluk tam olarak kadın sorunu olmamakla birlikte yoksulluğu en çok hisseden ve derinden yaşayan kadınlardır (Şener, 2009: 9). Bu amaçla Türkiye’nin, 1995 yılında toplanan Pekin Dördüncü Dünya Kadın Konferansında, 2000 yılına kadar çözüme ulaştırmayı taahhüt ettiği alanlarda birisi ‘Kadın Okuma- Yazma sorunun ortadan kaldırılması’dır (Akın, 2008: 30). Kırsal alandan kente göç eden ailelerdeki en önemli problemlerden biri eğitim olarak göze çarpmaktadır. Eğitim düzeyi düşük

(16)

6

olan kadın/erkek yeterli mesleki donanıma sahip olmadığı için istihdam edilememektedir. Yıldırım bu durumu ‘henüz kentlileşmemiş göç ailesinin temel sorunlarının başında iş ve meslek gelmektedir’ şeklinde ifade eder (Yıldırım, 2011: 129). Bu oran kadınlarda daha fazla olmaktadır.

Örneğin, 2013 yılında GAP Bölgesinin 9 ilinde 1077 hanede 8250 kişiye uygulanan GAP Tarımda Çalışanların Sağlığı Araştırmasında durum şöyledir; Araştırmada 4084 (%49,5) kadın ve 4166 (%50,5) erkeğe ulaşılmıştır. Araştırma verilerine göre tarımla uğraşan hanelerdeki 10 yaş üzeri kadınların %40’ı erkeklerinde %10’u okuma yazma bilmemektedir. Bununla birlikte 15-49 yaş arasındaki yaklaşık iki kadından biri ilköğretim birinci kademeyi bitirmemiştir. Araştırma verilerine göre, okuma yazma bilmeyen on kişiden biri son üç yıl içinde herhangi bir okuma yazma kursuna gitmemiştir (HARÜTSGAM, 2013: 27 ve 123). Bu konu ile alakalı 2012 yılı TUİK verilerine göre:

2012 TUİK verisine göre nüfus içinde kadınların %7,8’i erkeklerin %1,7’si okuryazar değildir,

2012’de, Kadının işgücüne katılımı %29,5,

2012’de, İşgücüne katılmayan kadınların ev hanımı oranı %61,3,

2012’de çalışan kadınların %33,7’si ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır. Yani bu oran çalışan kadınların üçte birini temsil etmektedir. 2012’de yapılan çalışmada kadınların 2004 yılına göre tarımda çalışanların azalmasına rağmen bu oran %39,3 olmuştur. Cinsiyete dayalı ücret farkı kadın lehine %1,1 iken bu durum eğitim kademelerine ayrıldığında, meslek lisesi mezunu kadınlar ile erkekler arasındaki farkın yüksek olduğu ve durumun erkeklerin lehine olduğu gözlenmektedir. Cinsiyetler arası en büyük fark meslek lisesi mezunlarında olup, bu fark %19,5’tir (İstatistiklerle Kadın 2012, 2013: 61- 77). Ayrıca Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni (CEDAW- 1979) imzalamış ve kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesine yönelik çalışmalar yapma konusunda önemli adımlar atmıştır (Akın, 2008: 30). Bu anlaşmayı imzalayan ülkeler yıllık rapor düzenleyerek, kendi ülkelerinde kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesine yönelik çalışmalar yapmaktadır.

Türkiye’de yoksulluğun temel nedenleri 2004 yılında yapılan IV. Aile Şurasında siyasal, ekonomik, yapısal ve sosyal nedenler olarak sıralanmıştır. İş ve

(17)

7

istihdam olanaklarının azalması, gelir dağılımının bozulması, kayıt dışı sektörün hızla büyüyerek ekonomik yapı üzerinde belirleyici olması, eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlere yapılan yatırımların azalması, konut sahibi olma sayısının giderek düşmesi başlıca yoksulluk nedeni sayılmaktadır. Bölgesel ve etnik farklılıklar, terör, doğal afetler vb. durumlarda yoksulluğun artmasına neden olmaktadır (Cömertler, 2004: 64). Bütün bunlar Türkiye genelinde kadın yoksulluğu ile Dünya yoksulluğu arasında bir paralellik kurmamıza imkân sağlamaktadır.

1.2.Sosyal Kalkınma ve Yoksulluk

Sosyalleşmede zincirin ilk halkasını aile oluşturur. Aile çocuğun toplumla buluşup sosyal yaşama adapte olmasında, hayata hazırlanmasında önem taşır (Birekul, 2014: 145). Hane içi sorunlulukta önemli bir yere sahip olan kadın, çocuğun sosyalleşme sürecinde etkili olmaktadır. Çocukların bu sürece hazırlanmalarında kadının (anne) eğitimli ve donanımlı olması toplumsal refah ve kalkınma açısından önemlilik arz eder. Bu nedenle toplumsal kalkınmanın sağlanması için kadının eğitimi ve sosyalizasyon sürecine katılımı gerekmektedir.

Ülkemizdeki kentleşme sorunlarından en önemli konularından biri olan ve kentli nüfus açısından marjinal olarak nitelendirilen gecekondulaşma sorunudur. Kentin periferinde yerleşen ve kırdan kente göç eden insanların oluşturduğu mekân olma özelliği gösteren gecekonduyu, kır ve kent arasında geçiş aşaması olarak nitelendiren Onat, ‘kırda kırılan umutlar, yerini yeni umutlara bıraktığı kentte daha iyi yaşam koşulları arayan insanların kente uyum sağlama çabasını yaşadığını’ belirtir. Türkiye’de iç göçler genellikle kademesiz olarak gerçekleşmektedir. Bu nedenle direk kente göç eden birey, sosyal, ekonomik ve kültürel alanda pek çok sorunla karşılaşmaktadır. En önemli sorunlarından birisi olan gecekondulaşma da göçün getirdiği çarpık kentleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır (Onat, 1993: 1 ve 7).

İbni Haldun Mukaddime adlı eserinde toplumu bedevi (kır) ve hadari (kent) toplumlar olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Haldun’a göre bedeviler, göçebeler kır hayatı boyunca sadece gereksinim duydukları ihtiyaçları karşılamaya odaklamışlardır. Hadariler (hazariler) ise ihtiyaçlarını karşılamakla birlikte, fazlasını

(18)

8

da elde etmeye yönelik çalışmaktadır. Çünkü kent yaşamının getirisinin fazla olması ve insana yüklediği görevlerin yoğunluğu hadarileri buna itmektedir. Bununla birlikte hem kentliler hem de göçebeler bazı alanlarda kendi aralarında pek çok farklılıklar olduğunu söylemektedir. Haldun kentler arası farklılıkları şu şekilde ifade eder;

‘Bir kişi bir başka kişiden, bir kabile başka bir kabileden büyüktür. Bir kentin uygarlığı, nüfus yoğunluğu, bir başka kentinkinden daha çoktur.’ Haldun’un da bahsettiği gibi kır-kent arasında gelişmişlik düzeyi açısından fark olabileceği gibi, kır-kır, kent-kent de kendi aralarında farklılıklar göstermektedir (Haldun, 2014: 257-258). Bu bağlamda sosyal politikalar ve sosyal kalkınma projeleri, bu farklılıkları gözetmekle birlikte kalkınma düzeyleri arasındaki farkı en aza indirecek çalışmalar yapmayı planlamaktadır.

Aslȋ ya da talȋ toplumsallaşma sürecine dâhil olamamış ya da geç kalmış kadın bu süreci daha belirgin hissetmekte, toplumsal sürece katılımı zorlaşmakta ve hatta toplumsal hayatın dışına itilmektedir. Bu süreci Peter Berger ve Thomas Luckmann talȋ toplumsallaşma kavramıyla incelemekte, talȋ insanın bütün hayatı boyunca geçirdiği süreç olarak görmektedirler. Çocukluk dönemi ya da ilk toplumsallaşma olarak da anlamlandırabileceğimiz aslȋ toplumsallaşma, talȋ toplumsallaşmayı etkilemekte, yönlendirmektedir. Bu süreçte birey yeniden toplumsallaşma sürecine girmesi kaçınılmaz olmaktadır. Yetişkin toplumsallaşması olarak literatüre giren bu kavram ise Akın’ın ifade ettiği gibi özne süreç üzerinde etkili olmaktadır (Akın, 2011: 135 ve 158). Toplumsallaşma, kişilik ve kimliğin çok yönlü olarak gelişmesi ve içselleştirilmesi serüvenini anlatır. Bu süreçte insanlar benimsedikleri normlarla, inançlarla, vb. özelliklerle birlikte yaşayacakları toplumun bir üyesi haline gelmektedir; toplumsallaşmakta ve toplumun yeniden üretilmesine katkıda bulunmaktadır. Toplumsallaşma karşılıklı iletişim ile gerçekleşen bir olaydır (Türkiye’de Aile Değerleri Araştırması, 2010: 24-25). Ülkemizde Cumhuriyetin ilk yıllarında toplumsal eğitim ve kalkınma ile ilgilenen diğer bir kurum ise Halkevleri olmuştur. Halkevlerindeki çalışmalarda 9 ayrı program yürütülmekteydi. Bunlar; dil-edebiyat, tarih ve müze, kitaplık ve yayın, halk dersleri ve kurslar, güzel sanatlar, tiyatro, spor, toplumsal yardım ve köycülüktür. Bu programlar sayesinde hem kır hem de kent arasındaki ilişkilerin sıcak tutulması açısından önemlidir. Köylüye

(19)

9

okuma-yazma öğretilmesi, sağlık hizmetlerinden ücretsiz olarak götürülmesi, güzel sanatların köylüye ulaştırılması halkevlerinin köycülük dalının görevleri arasında yer almaktaydı. Halkevlerinin köylere daha çok hizmet götüren ve toplumsal çalışma yapan kurum görevini üstlendiği görülmektedir. Bununla birlikte Geray, çalışmalarda daha çok kentten gelenlerin fikir ve düşüncelerini yansıttığı bir işlev görmekte olduğunu belirtir. Köylülerin katkısının yok denecek kadar az olması Halkevlerinin daha çok halk eğitimi konusunda çalışmalar yaptığının bir göstergesi olmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulması hasebiyle CHP’nin yan kuruluşu haline dönüşen ya da böyle algılanan Halkevleri 1950 yılında Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle kapatılmıştır. Hem Halkevleri hem de Köy Enstitüleri Cumhuriyet tarihinde önemli görevler üstlenmiştir. Köy Enstitüleri kırsal alandaki insanın eğitim konusunda öncülük etmiş, Halkevleri ise toplum yaşamı ile ilgili etkinlikler düzenleyerek ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarından başlayıp kapanışlarına kadar toplum kalkınmasına ve halk eğitimine önemli katkılarda bulunmuştur (Geray, 2001: 14-17). Bu süreç sonraki yıllarda farklı merkezler aracılığıyla da gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.

Topluma hizmet veren ve bireylerin toplumsal hayata katılmasında önemli roller üstlenen Toplum Merkezleri ise Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü’nün 1990 yılında çıkardığı ‘ailenin korunması’ amacıyla kurduğu aile danışma merkezlerinin dönüşüm geçirmiş halidir. Aile Danışma Merkezleri, toplumun aile merkezli korunma ve geliştirilmesi amacıyla ‘koruyucu-önleyici-eğitici hizmet modeli’ benimsenerek 1993 yılında Toplum Merkezleri adı altında açılmaya başlanmıştır (Karataş ve Karataş, 2001: 104-105). Merkezlerin açılması 1950’li yıllardan itibaren başlayan köyden kente göç dalgasının oluşturduğu endişeyi giderme nedeniyle önemlidir. Göç ile gelen ailelerin kente uyum problemleri bu merkezlerin temel konularından biri olmuştur. Köy yaşamında özellikle kadın daha serbest dolaşırken (tarlaya gitmek gibi), kent yaşamına uyumunda kadın kendini baskı altında hissetmektedir. Kent kıra/köye göre daha güvensiz bir ortam olarak görülmektedir. Köy yaşamında kadın daha rahat hareket edebilirken, kentte bu durum daralmakta, yalnız yakın akraba ve komşularla görüşmekte, bunun dışında kalan kimseler ile görüşmeleri kısıtlanmaktadır. Kentte kendini güvensiz hisseden kadın eve hapsolmakta, ‘dışarıyı’ medyadan öğrenerek bu ikilem arasında sıkışıp

(20)

10

kalmaktadır. Ev içi işlerde çalışıp dış dünya ile ilişkisi kopuk olan kadın çocuklarını ancak bu şartlarda kamusal alana hazırlayabilmekte ve bu bilgi aktarımı sırasında kadın zorlanmaktadır. Toplum merkezleri kadının yüz yüze iletişim sistemiyle dışarıdaki hayatı tanıma ve hakkında bilgi sahibi olma yolundaki bilgilendirme sistemi işlevi görmektedir.

Kadınlar merkezlerde edindikleri bilgi ile kamusal alana çıkmakta ve sahip olduğu hakları kullanmayı öğrenmektedir. Özellikle son dönemlerde gecekondu yaşamı değişikliklere uğramıştır. Dış dünyayı algılamada daha açık olan gençler, bu durumun farkındadır. Bu da toplumsal kalkınmanın daha istekli bireyler aracılığıyla gerçekleştirilmesinde önem arz eder (Ayata, 2001: 18-23). Gelişmiş toplumlarda devlet çağdaş yaşam standartlarını vatandaşlarına ulaştırmak, eğitim, sağlık, iş ve meslek edinme hakkını sağlamakla yükümlüdür. Toplum merkezleri ise gelişmiş toplumlarda daha çok yaşam kalitesini yükseltmeyi amaçlayan sosyal ve kültürel çalışmalar yapmaktadır. Ülkemizde ise kırdan kente yaşanan göç sonrası oluşan gecekondu mahallesindeki kentlileşme, kente uyum sağlama sürecini tam olarak gerçekleşmemiştir. Bu amaçla Toplum Merkezleri, kırdan kente göç eden ailelerin kent ile bütünleşmesini sağlamaya çalışmıştır (Tılıç ve Kalaycıoğlu, 2001: 40-41). Toplum merkezlerinin bir benzeri olan ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kurulan ÇATOM aynı amaç için yola çıkmış merkezlerdir. Özellikle aşiret sisteminin geçerliliğini koruduğu bu illerde kadını merkeze getirmek ve bulunduğu dış dünyaya adapte edebilmek, kadının kamusal haklarından haberdar olması ve yararlanmasını sağlamak, kadının toplumsal konjentürde alışılagelmiş tüketici durumundan üretici durumuna geçmesine yardımcı olarak toplumsal kalkınmaya katkı sağlanması açısından önem arz etmektedir.

Buvinic’e göre kadın yoksulluğunu anlamak için 2 özelliğe dikkat etmek gerektiğini belirtmiştir. Bunlar; “işgücü piyasasındaki konumu ve eğitim imkânlarından yararlanma durumu” dur. İşgücü piyasasına katılımının düşük olması, kayıt dışı çalışma, düşük ücret alması, ücretsiz aile işçisi olması, elde edilen gelir üzerinde söz sahibi olmaması gibi durumları içermektedir. Kadınlar yoksullukla mücadelelerinde yoksunlukla da mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Temiz su, barınma, eğitim, sağlık hizmetlerinden yoksunluk ve kamusal haklardan yoksun yaşamaktadırlar. Eğitimden yoksun olma oranı yüksek olmakla birlikte, kadın emeği

(21)

11

ücretlendirilmemekte ve ücretsiz aile işçisi olmaktadır. Kadınlar evde, işte ve kamusal alanda karar alma sürecine doğrudan ya da hiç katılmamaktadır. Bunun yanında kültürel ve sosyal yaşamdan yoksun olan kadınların, şiddet ve cinsel istismara uğramakta ve yaşam hakları tehdit altında bulunmaktadır (Cömertler, 2004: 63). Gülçubuk, kadınların yaptıkları işleri daha çok ev eksenli ve daha çabuk tüketilecek ürünlerin üretilmesinden oluştuğu için ekonomik bir değer ifade etmediğini belirtir. Ayrıca kırsal alanda yapılan istatistiki verilerde kadınların yaptıkları işler ve ürünler yok sayılmaktadır. Kadınların çalıştıkları iş gücü daha çok evinde, tarlasında ailesinin akrabasının yanında olduğu için ücretsiz olarak çalışmakta ve “kadın kendi emeği üzerinde söz sahibi ve karar verici” olamamaktadır (Gülçubuk, 2010: 24). Bu süreçte kadının emeği karşılığında alması gereken ücretten yoksun olmakta ve ekonomik görünürlüğü olmamaktadır.

Eğitim kadının çalışma yaşamına katılımını etkileyen en önemli etkenlerden biridir (Akın, 2008: 37). Kadının statüsünün yükseltilmesi için, işgücüne katılım önemli bir faktördür. Bu nedenle işgücüne katılan kadınların maruz kaldıkları dikey ve yatay ayrımcılığın önlenmesi gerekmektedir. 2004 yılında gerçekleştirilen IV. Aile Şurası’nda kadın istihdamının geliştirilmesi için öncelikle kadın-erkek iş ayrımı ile işyerinde cinsiyete dayalı ayrımcılığın ortadan kaldırılması -özellikle kız çocuklarının mesleki eğitimine önem verilmesi- kadın girişimciliğinin desteklenmesiyle kadın istihdamını arttırma konusunda önemli adımlar atılması gerekliliği ortaya konmuştur. Bunun yanında kadınların kamusal alanda ‘düşünce, üretim ve karar alma’ süreçlerine katılmaları önündeki engeller kaldırılarak, kimlik bilinci geliştirilesi konusunda destekleyici çalışmalar yapılması gerekliliği ortaya çıkmıştır (Cömertler, 2004: 75). Son yıllarda bu alanda hem devlet eliyle hem de sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla ulusal ve uluslararası alanda çalışmalar yapılmaktadır.

Şener, Türkiye’de kadın istihdamının belirli özellikleri içerdiğini belirtmektedir. İşgücüne katılım düşük düzeyde olmakla birlikte, göçle birlikte şehre gelen kadınların istihdam dışında kalmaları, eğitim olanaklarından faydalanamayan kadınların düşük ücretli işlerde çalışmaları, ev içinde ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaları bunun yanına kayıt dışı sektörde ve asgari ücretin altında, sigortasız çalıştığı görülmektedir (Şener, 2009: 6). Türkiye’de kadın-erkek eşitliği yasalarla

(22)

12

güvence altına alınmış olmasına rağmen kamusal yaşamda tam anlamıyla uygulanamamaktadır (Akın, 2008: 46). Yasalarla güvence altına alınan haklar, kamusal alanda özümsenmediği sürece uygulamaya geçilememektedir.

Geray’a göre toplum kalkınması şu şekilde gerçekleşmektedir: ‘Kırsal ve kentsel yerel toplulukların toplumsal, ekonomik, ekinsel sorunlarını çözmek amacıyla girişkenliği ele alarak yerel güçlerini birleştirilmesi, öz güçlerini ortaya koyması olanaklarının elvermemesi durumunda giriştiği bu gönüllü çabaların devletçe desteklenmesi ilkesi çerçevesinde bir dayanışma, özünde yardım ve karşılıklı yardımlaşma süreci’dir (Geray, 2001: 10). Geray burada toplumsal kalkınmanın önce yerel toplulukların çabası olması gerektiğini, yerel toplulukların gücünün yetmediği yerlerde ise devletin olacağını belirtir. Fakat ülkemizdeki sosyal kalkınma örneklerinin büyük bir kısmı devlet eliyle başlatılmakta, devlet ya da yerelin katkılarıyla sürdürülmektedir.

DPT’nin hazırladığı VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı çerçevesinde kırsal ve kentsel nüfus artışları öngörülerine dayanılarak hazırladığı rapora göre kent planlaması yapılarak altyapı çalışmalarının planlanması, yaşam kalitesini arttırılması, konut ve altyapıya önem vererek gecekondulaşmayı engellenmesi, kentin mimari tarzının korunması yönünde çalışmalar yapılması gerekliliği vurgulanmıştır. Bunun için kente göç eden nüfusun kentlileşme sürecinde yaşayacakları problemlerin en asgari düzeye indirilmesi için Kamu Kurum ve Kuruluşları ile STK’ların kente uyum aşamasında programlar hazırlayarak bu sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesine katkı sunmaları yer almıştır (Erkan, 2002: 95-98). Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı 2012-2016 Ulusal Eylem Planında kadının özelliklede kırsal alandaki kadının yoksulluğunun en aza indirilmesi/ortadan kaldırılması için kısa vadeli çözümler yerine, yapısal, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini azaltıcı uzun vadeli politikaların üretilmesi ve yaygınlaştırılması konusu gündeme gelmiştir. Kadınların eğitime teşvik edilmesi, okuma- yazma oranının artmasında önemli rol oynadığı belirtilerek, kadınların bilinçlendirilmesi gerekliliği vurgulanmıştır (Eylem Planı, 2012: 9). Bunun yanında sadece kırsal alanda değil şehirlerin periferinde yaşayan, kırsal alandan yeni göç etmiş ya da daha önceden şehre gelmiş fakat adaptasyon sağlayamamış bölgelerdeki kadınlar da aynı kaderi paylaşmaktadır.

(23)

13 1.3.Kalkınmada Kadının Yeri ve Önemi

Salman, cinsiyete dayalı ayrımcılığın temelinde kadınların, medeni durumuna bakılmaksızın kadın ve erkek eşitliğine dayalı sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel alanda temel hak ve özgürlüklerin tanınmaması, kullanılamaması ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen durumların/süreçlerin tümü olarak ifade etmektedir (Salman, 2007: 21). Ayrımcılık kadınların sosyal alandan soyutlarken var olan haklarını kullanmasını engellemektedir. Bunun bir yansıması olarak kalkınma programlarında kadınlarla erkekler eşit oranda yararlanamadığı görülmektedir.

Kadın yoksulluğu bir gelir yoksulluğunun yanında toplumsal hayata katılamama ve dışlanmayı da beraberinde getirmektedir. Bradshaw ve Linnerkar’ın da ifade ettiği gibi, kadın ve erkek arasında var olan yapısal eşitsizliklere bir de yoksulluk eklendiğinde kadın yoksulluğu çok boyutlu bir sorun haline gelmektedir. Kadın yoksulluğunun ortadan kaldırılması ya da azaltılmasına yönelik farklı teorik yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi ekonomik kalkınmanın yoksulluğu azaltacağı görüşü; diğeri, ekonomik büyüme ile birlikte istihdam artışının yoksulluğu azaltmada etkili olmadığı görüşüdür. Bir başka görüş ise cinsiyet eşitliğinin ekonomik kalkınmayla eşleştirilmesi (aynı tutulması) hane içinde bir kaynak oluşturulmasıyla sağlanacak sosyal refah ortamının yoksulluğun azaltılabileceği görüşüdür (Şener, 2009: 2-3). Kadın girişimciliğinin desteklenmesiyle kadının, sadece ekonomik alanda değil sosyal, kültürel ve yasal anlamda da güçlenmesine katkıda bulunmaktadır. Kadın girişimciliğinin toplumun tüm kesimleri tarafından desteklenmesiyle işgücü piyasasında kadınların geleneksel rollerinden sıyrılmaları, kadın emeğinin iş gücü piyasasında var olması açısından önemlidir. Gelişmekte olan ülkeler düzeyinde yer alan Türkiye’nin sosyal, kültürel ve ekonomik alanda kalkınması ve özellikle bölgesel kalkınma için bu önemlidir (Fazlıoğlu, 2007: 5). Bu alanda çalışmalar yapılarak kadın girişimciliğini destekleyici programların oluşturulması yönünde çalışmalar yapılmaktadır.

Kent kamusal alanı tasvir eder ve bütün kurumlar üzerinde etkilidir. Aile ve aileye bağlı unsurlar üzerinde de etkili olan kent, kadının dönüşümünde de etkili olmuştur (Aydın, 2011: 244). Kırsal alanda kız çocukları annelerinin kaderini yaşamaktadır. Eğitime olan olumsuz bakış açısı, erken yaşta evlilik, töreler ve

(24)

14

çevrenin de etkisiyle kırsal alanda okullaşmayı olumsuz yönde etkilemektedir (Fazlıoğlu, 2003: 12). Ekonomik faaliyetlerde eşitsizlik yüzünden haksızlıklara uğrayan kadınlar daha çok kayıt dışı sektörlerde, geçici işçi, aile işçisi olarak çalışmakta, ayrıca ücret ve görevlendirmelerde de ayrımcılığa uğramaktadırlar. 2008 verilerin göre dünyada nüfusunun %50 sinden fazlasını oluşturan kadınlar, iş saatlerinin %66’sını doldurmalarına rağmen dünya gelirinin sadece %10’a sahip olmaktadırlar (Akın, 2008: 26). Bu durum da kadınlar ile erkekler arasındaki eşitsizliği gözler önüne sermektedir. Kırsal alandaki kadın aile geçimine katkısı yoğun olmakla birlikte şehirleşme süreciyle kadın, hem aile üretim birimi olmaktan çıkmış hem de üretim merkezinin dışına itilmiştir (Tekin, 2014: 323-324). Böylece kadın sosyal alandan uzaklaşmış ve kendini ev içine hapsetmiştir.

1960 döneminde kadın haklarına ilişkin konular esas olarak insan hakları içinde görülüyordu:

“Her ne kadar 1946’da Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonu kurulmuş ise de bu komisyon işlerlik kazanamamış, bu nedenle, Birinci Kalkınma On Yılı (1961-1970) çalışmalarında cinsiyet farklılaşması hiçbir biçimde dikkate alınmamıştır” (Milletlerarası Sözleşmeler, 2003). Serdaroğlu ve Yavuz’un da belirttiği gibi özellikle 1960’lı yılların başındaki feminizm dalgası ile kadın sanayinin dışında tutulması gerektiği savunulurken, koruyucu kadın kimliklerinin inşası ve kadının evdeki var olan durumunu onaylayan/olumlayan ideolojik temeller üzerine inşa edildiğini belirtirler (Serdaroğlu ve Yavuz, 2008: 124). Bazı araştırmacılara göre ekonomik koşulların hayat standartlarını zorlaştırmasıyla toplumsal yapıda kadın-erkek rollerinin değiştiğini, belirtirken, bazı araştırmacılar da ataerkil yapısının değişmediğini, sadece kadın emeğinin sömürüldüğünü belirtmişlerdir (Cömertler, 2004: 65).

BM Kadının Statüsü Komisyonu tarafından 1970 yılında düzenlenen 1. Dünya Kadın Konferansı’nın yapılmasının amacı eşitlikçi, barış ve kalkınma üzerine alınan kararlardan oluşur. Kadının bölgesel ve ulusal alanda statüsünün yükseltilmesi, cinsiyet ayrımcılığının önlenmesi, toplumsal kalkınmada kadına eşit haklar tanınması konuları görüşülmüş ve 1975-1980 yılları arası “Kadının İlerlemesi On Yılı” ilan edilmiştir. Bu konferanstan sonra kadınların statüsünün iyileştirilesi yolunda birimler açılarak uzmanlar istihdam edilmiştir. BM tarafından 1975’te Mexico City’de, 1980

(25)

15

yılında Kopenhag’da ikincisi ve 1985 yılına ise Nairobi’de 3. Dünya Konferansı düzenlendi. Birleşmiş Milletlerin sembolik olarak düzenlediği bu konferansları kalkınmanın kadın açısından da değerlendirilmesini açısından önemli adımlar atılması yönünden önem arz etmektedir. Pekin’de düzenlenen 4. Dünya Kadın Konferansı 1995 yılında düzenlenerek kadın-erkek eşitliği üzerinde çalışmalar yapılması konusunda karar alınmıştır. Bu konferansın uygulanabilirliğinin denetlenmesi, karşılaşılan sorunlar ve konferansta alınan kararların uygulanmasını ele almak için New York’ta “Kadın 2000: 21. Yüzyıl için Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kalkınma ve Barış, Pekin +5” konferansı düzenlendi. 2000 yılında ise BM, IMF, Dünya Bankası ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından “Milenyum Kalkınma Hedefleri” deklarasyonu ilan edildi. Bu deklarasyonda 2015 yılında “ toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlendirilmesini desteklemek” hedefine ulaşılması konusunda Birleşmiş Milletlere üye ülkelerin tamamı tarafından kabul edilmiştir (Serdaroğlu ve Yavuz, 2008: 127-154). Viyana Deklarasyonu ve Eylem Programının 1. Bölümü 18. Paragrafına göre; “kadın ve kız çocukları insan hakları, evrensel insan haklarının ayrılmaz bir parçasıdır. Kadınların, ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeyde siyasi, sivil, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşama eşit ve tam katılımı; cinsiyete dayalı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması, uluslararası toplumun birincil hedefidir” şeklinde yer almaktadır. Ayrıca ICPD Eylem Planında “toplumsal cinsiyet eşitliği ve toplumsal cinsiyette hakkaniyet sağlamak için çalışmalar yürütülmesi, kadına yönelik her türlü şiddet biçiminin önlenmesi, kadının kendi doğurganlığı hakkında söz sahibi olmasının sağlanması nüfus ve kalkınmayla ilgili programların temel hedefidir” maddesi yer almaktadır (Akın, 2008: 25). Son yıllarda kalkınma bakış açısında değişiklikler meydana gelmiştir. Kalkınma artık “kadın bakış açısı” çerçevesinde irdelenmektedir (Serdaroğlu ve Yavuz, 2008: 123). Bu alanda kadının yoksullaşması kavramının kalkınma literatüründe yer alması etkili olmuştur.

Sosyal Kalkınmanın ilk örneklerinden birisi olan Köy Enstitüleri, toplum merkezli eğitim çerçevesinde, sosyal kalkınmanın eğitim ile ilgili boyutunu oluşturan kalkınma odaklı hareket olarak tasvir edilmektedir. ‘Kamu destekli imece’ olarak adlandırılan köy enstitüleri, öğretmen yetiştirerek halkın eğitim seviyesini yükseltmek, tarım, sanat ve teknik konularda köylülere örnek teşkil eden çalışmalar

(26)

16

yapmak, üretimin arttırılmasını sağlamak görevlerini üstlenmektedir (Geray, 2001: 11). Enstitülerin en önemli özelliği köylülere, köy hayatını kolaylaştıran, bunun yanında da çağın gerisinde kalmalarını engelleyen eğitim programları yaparak, köy yaşamının canlandırılması ve köy halkının huzurlu, mutlu ve üretken olmalarını katkıda bulunmaya çalışmıştır.

Kırsal alanda kadının emek yoğunluğu sadece tarım alanında kalmamakta, hane içinde de devam etmektedir. Ücretsiz aile işçisi olan kadın ve genç kızlar hane içi ağır iş yüküyle karşı karşıyadır. Ev içi işlerin yanı sıra, tarla, bahçe, odun taşıma, hayvan bakımı gibi işleri de yapmaktadırlar. Fazlıoğlu’nun da ifadesiyle kentte yaşayan kadının iş yükü hafifletilmiş ve emeğinin karşılığını parasal olarak almaktadır (Fazlıoğlu, 2003: 8). Kırsal alanda kadının güçlendirilmesi için kadının cinsiyet temelli eşitsizliklerin ortadan kaldırılarak yoksulluk, eğitim, sağlık, tarımsal üretim, girişimcilik, pazarlama, örgütlenme, sosyal güvenlik gibi birçok alandaki sorunların çözülmesi gerekmektedir. Özellikle kırsal alandaki kadınların temel hak ve özgürlüklerini güçlendirici çalışmalar yapılarak kadınların toplumsal hayata entegre edilmesi sürecindeki engeller kaldırılmalıdır (Eylem Planı, 2012: 9). 1990’lı yıllarda ana akımlaştırma -yani bu genel ilkeden hareket- önem kazanmış (Serdaroğlu ve Yavuz, 2008: 151) ve Türkiye’nin de taraf olduğu BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’sinin 2. Maddesi gereğince “Bu Sözleşme'ye Taraf Devletler, bu Sözleşme'de belirtilen hakların ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka fikir, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum ya da başka bir statü bakımından herhangi bir ayrım gözetilmeksizin uygulanmasını taahhüt ederler.”3. Maddesinde ise “Bu Sözleşme'ye Taraf Devletler, bu Sözleşme'de belirtilen bütün ekonomik, sosyal ve kültürel hakları kullanmada kadınlarla erkeklere eşit hak sağlamakla yükümlüdürler”, diyerek Türkiye Cumhuriyeti kadın ve erkek eşitliğini sağlayacağını uluslararası hükümlerle tasdik etmiştir (Milletlerarası Sözleşmeler, 2003: 2-3).

Kırsal kalkınma Fazlıoğlu’nun değimiyle “kırsal alandaki insanın yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve ekonomik, sosyal, çevresel/ekolojik durumun katılımcılık temelinde iyileştirilmesi süreci” olarak tanımlamaktadır. Kırsal kalkınma toplumun bütün kesimlerinin kalkınmasıyla gerçekleşmektedir (Fazlıoğlu, 2003: 1). Kırsal alanda özellikle kadınların ve genç kızların dezavantajlı bir konuma sahip olduğu

(27)

17

kırsal alanı kapsayan araştırmalarda göze çarpmaktadır. Kırsalda yaşayan kadınlar ile kentlerin periferinde yaşayan kadınlar ile kentte yaşayan kadınlar arasında fırsat ve erişim konusunda eşitsizlikler vardır. Kırsal Alanda Kadının Güçlendirilmesi Ulusal Eylem Planı verilerine göre dünya geneli yoksulluk verilerinde her 10 kişiden 7’sini kadınlar oluşturmaktadır. Bu nedenle kalkınmada kadının geri plana itilmemesi gerekmektedir. Kırsal alanda yoksulluğun en asgari düzeye indirilmesiyle sadece kadınların değil, yaşlılar, işsizler, düşük ücretliler, mevsimlik tarım işçileri, hasta ve engelliler, topraksızlar ve küçük toprak sahipleri ve yalnız yaşayanlarında makro düzeyde yapısal, toplumsal alandaki problemlerin giderilmesi ve refah düzeyi arttırıcı politikalar geliştirilmesi ve uygulanması açısından önem arz etmektedir. (Eylem Planı, 2012: 9-34). Sağlık olanakları açısından da kırsal ve kentsel alanlarda önemli fırsat ve erişim eşitsizlikleri bulunmaktadır. Bu durum, kırsal alandaki kadının toplum ve özel yaşamın tüm alanlarına aktif katılımda bulunmasını bile etkileyebilmektedir.

Türkiye’de kırsal alandaki üretimin % 50’sini kadınlar gerçekleştirmektedir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de makineleşme ve bunun getirisi olan köyden kente göç ile birlikte statüsü ve maaşı yüksek işlerde erkekler çalışırken, statüsü ve maaşı düşük, emek yoğunluğu fazla olan işler kadınlar tarafından yapılmaktadır. Bunun yanında söz konusu rapora göre kadınların emek yoğunluğu hane içinde de artarak devam etmektedir (Eylem Planı, 2012: 10). Akduran’a göre, kadınlar daha çok ‘anne’ rolüyle tanımlanmakta, fakat ücretli çalışan erkeklerin eşi olması nedeniyle kamusal alanda ‘vatandaş’ haklarından tamamen yararlanamamaktadır. Ev içi işlere hapsedilen kadın, sosyal politikaların oluşumu sürecinde kadın politikanın şekillenmesinde etkili olmasına rağmen uygulamada bu kendini göstermemekte ev içinde ve kamusal alanda görünmez olarak tasvir edilmektedir (Akduran, 2012: 69).

Köyden kente göç etmiş ve şehrin periferinde yaşamlarını sürdürmekte olan insanlar kent hayatına adapte olma sürecinde birçok sorunla karşı karşıya gelmektedirler. Göç eden bireyler kentte iş bulmada güçlük çekmektedir. İş bulabilenler ise niteliksiz olmaları sonucu kayıt dışı sektörlerde çalışmaktadır. Kadınlar için ise durum biraz daha sıkıntılıdır. Kırda ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadın iş gücünden çıkmaktadır. Madenoğlu, bu durumu kadının sosyal dışlanma riskiyle karşı karşıya kalması nedeni olduğunu söyler. Ayrıca bu durum ‘yoksulluğun

(28)

18

yeniden üretildiği bir ortamı oluşturmaktadır’ şeklinde durumu özetlemektedir (Madenoğlu, 2007: 71). Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından hazırlanan Kırsal Alanda Kadının Güçlendirilmesi Ulusal Eylem Planı raporuna göre eğitim, sağlığı ve yoksulluğu belirleyen en önemli temel unsurlardan birisidir. Özellikle kadın eğitiminin arttırılması aile içi yoksulluk, sağlık ve beslenme konularında önemli ilerlemeler sağlamaktadır (Eylem Planı, 2012: 34). Kalkınma programlarında bu konuya ağırlık verilerek sosyal kalkınma sürecinde ilerlenmesi planlanmaktadır.

Kırsal kalkınma yine, Fazlıoğlu’nun deyimiyle “kırsal alandaki insanın yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve ekonomik, sosyal, çevresel/ekolojik durumun katılımcılık temelinde iyileştirilme sürecidir. Kırsal kalkınma toplumun bütün kesiminin katılımıyla gerçekleşecek bir kalkınma programı olduğuna dikkat çekmektedir. Ataerkil toplumlarının genelinde cinsiyet ayrımı ağır basmaktadır. Bu nedenle kadınlar geri plana itilmekte, yapılacak reformların erkek bakış açısı ile yapılmasıyla toplumsal alanda kadınların sosyal hak ve hürriyetlerden kısıtlı faydalanması ya da faydalanamamasına neden olmaktadır. Kalkınma programları Fazlıoğlu’nun tanımı ile ‘erkekler için en iyi olanı kadınlar için de iyidir anlayışı’ ile yapılmakta ve kadın rolü üzerinde durulmamaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde cinsiyet farklılaşması giderek artmakta ve kadının toplumsal kalkınmadaki rolü önemsenmektedir (Fazlıoğlu, 2003: 1-6). Bunun yanında kadın toplum içerisinde var olma mücadelesi vermekte, daha önceden kendisine verilen ve hukuken teminat altına alınmış olan haklarını kültürel ve bölgesel farklılıklar nedeniyle kullanamamaktadır. Yapılan reformlarda kadınlara verilen haklar, daha sonraki dönemlerde bunların toplumsal değişme ile hukuki değişmenin paralel gidememesinden dolayı ortaya çıkan boşlukta kalmaktadır. Verilen hakların sanki bir lütuf verilmiş gibi kadınlara törenlerle geri verilmesindeki uygulama sosyolojik anlamda toplumsal yapı ile hukuki düzenlemelerin oluşturduğu boşluğu işaret etmektedir. Topyekûn toplumsal kalkınmanın önündeki en önemli engellerden birisi kırsalın kent arasında uçurumdur. Diğeri ise kalkınmaya kadınların dâhil edilmemesidir. Bu süreçler tamamlandığında topyekûn toplumsal kalkınmanın gerçekleştirilmesi önündeki engel kaldırılmış olacaktır.

(29)

19 1.4.GAP (Güney Doğu Anadolu Projesi)

Türkiye’nin sahip olduğu akarsu kaynaklarından yararlanma fikri olarak ortaya çıkan ve 1977 yılında da Güney Doğu Anadolu Projesi olarak adlandırılan, Fırat - Dicle Havzası’ndaki geniş ovalardan oluşan Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ni (Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak) kapsamaktadır. Ülkemizin toplam yüzölçümünün %9,7'sini, sulanabilir 8,5 milyon hektar arazinin de %20’si bu bölgede yer almaktadır. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), Cumhuriyet tarihimizin en kapsamlı ve maliyetli projesi olarak adlandırılmaktadır. GAP, bölgesel kalkınma programları arasında en etkin ve alan olarak geniş bir alana uygulanması açısından önemli bir projedir. Ayrıca bu proje sürdürülebilir bölgesel kalkınma ve insani gelişme açısından uluslararası alanda marka değeri olmuştur. GAP, 1970’lerde su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesine dayalı bir program olarak ele alınarak, DSİ tarafından Fırat-Dicle Havzası’nda sulama ve hidroelektrik enerji üretimine yönelik 22 baraj, 19 hidroelektrik santrali ile 1,8 milyon ha alanda sulama yatırımının yapılması olarak planlanmıştır. Ayrıca yılda 27 milyar kilovat-saat enerji üretiminin de bu hidroelektrik santrallerinden üretilmesi öngörülmüştür. 1989 yılında kadar bu amaçlarla sürdürülen Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), 1989 yılında hazırlanan Master Plan ile çok sektörlü (tarım, sanayi, ulaştırma, eğitim, sağlık, kırsal ve kentsel altyapı yatırımları) bölgesel kalkınma projesine dönüştürülerek sürdürülebilir sosyo-ekonomik kalkınma planlanmıştır. Bu amaçla 6 Kasım 1989 tarih ve 388 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile GAP Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilatı kurulmuştur. Projenin uygulanması, izleme ve değerlendirmesinin bir bütün içinde ele alınması ve bölgesel kalkınmanın hızlı bir şekilde sürdürülmesi esas alınmıştır. Bu alandaki yatırımların hem kamu hem özel sektör hem de halkın katılımı sağlanmıştır. 1998 yılında çıkan Bakanlar Kurulu kararı ile GAP bölgesinde yer alan bütün yatırımların 2010 yılına kadar tamamlanarak GAP İdaresi Başkanlığı’na devredilmesi kararı alınmıştır. 2013 yılında ise GAP Eylem Planı uygulamaları ile GAP programı tamamlanmış, fakat sürdürülebilir insani ve sosyal gelişmelerle birlikte Bölgesel kalkınma süreci tamamlanamadığı için devam kararı alınmıştır (www.gap.gov.tr, 29.07.2015). Bu

(30)

20

nedenle GAP Eylem Planı 2014-2018 hazırlanarak bu sürecin tamamlanması yönünde yapılacak olan çalışmalar netleştirilmiştir.

GAP, barajlarla birlikte suya kavuşan halkın sosyal ve ekonomik alanda da yaşam kalitesini ve gelir düzeyini amaçlayan Türkiye’nin geleceği açısından önemli bir projedir. GAP’ın nihai hedefi olarak bölge insanının hayati standartlarını ve gelir düzeyini yükseltmek, bölgesel sosyal farkların ortadan kaldırılarak toplumsal kalkınmanın sağlanması eşitlik ve refah düzeyinin yaygınlaştırılmasını toplumsal katılımla gerçekleştirerek, sürdürülebilir kalkınmanın geçekleşmesinde olumlu katkılar sunmuştur (Fazlıoğlu ve Tuğrul, 1999: 580). Toprak, su ve insan kaynaklarının geliştirilerek bölgenin diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının azaltılması ya da ortadan kaldırılmasının yanında GAP, bölgede sürdürülebilir insani gelişmeyi sağlamak için çeşitli çalışmalar yapılmaktadır (Sosyoloji Derneği, 2010: viii).

GAP’ın temel kalkınma prensibi olarak “entegre bölgesel kalkınma, sürdürülebilir kalkınma ve insani gelişme yaklaşımını” önemsemektedir (Fazlıoğlu ve Tuğrul, 1999: 580). Bölgesel kalkınma projesi olan GAP’ın kapsamı, hedefi, uygulama tarzı, uygulandığı bölgenin beşeri, sosyo/kültürel özellikleri açısından ve bölgeye 1990’lı yılların ortasından itibaren kattığı avantajlar açısından önem arz etmektedir. GAP’ın uygulanabilir ve sürdürülebilir özellikte olması nedeniyle, GAP Bölgesinin sahip olduğu kaynakları değerlendirerek bu yörede yaşayan insanların gelir ve yaşam kalitesinin yükseltilmesine, bölgeler arası farklılıkların giderilmesi ve ulusal kalkınmaya katkısı açısından önemli bir projedir (Sosyoloji Derneği, 2010: xxx). Kadınların toplumsal hayattaki refah düzeylerini yükseltmede sadece mali olarak değil, sosyal, kültürel ve hukuki süreçte de kadınların desteklenmesi gerekmektedir.

Aydemir, topluluğun, kimlik ve aidiyet gibi temel gereksinimleri karşılamada ve toplumsal kimliğin inşa edilmesinde önemli rol oynadığını belirtir. Kolektif bir kimlik olan topluluk kim olduğumuz hakkında bilgi vermektedir (Aydemir, 2011: 91). Özellikle geleneksel kültürün toplum üzerindeki hâkimiyeti dikkate alındığında Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde bir gruba, topluluğa aidiyetlik (aitlik) önem arz etmektedir. Akraba, aşiret, soy tanımları geniş yer tutmakla birlikte, kırdan kente geçiş sürecinde bu bağlar esnekleşmekte fakat yok olmamaktadır.

(31)

21

Bauman’ın ‘evrensel yabancılık’ tanımı ile kalabalıklar ve fiziki yakınlıkların kişiyi yalnızlaştırdığını ve kent hayatında bu sürecin daha etkili olduğunu belirtir. Kentte etkin olan mantık ve para kentlerin baskın özellikleri olmaktadır. Kente göç eden bireyler, aileler aidiyet duygusu ile yabancı oldukları mekânlarla yakın ilişkiler kurmak istemekte fakat sahte ve yüzeysellik içeren kent insanların bu süreci problemli karşılamalarına neden olmaktadır (Alver, 2012: 13). GAP Bölgesinin genel özellikleri kişiler arası ilişkiler ve davranışlar birey düzeyinde değil ait olduğu (topluluk, aşiret, soy, akraba, köy, aile) düzeyinde olmaktadır. Aidiyetin ağır bastığı kırsal toplumun yapısı gereği kendi içindeki özgün davranış biçimleri, inançları denetim mekanizması görevi görmektedir. Toplum içindeki bu denetim mekanizması gelişmeye/değişmeye karşı bazen avantaj sağlayacağı gibi bazen de dezavantaj olmaktadır. Bölgenin kırsal alanlarının büyük bir kısmında içe dönük toplumsal ve kültürel yapıdan kaynaklanan, yarı kapalı ekonomik yapının en büyük sonucu, geleneksel kültürün ve toplumsal kurumların değişimine karşı korunarak günümüze kadar gelmesine yol açmıştır. Bu yapı ulaşım ve iletişim kaynaklarının gelişmesiyle kırılarak yavaş yavaş çözülmektedir (GAP Sosyal Eylem Planı, 1999: 4-5). Bu çözülmeyi doğru analiz edilmesi sürecin, kalkınma açısından olumlu sonuçlar vermesine yardımcı olacaktır.

2010 yılında yapılan ‘Bölgesel Kalkınmanın Can Suyu: GAP’ araştırması sonuçlarına göre GAP bölgesinde yapısal özelliklerden kaynaklanan ve kalkınma sürecini etkileyen engeller bulunmaktadır. Bunlar; kır hayatında bulunan içe kapanık durumun kent hayatında da olması -bölgenin geçmişinden getirdiği- üretim ilişkilerini ve toplumsal örgütlenmeden kaynaklanan feodal ilişkilerle iç içe olması ve buna bağlılığın üst seviyede olması durumu ve bölgenin iç durumundan kaynaklanan ve kontrolsüz bir şekilde gerçekleşen göçtür. Bununla birlikte, doğuda olan insan erozyonu ile nitelikli/niteliksiz işgücünü batıya göndermesi, sermaye sıkıntısında ağaya/şeyhe bağlı kalınmasıyla birlikte 1950’li yıllardan itibaren doğuda kazanılan sermayenin batıya yönünü çevirerek batıda gelişim göstermesi ve sermayenin batıda kalması, doğu kökenli iş adamlarının kendi şehirlerine yatırım yapmamaları gibi pek çok neden de bu durumun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesin diğer bölgelere oranla ekonomik, toplumsal ve coğrafi nedenlerden kaynaklanan farklılıklar nedeniyle diğer bölgelere arasında gelişmişlik

(32)

22

farklılıkları vardır. Kalkınma perspektifinden bakıldığında kalkınmada öncelikli yörelerin en çok olduğu yerler Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki illeri kapsayan yörelerdir. Buralarda yapılan projeler ayrı bir önem taşımaktadır (Sosyoloji Derneği, 2010: xxix- 9). Su ile birlikte bölgeye gelen ekonomik anlamdaki kalkınmanın sosyal alanda da etkisini gösterecek çalışmalarla birlikte bölgesel ve ulusal kalkınmanın gerçekleştirilmesine katkı sağlayacaktır.

1.4.1.GAP Bölgesi’nde Yoksulluk ve Kalkınma

Kentleşme toplum yapısındaki bütün değişimleri etkilemektedir. Yaşam alanları, yaşam biçimleri, sosyal çevreleri, kültürel değerleri vb. etkilemektedir. Kent yaşamı bireylerin davranışları üzerinde belirgin etkiler bırakmaktadır. Rüstem Erkan’ın da ifade ettiği gibi ‘kentleşme ile birlikte, kırsal kesimdeki alışkanlık biçimleri çözülüp, yerini yeni alışkanlık biçimleri almıştır’ (Erkan, 2002: 227-234).

GAP Can Suyu Araştırmasına göre Güneydoğu Anadolu Bölgesinin ekonomik ve toplumsal dengesizliklerinden kaynaklanan geri kalmışlık sorunu vardır. GAP bölgesinde yaygın olan aşiret sistemi bireysel davranışların önünü kesmekte ve ait oldukları aşiret, grup ya da aile ile özdeşleştirilmektedir. Bu nedenle ait olduğu topluluğun ritüelleri çerçevesinde hareket etmektedirler. GAP Bölgesinde kentleşme ve nüfus artışının yanı sıra kırdan kente göç ve diğer bölgelerden aldığı göçün etkisiyle kentteki ekonomik yaşam uzmanlaşma temelinde bir toplumsal tabakalaşma olmasına engel olmuştur. Çünkü kır yaşamında daha çok el emeğine dayalı işlerle uğraşılmaktadır. Bu nedenle kente göç edilen bireylerde uzmanlaşmaya rastlanmamıştır (Sosyoloji Derneği, 2010: xxx). Böylece kentte yapılacak işler daha çok niteliksiz iş statüsünde olan sektörler üzerinde yoğunlaşmıştır.

Rüstem Erkan’a göre Merton ve Parsons’un anomi teorisi Türkiye’deki kentleşmeye uymaktadır. Merton’a göre anomiler ‘her türlü aşırılıklar ortamı olan kentler ve özellikle metropollerde kitle iletişimi ve onun uyardığı özlemler, sosyal yapı ve kültürel yapı arasındaki kopukluğun artmasında temel etkenlerden en önemlisidir’. Burada bireyin istek ve arzuları olanaksızdır. Kırsal alandan kente göç eden bireyler daha iyi bir yaşam alanı, çalışma imkânı, sağlık, sosyal, kültürel alanda daha iyi şartlara özlem duyulmaktadır. Şehrin bu göçü karşılayacak altyapı

(33)

23

olanaklarına sahip olmadığı için ‘anomik kentleşme’ yaşanmaktadır. Ne tam bir kentli olabilmiş ne de kırsaldan kurtulabilmiştir. Erkan, bu durum sonunda anomi ve yabancılaşma yaşandığını belirtmektedir (Erkan, 2002: 24- 25). Keleş ise kırdan kente göç etmiş aileler ile kentte yaşayan aileler arasındaki farklılıklara dikkat çeker. Bu farklılıklar üretim ve tüketim harcamalarından kaynaklanmaktadır (Keleş, 1993: 78). GAP Bölgesinde toplumsal değişimi etkileyen etkenlerden biri olan zorunlu göç ve yeniden yerleştirme çalışmaları olmuştur. Bu değişim, toplumsal, kültürel ve ekonomik açıdan toplumsal yapı üzerinde etkiler bırakmaktadır. 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye’deki ‘en büyük entegre bölgesel kalkınma projesi olan GAP’ kırsal alandaki zorunlu yada kendi isteğiyle göç eden inşaların yerleştikleri yerlerdeki topluma adapte olmaları açısında çalışmalar yapmaktadır (Sosyoloji Derneği, 1994: 9). Özellikle gecekondu bölgeleri kentlileşme sürecinde tampon bölge görevini üstlenmektedir. Kent ile arasındaki iletişimi sağlarken köy ile bağlantılarını devam ettirmesi açısından önemlidir. Gecekondular kentleşme sürecinde geçici olgu açısından önem arz etmekle birlikte bireylerin gecekondu yaşamına alışıp benimsemesi kent ile kır hayatı arasına sıkışıp kalmalarına neden olur (Erkan, 2002: 128). GAP ile birlikte bölgede uygulanmaya başlayan projelerde insan faktörü göz ardı edilmiştir. Toplumsal kalkınmanın olmazsa olmazı insan olmadan (kalkınmadan) toplumsal kalkınma tam olarak gerçekleştirilemez (Sosyoloji Derneği, 1994: 9). Bu amaçla GAP, toplumsal kalkınmanın sağlanması amacıyla ‘bilinçli ve planlı müdahale ile toplumsal yapının değişim ve gelişmesine öncülük ederek entegre bir sosyal kalkınma planlamayı amaçlamaktadır. Bu çerçevede, GAP İdaresi Başkanlığı tarafından sosyal araştırma projeleri uygulayarak bölgenin bilimsel verilere dayandırılarak GAP Bölgesinin bilimsel yöntemlerle incelenmesi yönünde çalışmalar yapılmıştır (yaptırılmıştır). Bunlar;

 GAP Bölgesi Toplumsal Değişme Eğilimleri Araştırması,  GAP Bölgesi Nüfus Hareketleri Araştırması,

 GAP Bölgesi’nde Kadının Statüsü ve Kalkınma Sürecine Entegrasyonu Araştırması,

 GAP Bölgesi Baraj Göl Aynası Altında Kalacak Yörelerde İstihdam ve Yeniden Yerleştirme Sorunları Araştırması,

Referanslar

Benzer Belgeler

Kaptanı Derya Piyale Paşa ve Meh- med Paşa ahfadından Maraş Beylerbeyi Abdullah Paşa evlâdı Vakfından, Kadı- asker Emin Efendi torunu; Rusçuk Ya­ ranı ve

Kurumların eğitim amacıyla kullanabilecekleri bina, tesis, dershane, laboratuar, atölye, yemekhane, yatakhane, kütüphane, lokal, spor ve eğlence tesisleri açısından içinde

Sağlıklı yaşama yönelik konularda Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve diğer bölgeler çok farklılaşmazken; sağlıklı beslendiğini belirten öğretmenlerin oranı bölgede

3218 sayılı kanunun amacı ise; Türkiye'de ihracat için yatırım ve üretimi artırmak, yabancı sermaye ve teknoloji girişini hızlandırmak, ekonominin girdi

aile yapısı daha yaygındır. Geniş aile oranı kentsel alana göre kırsal alanda daha yüksektir. Bölgede çekirdek aile-geniş aile ayrımdan öte, di!)er bir aile

Planlama, Programlama ve Koordinasyon Birimi’nin görevleri ise şu şeklidedir; yerel aktörlerin katılımıyla ve Ulusal Kalkınma Planı ile uyumlu olarak ajans

Şanlıurfa (URFA) istasyonunda kaydedilen depremlerin doğrudan gelen S dalgası genliklerinin, koda dalga genlikleri ile normalize edilerek, uzaklığın fonksiyonu

O yüzden gençlerin şu anda bilinçlendirilmesi ve sosyal sorumluluk sahibi olarak yetiştirilmesi demek gelecekte çok daha duyarlı nesillerin yetişmesi demek olabilir.”.