• Sonuç bulunamadı

Binaların yeniden işlevlendirilmesinde mekansal kurgunun değerlendirilmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Binaların yeniden işlevlendirilmesinde mekansal kurgunun değerlendirilmesi"

Copied!
157
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1. GİRİŞ :

Zamanın sürekliliği içerisinde, toplumlarda görülen değişim, insanların ihtiyaçlarını değiştirirken, ait oldukları zamana ve bağlama göre şekillenen mekanları, dolayısıyla yapıları da değiştirmektedir. Günümüzde yaşadığımız gelişim ve değişimin ivmesinin sürekli artması, gelecekten daha fazla şey beklememize neden olurken, öngörülerimiz hakkındaki netlik giderek azalmaktadır. Toplumlar değiştikçe yeni gereksinmeler doğmakta bu gereksinmelere uygun yeni yapılar üretilmektedir. Tamamen ihtiyaç programına göre şekillenen yapılarda dahi, değişimin hızıyla, kısa bir zaman sonra daha karmaşık, yada teknolojinin katkısıyla daha basit mekansal gereksinmeler ortaya çıkmaktadır. Bu durum mevcut yapıyı kullanım biçimini etkilemekte, bunun sonucu olarak da yapı ile ilgili tüm mimari ve mühendislik disiplinlerini zorlamaktadır. İhtiyaca cevap veremeyen yada özgün işlevini günümüze kadar sürdüremeyen yapılar, yapısal ömürlerini tamamlamadan yıkılarak, yerine yeni bir yapı yapılması sonucu kaybedilmektedir.

Orijinal işlevini kaybeden yapılar, işlevlerini kaybetseler de yapısal özelliklerini korumakta, dolayısıyla yeniden işlevlendirmeye uygun olmaktadırlar. Yeni yapıların yapılması ile birlikte, işlevsel olarak eskimiş yapıların yeni işlevler yüklenerek kullanılması ise alternatif bir yapı üretim tekniği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu üretim tekniği, yeni ihtiyaçlara göre şekillenen mekansal program ile mevcut yapının mekansal ve yapısal özelliklerinin örtüşmesine bağlı olarak şekillenmektedir.

Konunun bir diğer önemli boyutu da özellikle tarihsel birikimi olan yapılar için korumacı yaklaşımlarla yapılan çalışmaların, bu tür yapıları toplumdan uzaklaştırarak, “yaşanan” değil “izlenen” bir yapıya dönüştürmesi, bunun sonucu olarak da, yapının zamana karşı gösterdiği tavrını, donmuş bir anıta çevirmesidir. Yeniden işlevlendirme, bu tür yapıların günümüzde de kullanılabilmesine imkan

(2)

vermekte, bunun sonucu olarak da, yapıların zaman içinde dondurulmadan yaşamasını, çevresiyle etkileşim halinde olmasını sağlamaktadır.

1.1. Çalışmanın Amacı, Kapsamı ve Önemi

Mevcut binaların korunması bir lüks değil, en önemli mal varlıklarımızdan birinin iyi yönetiminin, başlıca kaynaklarımızdan birinin tutumluca kullanımıdır ve yalnızca tarihsel binaların değil tüm yapma çevrenin bir kaynak olarak kullanılması gerekmektedir (Alyvvard, 1979). Bu bakış açısına paralel bir yaklaşımla, tarihsel olarak herhangi bir değeri olsun yada olmasın, yapısal ömrünü henüz tamamlamamış her türlü yapıyı yeniden işlevlendirme kapsamında değerlendirmek, farklı yapı türlerinden geniş bir yelpazede ele alınan örnekler ile, yeniden işlevlendirme sürecinin öncesinde ve sonrasında karşılaşılan problemler ve ihtiyaçları karşılamadaki davranışları tespit etmek, yeniden işlevlendirmenin alternatif bir yapı üretim tekniği olduğunu göstermek bu tezin çıkış noktası olmuştur.

Çalışma kapsamında ilk olarak işlev tanımı ortaya konmuş, tanımlar ve yeniden kullanımı gerektiren nedenler, literatür araştırmasına dayalı olarak açıklanmıştır. Çalışma, tescilli yada tescilsiz sıradan bir yapının yapı stoku olarak değerlendirilme ve yeniden işlevlendirme sürecini ve bu sürecin alternatif bir yapı üretim tekniği olarak seçilmesinde mekansal programın şekillenişini ele almaktadır. Binaların yeniden işlevlendirilmesinde değerlendirme ve tasarımda veri olabilecek niteliklerin belirlenmesi konusu; yapıya uygun işlevin seçimi ve bileşenleri, seçilen uygun işlev sonrası yapıya yapılabilen müdahaleler çerçevesinde değerlendirilmiştir. Dünyadan ve Türkiye’den işlev dönüşümünü tamamlamış yapıların, mekansal program değişikliklerinin analizi yapılmıştır. Hangi tür yapıların yeniden işlevlendirildiği, yeniden işlevlendirme sürecinde karşılaşılan problemlere, mekansal gerekliliklerden fedakarlık yada yapıya müdahale şeklinde getirilen çözümlerin tespiti çalışmanın kapsamını oluşturmaktadır.

(3)

1.2. Çalışmada İzlenen Yöntem

Çalışmada kullanılacak olan materyali tespit etmek için sorunu ortaya koyacak olan verilerin elde edilmesi temel ilke olarak kabul edilmiştir. Sorun, değişmeyen tek şey olan değişimin, yapılara uyguladığı işlevsel dönüşüm baskısının, ele alınan örnek yapılar açısından değerlendirilmesi konusunda ortaya çıkmaktadır.

Verilerin elde edilmesi amacıyla konuyu doğrudan ya da dolaylı olarak ele alan literatür incelemesi yapılarak yazılı ve çizili kaynaklara ulaşılmıştır. Konu ile ilgili tezler, makaleler, dergiler, internet ortamı, seminerler ve bildiriler taranarak önceki araştırma ve değerlendirme çalışmalarının analizi yapılmıştır. Çalışma kapsamında incelenen yapılarda yerinde tespitler, fotoğraflar ve literatür araştırmasında bulunan diğer dokümanlardan yararlanılmıştır.

Ek olarak,

* Yapıların tarihsel ve mimari özellikleri, mevcut durumları tarama betimleme yoluyla tarihsel yöntem kullanılarak tanımlanmıştır.

* İzleme yaklaşımı ile seçilen yapılarda yaşanan süreç ve karşılaşılan sorunlar tanımlanmıştır.

* Alan çalışması sonucunda, yeniden işlevlendirilen yapılarda meydana gelen yeniden programlamanın etkileri üzerinde analizler yapılmıştır.

* Konu üzerinde geliştirilen ulusal bilinç ve politikalar, bildiriler, yasa ve yönetmelikler, Dünya ve Türkiye örnekleri açısından incelenmiştir.

* Problem alanı olan işlev dönüşümünü tamamlayan yapıların fotoğrafları çekilerek yada arşivlerden bulunarak ortaya atılan fikirleri desteklemek amacıyla kullanılmıştır.

Sonuç olarak, konunun araştırılmasında tarihsel yöntem, literatür araştırması, yerinde inceleme, betimleme, fotoğraflama yöntemlerinden yararlanılmıştır.

(4)

1.3. Literatür Çalışması

Yapılara yeni fonksiyonlar yükleme, yeniden işlevlendirme, reprogramming ile ilgili bugüne kadar farklı bakış açılarından çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar genellikle tespit nitelikli çalışmalardır. Çalışma konumuzla ilgisi açısından yapılan bu çalışmaları, anıt ve anıtsal yapılarla ilgili olanlar, tarihi çevre koruma ve restorasyonla ilgili olanlar, yeniden kullanım sorunlarıyla ilgili olanlar, sanayi yapılarının yeniden kullanımıyla ilgili olanlar, dönüşüm projeleri ile ilgili olanlar olarak sınıflandırmamız mümkündür. Araştırmayı yönlendiren ve çalışmamıza ışık tutan kaynaklar:

Ahunbay (1999), “Tarihi Çevre Koruma , Restorasyon” isimli çalışmasında koruma konusunda temel bilgiler vermiştir. Koruma düşüncesi temelden ele alınarak gelişimi ortaya konmuştur. Korunacak olan değerler ve anıt kavramı üzerinde durulmuştur. Restorasyon çalışmalarına da yer verilerek, bir restorasyon projesinin nasıl olması gerektiği ve restorasyon teknikleri açıklanmıştır. Tarihi çevre koruma kavramı ele alınarak ayrıntılı olarak incelenmiştir.

Altınoluk (l998), “Binaların Yeniden Kullanımı” isimli çalışmasında, zemin ve zaman koşulları içerisinde araştırma amacına ve mekanına uygun olarak İstanbul'daki eski yapılara ne tür bir çağdaş işlev verilebileceğini, binanın önceki işlevinin neler olduğunu, mevcut işlevin nasıl geliştirilebileceğini saptamaya çalışmıştır. Bu kaynak, işlevsel olarak eskimiş yada orijinal işlevini kaybetmiş binaların yeniden işlevlendirilmesinde kullanılabilecek bir yöntem önerisidir.

Altınoluk (l991) “Eski Yapılar Yeni Fonksiyonlar” adlı eserinde eski yapıların çağdaş kullanıma açılması ile neden ve yararlarını ele almıştır, İstanbul’dan tarihimizin önemli yapıları örnek olarak seçilmiş ve bu yapılara yapıların bulunduğu konuma, mekansal oluşumuna uygun olarak yeni fonksiyon önerilerinde bulunulmuştur.

(5)

Ardaman (1996), ”Tarihi Çevre İçindeki Binaların Yeniden Kullanımı-Galata Örneği Kente Yeniden Katılım” başlıklı doktora tezinde kentsel değişim ve gelişim süreci içerisinde tarihsel dokularda meydana gelen değişimi ve bu değişim yansımalarını ele almıştır. Örnek bölge olarak Galata ve civarı seçilerek yöntem ve model önerisinde bulunulmuştur.

Erdinç (2002), Endüstri Arkeolojisi Kapsamında İstanbul’daki 19. yy Endüstri Yapılarında İşlev Dönüşümüne Bağlı Mekan Analizi” başlıklı Yüksek Lisans tez çalışmasında endüstri devrimi, endüstri arkeolojisi kavramı ve ortaya çıkışı, işlevsel yıpranma nedenleri üzerinde tanımlamalarda bulunmuş, ülkemizdeki örnekler açısından mekan analizleri yapmıştır.

Feilden (1994), ”Conservation of Historic Buildings” adlı çalışmasında tarihi binaların genel bir tanımlamasını yapmış, yapısal yönleri, yapılarda meydana gelen malzeme ve strüktürdeki bozulmaları anlatmıştır. Koruma, korumadaki değerler, korumanın etkileri üzerinde durularak, koruma için hazırlanan prosedürlerden bahsedilmiştir. Tarihi binaların rehabilitasyonunu, rehabilitasyon planlarının oluşturulması, rehabilitasyon politikaları, yöntemleri ve uygulamalarını anlattıktan sonra, işlev dönüşümü olan binalarda esnek planlama ve modern yapı hizmetleri ile ilgili bilgiler vermiştir.

Kodak (1997), “Edirne Sarayı Restorasyonu ve Çevresi İle Birlikte İşlevlendirilmesinin Proje Planlama Yaklaşımı İle Değerlendirilmesi” başlıklı yüksek lisans tezinde tarihi yapı ve mekanların çevresi ile birlikte korunup değerlendirilmesi, değerlendirme sonucunda da sosyal, kültürel ve ekonomik boyutlarda sağlanacak faydalar konu edilmektedir. Proje planlama yöntemlerinden söz edilerek, problem alanı üzerinde uygulaması yapılmıştır.

Kuleli (1998), “Özgün İşlevini Sürdüremeyen Anıtların Yeniden Kullanımı”, başlıklı yüksek lisans tezinde, anıt kavramı, tarihi yapıların onarım ve restorasyon çalışmalarını irdelenmiş, yeniden kullanım kavramı ve yapıların yeniden kullanımında sorunlara neden olan etkenler üzerinde durmuştur.

(6)

Onur (1991), “Korunması Gerekli Mimari Anıtların Ek Yapı Tasarımında İlkeler”, başlıklı doktora tezinde, çeşitli yasa ve yönetmeliklerden yararlanarak, korunması gerekli anıt kapsamı, ek yapı tasarımında göz önüne alınması gereken hususlar ve ek yapı yapılması gereklilikleri gibi konularda değişik uygulama ve yaklaşımlardan söz etmiş, yeni alternatifler ortaya koymuştur.

Özkan (2002) “Mevcut Binaların Lüks Otellere Dönüştürülme Olanakları ve Tasarlama Yaklaşımları” başlıklı yüksek lisans tez çalışmasında mevcut bina kavramı, turizm ve turistler açısından mevcut bina yaklaşımı ve mevcut binaların yeniden değerlendirilmesinde izlenen süreçle ilgili bilgiler vermiştir.

Polat (1996). “Anadolu Selçuklu Medreselerinin Yeni Fonksiyonlar Yüklenmesi Üzerine Bir Deneme”, başlıklı yüksek lisans tez çalışmasında, koruma ve anıt kavramlarına değinmiş, anıtlardaki onarım ve restorasyon çalışmalarını irdelemiştir. İslam’da eğitim kurumları ve çalışmaya konu olan medreseler, bulundukları bölge tarihi ve mimari özellikleri ile incelenmiştir. Sonuç olarak çalışmaya konu olan medreselerin analizleri yapılarak yeni fonksiyon önerilerinde bulunulmuştur.

Soğancı (2001) “Architecture As A Palimsest: Re Fonctioning of Industrial Buildings Within The Scope of Indusrial Archaeology” başlıklı tez çalışmasında kentlilik, kamusal alan, endüstri tarihi ve endüstri mirası konularına girmiş, Endüstri binalarının yeniden programlanması ve yeniden mimarisi bağlamında İstanbul’daki 4 adet örneği incelemiştir.

Tümer (2003), “Kentsel Alanda İşlevini Yitirmiş Sanayi Tesislerinin Dönüştürülme Sürecine Yönelik Bir Model” başlıklı tez çalışmasında sanayinin tarihçesi, yeniden işlevlendirme sorunsalı, sanayi yapılarının kent içindeki bütün açısından incelenmesi, ve Tate Modern Sanatlar Galerisi ve Hasanpaşa Gazhaneleri örnekleriyle incelemiştir.

(7)

Yaldız (2003) ,“Konya’daki Medrese Yapılarının Yeniden Kullanım Koşullarına Göre Değerlendirilmesi” başlıklı yüksek lisans tez çalışmasında koruma ve anıt kavramlarına değinmiş, yapıya yapılabilecek müdahaleleri sınıflandırmış ve medrese yapıları ile Konya’daki medrese yapılarını yeniden kullanım koşullarına göre değerlendirmiştir.

Yıldırım (1999), “Anıtsal Binalardaki İşlev Değişikliklerinden Doğacak Müdahalelerin Yapısal Çevresel Olarak İncelenmesi ve Ayazağa Kasırları Örneği”, başlıklı yüksek lisans tez çalışmasında, anıtın tanımı, sınıflandırılması, anıtların yıpranmana nedenleri anlatılmıştır. Anıtsal yapılardaki işlev değişikliği sonucu ortaya çıkan yıpranmalar, yapıya yapılabilecek müdahaleler konusu ele alınmış ve örnek alan çalışmasıyla değerlendirilme yapılmıştır.

Yüce (1981), “Medrese Yapıları ve Koruma İlkeleri Doğrultusunda Çağdaş Yaşam İçindeki İşlevleri” konulu doktora tez çalışmasında; anıtların korunması kavramı ve koruma yöntemlerine göre medrese yapılarının, çağdaş yaşam içerisinde değerlendirilmeleri ve etkin yaşatma zorunluluğu irdelemiştir. Etkin yaşatma uygulamasında, medrese yapılarına verilecek yeni işlevlerin niteliğini belirleyecek çalışmalar yapılıp yeni önerilerde bulunulmuştur.

Tezin kapsamında, yeniden kullanım kavramlarıyla ilgili olarak; Ahunbay (1999), Ardaman (1996), Altınoluk (1998), Altınoluk (1991), Erdinç (2002), Kuleli (1998), Onur (1991), Yıldırım (1999); medrese, medrese mimarisi ve Anadolu'daki medrese yapılarıyla ilgili olarak; Arabacı (1996), Atçeken (1998), Kuban (2002), Kuran (1969), Sözen (1970), Özkan (2002), Polat (1997), Yüce (1981); Konya'daki medrese yapıları ve bunlar hakkındaki tarihsel bilgilerle ilgili olarak; Arabacı (1996), Kuban (2002), Kuran (1969), Konyalı (1967), Soğancı (2001), Sözen (1970), Yaldız (2003) tarafından yapılan çalışmalardan yararlanılmıştır. Bu kaynakların dışında konu ile ilgili olan makalelerden, yasa, yönetmelikler, tüzükler ve ilke kararlarından, internet ortamında yapılan araştırmalardan faydalanılmıştır.

(8)

1.4. Kavramlar

Çalışmanın bu bölümünde, farklı disiplinlerde kullanılan işlev kavramı, yeniden işlevlendirme çerçevesinde ele alınmış, mevcut bina kavramının bu çalışmadaki yeri olan yapı stoku değeri öne çıkarılmıştır. Bununla beraber yeniden işlevlendirme konusunda literatürde sıklıkla karşımıza çıkan ve aslında birbirlerinin yerine kullanılan Renovasyon, Restorasyon, Rehabilitasyon, Restitüsyon, Rekonstitüsyon, Preservasyon, Konsolidasyon, Konservasyon, Rekonstrüksiyon, Reintegrasyon gibi yabancı kaynaklı kavramlar mimarlık bağlamında netleştirilmeye çalışılmış, işlev değişimi açısından açıklanmıştır.

1.4.1. İşlev Kavramı

Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ndeki (2006) tanıma göre işlev, “Bir nesne veya bir kimsenin gördüğü iş, iş görme yetisi, görev, fonksiyon” dur. Sosyolojik olarak ise “bir yapının gerçekleştirilebileceği ve onu başka yapılardan ayırt etme imkânı veren eylem türü, fonksiyon.” şeklinde tanımlanmıştır.

Doğan Kuban’ın Mimarlık Kavramları adlı eserinde ise “İşlev (fonksiyon), gereksinmelerin belirlediği istekler ve onların programlaştırması anlamına gelmektedir” (Kuban, 1980).

Mekansal olarak baktığımızda ise “işlev” in öncelikle yapı öğelerinin, tek veya tüm, amaca uygunluğu anlamına geldiğini görmekteyiz. Burada amaca uygunluk yaklaşımı, hem mekansal özellikleri, hem de yapısal ve biçimsel özellikleri ifade etmektedir. Yapıya ait her elemanın, mekanın yada cephenin, bir fonksiyonu karşılayabilir nitelikte şekillenmesi, bize yapının işlevine uygunluğunu göstermektedir.

Aynı terim bazen doğrudan doğruya biçim seçiminin nitelikleriyle ilgili olarak da kullanılmaktadır. Örneğin fazla yağışlı bölgelerde çatının fazla eğimli olması, yada duvar yüzünün hava etkilerine karşı uygun bir sıva tabakasıyla ör-tülmesi, iklim koşullarına uymak için yapılarda balkon, saçak, veranda, iç avlu gibi plan öğelerinin yaygın kullanımı yine işleve uygunluk olarak tanımlanır (Kuban, 1980).

(9)

İşlev teriminin, bir yapının farklı amaçlarla kullanılan bölümleri arasında, kullanmanın gerektirdiği bir sıralanmayı da ifade ettiğini, bu sıralamanın ihtiyaca uygunluğunun işlev kavramıyla örtüştüğünü görmekteyiz. Özellikle, yapılar karmaşıklaştıkça mekansal organizasyonda bir sıralanmanın gerekliliği ve bu sıralamanın yapının kullanım amacıyla uygunluğu bize işleve uygunluk olarak yansımaktadır.

Bu tanımlara ilave olarak, bir yapıda çeşitli bölümler arasındaki ilişkinin en uygun şekilde kurulmasının, her mekanın kendi gerekliliklerine uygun elemanları barındırmasının, yapının fen ve sanat yönünden zamanın olanaklarının gerekliliklerini yerine getirmesinin dahi yapıyı işlevsel bir yapı yapmayabildiğini görmekteyiz. Bu şartları yerine getiren bir yapıyı, insanoğlu yine de yeterli bulamayabilir. Yapıyı kullanacak olanların yaşamları önceden bilinemeyeceği için, insanlar yapıyı genellikle mimarın tasarımından farklı olarak kullanmaktadırlar. Bunun farklılığın temel sebeplerinden birisi mimarın yapıyı, bilebildiği, anlayabildiği kadar, gereksinmelere uygun olarak biçimlendirmesi bir diğeri ise her insanın kendini ifade etme çabasıdır.

Vitruvius'un firmitas, utilitas, venustas dizisi utilitas kavramı ile yarara, dolayısıyla işleve gönderme yaptığını düşünürsek, işlevin yararlılıkla paralel bir değer taşıdığını görmekteyiz.

Kuban, (1980), tarihsel bir değerlendirme yaparak, değişik yapı tiplerinin toplumsal iş bölümü ya da işlevsel örgütlenme sonucu ortaya çıktığını belirtiyor. Böylece toplumsal gelişme ve bu gelişmenin tanımlayacağı yeni istekler mimarlık eylemine ilerde yeni yönler kazandıracaktır. Uygarlık düzeyi yükseldiği oranda yapı çeşitleri artmakta, örgütlenmenin en gelişmiş olduğu büyük kentlerde işlevleri farklı yapılar bulunmaktadır. Burada işlev kavramı ile toplumsal örgütlenme düzeyi arasında bir bağın kurulmuş olduğunu görüyoruz.

U. Eco'da (1980), birincil işlevler ve ikincil işlevler ayrımını yapmıştır. Birincil işlev (utilitas) yararlılık, ikincil işlev de simgesel yorum olmaktadır.

(10)

Altınoluk, (1998) bir yapının işlevselliğinin farklı boyutlarda gözlemlenebileceğini ve bu boyutların, • Göndergesel işlev • Estetik işlev • Teritoryal işlev • Anlatımsal işlev • Uyarı işlevi

olarak sınıflandırılırken, sadece mimarlık alanına özgü olmadığını söylemektedir.

İşlev tanımına “yeniden işlevlendirme” çerçevesinden bakıldığında konunun farklı bir boyutunun daha olduğunu ve yeni bir yapı yapmaktan daha da özelleştiğini görmekteyiz. Bu boyut mevcut yapının, dönüşüm öncesinde zamana ve çevresine karşı gösterdiği davranışın, yeniden işlevlendirmeye uyumu yada yeni işlevin bu davranışlara uygunluğu olarak açılabilir.

1.4.2. Yeniden İşlevlendirme – Yeniden Programlama

“Yeniden işlevlendirme” denildiğinde, konuyu temel iki kavram yönlendirmektedir; “Yeniden Programlama” ve “Yeniden Mimari” (Moravanszyk, 2001). Her iki kavramı da “Yeniden Değerlendirme” ortak paydasında ele almak bu tezin ana yaklaşımını oluşturmaktadır.

Uçkan’ın (2000) belirttiği gibi, artık kullanılmayan depo-antrepo yapılarının konutlara dönüştürülmesi, bir gazometre yapısının insanların kullanımı için dalış okuluna yada deneysel müzik laboratuarına dönüştürülmesi ve yarattığı çekim odağıyla bulunduğu semtin rehabilitasyonuna katkıda bulunması, ya da devasa bir endüstriyel kompleksin tüm bölgenin çehresini, toplumsal yaşamını ve ekonomisini dönüştürecek rekreasyon alanları olarak yeniden yapılandırılması, Eski bir hapishane yapısının bir otele dönüştürülmesi yeniden işlendirme kavramının örneklerini oluşturmaktadır.

(11)

Yeniden Programlama, var olan mekanların yeni kullanımları, içindeki etkinlikleri, olayları içermesi için yeniden düzenlenmesine işaret etmektedir. Mevcut yapının bize sunduğu mekansal olanakların, yeni işlevin mekansal gerekliliklerine uygun olarak üst üste çakıştırılması, yada eldeki kumaşa göre yeni gerekliliklerin tekrar gözden geçirilmesi sürecidir. Yeniden Mimari ise, mimari dilin potansiyelini, yapının inşa tekniğinin ve yapısal özelliklerinin bize verdiği olanakları, yeni programların uygulanması için yapıya yapılabilecek müdahalelerin çerçevesini tanımlamaktadır. Yeni işlev gereği olması gereken ama binanın yapısal özellikleri sebebiyle oluşturulamayan mekanlar, yeni pencerelerin açılması yada mevcut pencerelerin kapatılması, duvarların kaldırılması yada ilavesi, kat döşemelerinin kaldırılması yada yeni kat döşemesi ilavesi, yapıya ek bina yapılabilmesi ve bu bağlantının kurulabilmesi gibi müdahaleler sonucunda oluşturulabilmektedir. Yeni programın yapıya entegre edilmesi için yapılan bu çalışmalar, konunun teknik boyutunun yanında özellikle tescilli binalarda mimari dilin korunması sebebiyle özel bir çaba gerektirmektedir.

İşlevsel ömürlerini tamamlamış, fakat yapısal ömürlerini tamamlamamış yapılardan, tarihsel değeri olanlar tescilli olmaları sebebiyle iyileştirilerek, restore edilerek ya da daha kapsamlı müdahaleler sonucunda yıkılmadan korunabilmektedir. Fakat daha önce de değindiğimiz gibi korumacı yaklaşımlar, yapıyı “izlenen” bir yapıya dönüştürdüğü için yapı, zamanla unutulan yada artık topluma bir faydası olmayan, zaman içinde dondurulmuş bir anıta dönüşmektedir. Ayrıca anıta dönüşen bu yapılar sürekli kullanıcıları olmadığı için bakımları yapılamamakta, bunu sonucu olarak dış etkiler sebebiyle gerçekleşen yıpranmaları hızlanmaktadır. Tarihsel olmayan yada tescilsiz, yapı stoku olarak değerlendirebileceğimiz yapılar ise yeni ihtiyaçlara göre, yeni bir yapı yapılmak üzere yıkılmakta, bunun sonucu olarak da maddesel anlamda değer taşıyan bir kaynağın yeterince kullanılamaması ortaya çıkmaktadır.

Yeniden işlevlendirme kavramı yeniden değerlendirmenin de ötesinde özellikle tescilli yapılar için yapıyı tekrar hayata döndüren bir dönüşüm sürecidir. Burada tekrar hayata döndürülen sadece yapı gibi görünse de toplumun bir

(12)

gereksinmesinin karşılanmasının ötesinde, toplumun kendi geçmişiyle tekrar interaktif bir etkileşim kurma şansı yakalaması konunun diğer çarpıcı bir boyutudur. Bu durum ise yeniden işlevlendirme kavramının “Kamusal Bellek” kavramıyla kurduğu ilişkiyi ortaya çıkarmaktadır.

Yeniden İşlevlendirme sürecinin başlangıcını oluşturan Yeniden Programlama, yukarıda açıkladığımız tüm bileşenlerle birlikte anlaşılabilecek ve yeniden dönüşüm sürecinde, tüm bu bileşenlerle birlikte şekillenecek çok boyutlu bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni bir yapı programının oluşturulması sürecinden çok daha farklı ve geri beslemeli bir tasarım sürecine işaret etmektedir.

Dinç’e (2002) göre işlevi gereği pratik alana doğrudan katılımı olan programlama disiplini, başlangıçta kendini sistematik bir bilgi araştırması olarak tanımlamış ve bilime yakın bir noktada konumlanmıştır. En son ulaştığı noktada ise programlama, “mimarlık” alanının değerlere dayalı, dolayısıyla da aktörlere bağlı, yorum ve kabuller üzerinde temellenen ve her yeni yapıda yeniden tariflenmeyi gerektiren karmaşık ve çok bileşenli yapısına uymalıdır.

Program, artık, tasarımdan önce tamamlanan, bir daha değişmeyen, donmuş ve statik bir tanım olmaktan çıkmış, zamanla yenilenen ve tasarımla, tasarımın kendisine ihtiyaç duyduğu her aşamada ve alanda etkileşebilen bir alan haline gelmiştir. Değerleri keşfetmeyi programlama sürecinin en başına alan, aslında tasarıma ve programlamaya eş zamanlı bir başlangıcı da önermiş olan bir yaklaşım söz konusudur. Başlangıçta kendisini yoğun bir biçimde hissettiren programlamacı ve tasarımcı ayrımı, bugün ayrım olsun ya da olmasın her iki aktör grubunun da değerler üzerine odaklanmasıyla aşılmıştır. Dolayısıyla, programlama yaşam kadar değişken ve aktif bir alan haline gelmiştir. Çünkü, görevi onu izlemek ve desteklemektir. Söz konusu durum, programlamanın ayrı bir disiplin olarak kendini ortaya koymasından önce de geçerlidir. Deneme-yanılma yoluyla elde edilen binalar içinde kültürel ve fiziksel koşullara en uygun olanların benimsenmesi ve tekrarlanması programın yaşamla olan bağının her dönem geçerli bir bağ olduğunun kanıtıdır (Dinç, 2002).

(13)

1.4.3. Mevcut Bina, Renovasyon, Restorasyon, Konservasyon, Rehabilitasyon Mevcut Bina:

Bu çalışmanın temel kavramlarından biri olan "mevcut bina" terimi akla genellikle tarihi ve mimari açıdan önemi olan yani mimari mirasımızı oluşturan binaları getirmektedir (Özkan, 2002).

Bu çalışmadaki "mevcut bina" kavramı ise tarihsel değeri olsun yada olmasın, tescilli olsun yada olmasın, işlevsel ömrünü tamamlamış fakat yapısal ömrünü tamamlamamış yapılar için kullanılmıştır, İngilizce’deki “obsolescence”(işe yaramazlık; modası geçmişlik) ya da “redundancy” (gereksiz, fazlalık olma) gibi sözcükler de bu tür mevcut fakat işlevini yitirmiş binaları ifade etmektedir.

Bu tanımlara ilave olarak, 1930'da Mumford, eskime problemlerine değinerek eskimiş binaları ekonomik statüleri dolayısı ile yenileme, tamir ve bakım giderlerini karşılayamaz binalar olarak tanımlamıştır (Mumford, 1953). Dolayısıyla yenileme bakım ve tamir masraflarının karşılanabildiği yapıların eskimemiş ve tekrar kullanılabilecek yapılar olarak değerlendirilmesi, yeniden işlevlendirilmeye uygun mevcut binalar olarak tanımlanması yanlış olmayacaktır. Bu yaklaşımın temelinde yeniden değerlendirme ve eldeki kaynakları daha etkin kullanma yaklaşımının olduğu görülmektedir.

Lonberg ve Holm, konuyu kentsel bozulmaya bağlayarak, bina ve bina çevresindeki eskimeye neden olan faktörleri belirlemeye çalışmışlar, yapısal eskimeyi kullanılan ekipmanın faydalığını yitirmesi olarak tanımlamışlardır (Cowan, 1965).

(14)

Binalara yapılabilen müdahalelere ilişkin kavramları tanımlayacak olursak;

Restorasyon: Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde “Eski bir yapıda yıkılmış, bozulmuş olan bölümleri aslına uygun bir biçimde onarma, yenileme” olarak tanımlanmıştır. Hasol, (1975) ise Mimarlık Sözlüğünde “ aslını bozmadan onarmak” şeklinde tanımlamıştır. Daha özel anlamda ise, binayı morfolojik gelişiminin, geçmiş bir evresindeki fiziki koşullara döndürme şeklinde tanımlayabiliriz.

Restitüsyon: Kültür Bakanlığı İnternet Sitesi’nde (2006) verilen tanıma göre, Röleve analizi, tarihi araştırma ve benzeri örneklerin karşılaştırmalı etüdü sonucunda; dönemler itibariyle değişikliğe uğramış, eklenmiş, kısmen yıkılmış veya yok olmuş öğelerin ve/veya yapıların ilk tasarımlarındaki süreçten itibaren tarihsel durumlarını belirten rapor/belge ile ölçekli çizimlerle anlatımıdır. Bu bilimsel ve zorunlu bir çalışmadır. Parçaların tekrar birleştirilmeleri söz konusu olmasa da bu şekildeki restitüsyon çalışmaları, bir eserin özgün tasarımını açıklamak, tarihi gelişimini irdelemek, kalıntıların daha iyi kavranabilmesini sağlamak için yapılır.

Renovasyon: Kültür Bakanlığı İnternet Sitesi’nde (2006) verilen tanıma göre, zamanla değişen yaşam biçimi ve ona bağlı isteklerle işlevini yitirmiş tarihi yapıların farklı bir işleve uyarlanması ya da işlevleri devam eden, ancak konfor koşulları eskiyerek standart altı kalan tarihi yapıların güncelleştirilmesidir. Kültür Bakanlığının yaklaşımına göre, çevresel özellikleri nedeniyle korunması istenen yapıların yeniden kullanımlarında yeni işlevin dış görünümü bozmadan gerçekleştirilmesi arzu edilir. Bu binaların kurtarılması için tek ekonomik yol olan yeniden kullanım sırasında, iç düzenlemede daha esnek uygulamalara gidilmesi söz konusudur. Yangın, bakımsızlık nedeniyle döşeme ve tavanlarını yitirmiş ve ilk tasarıma ait yeterli veri bulunmayan yapılarda, yeni bir iç düzenleme yapılmasına izin verilebilir. Çok önemli mimari öğeler, plan ve iç mekan değerlerine sahip olan yapılarda ise yeni kullanıma elverişli, serbest iç düzenlemeler uygulanmaktan çok tarihi mekanların anısını sürdüren düzenlemelere gidilmesi doğrudur.

(15)

Preservasyon: Binanın, yeni kullanıcının eline geçtiği fiziki durumu ile korunması. Binanın estetik bütününün ekleme ya da çıkarmalarla değiştirilmediği bu tür uygulamada, fiziki eskimeyi yavaşlatmak için yapılan müdahaleler de binayı değiştirmeyecek niteliktedir (Özkan, 2002)

Konservasyon ve Konsolidasyon: Britannica Online Sözlüğünde (2006), “dönüşümler yada etkileşimler sürecinde, fiziksel niteliğin korunması” olarak tanımlanmaktadır. Binanın yapısal ömrünü güvence altına almak için gerçekleştirilen yapısal müdahaleler, Böcek ilaçlamasından, çürüyen ahşapları değiştirilmesi yada yeni temeller konması gibi çok radikal çözümlere kadar farklı uygulamaların bu çerçevede değerlendirilebildiği görülmüştür.

Rekonstruksiyon: Türkçede daha çok canlandırma olarak kullanılan kelime, kaybolmuş yada yıkılmış binaların yerlerine yeniden inşası şeklinde tanımlanabilir. Bu yöntem, arkeolojik, arşivsel ve edebi verileri referans alarak günümüzde olmayan yada çok az bir kısmı günümüze ulaşmış yapıların tekrar yapılması esasına dayanmaktadır. (Özkan, 2002).

Rehabilitasyon: Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde (2006) “Bir kimsenin iş yapmaya engel olan sakatlığını veya yetersizliğini gidermek amacıyla uygulanan tedavi, iyileştirme.” olarak tanımlanmıştır. Gonsiour (1976)’a göre ise, bina ve kent ölçeğinde bir mekanın sağlıklı yaşam koşullarına kavuşturulması, tekrar hizmet verebilir, verimli, kapasiteli hale getirilmesidir. Yenileme olgusu, insanın içinde bulunduğu fiziksel çevresini, çağdaş malzeme ve yapım tekniklerini kullanarak yeniden düzenlemesi ve günümüz konfor koşullarına ulaşabilme isteğine dayanmaktadır.

Bütünleme (Reintegrasyon): Kültür Bakanlığı İnternet Sitesi’nde (2006) verilen tanıma göre, Bir bölümü hasar görmüş, yada yok olmuş yapı ve öğeleri ilk tasarımlarındaki bütünlüğe kavuşturacak biçimde geleneksel ya da çağdaş malzeme kullanılarak tamamlama işlemine bütünleme-reintegrasyon denir. Bütünleme ancak gerçek yapısal verilere ya da belgelere dayandırıldığında kabul edilebilen bir uygulamadır.

(16)

2. BİNALARIN YENİDEN İŞLEVLENDİRİLMESİ :

Binaların Yeniden İşlevlendirilmesi, mevcut bina stokunun değerlendirilmesi açısından hem dünyada hem de Türkiye özelinde her zaman tartışmalara konu olmuştur. İşlevsel olarak eskimiş fakat yapısal ömürlerini tamamlamamış binalara gereğince önem verilmemiş ve yeni akımlara uydurulmak için yok edilmiş; bazen de ilk yapıldıkları durumlarına geri döndürülmeye çalışılmış ve maalesef çoğu zaman da kendi haline yalnızlığa bırakılmış veya çürümeye terk edilmiştir.

Yeniden işlevlendirme konusu, özellikle endüstri devrimini Türkiye’den daha önce tamamlamış ülkelerde çok daha hızlı gelişmiş, çok büyük ölçekli yeniden işlevlendirme çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalar ilk başta, tarihi yada tescilli bir yapıyı korumaktan ziyade mevcut yapı stokunu korumak amaçlı başlamış ve makineler için yapılmış mekanlar insanların kullanımı için dönüştürülmüştür. Daha sonraları endüstri mirası kavramı ortaya atılarak konu farklı bir boyutta ele alınmaya başlanmış, pek çok endüstri binası tescillenerek koruma altına alınmıştır. Endüstri yapılarının dışında, Orsay Tren Garı’ nın müzeye dönüştürülmesi, Viyana gazhanelerinin konut ve pek çok sosyal mekanı barındıran bir komplekse dönüştürülmesi, yada Tate Elektrik Santrali binasının müzeye dönüştürülmesi gibi örnekler konunun ilk örnekleri olmakla birlikte, oldukça kapsamlı ve kentsel dönüşüm referanslı projeler olması sebebiyle dikkat çekicidir.

Binaların Yeniden İşlevlendirilmesi, ülkemizde ve dünyada yeni bir konu olmakla beraber, konuyu tanımlamak, sistematik alt yapısını kurmak üzere çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar genellikle binaların yeniden kullanımını gerektiren nedenler, binaların değerlendirilmesi ve yeniden işlevlendirme sürecine veri olabilecek niteliklerin belirlenmesi, yapıya uygun işlev seçimi ve son olarak da seçilen işlev sonrası yapıya yapılabilen müdahaleler şeklinde özetlenebilir.

(17)

2.1. Binaların Yeniden İşlevlendirilmesini Gerektiren Nedenler

Değişmeyen tek şeyin değişim olduğu ve bu değişimin ivmesinin sürekli arttığı süreçte, toplumun algısı, yapısı, kimliği ve ihtiyaçları da değişmektedir. Yapıların tasarım sürecinde ele aldığımız ve yapıları kullanırken de tecrübe ettiğimiz mekanlar ile, bu mekanlara işlev, boyut, doku veren özellikler de sürekli değişmekte, bu değişim de mimariyi değişime zorlamaktadır.

Burada fiziksel olarak katı ve elle tutulur bir öğe olan mekanların soyut ve değişken bir özellik taşıyan toplumsal yapıyla bir etkileşimi söz konusudur. Tarihi yapıların bulunduğu yerleşmelerde günümüz değişen sosyoekonomik koşulları karşısında hem içinde bulundukları toplumsal yapı karakteri hem de yaşanılan mekanların günün değişen şartlarına cevap vermemesi bakımından çeşitli zorluklar yaşanmaktadır (Göçer 2003).

Bu zorluklar sonucunda işlevsel olarak eskimiş yapıların, yıkılması (yok edilmesi) yada, henüz yapısal ömrünü tamamlamadığı için yeni bir işlev verilerek kullanılmaya devam edilmesi durumu ortaya çıkmaktadır.

Yukarıda belirtilen değişim sonucunda, binaların yapısal ömrü tamamlanmadan işlevsel ömürlerinin tamamlanmasının altındaki nedenler şu şekilde gruplandırılabilir;

* Binaların Orijinal İşlevini Kaybetmesi * Binaların İşlevsel Olarak Eskimesi

* Kentsel Çevre ve İmar Mevzuatı Değişikliklerinin Etkisi * Ekonomik Sebepler

(18)

2.1.1. Binaların Orijinal İşlevini Kaybetmesi

Özellikle 19. Yüzyıl sonunda oluşan ekonomik ve sosyal gelişmelerle beraber, yaşam biçimleri ve gereksinimlerde değişiklikler meydana gelmiştir. Bu değişimle birlikte pek çok yapı türüne ihtiyaç kalmamıştır. İşlevini kaybeden bu yapı türleri, yapısal ömürlerini tamamlamadıkları için yeniden işlevlendirmeye uygun yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ülkemizde Cumhuriyet sonrası yapılan devrimler sonucu bir çok Osmanlı yapısı tamamen işlevini yitirmiştir. Saraylar, savunma amaçlı yapılar, medreseler, hanlar gibi pek çok yapı türü günümüzde kullanılmamaktadır. Örneğin savunma amaçlı bir yapı olan Rumeli Hisarı, bu işleve gerek kalmadığı için, günümüzde rekreasyon ve açık hava konserlerinin verildiği bir yer olarak kullanılmaktadır. İşlevini devam ettirmekle beraber değişen koşullara bağlı olarak kullanılmayan yapı grupları da vardır. Örneğin Arnavutluk’taki Kurşunlu Camisinin günümüzde ibadet fonksiyonu halen devam etmesine rağmen, o bölgede halkın inançlarına cevap veremediği için işlevini yitirmiştir. Günümüzde lokanta işleviyle hizmet veren yapı bu sayede ayakta kalabilmekte ve zamana karşı direnebilmektedir (Yıldırım, 1999).

Han, hamam, kervansaray gibi yapılar, günümüzde işlevi devam etmekle birlikte, sosyal yaşantıdaki değişimler sonucu, yapıldığı günkü işlevini sürdürememektedirler. Günümüzde konaklama eylemi devam etmekle beraber ihtiyaçlarda bir takım değişiklikler meydana gelmiştir. Bu değişiklikler mekansal ve yapısal müdahalelerle giderilemeyecek boyuta ulaştığı zaman bu tür yapılar artık kullanılmamaktadır (Yaldız, 2003).

Konut içine çağdaş yaşamın ihtiyaçlarına cevap veren banyoların yapılması sonucu pek çok hamam yapısı da işlev değişikliğine uğramıştır. Bugün müze olarak kullanılan Kosova Mitroçava’ daki Zeynullah Bey Hamamı buna iyi bir örnektir.

Bunların dışında özellikle endüstri yapılarında, teknolojinin değişmesi sonucu üretim, depolama yada hammadde elde edimi gibi süreçlerin değişiminden dolayı

(19)

orijinal işlevini kaybetme gerçekleşmektedir. Bu değişim özellikle Endüstri Devrimine öncülük etmiş ülkelerde büyük ölçekli olarak yaşanmış, Türkiye’ de de Osmanlı Devleti’nden kalan bir takım endüstri binaları bu şekilde kullanılamaz duruma gelmiştir. İstanbul’daki Feshane Binası, Tophane-i Amire, Cibali Tütün Fabrikası gibi yapılar bu gruba dahildir.

Enerji üretim teknolojisinin değişmesi sonucu olarak da Gazhaneler, Elektrik Santrali gibi yapılar kullanılamaz duruma gelmiş, Bu tür yapıların büyük alanlara ihtiyaç duymasından dolayı geride büyük yapı stokları kalmıştır. Viyana Gazometreleri, Londra’daki Tate Elektrik Santrali, İstanbul’daki Hasanpaşa Gazhanesi bu tür yapılara örnek olarak gösterilebilir.

2.1.2. Binaların İşlevsel Olarak Eskimesi

Günümüzde işlevi devam etmesine rağmen, özellikle teknolojik değişimler sonucu pek çok hizmette dolayısıyla da mekansal gerekliliklerde değişiklikler olmaktadır. Gereksinimlerin değişmesi, dolayısıyla işlevin yetersizliği diyebileceğimiz bu durum, yapıların kullanımını etkilemekte ve mevcut yapının değişimi taşıyamadığı durumlarda binanın kullanılamaz duruma gelmesine neden olmaktadır.

Banka binaları bu konuya iyi bir örnektir. Yakın bir zamandaki bankacılık hizmetleri ile günümüzün çağdaş bankacılığı çok önemli farklılıklar göstermektedir. Bir örnek vermek gerekirse; günümüzdeki bankacılık hizmetlerinden leasing, forfaiting, aktif finans factoring, bireysel bankacılık gibi yeni işlevler bankada yerini almak zorundadır. Burada, tasarım gruplarının; personel tahsisi, sayısı, fiziki mekan, o fiziki mekanın banka içindeki yeri, iç mekan donatımı gibi konularda devreye girmesi söz konusudur. Kısaca, günümüzde bu gibi hizmetlerin olmadığı bankalar için işlevsel olarak eskimiş, çağa uygun işlevleri sunmuyor denebilir (Altınoluk, 1998).

(20)

2.1.3. Kentsel Çevre ve İmar Mevzuatı Değişiklikleri

Geçmişteki hatalı yasal kararlar, doğru alınan kararların doğru uygulanamaması ve denetimin yetersiz olması sonucu pek çok yapı ve çevresi işlevsel olarak yıpranmakta ve değişime uğramaktadır. Bu yıpranma ve değişim sonucu, yapıların işlevleri bulundukları çevreyle uyumlu olamamakta, yapılış amaçlarından farklı bir kullanıma zorlanmaktadır. Bu tür işlevsel yıpranmalara neden olan hatalı ilke kararlarına baktığımız zaman ise:

10 Haziran 1933 tarihinde yürürlüğe giren ve uzun yıllar yürürlükte kalan ‘Belediye Yapı ve Yollar Kanunu’nda Milli Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından’ eski eserlerin etrafında asgari 10 metre mesafe ve binanın yüksekliğine eşit bir uzaklık içinde yeni bir inşaata izin verilmez’ şeklinde bir karar yer almıştır (Yıldırım 1999). Bu karar sonucunda bir çok yapı ve çevresi sadece yeşil alanlarla çevrelenmiş, çevreleriyle bağlantıları kurulamamış, bunun sonucunda da yapılar yaşanan değil, izlenen “seyirlik” yapılar haline dönüşmüştür.

1951 yılında yürürlüğe giren Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek kurulu’nun kuruluş yasa tasarısında kurulun görevleri arasında düşünülen SİT koruma ile ilgili kısım meclis komisyonlarından çıkarılmış, Anıtlar Yüksek Kurulu’na sadece tek yapı korunmasında yetki verilmiştir. Bu karar sonucu, tarihi değeri olan pek çok yapı, yeni yapılar arasında kaldığı ve işlevlerine gerek duyulmadığı için kullanılamaz duruma gelmiştir.

1950’lerden sonra yaşanan hızlı kentleşme ile birlikte kentlerimizin büyük bir bölümü plansız olarak gelişmiştir. Kentlerin gelişimini düzenlemek için hazırlanan imar planları çoğunlukla, bu yapılarla kent arasındaki ilişkileri kopartmış, yapıların çevrelerine yeni fonksiyonlar yüklemiştir (Yıldırım 1999).

Belediyelerin kontrolü altında yapılan yol çalışmaları nedeniyle bir çok yapı yol kotunun altında kalarak kullanılamaz duruma gelmiştir. Ülkemizde her yeni yapılan asfalt çalışmasının bir öncekinin üstüne uygulanması, yapılarımızın bir

(21)

çoğunun giriş kat yüksekliğinin yarısına kadar yol kotunun altında kalmasına neden olduğu görülmüştür.

2.1.4. Ekonomik Sebepler

Hızlı nüfus artışı ve artan ekonomik eylemler kentsel gelişmeyi ve arazi kullanım değerlerini etkilemekte, bu da giderek tarihi kentlerin fiziksel yapısını değiştirmektedir. Böylece tarihi kent merkezleri ticaret, hizmet ve diğer sektörlerin baskılı karşı koyamamakta, tarihi öğeleri ve mimari anıtları zorlamaktadır. Bunun sonucunda tarihi yapılar artık işlevlerini yitirmekte ve yeni işlevler yüklenmek zorunda kalmaktadır (Yaldız, 2003).

Yanlış kararlar sonucu bazı semtlerimizin ticaret bölgesine dönüşmesi, bu bölgelerdeki yapıların işlevsel olarak yıpranmalarına sebebiyet vermiştir. Örneğin Şişli, Beyoğlu ve Galata gibi kentlerin zamanla, tamamen ticaret bölgesi olması daha önce konut amaçlı yapılmış olan binaların, yeni eklerle ticari amaca hizmet etmeleri için değiştirilmesine neden olmuştur.

Yine tarihi yapıların yoğun olarak bulunduğu bölgelerin turizm alanları ilan edilmesi sonucu bölgede bulunan yapıların büyük kısmı yeni işlevler verilerek değiştirilmektedir. Antalya Kaleiçi’nde bulunan yapılar günümüzde turizm sektörüne cevap vermek amacıyla konaklama, ticaret eğlence gibi ihtiyaçlara uygun olarak işlevsel değişikliğe uğratılmıştır.

2.2. Mevcut “Kabuk”lara Yeni Fonksiyonlar Yüklemenin Avantajları

Yeniden İşlevlendirme çalışmalarını, mevcut fiziksel bir altyapı içinde yeni bir mekansal program yüklemek şeklinde değerlendirirsek, mevcut bir kabuk kullanımından bahsedebiliriz. Mevcut kabuğun, yıkılmadan korunarak, yeniden işlevlendirilmesi, ekonomi, kamusal bellek, enerji yönetimi ve tarihsel özelliği olan tescilli yapıların kendisini finanse edebilmesi gibi yönleriyle alternatif bir yapı üretim tekniği olarak karşımıza çıkmaktadır.

(22)

2.2.1. Ekonomi ve Kaynakların İyi Kullanılması

Mevcut binaların korunması bir lüks değil, en önemli mal varlıklarımızdan birinin iyi yönetiminin, başlıca kaynaklarımızdan birinin tutumluca kullanımıdır ve yalnızca tarihsel binaların değil tüm yapma çevrenin bir kaynak olarak kullanılması gerekmektedir (Alyvvard, 1979).

Yaşadığımız hızlı değişim sonucu her yıl pek çok yapının işlevsel ömrünü tamamladığı fakat yapısal potansiyelini devam ettirdiği görülmektedir. Henüz yapısal ömrünü tamamlamamış bir yapının sadece işlevsel ömrünü tamamlaması sebebiyle yıkılması, eldeki kaynakların efektif kullanılmasına karşıt bir tutum olmaktadır. Özellikle dünyanın azalan kaynakları, enerjinin pahalı olması, insan gücünün gelişmiş ülkelerdeki maliyeti göz önüne alındığında eldeki kaynakların kullanımı daha iyi anlaşılabilmektedir.

Bunun yanında üretilen her ürünün “recycle” yada “geridönüşüm” gibi bir özellikle üretilmeye çalışılması da bunun çok önemli bir göstergesidir. Günlük hayatımızda kullanılan kağıt, plastik, cam, metal ve türevleri dünyanın azalan kaynakları ve diğer sebepleri yüzünden yeniden kullanım için değerlendirilirken, geride kullanılmayan beton yığınlar bırakan binaları dönüştürmememiz gerçek bir kaynak israfı olmaktadır. Bu yaklaşımla binaları da geri dönüştürülebilir şekilde planlamak mimari disiplin açısından “Yeniden İşlevlendirme” kavramıyla örtüştürülebilir.

Yeniden işlevlendirmek yerine yıkılan binalarda, özellikle betonarme yada yığma yapı niteliğinde olanların yıkım maliyeti de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu tür yapıların yıkım sonrası inşaat artıklarının kaldırılması ve taşınması da aynı şekilde bir maliyet teşkil etmektedir.

Görüldüğü üzere ekonomi ve kaynakların iyi kullanılması, Yeniden İşlevlendirme sürecinin avantajlarından birisi olarak karşımıza çıkarken, özelikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için israf edilemeyecek bir kaynağın etkili

(23)

kullanımı durumundadır. Ülkemizde her yıl üretilen yapı miktarını göz önüne alındığında, yeniden işlevlendirmenin ekonomik bir yapı üretim tekniği olarak karşımıza çıktığı görülmektedir.

2.2.2. Enerji ve Emek Yoğun Üretim

Eski yapının değerlendirilmesi ya da o işlevi görecek yeni bir binanın yapıl-ması arasındaki enerji verimliliği, konuya farklı bir boyut kazandırmaktadır. Yeni bina, "enerji yoğun" bir çabayı gerektirirken, eski yapıya yeni fonksiyon verilmesi "emek yoğun" çalışmaları gerektiren bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır (Altınoluk, 1998).

Yeni bir yapı yapmak, alt yapı çalışmalarından, hafriyat çalışmalarına, strüktürel sistemden, bitirme işlerine ve hatta kullanım öncesi temizliğe kadar yoğun enerji ve makine gücü gerektiren bir üretim sürecidir. Bu süreçte, yapı malzemelerinin inşaat sahasına getirilmesi, ağır iş makinelerinin çalışması için hem petrol yakıtı çok fazla kullanılmakta hem de bu tür araçlara çok fazla gerek duyulmaktadır. Aynı şekilde, hafriyat sonucu çıkan toprağın inşaat alanından uzaklaştırılması için benzer bir enerji kullanımı söz konusudur.

Yapım sürecinde de strüktürel sistemin kurulması ve diğer kaba inşaat imalatının yapılması, benzer bir taşıma ve işleme enerjisinin kullanımını gerektirmektedir. Özellikle çok katlı yapılarda yapı malzemelerinin taşınması için gerekli olan enerji, elektrikle karşılanmaktadır.

Eski bir yapıya yeni bir işlev vererek değerlendirme sürecinde ise enerji kullanımının yönünün değiştiğini görmekteyiz. Yeni bir yapı yapmak için gerekli olan yoğun enerjinin yerine , insan gücünün ve el emeğinin daha fazla kullanıldığı bir süreç karşımıza çıkmakta, böylece hem enerji tasarrufu yapılmakta hem de el emeği ile yapılan işler için çalışma sahası kazandırılmaktadır.

(24)

Ülkemizdeki enerji maliyetinin yüksek oluşu, buna karşın insan gücünün maliyetinin düşük oluşu yeniden işlevlendirme sürecinin değerlendirilmesinde tercih edilir bir etken oluşturmaktadır. Ayrıca makinelerin üretimdeki etkinliğinin artması sonucu pek çok ülkenin başlıca problemi olan işsizlik sorunu için, yeniden işlevlendirmenin bir kaynak olduğunu söyleyebiliriz.

2.2.3. Tarihi Yapıların Kendilerini Finanse Edebilmesi

Günümüzde pek çok tarihi yapı koruma altına alınarak tescillenmekte böylece bu tür yapıların periyodik bakımları temizlikleri gibi ihtiyaçları merkezi bir kurumun denetimi tarafından gerçekleştirilmektedir. Yeniden işlevlendirilmeye uygun olduğu halde kullanılmayan ve çoğu zaman unutularak kaderine terk edilen bu tür yapılar için yapılacak en gerçekçi çözüm, tekrar insan kullanımına açmak ve bu sayede binanın kullanımı çerçevesinde bakımlarının ve temizliklerinin yapılmasını sağlamaktır (Tayla, 1998).

İnsanlarla etkileşim halinde olmayan yapıların unutulmakta ya da “seyirlik” izlenen bir yapıya dönüşmektedirler. Bunun sonucunda da merkezi kurum tarafından yapılan bir takım ihalelerle yada geçici yapıya hizmet veren personelle bakımları yapılmakta bu da maddi bir kaynak gereksinimine neden olmaktadır. Bu tür yapıların yeniden işlevlendirilerek kullanıma açılması sonucu işletmeci tarafından düzenli bir şekilde bakımı yapılacağı için binanın yapısal ömrünün devamı sağlanacak, bu sayede yapı, çok daha fazla insanın geçmişle bağlantı kurmasına yardımcı olacaktır.

Tophane-i Amire’nin Mimar Sinan Üniversitesi Kültür Merkezine, Hasköy Lengerhanesi’nin Rahmi Koç Endüstri Müzesine, Sultan Ahmet Cezaevi’nin 5 yıldızlı bir otele dönüştürülmesi, bu yapıların sürekli bakımlı olmasını ve kendi ihtiyaçlarının işletmecisi tarafından finanse edilmesini sağlamaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, yapıya yeni fonksiyonlar verilirken, yapının mekansal bütünlüğünün ve tarihsel özelliklerinin zarar görmemesi ve kullanım süreci boyunca da bu hassasiyetin gösterilmesidir (Bakır, 1995).

(25)

2.2.4. Mimari Kimlik, Kamusal Bellek, Kültürel Miras

Kültürel süreklilik, toplumun kimliğini, özünü kaybetmeden, dönemin gerekliliklerine uyum sağlayarak değişmesi olarak tanımlanabilir. Kimlik, bir bireyi veya toplumu diğerlerinden ayıran yada ortak kılan nitelikler, öznel değerler ve ilişkiler bütünü, bir başka deyişle, bir özdeşlik yada farklılık tanımlaması, bir aitlik problemidir (Assmann, 2001).

Bayart (1999), kültürü, "evvelki dönemlerden kalan ve yeni nesillere aktarılan şeylerin, mirasın gerçekliği" olarak tanımlar. Bu yaklaşımla kültür deneyiminin, toplumsal değerleri nesilden nesile aktararak, toplumsal kimliğin sürekliliğini sağladığı öne sürülebilir. Morley ve Robins (1997), kimliğin sürekliliğinin, "kolektif bellek ve ortak gelenekler, ortak ve yaşanmış bir tarih duygusu" ile sürdürülebileceğini savunur. Bu yaklaşımla kimlik, sürekliliğin ve birikimin eseridir. "Anlamlar, gelenekler ve bağlılıklar, yer kavramı etrafında oluşur ve ekonomik ve siyasi örgütlenme biçimleri, iktidar ve bağımlılık, mahalleler (kentler, bölgeler, uluslar) arasındaki ilişkilerin içinde yer alır." Özünde ortak kimlikliliği barındıran kültür, hem sosyal boyutta hem de zaman boyutunda birleştirici ve bağlayıcıdır.

Kültürel bir kimlik tanımlama öğesi olan mekanlar ise, belleğin içinde saklanan bilgiye göre şekillenen nesnelerdir. Mekan, fiziksel özellikleriyle, aidiyetin sınırlarını belirleyen bir düzenleme ve aynı zamanda sosyolojik birliktelik sistemini oluşturan değerlerin üzerine kodlandığı üç boyutlu biçimsel bir topluluktur. Bu yaklaşımla, mimari yapılar, “Üretildikleri dönem ile ilgili somut veriler taşıyan birer tarihsel belge” olarak tanımlanabilir.

Mekanı deneyimlemek, mimarlık bilgisinden çok, o kültüre ait olmakla ilgilidir. Anıtlar ise, ortak yaşanmışlığın mekansal izleridir. Üretilmesi, anlaşılması ve sürekliliği ortak deneyime bağlıdır; belleğimizdeki fiziksel çevre ile ilgili bilgilerin nesnelleşmiş halidir. Anıt üzerinde saklananlar, o toplumun kurumsal yapısını oluşturan ana değerler, kimliğin özleridir. Özetle anıtlar, duvarları ardında sadece yaşamak için oluşturulmuş bir boşluktan öte, geleneklerin, alışkanlıkların; toplum bilgisinin ve deneyiminin sıkıştırıldığı mekanlardır (Asiliskender, 2005)

(26)

Taşkıran’a (1997) göre, “Mimari yapılar üretildikleri dönemin iş ve çalışma yaşamının örgütlenişi, inanışı, ekonomisi gibi toplumsal yapısı hakkında somut veriler sağlayan göstergeleri içerir.” Bundan dolayı mimari yapıların, o toplumun sosyolojik değerlendirmesinde önemli bir bilgi kaynağı olduğu düşünülebilir.

Kültürel kimliğin oluşmasında ve sürekliliğinde yapıların önemi kamusal bellekle beraber kendini göstermektedir. Yapıyı kullanmasalar dahi tek bir yapının bile, o çevrede yaşayan insanların hayatında çok önemli bir yer tuttuğunu söyleyebiliriz. Yeniden İşlevlendirme, toplumun yaşantısında referans niteliğini taşıyan, kültürel süreklilik için bir kilometre taşı olan yapılar için bir hayata döndürme ve sürekliliği sağlama politikasıdır.

Konunun bir diğer boyutu da, turizm ve özelliklede tarih ve mimarlık turizmidir. Turistler ziyaret ettikleri tarihi eserleri sadece gezip görmek, hakkında hikâyeler, efsaneler dinlemek yerine; mekanı yasayabilmeyi, eserin ait olduğu zamanı hissedebilmeyi tercih etmektedir. Mekanda yaşayarak, mekanla etkileşim halinde olabilmekte, onu daha iyi anlayabilmekte ve kültürel sürekliliğin devamını hissedebilmektedir.

2.2.5. Çevresel Faktörler, Doğal Kaynaklar

Yeniden işlevlendirme, yeniden kullanmak yerine yıkılarak yeni bir bina yapılması gereği duyulan yapıların yıkımı sonucunda, harcanacak enerji, inşaat artıklarının ve molozlarının kaldırılması ve taşınması için gerekli enerji çoğunlukla petrol türevi yakıtlardan elde edilecek, bunun sonucunda da dünyanın enerji kaynakları azalmış olacaktır. Bununla beraber bu işlem sırasında ortaya çıkan atık gazlar sebebiyle çevresel kirlenme oluşacaktır. Ayrıca kullanılamayan inşaat artıklarının ve molozlarının terk edileceği bir alan bulunacak ve dünya üzerindeki çevre kirlenmesine yeni bir katkı daha yapılacaktır.

Özellikle çelik ve ahşap türevi malzemeler için geri dönüşüm imkanı varken, beton, tuğla, gibi malzemelerin geri dönüşümünün doğa tarafından da tekrar gerçekleştirilemediğini düşündüğümüzde bu işlem geride çok fazla çevresel atık bırakmaktadır.

(27)

Yeni bir yapı yapmak için gerekli olan enerjiyi, yapı malzemelerinin elde edilişi gerekli olan enerjiyi ve hammaddeyi, bu hammaddeler için gerekli doğal kaynakları düşündüğümüz zaman, yeniden işlevlendirme çevreye saygılı ve tutumlu, doğal kaynakların daha az kullanılması ve doğal çevrenin daha az kirletilmesi esasına dayalı bir üretim tekniği olarak karşımıza çıkmaktadır.

2.3. Binaların Değerlendirilmesi ve Tasarımda Veri Olabilecek Niteliklerin Belirlenmesi

Altınoluk (1998), yapıların yeniden kullanımları için önce, iki ana başlık belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu başlıklar, Mimarlık tarihçilerinin, sanat tarihçilerinin, arkeologların "korunması gereken yapı ya da yapılar" kapsamına aldıkları binalar ile, yapı kapitali açısından, taşıyıcılık bakımından bu defa, mimarların, inşaat mühendislerinin "değerlendirilebilir, kullanılabilir" kapsamına aldıkları binalar olarak değerlendirilmiştir.

Bu çalışma kapsamında, korunması gereken tescilli yapılar da, yapı kapitali açısından değerlendirilebilir, kullanılabilir olarak nitelenen yapılar da, yapı stoku olarak değerlendirilmiş, tescilli olan yapıların kullanım önerilerinde tarihi özelliklerinden dolayı, farklı yaklaşımlar gerektiği görülmüştür.

Mevcut bir yapının yeni bir işlevle yüklenmesine karar verildiğinde öncelikle, eldeki yapının karakterinin, mekan özelliklerinin, yapısal özelliklerinin, çevresiyle kurduğu ilişkinin ve yapının çevresinde yaşayan insanların yapıyı algılama şeklinin ortaya konması gerekmektedir. Mevcut yapının tam olarak anlaşılmasından sonra, yeni işlevin entegre edilme sürecinde, yapıya mekansal olarak çeşitli müdahaleler yapılabilmektedir.

2.3.1. Yapıya Uygun İşlev Seçimi ve Bileşenleri

Mimari tasarımın özünde insan ihtiyaçları ve alışkanlıkları, başka bir deyişle yaşantının gereklerini karşılamak üzere mekansal çözümlerin üretilmesi yatmaktadır. Yeniden işlevlendirmede bu ihtiyaç ve gereklilikler mevcut yapının özellikleriyle

(28)

güçlü bir şekilde ilişkilendirilerek uyum sağlayabilmelidir. Bu kullanıcı gereklilikleri:

Mekansal Gereklilik: Yapıya verilecek olan yeni fonksiyon için mekanlar, boyutsal kriterleri, biçim ve mekanlar arası ilişkileri sağlayabilecek düzeyde olmalıdır.

Kullanım ve Harekete Ait Gereklilik: Yapı, yönlendirme, toplumsal, kültürel ve sembolik olarak kullanım ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde olmalıdır.

Çevre Gereklilikleri: Yapı iç ve dış mekan kompozisyonu ile genel yerleşim düzeni içerisinde bölgenin ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde kullanılmalıdır.

Teknik Gereklilikler: Yeni işlev verilen yapı istenen fiziki çevre şartlarının yapay olarak oluşturulması için gereken sistemleri müdahaleler sınırlı kalmak kaydıyla barındırmak zorundadır (Karapınar 1997).

Yeniden işlevlendirilecek yapıları, mimari tarzları, plan şemaları, mekansal özellikleri, yapım teknikleri ve çevresiyle birlikte bir bütün olarak değerlendirmek gereklidir. Yapıya ve çevresine uygun olarak yapılacak yeni düzenlemeler, çevrenin yeni işleve uygun olarak projelendirilmesini ve yapının çevresiyle birlikte sürekliliğini sağlayacak bu şekilde yapı, zamana karşı duruşunu çevresinden de aldığı güçle geliştirebilecektir. Mevcut yapının hangi amaç için kullanılacağı konusunda, kent dokusu içerisindeki ekonomik ortam büyük rol oynamaktadır. Yapıya verilecek yeni işlev, bulunduğu çevrenin ekonomik gerçeklerine ve taleplerine uygun seçilmelidir.

Yapıya verilecek yeni işlev için en ideal yaklaşım, yapının tasarlandığı günkü işlevine yakın ve uygun bir şema seçilmesidir. Bu sayede yapının mekansal kurgusuna yapılacak müdahale en aza inmiş olacaktır. Örneğin başlangıçta okul olarak planlanmış bir yapı, okuldaki derslikler gibi tekrar eden birimlerden oluşan bir şemayla yeniden işlevlendirilirse çok daha başarılı sonuçlar alınabilir.

(29)

Bununla birlikte yapı:

* Tek bir hacimden oluşabilir,

* Tekrarlanan hacimlerden oluşabilir, * Karmaşık bir plan şeması gösterebilir.

Yapının mekansal oluşum şeması, verilecek işlevle doğrudan bağlantılıdır ve belki de en önemli faktördür (Altınoluk 1991).

Tek mekanlı bir yapıyla, birbirini tekrarlayan mekanlardan oluşan bir yapı için belirlenecek işlevler, birbirinden farklı olacaktır. Tek mekanlı bir yapı için belirlenecek ihtiyaçlar, yine tek mekanda gerçekleştirilebilecek işlevler olmalıdır. Özellikle mevcut yapının tescilli olması durumunda, yapının içine ilave bölücü duvar eklemek yapının bütünlüğünü bozacağından, kültür merkezi, sergi salonu, tiyatro, konser salonu gibi yeni işlevler bu tip yapılar için çok daha uygun kullanımlardır. Bunun tersine tekrarlayan mekanlardan oluşan bir yapının, tek mekan gerektiren bir işlevle değerlendirilmeye çalışılmasında, yapının strüktürel sistemine kadar çeşitli müdahaleleri gerektiren bir dizi operasyon gerekecektir.

Çeşitli birimlerden oluşan yeni bir işlev yüklenirken, öncelikle verilecek olan fonksiyonun esas biriminin analiz edilip, o birime ait eleman etütlerinin yapılması gerekmektedir. Analiz ve etütler sonunda eldeki mevcut bulunan mekanın yeterli olup olmayacağı tespit edilmelidir. Mekan boyutları yeni fonksiyon için yeterli olmadığı durumlarda, yatayda ve düşeyde çeşitli duvarların ve bölücü elemanların kaldırılarak mekan oluşturma yoluna gidilebilir. Bu çözüm tescilli yapıların mekansal özelliklerini olumsuz etkileyeceği için bu tür yapılarda uygulanmaması daha doğru olacaktır (Altınoluk 1998).

Yapının sahip olduğu işlevsel sirkülasyon ile verilecek olan yeni işlevin sirkülasyonu arasında da bir uyum olmalıdır. Aksi takdirde işlemeyen bir fonksiyon şeması, kopukluklara, rahatsızlıklara neden olabilecektir. Örneğin; açık avlulu bir medrese yapısının konaklama tesisi olarak kullanılması düşünüldüğünde doğal

(30)

sirkülasyonda zorlamalar olabilir. Odasından çıkan bir müşterinin, ortak mekanlara gidebilmek yada danışmadan giren bir müşterinin odasına gidebilmek için açık avludan geçmesi gerekecektir. Bu durumda özellikle yağışlı ve soğuk iklimlerin hakim olduğu bölgelerde dolaşım problemleri yaşanacaktır.

Her mekana verilecek olan yeni fonksiyonların, mekan ve mekanlar arası ilişkisel bağlantılarının, görsel, işitsel ve iletişimsel veriler göz önüne alınarak düşünülmüş olması gerekmektedir (Arcan, 1992).

Yeni verilen fonksiyonla yapı, günlük hayatta, yeniden yaşam kazanmalıdır. Yapı yeni işlevin gereksinimleri doğrultusunda, verilecek fonksiyonu yüklenebilir olmalı, özgün plan şeması ve mekansal özellikleri büyük değişime uğratılmamalıdır. Yapıya uygun işlevin seçiminde etken faktörler şu ana başlıklar altında toplanabilir;

* Yapının plan şeması ve mekansal kurgusu,

* Yapının hacimsel özelliği, düşey kesitinin özellikleri

* Yapının bulunduğu konum ve çevrenin ekonomik gerçekleri * Yapı tescilli ise korunması gereken anıt yaklaşımı

Yeniden İşlevlendirme tasarımında girdi olarak, kullanım dışı kalmış bina ile o binanın eskiden şekillenmesine katkısı olmuş fakat zaman içinde değişmiş olan çevre koşulları ve insan ihtiyaçları vardır. Tarihi değeri olan tescilli bir yapı yeniden işlevlendirilirken de, sıradan bir yapı yeniden işlevlendirilirken de, mevcut mekanları kavramak ve felsefesini ortaya koymak gerekmektedir (Mesutoğlu, 1995).

2.3.2. Seçilen Uygun İşlev Sonrası Yapılabilen Müdahaleler

Uygun işlevin seçiminden sonra, yapının sahip olduğu potansiyel ile ihtiyaç programının örtüştürülmesi sürecinde, yapısal zorunluluklardan dolayı elde edilemeyen mekansal gereklilikleri yerine getirmek için yapılabilen müdahaleler şu şekilde sıralanabilir:

(31)

* Mekansal Kurguya Yapılan Müdahaleler ve Eklemeler * Strüktürel Sisteme Yapılan Müdahaleler ve Eklemeler * Tesisat Sistemlerine Yapılan Müdahaleler ve Eklemeler * Cepheye Yapılan müdahaleler

* Yakın Çevreye Yapılan Müdahaleler

2.3.2.1. Mekansal Kurguya Yapılan Müdahaleler ve Eklemeler

Zamanla değişen yaşam biçimi ve onun şekillendirdiği ihtiyaçlar nedeniyle yapılar işlevsel ömürlerini tamamlayarak, ilk yapılış amaçlarından farklı bir işlevle yüklenmektedirler. Yeniden işlevlendirme sürecinde, yeni işlevin yapıya adaptasyonu için mekansal kurguda değişiklikler yapılarak çözüme gidilebilmektedir.

Yeni işlevin gereksinimlerine göre, ara kat eklenmesi, mevcut mekanlar arasında geçitler açılarak bağlantı kurulması, yeni bölücü duvar ilavesi, strüktürel sistemden bağımsız duvarların tamamen kaldırılması, yatay ve düşey sirkülasyon elemanlarının ilavesi, yapıya entegre edilemeyen mekanlar için tamamlayıcı ek binalar yapılması bu kapsamda değerlendirilebilir.

Yapı stoku olarak değerlendirebileceğimiz sıradan yapılarda strüktürel sistemin, yapısal özelliklerin, yönetmelik ve imar hükümlerinin imkan verdiği ve yeni işlevin gerektirdiği tüm müdahaleler yapılabilirken, tarihsel değeri olan tescilli yapılarda, yapının yeni verilecek olan işlevi yüklenebilir olması, özgün plan şemasının ve mekansal özelliklerinin büyük değişikliklere uğratılmaması gerekmektedir.

Yeni işleve uygun mekanları oluşturulurken kullanılabilecek yöntemlerden biri mevcut binanın yeni işleve uygun olmayan büyüklükteki mekanlarının bölünerek amaca uygun hale getirilmesidir. Örneğin eski endüstri binaları, depo ve antrepolar, tekrarlanan pencereleri nedeniyle otel odası gibi tekrar eden birimleri elde etmede uygun olmaktadır (Cantacuzino, 1976).

(32)

Dinçer’e (1988) göre ise; yeniden kullanım türü ne olursa olsun, mevcut bir binada tekrar eden birimlerin oluşturulabilmesi için, binanın cephesinde pencerelerin tekrarlanan düzende olması ve bu tekrarlanmadaki ritmin, yeni işlev için gereken birimlere uygun olması gerekir.

Örneğin Viyana’daki gazometre binalarında yapılan konut birimlerini elde etmek için katlarda ışınsal duvar bölmeleri yapılmıştır. Benzer bir şekilde İstanbul’daki Feshane binasında da, iç mekanda küçük ticari birimler elde etmek amacıyla çelik kolon akslarına uygun bölücüler eklenerek, plan şemasında değişiklik yapılmıştır. İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampusu’nda hangar binasının derslikler için dönüştürülmesi sırasında aynı yöntemle mekanlar bölünerek yeniden işlevlendirilmiştir.

Mevcut binanın sahip olduğu karakteristik özellikler ile yeni işlevin ihtiyaç duyduğu mekanların oluşturulması amacıyla yapılabilecek işlemlerden bir tanesi de birleştirerek yeni fonksiyona uygun mekanlar elde etmektir. Tekrar eden birimlerden oluşmuş bir plan şemasında daha büyük mekanları elde etmek için bu yöntem kullanılabilmektedir.

Mevcut yapının kat yüksekliklerinin el verdiği durumlarda, ara kat yaparak kullanım alanını artırmak mekansal kurguya yapılabilen bir diğer müdahaledir. Bu yöntemin uygulanabilmesi için, yapının strüktürel sistemiyle beraber yönetmelik ve imar hükümlerinin de uygun olması gereklidir. Elde edilen ara kata ulaşabilmek için uygun noktalarda oluşturulacak düşey sirkülasyon elamanları sayesinde yetersiz ve çözümsüz olan mekanların elde edilmesi sağlanabilmektedir. Yapıya olumsuz bir müdahale olmasına karşın Tahtakale Hamamı’nda buna benzer bir uygulama yapılarak ara katlar elde edilmiştir.

Yeniden işlevlendirilecek yapının, mekansal özelliklerinin, ihtiyacı tamamen karşılayamadığı durumlarda ise, yapının strüktürel sistemiyle beraber yönetmelik ve imar hükümlerinin de uygun olması şartıyla, yapıya ek yapmak yada ilave kat yapmak alternatif bir yol olmaktadır. Özellikle tarihi yapılarda yapının ihtiyacı olan

(33)

danışma, tuvaletler ve diğer teknik alanlar için ek yapı yapma yöntemi kullanılmaktadır. Ankara’daki TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesinde, rektörlük birimleri için gereken geniş açıklıklı büyük mekanlar, yapıya çelik bir kat ilave edilerek elde edilmiştir.

Zaman içinde değişen yönetmelikler ve imar kanunları sebebiyle yapılarda yangın kaçışları ve yangın merdivenleri oluşturmak gerekmektedir. Özellikle şu an uygulanmakta olan yangın yönetmeliği gereği, yapılarda basınçlandırılmış yangın güvenlik holü, betonarme yangın merdiveni, yapının kullanım amacına uygun tahliye çıkışları gerekmektedir. Yönetmeliğe uygun düzenlemeler, yapıların mekansal kurgusunu etkilemekte, fakat yangın güvenliğini artırmaktadır.

2.5.2.2. Strüktürel Sisteme Yapılan Müdahaleler ve Eklemeler

Yapıların Yeniden İşlevlendirilme süreçlerinde, yapıların strüktürel olarak güçlendirilmesi, mevcut durumun güncel yönetmeliklere uygun hale getirilmesi, düşey sirkülasyon elemanlarının ilavesi yada daha kapsamlı olan, yeni kat ve veya binalar eklenmesi şeklindeki değişiklikler sonucu; yapının strüktürel elamanları olan kolonlar, taşıyıcı duvarlar, kirişler ve gergi elemanlar, kat plakları gibi öğelerine de müdahale edilebilmektedir.

Örneğin TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nde, tüm kompleksin betonarme güçlendirmesi yapılmış, rektörlük birimleri için gereken geniş açıklıklı büyük mekanlar, yapıya çelik bir kat ilave edilerek elde edilmiştir. Ayrıca, Yüzme Havuzunun olduğu blokta uzay kafes çatı sistemi kaldırılarak yeniden yapılmıştır. Rektörlük giriş aksında ise, protokole uygun geniş açıklıklar elde edebilmek için 3 aks genişliğinde bir alan tüm katlar boyunca yıkılarak bir galeri boşluğu elde edilmiştir.

İstanbul’daki Rahmi Koç Endüstri Müzesinde de mekansal gereksinmelerden dolayı yapıya cam ve çelik strüktürden oluşan asma kat yapılmıştır. Yapının tescilli bir yapı olması sebebiyle mevcut taşıyıcı duvarların zarar görmesine ve tarihsel

Şekil

Şekil 3.3. Gazometre-Metro istasyonu bağlantısını gösteren kesit (Himmelblau, 2003)
Şekil 3.4. Gazometrelerin dönüşüm sonrası bodrum kat ve 1. kat planları  (Himmelblau, 2003)
Şekil 3.9. Tate Modern Sanatlar Galerisi kesiti (Özer, 2000)
Şekil 3.11. Tate Modern Sanatlar Galerisi 3. kat planı (Özer, 2000)
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Firmalara kullanılan makine ve ekipman tedariki, yedek parça tedariki, bakım hizmetleri, kullanılan hammadde ve yarı mamul tedariki, müşteriler ve rakiplerin coğrafi

Yeni binalarda nöbette olan hasta bakıcılar için sa- de 12 yatak odası vardır; hastane de ikamet eden diğer bütün hastane mensupları civardaki eski hastane binala-

“İmar hukuku” kuralları ile çözüm bulunmaya çalışılmaktadır. İmar Kanunun kabulü ile birlikte yapı yapmak isteyen her vatandaşın alanında uzman mimar,

2009 ve 2015 yıllarında revize edilen Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğinin, çatılar ile ilgili maddelerinin açıklanması, yönetmelik içinde

üzerinde yer alan çoğunlukla konut ve ticaret işlevinin bir arada bulunduğu yapı tiplerini içeren, Hacı Ali Ağa Sokağında; bölgenin ticari hayatını,

Kolonlu ve perdesiz betonarme binaların TDY-2018 yönetmeliğine göre gevrek hasarlı bütün elemanların “Göçme Bölgesi”nde olduğu kabulüyle, katlardan herhangi birinde

Tahıl ambarı ve gazhane olarak kullanılan ancak zaman içerisinde özgün işlevini yitiren yapı, Meram Belediyesi tarafından 2018-2019 yılları arasında yapılan

Sonrasında bu tarihi yapının mimari yapı analizi ve yapının tarihsel, estetik, sembolik önemi gibi değerlendirmelerin yapılması, tarihi yapıya yeni ek tasarımı