• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM

4.4. FARKLILAŞMALAR

4.4.3. Zamandan Şikâyet

Şairler her vakit değerlerinin bilinmesini, eserlerinin gereken ilgiyi görmesini, toplum içerisinde belli bir kabul görmeyi ve söz sahibi olmayı istemişlerdir. Bu onların ayrıcalıklı kişiliklerinin doğal bir sonucudur. Çünkü şairler bir yönü ile mârifet ehlidirler ve pazarda sattıkları malları da mârifet ürünüdür. Şairler mallarının sürüm görmelerini isterler; zaman ise bunları anlamaz, bunlara değer vermez ise devrin sanatkârları doğal olarak zamandan şikâyet ederler. Osmanlı’nın ihtişamlı günlerinin yavaş yavaş solmaya yüztutması ile beraber böyle solgun bir mevsimde soluk alıp veren şairler bu tabloyu şikâyet zeminine çekmişlerdir.

17. yüzyıl kasidelerinde bu husus önemli bir yer teşkil etmektedir. Şikâyet bir hoşnutsuzluğun, huzursuzluğun ifadesidir. 17. yüzyılda problemlerin artışına bağlı olarak şikâyetlerin dile getirilmesi yüzyılın tanığı olan kasidelerin de nasıl bir zihnî gerçeklik içerisinde olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

Nef’î’nin “zamâne” redifli kasidesi bu anlayış çerçevesinde değerlendirilebilir. Nef’î yaşadığı zaman diliminde değerinin anlaşılmamasından şikâyetçidir. Zaman ikiyüzlüdür. Nef’î bu zaman dilimi içerisinde yer alan dosttan

dahi şikâyetçidir. Bu değişen insan profili ve buna bağlı değerler sisteminin çözülüşü olarak değerlendirilebilir:

Ben şâ’ir-i mu’ciz-dem-i ilhâm-tırâzım Bilmezse n’ola kadrimi mollâ-yı zamâne

(Zamanın mollası değerimi bilmez ise buna şaşılır mı? Ben ilham donatan mucize vakitli şairim.) (Nef’î D., K.42, B.31, S.186)

Molla ne acep bilmese ammâ bu acepdir Hîç olmaya bir nâkıd-ı kâlâ-yı zamâne

(Molla’nın bilmemesine şaşılmaz. Ancak zamanın kumaşının hakikîsinin anlayanının olmamasına şaşılır.) (Nef’î D., K.42, B.32, S.186)

Bir devre geldik hâliyâ olmuş ma’ârif bî-bahâ Arz etse dil hüsn-i edâ etmiş olur sû’-i edeb

(Öyle bir zamana geldik ki şimdiki zamanda marifetler paha biçilmeyecek kadar değerli olmuş. Gönül edâ güzelliğinde bulunsa edepsizlik etmiş olur.) (Nef’î D.,K.62, B.25,S.256)

Devrân ne bilir kadr-i dür-i nazmımı zîrâ Ol devr edeli münkir-i erbâb-ı beyândır

(Devir nazım incimin değerini bilmez, zîrâ o devr ettiği andan beri söz erbâbının inkârcısıdır.)(Nef’î D. K.10,B.49, S.75)

Ben sâde-dil ebnâ-yı zamân ise münâfık Güçdür bana gâyetde müdârâ-yı zamâne

(Ben gönlü sadeyim, zamanın oğlu ise münâfık. Zamanenin bu ikiyüzlülüğü bana çok da güç gelmektedir.) (Nef’î D., K.42, B.41., S.186)

Çok tecrübe etdim hele tahkîk budur kim Yeğdir yine ahbâbdan a’dâ-yı zamâne

(Çok tecrübe ettim doğrusu şudur ki zamanın düşmanı dosttan iyidir.) (Nef’î D., K.42, B.44., S.187)

Nef’î’nin rûzgâr redifli kasidesinde zamanın yöneticilerine ve zamanın düzenine yönelttiği eleştiriler devlet yapısındaki bozulmanın büyük ölçekli bir bozulma olduğunu göstermektedir. Zamanın türlü hallerinden yakınan Nef’î yöneticilerden de yakınmaktadır:

Derd bu kim kor mu kadeh tutmağa Keşmekeş-i dembedem-ı rûzgâr

(Zamanın sürekli karmakarışıklığı öyle bir dert ki elde kadeh tutmağa müsâade etmez.) (Nef’î D.,K.43,B.3, S.188)

Bir har-i düpâda görünür hemân Devlet-i sâbit kadem-ı rûzgâr

(İki ayaklı eşek hemen zamanın sâbit kadem devleti görünür.) (Nef’î D.,K.43,B.9,S.188)

Har diyemem belki sitemdir hara Fazla-i haşv-i şikem-ı rûzgâr

(Belki eşek diyemem, bu eşeğe sitem olur. Zamanın karnına doldurulmuş gereksiz kuru ottur.) (Nef’î D.,K.43, B.10, S.188)

Nef’î zamanın düşmanca tavırlarının olumsuz sonuçlarına katlanan insanların gönül ehli olduğunun altını çizer:

Yoklansa her eyyâmda elbetde mukarrer Ehl-i dile bir hasm-ı tüvânâ-yı zamâne

(Gönül ehline zamanın güçlü bir düşmanı yoklansa her günde kararlaştırılmış.) (Nef’î D., K.42, B.50., S.187)

Fehîm de zamandan şikâyetçidir: Zaman Fehîm’in değerini bilmemektedir: İnsanlar değişmiş, farklılaşmışlardır. Fehîm’in “pek çok şiirinde görülen ıztırap terennümlerini, Dîvân edebiyatına veya Sebk-i Hindî cereyânına has bir yön olarak değil, mizâcın ve hayatın şiire aksetmesi olarak almakta isabet vardır kanaatindeyiz.” (Üzgör, 1991: 57) Onun zamandan şikâyeti de mizâcın ve hayatın şiire yansıması olarak değerlendirilebilir.

Dirîgâ çârsû-yı rişte-i bâzâr-ı cihân içre

Hasîr-i köhne-veş düşdüm ne çâre çeşm-i rağbetden

(Yazık ki dünya pazarının iplik çarşısında, ne çare, eski bir hasır gibi rağbet gözünden düştüm.) (Fehîm-i Kadîm D., K.15, B.9, S.189)

Serüm zânûdan itmek münfasıl emr-i muhâl oldı O denlü muttasıl itdüm bu efkâr ile hayretden

(Bir nice yarı insan şeklindeki hayvan takımını insan şekline girmiş bir hâlde gördükten sonra gönlüm, vahşi gibi insanlarla yakınlık kurmaktan kaçar oldu.) (Fehîm-i Kadîm D., K.15, B.19, S.190)

Kasidelerde biyografik bilgiye katkı sağlayıcı önemli bilgiler yer alabilmektedir. Sanatkârların geçirmiş oldukları yaşam onların hayata bakış açılarını önemli ölçüde etkilemektedir. Bu nedenle de sanatkârların hayatlarının titizlikle incelenmesi gerekmektedir. Zaman zaman şairlerin biyografileri hakkında bilgi toplamak önemli sıkıntılar oluşturabilmektedir. Tezkerelerde yer alan bilgi sığlığı, sanatkârın devlet erkânıyla içli dışlı olmayışı gibi nedenlerden dolayı şair hakkında sınırlı bilgiler bulunmaktadır. Bu noktada kasidelerin sunduğu bilgiler kişisel yaşamın değerlendirilerek devre bakış açısının belirlenmesinde önemli roller üstlenmektedir.

Nâ’ilî’ zamandan fazlaca muzdarip bir şairdir. “Nâ’ilî, büyük bir şair olmanın bilincine vardığı için büyük memuriyetler ve daha rahat bir hayat düzeyine ermeyi

beklerken en çok bir kalem baş halifeliğinden ileri gidememiş olması yüzünden sürekli bir karamsarlık içindedir. İstediğini elde edememesi, onu son derece üzmüş bütün devlet büyüklerinden değerini anlamalarını ve yardım etmelerini beklemiştir. Kendisinden küçük şairlerin yüksek makamlara kadar yükselmeleri, adâlet duygusunun sarsılmasına ve herkese düşman gözüyle bakmasına sebep olmuştur. Zayıf ve hastalıklı bünyesi ve hassas ruhu acılar ve sıkıntılar içinde bocalamış, hayatta hiçbir şeyden memnun olmamıştır. Bu karamsarlığı ve huzursuzluğu sebebiyle kasidelerinde felekten, devrin karışıklıklarından, hâlinin kötülüğünden “fakr u zarûret”inden, bir takım ehliyetsiz ve nâdân kişilerin makam sahibi olduklarından, “ehl-i kemâl” ve “ehl-i mârifetin ise değerinin bilinmediğinden, bunların “hor ve hakîr”kaldıklarından, gurbet hayatının kötülüğünden, hastalığı ve acılarından yakınmıştır.” (İpekten, 1999: 42)

Nâ’ilî’nin aşağıdaki beyitleri onun şahsî mizâcının ve toplumsal yaşamın bir yansıması olarak düşünülebilir:

Zamâne mu’teber olmuş o bed-güherlere kim Nazarlarından hazef-pâre dürr-i nâb olmuş

(Zaman o kötü incilere itibar gösterir olmuş. Nazarlarında saf inci bir çanak parçası olmuş.) (Nâ’ilî D., K.18, B.32, S.83)

Sâgar-ı cem boşalıp yine tolarmış ammâ Hîç hûn-ı ciğer eksilmedi cânımdan bebim

(Cem’in kadehi boşalıp yine dolarmış ama benim canımdan ciğerimin kanı hiç eksilmedi.) (Nâ’ilî D., K.30, B.11, S.117)

Nâ’ilî zamandan şikâyet ettiği gibi bir adım öteye daha geçerek padişah hanedanından ve sadaret makamından da şikâyet eder. Üstelik bunun bir nâ’t olması bu yüzyıl gerçeği ile beraber düşünüldüğünde geleneğin oldukça dışında görülebilir. Nef’î’den sonra Nâ’ilî’nin de devlet yöneticilerinden şikâyetçi olması şikâyet kavramını şahsî bir sahadan çıkararak yüzyıl gerçeği sahasına taşımaktadır:

Tılsım-ı devlet ü vefk-i sa’âdet olmış iken Kasâ’idi nice düstûr-ı Cem-cenâbında

(Cem yüceliğindeki kanunları, devletinin tılsımı ve mutluluğun uygunluğu bir çok kasidede yer almışken) (Nâ’ilî D.,K.3, B.11,S.28)

Diler ki hîle ile nakd-i nâmın eyleye güm Diyâr-ı Edrinenün bir avuç türâbında

(Edirne diyarının bir avuç toprağında hile ile isim akçeni yok etmek ister.)(Nâ’ilî D.,K.3, B.12,S.29)

Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Şeyhülislâm Bahâyî zamandan şikâyetçidir ve zamanın değişmesine vurgu yapmaktadır:

Der-i gencîne-i ikbâlimin âhenger-i dehr Eylemiş kuflini âmâde kilîdin ihmâl

(Zaman demircisi, yükselme ve mutlu olma (imkanlarını saklayan) hazinemin kapısına kilit yapmış;(fakat) anahtarını unutmuş) (Ş.Bahâyî D. S.ç.,K.3,B.3,S.64)

Nâbî’de de aynı şikâyet duygusu önemli bir yer tutmaktadır. “Nâbî, zamâneden, yaşadığı hayattan şikâyet ederken, aslında ağırlığı bütün halkın sırtına binen bir takım sosyal ve siyasî çarpıklıklara işaret eder. Bu çarpıklıklar karşısında bir şeyler yapmamanın ezikliğini duyar ve şikâyetlerini hedefi belirsiz oklar halinde atar.” (Yorulmaz, 1996: 276)

17. yüzyıl kronolojık olarak incelendiğinde Nef’î ve Nâ’ilî’de zamandan

şikâyet çoklukla kişisel bir boyutta iken Nâbî ile sosyal ve siyâsî bir boyut kazanmaktadır. “Divan şairlerindeki şairâne ifadelerin aksine, Nâbî’de “zamandan şikâyet”, daha somut manasıyla, yaşadığı dönem ve bu dönemde değişen değerlerden şikâyet niteliği taşımaktadır.” (Bilkan, 2007: 161) Bu da yüzyılın başlangıcı ve sonu arasındaki farkları göstermesi açısından önemlidir.

“Nâbî, çok sevdiği ve yakın dostu olan Musahip Mustafa paşanın kendisini

azli dolayısıyla yazdığı bir kasidede, görevinden kendi iradesi ile ayrılmasına rağmen çevresinde dost bildiği insanların kendisine karşı davranışlarının nasıl birden bire değiştiğini, tavır alışlarını anlatır. Bu beyitler aynı zamanda ikbal merdivenlerinden düşen büyüklere karşı işini her devirde yürüten zamane dalkavuklarının bukalemun gibi tavır değiştirdiklerine de bir örnektir: “ (Yorulmaz,1996: 278) Nâbî’nin bu şikâyetleri şahsî bir serzenişten öte değişen zihniyetin eleştirisi olarak düşünülebilir.

Nâbî’nin Azliye kasidesinden seçilmiş aşağıdaki örnekleri içerisinde yaşanılan zamanın değer yargıları hakkında bizlere yeterli bir fikir verebilir.

Kanı kendi kulunam diyü perestişler iden Eylemez yolda düçâr olsa bile redd-i selâm

(Hani kendi kulunum diye tapınışta bulunanlar. Yolda yakalanmış olsalar bile verilen selamı almazlar. ) (Nâbî D., K.12, B.27, S.78)

Kanı ol terk-i edeb deyu ku’ûd eylemeyen Eylemez şimdi mecâlisde bulundukça kıyâm

(Hani edep dışıdır diye ayağını uzatmayanlar şimdi meclise gitsek ayağa kalkmazlar.) (Nâbî D., K.12, B.28, S.78)

Kanı gördükçe kemân-veş ham iden kâmetini Zahm açar tîr-sıfat şimdi sudûr itse kelâm

(Hani gördükçe keman gibi boynunu eğenler şimdi söz olunca ok gibi yara açar.) (Nâbî D., K.12, B.29, S.78)

Gevher-i gûş-ı kabûl eyleyen ednâ suhanın Şimdi eyler suhan-ı serd ile kasd-ı ilzâm

(Bayağı bir sözünü kabul kulağının cevheri yapan şimdi çirkin sözlerle susturma niyetinde bulunur.) (Nâbî D., K.12, B.31, S.79)

Dest-i şekvâsın ider sonra miyân-gîr-i licâm

(Hani üzengiye bindikçe asılan çabuklar. Şikâyet elini sonra gemin arabulucusu eder.) (Nâbî D., K.12, B.34, S.79)

Rûy-ı mâl itmege dâmânuna fursat gözeden Yapışup dâmenüne cevr içün eyler ibrâm

(Eteğine yüz sürmek için fırsat gözeten eziyet için eteğine yapışıp ısrarda bulunur.) (Nâbî D., K.12, B.35, S.79)

Nerdübânlarda bagal-gîrlige sür’at iden Nerdübân üzre ider sebkate şimdi ikdâm

(Merdivenlerde hızla koltuğa girenler şimdi merdiven üzerinde önüne geçmek için gayretle çalışır.) (Nâbî D., K.12, B.36, S.79)

Alınur şimdi ‘avâ’id yerine vaz‘-ı girân Virilür şimdi hedâyâya bedel sâde selâm

(Şimdi hediyeye bedel sadece selam verilir. Şimdi gelir yerine ağır vergiler alınır.) (Nâbî D., K.12, B.59, S.81)

Zamandan şikâyet Sâbit’in kasidelerinde de görülmektedir. Felek müsâ’id olup hâk-i pâye ‘arz itsem

Bana ne ‘işveler eyler zamâne-i bî-dâd

(Adâletsiz zamanın bana ne nazlar yaptığını felek müsâid olsa da ayağının toprağına arz etsem.) (Sâbit D.,K.VII., B.47, S.183)

17. Yüzyıl kasidelerinde zamandan şikâyet sıklıkla karşılaşılan bir kavram olarak görülür. Bu asırda şikâyet kavramında artış olması yüzyılın genel karekteri ile güçlü bağlara sahiptir. Sosyal yaşamdaki soğumalar şahsî bir şikâyetten çıkarak zamanın insanının yüz çizgilerini ortaya koyan ifadelere dönüşmüştür.