• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM

4.1. ZİHNİYET VE EDEBÎ ÜRÜN ARASINDAKİ İLİŞKİ

4.2.1. DEVLET VE TOPLUM DEĞERLERİ

4.2.1.1. Cihân Hâkimiyeti İdeali

On altıncı yüzyıl Osmanlı’sı tartışılmaz bir güç ile zamanının cihan hâkimiyetini üstlenmiş bir imparatorluk idi. Bu yüzyılda sınırlara bakıldığı zaman doğuda İran’a, Batıda Macaristan’a, kuzeyde Kırım ‘a ve güneyde Arap Yarım Adası’na ve Kuzey Afrika’ya kadar sınırlarımızın genişlediği görülür. Bizans’ın yamacın da bir uç beyliği olarak kurulan ve sonrasında hep cihân hâkimiyeti ideali ile sınırlarını genişleten, on altıncı yüzyılla beraber de bu ideallerine kavuşan bir cihan imparotorluğunun bu görünümünü sonraki yüzyıllarda da sürdürme çabası içerisine girdiğini ve kasidelerde bu idealin güçlü bir duygu olarak ifade bulduğunu görmekteyiz.

“17. yüzyıl genel olarak Türk tarihinin güçlü döneminin sona erdiği ve gerileme devrini yaşandığı bir yüzyıldır. Daha önceki yüzyılda başlamış olan karışıklıklar, siyasî çekişmeler Türk dünyasının bütün yerleşim anlarında da kendini gösterir.” (Mengi1, 2000: 175) Bununla beraber yüzyıla girerken Osmanlı hala güçlü bir görünüme sahiptir. On altıncı yüzyılın zirvesinden inişte Osmanlı, halen daha zirveye yakın bir noktada bulunulmaktadır. “16. yüzyılın ikinci yarısında itibaren Osmanlı İmparatorluğunda bazı siyasî güçlükler, ekonomik sıkıntılar, başlamış olmakla birlikte, bunlar henüz devletin ulaştığı ihtişamı gölgeleyecek durumda değildir. Bu nedenle Osmanlı 17. yüzyıla önceki yüzyıllardan kazandığı güçlü görünümü ile girer.” (Mengi1, 2000: 175) 17. yüzyıl “bir geçiş dönemi karekterine büründü ve kapsamlı değişimlere tanık oldu.” (İnalcık, 2004: 537)Bu nedenle bu yüzyılda bir önceki devir ya da devirlerin zihnî algılamalarının devam etmesi söz konusudur.

17. yüzyıl kasidelerinde Osmanlı bir cihân imparatorluğu ve padişahları da cihân sultanıdır. “Mütefekkir şairin devleti yönetecek kişilerde bulunmasını istediği en önemli husus, “Osmanlı ideali”dir.” (Bilkan, 2002: 31) Osmanlı’nın batının üstünlüğünü kabullenmesi bu yüzyılda söz konusu değildir. Ancak 18. yüzyılla beraber Osmanlı’nın kendini algılayışı değişmiştir. “İlk defa bu dönemde Osmanlılar Avruplıların üstünlüğünü kabullenerek batı usûllerini taklit ve iktibas yoluna gittiler.” (İnalcık, 2004: 537) Diğer bir açıdan İslâm dairesi içerisinde şekil bulan 17. yüzyıl Osmanlı sahası Türk edebiyatı islâmî inançlara dair önemli zihniyet unsurlarını bünyesinde taşımaktadır. İslâmî anlayışa göre hâkimiyet Allah’a aittir. Kâinat mülkünün sahibi odur. Böylelikle kâinat onun emirleri ile yönetilmelidir. Bu da ancak cihân hâkimiyeti ile mümkündür. Cihân hâkimiyeti idealini bütün bir Türk tarihinin özüne sinmiş bir psikoloji olarak görebiliriz. “Osmanlılar da dâhil, hemen bütün dirayetli Türk devlet adamlarınca “yerine getirilmesi gerekli vazife” sayılan cihân hâkimiyeti görüşünün, şüphesiz birçok tarihî teşebbüsler sonucu olarak, Türk psikolojisinde derin yer tutmasından dolayı hem destan ve efsanelerimize, hem tarihî kayıtlara yansımış açık delilleri vardır.” (Kafesoğlu, 1987: 43) Bu anlayışı kasidelere yansıyan yönleri ile görüldüğü zaman daha somut anlaşılacaktır.

17. yüzyılın güçlü kasidecisi Nef’î’dir. Nef’î’nin kasidelerinde cihân hâkimiyeti idealinin güçlü birşekilde yer aldığı görülmektedir. Bununla beraber 17. yüzyılda kasideciliğin klasik kalıpları aştığı da görülmektedir. Örneğin bir nesib bölümüne doğrudan doğruya övgü ile başlanıldığı ve cihân hâkimiyeti idealinin dile detirildiği görülmektedir. Bütün bunlar değişen yüzyılın tanığı olan kasidelerin yeni fonksiyonlar üstlendiğinin de bir delilidir. Nef’î Sultan Ahmed’e sunduğu bir kasidesine doğrudan doğruya bir övgü ile başlar ve cihân hâkimiyeti idealine vurgu yapar:

Bârekallâh zihî âtıfet-i Rabbânî Ki şeh-i âleme olmuş ezelî erzânî

(Allah mübarek etsin! Hayırlı ve bereketli olsun Allahın ne güzel bir lutfu ki âlemin şahlığı ezelden ona layık olmuş.) (Nef’î D.,K.4,B.1,S.51)

Nef’î’nin pek çok kasidesinde cihân hâkimiyeti idealinin vurgusu yapılmaktadır:

Olsun kapında Muntazam-ı silk-i bendegân Devlet ki intizâm–ı umûr-ı cihân verir

(Kapında kullar dizisi muntazam bir şekilde sıralansın. Devletin ki cihânın işlerine düzen verir.) (Nef’î D.,K.5, B.57,S.59)

Hümâyûn-pâye Sultân Ahmed-i âdil ki düşmüşdür Zılâl-ı sâyebân-ı devleti kevn ü mekân üzre

(Adaletli Sultan Ahmet öyle bir padişah ki devletinin çadırının gölgesi kainatın üzerine düşmüştür.) (Nef’î D., K.6, B.19, S.60)

Merhabâ ey safder-i kâmil Vezîr-i kâmyâb Sâhib-i sultân-ı âlem dâver âlî-cenâb

(Merhaba ey muradına ermiş vezir, olgun saflar yarıcısı.Şerefli sultan, âlemin sultanının sahibi) (Nef’î D.,K.61,B.1,S.252)

Yüzyılın diğer sanatkârlarından olan ve aynı zamanda şeyhülislâm kimliği bulunan Yahyâ’nın kasidelerinde de ‘Osmanlı İdeali’ vurgusu yer almaktadır:

Açılmasın mı gül gibi gülşende goncalar Bu iltifâtı kim güle etdi şeh-i cihân

(Goncalar gül bahçesinde nasıl açmasın; nitekim bu ilgi ve yakılığı dünya padişahı güle gösterdi.)(Yahyâ D., K.2, B.2, S.4)

Yakdılar meş’allerin nergislerin gülzârda Var ise şâh-ı cihân meyl-i çerâğân eyledi

(Dünya padişahı, çerağana geldi diye; gül bahçesinde nergislerin meşalelerini yaktılar.) (Yahyâ D., K.5, B.13, S.10)

Cevrî de ‘Osmanlı İdeali’ni taşıyan yüzyılın kaside şairleri arasında görülmektedir:

Hak ana dehri ser-be-ser mahkûm fermân eyledi Dünyâya toldı heybeti -âfâkı tutdı satveti

(Allah ona dünyayı baştanbaşa fermanının mahkûmu etti heybeti dünyaya doldu. Kuvveti ufukları tuttu.) (Cevrî D., K.4, B.22,S.67 )

Nef’î ve devrin diğer kaside şairleri cihân hâkimiyeti vurgusunu yaparken Süleyman, İskender gibi büyük kahramanlardan istifade etmişlerdir. Bu ve benzeri isimlerin zikri dahi Osmanlı İdeali’nin dışa vurumu olarak görülebilir. “Osmanlı şairleri, evrensel bir hükümdar (Süleyman, İskender) düşüncesi fikirlerine uygun olduğu sürece, Süleyman efsanesini kendilerine mal etmeye hazırdırlar.” ( İnalcık, 2004: 537)

Cevrî’nin aşağıdaki beyti böyle bir anlayışın ışığında değerlendirilebilir: O şehinşâh-ı cihân-gîr-i Sikender-fer kim

Emri hükm eyledi dünyâda olan şâhlara)

(O İskender iktidarlı, cihanı elinde tutan padişahlar padişahı ki onun emri dünyadaki bütün padişahları hükmü altına aldı.) (Cevrî D., K.5, B.18,S.69 )

Fehîm-i Kadîm’in divanında da cihân hâkimiyeti anlayışı yer almaktadır: Kahramân-ı Cem-livâ İskender-i Rüstem-vegâ

Pâdişâh-ı rub‘-ı meskûn zîb-i çarh-ı nüh-kıbâb

(O Cem bayraklı Kahraman, İskender ve Rüstem gibi savaşçı, dünyanın kara olan dörtte birininin tamamının padişahı, dokuz kubbeli feleğin süsüdür.) (Fehîm-i Kadîm D., K.5, B.30, S.129)

17. yüzyıl’da pek çok önemli şair yetişmekle beraber bunlardan bir kısmı devri içerisinde zirveleşmişlerdir. Bir fikrin büyük şairler tarafından dile getirilmesi

önem arz etmektedir. Nâ’ilî bu yüzyılda Nef’î’den sonra bir zirve olarak göze çarpar. Nâ’ilî’nin kasidelerinde de cihân hâkimiyeti idealine vurgu yapılmaktadır:

Gazâ mübarek ola ey şehinşeh-i gâzî Ki âlemin sana tefvîz olundu ihrâzı

(Ey gâzilerin padişahlar padişahı, gazan mübarek olsun ki dünyayı kazanma sana sipariş edildi) (Nâ’ilî D., K.8, B.1., S.46)

Hemân sa ‘âdet ile âzim-i Sıfâhân ol Kurup memâlik-i şarka otâg-ı garâzı

(Gaye çadırını şark ülkelerine kurup Hemen saadet ile Sıfâhân’ın yüceliği ol.) (Nâ’ilî D., K.8, B.16., S.47)

Yeter memâlik-i şarka hemân asâkir-i Rûm Urunca rahşına her biri zahm-ı mihmâzı

(Rum askerleri mahmuz yaralarını atlarına vurunca hemen şark ülkelerine erişir.) (Nâ’ilî D., K.8, B.20, S.48)

Serây-ı şeş cihetin şâh-ı cümletü’l-mülk Ricâl-i âlemi-i gaybın nedîm-i dem-sâzı

(Cümle ülkelerin şâhı altı cihetin sarayı, gayp âleminin ileri gelenleri, sır dostu.) (Nâ’ilî D. K.8, B.32, S.48)

Yüzyılın Şeyhülislâm şairlerinden olan Bahâyî’nin kasidelarinde de cihân hâkimiyeti ideali zihnî bir planda kendini göstermektedir. Öyle ki onun bir kasidesinin başlığından bile bu hükme varmamız olanaklıdır:

Der Medh-i Şâh-ı Cihân Murâd Hân-ı Âlî-Mekân Aleyhi’r-rahme

(Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun! Mekânı yüce cihân padişahı Sultan Murad’ın Övgüsünde) (Şeyhülislâm Bahâyî D.Sç., K.1,Başlık, S.64)

İtse pîrâmen-i gülzâra nesîm-i seherî Nükhet-i hulk-ı Şehenşâh-ı cihânı îsâl

(Seher vaktinin tatlı ve hafiften esen rüzgârı, gül bahçesi çevresine cihân padişahının huyundan koku iletse.) (Şeyhülislâm Bahâyî D. Sç., K.3.,B.31, S.70) Zehî tâbende nakş-ı gevher-i mühr-i Süleymânî

Ki olmuş ana mazhar tab’-ı pâk-i Âsaf-ı sânî

(Hz Süleymân mührünün cevherindeki işlemeye benzer ne göz alıcı bir işlemedir bu ki, ona sahip olma şerefine ikinci Âsaf (sayılan Mustafa paşa’nın) temiz yaradılışı ulaşabilmiştir.) (Şeyhülislâm Bahâyî D.Sç., K.5.,B.1, S.86)

Nâbî de diğer divan şairleri gibi ‘Osmanlı İdeali’ zihniyetini taşımakta ve kasidelerinde bu kavrama yer vermektedir. Devrin diğer kaside şairlerinde olduğu gibi Nâbî’nin kasidelerinde de Osmanlı padişahları birer cihan sultanlarıdır:

Li’llâhi’l-hamd ber-vefk-ı murâd itdi cülûs İntizâr eyledügün pâdişeh-i ‘âlem-gîr

(Allah’a şükürler olsun ki dünyayı zapteden padişah istek üzerine cülus etti.) (Nâbî D., K.8,B.18.S.50)

O cihânbân-ı mu ‘azzam ki türâb –ı kademin Eylemiş hazret-i Hakk dîde-i ‘asra iksîr

(O ulu dünyanın bekçisi ki ayağının toprağını Hz. Allah asrın gözüne iksir yapmıştır.) (Nâbî D., K.8,B.25.S.52)

Şimdi anunla bakar ehli cihân dünyâya Zatıdur dîde-i devrân bu gün nûr-ı basar

(Dünyanın halkı dünyaya onunla bakar. Devrin gözü ve görmenin nuru bugün zâtıdır.) (Nâbî D., K.9,B.41.S.59)

Hudâygân-ı mu‘azzam şehenşeh-i ‘âlem Muhît-i cûd u kerem âsmân-ı ‘akl u şu‘ûr

(Âlemin padişahlar padişahı yüce sultan ki akıl ve şuurun göğü, kerem ve cömertliğin muhîti.) (Nâbî D.,K.7,B.35.S.42)

17. yüzyıl kasidelerinde cihân hâkimiyeti vurgusunun bütün yöneticiler için klasik bir kalıp olarak kullanılmadığını gösteren ifadeler yer almaktadır. Nâbî yüzyıln sonunda yaşayan bir şair olarak yöneticilerin Osmanlı İdeali’ne sahip olmaları gereğinin vurgusunu yapmaktadır. Böylelikle bu idealin güçlü bir zihnî arka palana dayandığını söyleyebiliriz:

Öyle bir kimseyi it devlet umûruna vekîl Ne dimekdür bile ma‘nâ-yı nizâmü’l-‘âlem

(Öyle bir kişiyi devlet işlerine vekil yap ki, âlemin düzeninin anlamını bilsin. ) (Nâbî D., K.15, B.35, S.107)

17.yüzyıl kasidelerinde şairlerin ortak bir zihniyet olarak cihan hâkimiyeti idealini -ki biz bunu ‘Osmanlı İdeali’ olarak da adlandırabiliriz- taşıdığını görmekteyiz. “Türk cihân hâkimiyeti düşüncesi, Türk fütûhat felsefesinin ana kaynağı ve dayanağı olarak, daima gerçekleştirilmesine çalışılan bir ülkü niteliğini tarihimiz boyunca muhafaza etmiştir.” (Kafesoğlu, 1987: 44)