• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM

4.1. ZİHNİYET VE EDEBÎ ÜRÜN ARASINDAKİ İLİŞKİ

4.2.1. DEVLET VE TOPLUM DEĞERLERİ

4.2.1.2. Üstünlük Duygusu (İmparatorluk Psikolojisi)

Bir imparatorluğun şairleri imparatorluğun psikolojisine paralel bir düşünüş sergilemişlerdir. Osmanlı’nın İmparatorluk görünümü kazanmaya başlamasıyla beraber sanatkârlar da büyük ölçüde taklitten uzaklaşmaya, kendilerine güvenmeye ve dahi zaman zaman kendilerini İran şairleri ile mukayese ederek onlardan üstün görmeye başladılar. Bu aşamayı Osmanlı’nın bir imparatorluk görünümü kazanması ve bu imparatorluk psikolojisinin şairler tarafından içselleştirilmesi ile izah edebiliriz. Şairler içerisinde yaşadıkları bu üstün kudreti dile getirirken kendi güç ve

kudretlerini de dile getirmeyi ihmal etmemişlerdir. Fatih Sultan Mehmet devri sanatkârları ile başlatabileceğimiz bu süreç sonraki dönemlerde devam edegelmiştir. 17.yüzyılın ilk yarısında bu psikoloji dikkate değer bir varlık gösterir. “Osmanlı imparatorluğunu önce duraklatıp, sonra gerileten siyasî, iktisadî, askerî bütün olumsuz gelişmelerin çoğu daha 16. yüzyılda belirmeğe başladığı halde 17. Yüzyılın ilk yarısında psikolojik bakımdan hala ne Osmanlılar büyük yenilgilere, bozgunlara uğrayabileceklerine inanmakta ne de düşmanları böyle bir şeyin gerçekleşebileceğinden emin olmaktaydılar.” (Kortantamer, 1993:154) Bu açıdan üstünlük duygusu önemli bir devlet ve toplum değeri olarak görülebilir. “ ‘Bu Devlet-i Âl-i Osman öyle bir devlet-i azîmedir ki bütün din ve devlet düşmanları yek-dil olup hücûm etseler, biemrillah cümlesine cevap vermek âsândır.’ Osmanlı yönetici ve halkının bu inancı henüz zedelenmemiştir.” (Büyük Türk Klasikleri c.5, 2004: 13) Osmanlı’nın kendini algılayış biçimini ortaya koyacak pek çok davranış kalıpları ile karşılaşmaktayız. Söz gelimi bu yüzyılda Osmanlı’nın anlaşmalar yaparken ortaya koyduğu tavır bir zihniyetin davranış olarak muşahhaslaşması şeklinde değerlendirilebilir. “Osmanlı bu asırda da, yabancı devletlerle iki taraflı, yani karşılıklı anlaşmalar yapmaz; onlara, tek taraflı olarak amânnâmeler, âhid- nâmeler verir.” (Büyük Türk Klasikleri c.5, 2004: 14)

Daha bu asrın başlarnda yapılan Zitvatoruk anlaşması ile Osmanlı kadim üstünlüğünü yitirmiştir. “Muahedenâmenin ikinci maddesi mûcibince Osmanlı hükümdarının bundan sonra imparatora gönderdiği nâmelerdeki kral tabiri yerine çesar (imparator) lakabı kabul edilmek suretiyle akran muamelesi yapılacak ve üç senede bir hediyelerle gönderilecek Osmmanlı elçileri, divan çavuşu müteferrika, çaşnigir rütbelerinde olmayıp sancak beyi derecesinde olacaktı.” (Uzunçarşılı, 1951: 98/99) Bu anlaşma uzun yıllar süregelmiş olan bir algılayışın ve devletlerarası prensiplerin değişmesi anlamını ifade etmektedir. “Bu muahede zahirde Osmanlıların birkaç kale ve şehir almasıyla üstün olarak kazanılmış, fakat hakikatte ise devletin mânen sukutunun birinci kademesini teşkil etmiştir.” (Uzunçarşılı, 1951: 100) Daha asrın başındaki bu değişimlere rağmen Osmanlının algılanışı ve kendini algılayışı değişim göstermez.

17. yüzyıl kasidelerinde imparatorluğun şairlerinin imparatorluk psikolojisi ile eserlerini kaleme aldıkları görülmektedir. Şairler İran hükümdarları ile Osmanlı hükümdarlarını karşılaştırmaktalar ve kendilerini de İran şairleri ile karşılaştırmaktadırlar. “Şaire göre bütün diğer hükümdarlar ancak Osmanlı hükümdarlarının vassallarıdırlar. Şairimiz övdüğü padişahı Türk büyüklerine değil de İran hükümdarlarına benzettikleri veya onlarla kıyasladıkları için sürekli eleştirilmişlerdi. Oysa burada bir incelik göz ardı edilmiştir. Vassal tabirinden de anlaşılacağı üzere Osmanlı sultanıyla bir Acem şahını kıyasladığı zaman onları asla birbirlerine denk tutmaz.” (Tokel, 2005: 16) Divan şairlerinin kendilerini Acem şairlerinden üstün olarak görmeleri de aslında bir sürecin ifadesi olarak görülebilir. “Osmanlı şairinin Fars edebiyatıyla olan ilişkisinde eziklik duygusu içinde değil İranlı şairle rekabet duygusu içinde olduğunu görürüz. Sanatçı başlangıçta başka edebiyatlarda da görüldüğü gibi önce gelişmişe benzeme çabası içine girmiş; ancak daha sonra onun kadar güçlü olma, giderek de onu aşmaya yönelmiştir.” (Mengi2, 2000: 167) Osmanlı şiirinin başlangıç itibariyle Fars şiirini taklit etmesi bir ölçüde doğal karşılanabilir. “Osmanlı fetihlerinin kendilerine sağladığı yeni durumda Türk şairleri, yabancı büyük edebiyatları taklit tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar. Yalnız onlar değil diğerleri de benzer duruma düşmüşlerdi. Asla adına yaraşır bir dinsel sistem yaratmamış olan Turanlar, Tanrı bilimlerini Samî ve Arî soylardan aldılar. Oysa titiz Kur’an okuyucularının Arap edebiyatını bilmemeleri ya da taklide kalkışmadan bu edebiyatı tanımaları nasıl mümkün olabilirdi?” (D’istria, 2008: 12) Osmanlı şiiri başlangıç çizgisiyle münhasır kalmamış, taklitle başlayan bu edebiyat bir özgüven ve orijinallikle noktalanmıştır denilebilir. Bu özgüvenle şairler kendilerini Fars şairleriyle karşılaştırmışlardır.“Divanlar incelendiğinde görülecektir ki umumiyetle bu karşılaştırmalarda Acem şahı küçük gösterilir, hakir görülür. Aynı şeyi şair Acem şahıyla kendini kıyaslarken de yapar.” (Tokel, 2005: 16) Bu bir sürecin ya da gelinen noktanın ifadesi olarak düşünülebilir. “İmparatorluğun ilk plândaki sanat ve fikir merkezi olan İstânbul’a geniş vatan coğrafyasından birçok âlim ve şâirin geldiği bu devrede Türk şairleri, nazm ve ahenk inceliğinde İran edebiyatı temsilcilerinden geri kalmamıştır, hatta onlardan üstün olduklarını iddia eder duruma gelmişlerdir.” (Üzgör, 1991: 1)

Türk kültür tarihi gözden geçirildiğinde bu duygunun temellerinin önceki asırlarda itibaren var olduğu görülür. Türk kültür tarihinde “üstünlük duygusu üniversel devlet anlayışının desteği ile eski Türk’te, O.Menghin’in ifadesi ile “Beylik gururu”(“Herrenstolz”)nu uyandırıyor, ikincisi de geniş ufuklara hükmetme arzusunu kamçılıyordu.” (Kafesoğlu, 1987: 133) 17. yüzyılda ise yukarıda sözünü ettiğimiz sebeplerden dolayı bu duygu yaygın bir zihniyeti ortaya koyar 17. yüzyıl kasidelerinde bu psikoloji ya da algılayış önemli ölçüde kendini gösterir:

Nef’î’nin kasideleri umûmiyetle bu karşılaştırmalarla doludur ve üstünlük psikolojisinin devrin kasidelerinin dokusuna sindiği görülmektedir:

Cemşîd-i kâmrân ki süvâr olsa rahşına Dârâ tutar rikâbını Hüsrev inân verir

(Muradına ermiş Cemşid huylu padişah ki atına binecek olsa Dara üzengisini tutar, Hüsrev dizgin verir.) (Nef’î D.,K.5, B.,S.28.57)

Geh bir vezîri şâh-ı Acemden harâc alır Geh bir vekîli asker-i Tâtâra han verir

(Bazen bir veziri Acem şâhından haraç alır, bazen bir vekili Tatar hanına asker verir.) (Nef’î D.,K.5, B.38.,S.57)

Hâkân-ı Çîn ki dergehine elçi gönderir Hep kâse-şûy-ı matbahına armağân verir

(Çin hakanı ki dergâhına elçi gönderir; hep mutfağına büyük kâse armağan eder. ) (Nef’î D.,K.5, B.39.,S.57)

Dâver-i devrân ki Dârâ gelse ger dergâhına Ancak istihkâk-ı cây-ı mansıb-ı derbân bulur

(Devrin öyle doğru, insaflı bir hükumdarı ki eğer dergâhına Dârâ gelse ancak kapıcının makam yerini hak eder.) (Nef’î D.,K.9, B.18.,S.70)

Yahyâ’nın kasideleri arasında da Osmanlı sultanlarını yüceltici ifadelerin yer aldığı görülmektedir:

Alıp eline yâhud ta-ı mihri sâil-i çarh Devr-i atâ-yı hudâvende geldi cerre seher

(Feleğin dilencisi güneş tasını eline alıp seherin toprak testisi sultanın bahşiş kapısına geldi.) (Yahyâ D., K.4, B.9, S.7)

Yahyâ aşağıdaki ifadesinde kendini sebk-i Hindî ve Irak şairleri ile karşılaştırır ve onların artık şiirleri karşısında sustuğunu dile getirir:

Kalmadı kimse şimdi muhâlif ‘Irâkda Uydı usûle nagme-serâyân-ı Isfahân

(Irak’ta şimdi muhalif kimse kalmadı; Isfahan’ın ezgi söyleyenleri usule uydu.) (Yahyâ D., K.5, B.17, S.5)

Nâ’ilî’nin kasidelerinde de üstünlük psikolojisi yer almaktadır: Olur mu hîç sana düşman ittihâz etmek

Şeh-i Acem gibi rûbeh-nihâd-ı keç-bâzı

(Acem şahı gibi yanlış görüşlü ve kurnaz tabiatlı birisinin sana düşman kabul etmek hiç olmaz.) (Nâ’ilî D., K.8, B.13, S.47)

Zâtını Kayser ü hâkan ile hemser değil a Belki ednâ kulunu kayser ü hâkân etmiş

(Şahsını Kayser ve Hakan ile eşit tutmamış. Belki alçak bir kulunu Kayser ve Hakan yapmış.) (Nâ’ilî D., K.9,B.2,S.49)

Dârâ haşem Sikender-i âlem ki şâh-ı Hind Gümnâm-ı merzubûmu olur fîlbân gibi

(Dara huylu ve âlemin İskenderi ki Hind şahı, iklimi unutulmuş fil çobanı gibi olur.) (Nâ’ilî D., K.10,B.22,S.53)

Bahâyî’nin kasidelerinde de aynı anlayışın mevcûdiyeti görülür: Hudâygan-ı cihân Han Murâd kim adli

Serây-ı köhne-i dünyâyı eyledi ma’mûr

(Cihanın en büyük padişahı olan Murad Han, yıkık dökük bir saraya bezeyen bu dünyayı adaletiyle onarıp güzelleştirdi) (Şeyhülislâm Bahâyî Efendi D.Sç., K1.,B.22, S.46)

Senden ey mihr-i cihân-tâb-ı sipihr-i devlet Arturur nurunu hemvâre meh-i câh u celâl

(Ey kudret ve üstünlük gök’ünün bütün dünyayı aydınlatan güneşi, yücelik ve makam ayının nurunu daima artırırsın) (Şeyhülislâm Bahâyî D. S.ç.,K.3,B.22,S.68)

Fehîm-i Kadîm’in kasidelerinde de üstünlük duygusu kendini gösterir: Gırre-mestem ki gûşuma girmez

Nagme-i Enverî vü Hâkânî

(Gurur sarhoşuyum ki Enverî ve Hakanî’nin nağmeleri kulağıma girmez.) (Fehîm-i Kadîm D., K.27, B.36, S.203)

Dûdumun hâk-i pâyı geçse revâ Sürme-i cevher-i Sıfâhânî

(Dumanımın ayak toprağı İsfahan sürmesinin özü olarak kabul edilse uygundur.) (Fehîm-i Kadîm D., K.27, B.37, S.203)

Sâbit’in kasidelerinde de üstünlük duygusu yer almaktadır. Bununla beraber Sâbit’in “Der Sitâyiş-i Hazret-i Sultan Ahmed Gaazî” başlıklı kasidesi üzerinde düşünülmeye değer niteliktedir. “Türk Divan Edebiyatında Osmanlı Hükümdarları, öteden beri bâzı târih meşhurlarına benzetilerek medhedildiler. Cihangirseler,

bilhassa İskender’ e benzetilirler. Debdebe ve zenginliklerinin mümessili Cem ve Karun’dur. Adâletde ya Süleyman yâhud Ömer gibidirler. Cömertlikde, Arap kabile reisi Hâtem’i andırırlar. Benzetildikleri büyüklerin birçoklarından çok daha büyük olan Osmanlı sultanları bu edebî an’aneye îtirâz etmemişlerdir. Sâbit ise bu kasidesinde günün pâdişahını târihin yabancı büyüklerine değil, kendi ecdâdına benzetmektedir.” (Banarlı, 2001: 678)Bu bir anlamda kendine duyulan güvenin ifadesi olarak değerlendirilebilir:

Tâzelikde hem kemân-keş hem tüfeng-endâzdur Hazret-i Sultân Murâd-ı Kahramân-manzar gibi

(Kahraman görünüşlü Murad gibi olan Sultan hazretleri, tazelikte hem yay çeken hem de tüfek atandır.)(Sâbit D., K.XLII, B.4, S.295)

Dîn ü devlet gayretin çekmekde bî-enbâzdır Hazret-i Sultân Selîm-i saltanat-perver gibi

(Saltanatın besleyicisi Selim gibi olan Sultan hazretleri din ve devletin çabalayıcılığında eşi olmayandır.) (Sâbit D., K.XLII, B.5, S.295)

Yüzyılın ikinci yarısında yaşamış şairlerden biri olan Nâbî’nin eserlerinde de üstünlük psikolojisi bir zihniyet unsuru olarak kendini gösterir. Hem İmparatorluğun sultanları hem de şairleri üstünlük vasfına sahiptirler:

Özbek u Hind u Hıtâ vü ‘Acem ü Çîn ü Hoten Gûş ider hutbe-i nâmun bu kadar cem‘-i kesîr

(Hoten, Çîn, Acem ve Hıtâ, Hind ve Özbek… Bu kadar yoğun bir topluluk namının hutbesini dinler.) (Nâbî D.,K.8.,B.46, S.54 )

Gûş idüp fazlunı ‘irfânunı bundan sonra Mîrzâ Tâhir ile fahr idemez şâh-ı ‘Acem

(Bundan sonra faziletini ve irfanını duyan Acem şahı, Mirzâ Tâhir ile övünemez.) (Nâbî D.,K.15,B.93.S.112)

İsm kalkup merkezinden fevkine tasdîr ider Nâmını bir yirde tahrîr itseler Hâkân ile

(İsmini Hâkân ile bir yere yazsalar isim merkezinden kalkıp (Hâkân’ın isminin) üstüne çıkar.) (Nâbî D.,K.21.,B.13, S.145 )

17. yüzyıl kasidelerinde zaman zaman şairlerin kendi aralarında da üstünlük yarışına girdikleri görülmektedir. Nâ’ilî söz sahasında övünerek kendisini herkesten üstün tutmaktadır:

Bu arsa-i mefâhiretin yekketâzıyım Gelsin benimle var ise ceng ü cidâl eder

(Bu övünülecek şeyler arsasının yalnız başına düşmana saldıran yiğidiyim. Benimle savaşa tutuşabilecek var ise gelsin.) (Nâ’ilî D., K.1, B.8, S.21)

Nâbî bir kasidesinde kendisini Nâ’ilî ile kıyaslamakta ve kendisin daha üstün olarak görmektedir. Bir diğer beyitinde de meydan okurcasına bir halet-i ruhiye içerisinde olduğu görülür:

O zamanlar sana teslîm idi meydan-ı sühan Ki sözlerüne Nâ’ilî olmışdı esîr

(O zamanlar söz meydanı sana teslim olmuştu ki Nâ’ilî senin sözlerine esir olmuştu.) (Nâbî D.,K.8.,B.8, S.50)

Var mı ey kâmil-i devrân sözümün noksânı İşte bâzâr-ı suhan işte terâzû-yı nazar

(Ey devrin olgunu sözümün noksanı var mı? İşte söz pazarı işte bakma terazisi) (Nâbî D.,K.9,B.74,S.62)

17. yüzyılda imparatorluk bünyesinde görülen duraklama ve çözülmenin aksine edebiyat verimli bir çağ yaşamaktadır. “Bu yüzyıl edebiyatımızın en gelişmiş

devridir. Osmanlı Devleti’nin içte ve dıştaki başarısızlıklarına karşı edebî hayat bu yüzyılda en olgun ve en yüksek devresine ulaşmıştır. Hemen bütün edebî türlerde en büyük şairler, sanatçılar bu yüzyılda yaşamışlardır.” (İpekten 2000: 20) 17. yüzyıl kasideleri incelendiğinde gerek şairlerin kendilerini üstün görmeleri ve gerekse de içerisinde yaşadıkları imparatorluğu eşsiz ve üstün görmelerinin haklı dayanakları bulunmaktadır.“Osmanlı devletinin en güçlü yıllarında, bu güç ve kuvvete paralel olarak kendilerini dünyadaki akranları arasında en büyük gören şairlerimiz yetişmiştir. Şüphesiz sadece şiir alanında değil devrine göre diğer şiir dallarında da bu böyledir. Mesela mimârîde, musîkîde bugün bile aşılamayan büyük ve canlı eserler bırakılmıştır. Bu büyüklüğü, övüncü söz ve yazı ile dile getirmeleri bakımından şairlerimizin diğer sanatkârlara nazaran farklı bir yeri vardır. Bunlar arasında bazısı yer yer mübalağa yapsa da birçoğunu övünmesinde gerçeklik payı vardır.” (Yorulmaz, 1996: 64) Divan şiirinin yüzyıllar içerisinde geldiği aşamayı gösteren önemli vesikalardan birisi aslında yukarıda bahsetmeye çalıştığımız kendine güven duygusudur. Bu divan şiirinin kat ettiği mesafeleri, geçtiği merhaleleri ve kalitesini gösteren önemli bir ölçüttür diyebiliriz. Başlangıçta Fars ve Arap edebiyatını taklit eden bir edebiyatın ulaştığı noktayı göstermesi açısından önemlidir. “XVII. Asır şâirleri Türk şiirinin kasîde ve gazel vâdisinde İran şiirini geride bıraktığı inancındaydılar.” (Banarlı, 2001: 673)

Nef’î’nin aşağıdaki kasideleri bu anlayış çerçevesinde izah edilebilir: Iztırârî eder eş’ârıma şimdi tahsîn

Söze geldikçe kabûl eylemeyen Hassânı

(Konuştukça Hassan’ı kabul etmeyen şimdi zorunlu olarak şiirime güzel bakar) (Nef’î D.,K.4, B.48,S.54)

Sözde nazîr olmaz bana ger olsa âlem bir yana Pür-tuturâk u hoş-edâ ne Hâfızam ne Muhteşem

( Âlem bir tarafa ben bir tarafa olsam sözde bir benzerim olmaz.)(Nef’î D., K.16, B.34, S.96)

17. yüzyıl kasidelerinde imparatorluk psikolojisi devrin bütün şairlerinde önemli bir zihniyet unsuru olarak kendini gösterir.