• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM

4.1. ZİHNİYET VE EDEBÎ ÜRÜN ARASINDAKİ İLİŞKİ

4.2.1. DEVLET VE TOPLUM DEĞERLERİ

4.2.1.3. Fetih Duygusu

17. yüzyıl kasidelerinde güçlü bir fetih duygusu yatmaktadır. Fetih duygusu kasidelerin muhtevası ile uygunluk gösteren bir duygudur. Bu yönü ile kasideler ile destanlar arasında önemli benzerlikler söz konusudur. Her ikisinde de hamaset, epik hayat algılayışı üst düzeydedir. “Oğuz kağan destanında Oğuz Kağan’ın kendisi, ideal eski Türk tipinin özelliklerine sahiptir. Oğuz kağan yurdunu genişletmek isteğiyle savaşan, dışa dönük, gözü pek akıncı türk tipidir.” (Mengi2, 2000: 204) İslâmî devirle beraber gazi ve eren tiplerinin de aynı ideali İslamî bir anlayış çerçevesinde taşıdıkları görülür. Nitekim Osmanlı’nın kuruluşunda fetih anlayışı güçlü bir yer tutmaktadır. Osmanlı sultanları bu anlayışla fetihten fetihe koşmuşlardır. Pek çok sultanın fetihler esnasında hayatını kaybettiği bilinmektedir. “İstanbul’da ilk vefat eden Osmanlı padişahı II. Selimdir.” (Uzunçarşılı, 1951: 41)

17. yüzyıl Osmanlısının sınırları oldukça geniş olmasına rağmen bu toprak parçalarına yenilerini ekleme isteği güçlü bir şekilde kendini göstermektedir. Aslında bu anlayış devrin genel bir düşünüş tarzını ortaya koymaktadır: Yeni toprak parçaları kazanma ve devletin gücünü koruyabilme… “ Osmanlı siyasal düzeninin ana direği olan padişahın ve devlet kurumlarının eski etkisini yeniden kurmak, disiplinli ve düzenli bir siyasal hayata kavuşmak devletin ana hedefine, ülke toprakları genişletme çabasına dönmesini sağlamak da az değildi.” (Kunt ve diğerleri, 2002: 29) Bu nedenledir ki yüzyıl içerisinde fetih çabalarının varlığı görülür. Örneğin IV. Mehmet döneminde yönetime geçen Fazıl Ahmet Paşa’nın dönemi fetih dönemi olarak geçer.17. Yüzyıl kaside şairlerinde bu anlayışın varlığı görülmektedir.

Nef’î’nin şiirlerinde fetih duygusu görülür: Nola deryâ gibi asker çekip dünyâyı feth etse Yürütse hükmünü başdan başa mülk-i cihân üzre

(Deniz gibi asker çekip dünyayı feth etse şaşılır mı? Dünya ülkesinde baştanbaşa hükmünü yürütse şaşılır mı?) (Nef’î D.,K.6, B.26,S.60)

Ol ki etmiş yed-i ikbâline te’yîd-i ezel Kabza-i tîg-ı cihângîr-i kazâ-yı teslîm

(O ki ebedi doğru olan talih eline kazanın dünyayı feth eden kılıcının kabzasını teslim etmiş.) (Nef’î D.,K.8, B.21,S.66)

Yahyâ’nın şiirlerinde de fetih duygusu vardır: Seher şehin-şeh-i çârüm-serir nüh kişver Diyâr-ı Şâmı alıp etdi nice feth ü zafer

(Dokuz ülkenin dördüncü tahtının padişahlar padişahının seferi Şam diyarını alıp nice fetih ve zaferler yaptı.) (Yahyâ D.,K.4, B.1, S.7)

Şehâ Bağdâdı al ecdâdının ervâhını şâd et Husûsen rûh-ı pâk-i Hazret-i Sultân Süleymânı

(Ey pâdişah Bağdat’ı al, ecdâdının ruhlarını mutlu et. Özellikle de temiz ruhlu Hazreti Sultan Süleymân’ı.) (Yahyâ D., K.6, B.5, S.11)

Açıp râyât-ı fethi rezm-gâhı lâle-zâr eyle Yine ihyâ vü âbâd et makâm-ı pâk-ı Nu’mânı

(Fetih bayrağını açıp savaş meydanını lâle bahçesine çevir.) (Yahyâ D.,K.6, B.11, S.11)

Gazâlar eyleyip sultân-ı gâzî memleket alsın Zahîr olup ana Tevfik-i Hak te’yîd-i subhânı

(Gazi Sultan, gazalar edip memleketler alsın. Allah’ın yardımı ve Allah’ın desteği görünür olsun.) (Yahyâ D.,K.6, B.16, S.12)

Yemin ile yesârından ede feth ile nusret-sîr Nüvîd-i fethi gelsin dergeh-ı sultâna İrânın

(Allah’ın yardımına doymuş olarak sağ ve soldan feth ede. İran’ın fetih müjdesi sultanın dergâhına gelsin.) (Yahyâ D., K3., B.9, S.6)

Cevrî’nin şiirlerinde de aynı duygu görülür: Üz mu’azzam sefere himmet ide bir senede Göndere ‘askerini memleket-i bahr u bere

(Bir senede yüz büyük sefere gayret göstere. Askerlerini deniz ve kara memleketlerine göndere.)(Cevrî D., K.5, B.10, S.69 )

Nâ’ilî’nin şiirlerin de de fetih duygusu vardır: Ki ola fâtih-i ma’mûre-i Irâk-ı Arab

Uluvv-ı kadr ile nâm-ı bülend-pervâzı

(Onur sahibi nâmı ile değerinin yüceliği Arap’ın, Irak’ın mâmûrelerinin fâtihi ola.) (Nâ’ilî D. K.8, B.3., S.47)

Budur ümîd ki ikbâl-i nusretinde ricâl Zamîme eyleye Bağdâda taht-ı şîrâzı

(Ümit o ki Allah’ın yardımı ile elde edilen tâlih ile ileri gelenler Şirâz’ın tahtını Bağdat’a ekleye.) (Nâ’ilî D. K.8, B.19., S.48)

Düşmen memâlikin ne turursun fenâya ver Ûd et makâmına nice feth-i mübîn ile

( Ne duruyorsun, düşman memleketlerini yok et. Birçok aşikâr zaferle makamına ağaç yap.) (Nâ’ilî D., K.28, B.41, S.112)

Nâilî’nin bazı kasidelerinin başlıklarında bu vurgu yapılır: Der- medh-i Fâtih-i Bağdâd Padişâh-ı Şîr-dil Sultân Murâd Hân

(Aslan gönüllü olan Bağdat fatihi Sultan Murad’ın övgüsünde.)(Nâ’ilî D., K.8. Başlık, S.46)

Berây-ı Sultân Murâd-ı Fâtih-i Bağdâd

(Bağdat fatihi sultan Murad için.) (Nâ’ilî D., K.9, Başlık,S.49)

Nâbî’nin aşağıdaki kasidesinin başlığında bu duygunun açık bir şekilde görülmesi mümkündür:

Kasîde Der-Sitâyîş-i Hazret-i ‘Alî Pâşâ Fâtih-i Cezîre-i Mora

(Mora Adası’nın Fâtihi Hazreti Ali Paşa’nın övgüsünde kaside.) (Nâbî D. K.24, Başlık, S.151)

Nâbî’nin aşağıdaki ifadelerinde de fetih duygusu görülür: Turma dünyâya ider sûre-i fethi tefsîr

Vâ ‘iz-i encümen-ârâ-yı gazadûr gûyâ

(Durmadan dünyaya fetih suresini tefsir eder. Sanki gazanın meclis süsleyen vaizidir.) (Nâbî D.,K.24.,B.59 .S.156)

Rütbe-i himmetini anla hemân andan kim Kaldı asârı felekde nice feth-i küberâ

(Gayretinin derecesini bir çok büyük fetihden sonra kalan eserlerden anla.)(Nâbî D.,K.24.,B.46 .S.155)

Sâbit’in kasidelerinde de fetih anlayışı görülür. Onun ifedeleri fethi öven ve kaybedilen toprakların geri alınması gerektiğini savunan bir anlayıştır:

‘Adûya ‘arza kılup dest-bürd-i Kerrârı

Anıldı Gazve-i Hayber kadar bu feth ü güşâd

(Düşmana savaşta döne döne saldıran zaferi düşmana arz kılıp bu fetih ve genişleme Hayber Gazvesi kadar anıldı.) (Sâbit D., K.VII, B.2, S.180)

Yed-i mü’eyyed-i himmetle ehl-i İslâmun Giden memâlik ü büldânın itdi istirdâd

(Gayretle desteklenmiş eli İslam ehlinin giden ülkeleri ve beldeleri’ni geri aldı.)(Sâbit D., KVII, B.41, S.183)

Divan şiirinin kaynağında âyet ve hadîslerin yer alması hasebiyle divan şairleri zaman zaman hadîs ve âyetleri muktebes sanatına başvurarak beyitlerinin içerisinde kullanmakta ya da bu âyet ve hadîsi hatırlatacak çerçevede beyitlerini yazmaktadırlar. Bu âyet ya da hadîsin içeriğine binaen de zihniyet belli ölçüler içerisinde kendisini ortaya koymaktadır. Sâbit’in aşağıdaki beyti fetih duygusunun ya da fethe bakış açısının dinî bir pencereden yorumlanışı olarak düşünülebilir:

Yine murg-ı terennüm-sâz-ı kudsî nağme-pîrâdır Me’âl-i güft ü gûy-ı lehçesi innâ fetehnâdur

(Yine kutsal nağme süsleyici şarkı yapan kuşudur. Lehçesinin dedikodusunun anlamı “innâ fetehnâ”(Ey Muhammed doğrusu biz sana ap açık bir zafer sağlamışızdır.) (Sâbit D., K.XXIII, B.1, S.237)

17. yüzyıl kasidelerinde genel anlamda bir fetih duygusunun yer aldığını ancak yüzyılın sonunda karşılaşılan gerçeklerle beraber fetih duygusunun yitirildiğini görürüz. “Namık Kemal’in meşhûr değişiyle ‘Küçük bir aşiretten çıkmış cihangirâne bir devlet’ olan Osmanlı’nın, altı yüz seneyi aşan ömrü içerisinde, ilk üç yüz yıllık büyüme ve gelişme devresinden sonra siyasî ve sosyal sahada hızlı bir çözülüşün yaşandığını görüyoruz. 13. yüzyılın sonralarına doğru Bizans’ın yamacına küçük bir beylik olarak kurulan bu devlet, 16. asrın ortalarında dünyanın en büyük hükümran gücü durumuna gelmiş, sonra sanki ağır bir kütlenin asılmışcasına düşmesi neticesinde birden bire yönünü değiştirip uzun vadeli bir düşüşe doğru yol katetmiştir. Yorgunluğunu her geçen gün bir düşman ülkesinde atlarını sulamakla gideren Osmanlı süvarisinin ilerlemesinde bir duraklama da yine bu yüzyıldan sonra kendini gösterir. Artık Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın 1683’de Viyana bozgunuyla atını çarptığı “garb duvarı” aşılamaz olmuştur. Akıncıların kişneyen atlarının önüne âdeta bir “alkarısı” çıkmıştır. 11. ve 12. yüzyıllarda tüm ordularının

katılımından meydana gelen Haçlı Seferleriyle Müslümanlar arasında arzuladığı gediği aşamayan Hristiyan dünyası, 15. ve 16. yüzyıla gelene kadar bu uzun sayılabilecek üç asırlık zaman dilimi içerisinde boş durmamış, “Batının Doğuşu” anlamına gelen Rönesansla birlikte bu cephenin arkasına görünmeyen duvarlar inşa etmiştir. Ve tarih, çevresini koruyucu duygularla kuşatan bu devi tökezletip uykuya salarken, özünde saldırganlık yatan bir devi de uyandırarak ortaya çıkarır.” (Yorulmaz, 1996: 234) Bu yüzyıldaki fetih anlayışı İmparatorluğun köklü değişimler geçirmesine ve buna bağlı köklü zihniyet değişimlerine sebep olmuştur. “Köprülü döneminin tek tek Venedik, Polonya ve Rusya’ya karşı elde ettiği askerî başarılara güvenerek yeni fetih girişimi uzun yıllar peş peşe felaketlere yol açıp Osmanlı Devletinin tarihinde ilk defa önemli parçalarını kaybetmekle sonuçlanacaktır. Gücünün zirvesine ulaştığı sanılırken İmparatorluk tekrar tekrar büyük sarsıntılara uğrayıp köklü bir değişim dönemine girecektir.” (Kunt ve diğerleri, 2002: 40) Nâbî’nin Sulhiyye kasidesi bu hususta tipik bir misâl teşkil etmekte ve değil fetih, sıradan bir muharebe bile devletin yorgun bünyesine çok görülmektedir:

Gezmeden saçı sakalı ağarup tûğlarun Etdi pîrâne-ser âsâyiş içün meyl-i menâm

(Tuğların gezmekten saçı sakalı ağardı. Yaşlılıktan dinlenmek için bir kenara çekilip uykuya daldılar.) (Nâbî D., K.13, B.27,S.87)

Cânib-i sûk-ı silâha dökilüb gerd-i kesâd Sâha-i kûçe-i ‘ıyş u taraba düşdi ruhâm

(Silah çarşısı tarafına kıtlık ve yokluk sardı. Kalabalık yeme içme, eğlence yerlerine akın etti.) (Nâbî D., K.13, B.33,S.88)

Sâbit’in aşağıdaki beyti de tükenen fetih anlayışının bir ifadesi olarak değerlendirilebilir:

Mihr sanman ref-i gerdûnda kodı fülkesini Kaldırup çetr-i hümâyûnı seferden ‘akkâm

(Güneş dünyada gemisini hükümsüz bıraktı zannetme.Çadır mehteri kutlu çadırını seferden kaldırdı.)(Sâbit D., K.XLI, B.2, S.284)

Fetih duygusu yüzyılın sonuna doğru devletin gücüyle bağlantılı olarak zayıflamıştır.“Savaşın Osmanlı’da kaçınılmaz, ‘iktisadî’ bir işlevi olduğunu kabul etsek de- bir mutsuzluk kaynağı olduğu görüşü doğruysa, devletin ilk üç yüzyılının sık sık yapılan ve (ve tabii kanlı olan fetih savaşları ile geçtiği, 17. yüzyılda ihtimal fethedememenin sıkıntısıyla, asrîleşmiş bir toplumun bu sefer celalî isyanları denen olayda kendi kendini yediği görülür.” (Kunt ve diğerleri, 2002: 10) Fetih duygusunun bitmesi ile beraber toplum hayatında ve devlet yapısında önemli problemler baş gösterir. Ancak fetihlerin de bu asır için olumsuz yanları söz konusudur. “Uzun yıllar boyunca askerî harcamalar ekonomiye ağır yükler bindirmişti.” (Kunt ve diğerleri, 2002: 208). Osmanl’nın bu asrın sonunda farkı bir zihniyeti benimsegiği görülür. Karlofça anlaşması, Osmanlı tarihinde bir dönüm noktasıdır. Kuruluşundan yükselişine kadar batı âlemine korku salan Osmanlı İmparatorluğu’nun fetihçi bir güç olması artık söz konusu değildir. Bütün bu zihniyet değişimi 17. yüzyıl kasideleri vasıtası ile izlenebilmektedir.