• Sonuç bulunamadı

13. 1. Mekân Algılaması

Uyar’ın ilk şiirlerinde ön plana çıkan fiziksel mekân, taşradır. Bu şiirlerde “köy, kasaba, ova, dağ, göl vs.” isimleri, büyük bir yoğunluk teşkil eder. “D.E.G.A.” kitabıyla yüzünü şehre dönünce, daha çok şehir adları göze çarpmaya başlar. Şiirlerinden çıkarılan yer adları listesi, bu konuda açıklayıcı bir rol üstlenebilir:

Kitap Adı Yer Adı

Arz-ı Hal Haliç, Sapanca, Haydarpaşa, Sultan Selim, Đstanbul, Florya, Adalar, Raman, Sübhan, Nemrut, Cin dağları, Gergisüban köyü

Türkiyem Kars, Edirne, Zonguldak, Akdeniz, Koçhisar, Sille, Sürmene, Adana, Kırkpınar, Erzururm, Ardahan, Konya, Palandöken, Eskişehir, Đşkodra, Yemen, Selanik, Geyve Boğazı, Sivas, Tuzgölü, Arsiyan dağları, Banarhev köyü, Ankara, Sakaltutan, Dağdeviren, Pasinler, Kantar Köprü, Zile, Toy, Aladağ, Madenli, Yolüstü, Söğütlü kazık, Van, Muş, Demir kazık, Dübbü Ekber, Siirt, Beyobat, Kayseri, Kadırga, Gülhane parkı, Merkez Efendi, Terme, Terme köprüsü, Saplı’nın hanı, Kandilli, Yenikapı, Manastır Meyhanesi, Kapalı çarşı, Mahmut paşa, Feriköy, Eyüp,

D.E.G.A. Meksika, Çin, Hint, Đtalya, Norveç, Meymenet Sokağı, Akçaburgaz, Flaman, Şam, Arabistan, Horasan, Küçük Deniz Sokağı, Bursa, Malta, Ceneviz, Đznik Her

Pazartesi

Harlech Castle, Đskenderiye, Japon denizi, Yeşil Ördek meyhanesi, Almanya, Venezuela, lutgölü, rumeli, Marsilya, Oran, Cezayir, Paris, Lyon, Büyük Britanya, Fatih, Celalî dağları, Cerbe, Amasya, Çukurova, Kurtuba, Đspanya, Erenköy, Iğdır, Orta Anadolu, Malatya, Kahta kasabası, Söğüt, Antep, Ege adaları

Divan Muş-Tatvan yolu, Kürdistan, Arabistan, Kütahya, uzakdoğu, Đllirya, Pers, Avrupa, baharat yolu, Bizans, Mezopotamya, Roma, Şattülarap, Orta-doğu, Bakırçay, Marmara, Haliç, tahmis çarşısı, Đngiltere, Hindistan, Kilikya, Hint denizi, sâdâbâd, Muş, isviçre, lozan, yeniköy, yıldız, dömeke, Mısır

Toplandılar izmir, erzincan, roma, asya, amerika, mekong köyleri, hong kong, iskenderiye, uzak asya, lût, girit, nevşehir, urfa, alpler, niğde, aksaray, salıpazarı, kocamustapaşa, galata, beyrut, paris, topkapı, vietnam, mecidiyeköyü, zürih, münşen, kölün, şutgard, rize, Şili

K.D.Đ. Taksim, Samatya, Üsküdar, Kınlar köyü, kuzey buzdenizi, Afrika, Alanya, Serez, Berlin, ağrı, divriği, Kars, Ordu, Perşembe, Hollanda,

Dün Yok Mu

Kırşehir, Kapadokya, Meksika, Kıbrıs, Mersin, Mardin, Đskenderun, Beyoğlu, Şişli, Taşlıtarla, Atina, Azapkapı, nizip, Yeşil Bursa, Afyonkarahisar,

Tablo: 1- Şiirlerinde Geçen Yer Adları

“D.E.G.A.” kitabıyla başlayan yeni dönemde, ulusal sınırlar dışına çıkar. Artık dünyanın birçok yerinden ülke ve şehir adları şiire girmeye başlar. Bazen tarihin derinliklerine yolculuklar yaparak, kendisine zaman sınırlaması da getirmez: “Đllirya, Pers, Bizans, Roma vs.” Bu dönemde, gönderme yapılan yerli yabancı yer adlarının anlatımla daha bütünleştiği söylenebilir. Đlk şiirlerinde milli hassasiyeti dile getirmenin ötesinde derinliği olmayan yer adları listesi, ikinci dönemde çağrışım değerleriyle, şiire zenginlik katan bir işlev kazanır. Sözgelimi Đstanbul’dan bahsederken Bizans’ı ve

Cenevizlileri; “Divan” kitabında bir Osmanlı panoraması resmederken, Baharat Yolu’nu ve Sâdâbâd’ı anımsamadan geçmez.

Birçok şiirde yerli ve yabancı yer adları, kıyas yapmak için yan yanadır. “Güneşi Bol Ülke” şiirinde, yerli ve yabancıyı yan yana getiren ortak fikir başkaldırıdır:

“başkaldırması alexandrinlerin

Denizler kıyısında, Marsilyanın kıyısında ….

Yarımadalara götüren sancak. Oran’la Cezayir arasında Paris’le Lyon arasında

Sivas’la Đstanbul arasında” (“Güneşi Bol Ülke”, s.283)

Buradaki gibi, sıklıkla birbirine uzak düşen iki mekânın birlikte zikredildiği görülür. Bu, bazen ülkenin en doğusu ile en batısı, bazen tarihtekiyle güncel, bazen de yerliyle yabancının yan yana getirilmesi şeklindedir: “münihle nizip arasında” (“Baharda”, s.632). Bunun, divan şiiri esinlenmesi olan “Divan” kitabında da devam etmesi, daha çok dikkat çeker: “bahar hep bir anı sanılır nerde olsa gerçektir aslında/ Đstanbul mesirelerinde ve Muş’ta aynıdır tadı” (“sâdâbâd’a kaside”, s.383). Burada, Đstanbul ve Muş gibi iki mekânın yan yana getirilmesi, “Bir Divan şiirinde rastlanmayacak bir coğrafya beraberliği”(Hızlan 1997: 86) dir. Uyar’ın şiiri yaşam ve insanın izinde görmesinin, ona şiirde geniş bir coğrafyadan istifade etme imkânı sağladığı söylenebilir(Doğan 1997: 96). Hal böyleyken dikkat çekici/şaşırtıcı beraberlikleri, şairin dünyaya/insana bütüncül bakış açısının bir sonucu olarak görmek mümkündür.

Đlk dönem ürünlerinde mekân, daha çok milli bir hassasiyetle∗

gezip görme davranışının sonucu olarak, betimlemeler şeklinde şiire aksettirilir. Đdealize edilerek anlatılan doğal güzellikler, çoğu zaman hayranlık uyandırır:

“Şimdi Palandöken’de çoban Ahmet’in Tabanlarının üç metre altında,

Sessiz bir bahar başlamaktadır.

Yol bulmuş da, kar suları toprağa Đnce bir sevda gibi işlemektedir. Böcekler tohumlar kıvır kıvır Akdeniz’de, meyve bahçelerinde

Çocuklar erikleri taşlamaktadır.” (“B.B.D.”, S.37)

Bu dönem ürünlerinde yerler, çoğu zaman bölgeye özgü yanları, özellikleriyle hatırlanır:

“Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş, Sana Sapanca’dan bir sepet elma almışım”

(“B.G.S.S.”, s.17) Çift kulaklı Sürmene bıçağı belimde

Varmışım çiğ köfte yemeye Adana’ya …

Durmuşum da yorgunluk çıkarmışım,/ (…)/

Dört bardak kırtlama çayla Erzurum’da” (“Türkiyem”, s. 35)

Kır yaşantısının içerisinde köy ve kasabalar, hemen hemen tabii dokuyla aynı özellikleri taşır. Fakat bunlar, her zaman bozulmamışlığıyla yâd edilen mekânlar değildir. Coğrafyaya sinmiş olan “yoksulluk” da dikkat çekici bir mekân vasfıdır. “G.A.D.” (s.24) şiirinde, Anadolu coğrafyasında hüküm süren şey fakirliktir. Dağlar bu zor koşullarda, ekonomik getiri sağladıkları için övgüye layık görülür: “Đyi kalpli, anlayışlı gösterişsiz,/ Fakir köylerimi beslersiniz”. Şiirde beş defa geçen “Anadolu” kelimesi, dört defa “garip”, bir defa “fakir” sıfatıyla nitelenir. “Bir Anadolu Vardır” şiirinde yine fakirlik ön plandadır. Koşulları olumsuzlayan ise, zor iklim şartlarıdır:

“Gelgelelim yağmursuz yazlar gelince, Bir dert herkesi dilsiz eder/ (…)/ Kış da kötü bastı mıydı üstüne

Açlıktan sığırlar bile ölür” (“Bir Anadolu Vardır”, s.30)

Taşra, şehirde doğup büyümüş biri olarak şaire, bazen yabancılık ve gurbet duygusunu bazen de şehir imkânlarından mahrum olmanın olumsuzluğu ve mutsuzluğunu yükler:

“Ağlamak istersin, ağlayamazsın Gülmek, gülemezsin.

Kasaba küçük, bir karanlık gün sonbaharda Kararmış gönlünü eyliyemezsin

Ne kağıt, ne kalem, ne kitap” (“K.K.S.”, s.78)

Şehir imkânlarından mahrumiyet, kasabaya sevimsiz bir görüntü verir. Bu yabancılık ve yokluk hissi, ona geçmişin kent maceralarını anımsatır. “B.G.S.S.” şiirinde, özlemle eski mutlu günlerin dekorunu hatırlar:

“Ver elini Haydarpaşa demişiz Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl, Hava hafiften soğuk

Deniz katran ve balık kokulu” (“B.G.S.S.” (s.18)

“Doğayı seyretmek ve şehri özlemek” şeklindeki iki mekân yorumu, şairin tekrar şehre gelmesi ve şiir anlayışının değişmesiyle farklı bir boyut kazanır. Bu dönem ürünlerinin yar aldığı “D.E.G.A.” kitabıyla, modernizme ve kente cephe alırken, bu defa tabiata dönüşü kendi özlemi olarak büyütür. Kent, yaşam imkânlarını yozlaştığı bir yer olarak tasvir edilir. Bu davranışını, “insan ilişkilerinin karmaşıklaştığı, doğallığını yitirdiği bir ortamda insan kalmanın zorluğunu vermek kaygısı[na]”(Doğan 1997: 96) da bağlayabiliriz. “Büyük Ev Ablukada” (s.186) şiirinde, insanın büyük bir aldatılmaya maruz kaldığının vurgusunu yapar: “Bizi tutkulara çağırdı otobüse sosise buzdolabına/ Telefona sinemalara radyolara bir sürü kancık sevdalara”.

“D.E.G.A.” kitabıyla başlayan yeni döneminde tabiat, doğallığı ve güzelliğiyle; kent, yapaylık ve mutsuzluk üreten yanıyla, şiirin dokusunda varlığını paralel olarak devam ettirir. Bu iki mekâna özgü malzemenin şiire birlikte serpiştirilmesiyle oluşan görüntüye ilişkin “Tabiat ve Kent Örgüsü” konusunda yapılan veri çalışması, aydınlatıcı rol oynar. “Acının Coğrafyası” şiirinde, “dağlar” ve “saat kulesi”, bu iki mekânın temsilcileri olarak birlikte yer etmişlerdir. Şair iki mekân öğesini kıyaslar ve bir sonuca varır:

“ve her köşe bir tuzaktır

birer darağacıdır her meydan saati öğle vaktini kesinlikle gösteren

oysa hep güçlü dağları görmenin zamanıdır” (“Acının Coğrafyası”, s.425) “Acının coğrafyası” gibi de düşünülen kent yaşamın bir parçası “saat kulesi” ve tabiatın bir parçası olan “dağlar” ın şekil ve işlev bakımından tesadüfî olmayan bir benzerlikleri söz konusudur. Đkisi de yükseklikleri nedeniyle bulundukları ortamda ilk göze çarpan yapılardır. Bu özellikleri nedeniyle de, günlük hayatta, gerek kent içinde gerek doğada yön tayininde kolaylık sağlarlar. Sözgelimi yeryüzü hep düzlüklerden, kent de hep aynı yükseklikteki binalardan oluşmuş olsaydı, insanın kendi konumunu/yönünü belirlemesi oldukça güç olurdu.

Uyar, bazı şiirlerin anlatım sürecinde, açık ve kapalı dekorların psikolojik tesirlerini göz önünde bulundurur. Kapalı dekor, bazen “şehvet anında” yoğunlaşmayı sağlayıcı bir ayrıntı olarak düşünülür. “Üçyüzbin” şiirinde, “odalar” ın cinsellikte arzuyu arttırıcı yanıyla tasviri ve cinsellikle birlikte sonsuzluğu hazırlaması, bu doğrultudadır:

“Soyunur dökünür odalarda konuşuruz/ (…)/

Odalara kapanmak odalarda konuşmak odalarda ölmemek

Canımız çekerse de sevişiriz kalk gidelim” (“Üçyüzbin”, s.127)

Yoğunlaşma ve konsantrasyonda odaların işlevine yönelik bir ipucu da “Göğe Bakma Durağı” (s.133) şiirinde görülür: “Seni aldım bu sunturlu yere getirdim/ Sayısız penceren vardı bir bir kapattım/ Bana dönesin diye bir bir kapattım”. Şehveti tetikleyen kapalı dekor unsurunun izlerine, Yekta’nın Gülbeyaz’la olan gönül ilişkisinin anlatıldığı “A.Y.M.K.A.S.M.” (s.134) şiirinde de rastlamak mümkündür. “Bekar Yekta bu mahrem hayattan çok hoşlanır, bilhassa kendisinde cinsi arzular tahrik eden kapalı dekoru sever” (Kaplan 2001: 275). “Kapalı mekanın” psikolojik süreç üzerindeki belirgin bir tesiri, “K.K.S.” (s.78) şiirinde görülür: “Kasaba küçük, bir karanlık gün sonbaharda/ Kararmış gönlünü eyliyemezsin”. Göğün kapalı olması, şairin moralini ve yaşama

odaklanmasını olumsuz etkiler. Aynı şiirde dış dünyaya bakış tarzı da bu kapalı dekorun olumsuz tesiri altında şekillenir: “Gün kapanık, insanlar, atlar, arabalar”.

Açık mekân, sevimsiz kent dekorunun ruhu daraltan ve bunaltan fonksiyonuyla şairi öteki uca, açıklığa/genişliğe sürüklemesiyle devreye girer. Bu yönlendirme “açık mekân tutkusu” na dönüşür. “T.Ç.H.” şiirinde Yekta’nın kent yerleşimini şikâyet etmesi ve Akçaburgaz’la kıyaslayıp Akçaburgaz’ın üstünlüğünü ortaya koyması bu nedenledir:

“Kalktım bu büyük kente geldim Yalnızlığım sığmadı kente,

Çünkü dağlara alışıktı bana alışıktı Birden evlere sokaklara çarptı Büzüldü çirkinleşti kıvrıldı

Çünkü kentlerin yalnızlığı korkaktır Akçaburgaz’da mutluydum onunla Hoşnuttum ondan/ (…)/

Bir oraya bir buraya bir ormana” (“T.Ç.H.”, s.167)

Şehrin sevimsizliğinin bir sebebi de, burada olduğu gibi yaşamı abluka etmesidir. Şair, büyük binalar arasında yeşil ve maviyi, gök ve denizi göremez. Karşısında, bakınca sonsuzluk hissine kapıldığı gök, deniz ve yeşil olmadığı için, ruhunda biriken sıkıntıları ve meşgalelerini dağıtamaz. Şehrin ablukası içinde, bütün endişeleri beton bloklara çarpıp tekrar üstüne çullanır gibidir. Bu nedenle “açık mekân” özlemini büyütür. Bu tesir altında imrendiği, açık ve mutlu bir dünya olarak tasavvur ettiği unsurlardan biri “gökyüzü” dür:

“Bir beyaz iki beyaz elli iki beyaz Bir iyi bir güzeldi gökyüzünde Gökyüzünde tralalla

Burada gökyüzü, bir neşe tablosu içerisinde heyecanı arttırıcı bir unsur olarak belirtilir. Açık mekân övgüsü en bariz şekilde “bir oda güneşi’ne”(s.336) şiirinde yapılır: “ey büyük mavi. ey gök müsün nesin/ ey açıklık seninle kim yaraşır”.

“Ölü Yıkayıcılar” (s.257) şiirinde, hem açık hem de kapalı mekânın işlevsel kullanımı söz konusudur. Şiirin başında, ölü gömülmeden önce mekânın genişliği ya da açıklığı belirgindir: “Perdeleri kaldırdık. Ölüm/ (…) / Camları açtık, öyle kaldı artık”. Ölünün gömülmesinden sonra mekânın daraldığı görülür: “Perdeleri kapadık. Öyle kaldı artık.” Kapalı mekândan açık mekâna doğru amaçlı bir geçiş de yolculuk sırasında olur. “Trende-kapalı bir uzamda- yaşanan(gözlenen, duyulan, düşlenen) şeyler, sık sık suya ve denize taşınarak uzam değiştirilir” (Özmen 1999: 47).

Đlk dönem şiirlerinde taşraya özgü, “D.E.G.A.” kitabıyla başlayan yeni dönemde ise, kente özgü fiziksel mekânlar şiirinde yoğunluk teşkil etmiştir. Bu dönemden sonra kent, abluka ederek şairde bir kapalı yer sendromu yaratmıştır. Tabiat ise, açık mekân olarak şairi sürekli kendisine çekmiştir. Öte yandan mekânın bazı işlevsel kullanımlarına tesadüf edilir. Mesela “odalar” cinsellikte yoğunlaşmayı arttırıcı bir ayrıntı olarak düşünülür. Yine ölüm olayını daha etkileyici anlatmak için açık ve kapalı mekânların sembolik kullanımlarına başvurmuş ve bunu başarmıştır.

13. 2. Zaman Algılaması

Turgut Uyar’ın şiiri, kendi dönemi ve toplumu içerisinden çıkar. “Hâl(şimdiki zaman)” in durumundan hoşnut olmasa da şiiri günceli yakalama çabası içerisindedir. Bunun en açık göstergesi şiirini kent protestosuna tahsis etmesi∗

ve bazen toplumsal gelişmelere(ihtilal, terör vs.) göre düzenlemesidir. Yeri gelir şimdiki zamanın hoşnutsuzluğundan farklı boyutların sığınağına•

kaçar; fakat bu şiirinde tali kalır.

Uyar, modernizm ve kent kültürünün insanı mutsuzlaştırmasını yeni ve güncel bir sorun olarak görür.

Bundan “Sığınma” konusunda bahsettiğimiz, zaman ve mekan sınırlamasının olmadığı “ütopik” alemleri kast ediyoruz. Bu konuda, bu sığınma davranışlarını, geleceğe doğru bir yöneliş olarak ele alacağız

“G.K.O.E.” (s.130) şiirinde sembolik bir kavramla(“güneş” imgesi) iki farklı zaman ve mekan algısına işaret edilir. Biri şimdiki zaman, diğeri geçmiş zamandır. Şimdiki zaman istenmeyendir: “O benim bildiğim sevdiğim güneş diye bellediğim güneş/ değildi odanın içindeki”. Birlikte var olunan gerçekliğin üzerine sinmiş yozlaşma, bu gerçeklik ve içinde bulunduğu zamanla samimiyeti bitirir. Geçmiş zaman, bu niteliksiz ilişki karşısında daha cazip görünür ve hasretle mazi hatırlanır:

“Eski zaman adamlarını eski zaman kadınlarını eski zamanları düşünürüm

Ağır kumaşlardan sultanî elbiseler içinde kimbilir nasıl bu soğuk güneşler gibi soğuk sevişirlerdi”

(“G.K.O.E.”, s.130)

“Kar Altında, Evde”(s.403) şiirinde, geçmiş zamana dönüşün önerildiği üç dizenin, şiirde üç defa tekrarı da bu doğrultuda bir kararlılığa işaret eder: “toplanıp bir denizin/ en güzel geçmişine/ dünyayı ısıtalım”. Bazı şiirlerinde tarihle ilgili anımsamaları, geçmiş zamanlara yönelik göndermeleri de bu yönelişine bağlanabilir.

Şimdiki zamandan memnuniyetsizlik, geçmiş zamanın yanı sıra bir değişim hayalini, dolayısıyla gelecek zamanı da cazip kılar. Şiirinde ön plana çıkan “ütopik” alemler, hayal ürünleri de olsa gelecek için yapılmış tasarılar olarak değerlendirilebilir. Şair kendisi için bir cennet hazırlamak ister. Tasarladığı cennet örneklerinin dikkat çekici özelliği, zaman ve mekân üstü olmalarıdır. “K.B.K.” (s.206) şiirinde, şiir adının(“Kurtarmak Bütün Kaygıları”) ve şiirde hiç çekimli fiil kullanılmamasının sembolik değeri, bahsi edilen sonsuzluk vurgusu içindir. Zamansızlık hali nedeniyle bu şiire, “Ölü bir dünyanın ya da var olmayan bir dünyanın şiiri” (Turan 1985: 7)tanımlaması da getirilebilir. Bu yaklaşım, şairin kendine cennet kurma girişimi içinde olduğu tezini destekler. Çünkü “cennet”, insanın mevcut duyularıyla kavranamadığı için, var olmayan, ölü bir dünyadır. Ayrıca şiirde tabiatın övülmesi, tasarlanan âlemin, kutsal kitaplarda tasvir edilen tabiat güzellikleriyle dolu cennetler gibi düşünüldüğünü gösterir.

“Ölü Yıkayıcılar” (s.257) şiirinde zamanın işlevsel kullanımı dikkat çeker. Bu şiirde, “ölüm” ün yaşanılan anın algısını ağırlaştırması söz konusudur. Bu nedenle şiirde birçok şey tesadüf olmayacak sayıda “uzun” dur. Her şeyden önce şiir uzundur. Cenaze törenine katılmak için yola çıkan kişinin yolculuğu uzundur. Yolculuğunun bir kısmını vapur, bir kısmını trenle yapmaktadır. Bu vasıtalardan tren de ilk anda uzunluğa çağrışım yapar. Zaman, adeta lokomotiften çıkıp en sondaki vagona kadar büyük bir esneme yapmıştır(Özmen 1999: 45). Öte yandan şiirde her şeyin uzunluğunu bağıran üç dize, tam on defa tekrar edilir: “Đyi ki geldiniz, burada bulundunuz/ Her şey öyle uzun, biz soğukuz ve/ Öyle solgunuz”. Bunun dışında “uzun” kelimesinin birçok dizede daha tekrar edildiği görülür: “Uzungar’lar, uzunavlular, uzunsessiz”, “Uzun sessiz ölüyü yıkadılar”, “Deniz uzar, bir sıcaklık sunarım kendime”, “Bütün uzun boylu adamların öldüğü bir akşam”, “Tren durmadan uzuyor, geç kalıyoruz”.

Şair hiçbir zaman hâl’den memnun olmamıştır. Buna rağmen şiirde dönemi, dolayısıyla da yaşanılan zaman dilimiyle irtibatını koparmak istememiştir. Fakat yer yer bunalımın travmasıyla, geçmişe; bazen de ütopik alemler tasarlayarak geleceğe sığınır. Ayrıca mekân gibi, zamana da şiirin anlatım yoğunluğunu arttırmak için işlevsel olarak başarılı bir şekilde başvurduğu söylenebilir.