• Sonuç bulunamadı

Ölümün var oluş realitesinin bir safhası olarak yaşam hakkını elde etmiş her canlı için mukadder oluşu, en çok şuur yetisiyle yaratılmış bir canlı olan insanı ilgilendirir. Yaşamın sürekli bir saat gibi geri sayması ve bitiş anının ötesinin bilinmeyişi, şuur sahiplerini bilinmezliğin, belirsizliğin sebep olduğu bir korku ve telaş ortamına sürükler. Ölüm garip ve yabancı bir durum olarak algılanır. “Bir kıyamet sahnesine benzetilen o yaman vakit saatinin çalması, insanın tabiatın dört mevsim bütünlüğünden kopmasına sebep olacaktır.” (Korkmaz 2002:239). Hal böyleyken dinler var oluşun bu sonraki safhasını aydınlatmaya girişerek, insanlara öte yer konusunda

bilgilenip bilinmezliğin kaygısından kurtulma önerisinde bulunur. Hall, dinin bu işlevine dikkat çekerek “insan türünü bunaltan bu korkuyu [ölümü] hiçbir usta psikoterapistin din kadar azaltmayacağını iddia etmiştir.” (Karaca 2000: 23). Bu terapiyi kabul edenler, teslimiyetçi bir tutumla bundan istifade ettiği oranda sakin bir ruh haline kavuşurken, kabul etmeye yanaşmayanlar kaygı ve endişelerin tazyikinden kurtulamamışlardır. Mistik ve materyalist dünya görüşleri, tarihten günümüze ölüm karşısında bu iki farklı yaklaşımı üstlenen ve açımlayan düşünce kalıpları olarak karşımıza çıkar.

Dinler, insanın ebedi bir varlık olduğunu iddia ederken materyalizmin tükeniş fikrinin, fıtratıyla çeliştiği için insana bir işkence yaşatacağı uyarısında bulunur. Bu iddianın en çok modern çağla, pozitivizmin yaygınlaşmasıyla, karşılık bulduğu görülür. Ölüm bu çağda, modern zihinlerin peşinde uğursuz bir hayalet gibi belirir. Buna sebep ise, sekülerleşmiş insanların ölüm hakkında çok az düşünmesidir. Çağdaş insanın ölüm karşısındaki baskın iki tavrı, maskeleme ve bastırmadır(Karaca 2000: 72). Maskeleme, ölüm olayını hiç akla getirmeyecek şekilde kendini çeşitli uğraşlara vermek; bastırma ise, ölüm olayını zihnin dışına atmaktır. Bu yaklaşımların gözlendiği bir çağda yaşamış, ölüm karşısında tavır almış bir insan ve sanatçı olarak Uyar’ın hangi davranışlar içinde olduğuna bakalım.

Uyar, “Ö.D.K.2” (s.25) şiiriyle, ölüm konusunu irdelemeye başlar; ölüm düşüncesinin olumsuz tesirinden kurtulamadığını vurgular. Gerilimi azaltmak için durumu “elagözlü” süne anlatır: “Hangisine tasa edeceğiz, şaştık. / Ölüm derdi, kalım derdi derken”. Hayatın tükenişi, ölümün mutlak ve inkâr edilemez varlığı karşısında daha baştan korku ve endişe içindedir. Unutmak ve kabullenmek çözüm olarak başvurduğu iki yoldur. Buna rağmen iç âleminde bir durgunluk sağlayamadığını ifade eder:

“Unutmak istiyorum zaman zaman, Ne yapsam, ne etsem olmuyor, (…)

Kabulleniyorum da -gel gelelim-

Đçim içimi yiyiyor.” (“Ö.D.K.2”, s.25)

Ölüm gibi ürkütücü bir mesele hakkında düşünürken sevgilisinin yanında olması, tansiyonunu biraz düşürür. Niyetini onunla paylaşır. “Senin anlayacağın Elâgözlüm şimdiden /Alıştırıyorum kendimi”. Đlk defa teferruatlı olarak ölüm kavramı ve ölü üzerinde düşündüğü şiiri ise, “Övgü, Ölüye” dir. Onu kaçınılmaz, korku ve ders verici bir durum olarak algılar:

“ama ölü vardı, ölü

bitmeyen büyük bir akşamdı, kurtulamadığımız ondan, ne bulursa, donukluğuyla, bilgeliğiyle (…)

Onun hiçbir şeyi yoktu. Bir tanımı vardı.” (“Övgü, Ölüye”, s.218) Ölüm alın yazısı olarak görülmektedir. Korku ve ders verici nitelikleri “donuk” ve “bilgelik” kelimeleriyle vurgulanır. Yaşamın artması gibi ölüm de artar. Diğer taraftan ölümle birlikte dünyayı terk edenin sadece ruh olması ve her şeyin geride bırakılmasına son dizede vurgu yapılır. Onun tanımı vardır, onun dışında hiçbir şeyi yoktur. Götürdüğü ise elle tutulup gözle görülmeyen bir şey(ruh) dir.

“Güverteden Biri” (s.419) şiirinde, insanın dünyada yaşıyor oluşunu ve faniliğini sembolik bir kullanımla vurgular. Dünya bir gemi gibi düşünülürken, insan onun güvertesinde bir yolcu gibidir. Başka bir yerde ölümü yaşamın tamamlayıcısı, onun bir gereği olarak gördüğünü, “Đnsanın zamanı varsa çay içmeye ölüm/ bir kafiyedir sonunda, yaşamaya” (“Ölü Yıkayıcılar”, s.259) kullanımıyla açık eder. Ölümün yaşamaya bir kafiye oluşu, onun tamamlayıcısı olması nedeniyledir. Şairi böyle bir benzetme yapmaya götüren sebep, her yaşamın bir ölümü gerekli kıldığı düşüncesidir. Öte yandan “sonsuz eksi bir” kullanımı da, bu doğrultuda bir anlam verir. Şairin bu sözden kastı, insanın yaşamla sınırsız bir âlemden koptuğu, sonsuzluktan

sınırlı bir âleme, dünyaya geldiğidir∗

. “sonsuz eksi bir/ hayatın adıdır bu” (“N.S.B.Ö.”, s.560). Đnsanın zamanın sınırlayıcılığına maruz kalmadığı ortamdan Tanrısal bir müdahaleyle dünyaya gelişi, dengeyi bozarken, ölüm bir denge sağlayıcı olarak öngörülür. Şairin matematiksel bir mantıkla ifade ettiği gibi, yaşam ve ölüm sonsuz olan bir sayıya bir çıkarıp bir eklemektir. Görüldüğü üzere bu kullanım da yaşam ve ölümün iki zıt olarak birbirini tamamlayıcı özelliğine ilişkindir. S’ye şairin bahsini ettiği sonsuz sayı, Y’ye yaşam, Ö’ye ölüm dersek, durumu

Sınırlılığa geliş : S-1=Y Sonsuzluğa gidiş: Y+Ö=S

şeklinde formülize edebiliriz. Bütün işlemlerin sonunda bulunan sonuç eşitliktir. Buraya kadarki kullanımlarından şairin ölümü “kaçınılmaz ve yaşamın bir gereği” olarak algıladığı neticesini çıkarmak mümkündür. Gerçekten de “Ölüm bir tamamlanmadır. Tıpkı bir ressamın resmini tamamlaması gibi ölümde insanı tamamlamakta, ancak ölümle insan, tamamlanmış bir resim gibi öteki dünya için son şeklini almaktadır.” (Karaca 2000: 16). Aynı zamanda ölümün bu özelliğinin insanı tanımlamada da kullanılması dikkat çekicidir. Zira insanın tam olarak tarifi “yaşayan, idrak eden ve ölen varlık” (Karaca 2000: 16) şeklinde yapılır.

Uyar’ın ölümün kaygı verici tesirine karşı düşüncede ortaya koyduğu tepkilere baktığımızda, en belirgin ve ön plana çıkan davranışının onu kabullenmek olduğunu görürüz. Talat Sait Halman da, Uyar şiirinde ölümün kaçınılmazlığı karşısında onu kabullenilmişliğin belirgin olduğunu söyler. “Övgü Ölüye” yi, edebiyatımızda bu izlek etrafında yazılmış başarılı bir şiir olarak görür: “Ozan ölümü kaçınılmaz akibet gibi görüp duruyor da bu yüzden ölümü kendine özgü bir amaç olarak düşünüyor artık. Övgü Ölüye adlı şiir, ölümün değişik yönlerini-belki de Türk edebiyatında rastladığımız en çarpıcı ceset görüntüsüyle-anlatmağı başaran bir şiir” (Halman 1965: 5). “Övgü Ölüye” (s.218) şiir adında ve bu şiirdeki genel tavrında ölümü kabullenmenin ötesinde, onu övmeye kalktığını görmekteyiz. Bahsi edilen şiirde ölümü munis gösteren

Ferit Edgü, bunun aksine sonsuzluğun ölüme değil yaşama atfedildiği kanısındadır. “Ölüm değil yaşamdır sonsuzluk. Her göçen: eksi bir.”(Edgü 1999: 106).

sebeplerden biri olarak mutsuzluk veren kent yaşamı gösterilir. “Ölü en güzel. En alışılacak. Ayakların vardı korkak/Ellerin nasıl olsa yıkılmış gitmiş para saymaktan/ cıvatadan, balatadan, üremesiz kadın okşamaktan”. Var olanla uyumsuzluk ve mutsuzluğun ölümü bir kurtuluş gibi sunması, başka şiirlerde de göze çarpar. “Uzak Kaderler Đçin” (s.69) şiirinde, “ Asır yirminci asırdır, amenna/ (…) / Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi/ (…) / Sımsıcak sevgilere muhtacım” diyen şair, aynı şiirin sonunda, bu olumsuz koşullardan kurtuluş reçetesi olarak ölümü takdim eder: “Bir gün bir parkta otururken, biliyorum/ Bir el yağmurlarla dokunacak omzuma/ (…) / Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak”. Burada ölüm bir silah, bir güç gibi algılanır ve bu haliyle son başvurulması gereken bir çare olarak düşünülür. Başka bir yerde, ölüm, bu defa dayatılanı kabul etmediği için övgüye layık görülür∗

: “Yadsınan beden. Ölebilen/Başkaldıran/ Tek başkaldıran” (“Bağlı Kalmanın Yeri”, s.232). Şair, çoğu zaman ölümü neden tasvip ettiğini, olumlu karşıladığının bir cevabını ise, “baharı bekleyen’e” (s.364) şiirinde verir. Ona göre yaşam bütün olanaklarıyla kullanılmazsa, yaşıyor olmak ölüme bir ihanettir: “Her şey kullanılmazsa dirim bir ihanettir ölüme”. Bir yerde ölüme direnmeyi mutsuzluğun kaynağı olarak görür “aslında mutsuz yaşayıp gidiyoruz/ ölüme direnerek şimdilik (“Umuttur”, s.514)

Uyar, 1961 tarihli bir günlük sayfasında, ölümün büyüklüğü ve bu büyüklük karşısında duyduğu hayranlık duygusunu dile getirir: “Ölüm büyük bir olay. Büyük hatta güzel bile belki. Artık bu çağda daha başka türlü davranmalıyız ölümün karşısında. Yahut daha baştan beri başka türlü davranmalıydık. Hep daha saygılı, hep daha şaşkın. Önceleri bana pek gülünç gelen ölüm törenlerini artık anlıyorum. Her büyüklüğe bir çerçeve gerek” (Uyar 1962: 619). Ölümü saygı duyulacak bir olay olarak ifade eden bu düşünceye benzer şekilde şiirinde de bazı kullanımlara rastlanır: “sonra ölüm konuşulur fısıltılar düzeyinde/ (…) / susulur saygı duyulur oturulur oturulur” (“E.B.B.E.”, s.522). “Ölümü tabii bir fenomen olarak değerlendiren insan, aynı

Hüseyin Peker, şairin ölüm karşısında öğüt alıcı/ders çıkarıcı durumuna dikkat çeker. “Ölüm, en büyük bilinçtir, hayata karşı tavrı da ölümden doğar sanki. Ölüsünü, ölüleri düşündükçe yenilgiden umutlanır, yeni şeyleri bu yüzden doğurur.”(Peker 1969: 80).

zamanda ondan kurtulmak istemektedir. Şöyle ki o, ölümü bir yok olma olarak algıladığı zaman onu inkara meyletmekte, büyük ve önemli bir hadise olarak algıladığı zaman ise onu kabule yönelmektir”.(Karaca 2000:19). Yine ölüm korkusunun yüceltilmesi(süblimation) nin, kaygı verici ortamdan uzaklaştırıcı tek çözüm yolu olduğu savı da, Uyar’ın ölüme hayranlık duygusuyla yaklaşan bu bakış açısını açıklar. Zira hayata bir mana vermeyen ölüme de bir mana vermez. Bu görüşler ışığında varılan sonuç, yaşamın şair için değerli olduğudur. Ölüm olumsuz tesiri ve kaçınılmaz oluşuyla mutlu bir ortama müdahale ettiği için yüceltilmek suretiyle olumsuz tesirinden arındırılmaya çalışılır. Aslında ölümü sürekli olarak bir olumsuzluk kaynağı olarak görmek de doğru değildir. Zira ölüm endişesi, kendi içinde olumlu bir tesir de barındırır. O da; ölümün var olanın, bizim olanın, kıymetini telkin etmesidir. Bu doğrultuda ölüm tehditkâr varlığıyla pekâlâ kişiyi daha dolu, daha nitelikli yaşamaya sevk edebilir. Yani şair ve herkes için hayatı yaşmaya değer kılan biraz da budur.

Şiirde göze çarpan ölümle ilgili konulardan biri, ölüm anının niteliğine/durumuna ilişkindir. Đslam dininin sekerat(sarhoşluklar) anı dediği ölüm anının, acılı ya da acısız oluşu üzerine düşünceler öne sürer. Vardığı sonuç, ölüm anının aniden olduğu ve acı vermediğidir. Bu nedenle “Mosmor” adlı şiirde, ölüm hadisesine maruz kalmış bir bedenin, morluk gibi işkence ve acı belirtisi bir renkte kendisini ifade etmesini yadırgar:

“hızla gelen ve hızla uygulanan Ölümün

bir kuşu bile ürkütmediği yerde mosmordu.” (“Mosmor”, s.508)

“Ölümün bir kuşu bile ürkütmediği” ifadesi, sessiz ve aniden oluşu vurgular. Bu durum şairi, ölümün acısız olduğuna inandırır. Fakat “mor” rengi, zihninde bir kuşkuya/çelişkiye sebep olur. Ölüm acısız ise, bir acı/işkence belirtisi olan “mor” rengiyle karşılanmamalıdır. Daha sonra bulduğu makul bir cevap, çelişkiyi karşılar. O da her şeyin kendini bir şekilde ifade etmesi gibi ölümün de morlukla kendini anlattığı,

varlığını belirgin kıldığı düşüncesidir. “kendini anlatmalıdır herkes/ ölüler bile kaçınamaz bundan” (“Mosmor”, s.509). Başka bir yerde ölümün acı yönüne ilişkin şunları söyler:

“öyle pek derin değil ölüm denilen ırmak sezmeksizin geçi vereceğiz öte yana bu kadar bile değil

sezmeksizin yaşanır bile ara sıra” (“H.S.V.C.Đ.”, s.581)

Burada da ölümün anlık olduğu ve fark edilmeden vuku bulduğu, tekrar edilmektedir. Bu, ölüm varken biz yokuz, biz varken de o yoktur; yani hiç karşılaşmayız şeklinde Epikürcü yaklaşımla benzerlik gösterir∗

. Muhtemelen acıyı, ızdırabı ölüm gerçeğinin dışında tutan bu yaklaşımı dolayısıyla ölüm karşısında cesaretli ve metanetlidir. Mistiklerinkine benzeyen bu teslimiyetçi anlayışın kaynağı farklıdır. Ölüm karşısında ona cesaret veren ölümü acıyla birlikte düşünmemesinin yanında, yaşadığı hayattan elverişsiz ortam nedeniyle verim alamamasıdır. Yaşamı onun için elverişsiz kılan durumların başında, modernitenin dekore ettiği kent gelir. Özünden saptırıldığını düşündüğü bir yaşam içinde, kaybetmeyi göze aldığı çok az şey vardır. Bu düzen içerisinde onu yaşama bağlayan en değerli şey kadındır. Aslında yaşam için değerli bulduğu bu faktör de, ölüm korkusunun azalmasında etkilidir. “Genelde ölümü biyolojik bir olay olarak gören ve bir yokluk olarak değerlendiren, modern insan, cinsellik ve aşk ilişkilerine aşırı derecede önem vererek, ölümü şuurdan uzaklaştırmaya çalışmaktadır.” (Karaca 2000:72). Uyar için ölüm bir yokluk anlamına gelmese de, onda aşk ve cinselliğin de ölüm korkusunu azaltmada etkili olduğu söylenebilir.

Son şiirlerinde yaşamın sonlarına geliyor olmasının verdiği bir tedirginlikle ölümü daha çok düşünür, var oluşunun ötesini daha çok merak eder. Genel görüntü yine teslimiyetçi bir ruh hali içinde olduğudur:

Epikuros’un ölüm karşısındaki tavrı şöyledir: “belaların en korkuncu sayılan ölüm bizim için bir hiçtir: Biz var oldukça o yoktur, o varken de artık biz yoğuz, bunun sonucu olarak da o ne diriler, ne de ölüleri ilgilendirir çünkü birincilerin olduğu yerde o yoktur, ikincilerin de artık kendileri yokturlar”(Tuğcu 2000: 165).

“Son bahar geldi hüzün Kış geldi kara hüzün (…)

Tarihe gömülen koca koca atlar

Tarihe gömülür o kadar” (“Acıyor”, s.547)

Ümitsizlik, telaş ve isyan belirtileri yoktur. “Kaç bin tane yaz gitti hey gidi hey” (“B.A.S.Ö.Ü.G.”, s.597) diyerek, yaşamının geçmişte kalanını gereği gibi yaşayamadığı duygusuna kapıldığı izlenimini verirken, gelecekte geri kalanını dolu dolu yaşamak için kendini motive eder: “sonunda kalkar gideriz.” (“B.G.B.Y.”, s.594) “Onun için her akşamı iyi yaşamalıyım.” (“Tut Ki Ben”, s.595).

Uyar’ın, şiirinin başından sonuna kadar ölüme olağan, kabul edilebilir bir olay nazarıyla yaklaştığını söylemek yanlış olur. Bir yerde ölüme karşı bir isyan duygusu, Tanrı’ya karşı bir serzenişi, bir yerde de ölümün bir işkence olma ihtimalini düşündüğü görülse de, bunlar şiirindeki genel tutumu içinde istisna olarak kalır. “Ölüm Yıkanması” şiirinde şu kullanımlara başvurur:

“şimdi, nasıl olsa yıkayacaklar biliyorum (…)

yıkamak boyun eğdirmektir onlar adına önce Tanrı adına sonra öbürü sonra doğa (…)

en azından yıkanmaya hazır olmalıyım

nallanmaya hazırlanan at gibi.” (“Ölüm Yıkanması”, s.457)

Burada ölüm, bir angarya gibi algılanır. Ölümle çeşitli güçlerin insan üzerinde bir güç gösterisi yapmaya çalıştığını ima eder. Hal böyleyken kendisine bahşedilmiş bedenin ölümle tekrar elinden alınıncaya kadar bütün imkânlarıyla kullanılması gerektiğini düşünür ve bunu kendisine telkin eder: “bedenimi cömertçe kullanmalıyım/ yani ölüme” (Ölüm Yıkanması”, s.457). Çünkü ölüm boynunun borcu olarak vardır ve buna rağmen karamsarlığa, pasifliğe düşmemelidir. “şimdi sevgili hüznüm, boynumun borcu / gerçi sensiz düşünemem sanırsın” (Ölüm Yıkanması”, s.458). Burada ölüme seslendiği

“sensiz düşünemem” sanırsın ifadesinden tersi bir durumu, şairin ölüme rağmen rahat bir ruh hali içinde olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür. Ölüme dair olumsuz bir bakış açısı da “Ölü Yıkayıcılar” (s.257) şiirinde, “ölümü tazeleyip bağışladılar” ifadesinde gizlidir. Ölümün bağışlanması, sanki onun “hayata karşı istenmeden, irade dışı işlenmiş bir suç” (Özmen 1999: 43) gibi algılandığı izlenimini verir.

Şairin genel tavrına muhalif bir yaklaşımı, ölümün aniden ve acısız olduğu teziyle ilgilidir. Genelde ölümün aniden ve acısız olacağı tezini dillendirirken bir yerde bu düşüncesinden farklı bir kullanıma başvurur. Son kitabı “Dün Yok Mu” nun son şiirlerinden “Ölümle Başlayan” da, ölüm hadisesinin bedene acı verme, ölümün bir işkence gibi hissedilebilme ihtimalini de göz önünde bulundurur. Ömrünün son dönemlerinde vücudunun çeşitli yerlerinde sık sık kırıkların olması, hastalık ve yaşlanıyor olmanın karamsar psikolojisi, muhtemelen şairi daha tereddütlü bir ruh haline sürüklemiş ve ona kötü ihtimalleri de düşündürmeye başlamıştır. Onlardan biri ölümün bir işkence olabilme ihtimalidir:

“kurşun ip kanser baldıran herkes korkuyor ondan ben de çok korkuyorum (…)

işkence mi

belki ölümden de çok korkuyorum ondan” (“Ölümle Başlayan”, s.609) Sonuç olarak, bazı istisnalar dışında şairin ölüm karşısında metanetli olduğu ya da böyle kalmayı başardığı söylenebilir. Ona bu gücü veren çeşitli etkenler vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür: 1- Ölümü yaşamın bir gereği olarak görmesi ve buna inanması, 2-Yaşadığı hayattan verim alamaması, 3-Kaygısının arttığı dönemlerde ölümü yüceltmesi, bazen kadına/cinselliğe sığınması, 4-Ölümün aniden ve acısız olduğunu düşünmesi.