• Sonuç bulunamadı

Turgut Uyar, tedirgin, uyumsuz bir ruh haline sahiptir. “Dirliksiz(huzursuz) bir insandır. Đnsanın tedirgin yanıyla dopdolu bir görünüm taşır.”(Uçarol 1985: 11). Öte yandan her insan bir uyumsuzluktur ölü olmadıkça sözü, bu doğrultuda Uyar’ın insanın ve dolayısıyla kendisinin var oluşuna bakış açısını gösterir. Hasan Bülent Kahraman’ın bu konudaki görüşü ise Uyar’la beraber diğer Đkinci Yeni şairlerini de kapsar. Ona göre Đkinci Yeni şairleri dış dünyanın üzerlerine kapandığını hissettiklerinden ona karşı cephe alırlar(Kahraman 2000: 124).

Đlk şiirlerine baktığımız zaman Uyar’ın iki şeyin sıkıntısını çektiğini görürüz: Biri görevi sebebiyle bulunduğu ortamın(taşranın) yabancılık ve yalnızlık duygusu, diğeri geçim derdi ve kötü ekonomik durumdur. Şikâyet ve yakınmaların büyük çoğunluğu bu iki durum etrafında oluşur:

“Ağlamak istersin, ağlıyamazsın Gülmek, gülemezsin

Kasaba küçük, bir karanlık gün sonbaharda kararmış gönlünü eyliyemezsin

ne kâğıt, ne kalem, ne kitap” (“K.K.S.”, s.78)

Şehirden uzaklık, yaşanılan mekânın imkânlar bakımından mahrumiyeti, kararsız ve bıkkın bir ruh haline sebep olur. Doğaya yakın olmak, yer yer güzel tabiat manzaraları bu dönem şiirinde teselli unsurları olarak göze çarpar. Bu teselli, ortama ve mekâna karşı yabancılık çekme duygusunu biraz yatıştırsa da tam olarak bastıramaz: “Hiçbir şey tutamaz beni artık/ Bu bahar, bu ağaçlar, bu rüzgâr” (“Bahar Hastalığı”, s.87). Güzel görüntüsüne rağmen bulunduğu mekânı terk etme kararlılığındadır.

Taşra günlerinde sıkıntısını yaşadığı durumlardan biri, geçim derdi ve kötü ekonomik vaziyettir. Bu, daha sonraki dönemlerinde de varsa da durumdan şikâyet ettiği dönem, bu dönemdir. 1948 yılında çalışma hayatına atılan şair, ailesinin geçim yükü altında zorlanır. Karısına ithaf ettiği “Memur Karısı” (s.23) şiirinde bu durum belirgindir: “Ayağında ipeğin en kötüsü/ Sen onuncu derecede memur karısı/ Çileli vefakâr kadın, kalbimin yarısı”.

Bir kentli birey olarak ise, uyumsuzluk gösterdiği durumların başında ablukaya alınmış yaşam gelir. Asıl olandan uzaklaşma ve yapaylık, dolayısıyla da yabancılaşma∗

yakınılan durumdur. Makinenin gücünü sınırsız bir zenginlik kaynağı olarak gören modern insan, sahiplenme ve bencillik eğilimlerini yüceltirken, sosyal fonksiyonunu ihmal etmiştir. Bazı duyguların diğerlerinin önüne geçirilmesi, bazılarının diğerlerinin tatminine hizmet etmesi insanın aleyhine olmuştur. Belli bir süreç sonunda kendi

Tuncar Tuğcu, Yabancılaşma Problemi adlı kitabında, “yabancılaşma” kavramının tarihten günümüze kullanımı ve anlamsal değerinin geniş bir açılımını yapar. Bu kavramı Hıristiyanlığın eski kaynaklarına dayandırır. Mesela Gnostisizm(Đ.S. II yy.)’de Tanrı ile aynı tözden olan insan, Tanrı’nın buyruğuna karşı çıktığı için, Tanrı’nın yanından, cennetten kovulmuştur. Tanrı ile aynı tözden olmayan, yalnızca maddeden(hyle) oluşan bu dünyada, kendisi Tanrısal töz taşıdığı için bir yabancıdır. Plotinos ontolojisinde, ruh kendine yabancılaştığı için algılanabilen evren var olmuştur. Tuğcu, Plotinos düşüncesiyle “kendine yabancılaşma” nın ilk defa felsefi bir bilgi sisteminin ve üç yüz yıllık Avrupa yaşam biçiminin temel belirleyeni olduğunu söyler. Hıristiyan inancında ise yabancılaşma durumu şu şekilde tarif edilir: Đnsan, Tanrı’nın yalnızca kendisine sunulan kayrasına “hayır” demiştir; şeytanı dinlemiştir, kibre kapılmıştır ve kovulmuştur. Böylece insan kendisine sunulan kayrayı tepmekle, kendisine benzer biçimde yaratıldığı Tanrı’ya, Oğul’a(logos), Kutsal Ruh’a ve kendisiyle onlar arasındaki kutsal uyuma yabancılaşmıştır. Hegel’in yabancılaşma kuramı daha farklıdır. Geist(Tanrı) kendini bilmek ister, kendini arar. Bu arayış ancak kendini dışa vurmak, kendine bir ayrışma ile olanaklıdır. Bu ayrışma bu dışa vurma, Geist’in kendinden başka bir şey olması, kendi kendi kendine yabancılaşmasıdır. K.Marx’ın yabancılaşma teoremi meta için üretime dayanır. Ona göre insanın yabancılaşması emeğin, mülkiyetin kapitalist azınlığın elinde toplanmasıyla oluşmuş ve mülkiyet asıl sahiplerine, genele yayıldığı zaman sona erecektir. Özetle Gnostisizm, Plotinos, Hıristiyanlık ve Marx yabancılaşmayı insanın, Hegel ise Tanrı’nın özünde gerçekleşmiş bir durum olarak görmüş/kabul etmiştir. Yine Gnostisizm, Plotinos ve Hıristiyanlık yabancılaşmayı insanın cennetten dünyaya atılmışlığının, Hegel Tanrı’nın kendini bilmek istemesinin, Marx ise ekonomik ilişkilerin bir sonucu sayar. Tuncar Tuğcu’nun “yabancılaşma” yorumu ise gerçekte böyle bir durumun(yabancılaşmanın) olmadığı şeklindedir. Gerek Hıristiyanlığın gerek Marx’ın yabancılaşma teorilerini insanın köleleştirilme çabasının bir sonucu sayar. Ona göre insan kendisine yabancılaşamaz, sadece yazgısı gereği trajik olguyu gerçekleştirir. Tuğcu’nun dikkat çektiği “yabancılaşma” tanımlamalarının hiçbiri Uyar şiirinde dile getirilen yabancılaşma durumunu karşılamaz. Uyar’ın dile getirdiği yabancılaşma “makinenin insan hayatına egemenliğinin, insanın doğal ahenginin makinenin ahengine uydurulması sonucu doğurduğu, böylece insanın kendi düzeninden çıkıp yabancı bir arayış düzenine mecbur edildiği” (Özel 2002: 88) şeklinde bir iddiaya dayanır.

tabiatına ve ötekine karşı yeni davranış biçimleri geliştirerek ikisinden de uzaklaşmıştır. Bu nedenle artık birçok şey alışılmış niteliğinden uzaktır: “Ellerim nasıl olsa yıkılmış gitmiş para saymaktan/ cıvatadan, balatadan, üremesiz kadın okşamaktan” (“Övgü Ölüye”, s.219). Öncelikle varlıklar asıl niteliklerinden uzaklaşmışlardır. Kadının asıl özelliği üremeden yoksun oluşu, bunun vurgusudur. Niteliğini kaybetmiş kadın, diğer mekanik unsurlar gibi olmuştur. Sanayi toplumu unsurları para saymak, cıvata, balata; “kadın” ı da ruhsuz düzenine ekleyerek “eller” in trajedisine, yıkılıp gitmesine sebep olmuştur. Şehir ve sanayi düzeninin insan üzerindeki tahakkümü belirgindir. Alaattin Karaca, Uyar’ın bu durum karşısında kentleşme, sanayileşme protestosuna giriştiğini söyler. “kentleşme, sanayileşme ve kapitalistleşmeyle bunalan insanın yazgısına ve kirlenen dünyaya içten içe, sessiz bir protesto duyulur.”(Karaca 2005: 283). Fakat bu protesto Karaca’nın dediği gibi sessiz değil, aleni ve avazı çıktığı kadarıyladır. Şöyle bir durum tespiti yapar: “Dev makinelerin gıdası olmuş kanın” (“Şehitler”, s.27). Đma edilen bir sömürü düzenidir. Fakat trajediyi büyüten duruma insanın da gönüllü olmasıdır: “rıhtımlarda insanlarla aşk yapan vinçler” (“kırlara gitmeye”, s.367) ifadesi insanın yanlışlıktaki büyük payına bir göndermedir. Gerçekten de “insan, bütün yaratıcı özellikleri kadar, kendisini tahrip edecek olan özü de içinde taşımaktadır”(Korkmaz 2004: 52).

Şairin, sık sık insanın kendi eliyle inşa ettiği suni düzenin tasvirine giriştiği görülür: “Hâlbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta/ Her şey naylondandı o kadar” (“Geyikli Gece”, s.111). Naylon gibi yapay ve sahte düzen içinde insanın gerçek görüntüsüne kara vermek de son derece zordur. Modern insanın adına gerçeği itiraf etmek şaire kalır: “benim adım tavuskuşu” (“ürkek ırmaklara”, s.363). Vurgulanmak istenen asıl kişiliğinden uzak, gerektiğinde menfaat için türlü kılıklara kişiliklere bürünebilen modern insanın büyük çelişkisidir. Bu yaman sahnenin dekoru içinde insan, kendine ve ötekine karşı dürüst olmayan yabancı bir kişilik rolüne soyunur. Bununla beraber “Yabancılaşma duygusu, yalnızlık hissini de beraberinde getirir. Bu duygunun

dile geldiği şiirlerde ‘ben’ anlatıcı ‘siz’ veya ‘onlar’ la belirlenen, dışarıdaki bir kimliğe hitap eder. Bu içe kapalı bir kişiliğin, ürkerek baktığı bir dünyaya yönelik gözlemlerinin dile gelmesidir.”(Şenderin 2003: 155). “T.C.T.Ü.D.A.Ş.” (s.119) şiirinde, kendisini ötekinin dışında gören bir kişi psikolojisiyle karşılaşırız: “Sizin alınız al inandım/ Morunuz mor inandım”. Bu şiirde tel cambazının “benim dengemi bozmayın” şeklinde tehlikeli konumuyla uyuşur nitelikteki “gergin ruh hali”, sembolik bir durumdur. Uyumsuz psikolojinin bir tarafa intibak edememesinin tehlikeli duruşudur. Öte yandan ilk şiirlerinde algılanan dünya “D.E.G.A.” kitabıyla değişince, bu dünya ben’le uyumlu ilişkisini o’ya bırakmaya başlar. Güven Turan, “Nereye gitsek o yıkıntı bizimle artık” dizesinde, Uyar’ın bir yabancılaşma şiirini haber verdiğini söyler. “Dünyanın En Güzel Arabistanı ile başlayarak dünya ile Turgut Uyar’ın şiirlerindeki ‘ben’in dünyası açılmaya başlamıştır. Bu kitabın içinde garip bir aykırılıkla duran ‘Akçaburgazlı Yekta’nın Mahkeme Kararını Aldığında Söylediği Mezmurdur’ (…) şiirindeki ‘Nereye gitsek o yıkıntı bizimle artık’ dizesi, tüm kitabın ve onu izleyen şiirlerin anahtarı oluyor.”(Turan 1985: 6). Turan bu doğrultuda “K.B.K.” şiirinde mutlak zamansızlığı ki bu şiirde hiç çekimli fiil kullanılmamıştır, tamamıyla yabancılaşmış bireyin davranışı olarak görür.

Aslında insanın olumsuz netice veren modernleşme girişimi, mutsuz bir sonuç vermesi için bilinçli olarak planlanmış, tasarlanmış değildir. Đnsana daha iyi yaşam imkânları sunmak, kolaylık sağlamak amacıyla yapılan teknolojik atılım ters tepmiştir: “Neon lambaları büsbütün karatır gecemizi” (“Uzak Kaderler Đçin”, s.69) dizesinde neon lambalarının geceyi aydınlatacağı yerde karartması, bu duruma işaret eden sembolik bir kullanımdır. Yine “Đşte bu ellerimle yalnızım bu inanmazsan bak/ Bu saçlarımla bu iyi giyimlerimle paralarımla” (“E.K.B.”, s.132) ifadelerinde, insanın dışardan imrenilecek bir görüntüye kavuşmasına rağmen yalnız olması, bir şeylerin yanlış ya da eksik yapıldığının ispatıdır. Eksik olan, insanın biyolojik gereksinimlerini karşılamaya çaba harcarken ruhsal yönünü ihmal etmesi ve çoğu zaman yaşamı kendisine içi boşaltılmış bir banka gibi sunmasıdır. “Büyük Ev Ablukada” (s.186), bu

tutumun eleştirisini yapar: “Bizi tutkulara çağırdı otobüse sosise buzdolabına/ Telefona sinemalara radyolara bir sürü kancık sevdalara”. Burada anlatılan durumu şu şekilde de göstermek mümkündür:

Teknolojik Đmkânlar Şairin Yorumu

Otobüs, sosis, buzdolabı, telefon, sinema, radyo.

Kancık sevdalar.

Çağımızda modernlik istismar edilerek birçok şeyin değişimden geçirilmesi ve insan hayatına anlam veren birçok şeyin hükmünün kaldırılması söz konusudur. Bu durumda insan sürekli “kendi değerlerinden ve kimliğinden istikameti meçhul bir uzaklaşma”(Sezen 2002: 28) içinde olur. Uyar şiirindeki yabancılaşma olgusunun mahiyeti bu şekilde tanımlanabilir.

Uyar’ın uyumsuzluk gösterdiği durumlardan biri, yaşamın insan müdahalesi dışında kalan ve insana muhalif gördüğü yanıdır. Bu çatışmada muhatap alınan Tanrı’dır. Her ne kadar bazen acının ve kötünün de insan için gerekli durumlar olduğunu söylese de yer yer noksan yaratılışının zaaflarının neticelerinden yakınır. “A.Y.M.K.A.S.M.” (s.134) şiirinde Yekta, kendisini ihanete sürükleyenin, yanılgan insanlığı olduğunu söyler: “Sonra yanılgan insanlığım başladı./ (…) / Üç gece dört gündüz, Sinan’ın yatağında kaldım”. “Büyük Kavrulmuş” (s.152) şiirinde, kendi bakış açısıyla insanın fıtratını özetler: “körlüğe kötülüğe kutsal tutsaklığım”. Đşe kutsiyet atfetmesinin sebebi, işin içindeki Tanrısal müdahaleye işaret etmek içindir. Öte yandan yaşam için kullandığı “sonsuz eksi bir” (“N.S.B.Ö.”, s.560) benzetmesi de aslında noksan duruma işaret eden bir ifadedir. Çünkü yaşam sonsuz olandan bir adım geridedir. Bu benzetmeye göre yaşam, yaşam öncesinden bir sayı eksiktir.

Đnsan ve diğer varlıkların yaratılışının niteliği konusunda Tanrı ile bir mutabakat içinde bulunmayan şair, ölüm konusunda da bazı uyuşmazlıklar yaşar. “Ölüm

Yıkanması” (s.456) şiirinde, ölüme bir dayatma nazarıyla bakar ve bedenin bir güç gösterisine alet edildiğinden yakınır. Söz konusu şiirde insanın bu durumuna “nallanmaya hazırlanan at” ifadesiyle dikkat çeker. Ölüm temasıyla ilgili değerlendirmede, kaybetmeyi göze aldığı çok az şeyin olmasının, bu realitenin korkusu karşısında şaire cesaret verdiği söylenmişti. Ölüm kabullenmenin ötesinde yer yer sevimli bir durum gibi bile görülür. Yani çoğunluk, şairin bu realiteyle pek fazla sorunu yoktur.

Uyar şirinde çatışma tablolarından biri gelenekler ve ahlaki normlarla ilgilidir. Şair; insanın, geniş bir özgürlük alanını hak ettiğini savunur. Bu uğurda, gerek zayıf yaratılış gerek ölümle ilgili Tanrı’ya serzenişte bulunan biri, insan elinden çıkma denetim mekanizmalarına da pek ala karşı çıkar. “A.Y.M.K.A.S.M.” (s.134), “B.K.M.Đ.Đ.” (s.143), “T.Ç.H.” (s.153), bu başkaldırının izlerinin görüldüğü şiirlerdir. Şiir karakterlerinden Yekta’ya göre hata ve yanlışın da güzel ve doğru kadar gayet insanî olduğu düşünülür, töre ya da kanunlarla yaptırıma maruz bırakılmaz ve daha esnek davranılırsa, bu insanın ruhsal ve bedensel sağlığı ve mutluluğu için daha iyidir. Bu yaklaşım Jung’un demokrat toplum anlayışına benzer. Jung’a göre “Gerçek demokrasi insanın doğasını olduğu gibi kabul eden bu yüzden kendi ulusal çerçevesi içinde çelişmelerin gerekliliğini uygun gören yüksek bir psikolojik örgütlenmedir. Başka bir ifadeyle insan doğası değişmedikçe ne tam bir anarşi ne de tam bir düzen mümkündür. Tek sağlıklı yönetim biraz çelişki ve kargaşaya izin veren ve aynı zamanda biraz da düzen ve disiplin getirendir.”(Fordham 1997: 156–157). Yekta’nın ne kadar düzen ve disiplin istediği bilinmez, ama bazı durumlara aykırı da olsa insan doğasına karşı tolerans ve müsamaha aradığı açıktır.

Şair, “Elâlem” (s.90) şiirinde cinselliğin serbestçe yaşanması hususunda, toplumla kendi arasındaki mantalite farkını ortaya koyar. Arzularını gerçekleştirebileceği bir ortamda kendisini şu şekilde tarif eder: “En uzak en yakın ikisi ortası yıldızlarda/ Beyler paşalar gibi kadınlı kızlı/ Đpe sapa gelmez hayaller

kuracağım”. Şair, serbestiyet içerisinde olmama durumu karşısında terk etme temayülü gösterir.

Uyar şiirinde uyumsuzluk ve yabancılaşma bildirisinden bahsettikten sonra, son olarak tüm bu bildiriyi nasıl bir anlatımla gerçekleştirdiğine değinelim. Burada şiir üretiminde verimliliğini arttıran ve dolayısıyla şiirinin soluğunu uzatan bilinçakışı tekniği önemli bir görev üstlenir. “Çünkü bu teknikte, kendi varlığı ile dış dünya arasına, hatta ‘kendi bilinci ile kendi yaşamı’ arasına mesafe koyma şansına sahip olmaktadır.”(Şenderin 2003: 155). Zira birçok şiirinde bu teknikle uzunca, hem kendini hem ötekini, duraksamaya uğratılmamış otomatizme yaklaşan bir yaklaşımla okuyucunun önüne koyar. Bu, okuyucuya iyi bir gözlem, iyi bir mukayese ve sağlıklı bir çıkarım yapmak için geniş bir veri tabanı sunar. Bu sayede birçok durum gibi uyumsuzluğunun da profilini çıkarma imkânımız olur.

Şair, uyumsuz kişilik yapısının tesirinde birçok durumla çatışmıştır; en çok da gelişmişlik düzeyinin artmasıyla kurulmuş olan modern yaşam şekline adapte olamamıştır. Yani Uyar şiirinde asıl yabancılaşma, tabiattan kente geçilirken yaşam alanında meydana gelir. Đnsan bu geçişi benimsediği zaman ise o zamana kadarki bütün kazanımlarına/değerlerine yabancılaşır; yapmacık, iki yüzlülük, menfaatçilik, ihtiras ve mutsuzluk bu insana hiçbir dönemde olmadığı kadar uyan/yakışan vasıflar olur.