• Sonuç bulunamadı

Uyar, şiirde kaçışı makul karşılar; fakat onun için asıl olan yüzleşme ve mücadele etmektir. Şiiri yaşamla sıkı bir ilişki içerisinde görüp, toplumsal bunalım dönemlerinde bazı şairlerin aşk, sevgi, umut şiirleri yazmasını yadırgasa da, şairin şiirde yeltendiği kaçış ve sığınma davranışını da insana özgü bir davranış olarak niteler. “Kaçış, insani bir davranıştır, yürekli bir davranış olmasa bile.”(Uyar 1983: 96). Kaçış için öngördüğü araçlara “insani değerler” adını koyar. Bu değerlerin başında ise, “aşk(sevgi/cinsellik) duygusu” gelir. Kaçıştan neyi kastettiğini, ya da hangi davranışların kaçış sayılabileceğine ise Ahmet Muhip’in bir şiiri için yaptığı değerlendirmede dikkat çeker: “olduğu gibi dışındadır yaşadığı çağın. Bundan ötürü şiirinin bir kaçış şiiri olduğu söylenebilir.”(Uyar 1983: 96). Bu tespitinden anlaşıldığı kadarıyla, bir şairin kaçış şiiri yazıp yazmadığını, onun çağın şiirini yazıp yazmamasına

indirgemektedir. Bu kıstastan hareket ederek kendi şiirine baktığımız zaman ise, yüzleşmenin daha yoğun olduğu sonucuna ulaşırız.

Turgut Uyar, türlü durumlarla uyumsuzluk gösteren, bir kuruntu içerisinde kendisine yalnızlık peyda eden, mutsuzluk üreten biridir. Eşi Tomris Uyar’ın onu muhalif yapıda doğmuş biri olarak nitelemesi, bu doğrultudadır. Tomris Uyar, şairin olumsuzluklarla mücadelesine şöyle bakar: “ileride herhangi bir şekilde iktidarı ele geçirecek zorba bir güç için;(…) savaşmak istemezdi, sanıyorum. Daha çok bir düşünce için savaşmak isterdi. Bu düşünce de en azında ‘sömürüye engel olmak’ gibi bir kaba hatlarıyla ‘insanın mutluluğuna engel olacak her şeyle savaşmak’ anlamına gelebilirdi.”(Altan 2005: 71). Şairin büyük mücadelesi, gerçekten, insanın büyük özgürlüğünü sağlamaya ya da dile getirmeye yöneliktir. Kent örgüsü içerisinde; insana takdim edilen, aslından uzak, niteliksiz yaşam biçimine karşıdır. Đnsanı ve toplumu daha iyisine layık görür, bunun için tabiata dönmeyi önerir. Diğer mutsuz edici sistemlere karşı da devrim beklentisi içerisindedir. Bunlardan biri yasal ve toplumsal normlardır. En çok cinselliğe sınırlama getiren yasal ve toplumsal normlarla çatışır. Bunun önüne geçmek için mental olarak değişimi öngörür. “D.E.G.A.” kitabında, Yekta’nın şahsında bir fikir mücadelesine girişir. Cinselliği suç ve günah boyunduruğundan kurtarmaya çalışır.

Hüseyin Cöntürk, şairin varlığını kuşatan mutsuzluk duygusunu alt etmek için çeşitli çarelere başvurduğunu söyler ve bunları gruplayıp örnekler verir: “Uyar’ın mutsuzluğun ablukasını yarmak için başvurduğu çareler şunlar: 1) Kötüleri eyileştirmeye çalışmak. 2) Alışamadığı kötü şeyleri sevmeye çalışmak 3) Bayağılaşarak kötü şeylerin dünyasının bir parçası olmak 4)Alıştığı kötü şeylerden kurtulmaya çalışmak 5) Eyisi ile kötüsü ile realiteyi bir oldu bitti diye kabul etmek 6) Realiteyi görmezliğe gelmek 7) Hayal evrenine kaçmak”(Cöntürk 1961: 26). Cöntürk, şairin isyan duygusu içerisinde olmadığını söylerken çok haklıdır. Gerçekten de şair, çok kötü olumsuzluklar, hatta ölüm karşısında bile metanetinden bir şey kaybetmez. Mücadelesini ya da en azından muhalif tavrını soğukkanlılıkla devam ettirir. Đktidar

odaklarına(toplum, din, yasalar) karşı koymasında; sözcükleri bir isyan havasını, bir kızgınlığı pek bildirmez. Başkaldırının sözünü etse bile, yıkıcı değildir. Umudunu kaybettiği anlarda ise, dünyanın olduğu gibi, hiç değişmeden sürüp gitmeyeceğine kendisini inandırarak ayakta durmaya çalışır.

Tomris Uyar, şairin “muhalif yapıda doğmuş biri” olduğu düşüncesine paralel olarak, başka bir yorum daha getirir. Turgut Uyar’da aksiyoner/militan kişilik özlemi olduğunu ve bunun bazı şiirlerine tesir ettiğini söyler. Fakat ona göre bu tutumu, şairin mücadele etme dürtüsünü ve iştiyakını tatmin etmemiştir.(Altan 2005: 61-63). Şiirinden değerlendirmelere geçmeden son olarak Taylan Altuğ’un görüşüne yer vereceğiz. Altuğ, Uyar’da yenilgi mücadelenin özünü teşkil eder, der. Ona göre şair sürekli yenilgiyi bağırarak, galibiyete motive olur. “Kişi kurulu düzen içinde (…) bilisizce sürüklene sürüklene yenilgiler içinde birçok şeyleri anlayacak ve kendi olma bilincine varıp giderek yenilginin, çaresizlik olmadığı kavrayışına ulaşacaktır.”(Altuğ 1969: 15). Bunun içindir ki “her pazartesi” yenilginin tohumunu taşır. Yine “yenilginin kutsallığı” bunun içindir. Duruma böyle yaklaştığımızda yenilgi doğal olarak içinde bir umudu da barındırır. Bu yenilgi tasarlandığı gibi başkaldırıya dönüşecektir. Altuğ, bunun ileri safhalarda genele mal edildiğini, “Büyük Saat” adlı şiirde tarihi bir perspektif kazandığını söyler.

Uyar; pasifliği, kabullenmişliği yürekli bir davranış olarak görmez. Bu karşı çıkış, dolaylı olarak direnmeyi önerir. Mücadeleye girişirken ise doğada yaşamın kesintisiz akışından, canlıların yaşam mücadelesinden ilham alır:

“artık şaşıyorum gözyaşına mutsuzluğun harcını pekiştiren çaresizliğin gözyaşına

binlerce beygir bir ovayı arşınlarken yepyeni dişleriyle binlerce tay

ve sonsu giyimiyle büyük hayat kuşanırken en mavisini”

Benzer şekilde, “Şimdi Biz” (s.608) şiirinde, incir ağacının zor şartlardaki yaşam mücadelesini, modern çağ insanının zor şartlardaki yaşamına bir misal olarak getirir. Đncirin kayayı delip geçmesi ve yaşamını devam ettirmesi, insan için bir ibret ve tefekkür vesilesi olmalı; o da mücadelesinde, incir gibi kararlı ve dayanıklı olabilmelidir: “ama hiç kimse inciri durduramaz/ o her zaman büyür ve tadla yenir”. Đncirin köklerinin kayayı delip toprağa ulaşmaması durumunda ölmesi gibi, kent insanı da tabiatından uzak yaşama biçiminden sıyrılıp özüne ulaşmazsa, yaşamdan bir anlam çıkaramaz. Şairin “incir”, başka bir deyişle yaşamın kesintisiz akışı karşısındaki büyük ilhamı, sekizinci kitabına “Kayayı Delen Đncir” adını koyarken de ön plandadır.

“D.G.D.M.B.Đ.Ü.” şiirinde, içe sinmeyen bir kent örgüsü ve düzen karşısında yıkıp yeniden kurma, inşa etme temayülünde olduğunu gösterir:

“Bu kırgın karanlığı bir ışıtalım ilkin

Yeniden şehirler kuralım şimdikilerine benzeyen Baştan başlayalım susamlara ekmeklere

deniz aşırılarına sevmelere” (“D.G.D.M.B.Đ.Ü.”, s.129)

Koşullardan mütemadiyen memnuniyetsizlik, onu “yeniden inşa etme” kararlılığında tutar. “G.K.O.E.” (s.130) şiirinde, istenmeyen bir zaman ve mekan unsuruna karşı aktif, değiştirmeci bir davranış içerisindedir: “Tıraş olurum en güzel giyimlerimi giyerim oturur beklerim/ Yıkarım temizlerim adam ederim o soluk güneşleri”. Aynı şiirde ölüm gibi rahatsız edici bir durumun, yaşamın bütün yönleriyle kavranması şartıyla alt edilebileceği senaryosunu çizer. Kaygının üstesinden gelebilme, ölümün yaşamın bir gereği olduğu ilkesinin kabul edilmesini zorunlu kılar: “Ölüme karşı durmayı en çok en çok onu yenmeyi/O karanlıkta kalmış yaşama yerlerini bulurum çıkartır/ gösteririm”. Yıkıp yeniden inşa etme refleksi, “B.K.M.Đ.Đ.” şiirinde de karşımıza çıkar. Bu şiirde Akçaburgazlı Yekta, şehrin fiziki çevre üzerindeki tahribatını, insanın ruhunda bıraktığı derin ürküntüyü teşhis edip çaresini ortaya koyar:

“..mahkeme yaptılar, yasalar kodular, bir şeyin bu kadar şey içinde gitgide küçüldüğünü yittiğini sezinliyorlardı ama bulamı-

yorlardı, bulamıyorlardı da değil, umursamıyorlardı, onsuz olunur diyorlardı, yerine başka şeyler koyuyorlardı, ama öyle bir şey ki yittikçe önemi azaldıkça düzeni etkileyen, bilisizliği arttıran, evleri oturulmaz, sokakları dolaşılmaz hale koyan, kişiyi boş vakitlerden kaçıran bir şey, ben uraybaşkanı olunca buldum şimdi yıkın diyo- rum, ilkin bu evleri, bu kötü, üstüste evleri yıkın

yıkın dedim işçilere, yerlerine yenilerini koyacağım” (“B.K.M.Đ.Đ.”, s.149) Şiirinde çatışma tablolarından biri, cinselliğe yasal ve toplumsal normların yaptırım getirmesinden kaynaklanır. “A.Y.M.K.A.S.M.” şiirinde, Yekta yaşadığı yasak gönül ilişkisinin haklılığını, en azından bir suç teşkil etmediğini ispatlamaya çalışır. Cinselliğin kesintisiz bir özgürlük içerisinde yaşanması gerektiğini savunur. Toplumsal ve yasal bir kovuşturmaya maruz kaldığında ise, veryansın eder:

“Gülbeyaz benim toprağımı işleyen kaz-

maydı. Günah olamazdı yaptığımız. Ben onun çeliğine göreydim ancak

Bizi yakaladılar …

Yargıçların katına diktiler umudum nerdedir

Bizim inanarak ettiğimizi yerlere çaldılar, ululuğu nerdedir” (“A.Y.M.K.A.S.M.”, s.138)

Yekta’nın bu acı tecrübesi, “B.K.M.Đ.Đ.” şiirinde, Azra’yla yakınlaşmasında kendisine bir ders teşkil eder. Yekta, baldızı Azra’ya, biraz da sindirilmiş olmanın etkisiyle şehvetle yaklaşmaz. Sadece düşünce bazında onu kendi özgürlükçü çizgisine çekmeye çalışır ve sonunda bunu başarır:

“Ben kandırmadım sonunda o inandı Ben Azra’yım bak dedi

Kadınım seninleyim istersen al dedi Almadım

Bir buna inansın yeter diyordum işte yetti” (“B.K.M.Đ.Đ.”, s.147)

“T.Ç.H.” (s.153) şiirinde, Yekta’nın bir nevi fikir mücadelesini, bu defa Adile üstlenir. Adile’nin Yekta’nın kadınlarından biri olması, bu durumda da Yekta’nın dolaylı bir etkisinin olduğunu gösterir. Muhtemelen Adile’yi inandıran da odur. Adile’nin aşkın serbestliğinin önüne suç ve günah engellerini koyan, ahlak ve töreye doğrudan bir başkaldırısı söz konusudur. O; sevgiyi, cinselliği baskı altına alınmayacak kutsal değerler olarak görür; bunların özgürce yaşanmasını, yaşamda mutluluğun bir gereği sayar: “Ama mutlu olmamak için hiçbir ge-/ rek yok dünyada, siz de olabilirisiniz biraz cesaret biraz da/ mutluluğu istemek yeter galiba”. Adile, başka bir yerde töreyi umursamadığını, bu sayede mutlu olduğunu söyler: “Artık töreler değil örneğim/ (…) / Kendi kurduğum her şey beni mutlu ediyor/ Umurumda değil başka hiçbir şey hiçbir şey”. Adile de Yekta gibi benimsediği fikri, başkalarıyla paylaşma, onları da kendi safına çekme gayreti içerisindedir: “Ama bu kalabalık iyi bir fırsat, söyleyeceğim, söylemeli-/ yim daha mutlu olmak için”.

Şairin karşı olduğu durumlardan biri, siyasi düşünce ve davranışlara baskıdır. O, militan bir davranış içerisinde ortalığı velveleye vermeden, işe kökten bir çözüm bulma arayışındadır. Bu, cinsellikle ilgili ortaya attığı çözümle aynıdır. Ona göre zihniyetin değişmesi/değiştirilmesi ve demokratik bir nitelik kazanması gerekir.

“Bağlı Kalmanın Yeri” (s.232) şiirinde iktidarın, aksi siyasi düşünce ve davranışları bastırmasını eleştirir, durumun yanlışlığından dem vurur, fakat ortalığı yakıp yıkmaz. Aslında Uyar anlayışında düzenler, insanî olanla çeliştiği kadarıyla eleştiriyi hak eder. Siyasi otoritenin eylemleri arasında ise, kısıtlanan insan hak ve özgürlükleri vardır: hapse atılmak, işkence edilmek, öldürülmek gibi. “Bir Duymak” (s.234) şiirinde, toplumsal ayrıştırma ve provokasyonlara değinir, fakat çözüm bulma adına ortaya somut bir şey koymaz. Alkol pasif kalınan durumda, bir çare olarak ön plandadır: “ve etlerin,/ sonuçsuz bir ayaklanmaya yöneltildiği bir akşam”. “Son Üçü Beş” (s.235) şiirinde; darbenin, yersiz ve sonuçsuz bir girişim olduğunu belirtir: “Ne

yaptılar?...Ah sonsuz sonuçsuzluk- yaşlı kararsızlık”. Şu ana kadar sert bir protestosuna şahit olmadığımız şair, “Her Pazartesi” kitabıyla birlikte, tavrını biraz sertleştirerek siyasi düzen hakkında daha sık söz söylemeye ve isyanın/başkaldırının bahsini etmeye başlar: “Yadsınan beden. Ölebilen./ Başkaldıran/ Tek başkaldıran” (“Bağlı Kalmanın Yeri”, s.232), “Makedonya falanjistlerinden daha kahraman” (“A.S.B.Ç.”, s.251), “Devrimlerin ve çarlistonun anısı/ … / Venezuela başkaldırmasında 400 kişi öldürüldü” (“Ölü Yıkayıcılar”, s.258, 267). “Güneşi Bol Ülke” (s.283) şiirinde, tarafını ve tutumunu açık eder: “Büyük kelimelerle söylenir ancak, sonsuz/ başkaldırması alexandrinlerin”. Şair, başka yerlerde/ülkelerde gerçekleştirilen ve başarılanlarla kendisini ya da halkını özdeşleştirir. Düzeni değiştirmeye yönelik aksiyoner kişilik ve devrimci ruh özlemi, bu kullanımlarda kendini açık eder.

Şair, protest tavır içerisinde, aynı zamanda bir başkaldırının nasıl olması gerektiğini de tarif eder. O, kendi çağında bir amaca yönelik hareketin/mücadelenin ancak birlikte hareket etmekle başarı kazanabileceğini düşünür: “kahramanlık ancak birlikte olmaktır çağımızda” (“Ölüm Yıkanması”, s.457). “Açlık Çoğunluktadır” (s.461) şiirinde, birlikte olmanın, hele ortada bir de mağduriyetin verdiği motivasyon varsa, çok etkili bir güç olacağını haber verir: “çünkü açlık çoğunluktadır/ ve ezecektir gücüyle dünyayı”

Şair, mutsuz düzene karşı bazen kadın ve aşkla karşı koyar. “Büyük Ev Ablukada” (s.186) şiirinde, insanın mutsuzluğunu kendi eliyle hazırladığını bildirir ve çözüm olarak aleladeliği ve aşkı teklif eder: “Bu asfaltı biz döktük biz onardık değil mi/ Bu yapıları on iki kat yapmak bizim aklımızdı/ Biz kurduk istersek umursamayız ya”. Kurtulmak sıradan olmak kadar kolay ve basittir: “Ekmek yiyelim tereyağı yiyelim çocuk büyütelim/ Sen birlikte yatacağımız yatakları hazırla/ Sen bir onu yap yeter bak göreceksin”. Ekmek ve tereyağı yemek, çocuk büyütmek sıradanlığın vurgusudur. Yatakları hazırlamak ise, çözümün içerisine cinselliği ekler. Bu şiirde şairin sıradanlığı, basitliği övdüğüne ve onu kent karmaşasının karşısına iyi ve güçlü bir alternatif olarak koyduğuna örnek olabilecek başka kullanımlar da vardır: “Ekmek vardı tereyağı vardı

utanılacak bir şey yoktu/ (…) / Đşte böyle olmak en iyisidir olmakların/ Bir küçük çocuğu tuttum otobüsten indirdim”. Bir küçük çocuğu otobüsten indirmek başka bir kolay/basit mutluluk vesilesidir. “Güneşi Bol Ülke” şiirinde mutsuz düzene yine kadınla karşı çıkar ve yaşamın temeline koyduğu bu dinamiğe inanmayı, bir din gibi algılar:

“bizimle, bütün soluk kadınlar.

inerler haçların, çadırların ve ayetlerin dibinden Büyük mağarası açılır ölülerin,

Bütün kitaplar bizimle

Kadınlar bunun için doğurgan her yerde” (“Güneşi Bol Ülke”, s.283) Şair, aşk ve cinsellikle sarmalanmış bir yaşamı “güneşi bol bir ülke” gibi algılamakta ve şiir adında sembolleştirmektedir.

“Sunak” şiirinde, dünyanın karmaşa ve bunalım içindeki halinin uyandırdığı olumsuz duygu karşısında, “her canlının, her varlığın bir sonu olacağı” realitesiyle kendisini teselli eder. Bu, endişeleri bir inanç ve din tarafından teselli edilmiş bir mistiğin teslimiyetçi ve metanetli ruh hali gibidir:

“durmadan kurban durmadan sunu tükenmeyen açlığına düzenin döğüşmeyi ve kanı hazırlıyor …

sakinim bütün gece boyunca

başımı değişmeyen düşüme koyunca …

bilirim dünyanın sonu vardır” (“Sunak”, s.433)

Şiirinde bir başka karşı koyma refleksi, mizahtır. Şairin protest tavrından bahsederken uyumsuzluk ve mutsuzluğa az da olsa öfkeyle tepki gösterdiğini belirttik. Şairin aynı durum karşısında bir de mizah aracına başvurduğunu söylemekte yarar var∗

.

Şairin şu ana kadarki karşı koyma/direnme davranışlarını şu şekilde sıralamak mümkündür: Öncelikle kente cephe almıştır. Đnsanları hapseden beton blokları yıkıp

yerine insanla daha uyumlu yapılar inşa etmeyi düşünür. Bunun yanında insanî bir değer olarak gördüğü cinselliği suç ve günah boyunduruğundan kurtarma çabası içindedir. Yine siyasi baskılara karşısında da insanın özgürlüğünü savunur. Đkisinde de çözüm için zihniyet değişikliğini önerir. Öte yandan bazı dönemlerde çok sık isyan ve başkaldırının sözünü etse de yakıp yıkma eğilimi içinde değildir. Başkaldırının sonuç vermesi için birlikteliğin gücünün devreye girmesi gerektiği iddiasındadır. Ona göre devrim birlikte hareket etmekle sağlanacaktır. Son olarak, mutsuz düzene karşısında kadın ve mizahla avunması da karşı koyma refleksi olarak değerlendirilebilir.