• Sonuç bulunamadı

1. HAYATI-EDEBİYAT ÇEVRESİ ESERLERİ

4.7. Yozlaşma

“Kültürel değerlerin yozlaşmaya uğraması sahip olunan dilin, dinîn, ahlaki değerlerin, örf ve adetlerin yozlaşmaya uğraması demektir. Kültür ve içinde barındırdığı unsurlar bir toplumu ayakta tutan değerler ise bu değerlerin yozlaşmaya uğraması ve giderek yok olması, toplumsal düzenin yozlaşmaya uğraması ve giderek toplumun yok olması anlamına gelmektedir.” (Şahin, 2011: 250) Modern zaman ve beraberinde var

olan gelenekten ve kişisel değerlerden kopuş yozlaşmayı da beraberinde getirir. Kahramanlar yozlaştıkça kendilerinden ve içinde yaşadıkları toplumdan ayrı düşer.

Öykünmek öyküsünde gelenek ve modern hayattan bir kesit sunulur.

Akademisyen olan kahraman tezi için gittiği köyde yaşadıklarını bir tiyatro eseri olarak izlerken aydın kibriyle yaklaştığı köy halkından hayata dair şeyler öğrenir. Modern bir

birey olan kahraman hayatın maddi tarafında kalıp derinlere inemezken, ev sahibi olan köylü hayatın özünü kavramış biri görünümündedir. Bu durum kent hayatında yaşanan yozlaşmayı göstermesi bakımından önemlidir:

“Ev sahibi: Ben çoğunlukla pencerenin kenarına oturur, dışarıya bakarım… Zaman çabuk geçti, diye düşünürüm. Yaşlandık gitti… ardımda iyi şeyler bırakmış olmayı umarım.

Misafir: Elbette benim de yapmak istediklerim var. Ama öncelikle tezimi bitirmeliyim. O önümde aşılması gereken en büyük engel.

Ev sahibi: Eğer iyilikle yad edilmezsem, bir ömür mahvoldu demektir(s.79-80).”

Kahraman araştırma kapsamında kaldığı köylerde ‘doğallığı’ öğrendiğinden izlediği tiyatroda devlet sanatçısı hüviyetinde olan sanatçıların yapaylıkları onu rahatsız eder: “Deneyimli kadın oyuncu bu ninenin çekingenliği bir türlü veremiyordu. ‘Bu kadar

yapmacık olmamalı, sahnelenen hayattan bir kesit. Hayat kadar gerçek olmalı.’ Ayağa kalkıp bağırmak geçti içinden(s.78).”

Kahramanın köyde karşılaştığı insan manzaraları ile şehirde yaşadıklarını mukayese etmesi; gelenek ve modern yaşam arasındaki yozlaşmayı göstermesi bakımından önemlidir: “Yani, bazen sizlerden etkilendiğim oluyor… Tanımadığınız birini

misafir etmeniz mesela… Kendimi şöyle bir tartıyorum; hayır bunu ben yapamam…Yani ben değil, şehirde kimse yapamaz. Şehirde yaşamak bambaşka bir şey… ev, okul, güvensizlik, trafik, zamansızlık(s.79).”

Teknolojinin hızla gelişmesi insanları hayattan ve diğer insanlardan koparan bir konumunda öyküde yerini alır. Böylece gelenekten ayrılma gerçekleşir. Ev sahibinin yapmış olduğu son konuşma bu durumu özetler mahiyettedir: “Artık ne yolculuklar

yolculuk, ne de yolcular yolcu… Birilerinin yolunu gözlersin, hele kışları buralara tek tük birilerinin yolu düşer. Altlarındaki arabalar onları herkesten sakınır gibi hızla alır, götürür. Selamlaşmaya fırsat bile bulamazsınız(s.82).”

Yazılan öyküler içinde, yozlaşma ve toplumsal çürümenin en kesif bir şekilde işlendiği öykü Sokaktan Aşağıya öyküsüdür. Yılbaşı eğlencesinin yapıldığı alanda kimsesiz ve korunaksız olan işçi çocuk, atık toplayabilmek için soğuk bir gecede ait olmadığı dünyanın gizine kapılır:

“… her yanı sarmış, her yandan patlayan ışıkların, gecenin karanlığını uzaklara uzaklara itmesine şaştı; her yandan yükselen “ho ho hoo” seslerine, çanların “cıngıl”damasına, bu seslerin kulaklarına yabancı gelmesine şaştı; şaştıkça kendini yabancı hissetti, yabancı hissettikçe korkuları arttı; korkuları arttıkça kutuya biraz daha, biraz daha gömüldü(s.84).”

Bulunduğu ortama ait olmadığının farkında olan çocuk, kutu toplamak için bile insanların yanına yaklaşmaya cesaret edemez. Çünkü değişen bireyin haz endeksli dünyasında kendisi gibi bir realitenin yeri yoktur: “Kalabalığın iyice dağılmasını

beklemeliydi. İnsanlara dikkat ede ede sürerdi arabasını; kimseye çarpmadan, kaza yapmadan, laf yemeden, küfür yemeden, dayak yemeden toplamalıydı kutuları, eze eze(s.85).” Buradaki “eze eze” ikilemesine dikkat etmek gerekir. Çocuk dışlandığı

dünyaya karşı şaşkınlıkla birlikte bir öfke içindedir. Bu öfkeyi insanlara karşı gösteremediğinden onların attığı kutular vasıtasıyla yansıtır.

Yozlaşmanın, modern insanın merhametli görünme ikiyüzlülüğünü belirten bir karakter olarak da çocuğun kutu içinde resmini çekmek isteyen gazeteci metinde yer alır. Gazetecinin tavrı ve amacını ise;

“- Gülme! Deminki gibi dur. Dalgın. Üşümüş. Korkmuş. Çocuk şaşırdı. Hepsini birden nasıl yapacaktı. – Uff yaa! Sal kendini. Bırak kendini. Niye kasıldın kaldın? Söyle bakalım kaça gidiyorsun sen? Omuzlardan aşağı inen permalı, patlıcan rengi saçları gördü… Altıya dediğini duydu mu; diyebildi mi? – Bak vermem ikinci onluğu! Birkaç kez yüzünde patlayan ışıklarla kör oluyor. Gözlerini açınca, etrafı tuhaf bir kırmızılı ışığın içinden görüyor; karşısındaki kızı göremiyor(s.86)”

Modern insan nasıl anlatmanın yaşamanın sancısını çekiyorsa modern öykücü de öykü kurmanın sancısını çeker. Edebî alanda olan bu yozlaşma sanat dünyasını “ikiz metin”lerle doldurur. Kurslarda eğitim görerek, tarihe mal olmuş önemli şahsiyetlerin eserlerinden faydalanarak eser üretmeye çalışır. Bu eserler yaratılırken; dünya üzerinde en çok olan şeyden; kötülüğün anlatılmasında faydalanma yoluna gidilir. Esfel-i Sâfilin öyküsünde kursa giderek sanat eğitimi alan insanların şehrin kıyısında yaşayanların öyküsünü anlatması, öykünün başlığının da bir terim olması yapılan ironiyi gösterir. Kahramanların kendi aralarında yaptıkları konuşma yapılan ironiyi gözler önüne serer: “-

kötülüğü anlatalım; kötülüğün estetiğini. –Baliciler, tinerciler kesin olsun. Çünkü onları kullandık mı otomatikman kötüden, kötülükten söz etmiş oluyoruz(s.104).”

Yozlaşma teminin kullanıldığı bir başka öykü olan The Mahrem Palace öyküsünde ise; modern Müslüman ve kendisini muhafazakar ilan eden toplum; lüks zevkleri üzerinden iğnelenir. Modern insanın yüzeyselleğinin dinî inanış üzerinden kendisini göstermesi öyküde titizlikle işlenir: “Hep baktığı haber sitesini açıyor.

Başlıklar hızla geçiliyor. Hamas’ın ateşkesi kabul etmemesine bu kez canı sıkılıyor… Dönüyor sosyal ağlara. Likelar, retweetler, paylaşmalar, çoğalmalar arasında tesisin hoparlörlerinden kısık sesle ikindi ezanı… Herhalde dinayet buraya yakın camilere özel müezzin yolluyordur; turistik bölge ya diyorum. Şimdi beş çayı zamanı(s.43)”

“Günümüzde kitle iletişim araçlarının etkisi tartışılmaz boyutta artmıştır. Gerek radyo ve televizyonlar, gerek yazılı basın, gerekse internet, insanlar arasındaki iletişim ve etkilenişimin boyutunu kıtalar arası düzeye taşımaktadırlar. Bu iletişim ve etkilenişim süreci toplumların sahip oldukları kültürel yapılarını da etkilemektedir.” (Şahin, 2011:

244-5) Modern insan gözlerini kapattığında olayların yaşanmadığını varsayar. Çünkü o hayatta pasif tavrıyla yer alır. Televizyon adlı küçürek öyküde, kahraman izlediği savaş görüntülerine tahammül edemeyince de televizyonu kapatarak üzüntüsünü dağıtır. Ancak görüntüleri izleyebildiği için de televizyona minnet duyar: “İçim kan ağlıyor.

Televizyonda soykırım görüntülerini izleyince, içim kan ağlıyor. İyi ki şu televizyon var. Evet, yoksa nasıl izleyecektik bunları(s.83).” Yozlaşan bireyler kendilerine topluma ait

olan değerler karşısında her zaman kaçma ve görmezden gelme eğilimi gösterirler. Bu eğilimleriyle birlikte kendileri için yapay bir dünya oluştururlar.

Yozlaşma toplumun bütün kesimlerini etkileyen büyük bir olaydır. Bu etkilenmeden dini değerleri önceleyen muhafazakar kesim de nasibini alır. Paylaşma ve fakiri gözetme gibi teşviklerin yer aldığı dinde, yozlaşan bireylerin yalnızca kendilerini düşündükleri ve tüketime dayalı bir hayat sürdükleri görülür. Hicap adlı öyküde bu durum şöyle aktarılır:

“Arabasını garajına çekti. Uzaktan kumandayla garaj kapısını kapattı. Ve iç merdivenlerden evine çıktı… Trafiğe takılmış, akşam namazını bu saate bırakmıştı. Sadece farzı kılıp bıraktı. Deri koltuğuna gömülüp televizyonu açtı. Gökte ay, hilal biçimine doğru kıvrılıyordu. Yıldızlar ipil ipildi. Bereketli rüzgar neleri taşıyordu, neleri tohumluyordu?... Kanal kanal gezdi. Camlardaki kalın kadife perdeler…(s.66)”.

Lamba öyküsünde kahramanın, yozlaşıp yabancılaşan insanları içine düştükleri

körlükten kurtarmak için yapay sokak lambalarını kırması, insanları özüne döndürmeye yönelik bir harekettir. Modern dünyanın yoğun ışıkları altında insanların doğayı ve doğal olanı görememelerine dikkat çekilir:

“Elindeki sapanla kimseye görünmeden sokak lambalarını kırıyordu… Gece yarısından sonra yine büyük bir iştiyakla sokak aralarını gezerken yakayı ele verdi. Karakolda polisleri, kötü bir maksadı olmadığına, insanların hayrına bir iş yaptığına inandıramadı. Kendisini sabahleyin nöbetçi savcının karşısında buluverdi: -Yıldızlar, yani işaretlerimiz sönükleşiyor. İnsanlar yollarını, yönlerini nasıl bulacaklar bunca aydınlıktan gözleri kamaşmışken, dedi(s.60)”

Yozlaşma kimi zaman toplumun bir kesiminde görülürken, kimi zaman da bireylerin benliğinde görülür. Bencillik de kişinin kendisine yabancılaşarak yozlaşma çarkına düşmesinin delilidir. Şiir adlı öyküde şair çok güzel bulduğu şiirini yazınca, anonimleşmesi için dua eder. Ancak bu aşırı beğeni onu, şiirinin altına yazdığı adını daha çok ön plana çıkarma şeklinde bir davranışa sürükler: “Yazamadığı ama yazınca çok

güzel olacağını bildiği bir şiiri nihayet bitirmişti… İnşallah masallar, menkıbeler, Ahmediyeler, Muhammediyeler gibi anonimleşip insanların belleğinde kıyamete kadar yaşar, diye dua etti…Yeniden bilgisayarın başına geçti. İsmini iki punto daha büyütüp bold yaptı(s.73)”

Yozlaşma; din, dil, örf, adet ve ahlaki değerlerin ötelenmesi anlamına gelir. Bu öykülerde çoğunlukla yozlaşan insani değerlerin nasıl bir etkiye yol açtığı anlatılır.