• Sonuç bulunamadı

1. HAYATI-EDEBİYAT ÇEVRESİ ESERLERİ

5.1. Dinî ve Tasavvufi simgesel değerler

Bu başlık altında öykülerde geçen tasavvufi değerler incelenir. Bu simgesel değerler; “yol”, “yolculuk”, “kapı”, “eşik”, “güneş”, “ayna”, “himmet eteği”, “ekmek-tuz inancı”, “sema”, “icazet alma”, “el etek öpme”, “ateş”, “iblis”, “ezan”, “cami”, “namaz”, “Kur’an”dır.

5.1.1. Yol

Edebiyatta yol simgesinin kullanımı destanlara kadar götürülebilir. Yol kahramanların eylemlerini gerçekleştirmeleri için gereken bir aşamadır. Yolun sonunda ise her zaman varılacak bir hedef, bir ödül bulunur. Bazen de yol yalnızca bir araç değil, bir amaçtır. Kahramanların yolda yaşadığı serüvenlerle kendilerini gerçekleştirdiği görülür. Yol Düşleri adlı öykü kitabı ismiyle müsemmadır. Kahramanların yol aracılığıyla varılmak istenen hedefe yönlendirildiği görülür. Bu yol mistik bir aşamadır. Kahramanlar bu yolu, onların seyr-i süluklarıdır. Sekiz öykünün tamamında bu simge mevcuttur.

5.1.2. Kapı

Kapı simgesi hem içeriyi dışarıya açan, hem de dışarıyı içeriye açan bir geçiş yeri olması münasebetiyle önemlidir. Kahramanlarının hayatını iki evreye ayırmak isteyen yazar onları bir “kapı” dan geçirir. Kahramanların öyküler boyunca sürekli kapılardan geçtiğine, kapı artlarında kaldıklarına ya da çalınacak bir kapı aradıklarına şahit oluruz. Bu kapıların öykünün atmosferine göre bazen demir ve paslı bazen de ahşap oldukları görülür. Bütün öykülerde kapı simgesi vardır.

5.1.3. Eşik

Kelime anlamı olarak her ne kadar “geçiş yeri, giriş yeri, giriş sınırı” olarak kullanılsa da eşik kelimesi güçlü bir simgedir. Büyük tekke, merkez anlamlarına da gelmektedir. Tasavvufi anlam örüntüleriyle oluşturulan bu öykülerde, eşik vurgusunun sıklıkla yapıldığı görülür. Kahraman kapı simgesiyle birlikte bazen eşikte durur, bazen

eşiğe basar, bazen de bir eşikten geçmek ister. Eşik girilecek başka bir ortamın habercisidir. “tekkelerde yetişen müritler için eşik bir okuldur. Tekkelerin görevlerini ifa

edebilmesi için, müritlerin nefsi arzularından sıyrılma, huzura kabul (karin) olma ve şeyhlik makamına erme yeri olarak kabul edilen, bu eşikten geçmesi gerekir (KARÇIĞA,

2014: 132).”

5.1.4. Ayna

Kahramanların yaşadığı arayışı temsil eden bir diğer önemli simgesel değerdir; kahraman kemale erme yolunda hiç kimseden bir rehberlik göremeyince kendi içine eğilir. Kendini görmesi için ise aynaya bakması gerekir. Ayna tasavvuf inancında “vahdet-i vücut” anlayışını temsil eder. Kahraman aynada hem kendisini hem de Allah’ı arar.

Aynada yaratıcıyla buluşan kahraman artık kemale erer. Ayna vasıtasıyla kendinde bir keşfe çıkar, yine bu vasıtayla keşfini tamamlar “Ben” e ulaşır. Ayna öyküsünün sonunda kahramanın aynayı kırması, artık onun aradığı sırra vakıf olduğunun göstergesidir: “Aynaya tüm kuvvetimle bir yumruk vurdum… Yalnız ben vardım. Bir

yanılsama bir tuzak ayaklarımın dibinde paramparça duruyordu. Bir okyanusun ortasında, bir elimle ufku, bir elimle batan günü tutuyordum(s.62).

Cemal Şakar’ın en çok kullandığı simgelerin başında gelen ayna, ilk dönem öykülerinde tasavuufi manasıyla belirgin bir yer kaplar. Tasavvuf yolundaki kahramanların dönüşüm aracı olan bu metaforun, İbn Arabi’nin anlayışı çerçevesinde işlendiği görülür:

“âlemin varlık sebebi, Yüce Allah’ın bilinmek istemesidir. İbnü’lArabî, Cenâb-ı Hakk’ın bu bilinmek istemesini, bir bakıma âlem aynasında görünmek istemesiyle açıklamaktadır. Burada hareket noktası, bir şeyin kendini doğrudan ve dolaylı, başka bir deyişle kendiliğiyle bilmesi ile ayna gibi başka bir yer vâsıtasıyla bilmesi arasındaki temel farktır. Yüce Allah, kendini elbette biliyordu. Ancak bu bilme, bir şeyin kendini kendisinde ve doğrudan bilmesi demekti. Âlemin var olması, ikinci bilginin sonucudur. Bu ise Allah’ın başka bir şeyde kendini görmesi ve bilmesi demektir.17 Şurası da unutulmamalıdır ki, tasavvufî bilginin keşf, müşâhede ve mükâşefe gibi kavramlarla ifâde edilmesi, esâsında bunların her birinin bir ‚görme‛ çeşidine dayandığını göstermektedir. Ancak bu görmenin niteliği, aynanın istidat ve kābiliyetine göre değişiklik göstermektedir

Bu bilgiler ışığında kahramanın ayna simgesiyle yaşadığı değişimin en belirgin olduğu öykülerden biri İhtilaç’ta; “Şimdi o, elinde dev bir aynayla gelse, aynayı bana

tutsa, belki her şey eski olağan düzenine kavuşabilir ve ben tamamlanabilirdim(s.48).”

Aynayla tamamlanma isteğinin bir diğer öyküde karşılık bulduğu görülür. Bu karşılıktan sonra kahraman kendisini tamamlayarak, çıkar; Sergerdan öyküsünde: “Artık

benim ne gecem, ne gündüzüm kaldı. Alıp götürüyorlar beni, her girdiğimde kapısına başımı çarptığım küçük odaya. Sonra kapı üzerime kilitleniyor. Ve ben, bir tahtaya asılmış küçücük aynanın içindeki güneşle baş başa kalıyorum… Güneş batmış, geriye onarıcı bir ışık kalmıştı… Aynayı koynuma aldım. Kapıyı yokladım, açıktı. Başımı bu kez çarpmadan eğdim, çıktım. Artık ne çalan saatin zili umrumdaydı, ne de dönüş için bekleyen uzun yol(s.38-40).”

Ayna simgesi ilk dönem öykülerinde belirgin bir edayla işlenirken, yazarın ikinci dönem öykülerinde başkalaşır. Direkt ayna simgesi kullanılmaz, yansıtıcı bir özelliği olan “cam/pencere” simgesel değerine öykülerde yer verilir. Küp öyküsünde yer alan; “Aman

kızarsa kızsın, diye düşünüp bir sigara yaktı: Çakmağın alevi çehresini cama düşürdü: Yarı karanlık, yarı aydınlık görüntüyle yüz yüze gelince ürperdi: Yüzleşme böyle bir şey mi acaba! Şaşırdı(s.70).”

Ayna simgesinin, Hayalperdesi adlı öykü kitabının Küp öyküsünden sonra “cam/pencere” simgesel değerlerine dönüştüğü ve bundan sonraki öykülerde bu şekilde yer aldığı görülür. Yazarın, tasavvufi bir simgeden kendi hayal aleminde yer verdiği bir imgeye dönüştürdüğü görülür. Ayna simgesi yalnızca “cam/pencere” ile değil “su” simgesel değeriyle de özdeşleştiği görülür. Hikayat adlı öykü kitabında bulunan Su adlı küçürek öyküde yukarıda anlatılan niteliklere göre ayna simgesel değerinin kullanıldığı görülür: “Günlerdir gölün durgun, kıpırtısız suyuna bakıp ağlayan adamın yanına

gittiler… Derdini günlerdir anlayamadıkları için bir şeyde yapamıyorlardı. Suda ne görüp de ağladığını merak ettiler. Eğildiler. Durgun, kıpırtısız suya baktılar. Kendi akislerinden başka bir şey göremediler(s.81).”

5.1.5. Güneş

Tasavvuf öğretisine göre güneş, Allah’ın birliği temsil eder. Öykülerde sıkça yer alan bu simgesel değer, öykü kahramanları için bir rehber, sığınak, umut ve yardım beklenilen bir unsur olarak karşımıza çıkar. Kahramanların dinî kaynak olarak gördükleri güneşe bakmaları ve yardım dilemeleri, inancın örtülü bir biçimde işlendiğini gösterir.

Ancak yazarın son dönem eserlerinde yer alan öyküler incelendiğinde yaşanan acılardan ötürü kahramanların güneşten, dolayısıyla yaratıcıdan ve hayattan umutlarını kestikleri görülür. Hançer öyküsünde olduğu gibi; “Nereye gidebildim, ateş bahçesine dönmüş

evimizden başka? Yürüdüm, yangıların, dumanların, sislerin, kokuların içerisine. Bir daha ne güneşi görebildim, ne de ayı(s.56).”