• Sonuç bulunamadı

1. HAYATI-EDEBİYAT ÇEVRESİ ESERLERİ

4.6. Dostluk

Pencere adlı öykü dostluk teması üzerine kurgulanır. Felçli olan kahramanın dostu sayesinde yaşama tutunuşu öykünün konusunu oluşturur. Kahramanın dostunun, gittiği her ülkeden ona fotoğraflar göndererek onun yatağa olan mahkumiyetini çekilir bir hale sokması onun hayata dair umutlarını yaşatmaya yöneliktir.

“‘Seni yaraladığımı bilmiyorum.” Ev sahibi telaşlanır. “Olur mu! Ne yarası! Onlar olmasaydı, ben nasıl yaşardım bu kasabada! O uzun yolculuklara çıkmasaydım beni hayata ne bağlardı!(s.17)”

Kahraman dostunun gelişini haber vermesiyle yaşam enerjisini geri kazanarak dostuyla aralarındaki iletişimi güçlendirir. Öyküler yazan kahramana yarattığı imgeler, dostu tarafından gönderilen fotoğraflarla sağlanır. Aralarındaki bağı anlatmak isteyen anlatıcı betimlemelere girmekten kaçınır. Var olan duygusal durum öyküde şu ifadelerle verilir:

“59- Misafir kalkar, ev sahibinin yanındaki tabureye ilişir. Ellerini onun ellerinin üzerine koyar.

60- Yine boğazındaki……… 61- Gözler…

62- Gözler… (s.18)”

İkinci öykü olan Yöneliş de aynı temanın farklı bir bakış açısıyla işlendiği görülür. Bu kez dostluk temasının felçli kahramanın oğlu tarafından anlatılması, olayın etki alanının genişliğini gösterir. Babasının ailesine göstermediği sevgi ve muhabbeti kıskanan oğul, babasıyla dostunun muhabbetini gözlemleyerek babasının gizil yanlarını bulmak ister:

“Birbirlerine uzun uzun sarıldılar. Babamın ne zamandır birine böyle sarıldığını görmemiştim. Bir an odada yerimin olmadığını hissettim. Misafirimizin çantasını alıp hürmetkar bir şekilde odayı terk ettim. Oysa ne zamandır bu anı bekliyordum; babamın bana bir türlü açmadığı yanlarına şahit olacaktım(s.22)”

Kahramanın oğlu ‘dostluk’ kavramını babasının dünyasından hareketle anlatırken, babasının kendisini sınırlamasını – kendilerini de dahil etmediği için kızgınlıkla – küçümser: “Onun artık sadece telefonlarla ulaşabildiği dostlarını daha

yakından tanımamı öneriyordu, onları ne kadar yakından tanırsam dünyam o kadar zenginleşirmiş. Oysa üç-beş kişiyi geçmezdi onu arayanlar, soranlar. Daracık bir dünya. Kendilerinden başkalarına kapalı, her şeyi sadece onlar bilirmiş edası(s.27).”

Aynı temaya bağıntılı olan “Denizin Sonsuz Maviliğinde” adlı öyküde kahraman felçli kocasına bakan evin hanımıdır. Bu kahramanın gözünden kocası, ailesi ve kocasının ailesinden bile sakındığı dostluğunun aralarında açtığı boşluk yerilir. Çünkü kendisi ve ailesi bu çerçevenin dışında bırakılmışlığın öfkesini taşır: “Zaten ben bunların

görüşmelerinden de bir şey anlamıyorum. Hiç hal hatır sorma yok… Varsa yoksa sen ne okudun, bana ne önerirsin. O ne yazmış öteki ne demiş. Sanki memlekette başka insanlar yaşamıyor. Hayatlarında başkaları yokmuş gibi. Daracık bir çevre. Sadece kendilerinden oluşan bir dünya(s.37).”

Kahramanın karısı, tıpkı oğlu gibi bu dostluğun geliştirici yanına sempati duymakla beraber, ailelerinde yarattığı uçurumu beslemesinden rahatsızdır. Baba ve koca figürü olarak hep bir yanı karanlık olan felçli kahraman, yaşadığı dostluğu ailesinden üst

bir yere taşımak istediğinden, dostunun gelişiyle ailesini evden uzaklaştırır. Bu durum karısında yarattığı düş kırıklığı ve öfke şu satırlarla belirgin hale gelir:

“Sana ayak bağı olmayız. Zaten bizi istemeyeceğini biliyordum. Bir yanını hep bizden gizledin. Ne okuduklarını bizimle paylaştın, ne de dostlarınla uzun telefon konuşmalarını. Tabi biz cahiliz. Sizin derin düşüncelerinizden ne anlarız. Zaten bu derin düşüncelerinizi kime, ne işe yaradığını da pek anlamadım ya; sadece kendi aranızda kalan, başkasına kapalı… (s.39)”

Biz Birbirimizi İçimizde Taşırız adlı öyküde bahsi geçen “dostluk” öykünün bir

diğer karakteri olan ‘Dost’un gözünden anlatılır. Arkadaşına olan vefasını göstermek için, onun yaşadığı kasabaya bir ziyarette bulunur. Arkadaşını kendisine, arkadaşının yazdıklarını da yazdıklarına bir ayna olarak gördüğünden; arkadaşının hayattan, yazmaktan elini çekmesinin kendisinde bıraktığı derin etkiyi anlatır: “En verimli

zamanlarımız, birlikte okuyup, birlikte düşünüp birlikte yazdığımız anlardı. Sen uzun yıllardır yazmıyorsun, sanki yazdıklarım boşlukta gibi. Yankısız(s.56).”

İki kahramanın zamanı ve mekânı aşan dostlukları, anlatılabilmenin de ötesinde olduğundan aralarındaki derin bağı sözcüklerle ifade edemezler. Dostlar; bakışarak, sarılarak birbirlerine olan derin bağı aktarmaya çalışır: “Hiçbir şey söylememeye karar

verdi. Arkadaşına uzun uzun sarılacaktı; anlatılamayan her şeyi anlatacak bir sarılma(s.59).”

Pencere adlı ilk bölümün son öyküsü olan Suskunluktaki Hayret Verici Aydınlık

kahramanın gözünden aktarılır. Kahraman dostunun geleceğini öğrenince “yüreği alışık

olmadığı bir düzende…(s.61)” çarpmaya başlar. Çünkü kahraman için okumak ve

dostlarına sarılmak onu bu hayata bağlayan şeylerdir. Kahramanın dostluğuna verdiği önem, onlardan uzak kaldıktan sonra “kalbi eski düzenine dönememişti(s.62).” yaşadığı bu ziyaret onun yarasını kanatmakla beraber içinde bir şifa da taşır. Dahası kahramanın bu dostluktan kopuşunun üzerinden geçen her gün, onun için hayattan kopmak demektir:

“Hayata bağlanmak, dostlarına tutunmak için yeni bir güce ihtiyacı vardı; yoksa her geçen gün biraz daha tükeniyordu(s.63).”

Kahramanın ömründe en değerli ve uzun olan dostluğu, dostlarıyla aralarında efsunlu bir dili de doğurduğundan onlarla muhabbet ederken yanlarında hiç kimseyi

istemez. Adeta bir kutsiyet atfedilen bu dostluk hali her ne kadar ailesi ve çevresi tarafından garipsense de zamanla kabul görür. Ailesi kahramanın tek şifasının dostları olduğunu anladığından kahramanın, arkadaşının ziyaretini kahraman için bir umut olarak görürler:

“İçinden bir şeylerin uçup arkadaşının yüreğine konduğunu gördüğünde; yüzünü, yarınlara taşınabilecek mutlu, aydınlık bir ifade kapladı. Yıllar sonra yeniden dostlarına tutunduğunu hissetti. Artık, dostlarına konan yanının peşinde koşacaktı(s.71).”

Bir Derginin Fenomenolojisi öyküsünde de dostluk temi işlenir. Araştırmacı

doktora tezi için sanatkarla görüşürken bilgi toplama derdindedir. Ancak elde ettiği bilgilerdense eski dostların birbirlerine küs olmalarına rağmen, aralarındaki dostluğun bitmediğini görerek farklı bir ders alır. Bu durum günümüzde kaybedilen bir değerin hayretle izlenmesini sağlar. Başta dost görünerek bilgi toplama amacı güderken, gördüğü içtenlikten dolayı bu yaptığını çirkin bulur: “Benden nasıl bir çalışma bekliyordu? Oysa

ben biraz dedikodu, birkaç ele avuca gelir sözün peşindeydim; bir buçuk arayla ve Courier New karakterle yazıp; bu bilgilerle onlarla dostluk kuramayanlar ulaşamaz; bunu ancak ben yapabildim dercesine jürinin önüne atıverecektim. Ne kadar kirliydim. Utanç içinde… Bir hırsız gibi…(s.91)”

Dostluk; Cemal Şakar’ın hayatında önemli bir kavramdır. Dolayısıyla bu kavramın eserlerine yansıdığı da görülür. Öykülerde, gerçek dostluğun hiçbir şarta bağlı olmadığı, kişileri geliştirdiğini ve ne olursa olsun unutulmayacağını vurgular.