• Sonuç bulunamadı

Yoksulluk

Belgede Hisar şiirinde çocuk (sayfa 122-125)

3. Hisar Şiirinde Çocuk Temaları

3.12. Yoksulluk

Hisar şairleri yaşadıkları dönemin sosyal gerçeklerinden biri olan fakirliğe bigane kalmazlar.Bunda hem şairlerden bazılarının zor çocukluk dönemi geçirmeleri hem de içinde yaşadıkları toplumun her türlü dertlerini şiire aksettirme düşüncesi etkili olmuştur. Fakirlik, ailelerin hayatını çok zorlaştırmakla beraber en çok çocukları etkilemektedir. Çocuklar, ailedeki maddi problemler yüzünden fizikî olarak yeterince gelişemedikleri gibi ruhen de sağlıklı büyüyemezler. Fakirlik, bu çocukları erken yaşta sokakta çalışmaya zorlar. Hisar şairlerinin fakirlik temasını işlerken en çok temas ettikleri ve büyük bir hüzünle bahsettikleri bu çocuklardır.

Yavuz Bülent Bâkiler, yurdun kimsesiz ve yoksul çocuklarını dile getirdiği “Sivas’ta Yoksul Çocuklar” şiirinde, henüz masal dinlemeye, oyun oynamaya doyamamış çocukların küçük yaşta hayatın zorlukları altında ezilişlerini anlatır. Burada yoksulluk ve kimsesizlik kadar çocukların küçük yaşta çalışmaları meselesi de vardır. Çocukların kimi bir cami avlusunda dilenir, kimi bir deri bir kemik kalmış hâline bakmadan ayakkabı boyacılığı yapar, kimi pazarda hamallık eder, nane ve su satar. Kimi çocuklar da fakirliğin etkisiyle suç işlemiş mahkeme kapılarında beklemektedir. Bâkiler’e göre suçlu olan aslında çocuklar değil toplumdur. Bu sebeple şair onlardan ancak af dileyebilir. Çünkü sayıları gökteki yıldızlar kadar çok olan bu çocuklara tek tek yardım etmesi mümkün değildir.

“Ve günahkar çocuklar,suçlu çocuklar Mahkeme salonunda bakarım dizi dizi Bu suç bizim suçumuz,bu günah bizim Affedin bizi.

Gökteki yıldızlar kadar sayısız

Ah yurdumun kimsesiz ve yoksul çocukları Anladım farkınız yok koparılmış başaktan! Alın bu gözleri benden,alın bu yüreği artık Utanıyorum yaşamaktan.”188

Bâkiler, bir Anadolu gerçeği olarak kabul ettiği fakirliğe gezip gördüğü yerlerde şahit oldukça ve bundan en çok çocukların etkilendiğini gördükçe kahrolur:

“Kış günlerinde trenlerle geçtin mi uzak köylerden

Gördün mü dehşetini tipinin, karın?.. Çektin mi hiç acısını istasyonlarda Tandır ekmeği satan, yumurta satan Yarı çıplak çocukların?..”189

Aile bütçesine katkıda bulunmak amacı ile sokakta beceri gerektirmeyecek ama zor işlerde çalışan, günün büyük bir zamanını sokakta geçirip geçte olsa evlerine dönen, bazen okula devam eden çocukları şiirine konu eden şairlerden biri de İbrahim Minnetoğlu’dur. Şair gözlemlerine dayanarak anlattığı istasyon çocuklarının üç beş kuruş para kazanmak için trendeki yolculara su satma çabalarını acıyla seyreder. Şair çocukların hâllerini başarılı bir tasvirle şiirine yansıtır. İstasyon çocukları, tren durur durmaz, yolculara mosmor olmuş elleriyle yazın soğuk su kışın iyi su satmaya çalışırlar:

“Tren durur durmaz Bir telâş, bir koşuşma

Elleri mosmor olmuş çocuklarda. Kışın eyi su! yazın soğuk su! Başka bir şey yok ki, elinde satsın Sadece bu!..”190

Şair, derinden acıma hissi duyduğu bu çocukları daha zor durumda olanlar karşısında bazen şanslı bulabilmektedir. Şairi böyle düşünmeye iten sebep, fakirlik, ailenin parçalanması, istismar gibi sebeplerle evlerinden kaçmış ya da uzaklaşmış, bir büyüğün kanatları altında korunmaktan yoksun, sokakları mesken edinmiş çocukların varlığıdır. “Köprüaltı Çocukları”191 şiirinde söz konusu çocukların içinde bulunduğu durumu anlatmaktadır.

İlhan Geçer, şiirlerinde daha çok özlemlere ve buruk acılara yer verir. Hayatın gerçekleri ile küçük yaşta yüz yüze kalan çocuklar da şairin içini burkar ve şiirlerine konu olur. “Çırak” daha çocukluğunu yaşamadan çalışmak zorunda kalan küçük çocukları anlatır. Geçim sıkıntısı, özellikle büyük şehirlerde dar gelirli ailelerin çocuklarını çalışmaya zorlar hâle gelmiştir. Bu çocuklar, okuldan, oyundan, sevgiden yoksun omuzlarında hayatın yükünü taşımaya çalışırlar. Zorluklar ve hayatlarındaki tekdüzelik

189 Yavuz Bülent BÂKİLER, “Anadolu Gerçeği”, Duvak, 6. bs., İstanbul, 1991, s. 21.

190 İbrahim MİNNETOĞLU, “İstasyon Çocukları”, Sevgiler, 1. bs., İstanbul, 1979, s. 55.

onları yaşamaktan usandırır. Onlar da diğer çocuklar gibi pembe hayaller kurmak isterler; ama yaşadıkları birer kara ufuk olarak etraflarını sarar ve hayal kurmalarına izin vermez. Bütün çocuklar gibi onların da en büyük isteği ve özlemi güler yüz görmek, tatlı bir söz duyabilmektir:

“Güler yüzün tatlı sözün özlemindedir Haşin poyrazlar eser geçitlerinde Kader şamdanında mum gibi erir Tökezler hayatın dikenli çitlerinde”192

Muhsin İlyas Subaşı, tarlada yamak, kırda çoban, tezgah başında çırak olarak çalışan çocuklara layıkıyla yardım edememekten muzdariptir. Bu çocuklar, daha küçük yaşta hayatı ve olgunluğu öğrenmek zorunda kalmışlardır. Hayatın zorlukları onları oyuncağa hasret, çocukluklarına uzak bırakır. Subaşı, 1979 yılının Uluslar Arası Çocuk Yılı ilan edilmesinin ardından yazdığı “Kirli Gurur” isimli şiirinde söz konusu çocukları konu eder. Dünyada ve Türkiye’de milyonlarca çocuk eğitim imkanından yararlanamamakta, ağır çalışma şartları altında sömürülmekte, aile içinde hırpalanmakta, savaşlarda ölmekte iken, sadece temsilen çocuk yılı ilan edilmesi ve kutlamaların yapılması şairi son derece üzer:

“Sana sevgiyi getirmek isterdim. Avuçlarına kadar getirseydim huzuru, Adına yıl istemiyorum çocuğum, İstemiyorum bu kirli gururu.”193

Halim Yağcıoğlu da küçük yaşta çalışmak zorunda kaldığı için çocukluğunu yaşayamamış ve daima ezilmiş çocukları, sosyal bir mesele olarak değerlendirir. Şair, sokakta kendi yaşındakilere simit satmaya çalışan bir çocuğun hâline üzülür. Şaire göre, çocuk simidi değil, yaşayamadığı çocukluğunu satmaktadır:

“Mor salkımlar açmış, akasyalar, leylâklar küçük simitçi parkın karşısında

çocukluğunu satıyor çocuklara.”194

192 İlhan GEÇER, “Çırak”, Hüzzam Beste, 1. bs., Ankara, 1986, s. 15.

193 Muhsin İlyas SUBAŞI, “Kirli Gurur”, Bu Yüreğin Ülkesinde, 1. bs., Kayseri, 1981, s. 78.

Hamit Macit Selekler, insanların günlük hayatta her an karşılaşabilecekleri çocukları tasvir eder. Bu çocuklar, genellikle sefalet içinde yaşamaktadır. Görünüşte yüzleri kirli, saçları dağınık, perişan çocukların aslında her biri birbirinden sevimlidir. Gözleri pırıl pırıldır. Ancak bu pırıltı yaşadıklarının gölgesinde kalır. Hayatları sokakta geçen bu çocuklardan biri her akşam gazete satar; diğeri örtüler içinde bir arsada annesinin dizinde yatar. Bir diğeri geçen tramvaylara asılarak oyun oynarken, bir başkası pazarda bir yaz türküsü dolaşır. Hepsinin ortak özelliği sevimli, fakat perişan ve fakir olmalarıdır:

“Bir gurup meydanın sol kenarında, Gözleri pırıltı, yüzlerinde kir, Dağınık saçları alınlarında

Çocuklar perişan, sevimli, fakir..”195

Ahmet Tufan Şentürk, fakirliğin aileleri ve çocukları nasıl etkilediğini kendi hayatından kesitler sunarak şiirine yansıtır. Şair, doğumunu anlatırken, ekonomik şartların aileleri yeni bir çocuğa sevinemeyecek hâle getirdiğine değinir. Şair, ailesinin beşinci evladıdır. Dolayısıyla onun gelişi bir sevince değil, hüzne sebep olmuştur:

“Bir harman yerinde açılmış gözüm Düven sürüyormuş babam

Ne doktor varmış, ne ebe Toplanmış komşu kadınlar Kesmişler göbeğimi

Uzatıvermişler toprak üstüne Gelişim kimseyi sevindirmemiş Düşündürmüş öylesine.”196

Belgede Hisar şiirinde çocuk (sayfa 122-125)