• Sonuç bulunamadı

Sanat Anlayışları

Belgede Hisar şiirinde çocuk (sayfa 44-51)

Her edebî topluluk aslında bir sanat anlayışının etrafında teşekkül eder. Bu sebeple gruplar, genellikle anlayışlarını ortaya koydukları bir bildiri ile edebiyat dünyasına katılırlar. Bu bildiriler ya ortak yayınladıkları bir kitabın başında ya da kendi çıkardıkları süreli yayının ilk sayısında yayınlanır.

Türk edebiyatında bir bildiri ile kendini gösteren ilk topluluk Fecr-i Âti (1909)’dir.

Servet-i Fünun mecmuasında yayınladıkları beyannamenin altına imzalarını da atarak sanat anlayışlarını edebiyat çevresine duyururlar. Fecr-i Âti’den sonra başka topluluklarda da böyle bir temayül görülür. Garip hareketi ve Yedi Meşale grubu, sanat ve edebiyat anlayışlarını kitaplarının başına ekledikleri bildiriler ile ifade ederler. Kimi topluluklar ise, bir beyanname yayınlamasalar bile çeşitli yazılarla görüşlerini yansıtmaya çalışırlar. Mesela Genç Kalemler Hareketi, derginin ikinci cildinin birinci sayısında yayınlanan “Yeni

Lisan” makalesiyle edebiyat ve dil anlayışını yansıtır.

Hisar topluluğu ise ne bir bildiri ne de bir makale ile sanat görüşünü açıklama yoluna gider. Aslında Mehmet Çınarlı, topluluğun oluşma sebeplerini ve ortak anlayışlarını yansıtan bir bildiri yayınlamayı ve bunu ilk sayıda okuyucuya ulaştırmayı plânlar. Ancak, Munis Faik Ozansoy, edebiyat alanında ne yapacaklarını önceden açıklamak yerine, eserleriyle kendilerini tanıtmayı ve edebiyat tarihinde bir yer edinmeyi daha doğru bulur.

Hisar, her ne kadar sanat anlayışını doğrudan ortaya koymamışsa da, derginin çıkışını müteakip katıldığı edebî tartışmalar, bu konuda bazı ipuçları verir. Topluluk, yaşanan polemikler sebebiyle, niçin çıktıklarını ve ne yapacaklarını açıklamak yerine, ne yapmayacaklarını ve neye karşı olduklarını anlatmak zorunda kalır.

Hisarcılar, öncelikle 1941 yılından beri Türk edebiyatında olumlu ya da olumsuz yankılar uyandıran Garip Hareketi’ne tepkilidir. “Orhan Veli grubu ve onların peşine takılanlar, eski şiire ait estetik kuralların topunu reddetmekle, bu kurallara büsbütün aykırı davranmakla meseleyi çözdüklerini, yeni bir şiir tarzına ulaştıklarını sanıyorlardı. Yalnız vezni, kafiyeyi atmakla yetinmediler. Şiirde bir âhenk, bir musikî arayanlara karşı, söylediklerinin dile takılacak kadar birbiriyle tepişen kelimelerden seçilmesine; mana ve mantık arayanlara karşı da mümkün olduğu kadar saçma sapan olmasına dikkat ettiler.

‛Madem yüzmek bilmezdin Niye çıktın ağaca.’

o devirden kalma tekerlemelerdendir.

Şiirin konusu da alışılan şeylerin dışından seçmeye, asilden, yüksekten; aleladeye, bayağıya doğru sürüklemeye büyük çaba harcadılar. Aşk, ‛Mehlika Sultan’dan ‛vesikalı yâr’e kadar indirilirken, çevre ve dekor da “mehtap”tan “yıldızlar”dan ‛çukuru dolmuş aptesane’ye kadar düşer.”40

Yukarıda Çınarlı’nın gözüyle Orhan Veli grubunun anlatıldığı satırlar, Hisarcıların garip yeniliklerle ve Garip Hareketi’nin yıkım kabul ettikleri başı bozuk ve sorumsuzca tavırlarıyla uğraşmak zorunda olduklarının bir göstergesidir.

Hisarcılar fikrî ve edebî yönden anlaşamadıkları çağdaşları ile de tartışma hâlindedir. Mavi grubu ve II. Yenilerle dergi sayfalarında yaşanan savaşta Hisarcılar daha çok sanatta neye karşı olduklarını anlatmaya çalışırlar.

Mavi grubu ile Hisar arasında yaşanan çatışma Attila İlhan’ın yazı ve görüşleriyle dergiyi yönlendirmesinden sonra başlar. Zira, İlhan’ın tesiriyle dergi, sosyal gerçekçi bir çizgiye yaklaşır. Zaten iki grup arasındaki tartışma bu kavram üzerine yoğunlaşmıştır. Attila İlhan, başta Mavi dergisi olmak üzere, Pazar Postası, Kaynak, Yeni Ufuklar gibi çeşitli yerlerde sosyal realizmin ne olduğunu ve edebiyatta neyi ifade ettiğini açıklar. Onun bu söylediklerine Hisar dergisinde karşıt yazı yazan pek çok isim vardır: İlhan Geçer, Mehmet Kaplan, Mehmet Çınarlı, Peyami Safa, Orhan Hançerlioğlu, Abidin Mümtaz Kısakürek gibi. Hepsinin bu konudaki fikirlerini Çınarlı’nın şu sözleri özetler mahiyettedir: “Attila İlhan ve arkadaşları şiiri bir propaganda sanatı olarak ele alıyor; bir şaire değer biçerken önce bu şairin belli bir ideolojiye hizmet edip etmediğini, iyi bir propagandacı

olup olmadığını araştırıyorlar. Eğer o şairde böyle vasıflar yoksa, sanatının da bir önemi yok demektir. Adı bir kalemde şairler defterinden çiziliyor... Attila İlhan ve arkadaşları için sanat sadece bir vasıta, daha doğrusu bir maskedir. Açıkça ortaya koyamadıkları siyasî fikirlerini bir sanat görüşü olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bu fikirleri yayabilmek için, onlara çekici isimler bulmakta da ustadırlar: ‘Yeni sanat’ diyorlar, ‛Batılı sanat’ diyorlar, hattâ hattâ –herkesin gülmesine aldırmadan- ‘milliyetçi sanat’ diyorlar.”41

Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere Hisar, sanata ideolojinin sokulmasından ve yön vermesinden son derece rahatsızdır. Çünkü sanatı bir ideolojiyi yaymak için kullanmak, sanat adı altında siyaset yapmak, “sanatın ömrünü kısaltan başlıca düşmandır.”42 Bu doğrultuda verilen eserler başlangıçta çok rağbet görse bile, sanata has unsurlardan yoksun olduğu için ömürsüz olurlar. Gerçek bir sanat eseri, “herhangi bir baskının altında kalmayan tam bir hürriyet içinde ortaya”43 çıkabilir. Ayrıca sanatta amaç güzelliği bulma ve popülaritesini hiç yitirmeden yarına kalma olmalıdır. Dolayısıyla eserler, sanatın dışındaki ölçülerle değerlendirilmemelidir. Hele ki devrin ve kişilerin siyasî anlayışlarına göre edebiyatın şekillenmesi beklenemez.

Mavi ile Hisar arasındaki söz konusu polemik, ekim 1954’te Mavi dergisinin kapanması ile sona erer. Ama bütün bu tartışmalar ve yazılan yazılar, sanat anlayışını açıkça ifade etmeyen Hisarcıların sanatta ideolojiye karşı olduklarını ortaya çıkarmıştır.

Hisar’ın edebiyat anlayışını tasvip etmediği bir diğer topluluk II. Yeni’dir. Aslında hem Hisar’ın hem de II. Yeni’nin sanat anlayışının özünü “sanat sanat içindir.” prensibi oluşturur. Fakat iki topluluğun bu ifadeden farklı noktalara ulaştıkları açıktır. Hisar’ın “sanat sanat içindir.” formülünün altında aradığı, sanatın estetik unsurlarla mücehhez olmasıdır. Dolayısıyla bu anlayışla verilen eserler, üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin okunacak ve insanda güzellik duygusu uyandıracaktır.

II. Yeni ise, edebiyatı özellikle de şiiri seçkin bir tabakanın okuyup anlayabileceği bir sanat olarak kabul eder. Ancak bu maksatla yazdıkları eserlerde daha çok şahsî imgelere yer verdikleri ve özellikle de anlamda kapalılığı tercih ettikleri için hitap ettikleri seçkin zümre tarafından benimsenmezler. Çünkü aydın kesim, II. Yeni şiirinin altındaki derin manâyı çözmek için çok fazla çaba sarf etmez. Zaten kelime oyunlarıyla, imgelerle şiiri soyuta, anlamsızlığa ve şahsîliğe büründürdükleri için, kendi yazdıklarını ancak

41 Mehmet ÇINARLI, “Hep Aynı Metod”, Hisar dergisi, S. 50, Ankara, Haziran 1954, s.2.

42 İlhan GEÇER, “Sanata Dargın Mıyız?”, Hisar dergisi, S. 28, Ankara, Ağustos 1962, s.15.

kendileri okuyup anlayabilmektedir. Bu sebeple, eserleri ne yazıldıkları devirde ne de daha sonrasında geniş okuyucu kitlesinin ilgisini çekmez.

II. Yeni’nin şiirde anlam kapalılığını sağlamak için en çok kullandıkları malzeme dildir. Kelimeleri bilindiğinden farklı anlamlarda kullanarak, şiiri soyutlaştırmaya çalışırlar. Gramer kurallarını, söz dizimini, özne yüklem ilişkilerini bir kenara bırakarak dili zorlaştırırlar.

Çınarlı ve arkadaşlarının II. Yeni’de onaylamadıkları hususiyetlerden biri de dil meselesidir. Alemdar Yalçın’a göre, “Hisar şairlerinde ekolleşmenin en belirgin örneği ortak bir dil anlayışına ulaşmış olmalarıdır. 1950 yılında bir hareket hâlinde ortaya çıkışlarına sebep olan en önemli hususlardan biri de dil meselesine bakışlarıdır. Önceleri dil meselesini bir sisteme bağlayamadıkları görüşlerinin zamanla billurlaşarak, ilmî, mantıkî ve kültürel bir zemine oturduğu”44 görülür.

Bu zeminin esasının Millî Edebiyat akımının dilde sadeleşme anlayışı ile paralel olduğunu söylemek mümkündür. Türkçe’nin sadeleşmesinde ve kendini bulmasında asıl olan Türkçe’den yabancı dillere ait kuralları atmak ama Türkçeleşmiş, benimsenmiş kelimeleri muhafaza etmektir. Bu sebeple Hisarcılar Öztürkçecilik peşinde koşanlarla bir tartışma içindedirler. Çünkü özleştirme çabaları Türkçe’yi sadeleştirmekten ziyade çirkinleştirmektedir. Bu konu üzerine Hisarcıların düşüncelerini Munis Faik Ozansoy dile getirir: “Ben Türk dilinin özleşmesine, sadeleşmesine, kendi gelenekleri içinde egemenlik kazanmasına taraftarım. Fakat Türk dilinin ‛özleştirme’ adı altında fakirleştirilmesine karşıyım. Aslı ne olursa olsun, Türk dilinin tarihine karışmış, edebiyatına girmiş ve büyük şairler, yazarlar elinde Türkleşmiş ve Türkçeleşmiş kelimelerin atılmasına razı değilim. Fakat, dil kurallarına ve dil zevkine uygun yeni kelimeler üretilmesinin de karşısında değilim, hatta bu çabanın yanındayım.”45

Dilin tek başına millîleşmesi yeterli değildir. Edebiyatın da millî rengini, millî havasını kaybetmeden gelişmesi gerekmektedir. Ancak bunların yok olmasına izin vermeden hem millî hem yeni bir edebiyat oluşturmak hiç kolay değildir. “Önce millî sanatın gelenekleri içinde yorulmak, sonra yeniliği arayıp bulmak gerekir.”46 Hisar topluluğu, edebiyattaki soysuzlaşma ve köksüzleşmeye karşı, “kökü mazinin

44 Alemdar YALÇIN, “Garipçiler ve Hisarcılar”, Türk Edebiyatı dergisi, S. 121, İstanbul, Kasım 1983, s.

40.

45 Munis Faik OZANSOY, “Radyoda Hisar Saati” (haz. Rıdvan ÇONGUR), Hisar dergisi, S. 113, Ankara,

Şubat 1967, s. 17.

derinliklerinde, geleceğe doğru açılan” bir edebiyat oluşturmayı hedefler. Dolayısıyla millî kültür, tarihi, dili, edebiyatı tıpkı bir hisar gibi kuşatıp kollamaya çalışırlar. Hisarcılar bu yönleriyle “temelinde doğu ve batı sanatının güzellikleri, millî tarihimiz, canlı, halkın kullandığı bir Türkçe, sosyal bakımdan gelişmeci, millî kültürümüzün kaynaklarından beslenen bir piramid üzerine oturmuş ekol özelliği göstermektedir.”47

Gültekin Sâmanoğlu “Şiirimizi Çıkmaza Sokanlar” başlıklı yazısında yukarıda saydığımız hususiyetleri derli toplu olarak ifade eder: “Şiirimizi millî köklerden, tarihî değerlerden koparma savaşı kırk yıldan beri devam etmektedir. Bu savaş, 1940’da başlamıştır. Yok vezni atacağız, yok kafiyeye esir olmayacağız. Şairanelik de neymiş? Derken dil sapıklığı... Derken yıkıcı ideoloji çığırtkanlığı. Haydi, ithal malı ‘anlamsız’ şiir, ‘gerçeküstücülük’ arkasından ‘soyut’ şiir. Sonra da seviyesizlik... Bugün Türk şiirini çıkmaza sokanlar serbest nazmı kolay sanan, okuyucuyu umursamayan, onun diline ve kıymet hükümlerine saygı duymayan, sayısı az fakat gürültüsü fazla bir kısım nümayişçiler.”48

Hisarcılar, yukarıda bahsedilen ve sanat anlayışları hakkında ipuçları veren görüşlerini bir sistematik dahilinde ilk defa Rıdvan Çongur’un Türkiye Radyolarındaki “Anadilimiz” adlı programında sunarlar. Hisar yazı kurulunun üyeleri olan Munis Faik Ozansoy, İlhan Geçer, Mehmet Çınarlı, Gültekin Sâmanoğlu ve Nevzat Yalçın’ın katıldığı bu programın konuşma metni, Hisar’ın Şubat ve Mart 1967 sayılarında yayınlanır. Bu programda Hisarcıların sanat anlayışlarını Mehmet Çınarlı, dört başlık altında toplar:

“Hisar kurucularını on yedi yıl önce bir araya getiren ve o zamandan beri bir birinden ayırmayan şüphesiz ki dostluk ve arkadaşlık duygusu değildir. Hepimizin gönül verdiğimiz ve üzerinde tam olarak anlaştığımız bazı ilkeler vardır.

1. Bu ilkelerin başında sanatın bağımsızlığı gelir. Bize göre şairin veya yazarın kalemini herhangi bir ideolojinin emrine vermesi onun bir sanatçı olarak ölümü demektir. Sanat eserinin bir propaganda vasıtası hâline getirilmesine karşıyız.

2. ... Hisar’ı çıkaranların üzerinde birleştikleri ikinci ilke, modern Türk edebiyatının Batının bir kopyası olmaktan çıkarılıp millî bir karaktere kavuşturulmasıdır. Son çeyrek asırdır büyük şair, ileri şair diye takdim edilenlerden birçoğunun ortaya

47 Alemdar YALÇIN, “Garipçiler ve Hisarcılar”, Türk Edebiyatı dergisi, S. 121, İstanbul, Kasım 1983, s.

40.

48 Gültekin SÂMANOĞLU, “Şiirimizi Çıkmaza Sokanlar”, Hisar dergisi, S. 82, Ankara, Ağustos 1980, s.

getirdikleri eserlerin, Batıdaki asılları, birer ikişer bulunup çıkarılıyor. Bunun bir aldatmaca olduğunu artık herkes anlamıştır. Ama hareket durmuyor. Bu seferde yeni şairler, yeni akımların ürünlerinden faydalanılması elbette lüzumludur. Ama bu faydalanma hiçbir zaman taklitçilik ve kopyacılık şeklinde olmamalıdır. Biz bir milletin edebiyatının, o milletin ruhunu, mizacını, özelliklerini aksettirmesi gerektiğine inanıyoruz. 3. ... Burada bizim üzerinde birleştiğimiz üçüncü bir noktanın açıklanmasına sıra geliyor. Bize göre sanatta yenilik eskiyle bütün bağları koparıp soysuzlaşmak demek değildir. Yani mutlaka eskiye dayanacak, eskiden kuvvet alacaktır. Yahya Kemal bunu:

‘Ne harabî ne harabatiyim,

Kökü mazide olan atiyim.’ beyitiyle ifade eder.

Geçmişle bütün bağları kopmuş bir yeni sağlam olmaz ve temelsiz yapılar gibi kısa bir zamanda çöker. Biz bu anlayışla, Hisar’da kökümüzden kopmadan bugünün sanatını vermeye çalışıyoruz. Şiirde yenilik yapmak için vezni ve kafiyeyi atmayı zarurî görmediğimiz gibi, yeterli de bulmuyoruz. Hisar’da aruz, hece, serbest her üç şekilde de şiirler yayınlanıyor. Ama bunların hepsinin de yeni bir ruh ve anlayışla yazılmış olmasına elden geldiği kadar dikkat ediyoruz.

4. ... Bizim üzerinde titizlikle durduğumuz ve birleştiğimiz dördüncü bir noktada, dil meselesidir. Yalnız şunu tekrarlayalım ki, biz yaşayan canlı Türkçe’nin edebiyat dili olmasına taraftarız. Halkın konuştuğu dilden ayrı bir yazı dili, adeta yeni bir divan dili yaratılmasını son derece zararlı buluyoruz.”49

Böylelikle Türk edebiyatında ilk defa bir topluluğun sanat anlayışı, radyo programında bir bildiri mahiyetinde sunulur. Hisar topluluğunu oluşturanların hepsi, derginin yayın hayatının sonuna kadar bu dört ilkeye bağlı hareket etmeye çalışmıştır.

49 Mehmet ÇINARLI, “Radyoda Hisar Saati”(haz. Rıdvan ÇONGUR), Hisar dergisi, S. 113, Ankara, Şubat

II. BÖLÜM

Belgede Hisar şiirinde çocuk (sayfa 44-51)