• Sonuç bulunamadı

MİLLÎ KİMLİĞİN İNŞASI YOLUNDA BİR KÜLTÜR İHTİLÂLİ: GENÇ KALEMLER VE YENİ LİSAN

2.1. Yeni Lisan’a Doğru Dilde Sadeleşme Çabaları

Osmanlı’da çoğu aydının ve politikacının dikkatini daima üzerinde tutan dil sorunu, basit anlamda halk ile yönetici sınıfın arasındaki uçurumun en somut göstergelerinden biriydi. “Lisân-ı Osmânî” diye adlandırılan, sadece yükseköğrenim alabilen insanların hâkim olabildiği, imlası zor, sadece yazıda yaşayan, kelime hazinesi ise oldukça geniş olan, Türkçenin dilbilgisi ve söz dizimi düzeni üzerine Arapça ve Farsçayla inşa edilmiş bu dilin sadeleştirilerek halkın diline yakınlaştırılması meselesi ise uzun bir dönem boyunca Osmanlı aydınlarının zihnini meşgul etmişti.

Kimi aydınlar, karma bir nüfus yapısına sahip olan Osmanlı’nın dilinin Türkçe zemininde sadeleştirilerek okunup yazılmasını, kültürel olarak geçmişin, geleneklerin ve mirasın reddi, siyasî olarak da Osmanlı Devleti’ni parçalamak olarak görürken, kimileri de Osmanlı’nın yaşayabilmesinin ve devletin parçalanmasının önüne geçecek olan yolu Türkçenin sadeleşmesinin açabileceğine dair inanca sahiptir. Bu sebepten Osmanlı Türkçesini sadeleştirmek için düşünülen dil planlaması örneklerinin benzer kaygılar sebebiyle ya kısık sesle dile getirilmesi, ya tam hazırlanılmadan, tasarıları örneklendirilmeden kamuoyuna açılması, ya da geleneğe karşı çıkış ruhu içerisinde olamaması sebebiyle başarısızlıkla yahut şahsî teşebbüsler düzeyinde kalmasıyla sınırlanmıştır.

Osmanlı’da dilde sadeleşme faaliyetlerinin başlangıcı edebî ve millî kaygılardan bağımsız, devlet işlerini kolaylaştırmak maksadıyla ortaya çıkmıştır. Klasik dönemin sonlarına doğru devlet bürokratlarındaki iletişim boşluklarının doldurulmasına bir çare için

122

el yordamıyla yapılan girişimler, yani 18. yüzyıl sözlük ve gramer hareketleri ve buna eşlik eden, İslam klasiklerinden yapılan çevirilerle başlayan sadeleşme denemeleri, II. Mahmud dönemi reformlarının Batılı tesirleriyle iyice belirginleşmiştir. Gazeteciliğin yaygınlaşması ve kamuoyunun öneminin artması, halkın eğitimsizliğini gözler önüne sererken, standardı olmayan yazı dilinin ortaya çıkarttığı karmaşayla mücadele eden aydınları harekete geçirmiş ve konuşma diline yakın yeni bir yazı Türkçesi kurma yolunda onları cesaretlendirmiştir.383

Edebiyatla içli dışlı olan, eserler veren Osmanlı aydınları, dilin millî birlik için ne denli önemli olacağının farkındaydılar. Nâmık Kemâl, “Lisân-ı Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir” adlı makalesinde gelenekten gelen şiir anlayışını reddederken, dilin, edebiyatın temeli, edebiyatın ise milletin ruhu olduğu, edebiyatı olmayan veya edebiyatı gelişmemiş olan milletlerin millî birlik oluşturamayacakları tezlerini öne sürer.384 Osmanlı Türkçesinin kullanışsızlığına, sadeleşmesi gerektiğine, halkın konuşma düzeyine yakın bir yazı dilinin kurulması gerektiğine ilk defa dikkati çeken Nâmık Kemâl’i, aynı kaygılarla Şinasi, Münif Paşa, Ali Suavi, Ziya Paşa, Şemsettin Sami, Necib Asım, Ahmed Midhat Efendi takip eder, dilin sadeleşmesinin zaruri bir ihtiyaç olduğu noktasında birleşirler.385 Bilhassa Ali Suavi, dönemine göre aykırı sayılabilecek bir talebi dile getiriyor, “Âsitâne’de kullanılan âdî lisan ile” yazmak gerektiğini belirterek İstanbul Türkçesine dikkat çekmekteydi.386 Aydınlarca zaman zaman işlenen dil sorunu, Osmanlı Devleti dâhilinde milliyetçi akımların artması ve Türkçülük cereyanlarının da dağınık halde buna paralel olarak gelişmesiyle iyiden iyiye millî bir sorun olarak

383 Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, İletişim Yay., İstanbul, 2009, s. 144.

384 Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, Dergâh Yay., İstanbul, 2003, s. 128.

385 Ömer Faruk Huyugüzel, Necip Türkçü, TDK, Ankara, 2014, s. 53; Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, TDK, Ankara, 1960, s. 113-116.

386 Hakan Sazyek, “Türk Edebiyatının İlk Avangart Hareketi: “Yeni Lisan””, Kocaeli Üni. Sosyal Bilimler Dergisi, S. 24, 2012, s. 124.

123

algılanmaya başlamıştır. Dil ile millet arasındaki ilişkinin farkına varılması, dilin bir milletin kurumsallaşmasındaki rolünün daha ciddiye alınmasına sebep olmuştur. Dilde sadeleşme fikrinin altında sadece kültür ve iletişim sorunları değil, ideoloji, politika, konum ve iktidar sorunları da yatmaktadır.387 Uluslaşma çağındaki Avrupa’nın, halkı siyasetin parçası haline getirme konusunda dile ve basına yüklediği anlam Osmanlı aydınlarınca fark edilmişti. Devletin bütünlüğünü koruyabilmek adına kimlik siyasetiyle uğraştığı bir dönemde farklı açılardan millî kimlik tasavvurlarına sahip milliyetçi aydınlar, öncelikle yayın dilinin, peşi sıra eğitim dilinin standartlaştırılmasını388 millî kimliği kurmanın öncelikli gereksinimi olarak görmüşlerdir. Zira Avrupalı aydınlar da milliyetçiliği, dilin kendisinin değil, yayın dilinin icat ettiğinin ayrımını yapmışlardır.389

Türkçenin sadeleşme meselesinin milliyetçi eğilimlere sahip olan aydınlarca ele alınması, yüksek sesle dile getirilmesi, dilin millî bir mesele olduğu algısının herkese benimsetilmesi açısından önemli adımlar olmasına rağmen, ne amaçla sadeleştirilmesi gerektiği veya sadeleşmenin hangi açılardan yarar sağlayacağı hususunda net olamamalarının yanında, doğrudan kamuoyunu tesiri altına alabilecek adımları da atamamışlardır. Bu girişim bazıları dilde sadeleşmeyi sağlayabilecek doğru ve doğal adımları öngörürken, bazıları dili bazı öğretisel yargılarla kurallar ortaya atarak sadeleştirmeyi amaçlamışlardır.

Dilde sadeleşme girişimlerinin tamamını göz önüne alırsak, Yeni Lisan’dan önce, benzer kaygılarla Yeni Lisanın ilkelerini ilk defa ortaya koyan, 1899’da İzmir’de neşredilmeye başlanan Hizmet gazetesinde terkipsiz ve konuşma dilini esas alarak yazılarını yayınlayan Necip Bey olmuştur.390 Esasen Türkçülük davasını güden Necip Bey, daha çok

387 Hobsbawm, 2010, s. 135.

388 Calhoun, 2007, s. 14-15.

389 Anderson, 2011, s. 151.

390 Huyugüzel, 2014, s. 61.

124

dil üzerinde incelemelerde bulunmuş391, Türkçe üzerinde bir dilbilimci hassasiyetiyle düşünmüş ve mevcut yazı dilinin konuşma dili ile arasındaki uçurumun yarattığı muğlak ve mantığa aykırı öğrenim güçlüğüne oldukça geçerli çözümler önermiştir.

Necip Bey’in fikirleri irdelendiğinde ortaya konduğu dönemin anlayışına göre oldukça sıra dışı ve özgün kabul edilebilir. Basitçe yazı dilini aşağı indirmektense konuşma dilini yukarı çıkarmak392 gibi bir ifadeyle amacını açıklamaktadır, ancak asıl gerçekleştirmek istediği yazı dili ile konuşma dili arasında ılımlı bir yol bulabilmektir.

Türkçede eşanlamlısı bulunan Arapça ve Farsça kelimelerin kullanılmamasını, soyut kelimelerde eğer mevcutsa Türkçe kelimelerin tercih edilmesini, bilim ve fen terimlerinin Arapça kökenli olmamasını, dili ahenk bakımından bozan her türlü yabancı kelimenin kademeli olarak tasfiyesini savunmaktaydı.393

“Mademki ilerlemek istiyoruz; bizi bilgice, düşünüşçe, anlayışça hülasa her şeyce acıklı bir gerilikte bırakan ne idüğü belirsizleşmiş bir dile erkekçe yol vererek, onun yerine bütün soydaşlarımızın konuştuğu ve güzelce anlaştığı dili geçirmekten başka çare yok”394 diyen Necip Türkçü’nün yazılarından hareketle kurmak istediği yazı dilinin ana özellikleri şöyle sıralanabilir:

1. Dil mecazî ve istiareli olmalıdır.

2. Dil soyut olmalıdır. Dilde soyut ve genel kelimeler ne kadar çoksa, dil o kadar zengin, dili konuşan millet de o kadar ileri demektir.

3. Dil, düşüncenin bütün unsurlarını karşılamalı, bunları tanımlayabilmelidir. Dikkat, mülahaza, tahlil, tecrit, terkip, hüküm gibi zihinsel faaliyetlerle nesneler arasındaki ilişkileri bulmalıdır.

391 Huyugüzel, 2014, s. 53.

392 Huyugüzel, age, s. 61.

393 Huyugüzel, age, s. 71-73.

394 Huyugüzel, age, s. 77.

125

4. Dil basit olmalıdır. Kolay öğrenilebilir, kullanışlı, açık ve anlaşılır; kelimelerin ise kesin ve belirli anlamları olmalıdır.

Türkçü ve milliyetçi çerçeveden görüşlerini dile getiren Necip Bey, millî birliğin öncelikle millî dille sağlanabileceğini, millî eğitimin zaruri bir ihtiyaç olduğunu, Türklerin ilerlemesi için evvela dil sorununun çözülmesi gerektiğini belirtiyor, görüşlerini işlerken dile bilimsel açıdan ve bir dilci hassasiyetiyle yaklaşıyordu. Necip Bey, sade Türkçe ile yazma gayretindeydi, onun fikirlerinin sadece makaleler arasından çıkarak yaygınlaşması da dönemin şartları ve edebî anlayışı düşünüldüğünde pek mümkün görünmüyordu. Necip Bey’in fikirlerinin dile tatbiki ya edebiyat alanında, ya bilim ve fen alanında olmalıydı.

Ancak Necip Bey’in edebî nitelikte mahsul vermemesi, sade düşüncelerini arı bir Türkçe ile yazma gayreti, onun hareket etmek istediği alanı kısıtlı kılacaktı. Aynı zamanda devrin edebî olarak en güçlü eserlerini veren Servet-i Fünûncular sade Türkçenin kesinlikle taraftarı değillerdi ve o dönemin edebî havasını da onlar belirliyorlardı. Diğer yandan Türkçülük düşüncesi henüz olgunlaşmamış ve rağbet bulmamıştı.

O sıralar İzmir’de bulunan genç zabit Ömer Seyfettin’i etkisi altına alan Necip Bey, onda sade dilde eser verme gayreti uyandırıyordu. Ömer Seyfettin’in zihnine dil meselesinin yerleşmesinde ve Yeni Lisan’ın müdahalede bulunacağı hatların belirlenmesinde, Necip Bey’in fikirleri önemli role sahipti. Bununla birlikte Necip Bey’in fikirleri, muhakkak İzmir’in hareketli basın ortamıyla kısıtlı kalmış ve basın hayatının genel halka daha fazla hitap edebildiği yerlerde yankı oluşturamamıştır. Ancak İzmir’deki yazarların kalemlerinde konuşma diline çok yaklaşan edebî dilin etkisiyle Ömer Seyfettin, eserlerinde sade ve olabildiğince terkipsiz bir dile doğru yönelmeye başlamıştır.395

395 Huyugüzel, 2014, s. 96.

126

Dilde sadeleşme konusunda önemli kabul edilebilecek tasarılardan birini ortaya koyan Türk Derneği, 1909 yılında neşrettiği beyannamesinde “Türklerin bir ürünü olan, memleketi ve insanlarını birbirine bağlayan ve birleştiren bir kuvvet olan Osmanlı Türkçesinin bütün Osmanlılar arasında yayılması gereğini kabul eder”, diyordu.396 Dernek, Türkler ve Türkçe hakkında yazılmış bütün eserleri toplamayı ve incelemeyi, dili sadeleştirme yolunda terim çalışmaları yapmayı, Türkçe öğretimi için ders kitapları yazmayı amaçlıyor, halk dili ve kültürüne dair derleme çalışmaları yapmayı kendine görev ediniyordu.397 Ancak birbirinden kopuk, bütünlük arz etmeyen hareket tarzları, tasfiyeci bir anlayışa sahip olmaları398 ve tasarılarını örneklendirecek eserler verememeleri, dernek çevresinde toplanan aydınların çabalarını boşa çıkarıyordu.

Yeni Lisana giden yolda, Selânik’te yayınlanan Çocuk Bahçesi adlı mecmua, temiz ve duru bir Türkçeyle yazmaya giriş hareketini fiiliyatta başlattı.399 Yayın hayatı çalkantılı olan, adı sonraları Bahçe olarak değiştirilen bu mecmuanın yazar kadrosu oldukça çeşitlidir. Mecmuada bilhassa Mehmed Emin’in heceyle ve duru Türkçeyle yazdığı şiirleri 1908’e kadarki süreçte dikkat çekmiş ve aruz-hece yolunda tartışmaları canlandırmıştır.400 1908’den sonra adı Bahçe olarak değişen bu mecmua, kapandığı 1910 tarihine kadar vatansever ve milliyetçi bir tonda yayın hayatına devam etmiş, içeriğinde duru Türkçeyle yazılan edebî metinler kadar siyasî konulara da ağırlık vermiştir. Genç Kalemler’in yazı kadrosunun önemli bir kısmının imzalarına Bahçe mecmuasında rastlamak oldukça dikkat çekicidir.401

396 Arai, 2011, s. 41.

397 Arai, age, s. 47.

398 Cevat Özyurt, “İkinci Meşrutiyet Dönemi Kültürel Türkçülük ve Genç Kalemler”, 100. Yılında Yeni Lisan Hareketi ve Millî Edebiyat Çalıştayı Bildirileri, Türk Edebiyatı Vakfı Yay., İstanbul, 2014, s. 230.

399 Öksüz, 2016, s. 87.

400 Celal Aslan, “Bahçe Dergisi (1908-1910)”, Bilig, Güz 2008, S. 47, s. 170.

401 Aslan, agm, s. 173.

127

Genç Kalemler ile birlikte Yeni Lisan tebliğ edilmiş ve yaygınlaşması yolunda ciddi mücadele verilmişti. İlk başta her ortaya çıkan yeni harekette olduğu gibi dirençle karşılaşan Yeni Lisan, bir akıma dönüşerek dönemin Türkçülerinin ortak kabulü haline gelmişti. Özellikle Yeni Lisan’ın genç yazarlarca benimsenmesi, eski Türkçülerden takdir görmesi ise Genç Kalemler’in yayın hayatına son vermesinden sonra olmuştu. Siyasî anlamda Türkçülüğün etki alanı genişlemesi ve millî edebiyat devrinin fiilen başlamasıyla Yeni Lisan’ın bütün aydınlarca benimsenmesi uzun bir sürece yayılsa dahi kendiliğinden gerçekleşmişti.

Dönemin şartları, kültür ortamı, siyasî olaylar düşünüldüğünde Yeni Lisan’ın yayılması için en uygun zamanda ortaya çıktığı söylenebilir. Ancak Genç Kalemler’in başarısı tesadüfî değildir. İlk olarak “zamanın ruhu”nu yakalamışlardır. İkincisi ise o güne kadar dağınık olan sadeleşme arzu ve uygulamalarını derlemiş, sistemleştirmiş, yöntem ve kurallarını ortaya koymuş, uygulamalarla, örnek metinlerle, çevirilerle, şiirlerle gerçekliğini ve olanaklılığını ispat edebilmişlerdir.402 Yazı dilinin konuşma diline yaklaştırılarak standartlaştırılmasına dair en ciddi ve en sistemli adımı, Genç Kalemler atabilmiştir.

Genç Kalemler’den hemen sonra İstanbul’da kurulan, Türkçülük cephesinin genişlemesinin ve organize bir hareket haline gelmesinin yolunu açan Türk Ocağı ve onun yayın organı Türk Yurdu da dilde sadeleşme konusuna taraftardı. Siyasî anlamda Pantürkist yaklaşıma sahip olmalarına rağmen Yeni Lisan’a benzer bir anlayışla yazıyorlar ve tasfiyeciliğe yer vermeyen bir sadeleştirme anlayışını benimsiyorlardı.403 Diğer yandan Türk Yurdu, daha çok siyasî bir kimliğe sahipti, çevresinde ciddi bir edebî oluşum henüz

402 Ahmet Bican Ercilasun, “Modern Türkiye Türkçesinin Doğuşunda Genç Kalemler’in Rolü”, 100. Yılında Yeni Lisan Hareketi ve Millî Edebiyat Çalıştayı Bildirileri, Türk Edebiyatı Vakfı Yay., İstanbul, 2014, s.

100-101.

403 Özyurt, 2014, s. 234.

128

teşekkül etmemişti ve sanatta bireyselliği savunan bazı edebiyatçılar terkipli ve karmaşık bir dille yazmayı, sade dille yazmaya tercih ediyorlardı.