• Sonuç bulunamadı

I. I Millî Kimliğin Dil ve Edebiyatla İlişkisi

II.III. Edebiyatta İdeolojik Söylem

Edebî söyleme yönelik çözümlemeler, içeriği ne olursa olsun, herhangi bir metnin söylemini ele almaktan oldukça farklıdır. Edebiyattaki söylem, diğer söylem türlerine göre farklı kıstasları, farklı dilsel becerileri, anlatım tekniklerini, söyleyiş özelliklerini, bağlamı belirginleştiren unsurları kendinde barındırır. Yazar, söylemi yansıtabilmek için birçok öğeden faydalanır ve okuyucu bu söylemi, yazarın edebî tekniklerle esere yedirdiği bağlam üzerinden algılar.

Edebiyatta siyasî söylemin oluşumu, yazarın tutumuyla örtüşür. Zira yazarın siyasî görüşü ya da ideolojisi içinde bulunduğu toplumla uyumlu olabileceği gibi, bütün sanatların doğası gereği eleştirel ya da karşıt tutum içinde de olabilir. Üretici konumundaki yazar, kendi ideolojik ve siyasî düşüncesinin bir yansıması olarak eserini ortaya koyarken, aslında

153 Özkırımlı, 2015, s. 276-277.

154 Özkırımlı, age, s. 279.

51

eksikliğini duyduğu toplumsal değerlerin somutlaştırılmış ütopik gerçekliğinin yansımasını da sunar. Yazar doğrudan siyasî bir düşüncenin ya da ideolojinin sözcüsü olmasa bile toplumsal olaylar karşısında aldığı tutumla, siyasî ve eleştirel bir tavır içerisinde olabilmekte ve bu anlamda da siyasî bir söylemi eserlerinin içeriğine taşıyabilmektedir.155 Bütün sanat dallarında olduğu gibi edebiyatta da eser, belli mesajların, göndermelerin, sezdirmelerin evreninde muhatabına kendi mesajını iletmenin dolaylı yollarını bulur.

Dolayısıyla yazarın tutumu, gerçekleşmesini istediği bir hayat biçiminin sanatsal dizgede varoluşuna yöneliktir. Eser yaşanmamış bir hayata karşı duyulan özlemin, tatmin edilmemiş arzuların yansıması olmasının yanı sıra, yazarın toplumla yüz yüze geldiği bir alandır.

Yazar, toplum adına kendi siyasî söylemini mutlak doğru olarak yansıtırken, mevcut toplumu da karşısına alabilir.156

Edebiyatın siyasetle mutlak ilişkisi, yine diğer sanat dallarında olduğu gibi ulus-devletlerin doğmaya başladığı, milliyetçiliğin yükselmekte olduğu dönemlerde başlamıştır.

Siyasî iktidarlar, edebiyatın amacını haz vermek değil, ideolojik düşüncelerin topluma aktarılması ve toplumun bir millet hâline getirilmesi olarak yorumlamış ve kitleleri sanat yoluyla eğiterek ulus bilincinin yaratılması yoluna gitmişlerdir.157 Elbette ulus-devlet yapısının tam olarak oluşmadığı ülkelerde de yazarlar kendi millî kimlik modellerini, milliyetçi tezlerini eserlerinde işlemişler ve siyasî dönüşüme yönelik teşebbüslerini başarıya ulaştırabilmek üzere kamuoyunu hareketlendirmeyi amaçlamışlardır.

Kabul edilmesi gerekir ki söylem, dilbilimin açıkladığı doğrultuda dildeki görüş, düşünce veya yargıların aktarımında ortaya çıkan iletişim birimlerinin, dilin yapısal özelliklerinin çözümlenmesiyle yeterince ortaya konulamayacak kadar geniş bir kavramdır.

Söylemin, öncelikle bir anlatıcıya ve onun evreni anlayış, algılayış biçimine, kültürel ve

155 Doğan Akbulut, Sanatta Siyasal Söylem, Kültür Ajans Yay., Ankara, 2016, s. 22.

156 Akbulut, age, s. 23.

157 Akbulut, age, s. 51.

52

sosyal varlığının değer yargılarına, sosyal konumuna, siyasî eğilimlerine, psikolojisine ve algılayıcının aynı nitelikteki özelliklerine göre şekillendiği göz önünde tutularak değerlendirilmesi gereken bir aktarım biçimi olduğu yadsınamaz. Yazarın, konuyu ele alış tarzı, sözcelemedeki olumlayıcı ya da olumsuzlayıcı tavrı, yapıcılığı ya da yıkıcılığı belirleyicidir; ancak onun kastettiği anlam, okur açısından göreceli ve kendi değer yargılarına göre elemeye tabi tutularak algılanacak ve dilin anlamsal göreceliliğinde bir karşılık bulabilecektir. Burada söylemi meydana getiren sadece sözceleri dillendiren kişi değildir, onunla birlikte algılayan kişi de söyleme etkin şekilde müdahale eden ve ortaya konmasını, yön değiştirmesini sağlayan taraf konumundadır. Bu sebepten edebî söylem çözümlemesinde, söylem araştırmaları yapan kişilerin dikkate aldığından farklı olarak çok sayıda değişken sürece dâhil olmaktadır. Söylem çözümlemesinde dil kullanıcılarının bireysel özelliklerinin, birbirine karşı tutumlarının, yaşantılarının, fiziksel ve duygusal durumlarının, çevre ile etkileşimlerinin, niyetlerinin ve diğer unsurların dikkate alınması gerekirken, anlatı için bu durumlar dikkate alınmaz. Kurmaca yapılar içindeki sözce durumundaki dil birimlerinin kendi içindeki özellikleri dikkate alınmak zorundadır. Bu yüzden yazarın verdikleriyle yetinmek, bunlarla eserin arka planını, tarihsel birikimini birleştirmek ve güncel bağlama göre değerlendirmek zorunluluğu ortaya çıkar.

Edebiyatta kimliğin ve milliyetçiliğin söylemini değerlendirme noktasında iki düşünürün fikirleri, yöntem bakımından yolumuzu aydınlatabilir. Edebiyattaki kimlik söylemini Foucault güç ilişkileri, Mihail Bahtin ise diyaloji, yani farklı söylemlerin bir araya gelerek çatışması bakımından ele alır. Michel Foucault’ya göre söylem çözümlemeleri kanıtlama ve öznellikle ilgili kavramların söylemlerde bulunuş biçimlerini çözümlemeye dayanır. Bir metinde yapıtla ilgili ideolojik yaklaşımlar ortaya konur.158

158 Günay, 2013, s. 124.

53

Çünkü ona göre söylem, bir üst kavramdır ve söylemin ürettiği bilgi, iktidarı doğurur.

Foucaultcu düşüncede söylem, hakikat, bilgi ve gücü düzenler. Bilgi söylemlerin içine kazınmıştır. Özneler söylem içinde oluşur, yani kimliğe dayalı varoluşunu tamamlar ve ideoloji kavramı öznenin kuramsal anlayışına koşullanmış haldedir. Foucault’ya göre söylem ancak doğruluk iddiası üreterek kendini var eden anlam pratiği olarak tanımlanır.159 Söylemler, belli zaman diliminde ve mekanda üretilirler; güç ve iktidar ilişkilerinin sonucudurlar. Ayrıca kendileri de güç ve iktidar üretirler; çünkü bireysel ve ortak bilinci besleyen bilgiyi aktarırlar. Bu oluşan bilgi, bireysel ve ortak davranışın ve gerçekliğin biçimlendirilmesinin temelidir. Bilgi aktarıcıları ve biçimlendiricileri olarak söylemler erk uygularlar, davranışları ve diğer söylemleri tamamlamaya uygun olmaları nedeniyle bizzat kendileri iktidar unsurlarıdır. Böylece bir toplumda erk ilişkilerinin yapılandırılmasına katkıda bulunurlar.160 Foucault'a göre özneyi, tarihi ve bilgiyi birleştiren kavram söylemdir.

Çünkü söylem bir açıdan onları değişik diziler içine yerleştirip dağıtırken, bir başka bakımdan da hem dizilerin oluşumuna ilişkin kuralları tanımlar, hem de diziler arasında ilişkiyi kurarak gerek bu ilişkinin özelliklerini, gerekse sınırlarını oldukça açık çizgilerle belirler ve aktarır.161

Foucault’un düşüncesinde ifade, söylemin olanaklarını tanımlayan söylemsel edime işaret etmektedir. Ona göre ifade, sadece bir cümlenin söylenmesiyle ortaya çıkmaz. İfade, işaretlerin özüne ait olan ve nihayet kendisinden hareketle, analiz ya da sezgi yoluyla onların, "anlam olup" olmadıklarına, hangi kurala göre birbirlerini izleyeceklerine ya da üst üste konulacaklarına, işaret olacaklarına ve hangi eylem türünün -sözlü ya da yazılı- oluşumu tarafından gerçekleştirilmiş bulunacağına karar verebilecek bir varoluş

159 Ilgın, 2003, s. 296.

160 Kula, 2012, s. 142-143.

161 Dilek Doltaş, "Söylem ve Yazın", Söylem Üzerine, ODTÜ Yay., Ankara, 2009, s. 51.

54

fonksiyonudur.162 Bir ifadeden söz edilebilmesi için onun bir nesneler alanıyla yahut bir özneyle belirli ilişkiler içerisinde kalmayarak başka ifadelerin alanlarıyla da ilişkili olması gerekir. Çünkü bir ifadenin, daima başka ifadelerle doldurulmuş sınırları vardır ve bu sınırlar, dile getirmeye yol açan ve onun anlamını belirleyen, yani bağlamdan ve dilin öğelerinden ayrılır.163 Bir önermenin göstergesinin bulunup bulunmadığını söyleyebilmek için, ifadenin neye ait olduğunu, onun bağlantılarının türünün ne olduğunu bilmek gerekir.164 Ona göre ifadeleri kimin, hangi şartlarda, ne biçimde, hangi maddi olanaklar dâhilinde dile getirdiği sorunsalı, onları ortaya çıkaran temel unsurların değerlendirilmesiyle birbirinden ayrılmaktadır. Yani bir ifade aynı kelimelerle ve vurguyla dile getiriliyor olsa bile farklı zamanlarda, farklı bağlamlarda bütün sözel dile getirme biçimlerinde farklı anlamlara gelebilir.165 Bu da bağlamın belirleyiciliğinin ispatı niteliğindedir. Foucault’cu yaklaşım, ifade üzerinden söylemin kelimelere indirgenemeyeceğinin altını çizer. Bundan ötürü her söylem, söylediği şeyden başka bir şeyi söylemekte ve bir anlam çokluğunu içerme gücünü kendi içinde barındırmaktadır.

Söylemin bütünlüğünü ve zenginliğini bu özelliği oluşturmaktadır.166

Foucault’cu düşüncede söylem, söylenen sözlerin etkileşiminin toplamı olduğundan ötürü, edebiyat da bir söylem birliği olarak nitelenebilir.167 Foucault, edebî eserleri, birden çok unsurun bir arada olduğu bir ifadeler yığını olarak görür. Eser kendisiyle ilgili ve ilişkili bütün bilgileri içermez, eser bir söylem birliği değildir.168 Edebî söylem, yazarın hayatına dair gerçekliklerin, deneyimlerin ve koşulların izlerini taşır, fakat yazar, edebî eserde gerçeklikleri olduğu gibi yansıtmaz, onları kendi dünya görüşüne ve sanatsal

162 Michel Foucault, Bilginin Arkeolojisi, çev. Veli Urhan, Ayrıntı Yay., İstanbul, 2014, s. 108

163 Foucault, age, s. 120.

164 Foucault, age, s. 122.

165 Foucault, age, s. 122-123.

166 Foucault, age, s. 144.

167 Kula, 2012, s. 137.

168 Foucault, age, s.37.

55

becerilerine göre kurgular, yorumlar ve edebî söylemlere dönüştürür, diğer bir deyişle bu gerçeklikleri kurgulamak suretiyle yeniden üretir.169 Yazılı bir söylem olan edebî metinler, diğer metinlerde olduğu gibi, yeniden yorumlanmak suretiyle her zaman güncelleştirilebilirler. Bir metnin içinde sakladığı sonsuz sayıda gizli anlam, yorumlama ve değerlendirme yoluyla ortaya çıkarılır, ancak bu yorumlama kişiden kişiye değişiklik gösterecektir.170

Bu münasebetle Foucault, söylem çözümlemesini, ifadelerin çözümlenmesi olarak görür, ancak bunu dilbilimsel çözümlemeyle, söylemi de dille eşdeğermiş gibi değerlendirmez.171 Ona göre söylem, asıl olarak geçerli bilginin ne olduğu, nasıl oluştuğu, nasıl aktarıldığı, bireylerin ve toplumların oluşumunda ve biçimlenişinde hangi işlevlere sahip olduğu, toplumsal gelişme üzerinde nasıl etkili olduğu sorunsallarına cevap arayarak çözümlenebilir. Bu eleştirel çözümleme, söylemlerin sarmalanma sistemlerine yönelerek, söylemin buyurganlık, dışlama, az bulunurluk, uzlaşı gibi ilkelerini izah etmeye çalışır.172 Her çözümleme, söylemin içerik unsurlarına yönelmek durumundadır. Ancak ona göre söylemin ilkelerini, içerdiği temalar üzerinde değil, – keza Foucault söylemi arzunun nesnesi olarak görür173 – söylemde serbest kalan seçim noktalarının dağılımında aramak gerekir. Çünkü söylemin açığa çıkardığı farklı anlamlar, önceden var olan temaları yeniden hayata geçirmek, birbirine zıt stratejiler yaratmak, belirli bir kavramları harekete geçirerek uzlaşmaz ilgilere yer vermek, izin vermek, farklı parçaları kullanmak olacaktır. Bu sebepten temaların, görüntülerin ve fikirlerin sürekliliğini araştırmak veya ifade birliklerini belirlemek için onların çatışma diyalektiklerini dile getirmektense, daha çok seçim noktalarının dağılımının ortaya konulması ve her seçimin tematik tercihinin altında bir

169 Kula, 2012, s. 139.

170 Kula, age, s. 139.

171 Günay, 2013, s. 122.

172 Kula, age, s. 143.

173 Kula, age, s. 138.

56

stratejik olanaklar alanı tanımlamak daha makbuldür.174 Yani birer birer söylem adalarına yoğunlaşarak bağlamsal bütünlük aramaktansa, birden fazla yere dağılmış çeşitli bağlamlarda ve birbiriyle örtük ilişkilere sahip olan söylemleri tasnif etmek, güç ve iktidar ilişkilerini tanımlamak, eserde öznellikle ilgili kavramların bulunuş biçimlerini saptamak ve eserle ilgili ideolojik yaklaşımları ortaya koymak yeterli olacaktır.175

Rus edebiyat kuramcısı Mihail Bahtin, çalışmalarında daha çok edebî söylem ve oluşum koşulları üzerine yoğunlaşmıştır. Dil ile ilgili yaklaşımlarında dilin yapısal özelliklerine değil, edebiyattaki ifadeler ve ifadelerin ideolojik boyutuna odaklanarak Rus biçimcilerinden farklı bir konumda kuramını geliştirmiştir. Onun düşüncesinde dil, soyut dilbilgisel kategorilerinden oluşan bir sistem değil, ideolojik hayatın tüm alanlarında en yüksek mertebede iletişimi sağlayan, tıka basa ideolojiyle dolu, bir dünya görüşü ve somut bir fikir olarak algılanmaktadır.176 Dolayısıyla ona göre söylem, ideolojiktir ve ideolojiyi zihinsel yapıların yansıması ve kırılması olarak izah eder. İdeolojik olan her şeyin bir göndermesi vardır. Bu göstergeler kendileri dışında yer alan başka bir şeylere gönderimde bulunurlar. Yani ideolojik olan her şey bir göstergedir.177 Söylem dilin somut, yaşayan bir bütün olarak anlaşılması demektir. Söylemin birimleri ise tek tek sözceler, yani dilin sunduğu öğelerin zaman ve mekan içinde, dilbilgisi kurallarına indirgenemeyecek toplumsal sınırlamalar altında, hem bireysel hem toplumsal amaçlar, bakış açıları, niyetler ve çıkarlar doğrultusunda biçimlendirilmesiyle gerçekleşen eylemlerdir.178

Söylemlerin belirlenmesi noktasında Bahtin’in yaklaşımında kullandığı kavramlardan en önemlisi “diyaloji” kavramıdır. Diyaloji, yani söyleşimsellik, belli zaman-mekan düzlemlerinde somut şekilde açığa çıkan dünya görüşlerinin birbirine yöneliminde

174 Foucault, 2014, s. 51-52.

175 Günay, 2013, s. 124.

176 Mihail Bahtin, Karnavaldan Romana, çev. Cem Soydemir, Ayrıntı Yay., İstanbul, 2014, s. 46.

177 Günay, age, s. 112.

178 Sibel Irzık, “Önsöz”, Mihail Bahtin, age, s.15

57

ortaya çıkan diyalog biçimidir.179 Yani söylemi oluşturan, başka bir söylemdir ve bu kavramla söylemlerin denkliğini, iç içeliğini, uzlaşımsallığını ve çatışmalarını açıklamaya çalışır. Çünkü Bahtin’e göre sözcük bir diyalogda, diyaloğun içinde canlı bir cevap olarak doğar ve sözcük, başka bir sözcükle girdiği diyalojik etkileşimle şekillenir, yani kendi nesnesine ilişkin bir kavramı, kendine denk şekilde inşa eder.180 Karşılıklı konuşma esnasında bir sözcük, doğrudan doğruya, plansızca henüz ortaya çıkmamış bir cevabı tetikler, onu kışkırtır, önceler ve kendisini verilecek cevabın mahiyetine göre yapılandırır.

Kendisini önceden söylenen sözlerin oluşturduğu bir ortamda şekillendiren sözcük, aslında henüz söylenmemiş olmakla birlikte söylenmesi ihtiyaç haline gelmiş bir sözcük tarafından belirlenir.181 Esasen söylemin diyalojik yönelimini de bu cevapsallık oluşturmaktadır. Her söylemin doğasında kendinden başka bir söylemi harekete geçirme, onunla canlı ve çatışmalı bir etkileşime girme özelliği mevcuttur.182

Bahtin’in fikre karşı yaklaşımı da diyaloji eksenlidir. Ona göre, bir fikir şekillenmeye ve gelişmeye, yeni fikirler doğurmaya, ancak başka fikirlerle, başkalarının fikir ve zihin dünyasıyla sahici diyalojik ilişkilere girdiğinde başlar. Zira insan düşüncesi, ancak kendisine yabancı ve bir başkasının sesinde somutlaşan, yani başkasının söyleminde ifade edilen bir fikirle canlı ve gerçek bir temas halindeyken sahici bir düşünceye dönüşür ve bir fikir olabilir.183 Bir fikrin ortaya çıkması için muhakkak söylemsel bir diyaloğun bulunması gerekir. Bu sebepten söylemi izah etmek için dilbilim yetersizdir, insan sadece dil araçlarıyla değil, fikir ve düşünceleriyle, onu kendisi yapan kültürel birikimi ve sosyal

179 Fırat İlim, Bahtin - Diyaloji, Karnaval ve Politika, Ayrıntı Yay., İstanbul, 2017, s. 62.

180 Bahtin, 2014, s. 55.

181 Bahtin, age, s. 55.

182 Bahtin, age, s. 54.

183 Mihail M. Bahtin, Dostoyevski Poetikasının Sorunları, çev. Cem Soydemir, Metis Yay., İstanbul, 2004, s. 143.

58

varlığıyla iletişim kurar. Sadece dilsel mübadelelerin parçalara ayrılarak çözümlenmesi, dil biriminin çözümlenmesi, söylemin çözümlenmesi anlamına gelmez.184

Diyalojik iletişim gündelik hayatta da görülebileceği gibi, en net şekilde edebiyatta teşhis edilebilir. Diyaloji edebiyat iletişim biçimlerinden biridir ve yazarın, anlatıcının, kişilerin dünyasını yansıtan bir bilgi türüdür. Metinlerde yer alan sözceler, aynı anda çok sayıda farklı düzeyde devam eden diyalojik alışverişlere katılan etkin unsurlardır. Yazar, kişiler ve okurlar arasında gerçekleşen iletişimde eşzamanlılık esastır. Diyaloji birinin diğerine bir fikri dayatmadığı, fakat anlaşmanın tamamen reddedilmediği bir etkileşim alanı sunar. Diyaloji doğası gereği açık bir tartışma zemini oluşturur ve bu sadece çok sesliliği amaçlar.185 Yazar, kişiler, hatta okur, serbest ve bağımsız bir ortamda söyleşiye başlar.

Kimse kimsenin sözünü kesmez, ancak cevabıyla karşısındakiyle sonsuz bir diyaloğu da başlatır. Anlatıya dâhil olan bütün unsurlar, sözceleme vasıtalarını kullanarak kendi söylemleriyle yine kendi ideolojilerini özgürce ortaya koyar. Yazar, kimsenin söylemine karşı üstün bir tavır takınmaz, kendi söylemini, başka bir söylem hakkındaki bir söylem halinde ifade eder.186 Başkasının söylemini nesne konumuna alarak, kendi söylemini ifade eder ve yeni bir diyalog başlatır. Bu sebepten söylem, Bahtin’e göre iletişim zincirinde bir halkadır ve kendinden önce gelen, onu belirleyen, onda cevap niteliği taşıyan tepkilere ve söyleşimsel yankılara yol açan halkalardan koparılmadan çözümlenmelidir.187

Bahtin, söylemin söyleşimsel olup olmadığını belirleyen üç unsur olduğunu söyler.

Bunlardan ilki izleğin gönderimsel ve anlamsal olarak eksiksiz olması, ikincisi konuşmacının söylem tasarımı ya da niyeti, üç söylemin parçası olduğu edebî türün

184 Mihail M. Bahtin, Söylem Türleri ve Başka Yazılar, çev. Okan N. Çiftçi, Metis Yay., İstanbul, 2016, s.

80. 185 Mustafa Zeki Çıraklı, Anlatıbilim, Hece Yay., Ankara, 2015, s. 147.

186 Bahtin, 2004, s. 117-118.

187 Bahtin, 2016, s. 100-101.

59

bütünleyici teknik özellikleridir.188 Burada Bahtin, anlatıcının söylem niyetinin, -Foucault tabiriyle arzu nesnesinin- söylemin türünü de belirleyeceğini söyler.189 Yazarın söylem niyetini algılayarak, söylemek istediği şeyi, çağrıştırmayı arzuladığı anlamı ve mesajı alırız.

Diğer söylemlerle de ilintili olan söylem niyeti, yazarın konu seçimini, konunun sınırlarını ve gönderimsel bütünlüğünü belirler.190 Yani izleği, yazarın söylem niyeti ile tespit edebiliriz.

Bahtin üç türlü edebî söylemden bahsetmektedir. İlki konuşmacının nihaî anlamsal otoritesinin ifadesi olarak, nesnesine yönelmiş dolaysız söylem, ikincisi nesneleşmiş söylem, yani temsil edilen kişinin söylemi, üçüncüsü bir başkasının söylemine yönelmiş çift sesli söylemdir. Bahtin bu üçüncü söylem türü üzerinde özellikle durur ve karşılıklı cevap alışverişinin sağlanması durumunda diyalojikleşmenin gerçekleştiğini belirtir.

Ötekinin söyleminin, yazarın belirleme erkinin gölgesinde biçimlendiği, yani yazar tarafından tahdit edildiği söylem türlerine ise monolojik söylem ismini verir.191 Monolojik, yani tek taraflı söylemde yazar, kendi söylemine denk veya eşit haklara sahip bir söyleme olanak vermez, karşıt söylemi bir bütün olarak görmeyerek kendi söyleminin nesnesi hâline getirir.192 Diyalog ortadan kalkar ve tek taraflı bir konuşma, bir monolog, bir çeşit vaaz etme, talimat verme başlar. Bu durum da edebiyat eserindeki fikri, tartışılmaz ve nihaî konuma getirir ve ortaya kolayca çürütülebilecek yavan ideolojik kurgulamalar meydana getirir.193 Oysa ötekiyle empati kurmak ve kendini ona yansıtmak, onun dünyasını, onun dünya görüşünü, değer yargılarını benimsemiş gibi hareket etmek, yazarın bütün kör

188 Bahtin, age, s. 82.

189 Bahtin, age, s. 90.

190 Bahtin, 2016, s. 83.

191 İlim, 2017, s. 54.

192 İlim, age, s. 63.

193 Bahtin, 2004, s. 145.

60

noktaları görebilmesini, ötekinin ufkuna, bilincine şekil verebilmesini sağlar.194 Bu sebepten monolojik anlatılarda, metindeki anlatıcı, bir kurgusal kişiyle ve yazarın şahsıyla birleşir, metnin sanatsal ve estetik değerleri kaybolur.195 Çünkü eserdeki monolojik yapı, yazarın anlattığı kurgusal âlemi, ideolojinin nesnesine dönüştürür ve tartışılamaz kılar.196 Monolojik söyleme dayalı edebî eserde, İlim’in de izah ettiği üzere, tek ideolog yazardır ve tüm içerik, yazarın biçimlendirici ideolojisinin süzgecinden geçirilerek esere dâhil edilir.

Bu durumda, herhangi bir fikir, içerik haline getirilirken yazarın tek taraflı değerlendirmesine tabi tutulur. Bu değerlendirme sonucunda fikir ya onaylanır ya da yok sayılır. Onaylanan düşünceler baş kişinin söylemine yansıtılır, onaylanmayan düşünceler ise çeşitli yan öğeler arasında dağıtılır.197

Bahtin’in buraya kadar yer verilen görüşleri değerlendirildiğinde edebî eseri, birçok farklı tondaki söylemin bir araya gelmesinden, katmanlaşmasından, birbirleriyle etkileşime, çatışmaya, mübadeleye girmesinden ve bütün bunların anlatıcının söylemi ile girdiği diyalogla çeşitlenmesinden hareketle söylemsel bir bütün olarak ele aldığı söylenebilir.

Söylemi ideolojik bir yapı olarak gören Bahtin, ideolojinin söylemin yapısını belirlerken aynı zamanda kendi varlığını da oluşturduğunu söyler. Ona göre ideolojinin temel bileşenleri olarak zaman ve mekan algısı “kronotop” kavramıyla tanımlanır.198 Kronotop, zamanla mekan arasında çeşitli tecrübeler ışığında kurulan içsel bağların edebiyattaki görünümlerinin adıdır. Edebiyatta kronotop aracılığıyla zaman kişileştirilir, mekan da aynı yolla zaman ve tarih tarafından anlamlandırılır.199 Kronotop, yani zaman-mekan200, eserin

194 İlim, 2017, s. 39.

195 İlim, age, s. 41.

196 Bahtin, 2004, s. 136.

197 İlim, age, s. 63-64.

198 İlim, age, s. 20.

199 Irzık, agm, Bahtin, 2014, s. 29

200 Kavramın tercümesinde kullanılan “uzam” kelimesi yerine, “mekan” karşılığı tercih edildi.

61

bütün kurgusal olaylarını örgütleyen merkezdir ve anlatı düğümlerinin birleştiği yerdir.201 Anlatının bağlamını oluşturan, söylemleri anlamamızı, izleği tespit etmemizi mümkün kılan bütüncül detaylardır. Kronotopun en temel işlevi, söylem ile ideoloji arasındaki ilişkileri görünür kılmasıdır.202 Anlatının kişilerinin bir araya gelmesine, söylemlerini buluşturmasına yarayan, esasen söylemleri anlamlı kılan bütün dekor unsurlarını Bahtin, kronotop kavramıyla karşılar. Bu unsurların da muhakkak anlatının söylemiyle ve yazarın edebî konumuyla, dolayısıyla yazarın bütün ideolojik, sosyal, kültürel ve varoluşsal altyapısıyla alakalı olduğunu ifade eder.203

bütün kurgusal olaylarını örgütleyen merkezdir ve anlatı düğümlerinin birleştiği yerdir.201 Anlatının bağlamını oluşturan, söylemleri anlamamızı, izleği tespit etmemizi mümkün kılan bütüncül detaylardır. Kronotopun en temel işlevi, söylem ile ideoloji arasındaki ilişkileri görünür kılmasıdır.202 Anlatının kişilerinin bir araya gelmesine, söylemlerini buluşturmasına yarayan, esasen söylemleri anlamlı kılan bütün dekor unsurlarını Bahtin, kronotop kavramıyla karşılar. Bu unsurların da muhakkak anlatının söylemiyle ve yazarın edebî konumuyla, dolayısıyla yazarın bütün ideolojik, sosyal, kültürel ve varoluşsal altyapısıyla alakalı olduğunu ifade eder.203