• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: SİYER VE ROMAN İLİŞKİSİ

3. Siyer Neden Roman Şeklinde Yazılmaz?

3.2. İçerik Sorunları

3.2.4. Yazarın Niyeti ve Bakış Açısı

97 Kriterler bir yana, geniş bir özensizlik tüm baskılarda geçerlidir. Mesela; Hazreti Zeyneb’in

anlatıldığı ve ilk baskısının 25 bin adet olduğu bir kitabın kaynakça bölümünde, yararlanılan bir eser en az iki olmak üzere üç kez yazılmış ve bu hata 12 kitapta tekrar edilmiştir. Yani bir kaynakçada 12 eser, ‘hataen’ en az ikişer defa yazılmıştır. Bu, özensizliğin dışında aynı zamanda ciddi bir çarpıtma olarak da okunmalıdır. (Nurdan Damla, Hz. Zeyneb, Hayat Yayınları, İstanbul, 2013)

98

62

Yazarların, söz konusu romanları yazma gerekçelerinin belki de en başında “necat vesilesi” düşüncesi gelmektedir. Necat, Arapça bir kelime olarak “kurtuluş, kurtulma hali, selamet”99 anlamında, bu çalışmalarda Hazreti Peygaamber (S.A.V.)’in şefaatini dileme amaçlı bir niyeti ifade eder.

Yazarların, siyer konulu roman yazma niyetlerini bazen önsöz yerine geçen hitap kısımlarında100

bazen de medyaya verilen ropörtajlarda101 görmek mümkün. Bu niyet etrafında edebiyatçı olsun olmasın birçok kişinin, “insanlığa O’nu anlatan bir eser bırakarak” veya ahirete irtihalinde “elimde Allah Resulü’ne sunacağım bir şeyim olsun”102 düşüncesi ile İslam Peygamberi Hazreti Muhammed (S.A.V.) ile ilgili eserler kaleme aldıkları görülür. Halisane olan bu niyet, çoğu zaman birçok etkenle birleştiğinde dini edebiyatın sıradan ürünlerini üretmekte ve kitlelere yazarın kendi tasavvurunun eseri olan bir peygamber algısı sunmaktadır.

Yazarın roman türü içinden Hazreti Peygamber’i anlatma gayreti her zaman yazarın kendi bakış açısına kurban gidecek bir konudur. Cemal Şakar anma etkinlikleri konusunda üretilen imgelere simgelere vurgu yaparken bu girişimlerin oldukça halisane olduğunu ifade eder.

“Niyet halisanedir; Hz. Peygamber tüm insanlığa anlatılacaktır. Buradaki sorun aracın mesajı belirlemesidir. Anlatmayı seçtiğimiz araç bize bir form sunar, dahası formu dayatır, ne yapacaksanız bu form içinde yapacaksınızdır. İşte bu zorunluluk nedeniyle sürekli olarak imgeler, simgeler üretiriz.”103der.

99 Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, 11.bs., İstanbul, İz Yayıncılık, 1996, s. 837. 100 İskender Pala, Bülbül’ün Kırk Şarkısı, İstanbul, Kapı Yayınları, 2015.

101

Bknz: Nurdan Damla, (Çevrimiçi) :

http://www.kadinnews.com/index.php?ctgr_id=110&content_view=8119, Sibel Eraslan: (Çevrimiçi): http://www.aksiyon.com.tr/annem/-hz-hatice-askin-kutbudur-_526650, 10.05.2015

102 İskender Pala, (Çevrimiçi): http://www.sonpeygamber.info/iskender-pala-bu-kitap-o-na-

hediyemdir, 10.05.2015

63

Fakat, piyasada olan örneklerden hareketle denilebilir ki, yazarın halisane niyeti, türün dayatmaları nedeni ile sorunlu metinlerin çıkmasına neden olmaktadır.

Roman türünün bir başka dayatması, roman yazarının bakış açısıyla ilgili problematikleri ortaya koyar. Modern bir anlatım türü olan roman, farklı seviyelerde tanrısal özelliklere bürünmüş yazar kimliğini zorunlu kılar. Modern edebiyatın, metne yazar merkezli yaklaşım teorisinin bir sonucu olan ve “tanrı-yazar” fikrinin oluşması etrafında gelişen tartışmalardan beslenen bu kimlik, modern anlatılarda temel unsurdur.

Romanın yazarı oturttuğu konum, yazarın niyetini biçimlendiren bir özelliğe sahiptir. Bu özelliklerden ilk tanrı yazar konumudur. Tanrı yazar; kapitalist ideolojinin yarattığı aklıyla zekasıyla kutsal konuma yükselmiş yazar tipidir. “Yazar figürünün tanrılaşması, modern topluma; bireyin saygınlığının keşfedildiği bir zamana denk düşer. Ortaçağın sonlarından itibaren, İngiliz deneyciliği, Fransız akılcılığı ve Reformasyonla birlikte gelişen süreç yavaş yavaş yazar tipini şekillendirir.”104Bu biçimlendiriş tanrı yazar kimliğini kuvvetlendirmiştir.

Zeki Coşkun, “Tanrı-yazar’ın Reklamı” başlıklı köşe yazısında, ürettiği metne müdahil olan mutlak-yazar konumundan bahisle:

“Edebiyatçının medya içinde, medya önündeki konumu bir tür kendi kendisinin paparazzisi olmaktır. Ortada bir ürün vardır, siz o ürünle kendi ilişkinizi, ürünün kendisinin kamuya görünmeyen yanlarını açıklamak, anlatmak durumundasınız. Bu noktada da benimsediğiniz estetik bakış, edebiyat-sanat anlayışı ne olursa olsun, 'müdahil yazar' konumuna düşersiniz, ister istemez. 'Müdahil yazar'ın edebiyat terminolojisindeki bir başka karşılığı 'Tanrı- yazar'dır. Yazar, bütün metne; kişilerine, olayların akışına, yazgılarına ve bunların okur

104 Nil Göksel, “Umberto Eco’de Yorumlamanın Sınırları”, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler

64

tarafından algılanış biçimine egemendir. Öyle olunca da ortaya çıkan, bize sunulan metin, yazar tarafından kurulanın tek ve tartışmasız 'gerçek' olduğunu vaaz eder.”105

Der.

Coşkun’un vurguladığı noktadan hareketle medyanın, tanrı-yazar konumunu yazar üzerinden yeniden üreterek, metin üzerine söz söyleyen tek kişinin yine yazarın kendisi olduğu gerçeğini muhkemleştirdiği söylenebilir.

Nil Göksel, Eco’da yorumun sınırlarını irdelediği kapsamlı tezinde, metne okur merkezli yaklaşımlardan sayılan, Barthes’in metnin çok anlamlılığını garanti altına almak için “yazarın ölümü” tezini irdelediği bölümde:

“Okur karşısında metin, parmağını bir yöne doğru uzatarak “işte anlamı bu” diyorsa, okur kendisine benimsetilmeye çalışılan bu tek anlamın yetkesi altında demektir. (…) Metin bir ileti olarak görüldüğünde, metnin anlamı ya da hesabı bu iletiyi hazırlayan, alıcıya göndermek üzere paketleyen üreticisinden, iletinin sahibinden sorulur. Bu durumda metnin anlamı yazardadır. Okumak, yazarın niyetini görmek, yazarın kafasına girebilmektir. Okur ancak, yazarın kendisinin önüne koyduğu o tek anlama ulaştığında, metni anlamış sayılır. Yazar tanrılar katına bu yoldan çıkmıştır.”106

Der.

Bu tespit, metin yoluyla yazarın nasıl “tanrılaştırıldığı”nı göstermesi bakımından önemlidir.

Bu durum, ancak okurun, yazarın mutlakiyetine karşı çıkmasıyla mümkündür. “Barthes’a göre, okurun kendisine sunulan tek anlama boyun eğişi ve okuma etkinliği içindeki edilgen tavrı, ancak metnin anlamının sahibi, metnin yaratıcısı “tanrı-yazar”ın yetkesine bir karşı çıkışla aşılabilir.”107

“Gerçek yarı-tanrılık olan anlama egemen olma, bu anlamın gösterilenden gösterene taşan akış, yayılım, yayıntı olarak tanımlandığı andan başlayarak, tanrısal bir niteliktedir: Yazar bir

105 Zeki Coşkun, “Tanrı-yazar’ın Reklamı”, 01.02.002 (Çevrimiçi):

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=27996, 18.05.2015.

106

Göksel, a.t., s.11.

107

65

tanrıdır (kaynak yeri gösterilendir); eleştirmene gelince, o, tanrının yazısını çözmeye çalışan rahiptir.”108

Yazarın bu hakimiyet alanı, böylece dinsel bir kutsiyet kazanarak metni de eleştirilemez kılar.

Yazarın niyetini biçimlendiren ve böylece onu farklı bir konuma yerleştiren ikincisi önemli nokta; yazarın olay kahramanı olarak metnin içinden bakmasıdır. 1. Tekil şahısla bir gözlemci gibi metnin içinde dolaşan yazar, olayı kaharamanın ağzından anlatır. Kendi tasavvurunun hakimiyetini, bizzat kendisinin yarattığı kahramanın yerine geçerek yine kendisi kurar. Bu tanrısal duruş karşısında ne kahraman ne figürler ne de olaylar bir şey yapamazlar. Çünkü tanrı-yazar, birinci tekil kişi olarak herşeyi kendisi ayarlamaktadır.

Yazarın niyet ve bakış açısını biçimlendiren üçüncü unsur; yazarın üçüncü tekil kişi olarak metnin içinde yer almasıdır. Aslında burada yazar metnin içinde değil, kenarda durmakta ve bir gözlemci gibi davranmaktadır. Bu gözlemcilik/seyirci oluş, üstünlük psikolojisinin doğal tezahürleri olarak tanrı-yazar fikrini pekiştirir.

Romanın, yazarın niyet ve bakış açısını biçimlendirdiği metin içindeki bu tanrısal duruşlar, siyerin anlam dünyası içinde karşılıkları olmayan tavırlardır. En başta, metni sorgulanamaz hale dönüştüren yazarın tavrı olmak üzere, diğer iki duruş da bir müslüman yazar için oldukça sorunludur. Dışarıda duran, kendisini dışarı çeken bir müslüman yazarın, Asr-ı Saadet’in ruhunun dışına çıkarak birşeyler kurgulaması siyerin çarpıtılmasının da ötesinde, ruhunu yitiren bir metnin okuyucuya siyer diye sunulmasıdır ki, burada okuyucu da, yazarın tasavvur ve yaratımlarının neticesinde ortaya çıkmış olan kahraman, olay ve durumları okuyor olacaktır. Normal bir roman konusunda bunların hiçbirinde sorun yokken, siyer konulu

108

66

romanlarda bu tavırların ortaya konulması, kutsalın alanına yazarın müdahalesi olarak yorumlanacaktır.

Bir sanatkâr olarak edebiyatçının, eserlerini oluştururken önüne koyduğu malzemeler, onun eserin varoluş sürecindeki temel argümanlarıdır. Yani sanatçı, önündeki malzemelerden bir ‘şey’ üretecektir. Bununla birlikte “sanat bir inşa sürecidir.” Malzemelerin terkibi esnasında sanatçı kendi iradesiyle tasarruf ve değiştirmede bulunacaktır.109 Bu tasarruf her yazara göre değişim gösterdiğinden,

malzeme kullanımı da farklılık gösterecektir. Kurgusal metnin gidişatına göre biçimlenen malzeme, yazarın insiyatifi doğrultusunda romanın farklı bölümlerinde kullanılacaktır. Burada yazarın, belirleyici olarak metni yönetmesi, biçimlendirmesi ve kıvama getirmesi herhangi bir metin için meşru görülebilir. Fakat bu metin kutsala referans bir metin ise yazar bu rolü üstlenerek kutsal karşısında hürmet sınırlarını zorlamış olacaktır.

Bu durum, siyer metinlerindeki kronolojik düzende de geçerlidir. Yaşanmış bir hayatı imleyen siyerde bir tertip ve ilahi bir denge söz konusu iken, romancının malzemeyi kullanma insiyatifi bu düzeni etkileyecektir. Bu ise parçalı bir siyer anlayışının edebiyatta tezahür eden örnekleri ile karşılaşmamıza neden olacaktır. Mesela Hicret konusuna odaklanan bir romancının, hicreti gerekli kılan sosyo-politik ortama hiç değinmemesi bizzat Hicret olgusunun anlamını etkileyecektir. Ya da, Medine toplumunda Yahudiler ile yapılan anlaşmaları malzeme olarak kullanan bir romancının, başlangıcından bu yana Hazreti Muhammed (S.A.V.)in gayri müslimler ile olan ilişkisini/hukukunu görmezden gelmesi düşünülemez. O halde, bu durumda romancının, siyer malzemesini kullanırken kendi tercihleri, siyerin bütünlüklü dokusuna zarar verecek ve olayların, olguların anlam dünyaları değişime uğrayacaktır.

109

67

Berat Açıl, siyer metinlerinde kurmacanın gittikçe ağırlık kazanmasının temelinde yatan nedenlerden birisinin Harold Bloom’un öne sürdüğü “etkilenme endişe” olduğu söyler. Bunun en iyi siyer metinlerinin önsözlerinde görüldüğünü belirtir. Her yazar, kendi kitabının yazılma gerekçesini kaydederken özgünlük adına farklı kurgulara girişir. Kendilerinden önce siyer adına herşeyin söylenmiş olması onları mikro kurmacalar yaratmaya iter. Bu durum kurguyu zorunlu kılar. Gerçekten de her siyer metninin başında, çalışmanın diğer çalışmalardan farkı ortaya konulmaya ve gerekçelendirilmeye çalışılır. Bu, okuyucunun daha fazla ve geniş çapta kurgu ile karşılaşacağı anlamına da gelmektedir. 110

Benzer Belgeler