• Sonuç bulunamadı

çocuklar 14 yaş. Büyük çocuklar

10. Konut Teşvik Priminin (Eigenheimzulage) Kaldırılması

1.1.6.2. Yargı Kararları

A. 2006 Yılında Verilen Kararlar:

- Federal Anayasa Mahkemesi’nin 8 Aralık 2006 tarih ve BvR 1339/06 Sayılı Kararı

Federal Anayasa Mahkemesi, 8 Aralık 2006 tarih ve 2 BvR 1339/06 sayılı Kararıyla, 1999 yılında Türk vatandaşlığından çıkarak Alman vatandaşlığını alan ve 1999 Haziran ayında tekrar Türk vatandaşlığını almak üzere başvuran ve Şubat 2001 tarihinde tekrar Türk vatandaşlığına alınan ve bu yüzden 1 Ocak 2000 tarihinde yürürlüğe giren Alman Vatandaşlık Kanunu’nun 25’inci maddesi gereğince Türk vatandaşlığına alındığı tarihte Alman vatandaşlığını kaybeden Türk vatandaşının, kendisinin 2000 yılından önce eski Kanun yürürlükte iken Türk vatandaşlığına başvurduğu ve eski 25’inci maddenin buna müsaade ettiği savı ile yaptığı başvurusunu reddederek, davacının Alman vatandaşlığını kaybettiğine hükmetmiştir.

Bilindiği üzere, 1 Ocak 2000 tarihinde yürürlüğe giren Alman Vatandaşlık Kanunu’nun 25’inci maddesi “kendi hür iradesiyle verdiği dilekçe sonucu başka bir ülkenin vatandaşlığını alan Alman vatandaşlarının Alman vatandaşlığını otomatikman kaybedecekleri“ hükmünü içermektedir. Eski İmparatorluk Vatandaşlık Kanunu’nun 25’inci maddesi, Alman vatandaşlığının başka bir ülkenin vatandaşlığını alma durumunda, Alman vatandaşının yalnız Almanya dışında ikamet etmesi durumunda kaybettirilmesine hükmetmekteydi. Yine bilindiği üzere, 2000 yılından sonra sayılarının binlerce olduğu iddia edilen Alman vatandaşlığına geçmiş eski Türk vatandaşı, tekrar Türk vatandaşlığına geçmiş ve 25’inci madde gereği Alman vatandaşlığını otomatikman kaybetmişler, bazıları Alman yetkili dairelerce tespit edilen vatandaşlarımızın hukuksal durumu bir yargı içtihadı bulunmadığından henüz açıklığa kavuşmamıştı. Federal Anayasa Mahkemesi, Kararını aşağıdaki gerekçelere dayandırmıştır:

Anayasa Mahkemesi, vatandaşlığın otomatikman kaybedilmesinin Alman Anayasası’nın Alman vatandaşlığı iptal edilemez şeklindeki 16’ncı maddesinin 1’inci fıkrasının 1’inci cümlesine aykırı olmadığına hükmetmiştir.

• Anayasa Mahkemesi’ne göre, kişinin hür iradesiyle verdiği dilekçe sonucu başka bir ülkenin vatandaşlığını alması nedeniyle, Alman vatandaşlığını kaybedeceği şeklindeki yasal düzenleme Anayasayı ihlal etmemektedir. Bu bağlamda, kişi, başka bir ülkenin vatandaşlığına geçtiğinde Alman vatandaşlığını kaybedeceğini önceden bildiğinden Alman vatandaşlığını koruyup korumayacağına kendisi karar vermektedir. Yasa koyucunun, belli özel durumlar dışında çifte vatandaşlığa izin vermemesi ise, anayasa hukuku açısından kabul edilir bir durumdur.

Diğer taraftan Vatandaşlık Yasası’nın 25’inci maddesinde yapılan değişikliğin yürürlük tarihinden önce eski düzenleme yürürlükte iken verilen dilekçelere rağmen Alman vatandaşlığının kaybettirilmesi, Alman Anayasası’nın 16’ncı maddesinde öngörülen vatandaşlığın sürekliliğine olan hukuksal güven ilkesine aykırı düşmemektedir.

Anayasa Mahkemesi’ne göre, 25’inci madde, hiç bir kuşkuya izin vermeden, başka bir ülkenin vatandaşlığının alınması durumunda Alman vatandaşlığının kaybedileceğini öngörmektedir. Dava sahibinin, eski düzenleme yürürlükteyken başvuru yaptığı ve bu nedenle başvurusunun geçerli sayılması savı ise hukuksal inandırıcılığa sahip değildir, zira dilekçe sahibi Yasa yürürlüğe girdikten sonra büyük bir zahmete girmeden dilekçesini geri çekebilirdi. Dilekçe sahibi, Alman vatandaşlığına geçiş başvurusu sırasında Türk vatandaşlığından çıkması şartını yerine getirdiğinden ve Alman vatandaşlığını alır almaz tekrar Türk vatandaşlığına geçiş başvurusu yaptığından, yasa koyucunun uzun zamandan beri önlemek istediği yasa boşluğundan yararlanmak isteğinin bilincinde olduğundan, Yasa değişikliği açısından dilekçe sahibi Türk vatandaşının hukuksal korunma hakkı bulunmamakta ve bu nedenle kendisinin Alman vatandaşlığını kaybetmesi anayasaya aykırı düşmemektedir.

- Federal Anayasa Mahkemesi’nin 02.09.2005 tarih ve 2BvQ 25/05 sayılı Kararı

Alman vatandaşlığının kaybedilip kaybedilmediğinin tespit edilebilmesi hakkında bir davanın sürdüğü sırada, Alman vatandaşlığını kaybettiği iddia edilen kişinin Alman vatandaşlarına tanınan haklardan yararlanabilmesi anayasal bir hak olarak nitelenemez.

- Federal İdare Mahkemesi’nin 12.04.2005 tarih ve 1C 9.04 sayılı Kararı Yalan beyanda bulunarak oturma izni alan bir Türk işçisi, 1/80 sayılı OKK’nın 6’ıncı maddesi anlamında yasal iş piyasasına dahil olmuş sayılmaz. Kişinin bu davranışından dolayı ceza almış veya almamış olması veya kendisine verilmiş oturma izninin geri alınmış olması önemli değildir.

- Kassel Federal Sosyal Mahkemesi’nin 13.09.2006 tarih ve B11aAL53/05R sayılı Kararı

Muhtaç olduğunu beyan ederek sosyal yardım alan bir kişinin banka hesabında bulunan paranın başkasına ait olduğunu ispat etmesi durumunda, bu kişiye sosyal yardım ödenmesi haksız ödeme sayılmamaktadır. Hak sahibi bugüne kadar aldığı yardımları geri ödemek zorunda değildir.

- Darmstadt Eyalet Sosyal Mahkemesi’nin L7 AS 1/06 ER sayılı Kararı İkinci basamak işsizlik parası alan kişilerin evlerinin çok basit bir kuşku nedeniyle kontrol edilmesi hukuka aykırılık teşkil etmektedir. Mahkeme, ev ve aile ortamının kişilik hakkı olduğuna ve yanlış beyanda bulunduğu kuşkusuyla 64 yaşında işsiz bir kadının evine yapılan baskının yasal olmadığına hükmetmiştir. Devlet yardımının suistimaline ilişkin çok bariz bir

sahtekarlık şüphesinin mevcut olması durumunda, evlere baskın düzenlenebilecektir.

B. 2005 Yılında Verilen Kararlar:

a) Anayasa Mahkemesi

- 25.10.2005 tarih ve 2 BvR 524/01 sayılı Karar

Federal Anayasa Mahkemesi, anılan Kararıyla Almanya’da babasının yanında yaşayan Türk uyruklu bir çocuğun kendisine 1 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe giren İkamet Kanunu’nun 33’üncü maddesinin 1’inci cümlesine göre ikamet izni verilmemesi nedeniyle bu maddenin Anayasa’ya aykırılığı hususunda yaptığı itirazı haklı bularak yasa koyucuyu 31 Aralık 2006 tarihine kadar bu maddeyi yeniden düzenlemekle yükümlü kılmıştır.

Anılan davaya konu olan olayda, 1999 doğumlu Türk vatandaşı kız çocuğunun babası 25 yıldan bu yana Almanya’da yaşamakta olup, 1989 yılında süresiz oturma izni almıştır. Davacının annesi, 1997 yılında Almanya’ya ilk defa gelmiş, daha sonra ikamet izni 1998 yılında iptal edilerek kendisine “Erteleme” verilmiştir. Çocuğun anne-babası 2002 yılında boşanmışlar, baba tek başına çocuğun velayetini almıştır. Davacı çocuğun 1999 yılında yaptığı ikamet izni başvurusu, eski Yabancılar Yasası’nın 21’inci maddesine göre (yeni düzenleme, Göç Yasası kapsamındaki İkamet Kanunu’nun 33’üncü maddesi olup, eski düzenlemenin hemen hemen aynısıdır.), çocuğun annesinin güvenceli ikamet iznine sahip olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu düzenlemeyle Almanya’da doğan yabancı uyruklu çocukların yasal ikamet statüleri güvence altına alınmış ve re’sen kendilerine verilecek ikamet izni, yalnız annenin ikamet izni veya ikamet hakkı sahibi olması ile ilişkilendirilmiştir. Babanın ikamet izni statüsü bir önem taşımamaktadır.

Davacı, idarenin ret kararına itiraz ederek babasının ikamet izni statüsünün nazarı dikkate alınmamasının Anayasa’nın eşitlik ilkesinin ihlâli anlamına geldiği gerekçesiyle davayı İdare Mahkemesi’ne götürmüştür. İtirazın bu mahkemece reddedilmesi üzerine dava, Federal Anayasa Mahkemesi’ne getirilmiştir. Federal Anayasa Mahkemesi, anılan maddenin Anayasa’ya aykırılığını tespit etmiştir. Mahkemenin Kararına göre böyle bir düzenleme, Almanya’da doğan ve anneleri ikamet izni ya da ikamet hakkına sahip olan çocukların hukuki durumunu iyileştirmekte, annenin böyle bir ikamet hakkına sahip olmaması, yalnız babanın sahip olması durumunda ise, söz konusu çocukların hukuki konumları, diğer gruptaki çocuklara göre kötüleştirilmektedir. Anılan düzenleme iki çocuk grubu arasında ayrım yapmakta olup, bu ayrımın hukuksal somut bir gerekçesi bulunmadığı için de Federal Anayasa’nın 3. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ihlal edilmiş olmaktadır. Diğer taraftan, Federal Anayasa Mahkemesi’nin tespitine göre;

ailenin ve çocukların esenliklerini güvence altına alan Anayasa’nın 6.

maddesi ışığında çocukların ikamet statülerinin yalnız annenin ikamet statüsüne bağlanmasını gerektirecek hukuksal bir gerekçe de bulunmamaktadır. Ne aile birliğine ilişkin olgular, ne de çocuğun doğumdan

sonraki dönemde annesiyle yaşadığı yoğun birliktelik, çocuğun babasının menfaatlerinin hiçe sayılmasına imkan veremez.

b) Federal Mahkemeler Federal İdare Mahkemesi

- 06.10. 2005 tarih ve 1 C 5.04 sayılı Karar

Federal İdare Mahkemesi, 6 Ekim 2005 tarihinde verdiği Kararında Stuttgart Şehir İdaresi tarafından Türk vatandaşı bir genç hakkında verilen sınırdışı kararını AB hukukuna aykırı bulmuştur. Mahkeme, 1979 yılında Berlin’de dünyaya gelmiş, Almanya’da çalışan bir Türk işçi ailesinin çocuğu olan ve Türkiye-AB Ortaklık Hukuku’na göre 1/80 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın 7. maddesi anlamında ikamet hakkı bulunan Türk vatandaşı gencin sınırdışı edilme kararının AB Hukuku’na uygun olup olmadığını incelemiştir. Anılan vatandaşımız, 2000 yılı Eylül ayında uyuşturucu ticareti nedeniyle 1 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmış ve Ekim 2001 yılında bu suçtan dolayı Stuttgart Şehir İdaresi tarafından sınırdışı edilmesine karar verilmiştir. Bu vatandaşımız ceza evinden çıktığı 2002 yılından bu yana ailesinin yanında yaşamaktadır.

Federal İdare Mahkemesi, Kararında Baden-Württemberg Eyaleti’nin sınırdışı uygulamasını eleştirmiştir. Bu Eyaletteki uygulamada haklarında sınırdışı kararı verilen AB ülkesi vatandaşları ve Türkiye-AB Ortaklık Hukuku’na göre hak sahibi Türk vatandaşları, diğer üçüncü ülke vatandaşları gibi karara itiraz etme hakları olmadan sınır dışı edilmektedirler. Federal İdare Mahkemesi bu tür bir uygulamanın AB Hukukuna aykırı olduğunu, ancak istisnai olarak acil durumlarda anılan uygulamanın AB Hukukuyla uyuşur olduğunu belirtmiştir. Türk vatandaşı gencin davasında ise sınırdışını gerektiren acil bir durum olmadığı açıktır.

Federal İdare Mahkemesi, Stuttgart Şehir İdaresi’nin anılan vatandaşımızın cezaevinde bulunması nedeniyle sahip olduğu Türkiye-AB Ortaklık Hukuku’ndan doğan ikamet hakkının ortadan kalktığı iddiasını da reddetmiştir. Federal İdare Mahkemesi, AB Adalet Divanı’nın ilgili içtihadına işaret ederek, Türkiye-AB Ortaklık Hukuku’ndan doğan hakların cezaevinde bulunulmasıyla ortadan kalkmadığını belirtmiştir. Diğer taraftan Stuttgart Şehir İdaresi’nin sınırdışı kararını, genel caydırıcı nedenlere (Generalpräventive Gründe) bağlayan bir işlem olarak görmesinin de Türkiye-AB Ortaklık Hukuku’na ters düştüğüne karar vermiştir. Ortaklık Hukuku ancak özel caydırıcı nedenlere (Speziellpräventive Gründe) bağlı bir sınırdışı kararına cevaz vermektedir. Diğer bir ifadeyle, Federal İdare Mahkemesi bu olayda, AB Ortaklık Hukuku’na göre hak sahibi vatandaşlarımızın ancak kişiden kaynaklanan topluma yönelik tehlikelerden dolayı sınırdışı edilebileceklerini, ama diğer yabancıların bu tür suçları işlememelerini sağlamak, yani bunlar üzerinde caydırıcı bir etki yapmak amacıyla sınırdışı edilemeyeceklerine ilişkin Nazlı Kararı’nı da teyit ederek karar vermiştir.

- Federal İdare Mahkemesi’nin 5 C 8.05 sayılı Kararı

Federal İdare Mahkemesi, Alman uyruğunu almak isteyen bir yabancının yeterli derecede Almanca bilmesi kavramını açarak yıllardır Almanya’da yaşayan bir yabancının Alman uyruğuna geçmek istemesi durumunda buna hakkı olacağına, ancak talep sahibinin günlük hayatta ve resmi makamlarla olan ilişkilerinde Almanca okuyup anlamasının yeterli Almanca bilmek anlamında kabul edileceğine, 27 yıldır Almanya’da yaşayan yabancının Almanca yazamasa bile bir metni okuyarak, yani dikte ettirerek Almanca olarak bir başkasına yazdırmasının ve aynı metni kendisinin okuması durumunda anlamasının yeterli olacağına hükmetmiştir.

Federal Danıştay

- 28.04. 2005 tarihli ve III ZR 399/04 sayılı Karar

Federal Danıştay anılan Kararıyla, yaşlılar bakım yurtları ve huzurevleri yönetimlerinin kendilerine teslim edilen yaşlıların korunmasından sorumlu olduklarına karar vermiştir.

İlgili hastalık sigortası sandığının düşerek kalçasını kıran bir yaşlının tedavi masraflarını, yurt yönetiminin, yurtta kalan kişileri korumak ve güvenlikleri için yataklarının etrafını çevirmek zorunda olduğu gerekçesiyle ödemek istememesi nedeniyle açılan davada Danıştay, yurtta kalanların korunmasının ve sürekli gözaltında tutulmalarının yurt yönetiminin bir görevi olduğunu, ancak bunun yapılabilir olmasından hareketle alınacak tedbirlerin insanların hürriyetlerini kısıtlayıcı olmamasını ve ayrıca bu konuda insan onuruna dikkat edilmesi gerektiğini hükme bağlamıştır.

c) Eyalet Mahkemeleri Eyalet Sosyal Mahkemeleri

- Rheinland Pfalz Eyalet Sosyal Mahkemesi’nin L5 EG 1/04 ve L 5 KR 86/03 sayılı Kararları

Rheinland Pfalz Eyalet Sosyal Mahkemesi, L5 EG 1/04 sayılı Kararı’nda Almanya’da turist vizesi ile bulunan kadınların çocuk yetiştirme yardımı alma hakları bulunmadığını ve dava konusu olan kişinin daha sonra ikamet izni alması durumunda da kendisine geriye dönük olarak çocuk yetiştirme yardımı ödenmeyeceğini hüküm altına almıştır. Kararda ayrıca, çocuk yetiştirme yardımının, ikamet izni olan yabancılara verileceği ve söz konusu iznin verildiği tarihten itibaren ödeneceği belirtilmiştir.

Mahkeme, L 5 KR 86/03 sayılı Kararında ise ilgili hastalık sigortası sandığının, bir sigortalının zayıflama amaçlı ameliyat masraflarını karşılamak zorunda olmadığına hükmetmiştir. Dava konusu olayda aşırı kilolu bir kadın sigortalı, midesini küçülttürmek yoluyla açlık güdüsünü bastırmak ve böylece kısa sürede kilo vermek için ameliyat olmuştur. Ameliyat masraflarını hastalık sandığı karşılamayınca yargıya intikal eden olayda mahkeme, hastalık sandığını haklı bularak sigortalının ameliyat olmadan önce değişik önleyici sağlık tedbirlerini uygulaması gerektiğine işaret etmiştir.

Eyalet İş Mahkemeleri

- Schleswig Holstein Eyalet İş Mahkemesi’nin 5 SA 279/04 sayılı Kararı Schleswig Holstein Eyalet İş Mahkemesi anılan Kararında, işverenin kendisine verdiği izin süresini kasıtlı olarak uzatan işçisinin hizmet akdini bildirimsiz olarak feshetmesini İş Yasasına uygun bulmuştur. Dava konusu olayda, bir şirkette şoför olarak çalışan işçi, 6 hafta süreyle izin kullanmak istemiştir. Ancak, işveren 6 haftalık yasal izni bulunmasına rağmen işlerin yoğunluğu nedeniyle işçiye 4 hafta ile sınırlı izin vermek istemiştir. 6 haftalık izin kullanma hususunda ısrar eden işçi, izninin sonunda doktora giderek 2 hafta süre ile istirahat alacağını, böylece yine 6 hafta boyunca işe gelmeyeceğini işverene bildirmiş ve izne ayrıldıktan sonra da ifade ettiği gibi izninin sonunda doktor raporu ile aldığı 2 haftalık istirahat süresini kullanmıştır. Bunun üzerine işveren de işçinin hizmet akdini bildirimsiz olarak feshetmiştir. Eyalet İş Mahkemesi, işçinin, davranışı ile işvereni tahrik ettiği, kasıtlı davranarak iznini uzattığı ve bu suretle hizmet akdi koşullarını ihlal ettiği kanaatine vararak bildirimsiz fesih kararının geçerli olduğuna hükmetmiştir.

- Frankfurt Eyalet İş Mahkemesi’nin 9 Ca 8185/04 sayılı Kararı

Frankfurt Eyalet İş Mahkemesi anılan Kararında, hırsızlıkla suçlandığı için hizmet akdi işveren tarafından bildirimsiz olarak feshedilen bir işçinin, akdin feshinden önce savunmasının alınmadığı yönündeki itirazını haklı bularak feshin geçersiz olduğuna hükmetmiştir.

Dava konusu olan olayda, işyerindeki arkadaşlarınca hırsızlıkla suçlanan işçinin, olay tarihinden itibaren ancak 3 hafta sonra dinlendiği ve hizmet akdinin bu süre içersinde feshedilmiş olduğu anlaşılmıştır. Mahkeme, Kararında bu nedenle feshin geçersiz olduğunu, şüpheye dayalı fesihlerde suçlanan kişinin, işlediği fiilin tarihinden itibaren iki hafta içinde savunmasının alınması gerektiğini belirtmiştir.

- Rheinland Pfalz Eyalet İş Mahkemesi’nin 6 Sa 1226/03 sayılı Kararı

Eyalet İş Mahkemesi, söz konusu Kararıyla hizmet akdinin sözlü olarak sürelendirilmesinin mümkün olmadığına hükmetmiştir. Mahkeme, hizmet akdinde yer almamasına rağmen, mukavelesi işveren tarafından sözlü olarak süreyle sınırlandırılan davacının itirazını haklı bulmuş ve işçinin süresiz hizmet akdinin ancak karşılıklı anlaşmayla feshedilebileceğini hükme bağlamıştır.

d) Yerel Mahkemeler İdare Mahkemeleri

- Würzburg İdare Mahkemesi’nin 28.09.2005 tarihli Kararı

Würzburg İdare Mahkemesi, anılan Kararında Alman uyruğuna geçen Türk ebeveynin 2000 yılından sonra tekrar Türk uyruğuna geçerek Alman vatandaşlığını otomatik olarak kaybettiğine, kendileri ile birlikte önce Alman vatandaşı olan ve sonra yeniden Türk vatandaşlığına dönen reşit olmayan

çocuklarının ise Alman vatandaşlığını kaybetmediklerine hükmetmiştir. İdare Mahkemesi, 01.01.2000 tarihinden itibaren yürürlükte olan Alman Vatandaşlık Yasası’nın 25. maddesine göre Alman vatandaşlığının ancak serbest irade kullanılarak ve yazılı olarak başka ülke vatandaşlığına başvurulması halinde kaybedildiğini, reşit olmayan çocukların Türk vatandaşlığı için yapılan başvuruyu kendilerinin yapmadıklarını, anne ve babanın başvurusu ile onların da tekrar Türk vatandaşlığına alındıklarını, bu nedenle Alman vatandaşlığını otomatik olarak kaybetmediklerini ve çocukların çifte vatandaş olarak kalacaklarını hükme bağlamıştır.

- Hamburg İdare Mahkemesi’nin 17.03.2005 ve 11 E 862/05 sayılı Kararı Hamburg İdari Mahkemesi, anılan Kararıyla Hamburg Yabancılar Dairesi tarafından 21 Mart 2005 tarihine kadar Almanya’yı terk etmesi istenilen

“Erteleme-Duldung” ikamet izni hamili olan ilticacı bir Türk vatandaşının sınır dışı edilmesi işlemini, eşinin hamile olması nedeniyle Göç Yasası’nın aile bütünlüğü ilkesine ters düştüğü gerekçesiyle 8 Nisan 2005 tarihine kadar durdurmuş, sınırdışı kararının uygulanması halinde hamile eşin ancak eşiyle beraber yurtdışına gitmesi halinde onunla beraber olabileceğini ve bu durumun Anayasa’nın 6. maddesi 1. fıkrasında yer alan haklarının kısıtlanması manasına geleceğini, ayrıca, Göç Yasası’nın sınırdışı edilmeyi önleyici 60 a maddesi 2. fıkrasına atıfta bulunarak konunun tam aydınlığa kavuşmadan sınırdışı kararının uygulanmasını Federal Anayasanın 6.

maddesi 1. fıkrasında tanımlanan evlilik ve ailenin korunması hükmü ile ters düşeceğini karara bağlamıştır.

- Berlin İdare Mahkemesi’nin 22.02.2005 tarih ve VG 25 A 6.05 sayılı Kararı

Berlin İdare Mahkemesi, anılan Kararında bir yabancının, Almanya’daki mevcudiyetinin kamu güvenliğini, kamu düzenini veya Almanya’nın diğer bir menfaatini tehlikeye düşürmesi durumunda İkamet Yasası’nın 45.

maddesine göre sınırdışı edilebileceğine işaretle, böylesine bir tehlike durumunun, bir din görevlisinin vaaz verirken açıkça cemaati şiddete yöneltmesi ve vaazında şiddeti yücelten sözlere yer vermesi halinde oluştuğuna ve bu durumun kamu güvenliği ve kamu düzenini tehdit anlamına geldiğine karar vermiştir.

Sosyal Mahkemeler

- Düsseldorf Sosyal Mahkemesi’nin S 35 SO 9/05 ER sayılı Kararı

Mahkeme, sözkonusu Kararında, ikinci basamak işsizlik yardımının, ilgili sosyal daire tarafından talep sahibinin serveti bulunması ihtimali göz önünde bulundurularak ödenmemesini Yasaya aykırı bulmuştur. İki işsiz film yapımcısı tarafından açılan davada mahkeme, davacıları haklı bularak servet durumları tam olarak belirleninceye kadar iki işsize, ikinci basamak işsizlik yardımının % 80’inin ödenmesi yönünde karar vermiştir.

- Lüneburg Sosyal Mahkemesi’nin S 30 AS 328/05 ER sayılı Kararı Mahkeme, sözkonusu Kararı’nda ikinci basamak işsizlik yardımı alan kişilerin de sağlıklı yaşam imkânlarından eşit ölçüde yararlanma hakları olduğuna, gerektiğinde Çalışma Ajanslarının maddi katkıda bulunma zorunluluklarının bulunduğuna hükmetmiştir. Dava konusu olan olayda, Çalışma Ajansından ikinci basamak işsizlik yardımı alan işsiz bir kadın, Ajansa kızının hasta olduğunu, ilâç ve özel gıda maddelerine ihtiyacı bulunduğunu bildirmiş ve yardım talebinde bulunmuştur. Çalışma Ajansı, bu gibi haller için yardım yapılamayacağını, sorunun ilgili hastalık sigortası sandığı ile çözümlenmesi gerektiğini bildirmiştir. Sandığın da talebi reddetmesi üzerine konu sosyal mahkemeye intikal etmiştir. Mahkeme Kararında, ilgili Çalışma Ajansının tıbbi zorunluluk nedeniyle söz konusu masrafları karşılamak zorunda olduğuna, annenin eline geçen aylık 240 Avro gibi küçük bir gelirin bu masrafları karşılamak için yeterli olmadığına karar vermiş ve sosyal yasalar Çalışma Ajansını bu gibi yükümlülüklerden muaf tutuyor olsa bile

“Anayasa’nın bireyin yaşama hakkı tehlikeye atılamaz” ilkesinin daha bağlayıcı olması gerektiğini hatırlatmıştır.

İş Mahkemeleri

- Frankfurt İş Mahkemesi’nin 9 Ca 5413/04 sayılı Kararı

Mahkeme, söz konusu Kararında firmaya ait paranın işçi tarafından sürekli avans olarak kullanılmasının, hizmet akdinin bildirimsiz olarak feshi için yeterli olduğuna hükmetmiştir.

Davaya konu olan olayda, bir taksi şoförü elde ettiği günlük gelirin bir kısmını ücretine mahsuben imza karşılığında almayı alışkanlık haline getirmiştir. Bu duruma bir süre göz yuman taksi sahibinin, işçisini ücretin ay sonunda ödeneceğine işaretle bu işlemi yapmaması yönündeki yazılı uyarısına rağmen taksi şoförü elde ettiği gelirden para kesme alışkanlığını sürdürmüş, bunun üzerine işveren hizmet akdini bildirimsiz olarak feshetmiştir. İşçinin feshe karşı açtığı dava, mahkemece firmaya ait paranın işçi tarafından keyfi olarak kullanılamayacağı, aksi durumun hizmet akdi hükümlerine aykırı olacağı gerekçesiyle reddedilmiştir.

1.1.7. EKONOMİK VE SOSYAL GELİŞMELER İLE İSTİHDAM