• Sonuç bulunamadı

1.3. Yaratıcılık

1.3.12. Yaratıcılık ve eğitim

“Çocuk resimleri, yaratıcılığın bölgelere göre değişmediğini, her çocuğun, dünyanın neresinde olursa olsun, aynı yaratma isteğini duyduğunu ve aynı gelişim basamaklarını yaşadığını göstermektedir. Öyleyse değişim, çocuğun içinde yaşadığı toplumsal etkilere göre biçim kazanmaya başlamasından sonra olmaktadır” (Karayağmurlar, 1990: 265).

Bu çarpıcı saptamayı bir mecazla açıklanırsa, tüm dünyaya eşit dağılan bir malzeme vardır ortada. Bu malzeme, şekillendirebildiği ya da işlendiği oranda değer kazanır. İşte bu değeri arttıracak ya da kaybettirecek etmenlerin en başında eğitim gelmektedir. Resimlerde kendini gösteren yaratıcılık ile başlandı ama, genel anlamda da eğitim sadece sanatsal yaratma için değil, her türlü yaratıcı tavır için etkili bir belirleyicidir.

Bireyin çevresindekileri algılayıp, kendine özgü imgeler yaratarak onları biçimlendirebilmesi için gerekli ilk koşul duyularını harekete geçirebilmesini öğrenmesidir. Baktığını gören, işittiğini duyan, dokunduğunu hisseden yaratıcı insan, eğitimle yetiştirilebilir. Çokokumuş (2002:83), yaratmada dış dünyanın algılanmasının eğitim gerektiren bir iş olduğunu; iç dünyada doğuştan var olan bazı özelliklerin geliştirilmesinin de yine eğitimle olabileceğini belirtmektedir.

Ataman (1995:112), eğitsel açıdan çocuğun yaratıcı gelişim sürecini yaş gruplarına göre ele alır. Buna göre 3-5 yaş arası, çocuk için ilk yaratıcı ögelerin ortaya konulduğu dönemdir. Yaratıcılığın gelişmesindeki en kritik dilime, 5-6 yaş arasında girilir. Çünkü çocukların okula başlamaları ile birlikte otoriteyi, kuralları tanımaya başladıkları dönemde, yaratıcılıkları duraklamaktadır. 8-10 yaş arasında arkadaş gruplarınca benimsenme çabaları ön plana çıktığından yaratıcı yanlarını ortaya koyacak faaliyetler azalır. 13-15 yaş ergenliğe giriş dönemidir. Karşı cins tarafından benimsenme arzusu, yaratıcılığı olumsuz yönde etkilemektedir. 17-19 yaş meslek seçimi, üniversiteye giriş dönemi yaratıcılığı gerileten bir başka neden olarak görülür.

Ortaya konulan yaratıcı gelişim tablosu pek iç açıcı görünmemekle birlikte, bu tablonun hatalardan arınmış, yapıcı, destekleyici, geliştirici bir eğitimle pozitif yönde değişebileceği inancındayız. Özellikle okul otoritesinin tanınmaya başlandığı okul öncesi eğitimi, ilk önemli eğitim basamağını da işaret etmektedir. Belki de temelleri yeni atılmaya başlanan bir bina mecazı bu dönemi yerinde açıklayacaktır.

Oysa ülkemizde son yıllara kadar izlediğimiz eğitim politikaları da endişe vericidir. Üniversite öğrencileri düzeyinde yapılan araştırmalarda en zeki bireylerin (tabii burada kastedilen zeka türü bilişsel zekadır) genellikle en yaratıcılar olmadıklarına dikkati çeken Denel (1999: 21), ülkemizde verilen eğitim sistemine yönelik şöyle bir eleştiri getirir:

Modern ülkelerde küçük yaşlardan başlayarak zekanın ve yaratıcılığın gelişmesine önem veren eğitim sistemleri uygulanmaktadır. Ancak ülkemizde eğitim, sadece bellek gelişimine yönelik kurgulanmıştır. Kısacası kastedilen büyük ölçüde ezbere dayandırılan eğitim sistemimizdir.

Ne yazık ki eleştiriler haklıdır. Zira okullarımızda yıllardır uygulanan eğitim programları kalıplaşmış ve ezbere dayanan yöntemleri kapsamaktadır. Ancak yakınsak düşünmeyi gerçekleştirmeye yardımcı olan bu programlar, ölçme yöntemlerinde de etkisiz kalmakta; öğretilenlerin aynısının istenmesi, öğrencilerin sentez yapmasını, yeni bilgiler üretmesini engellemekte; onları yaratıcılıktan uzak hazırcı kişiler haline getirmektedir.

Sönmez (1995: 148), eğitim ortamlarının bireyin yaratıcı davranışlarını geliştirecek şekilde düzenlenmesi gereğine işaret eder. Eğitim ortamı, öğrencilerin problemi fark etmelerine, tanılayıp gerekli denenceleri geliştirmelerine ve ortak çalışmalara fırsat verecek yapıda olmalıdır. Yeni düşüncelerin, kuralların ve sistemlerin üretimini engelleyecek kültürel değişkenler ortadan kaldırılmalı, öğrenciler sürekli desteklenip cesaretlendirilmelidir. Çünkü korku ve cezanın, yaratıcılığın önündeki ciddi engeller olduğu açıktır. Yaratıcılık ancak bilişsel, duyuşsal ve devinsel bir kültürel etkinlik sonucu ortaya çıkar. Bu da sadece yaratıcı eğitim ile mümkün olabilir.

Yaratıcılık üzerine kapsamlı araştırmalar yürütmüş bir akademisyen olarak Sungur’un (2001: 28-30) yaratıcı eğitime dair görüş ve önerileri şöyle özetlenebilir:

Yaratıcı eğitim, bireyin sezgi, içgörü, tutku, kişisel değerler gibi özelliklerini daha geniş açılı biçimde başkalarıyla paylaşıp, onları küçülen dünyada her gruptan ve çevreden insanlarla birlikte yaşayıp çalışabilmeleri için, başka kültürleri anlamaya ve saygı duymaya yönlendirmelidir.

Yaratıcı okulda öğrenciler kendilerine ve kendi fikirlerine güvenmeyi, riski göze alarak savaşma cesaretini ve kişiler arası bağlılığın farkında olmayı öğrenmelidirler. Okul, daha fazla bilgi vermekten çok, daha fazla merak ve heyecan öğesini kullanmalıdır. Ezberci eğitimin yerine daha fazla eleştirel ve yaratıcı düşünceyi hakim kılmalıdır. Tek kitap ve tek test yerine çoklu kaynaklardan öğrenme ve kendini değerlendirmeyi amaçlamalıdır. Dünyayı tek neden, tek sonuç ile açıklamadan daha fazla çoklu neden sonuç ilişkilerini çocuğun öğrenmesine sunmalıdır.

Sungur’un belirlemeleri genel eğitim çerçevesinde değerlendirilebilir. Karayağmurlar konuyu daha özel bir alanla açıklar. Ona göre eğitimle geliştiği kanıtlanmış olan zeka, bellek, imgelem gibi insan özellikleri, yaratıcılığın ögeleridir. Gerekli koşullar sağlanıp, eğitimin yapısı uygun biçimde düzenlenerek, yaratıcılık genel eğitim içinde sanat eğitimi ile geliştirilebilir. Karayağmurlar’ın sanat eğitimi tanımı bu düşüncelerinin bir uzantısı olarak değerlendirilebilir: “genel anlamı ve dar anlamı içinde sanat eğitimi, bireyi sanatın değişik alanlarında, ilgi ve yeteneklerini göz önünde tutarak, yaratıcı kılmak için uygulanan eğitim-öğretim çabalarının bütünüdür” (Karayağmurlar, 1990: 181-182). Bu misyonundan ötürü de genel eğitimin içerisinde mutlaka olması gereken ve yaratıcılıkla direk ilgi kuran bir özel öğretim alanıdır.

San’a (1985: 16,35) göre de, genel eğitim, büyük ölçüde bilgi depolama, belli sınıflamalar içinde düşünme ve uylaşımcı bir kişilik kazandırmaya yöneliktir. Bu nedenle yaratıcılık eğitimi engellenmektedir. Ancak sanatın olanakları bir yöntem olarak genel eğitim içerisinde tüm disiplinlerde kullanıldığında, yaratıcılık eğitimi desteklenmiş olacaktır. Çünkü ona göre yaratıcı kişilik kazandırma, büyük ölçüde sanat eğitimi yoluyla gerçekleşir. Sanat eğitimi dersleri ile, sanatın karakterinde var olan yenilik, özgünlük öğesinin getirdiği dinamizmle yaratıcılık yetisi en etkili biçimde geliştirebilir (San, 1985’ten aktaran, Etike, 1995: 78).

Dikici ve Gürol (2003: 193) ise, öğrencilerin yaratıcı niteliklerini geliştirme açısından sanat eğitiminin taşıdığı büyük önemi kabul ederken, doğru yöntemlerle ve doğru kişilerce verilmeyen sanat eğitiminin yaratıcılığa verebileceği zararlara değinirler. Buna örnek olarak resim öğretmenlerinin verdiği yanlış eğitimleri ele alır; Erbil’in (1990:151) düşüncelerine de atıf yaparak, güzel resim yapan yaratıcı bir çocuğun giderek sıradan işler yapan kişiler durumuna gelmesini yanlış eğitime bağlarlar. Onlara göre bu yanlışlığın temel nedeni, okullarda resim eğitimi verilirken çocukların mantıksal düşünmeye ve sol beyin alışkanlıklarına yönlendirilmeleridir. Oysa çocuk mevcut sınırların ötesine geçme arzusu duymalı; sağ beynini kullanarak yaratıcı düşünmeye yönlendirilmeli; ruhunun derinliklerinden ve kalpten gelen duygulara göre resim yapmalıdır.

Gordon’un, dediği gibi “yaratıcılık öğrenilebilen, geliştirilebilen bir güçtür” (Gordon, 1944’ten aktaran, Çellek, 2001: 18). Yeter ki doğru yöntemler izlenilsin, eğitim sistemimiz yaratıcılığı geliştirmeye yönelik olarak yapılandırılabilsin ve bu yetinin gelişimi üzerinde en büyük paya sahip olan sanat eğitimine gereken değer verilsin.