• Sonuç bulunamadı

1.3. Yaratıcılık

1.3.6. Yaratıcılığa has nitelikler

Nitelik belirlerken, yaratıcılığın özel kişilere has bir ayrıcalık mı, yoksa herkes için var olan geliştirilebilir bir yeti mi olduğu sorusu ilk olarak akla gelir. Yaygın kanıya göre, çoğunlukla dağılım eşit olmasa da, yaratıcılık tüm insanlara has bir yetidir. Hatta Lowenfeld (1953) bir adım daha ileri giderek, yaratıcılığı tüm insanların doğuştan sahip olduğu, insanı insan yapan temel bir içgüdü olarak nitelemiştir; öncelikli olarak hayatta kalmak ve hayatımızla ilgili problemlerimizi çözmek amacıyla kullandığımız bir içgüdü (İşler ve Bilgin, 2002: 134). Laborit (1996: 101) de içgüdüye yaklaşan bir açıklama getirir ve her şeyi denetlemek isteyen insanın, yaratıcı düş gücünün gerekirliliğini denetleyemediğini ifade eder.

Karayağmurlar’a göre (1990: 259-260; 1999: 316-317), yaratıcılık bütün insanlarda bulunan, zeka ve yeteneklerle ilişkili, ancak onların dışında bir insan özelliğidir. O da yaratıcılığın insanın doğasından gelen bir davranış biçimi olduğu görüşüne katılır ve yaratıcılığı bir eylem değil, kendi iç süreçleri ile birlikte yaşam boyu süren içtepilerden kaynaklanan bir süreçler bütünü olarak görmemiz gerektiğini belirtir.

Laborit (1996: 100-101) yine Lowenfeld’in görüşüne paralel olarak, insanı hayvanlardan ayıran temel öğenin özgürlüğü değil, yaratıcı imgelemi olduğunu öne sürer; yaratıcı düş gücünün en tutarlı öngörüleri allak bullak ettiğini söyler. Yaratma ardı arkası gelmeyen bir bilgi toplama sürecidir. Bilgisel bütünün zenginliği oranında, yeni biçimler yaratma olasılığı da yükselir. Bu durumu açıklayıcı iyi bir örnek, yeni doğan çocuğun türeyimsel bilgilerine indirgendiğinde, hiçbir şey yaratamamasıdır. “Yaratıcı düşünce, düşlerle gerçekçi düşüncenin ortak işlevinden doğar” diyen Köknel’in (1989:9) sözleri, bir bakıma aynı noktaya vurgu yapmaktadır.

Üstün bir yeteneğin doğaçlama ile doğmayacağı açıktır. Ancak güç bir çalışmanın, yoğun bir araştırmanın sonucunda ortaya çıkabilir. Newton’a “yerçekimi yasalarını nasıl buldunuz?” diye sorulduğunda, “Durmadan üzerinde düşünerek” cevabını vermiştir. Yani yaratmanın temelindeki çaba, asla göz ardı edilmemelidir.

San (1985:10-11) yaratıcı olguda hem duyu, duyum ve duygulara dayalı duyuşsal süreçler, hem de bilişsel ve düşünsel etkinliklerin rol oynamakta olduğunu ve bunların gerek bilinçte gerekse bilinç eşiği, bilinç dışı ve hatta bilinçaltı düzeylerde yer aldığını ifade etmektedir. Yaratıcılık anlık bir durum değildir; süreç gerektirir. Yoğun bir çaba ve işin doğası ile ilintili bir sürecin sonucunda, buluş ortaya çıkar. Buluş, ağır ve sancılı bir bilgi devşirme çabasının eseridir. Bode ve Otto (1979: 17) buluşu yaratıcı düşünüş ve hareketin başlıca özelliği olarak düşünmüş ve bu durumu “değişik” olma diye adlandırmışlardır. Yani bilinen çözümlerden farklı; yalnız geleneksel çözümün doğru olabileceği düşüncesinden uzak olma durumu.

Yaratıcılığın bir süreç gerektirdiği belirtilmişti. Giovacchini (1998: 58) ego sınırlarındaki dalgalanmanın yaratıcı sürecin karakteristiği olduğu görüşündedir. Bu

süreçte içeri alınmakta olan şey geri döndürülür, ancak şu andaki gerçekliğe bir ek olarak. Sıklıkla bu yaratıcı bir üründür. Yaratıcılıkta, dış dünya değiştirilir ve genişletilir. Belki de hem nitel hem de nicel olarak yaratıcılığı saptayabilmek, ortaya çıkan ürünün değerlendirilmesi ile olacaktır.

Yaratıcı süreçte, sezgi, imgelem, deneme, araştırma, bulma, kalıplardan kurtulma, yeniden kurma gibi bir takım yeti ve niteliklere, merak gibi bir çıkış, özgünlük gibi bir sonuç eklenebilir. Yaratıcı bir süreç ya da olayda yenilik, özgünlük, olağanüstülük, kural-dışılık, değişik olma gibi özellikler bulunması gerektiği gibi, tüm bu niteliklerin belli bir uyum ve sentez içinde olmaları gerekmektedir (San, 1985: 10-11). Çünkü yaratıcı düşünce, çözümleyici ve bireşimci düşünce becerilerini kullanma temelinde gerçekleşmektedir (Güleryüz, 2001: 177). Yani yaratıcı süreç, ciddi bir sentez gerektirir. Öktem (2000: 86) de yaratıcılıkta sentezin önemini vurgulamaktadır. Sentez sonucu veriler yapılandırılır, bir araya getirilir; eleman ve yapılara yeni çözümler ve biçimler üretilir. Dolayısı ile yine yaratıcılılığın yukarıda da değinilen önemli niteliği ortaya çıkar: ürün meydana getirme. Yaratıcılıkta somut ya da soyut düzeyde mutlaka bir ürün söz konusudur.

Bir şeyin, bir durumun ya da kişinin yaratıcı diye nitelendirilebilmesi için ne gibi ölçütleri sağlaması gerektiğine dair saptamalar vardır. Bu tür bir belirleme girişimi Lowenfeld ve arkadaşları (1962) tarafından bugün de kabul gördüğü şekliyle yıllar önce yapılmıştır. Onlara göre sorunlara duyarlılık, akıcılık, esneklik, orijinallik, yeniden tanımlama ve düzenleme, sentez ve örgütlem tutarlılığı, yaratıcılık için gerekli ölçütler arasındadır (Özben ve Argun, 2002: 9).

Kapsam ve düzeyi ne olursa olsun yaratıcı düşünmenin temel niteliği aynıdır: Nesneler, kavramlar ve olaylar arasında yeni ilişkiler kurabilmek ve böylece yeni fikir ve çözümler üretmek. Kullandığımız kavramlar ve aralarında kurduğumuz ilişkiler düşünsel kapasitemizi belirlediği gibi, bu kavram ve ilişkilerle oynayabilme ve onları değiştirebilme becerimiz de yaratıcılığımızın ölçüsüdür (Yıldırım, 1998 : 4- 5).

Öte yandan yaratıcılık sabit bir veri gibi düşünülemez. Çünkü bireylerin yaratıcılık performanslarında zaman içinde olumlu ya da olumsuz yönde

dalgalanmalar görülebilir. (Özer, 1996: 50-53 ; Çiftçi, 2002: 26). Kişinin yaratıcılık düzeyi ne kadar ilgi çekici olursa olsun, yaratıcılık süreci bir zaman boyutunda düzenli aralıklar ile gerçekleşmeyebilir. Bazen ileriye yönelik hiçbir adım atılmadan uzun süreli duraklamalar yaşanabilir (Akat, 1994: 376; Çiftçi, 2002: 26). Bu duraklamaların ya da sıçramaların bireysel özelliklerle bağlantılı olarak çok sayıda değişkene bağlı nedenleri olabilir. Bu durum başlı başına önemli bir araştırma konusudur.

Ribot “Yaratının toplumsal olmayıp bireysel olduğuna beni yönlendiren en güçlü kanıt halk yığınlarındaki yenilik korkusudur” demiş, yaratıda en önemli olan şeyi sadece “yenilik”, başka bir deyişle “özgünlük” olarak saptamıştır. Bu saptamayı yaparken, önem ve yararı yaratının temeli değil, ikinci ve toplumsal belirtisi olarak nitelendirmiştir (Eriç, 1998: 214). Bu görüşleri günümüzde özellikle sanatsal yaratma söz konusu olduğunda yeniden değerlendirilirse, özgünlüğün öneminin daha da ön plana çıktığı; önemin tartışılır bir hal aldığı ve yararın tamamen dışarıda kaldığı söylenilebilir.

Son olarak yaratıcılığın nitelikleri arasında hayalgücünün de eklenmesi unutulmamalıdır. Hiç şüphe yok ki, yaratıcı sürecin ayrılmaz parçası, yaratıcılığın itici gücüdür hayalgücü. Rawlinson’a (1995:20) göre yaratıcı düşünme, daha önce aralarında ilişki kurulmamış nesneler ya da düşünceler arasında ilişki kurmak demektir. Bu da yüksek bir hayal gücünü gerektirir.