• Sonuç bulunamadı

İnsanın kafatasının içinde taşıdığı, yaklaşık iki kiloluk hücre ve sinir özüyle, evrimsel anlamda kendine en yakın memelininkinin üç katı büyüklüğünde (Goleman, 2002a: 24) olan beyin adı verilen karmaşık hücre kütlesi üzerine yapılan araştırmalar sürse de, hala gizemlerle doludur. Goleman (Goleman & Witzel, 2003: 11), beynin fiziksel yapısının nasıl şekillendiğini ve neye zeka denildiğini tartışan bilim adamlarının arasında yer almaktadır. Onun iddiasına göre, özellikle duygu ve düşüncelerin zekası, beyinde farklı alanlarda yer almaktadır. Bu demektir ki insan, dünyayı akılcı ve duygusal olmak üzere iki farklı yolla algılamakta ve etkileşim içine girmektedir.

Beynin sağ ve sol yarıkürelerinin işlevlerinin değişik olduğu, farklı amaçlar için özelleştiği bilinmektedir. Hatta önemli doku bozukluklarına yol açmadan beynin çeşitli bölümlerinde cerrahi müdahaleler yapılabilmektedir (Oleron,1992: 65). Bu tür çalışmaların varlığı, bu iki yarıkürenin belirli biçimde özelleşmiş oldukları kanısını destekler görünümdedir. Bu paylaşıma göre, temel duygu süreçlerinde, sağ yarıküredeki yapıların öncelikli bir katkısı vardır. Howard Gardner, Kenneth Heilman, Joan Borod, Richard Davidson ve Guido Gainotti adlı araştırmacılar da beynin sağ yarıküresinin duygulanım sürecindeki baskınlığını destekleyen ek deliller bulmuşlardır (Damasio, 1999:145). Bu nedenle duygusal zekaya ilişkin merkezlerin daha çok beynin sağ yarıküresi ile ilgili olduğu tezi geniş kabul görmektedir.

1 Bu iddiayı destekleyecek çok sayıda kanıt için, tezin “İlgili Yayın ve Araştırmalar” bölümüne

Beyin temelli araştırmalar, oldukça ilginç bulgular ortaya koymaktadır. Beynin sol yarı küresi, korku ve depresyon gibi felaketlerle bağlantılı iken, sağ yarının duyguları sözlü olarak aktarma ve başkalarının duygularını ses tonu ve mimiklerden anlayabilme becerileri ile ilgili olduğu belirlenmiştir (Konrad & Hendl, 2001: 24). Ön alın bölgesinde sol ve sağ olmak üzere loblar yer almaktadır. Sözü edilen bu bölgeye dair yaptığı araştırmaların sonuçlarını paylaşan Davidson’a göre, sol alın lobundaki etkinlik sağ loba oranla fazla olanlar, daha neşeli bir mizaca sahiptir; bunlar genellikle insanlardan ve hayatın kendilerine sunduğu şeylerden keyif alır, terslikleri kolay atlatabilirler. Göreceli olarak sağ tarafındaki etkinlik daha fazla olanlar ise, olumsuzluğa ve keyifsizliğe meyilli olur ve hayatın zorlukları karşısında hemen telaşa kapılırlar; bir anlamda endişe ve depresyonlarının önünü kesemediklerinden acı çekerler (Tomarken & Davidson’dan aktaran, Goleman, 2002a: 276).

İnsanoğlu davranışlarına neyin yön verdiğini bilmeyi hep istemiştir. Bu konu özellikle psikofizyoloji ve nörolojinin çalışma kapsamına girmektedir. Davranışların oluşumunda beyindeki düşünceler kadar duyguların da, aynı derecede işlev görerek çalışmakta olduğu yapılan araştırmalarla bulgulanmıştır. Yani bir karar verme sürecinde düşünceler kadar duygular da aktif olarak kullanılmaktadır. Bu önemli sonuç, bilim adamlarını duygular ve duyguların beyindeki biyolojisi, çalışma sistemleri üzerinde daha yoğun çalışmaya sevk etmiştir (Yavuz, 2002: 14). Damasio’nun (1999:133) görüşleri de sözü geçen araştırmaları desteklemektedir: O’na göre “Düşünüyorum, öyle ise varım” sözünü söylemiş olması Descartes’ın en büyük yanılgısıdır. Bu söz ile duyguların insan üzerindeki etkisi tamamen saf dışı bırakılmıştır.

Duygular üzerinde yapılan bilimsel araştırmalarda özellikle 90’lı yıllardan sonra bir patlama görülmüştür. Yeni geliştirilen beyin görüntüleme tekniği sayesinde beynin kısıtlı bir zaman içinde de olsa görüntülenebilmesi, bu araştırmalar arasında en önemlisi olarak görülmektedir. Böylece beynin düşünürken, hissederken, hayal kurarken ve rüya görürken nasıl çalıştığı görünür kılınabilmektedir. Bu nörobiyolojik çalışma ile, beyindeki duygu merkezlerinin kişiyi öfkeye ya da gözyaşlarına nasıl ittiği, beynin savaşmaya ya da sevmeye iten bölümlerinin daha iyiye ya da kötüye

nasıl yönlendirilebileceği açığa çıkarılabilmektedir (Goleman, 2002a: 9). Bu tür bulgular, eğitim araştırmalarına temel oluşturabilecek bir takım önemli saptamaları da beraberinde getirebilmektedir.

Öğrenme çevrelerinin ve programların da düzenlenmesi, beynin karmaşık yapısının çözümlenmesi ile değişikliklere uğramaktadır. Beynin nasıl öğrendiğine ilişkin çalışmalar bu araştırmaların kılavuzu görünümündedir. Burada beyin temelli öğretim çalışmaları örnek verilebilir. Konuya ilişkin Greenleaf (2003: 14)’in görüşüne göre; en arzu edilen öğrenme şartları ve sonuçlar bu tamamen şaşırtıcı organın; beynin, nasıl daha iyi anlaşılmaya başlanılacağına dayandırılacaktır. Çünkü kalp pompalamakta, ciğerler nefes almakta ve beyin ise, doğumdan önce öğrenmeye başlamaktadır. Beyin, girdileri tüm duyularından eş zamanlı ve bağımsız olarak kabul eder. Bu uyarıcıları hareket ettirmek, birbirini etkilemek, değiştirmek, yaymak ve daha fazlasını yapmak için yollar seçerek, saniyeden çok daha küçük sürelerde geliştirir. Dolayısı ile beyin temelli öğretim, pratikleri, doğal, biyolojik organ fonksiyonlarının nasıl olduğuna ilişkin bilinenlerle birlikte sıraya koymak için bilinçli bir girişimdir. Beyin, kullanmak içindir. Etkili öğretim, onu daha iyi kullanmaya çabalar. Öğretim tasarımı, öğrenenleri daha açık kavrayış, tam işleme, daha bütünleştirici depolama ve bilgiyi geri çağırmaya davet etmek için, beyindeki cevaplara yol açan anahtar ögeleri gerektirir. Öğretmenler ders yapı ve çevrelerini, öğrenenlerin maksimum dikkati, kişisel anlam ve yerinde uygulamalar doğrultusunda hareket etmek için düzenlemelidirler.

Araştırmacılar (Eyseck, Jensen) bireyin tepki sürelerinin zeka düzeyleri ile bağlantılı olduğunu düşünürler. Fakat çoğu zaman incelenen sonuçların bu varsayımla uyuşmadığı görülmüştür. Bu çelişkide ilk akla gelen, “duygusal zeka faktörü burada etken olabilir mi?” sorusudur (Oleron, 1992: 70). Bu sorunun cevabının büyük ölçüde pozitif olduğu düşünülmektedir. En azından bireylerin zeka düzeylerini değerlendirirken , yalnız bilişsel bir zeka türü ile sınırlı kalınmaması gereği, belirgin bir biçimde hissedilmektedir.

Öğrenme açısından son derece önemli olan bu kritik bilgiler doğrultusunda, duygusal zekaya ilişkin bir değerlendirmeye gidilebilir. Beyin temelli olarak duygusal zekanın doğasının anlaşılması, duygusal zekaların aktif şekilde

kullanılabilmesi ve geliştirebilmesine yönelik eğitim öğretim araştırmalarını başlatmak açısından büyük değer taşımaktadır.